İki Kule
Yüzüklerin Efendisi'nin ikinci cildini okudum. Araya başka şeyler girdiği için süreç biraz uzadı. Geç olsun güç olmasın, hemen konuya geçeyim. :)
Elf diyarı olan Ayrıkvadi'de alınan karar sonucu Frodo ve beraberindekiler yola çıkmıştı. Dokuz kişi ile başlayan zorlu yolculuk bir süre sonra grubun dağılması ile sonuçlanmıştı. Ayrı düşenler birbirinin ne halde olduğundan habersiz yollarına devam etti. Karşılarına çok engeller çıktı ve hiç hayal edemeyecekleri tehlikelerin içinde buldular kendilerini.
Frodo üzerinde ağır bir yük hissettiği ve dostlarını tehlikeden uzak tutmak istediği için tek başına ilerlemeyi seçmişti. Yine de en yakın dostu Sam onu hiç yanlız bırakmaz. İkilinin işi çok zordu. Bilmedikleri coğrafyalarda, çeşitli tuzaklara rağmen pes etmezler. Umutlarının tam tükendiği anda yeni bir kapı açılır önlerinde ve zor seçimler yapmak zorunda kalırlar. Bu seçimler kaderleri olur adeta. Bu kadar derdin içinde bile bu küçük hobbitlerin nezaketi elden bırakmamaları hoştu. :)
Eski ariflerden Saruman yoldan çıktığından beri pek çok kötülüğe sebep olmuştur. İsengard'da karanlık bir ordu toplar ve kendisine karşı gelenlerle savaşır. Niyeti yüzüğün peşindeki Karanlıklar Efendisi Sauron'un yanında yer almış gibi görünüp güya sonradan onu alt etmektir. Ancak Gandalf zamanında herkesi yüzüğün hiç kullanılmaması gerektiği konusunda uyarmıştı. Bu kadar büyük bir güç iyi kimselerin elinde bile olsa ancak felakete yol açardı. Yüzük taşıyıcısı Frodo neyse ki bu öğüdü tutup kimseye güvenmedi. Sezgileri onun rehberi oldu, insanların içini okuyabilir hale geldi. O, aksini iddia edenlere inat yüzüğün yok edilmesi gerektiğine inanıyordu. Yanında Sam olmasaydı Frodo ruhen daha çok yıpranır ve fazla ilerleyemezdi. Sam'in bağlılığı ve dostluğu paha biçilemez boyuttaydı. Aynı zamanda iyi insanlarla da karşılaştıkları için şansları yaver gitti. Sona doğru gerilim artıyor. Filmini izlediğim için ne olacağını bilsem de merakla okudum. Frodo'nun da Sam'in de kararlılığına ve azmine hayran kaldım.
Tolkien'in üslubunu çok seviyorum, dile çok hakim ve kuvvetli bir anlatımı var. Kafasındaki coğrafyayı, ırkları bu kadar iyi şekillendirebilmesi çok iyi. Her ırkın kendine has kültürü, konuşma tarzı ve yaşam standartları var. Ent denen ağaç ırkını çok sevdim mesela, bayağı farklı ve sempatik geldiler bana. :) Karakterlerin gelgitleri, eski günlere olan özlemleri, umutsuz da olsalar başka çare göremedikleri için ilerlemeleri çok güzel yansıtılmış. Bu bölümde upuzun yolculuk devam ediyor, karakterlerle birlikte diyardan diyara yolculuk ediyor insan. Fark ettim ki filmlerinde pek çok şey hızlı gelişmiş. Kitabı okurken çoğu şeyi daha iyi kavradım. Karakterlerin amaçları, neyi neden yaptıkları, hırsları daha iyi anlaşılıyor.
Diyaloglar da ayrıca hoşuma gitti. Bazı cümleler basit görünmesine rağmen derin anlamlar içeriyordu, bazıları da gülümsetecek kadar doğal geldi bana. :) Diyaloglar konusunda da en sevdiğim kitap Yüzüklerin Efendisi oldu diyebilirim. O kadar nahif, içten, isabetli, bilgece...
Kitapta çok kadın karakter yok ama yer verilen kadın karakterler de güçlü ve saygıdeğerdi. Yazarı bir diğer takdir etme nedenim de bu oldu. Yazarların bir kadın karakter ekleyip de konuyu abartılı dış görünüş ve müstehcenliğe bağlamalarından bıktık artık.
Alıntılar
"Ben de geleceğim," dedi Gimli. "Galadriel Hanım meselesi hâlâ aramızda halledilmedi. Daha size kibar konuşmasını öğreteceğim." "Göreceğiz," dedi Éomer. "Öyle garip şeylerle karşılaştım ki, bir cüce baltasının sevgi dolu darbeleri altında zarif bir hanıma hoş söz söylemeyi öğrenmek beni pek şaşırtmayacak. Hoşça kalın!"
(Bu hoş sohbet beni güldürdü. Éomer yeterince tanımadığı Galadriel Hanım hakkında yanlış bilgilere sahip olduğu için önyargılıydı. Ve yakın zamanda tanıştığı asil Galadriel'e laf edilmesi cüce Gimli'ye dokunmuştu.)
"Sanki gözlerin gerisinde asırların hatırası; uzun, yavaş ve sabit bir düşünce ile dolu muazzam bir kuyu varmış gibi görünüyordu; ama yüzeyi şimdiki zaman ile pırıldıyordu."
"Lisanımız çok latif bir lisandır ama bu lisanda herhangi bir şey söylemek çok uzun vakit alır çünkü eğer o kadar uzun vakitte söylemeye ve dinlemeye değmezse biz hiçbir şey söylemeyiz."
"Çünkü gövde ve dal yanıyor, ocak harlanıyor; biz de gidiyoruz savaşa! Kasvet diyarına, kıyametin ayak sesleriyle, davullar çalarak geliyoruz; İsengard'a kıyıma geliyoruz!" (Entler sonunda ayaklanıp düşmanın inine doğru baskına giderken...)
"Ben ateşten ve derin sulardan geçtim ayrıldığımızdan beri. Bildiğimi zannettiğim şeylerin çoğunu unuttum ve unuttuğum şeylerin çoğunu yeniden öğrendim. Uzakta olan birçok şeyi görebiliyorum ama yakında olan birçok şeyi göremiyorum."
"Aynı anda hem zorba, hem de öğütler veren biri olamazsınız."
"Kaçan adam düşmanı çift görürmüş."