23 Mayıs 2025 Cuma

Bir Ruh Macerası (Kitap)

 


Yazarı ilk kez okudum ve hayatı çok ilgimi çekti. Açıkçası kitabın kapağı ve ismi bende merak uyandırdı.

Kitapta doğumundan itibaren Ayşe Şasa'nın nasıl bir çevrede yetiştiğini, etrafının nasıl insanlarla çevrili olduğunu, daha çocuk yaşta nasıl karamsarlığa kapıldığını, gençlik bunalımlarını, hastalığını okuyoruz. Ailesinin ihmali ve yabancı dadılara emanet edilmesi onu boşluğa sürüklemiş, dine ve geleneklere dair bir şey öğretilmemiş. Sadece anneannesi çabalıyor ama pek bir şey yapamıyor. Anne baba o kadar Batı hayranlığına kapılmış ki çocuklarını görmüyorlar bile, çevreye karşı gösteriş peşindeler.

Soru cevap şeklinde ilerliyor kitap ve çok sayıda fotoğraf yer alıyor. Yazarın değişimini, buhranlarını okumak etkiliyor, çaresizce oradan oraya savruluyor. Hiçbir şey kendisine çare olmuyorken bir yerden sonra tanıştığı güzel insanlar sayesinde ve İslamı daha doğru tanıması ile hayatı değişiyor, maneviyatı artıyor. Okurken bunu fazlasıyla hissediyoruz. Ders alınacak bir hayat hikayesi, altı çizilecek çok satır var. Yazarın diğer kitaplarını da okumak istiyorum.


Sıra dışı olmak, arkasından daima bir "kenar"da yalnızlığa sürükledi beni. Bende, aidiyetimi kurcalamak vazgeçilmez bir yere sahipti.

Köylü denilen zümre ne olursa olsun çoluğuna çocuğuna Kur'ân öğretiyor. İyi kötü geleneği naklediyor. İyi de şehirli zümre neydi? Benim çocukluk yıllarımda bile bu zümre; geleneği kökten reddeden, yeni yeni düşünülen her şeye kucak açan ve dolayısıyla geleceğe nakledeceği hiçbir şeyi olmayan insanlardan oluşuyordu...

"İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslamdır!" hükmü, giderek bir inanç, bir yaşam biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı... Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim.



16 Mayıs 2025 Cuma

Yıldız Düşüşü 20.Bölüm Final

 

20.Bölüm


Baver takım elbisesini giymiş, her zamanki gibi güneş gözlüklerini takmıştı. Koridordakilerin şaşkın bakışları arasında yürüyerek eski sınıfına geldi. Kapıyı açıp içeriye girdi. “Biraz geç kaldım gençler, kusura bakmayın.”

Akira, Pall ve diğer herkes Baver’i coşkuyla karşıladı. “Hoş geldiniz Baver Hocam,” dedi kızlardan biri neşeyle.

“Artık kalıcı mısınız?”

“Hocam gücünüzü kaybettiğiniz doğru mu?”

“Döneceğinizi biliyordum.”

“Bugün çok şıksınız.”

Baver nazikçe gülümsedi. “Teker teker gelin, bugünlük istediğinizi sormanıza izin veriyorum.”

Sonunda o sevdiği mesleğe geri dönen Baver öğrencilerinin gözlerindeki mutluluğu görünce ne kadar sevildiğini bir kez daha anladı. Bundan sonra hayatının önemli bir kısmını öğrencileri kaplayacaktı. Tahtanın başına geçip ders anlatırken dünyadan kopup gidecekti yine. Elbette eski yaşamını unutması mümkün değildi, hepsi güzel bir anı olarak yanı başında kalacaktı.

O gün dersi öğlene kadardı fakat öğrencilerin bitmek bilmeyen soruları yüzünden ders işlemesi bir hayli zor olmuştu. Çıkışta arabasına doğru yürürken çiçeklerle bezeli ağaçlar, tatlı esinti, kuş cıvıltıları içini ferahlattı. Uzun zaman sonra ilk kez dingin hissediyordu. Artık koşması gerekmiyordu, durup anın tadını çıkarabilirdi. Gün uzundu ve şimdi ne yapması gerektiğini biliyordu. Aden’i aradı. “Benimle birlikte gelmeni istediğim bir yer var.”

Bir saat sonra Baver Aden’i kafeden aldı. Yeşil elbisesi, saçlarına bağladığı çiçek desenli fularla doğanın bir parçası gibi görünüyordu. Baver’in bakışlarını fark edince açıklama yapmak zorunda hissetti. “Bugün hava çok güzel, bahara uygun giyinmek istemiştim. Nereye gidiyoruz peki?”

“Sana uygun bir yere,” dedi Baver gülümseyerek.

“Bu ne demek şimdi? Her zamanki gibi ağzından laf almak imkansız,” diyerek arabaya geçti Aden. Baver aracı çalıştırdı. “Biraz mesafe var ama gördüğüne değecek.”

“İyice meraklandım şimdi. Bugün okulunun ilk günü değil miydi?”

“Evet, çok güzel bir andı. Ders öğlene kadardı merak etme, ilk günden okulu asmadım.”

“Baver geri dönmene çok sevindim. Okulu bırakmak zorunda kaldığında nasıl üzüldüğünü hatırlıyorum.”

“Sen de hayallerinden vazgeçmedin değil mi? O kafede durmak istediğini sanmıyorum. Ekibe neden dönmüyorsun, başkan seni çevirmez.”

“Biliyorum, başkan anlayışlı biri. Biraz kafamı toplamak istediğim için bana müsaade etmişti. Hem sen de yoksun.”

“Hayal kırıklığına uğramış gibisin. Ekibe geri mi dönmeliyim,” dedi Baver bilmiş bir ifade ile.

Aden birden heyecan yaptı. “Yok, olur mu öyle şey? Elbette doğru olanı seçtin. Benim sadece zamana ihtiyacım vardı ama haklısın başkan ile konuşacağım.” 

Baver dikkatle Aden’i süzdü. “Canını sıkan başka bir şey mi var? Durgun görünüyorsun.”

“Hayır, ne olabilir ki?” dedi Aden eski neşeli haline dönerek.

Baver başka bir şey demedi, yola odaklandı. Şehirden çıkıp patika bir yola girdiğinde Aden hâlâ merak içerisindeydi. Dakikalar sonra yeşilin her tonuyla sarılmış bir gölet çevresine vardılar. El değmemiş, nadide bir güzelliğe sahip bir yerdi. “Beni izle,” dedi Baver, hayranlıkla etrafa bakınan Aden’e. Kısa bir yürüyüşün ardından renk renk çiçeklerin kapladığı geniş bir alana geldiler. Mor, kırmızı, eflatun, mavi renkler dans edercesine harmanlanmıştı. Güneş ışığında canlı renkleriyle salınan çiçekler olağanüstü görünüyordu. “Baver burası harikaymış, böyle bir yerden haberim yoktu. Hemen fotoğraf çekmeliyim.” Aden’in çocuksu heyecanı ve çiçeklerin arasındaki oradan oraya süzülmesi görülmeye değerdi. Aden çiçekleri farklı açılardan çekmeye çalışırken Baver de Aden’in fotoğraflarını çekiyordu.

Bir süre sonra Baver’in yanına dönen Aden ona teşekkür etti. “Burada olmak bana çok iyi geldi. Sık sık geliriz olur mu?” Beklenti dolu bakışlar karşısında Baver başını salladı. “İstediğin zaman geliriz. Burayı tesadüfen fark ettim ve çok seveceğini düşünmüştüm.”

Çiçeklerin mis kokuları etrafı sarmıştı. Aden hâlâ gözlerini çiçeklerden alamıyordu. Baver o sırada arabanın bagajından piknik sepeti çıkardı. “Acıktık sanırım, bir şeyler mi yesek.”

“Yaa hazırlık da yapmışsın. Bana da söyleseydin ya.”

“O zaman sürpriz olmazdı.”

Göletin yanındaki çimenliğin üzerine örtü serip atıştırmalıkları yerleştirdiler. Sandviçler ve çeşitli salatalardan oluşan menü iştah açıcı görünüyordu. İkisi de keyifle yemeye başladı.

“Biliyor musun, tanıştığımızdan beri çok değiştin. Sonunda biraz olsun dışa dönmen çok iyi. Her zaman her şeye karşı temkinli olmak yormuyor muydu seni?”

“Evet yorucuydu ama elimden bir şey gelmiyordu. İnsan hayatını kolayca değiştiremiyor, çok süreçten geçtim. Belki de benim şansım sen oldun.”

İltifat karşısında Aden gülümsedi. “Kabul ediyorsun yani hayatına renk kattığımı.” Sandviçinden bir ısırık aldı. 

Baver’in bakışları Aden’e takıldı. Doğal tavırları, kendine has yapısı ve samimiyeti ile ona çekiliyor gibiydi. “Kabul ediyorum. Aden seni tanıdığım için mutluyum. O gece bir daha seni göremeyeceğimi düşünüp üzülmüştüm”

Aden mahcup şekilde gülümsedi. “Ben de seni tanıdığım için mutluyum. O geceyi hatırlatma, herkes düşünce kötü bir şey olduğunu sandım. Bir daha uyanmayacaksın diye ödüm koptu. Hayatının değerini bilmeli, güzelce yaşamalısın artık.”

“Evet haklısın. Hayatımın değerini de hayatımdakilerin değerini de daha iyi anlıyorum artık.” İkisi sessizce bakışmaya başlamıştı ki telefon çaldı. Baver içine düştüğü ruh halinden hemen sıyrılıp telefonu yanıtladı.

O daha bir şey diyemeden Bruna’nın serzenişleri başladı. “Neredesin yine sen? Beklemekten ağaç oldum. Bıktım artık, bu kaçıncı ekişin beni. İşim gücüm var.”

“Ah, ben tamamen unutmuşum Bruna. Kusura bakma.”

“Şaşırdım mı? Her zamanki halin. Neredesin peki?”

“Şey, biraz uzaktayım. Şu an gelemem.”

“İşiniz varsa dönelim Baver, sorun değil,” dedi hemen Aden. Bruna’nın öfkeli sesini az da olsa alabiliyordu. 

“Aden'in sesi miydi o? Bak sen, nereye gittiniz bakalım? Yalnız prensimiz ne peşinde acaba?”

Baver sinirden dudağının kenarını ısırdı. Yanıt vermeden telefonu Bruna’nın yüzüne kapattı. Bruna insanı nasıl sinir edeceğini gerçekten biliyordu. Baver’in tepkisi karşısında Aden gülmeye başladı. “Hadi kalkalım artık, Bruna daha fazla kızmasın.”

“Kusura bakma, sonra telafi ederiz. Bruna’nın yanına gitmem gerek.” İkili eşyaları toplayıp arabaya geçti. “Önce seni bırakayım,” dedi Baver.

Aden yol boyunca camdan dışarıyı izlerken mutlu hissediyordu. Bu güzel günü unutmayacağı kesindi. Baver ile yavaş da olsa yakınlaşıyordu. O an ikisi de gülümsüyordu.

Bruna’yı bir ağaca yaslanmış halde bulan Baver uygun bir yere park edip yanına gitti. Bruna’nın imalı bakışlarını görmezden geldi. “Kusura bakma, biraz geciktim.” 

“Biraz mı? Bir buçuk saat oldu. Hem anlat bakayım Aden ile neden buluştun? Yanlış hatırlamıyorsam bir zamanlar onu asistanın olarak bile istemiyordun. Şimdi ikiniz de ekipte değilken ayrılamıyorsunuz.”

“Of Bruna, abartma. Sadece arkadaşız işte.”

“Sadece kısmından pek emin olamadım. Gözlerini kaçırıyorsun, yalancının tekisin,” dedi Bruna alay ederek. Baver boynundan yakalamak için bir hamle yapmıştı ki son anda kurtuldu. “Tamam sustum, kızma. Hadi gidelim de benim şu işi halledelim. Passal nefes aldırmıyor zaten bana.”

Baver dostuyla birlikte yürürken üzerinde bir hafiflik hissetti. Gökyüzü pırıl pırıldı. Pamuk şekere benzeyen bulutlar topak topak kümelenmişti. Her zaman Bruna’nın desteğini arkasında hissetmek ona güven veriyordu. Bruna bir kardeşten farksızdı. Ne olursa olsun birbirlerini anlayabiliyorlardı. “Bruna iyi ki o gün beni bulmuşsun.” Baver’in bakışlarındaki ciddiyet ve minnettarlığı görünce sırıttı. “Kader mi desem talihsizlik mi bilemedim. Senin gibi birine katlanmak zorundayım. Hadi acele et.”

***

Aden ekibe tekrar katılmış, yoğun şekilde çalışıyordu. Artık pazarlama, satış işine bakıyordu. Çok kişiyle muhatap olmak bazen yorucu olsa da pozitif yanı ile üstesinden geliyordu.

“Sana bir paket var,” dedi sekreter. Aden şaşırarak paketi aldı. “Üstünde isim de yok,” diye mırıldandı. Merakla paketi açınca ahşap, şık bir albüm buldu. İçine baktığında çiçek tarlalarında haberi olmadan çekilmiş çok sayıda fotoğrafını gördü. Hepsi de özenle çekilmiş ve ışığı iyi ayarlanmıştı. Aden'in yüzünde kocaman gülümseme belirince Bruna masasından kalkıp geldi. “Dur tahmin edeyim. Bu, Baver’in işi değil mi?” Aden eli ayağı dolaşarak hediyeyi kaldırdı. “Çok meraklısın Bruna Bey.” 

“Ben sizinle ne yapacağım böyle? Çoktan anladım durumu, siz inkâr edin bakalım.” Bruna bilmişçe sırıtınca Aden’in yanakları al al oldu. Bir şey demeden kendi masasına geçti.

“Kızı rahat bırak Bruna. Habel’i üstüne salarım, sana birini bulsun. Milletle uğraşmak neymiş görürsün.”

“Ha? Biri beni mi andı?” dedi elinde dosyalarla içeri giren Habel.

“Ne kadar çalışkan olduğundan bahsediyorduk,” dedi Bruna masumca bir ifade takınıp. “Kesin öyledir,” dedi kadın gözlerini kısarak. O sırada Aden de Baver’e teşekkür mesajı yazmakla uğraşıyordu.

Günler sonra bir tatil günü Baver gülümseyerek uyanmasına sebep olacak bir rüya gördü. Çocukluğuna dönmüştü ve her şey dilediği gibiydi. Bu mutlu his uyandığında bile bir süre devam etti. Ani bir kararla hazırlanıp evden çıktı. Uzun süren yolculuğun ardından sahil kasabasına vardı. Onu orada bulabilecek miydi emin değildi. Bunca yolu boşuna tepmiş olmaktan korkuyordu.

Kıyıya varıp balık teknelerine doğru ilerlediğinde Duvayn iri yapısıyla hemen gözüne çarptı. Ağları onarmakla meşguldüler. Bir zaman sonra etrafa bakınan adamın bakışları Baver ile kesişti. Önce kısa bir şaşkınlık, ardından buruk gülümseme... Elini kaldırıp onu çağırdı. “Neden oradan duruyorsun, gelsene!”

Baver bu anı beklemiş olsa da tereddüt içinde adımlarını attı. Neden hâlâ tutuktu, hislerini kendine bile itiraf etmesi zordu. Gerçek olan bir şey varsa o da babasını görmek istediğiydi. Onu ayakta bekleyen babasına doğru attığı her adımda biraz daha rahatladığını hissetti. Yüzünde nasıl bir ifade var bilmiyordu ama değerli bir anın yaklaştığını hissediyordu. “Baba,” diye mırıldandı. 


Vee mutlu son. 🥰😎


Okuyup yorumlayan ve katkı sağlayan herkese teşekkür ederim. Değerli yorumlarınız beni mutlu etti, bir şekilde bitirebilirim hikayeyi. 🌸🌺



15 Mayıs 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 19.Bölüm

 

19.Bölüm


Bruna’nın tepkisi ile herkesin bakışları gökyüzüne kaydı. Büyük bir meteor arkasında parıltılar bırakarak gökte yay çiziyordu. Atmosfere girişiyle parçalara ayrılmaya başlamıştı. Herkes hayretle manzarayı izlerken bazı yıldızlar yanıp sönmeye başladı. Her biri ardı ardına göğü terk etmek istercesine kaymaya başladı.

Baver’in gözlerine yansıyan manzara büyüleyiciydi. Bir anda zihninde beliren ışıklı yolda tüm hayatı gözlerinin önünden akıp gitti. Yaşadığı onca yıl birkaç saniyede akıp gitmiş gibiydi. Sonra yavaş yavaş gözünü alan tüm ışıltılar söndü. Geride dipsiz kuyu benzeri bir karanlık kaldı. Baver ayaklarının yerden kesildiğini hissetti, bedeni onu daha fazla taşıyamamıştı. O an sonunun geldiğini düşündü. Bedeninin soğuduğunu, gözlerinin kapanmaya başladığını hissediyordu. “Buraya kadarmış demek. Oysaki daha yapmak istediğim çok şey vardı,” diye düşündü.

Biri elini tutmuş, kendisine ismiyle sesleniyordu. Odaklanıp da yanıt vermesi mümkün değildi. Ses gittikçe uzaklaşıyordu.

“Baver, kendine gel!” Aden ne kadar çabalasa da yanıt alamadı. Baver’in bilinci tamamen kapanmıştı. Eli ayağına dolaşan Aden herkesin aynı anda yere yığılması ile kime koşacağını şaşırmıştı. Bruna bile yerde yatıyordu. Ekipte sekreter ve bir kişi daha Aden gibiydi. Sekreter, Passal’ı uyandırmaya çalışıyordu. “Herkese birden ne oldu böyle? Kalbi atıyor ama uyanmıyor bir türlü.”

Aden de hemen Baver’in nabzını kontrol etti. “Evet, yaşıyor,” dedi rahatlayarak. “Hemen ambulans çağıralım.”

“İyi olacaklar mı?” Sekreterin sesi ağlamaklı çıkıyordu. “Yıldızlar kaydıktan sonra oldu, bu ne anlama geliyor?” Hemen telefonunu çıkarıp ambulansı aradı. Gergin bekleyişleri sürerken gözünü ilk açan Passal oldu. Sekreterden bir sevinç nidası yükseldi. “Başkanım iyisin!”

Passal sersemlemiş halde doğrulup oturdu. Herkesin baygın yattığını görünce telaşlandı. “Ne oldu böyle?”

“Siz uyandığınıza göre diğerleri de uyanacaktır,” dedi Aden sevinçle. Passal’ın yanına gidip nasıl hissettiğini sordu. “Bilmiyorum, bir anda her şey gözümün önünden geçti. Sanki hayatımın özetini tekrar yaşadım. Gerisini hatırlamıyorum. Yoksa?” dedi telaşlanarak. Kuyruklu yıldızların nasıl kaydığını hatırlamıştı. Gücünü kullanmaya çalıştığında hiçbir şey olmadı. “Hayır, olmaz,” dedi çökmüş halde. Durumu anlayan Aden ve sekreter onu teselli etmeye çalıştı. “Siz iyi olun da gerisi önemli değil.”

Passal durumun şokunu atlatmaya çalışıyordu. Kalbi deli gibi çarpıyor, olanı kabullenemiyordu. Her şey bitmişti, derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. 

Diğerleri de yavaş yavaş uyanıp durumu kavradı. Herkes önemli bir kayıp yaşadığını hissediyordu. Ortamda yas havası vardı. Bruna da diğerlerinin hislerini az çok anlıyordu, sessizliğe büründü.

Baver uyandığında şaşkındı, yanı başında bekleyen Aden’i gördü. “Az önce bana seslenmiş miydin?” Aden başını çevirip hemen Baver’e baktı. “Uyandın demek, çok korktum.” Baver’in kalkmasına yardım etti. “Çok üzgünüm, gücünüzü kaybetmişsiniz.”

Baver Aden’in masum endişesi karşısında gülümsedi. “Aslında bu anın bir gün geleceğini biliyordum. Hep kaldıramam sanmıştım ama düşündüğüm kadar ağır değilmiş,” dedi üstünü başını silkelerken. “Az önce öleceğimi sandım. Yaşadığıma göre hayata daha farklı pencereden bakabilirmişim gibi geliyor.”

Bruna hayretler içerisindeydi. “Baver başını bir yere mi çarptın? Ne oldu sana? Durumu en sakin karşılayan sen oldun.”

“Şu an gerçekten rahatladım. Seni nasıl teselli etmek gerektiğini düşünüyordum,” dedi Aden.

Arsel elini çenesine dayamış etrafı izliyordu. Güzelim gücünü kaybetmişken yeni heyecanlar aramalıydı. “Şimdi hepimiz aynıyız ha. Ne kadar da sıkıcı,” diye söylendi. Bruna'nın kendisine ters ters baktığını görünce geriye çekildi.

Baver’in iyi olduğuna sevinen Aden bu kez hâlâ uyanmamış olan Asarba’ya bakmaya gitti. Onu dürttüğünde Asarba uyandı. “Ahh!”

“Ne oldu?” dedi Aden telaşla.

“Omzum,” dedi yan dönerek. Aden arkasındaki taşı hemen çekti. “Düşerken taşa denk gelmişsin. İyi misin?”

Arsel Aden’in kim olduğunu fark edince sırıtmaya başladı. Onu izleyen Baver’in yanına gitti. “Bilinçaltındaki kadar olmasa da güzelmiş.” Baver şaşkınlıkla ona döndü. “Ne saçmalıyorsun?”

“Aden’i diyorum, güzel kız. Kapmasınlar dikkat et. Yani ne zaman gün yüzüne çıkacak ilgin?” Baver’in yüzünün al al olmasının sinirden mi utançtan mı kaynaklandığını bilemedi Arsel. “Şu konuyu kapatmazsan elimde kalırsın. Zaten gücün falan da yok artık.”

“Tamam tamam, kızma. Olanı söyledim. Gidiyorum zaten, daha duramam buralarda.” Arsel çekip giderken Baver o iyice uzaklaşana kadar gözlerini ondan ayırmadı. O kadar insanın içinde neden o içini okumak zorundaydı, kim bilir başka neler biliyordu. 

Passal ayaklandı, yüzünden düşen bin parçaydı. “Dostlar artık ortak bir bağımız kalmadı. Ekibin varlığını sürdürmesine gerek yok, dağılabilirsiniz.”

Bruna’nın kaşları çatıldı. “Acele etme. Ekip şekil değiştirebilir ama yok olmaz. Sen hep başkanımız olmaya devam edeceksin. Yeni bir iş kurabiliriz değil mi arkadaşlar.”

Bruna’yı destekleyenler olduğu gibi bunu düşünenler de vardı. “Ben varım,” dedi Asarba hemen. Habel de onayladı. “Başka nerede iş bulacağım ki zaten alıştık sana başkan.”

Baver ise ne yapacağına karar vermişti. Aden’e baktığında o da aklından geçenleri okuyabildi, gülümsedi.

Passal ne diyeceğini bilemeyerek dostlarına baktı. Onlarla gurur duyuyordu. Bundan sonra da birlikte yürüyebilirlerdi. “Tamam öyle olsun,” dedi. “Ancak polis şimdi izimizi sürüyordur, önce onlardan yakayı kurtaralım. Ahifa ile görüşüp durumu anlatacağım, çaresine bakacaktır. Şu Tanza’yı da teslim edelim.”

Haberler hızla yayıldı. Tüm özel güçlülerin bayılması ve güçlerini kaybetmesi oldukça dikkatleri çekmişti. Bazı güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler ekranda verildi. Halk uzun süre daha bu yeni gelişmeyi konuşacaktı.

Sonraki günlerde ekip tekrar küllerinden doğru. Yeni işe adapte olmak için herkes seferber oldu ve dışarıdan da çok personel alındı. Bruna diğerlerine göre daha hevesli görünüyordu. Artık kabul görmüşler ve serbest çalışabileceklerdi. Passal başlarında olduğu sürece hızla büyüyeceklerine inanıyordu. Elbette Passal huysuzluğundan ve titizliğinden bir şey kaybetmemişti. Olan biteni unutmak için kendini işine tamamen kaptırmıştı.

Telefonla konuşarak şirkete girdiğinde yine bir sürü yapılacaklar listesi sıraladı. Herkes için koşturma dolu günler başlamıştı fakat dağılmadıkları için mutluydular. 

“Herkese benden kahve. Yeter ama ara verelim artık,” dedi Bruna.

Passal dönüp Bruna’yı süzdü. “Fazla oyalanmayın ama işler yoğun.”

Habel yüzünde bir sırıtışla Passal’a yaklaştı. “Şimdi uygun zaman değil ama söylemeden edemeyeceğim. Başkan bir yakın arkadaşım sizle tanışmak istiyor.”

“İş mi görüşecekmiş? Yarın bir saatlik boşluğum var.”

Habel iç çekerek elini alnına götürdü. “Hayır öyle değil. Sizi tanımak istiyor yani, bekar olduğunuzu söyledim de.”

Passal’ın bakışları sertleşti. “Habel, senin beni evlendirmekten başka derdin yok mu? Kimseyle görüşmek falan istemiyorum.”

“Tamam kızma. Bir şansımı deneyim dedim.”

Passal gergin halde odasına geçtiğinde Bruna kendini tutamayarak güldü. “Boşuna uğraşıyorsun. Evlense bile başkan iş konusunda taviz vermeyecektir. Hepimiz onun köleleriyiz.” Habel somurtarak yerine geçti.

***

Baver o gece balkona oturmuş çay içerken yıldızları düşünüyordu. Her şey geride kalsa da eski hayatı onun için güzel bir armağan olmuştu. Anıları sık sık gözünün önüne geliyordu. Bir şeyler başarmak, bir yere ait olmak için çok uğraşmıştı. Artık özel biri değilse de tanıdığı ve bağ kurduğu insanlar yanındaydı. Eskisi gibi karamsar ve yalnız hissetmiyordu. Hayatına yeni bir yön çizecekti.

Babası geldi aklına. Kim bilir nerede, ne yapıyordu? Ona ulaşmasının imkanı yoktu artık. Bozulmadan kalmasını ummaktan başka yapabileceği şey yoktu. Sandalyesinde huzursuzca kımıldandı.

O sırada biri kapıyı tıklattı. Baver gözlüklerini alıp kapıya doğru yürüdü. Tüm bu süreçte değişmeyen tek şey gözleri olmuştu. Karşısında genç bir çocuk görünce şaşırdı.

“Abi bunu Hayalet yolladı, mektup.” Başka şey demeden elindekini verip gitti.

Baver mektubu tutarken garip hissediyordu. Babası ne yazmış olabilirdi, yoksa yine kötü bir şeye mi bulaşmıştı? Gergin halde açıp okumaya başladı.

Baver son görüşmemizden sonra düşünecek çok vaktim oldu. Annen hakkında anlattıklarından sonra kafamda pek çok şey oturdu. Anlam veremediğim şeylerin nedenini anladım. Ben asıl sana haksızlık yaptım, deliliğe düşüp ikimizin de geleceğini mahvettim. Şu an bir sahil kasabasında yaşıyor, balıkçılık yapıyorum. Burada beni kimse tanımadığı için şanslıyım. Biliyorum beni görmek istemezsin ama adresimi aşağıya yazıyorum.

O gece beni tehdit etmiştin fakat yaşadığım rezil hayatı bırakabildim sonunda. Hepinizin güçlerinizi kaybettiğine dair haberleri görünce neler yaptığımı bilmek istersin diye yazmak istedim. Aranan bir kaçak olduğum için şehre dönemem artık. Kendine iyi bak, teşekkürler.

Ne düşüneceğini bilemedi Baver ama ilk hissettiği rahatlama oldu. Adrese baktı, babası oldukça uzak bir yerdeydi. Mektubu nasıl, kimlerle buraya kadar ulaştırmıştı hayret etti. Belki bir gün onu görmeye gidebilirdi. Mektubu güvenli bir yere kaldırdı. Bu, aldığı ilk mektuptu.


14 Mayıs 2025 Çarşamba

Yıldız Düşüşü 18.Bölüm

 

18.Bölüm


Ekibin yeni yerlerinden çıkmadığını öğrenen Tanza hemen farklı bir plana geçti. Orayı ifşa etmeli ve gizlice faaliyet sürdürdüklerini kanıtlamalıydı. Tabii ilk olarak içeriye sızmaları gerekiyordu. 

Önce Erkavi kılık değiştirerek oraya gitti. Ekipten biri bilgisayarların bakımı için bir şirketi aramıştı. Erkavi bir şekilde şirket personelini etkisiz hale getirip yerine geçti. İçeri girmesi kolay oldu fakat belli etmeden bilgi toplaması gerekiyordu.

Ofise çevrilmiş büyük salonda birkaç kişi çalışıyordu. Şapkasını iyice indirip göz temasından kaçındı. Bilgisayarların başına geçerken yakasına taktığı dinleme cihazını kontrol etti.

Habel adamın yanına gelip donanımla ilgili bazı sıkıntılar olduğunu en kısa zamanda çözülmesi gerektiğini söyledi. Erkavi başını sallayıp hemen işe koyulacağını söyledi. Sonrasında tek bir laf etmeden bilgisayarların başına geçip sorunla ilgileniyor gibi görünmeye çalıştı. Masaüstünde ilgisini çeken bir dosyaya göz atmaya niyetlenmişti ki arkasında biten Bruna yüzünden beklemek zorunda kaldı. “Sorun ne zaman hallolur acaba?”

“En kısa zamanda efendim.”

“Buraya yeni yerleştiğimiz için ufak tefek sorunlar eksik olmuyor.”

“Doğrudur. Burası ilginç bir konumda, yeri zor buldum açıkçası. Ne üzerine çalışıyorsunuz?” Erkavi havadan sudan sohbet eder gibi konuşsa da Bruna temkinliydi.

“Yerimiz korunaklı olsa da dış ticaret işiyle ilgileniyoruz. Patronumuzun garip zevkleri var, şirketi böyle bir yere kurmak istedi, ne yaparsın?”

 Baver karşı masadan izlerken Bruna’nın oyunculuğuna bir kez daha hayret etti. “Patron bunu duymasın,” dedi alaycı şekilde. Bruna omuz silkti. Erkavi ise şüphe çekmemek için başka şey demedi. Bir süre daha çalışıyor gibi yaptı fakat birden Habel kolunu tuttu. “Dur bakalım, sen kimsin? Esas personel saldırıya uğramış.” Erkavi donup kaldı bir an, yerinden hızla kalktı. Elini ceketinin iç cebine atıp silahını çektiğinde herkes ayaklandı. Kaçmak için etrafa ateş açtığında Habel’in savunmasına takıldı. Kadının elinde beliren küre kurşunları hortum gibi içine çekti. Erkavi’nin şaşkınlığından yararlanan Bruna yumruğu ile onu yere serdi. Küre avucunun içine geri girerken Habel hiç sevmediği o metalik tadı ağzında hissetti. Gücünü fazla kullanmak onu zehirlerdi, bu yüzden çok nadir kullanırdı.

Tanza’nın sonraki hamlesi içeri bir drone yollamak oldu. Muhakkak işe yarayacak bir görüntü elde etmeliydi. Burada da Baver devreye girince drone hızla kontrolden çıkıp yere çarptı. “Balkon keyfi de yaptırmıyorlar,” diye söylenerek içeri girdi Baver. “Tanza’nın oyunları da bitmiyor.”

“O olduğuna eminsin yani?” dedi Asarba, dışarıya bakarak. Kapıda ekipten silahlı birkaç kişi duruyordu. Passal güvenliği sağlam tutuyordu. “Sakın özel gücünüzü kullanmayın, gerekirse sadece silahla müdahale edin,” demişti.

“Başka kim olacak? İstediğini elde edene kadar durmaya niyeti yok.”

Passal gergin görünüyordu. Eli kolu bağlı bekleyemezdi. Başına üşüşenleri def etmenin vakti geliyordu.

Tanza attığı her adımın başarısız olmasından sinirlenmişti. “Beceriksizlerle sarılıymış etrafım,” diye söylendi. “Böyle olmayacak, Arsel bu kez biz gideceğiz. Canlı yayın vakti geldi.”

Arsel gözlerini ona dikti. Tanza’nın ekibi nasıl da takıntı haline getirdiğini görüyor, bunun nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu. Hırsı yüzünden gözü kör olanlar hata yapardı. “Gidelim,” dedi gülümseyerek.

Gecenin ilerleyen saatlerinde dışarıda çıt çıkmıyordu. Yakınlarda bir baykuşun sesi işitildi. Sürekli içeride kapalı kalmaktan bunalan ekip oyalanacak bir şeyler arıyordu. Baver Aden ile sohbet ederken bir yandan elindeki kitaba göz atıyordu. “Setrak Bey bir türlü bize katılamadı. Kaç gündür aksilikler üst üste geldi,” dedi Baver.

“Öyle, şu an kampüste en yoğun dönemi zaten. Burada tıkılıp kalmak istemezdi.”

“Çaylar geldi,” dedi Habel’in asistanı. Telefonda oyun oynayan Bruna hemen tepsiye uzandı. “Teşekkürler.”

“Hâlâ ağzımın tadı gelmemiş,” diye söylendi çaydan bir yudum alan Habel.

Kapıda bekleyenlerden biri içeri geldi. Passal’ın odasına gitti doğrudan. “Tanza yaklaşık yüz adamıyla geldi. İçeri girmesine izin verirsen zor kullanmasına gerek kalmayacakmış. Konuşmak istiyormuş.”

Passal yumruğunu sıktı fakat sakince yanıtladı. “Gelsin bakalım, derdi neymiş öğrenelim. Önce üstünü arayın, kamera falan olmasın.”

Az sonra Tanza yanında Arsel ile içeri girdiğinde ekiptekiler gergin halde ayaklandı. “Tamam sorun yok, siz bekleyin,” dedi Passal.

Tanza Passal’ın odasındaki deri koltuğa yerleşti, rahat görünüyordu. “Şu an neden buradayım bil bakalım.”

“Ne söyleyeceksen söyle,” diye çıkıştı Passal.

Çantasından bir kağıt çıkarıp uzattı. “Burası artık benim. Tapu da burada. Bir an önce çıksanız iyi olur.”

Passal’ın bir an öfkeden yüzü kırmızı oldu. Kendini tutamayarak Tanza’nın yakasına yapıştı. “Bu ne demek oluyor? Seni gebertirim.” Arsel araya girmeye çalıştı.

“Yasal hakkımı kullanıyorum, bunda kızacak ne var? Burayı satın almam için aileni birazcık tehdit etmem yetti.”

Passal tekrar üstüne yürüdüğünde Arsel araya girdi. “Gücümü biliyorsun sanırım. Son avım sen olacaktın ama sıralama değişebilir.”

Passal öfkesini yatıştırmaya çalışıp geride durdu. Tanza’nın bu andan keyif aldığı çok belliydi. “Hadi, terk edin burayı. Beklemeye alışkın değilim ben.”

Tanza odadan çıkıp diğerlerine eğlenerek durumu açıkladı. “Doğrusu size de acıyorum, tutunacak dalınız kalmadı artık. Dilerseniz bana katılabilirsiniz.”

“Kes sesini! Bunu yanına bırakmayız,” diye atıldı Bruna. Arsel’i sertçe yana itip Tanza'nın yakasına yapıştı. Tanza sırıtarak kuvvetli bir ıslık çaldı. İşareti alan dışarıdaki adamlar kapıdaki kısa çatışmanın ardından içeri daldı. 

Passal sonunda kendini toplayıp duruma müdahale etti. Maskeli çete üyeleri henüz bahçedeyken başkanın özel gücü nedeniyle dengelerini kaybetmeye başladılar. Birkaçı yine de içeri girmeyi başardı. 

Dışarıda bir kişi ise canlı yayını açmış tüm olanları sosyal medyada yayınlıyordu. “İşte o inanılmaz ekibin yeni mekanı burası. Kendilerini gizlemeye çalışsalar da bizden kaçmaz. Az sonra olacakları iyi izleyin.”

Passal bahçedekilerle mücadele ediyor, hızıyla onları kolayca alt ediyordu. Sadece bir sopayla birkaç dakika içinde çoğunu yere serdi. Silahlı ekip üyelerinden biri kargaşa esnasında görüntü almaya çalışan şahsı fark etmiş, onu engellemeye çalışıyordu. “Kapat hemen onu,” diyerek telefonu tuttuğu gibi yere fırlattı. Delikanlı uzun bir ıslık çalarak durumu diğerlerine bildirdi.

İçerideki hengame sürüyordu ama Tanza’yı hırpalayan Lorenz Arsel’in hedefi olmaktan kaçamadı. Gücünü kaybetmenin verdiği hiddetle Arsel’e saldırdı. Tanza uzun ıslık sesini işittiğinde gitme vaktinin geldiğini anladı. Geri çekilirken ani bir hamle ile Alyun’u yakaladı. “Gitmeme izin vermezseniz onu bir daha sağ göremezsiniz.”

Ekip üyeleri telaşlansalar da Alyun’a bir zarar gelmemesi için yanlış bir hareketten kaçındılar. “Hadi Arsel gidelim.” Arsel kanayan dudağını sildi, sakinliğini bozmadı. Tanza'yı izledi.

Bahçeye çıktıklarında Passal ile burun buruna geldiler. Alyun boğazına dayanan bıçağın baskısından doğru düzgün nefes bile alamıyordu. Beti benzi atmıştı, Tanza’nın şakası yok gibiydi.

“Sen haddini çoktan aştın,” dedi Passal. “Onu hemen bırak.”

Herkes dışarı çıkmış başkanı izliyordu. Baver gücünü kullanarak bıçağı hareket ettirmeyi düşündü fakat durum Alyun için tehlike oluşturabilirdi. Habel de asistanını riske atacak bir şey yapmak istemiyordu. Korku dolu gözlerle izlemeyi sürdürdü.

Tanza zafer kazanmış gibi sırıttı. “Buradan çıkıp gideceğim. Canlı yayın yaptığımız için polisler de yakında burada olur. Buradaki kahramanlık oyununuzu bozduğum için üzgünüm.” Tanza kızla birlikte çıkışa doğru giderken Passal hamle yapmak için fırsat kolluyor, bir yandan da Arsel ile mesafesini korumaya çalışıyordu. “Onu bırak beni al,” dedi sonunda.

Tanza'nın gözleri bir an parladı. “Neden olmasın? Bir şartım var, Arsel sana dokunacak, ters bir hareketinde olacakları biliyorsun.”

Passal nasıl bir tuzağa çekildiğinin farkında olsa da Tanza’ya zerre güvenmediği için Alyun’u öylece bırakamazdı. “Tamam kabul,” dedi kaşlarını çatarak.

Değişim gerçekleşti, nihayet soğuk bıçağın baskısından kurtulan Alyun rahat bir nefes aldı. Passal’a çaresizce bakarak diğerlerinin yanına gitti. Kızarmış boğazı kaşınıp duruyordu.

Kapıdan dışarı çıktıkları anda Tanza hain emelini gerçekleştirmeye çalıştı. “Yap şunu!” diye bağırdı. Bıçağı iyice bastırdığı için Passal’ın hareketini önlüyor, o da ikisinin görüşünü bozuyordu. Arbede anında Passal bileğini Arsel’in elinden kurtardı. Passal'ın ani hareketi boynunun hafif kesilmesine neden olsa da Tanza'nın dengesini bozmayı başardı, birlikte yere düştüler.

“Ne bekliyorsun daha?” diye haykırdı Tanza. Arsel’in soğuk bakışları gülümsemesine rağmen ürperticiydi. Sonunda parmağını şıklattı. 

Tanza donmuş gibi birden kalakaldı, bakışları bomboştu. Passal şaşkın halde yerden kalktı, boynundan süzülen kanı sildi. Arsel de transa geçmiş gibi bir haldeydi. Bruna önde olmak üzere herkes etraflarını sardı.

Arsel Tanza’nın bilinç altına indiğinde etrafa karanlık yayan tek bir kapı gördü. Ağır adımlarla kapıya yaklaşıp içeri girdi. Gri sisle kaplı alan havasızdı. Çürümüşlük hissi içini burktu. Burada işe yarar bir şey yoktu. Tanza bir köşede leş yemekle meşguldü. Bir yandan da kucağına doldurduğu paraları sayıyordu. Arsel’i görünce psikopatça güldü. “Seni gördüğüme sevindim, güçlü birine benziyorsun. Adamım olmaya ne dersin? Birlikte ziyafet çekebiliriz.” Arsel’in midesi alt üst olmuştu, kapıdan dışarı çıktı.

Arsel’in geri dönüşü birkaç saniyeyi bulmuştu. Rengi solmuş görünüyordu, kusmamak için çabaladı. O ortamdaki iğrenç koku hâlâ burnundaydı. Tanza’nın bağlandığını gördü. O da yeni kendine gelmişti. “Arsel ne yaptın sen? Bana ihanet edersin ha!” diye haykırdı.

“Neden yaptın bunu?” dedi Baver, Arsel’in yanında belirip.

“Passal'ın kaybetmesini istemedim. Tanza bunu çoktan hak etmişti.”

Passal yüzünde kararsız bir ifade ile Arsel’e baktı. Bruna ise ona karşı hâlâ kızgın hissediyordu. “Numaralarından biridir, ona güvenemeyiz. Gerekeni yapalım.”

“Hatamın farkındayım ama artık oyun yok. Ekip adına üzgünüm. Daha önce onu durdurmalıydım.”

“İş işten geçti artık,” diye söylendi Bruna.

“Polisler burayı arıyordur, gitmeniz gerek.”

Bruna Arsel’in üzerine yürüyordu ki bakışları birden gökyüzüne kaydı. Gözleri hayretle açıldı. “Ne oluyor?” 


12 Mayıs 2025 Pazartesi

Yıldız Düşüşü 17.Bölüm

 

17.Bölüm


“İyiyim Bruna sadece biraz acıdı,” dedi Baver dişlerini sıkarak. Bruna kafasını kaldırıp baktığında Arsel'in gitmiş olduğunu gördü. “Çabuk hastaneye,” dedi Baver’in koluna girip. Bıçak uzaktan fırlatıldığı için fazla hasar vermemişti. Bruna yine de yanlış bir şey yapma korkusu ile bıçağa dokunmadı. Baver araçta başını öne doğru dayadı, kımıldadıkça canı yanıyordu. 

Arsel aracını son süratle sürerken öfkeliydi. Bruna gelip işi batırmasa Baver yaralanmayacaktı. Ona bir şey yapmayacaktı zaten, henüz bilinçaltında giremediği çok kapı vardı. Arsel bu merakının ileride başına bela olacağını düşünüyordu. Tanza ile karşı karşıya gelmek iyi olmazdı, onun neler yapabileceğini biliyordu. Daha sakince hareket edip dikkatini çekmemeliydi.

Baver hastanede tedavi olduktan sonra Bruna onunla görüştü. “Şimdi anlatabilirsin. Ne oldu da Arsel’in yanına gittin?” Yanıt vermekten kaçamayacağını bilen Baver asık suratla tüm olanları anlattı.

“Ah Baver. Sürekli olmayacak işlere bulaşıyorsun. Eğer amacı seni ihbar etmek değilse şanslısın. Şimdilik aramızda kalsın, Passal duyarsa senin için hiç iyi olmaz.”

Baver’in yüzü soldu. “Biliyorum, üzgünüm. Kötü bir şeye sebep olursam beni ekipte barındırmaz artık.”

Bruna odada volta atarken ağrımaya başlayan başını ovdu. “Peki, geldiğim sırada tam olarak ne oldu? İkiniz de tuhaf görünüyordunuz. Kendinde bir gariplik hissediyor musun?” Bruna’nın endişeli bakışları dostunun üzerindeydi.

“Ne oldu bilmiyorum, sanki donup kaldım da sonra rüyadan uyanmışım gibiydi. Ne gördü bilmiyorum ama kendisine saldırdığımı söyledi. Merakı daha da artmış gibiydi, ürpertici.”

“Ona karşı daha dikkatli olmalıyız. Bir bu eksikti.”

Sağlık görevlisi gelip biraz dinlendikten sonra gidebileceğini söyledi Baver’e. Kadının çıkmasını bekleyen Bruna karşısına geçti. “Ya daha ağır yara alsaydın ne olacaktı? Neden bunu yaptın?”

“Çünkü sen benim yüzümden oradaydın. Beni takip edeceğini anlamalıydım.” 

“Seni okumak çok kolay, benim dostumsun. Tabii bir anlığına Arsel’in yerinde olup bilinç altına sızmak isterdim. Görünenden çok daha fazlası var sende biliyorum.”

“Bruna beni hayrete düşürüyorsun, at aklından o saçma düşünceyi.”

“Şaka yapıyorum. Hadi kalk gidelim.”

***

Ertesi gün ekip tam zamanlı çalışmaya başladı. Artık her şey yoluna girmişti. Passal üyeleri gerekli yerlere yönlendiriyor koordinasyonu sağlıyordu. Bazı durumlarda duruma kendisi müdahale etmek zorunda kalıyordu.

Öğleye doğru dışarı çıkmıştı ve birkaç saat sonra döndüğünde görenleri şaşırttı. Üstü başı dağılmış, pantolonunun paçası yırtılmıştı. Söylenerek odasına doğru gidiyordu ki Habel dayanamayarak lafa girdi.

“Başkan ne oldu böyle? Sizi çekip çevirecek bir hanım lazım artık size. En azından söküğünüzü dikerdi.”

Passal sadece sert bakışlarıyla yanıt verdi ve bir şey demeden kapıyı çarpıp içeri geçti.

“Çok kızdı,” dedi Alyun başını iki yana sallayarak. “Başkana takılmanın sırası değil Habel Hanım.”

Habel asistanına gülümsedi. “Önemi yok. Onu kızdırmak çok eğlenceli. İçeri girdiği an söylediklerimi unutmuştur bile. Kafası nasıl çalışıyor bilirsin.”

Bruna neler olduğunu öğrenmek için yerinden kalkmıştı ki telefonu çaldı. Birkaç saniye dinledikten sonra sesi birden yükseldi. “Bu nasıl olur? Hemen geliyorum.”

Herkes endişeyle ona bakınca durumu açıkladı. “Arayan  Asarba’ydı. Asistanı Kraga az önce bir olaya karıştığı için göz altına alınmış. Asarba kasıtlı yapıldığını söylüyor.”

“Olamaz,” dedi Aden. “Yeni oyunları bu demek?”

“Ekipte eskiden yer alan bir avukat vardı, onunla konuşmam gerek. Ben hemen çıkayım, başkana söylersiniz.”

Aden’in canı sıkıldı. Zaten Baver de gelmeyeceğini söylemişti. Bir sorun olmadıkça böyle davranmazdı. Ekibin başındaki kara bulutlar ne zaman dağılacak merak ediyordu. En azından son durumu Baver’e bildirip onu uyarmalıydı. Bahçeye çıkıp Baver’i aradı, olan biteni anlattı. “Dikkatli olmalısın, sakın kimsenin oyununa gelme.” Baver iç geçirdi. “Her şey niye kötüye gidiyor? Artık ne yapacağımı bilemiyorum.”

“Sabret, ekip bunu da atlatacak. Lütfen ortalık durulana kadar dikkat çekecek bir şey yapma.”

“Tamam, yarın orada olacağım. Başka bir şey olursa haber verirsin.”

Aden bir süre bekledikten sonra aklındakini sordu. “Bugün neden gelmedin, bir şey mi oldu?”

“Küçük bir mesele çıktı sadece, merak etme.” Aden yanıttan tatmin olmadıysa da üstelemedi. “Görüşürüz.”

***

Sonraki birkaç gün içinde ekip dışındaki birkaç özel güçlünün de yakalandığı haberlerde yer aldı. Bu kişiler sadece birilerine yardım etme maksatlı güçlerini kullanmak zorunda kaldıklarını söyleseler de laf anlatamadılar. Bruna detaylı bilgiyi eski ekip üyesinden alıyordu. Adam işlerin sıkı tutulduğunu, özel güçlülerin haklı sebeple bile olsa güçlerini kullanmasının yasaklandığını söyledi. Bruna bu anlamsız durum karşısında çileden çıkmak üzereydi. “Başkasına zarar vermedikten sonra nasıl suçlanırlar ya aklım almıyor.”

“Üzgünüm, önünü alamayacaklarını düşündükleri için bu konuda sert önlemlere başvuruyorlar. Onca yıldan sonra şimdi bizlere cephe alınmasının mantıklı bir açıklaması yok. Onlar fırsat bulduğu anda korktuğu her şeyi bastırmaya çalışır. Maalesef tüm olan bu.”

“Anlıyorum,” dedi Bruna umutsuzca. O sırada bürodaki açık televizyonda kadın muhabirin sesi işitildi. Bruna dikkatini oraya verdiğinde yıldız enerjilileri savunmak için toplanan insanlar olduğunu gördü. İçlerinden biri hararetle mikrofona konuşmaya başladı.

“Böyle bir şey olabilir mi? Onların kimseye zararı yok, faydası var. Geçen yıl onlardan biri canını tehlikeye atıp beni trafik kazasından kurtarmıştı. Şimdi ise sırf insanlara yardım ettikleri için suçlu ilan ediliyorlar.”

Kadın daha çok konuşmak istiyordu ama iki öğrenci dayanamayıp araya girdi. “Onlardan biri bizim hocamızdı. Başkalarının ön yargısı yüzünden okulu bırakmak zorunda kaldı. Çok da iyi bir öğretmendir.” Diğeri kameraya el sallayarak devam etti. “Baver Hocam arkandayız, seni seviyoruz.”

Önceki genç konuşmayı sürdürdü. “Bu yanlıştan bir  an önce dönülmesini istiyoruz. Onlara çok şey borçluyuz, asla nankör olmayacağız!”

Bruna gördükleri karşısında gülümsedi. “Baver’in öğrencileri anlattığı kadar varmış, ne hoş,” diye düşündü. Hukukçu da konuşmaları gururla dinledi. “Destekçilerimiz de giderek artıyor, bu iyiye işaret.”

Nuwey bir durakta tek başına bekliyordu. Otobüsün gelmesine daha vardı, bir süredir okulu astığı için artık derslere devam etmeme lüksü kalmamıştı. O sırada yanına gelen üç kişi etrafını sardı. İçlerinden uzun, beyaz tenli olan eline uzanmaya niyetlenmişti ki durdu. “Eldiven takıyorsun demek. Sorun değil.” Diğer ikisi Nuwey’i tutarken Arsel avucunu Nuwey’in alnına değdirdi. Temasla birlikte Nuwey tüm vücudunda anlık bir titreşim hissetti. Bir anda her şey solup gitmiş gibiydi. Adamlar geri çekilirken Arsel  bir tehdit savurdu. “Söyle Passal’a son avım o olacak. Herkesi nasıl yok ettiğime şahit olsun.”

Nuwey gücüyle karşılık vermek istese de hiçbir şey olmadı. Artık içinde herhangi bir güç kıvılcımı hissetmiyordu. Bruna’nın başına gelen şeyin kendisini de bulduğunu anladı. Adamların gidişini izlerken başta çaresiz ve öfkeli hissediyordu. Sonra başına çok dert olan gücünden kurtulduğu için rahatladığını hissetti. Fakat diğerlerini uyarması gerektiğinin farkındaydı. Aceleyle telefonu çıkarıp Bruna’yı aradı.

Ekip içinde olumsuz haber dalga dalga yayıldı. Arsel’in görüntüsü tespit edilip tüm üyelerin hesabına gönderildi. Herkes bu kişiye karşı uyarıldı. Passal Arsel’in mesajını öğrenince deliye döndü. “Kim av olacakmış görürüz. Onu bir elime geçirirsem yapacağımı biliyorum.”

Habel onu sakinleştirmeye çalıştı. “Onun istediği de bizi oyuna çekmek. Aceleyle yanlış karar almayalım. Bundan sonra herkes eve girip çıkarken bile dikkatli olmalı. Gerekmedikçe kimse yalnız hareket etmesin.”

“Haklısın, tedbirler üst seviyeye çıkarılsın. Sorun çözülene kadar herkes burada kalacak, yerimiz var nasılsa. Kimseyi riske atmak istemiyorum.”

“Anlaşıldı, ben herkese iletirim.”

***

Tanza lüks arabasının arka koltuğunda otururken laptoptan açtığı haberleri keyifle dinliyordu. “Onların işi bitti artık, son çırpınışları bunlar. Bir yerde tekrar toplanmaya başladıkları belliydi. Yerlerini öğrendik öğrenmesine de suç üstü yakalanmaları lazım. Bir şekilde polisi oraya çekeceğiz. Sende durumlar ne Arsel?”

“Emrettiğiniz gibi ava devam ediyorum. Şimdiden ekipten dört kişiyi etkisiz hale getirdim. Aslında diyorum ki bu gece tek tek evlere baskın mı yapsak?”

“Bakıyorum da iştahın kabardı birden. Fakat gürültü patırtı çıkarıp da polise yakalanma. Onları tuzağa çekelim derken başımıza yok yere iş açılmasın.”

“Orası kolay, hırsızların kralı sana çalışıyor. Birlikte kolayca içeri sızarız.” 

“Olur, onlara her yönden darbe indirmek işimize yarar.” Tanza laptopu kapatıp başını arkaya yasladı, gözlerini kapattı. “Sadece iki saatlik uykuyla duruyorum. Ben biraz kestireyim.”

Arsel'in bakışları Tanza’ya kaydı. Ondan hem nefret ediyor hem de insanlar üzerinde kurduğu hakimiyetin büyüklüğüne hayranlık duyuyordu. Arsel hep zor olan tarafta yer almayı seçerdi. İnsanlar her zaman olduğundan farklı davranırdı. Bilinçaltı her şeyi ortaya dökerdi. Bu yüzden sahte kişilerden uzaklaşıp gerçek kötünün Tanza’nın yanında olmayı seçmişti. Evet, ondan nefret ediyordu. İmkanı olsa onu yok etmek isterdi. Parmağını şıklatıp da onun bilinçaltına inmemek için kendini zor tutuyordu. Tanza gizli bir iş çevirdiğini anladığı anda ipini çekerdi. Günün birinde dengeler değişirse ne yapacağını iyi biliyordu. Yüzünde tekinsiz bir gülümseme belirdi.

O gece ekipten iki kişinin evine sızan Arsel aradığını bulamayınca durumun hemen farkına vardı. Passal’ın karşı hamleye geçtiğini anladı. “Güzel, potansiyel var sende,” diye mırıldandı. Harekete geçmek için ertesi günü bekleyecek Tanza’nın talimatlarına uyacaktı.

Baver ranzanın üst tarafında yatıyordu. Bir türlü uyku tutmadığı için başını eğip Bruna’ya baktı. Yorgun olduğu için çoktan uykuya dalmıştı bile. Geri uzandı, içinde bir sıkıntı vardı. Karanlığın yoğunluğu giderek artıyor gibiydi. Pencereyi iyice örten kalın perdelerden içeri ışık sızması da pek mümkün değildi. Bir zaman sonra uykuya daldı. Yıldızların birer birer düştüğüne dair bir rüya gördü. Her şey sonlanıyordu, kan ter içinde uyandı.

Ekip sabah birlikte kahvaltı yaparken bir yandan haberleri dinliyordu. Bruna kahvaltılık bir şeyler alıp gelmişti. Asarba oldukça iştahlı görünüyordu. Her şeye rağmen keyifli bir ortam oluşmuştu.

“Bir meteorun hızla dünyaya yaklaştığını duyurmuştuk. Uzmanlara göre meteor dünyaya çarpmayacak olsa da tedirginlik uyandıracak kadar yakından geçecek. Çok yakında semalarda görünecek...”

Bu habere tek dikkat kesilen Baver’di. Herkes yemeyi sürdürürken o durdu. “Duymadınız mı meteor geliyormuş?” 

“Bu pek de nadir bir durum değil Baver, niye bu kadar takıldın?” dedi Asarba.

“Sadece içimde kötü bir his var.”

“Yine geçen seferki gibi bir durum yaşamamızdan mı endişe ediyorsun? Açıkçası bundan sonra ne olacağını kestirmek güç,” dedi Bruna. 


10 Mayıs 2025 Cumartesi

Yıldız Düşüşü 16.Bölüm

 

16.Bölüm


Loş ışıkla aydınlatılmış oda sigara dumanıyla dolmuştu. Sandalyesine kurulmuş olan Tanza bitirdiği sigarasını söndürdü. Yine kafasında kırk tilki dönüyordu. Çoğu şey istediği gibi gittiği için keyfi yerindeydi. Arka pencereden içeri ay ışığı sızıyordu. 

“Öyle görünüyor ki şimdilik geri çekildiler. Bunun için büyük bir hengame çıkardık sonuçta. Geri planda kaldığımız için neyse ki ucu bize dokunmadı ama gözlerimiz üzerlerinde olmalı. Passal’ın ailesinin ne kadar varlıklı olduğunu öğrendik. Passal meğer yıllar önce soyadını değiştirmiş, sanırım aile ismiyle dikkat çekmek istemedi. Şimdi de işlerini gizliden yürütmeye çalışabilir. İzlerini sürelim.”

Odanın sol tarafında oturan esmer tenli adam sinsice gülümsedi. Siyah şapkası yüzünü gölgeliyordu. Çenesinde yara izi vardı. Kaslı yapısı ile gözleri korkutan biriydi. “Patron, orası kolay merak etme. Nasılsa açık verecekler, izlenecek çok kişi var. Emniyetten saklanacakları için bize karşı temkini elden bırakacaklardır.”

“Bu o kadar kolay olmayabilir Erkavi. Passal ağır yara aldı, ekibi tekrar toplasa bile artık tam gizlilikten yana olacaktır. Şu an sinirli bir aslan gibidir, herkese kök söktürüyordur,” dedi keyiflenerek.

Erkavi tekrar lafa girdi. “Ekibin yeniden toplanacağına eminsin yani.”

“Tanıdığım Passal yıkılmaz, hele de yanında bir numaralı destekçisi Bruna varsa,” dedi Tanza.

“Bruna gerçekten uyanık biri. Hem de gücünü yok etmeme rağmen azminden bir şey kaybetmemiş.” Arsel’in sakin, nazik ses tonu odaya her zamanki gibi zıt bir hava katıyordu. Hisleri kolay anlaşılan biri olmadığı için Tanza dışındakiler ondan pek haz etmezdi. Tanza ise onun eşsiz yeteneğine muhtaçtı. Arsel’in dedikleri tek kaşını kaldırmasına neden oldu.

“Son zamanlarda onla mı karşılaştın yoksa? Düşmanından bu kadar övgüyle bahsetmen biraz garip doğrusu.” 

“Evet. Aslında sahafta önce Baver ile karşılaştım. Onun da kitapları sevdiğini bilmiyordum. Sadece tanışmak istemiştim, elimi uzattığım anda Bruna çıktı ortaya. Fazla korumacıydı.” 

Arsel doğal bir şeyden bahseder gibi öyle sıradan anlatıyordu ki olayı Tanza’nın gözleri hayretle açıldı. “Baver’le tanışıp ne yapacaksın? Gücünü sıfırlamaya niyetin yok muydu yani? Dedim sana onlardan birini bulduğun anda güçlerini yok et.”

“Tamam, anlaşıldı patron. Sadece merak etmiştim. Bruna yakamı bırakırsa çok kişiyi avlayacağıma emin olabilirsin.” Arsel önündeki sehpada duran kitabı aldı, kalktı. Dönüp gülümseyince yüzünde beliren tehditkar ifade Tanza’yı bile ürpertti. Ruhundaki değişimler hızlı ve garipti ancak Tanza onu kaybetmeyi göze alamazdı. Arsel odadan çıkıp giderken arkasından bakakaldı. Onu gerçek anlamda çözemiyor olması zaman zaman tedirgin hissetmesine neden oluyordu. Fakat Arsel kendi tabirince ava çıktığında yaptıklarıyla tüm şüphelerini gideriyordu.

Arsel’i motive eden tek şey rakibinin ilginç olmasıydı. Onları beklemedikleri anda gafil avlamak ve yüzlerinde çaresizliğin izlerini görmek damarlarındaki kanı hızlandırıyordu. Bu yüzden ekibin karşısında, Tanza’nın yanındaydı. Günün birinde bulunduğu konumdan sıkılırsa tereddüt etmeden Tanza’ya sırtını dönebilirdi. Şimdi av zamanıydı. Kitaptaki heyecanlı bölümü bitirdiğinde gülümsedi. Tanza’nın yoğun güvenlikli mekanından dışarı çıktı. Gece ne kadar da güzeldi. Yıldızlar şiir gibi parlıyor, dolunay ise tekinsizce bulutların arasından sırıtıyordu.

“Baver, en ilginç sensin. Gözlerini henüz göremedim bile,” diye mırıldandı. Tanza'nın uyarılarını çoktan unutmuştu. “Acaba seni gücünden yoksun bıraktığımda gözlerindeki yıldız da kaybolacak mı?” Arsel yüzünde tatmin dolu bir ifade ile karanlığa karıştı.

***

Baver yorucu günün ardından evine döndü. Her ihtimale karşı çelik kapı taktırmıştı ama yine de temkinli olmakta yarar vardı. Sahafta olanlar aklına takılmıştı. O tekrar karşısına çıkacak mıydı?

Babasına dair bir iz de olmaması iyiye işaretti. Eğer bir gün tekrar harekete geçerse karşısına çıkıp bedelini ödetecekti. Şimdi, nerede ne yapıyor bilmiyordu, daha fazla düşünerek canını sıkmak istemedi. Annesi hakkında kendisine bilgi veren akademisyen ekibe yardımcı olarak katılmayı kabul etmişti. Bunu beklemiyordu açıkçası. Hem ekibin başına gelenler hem o gün yemekte çekip gitmesi önemli sorunlardı. Aden bina kullanıma hazır olduğu anda onu getirecek, ekiple tanıştıracaktı.

Başkanın kendini bu kadar göreve adaması Baver’e hep ilginç gelmişti. Bazen tüm hayatı bundan ibaret gibi davranıyordu. Onun tam pes ettiğini düşünürken yeniden ve daha kararlı ayağa kalkmasına şaşırmıştı. Üzerlerinde kurduğu baskı da giderek artıyordu. Passal’ı kızdıracak şeyler yapmasa iyi olurdu. Baver onun her şeyi kaybetmekten duyduğu derin korkuyu görebiliyordu. Passal tüm emekleri boşa giderse hiçbir şey olmamış gibi varlığını sürdüremezdi. Onun kadar ince düşünemiyordu Baver. Zaten hep oradan oraya sürüklenmiş, bir belirsizliği yaşamıştı. Günün birinde Bruna ile karşılaşmış, ekibe davet edilmişti. “Neden buradayım?” diye düşündüğü çok olmuştu. Tek bir neden vardı, sahip olduğu güç nedeniyle hissettiği sorumluluk duygusu. 

Çayını alıp çalışma masasına geçti. Bilgisayarı açıp ekip hesabına girdi, şimdilik yeni gelişme yoktu. Tam o sırada garip bir mesaj sesi geldi. Baver’in ekranında yeni bir pencere açıldı.

Babanı kaçıranın sen olduğunu biliyorum Baver. Elimde kanıtlar var. Eğer yarın 21.00’de tren istasyonuna gelmezsen polise gideceğim. Kimseye haber verme.

Sırdaşın 

Mesajı okuduğu anda Baver donup kaldı. Bundan kimin haberi olabilirdi ki? “Passal beni öldürecek,” diye düşündü. Bu meseleyi tek başına halletmeliydi. Oraya gidecek ve onun kim olduğunu görecekti.

Ertesi gün ekip kalan işleri halletmek için yine toplandı, bilgisayarlar içeri taşınıyordu. Aden de yardım için oradaydı. Baver’in geldiğini gören Bruna bilgisayardan başını kaldırdı. “Geldiğine göre Aden ile gidebilirsin. Araştırmanız gereken biri var, şimdilik sadece izleyin.”

Baver bir an tepkisiz kalınca Bruna ona şaşkınlıkla baktı. “Ne oldu? Bu görevi istemiyor musun yoksa?”

“Bugün olmaz,” dedi Baver. Sesindeki tını Bruna’nın pek hoşuna gitmedi. Baver’i iyi tanırdı, ona şüpheyle baktı. “Sorun ne Baver?”

Aden ikisinin konuşmasını dikkatle izlerken araya girmek istemiyordu. Sessizliğini korudu.

“Bugün başka bir işim var,” diye kestirip attı Baver.

“Anladım, nasıl istersen.”

Aden ikisine hayretle baktı. Bruna’nın üsteleyeceğini ve bir şekilde Baver’in ağzından laf alacağını düşünmüştü. Soru sormamak için kendini zor tutuyordu. Ortamdaki garip hava yüzünden ne diyeceğini şaşırdı. “O zaman yarın gideriz.” Baver belli belirsiz başını salladı. İkisi birlikte işe koyulduğunda Bruna Baver’i süzmeye devam ediyordu. “Bu kez ne karıştırıyorsun acaba?” diye düşündü.

Habel'in işi başından aşkındı. Kurulan bilgisayarlarla ilgileniyor, verilerin düzgünce aktarılmasını sağlıyordu. Hesap erişimlerini daha güvenlikli hale getirmek önceliğiydi. Yardımcılarına iş buyurup duruyordu. 

Akşam olup da herkes yavaş yavaş dağıldığında Baver eve dönmedi. Akşam trafiğinde istasyona ancak yetiştirdi. Şehre varması da bir saati bulurdu zaten. Hedefine doğru aracı sürerken içi içini yiyordu. Bir tuzağa çekiliyorsa bile polisin eline bir şey geçmesine izin veremezdi. Ekibe zarar verecek bir şey yapmak istemiyordu.

İstasyona vardığında oldukça gergindi. Sefer saati yakın olmadığı için birkaç kişi dışında kimse yoktu. Baver gözlükleri sayesinde fark ettirmeden tek tek herkese bakabildi. Kimse şüpheli görünmüyordu. Valiziyle bekleyen bir genç kız, bankta oturmuş gazete okuyan bir adam, elindeki telefonla oynayan gişe görevlisi, bir kenarda sohbete dalmış çift... Mesajı atan her kimse onu uzaktan izliyor olmalıydı. Bakışlarıyla her bir noktayı taradı.

“Merhaba sırdaşım.”

Baver arkasında işittiği sesle hızla geriye döndü. Herhangi birinin yaklaştığını hissetmemişti. “Sendin demek, ne istiyorsun?” dedi kaşlarını çatarak.

Arsel yine siyah beyazdan oluşan gömlek, pantolon giymişti. Ondaki bu renksizlik beyaz teniyle uyum sağlar gibiydi. Gözlerinde merak dolu bir ifade vardı. “Geleceğini biliyordum,” dedi, gülümsedi. Baver istemsiz olarak geri çekilince daha da keyiflendi.

“Merak etme şu an gücünü almak gibi bir niyetim yok, heyecanı kalmaz o zaman.”

“Kanıtları ver hemen.”

“Çok sabırsızsın Baver. Önce birbirimizi tanıyalım.”

“Delisin sen.”

Arsel koltuğunun altındaki kitabın kapağını açtı. İçindeki fotoğrafı Baver’e gösterdi. Ormanda Duvayn ile Baver’in konuştuğu andan bir kareydi. “Daha başkaları da var.”

“Niyetin ne? Ne istiyorsun?” Baver sakinliğini korumaya çalışıyordu.

“Aslında Tanza’nın bundan haberi yok. O, ekibin işini bitirmekten keyif alırdı ama ben farklıyım. Geldiğine göre bunları yok edeceğim, merak etme.”

“Geldiğime göre ne olacak yani?” dedi Baver huzursuzca. Önce gözlerden uzak bir yere gidelim. Arka tarafta kameraların olmadığı bir alan var. Baver başını sallayıp onu izledi.

“Herkesten sakladığım bir gücüm daha var.” Bunu söylerken Arsel’in yüzündeki kibir rahatlıkla okunuyordu. Bu, Baver’i fazlasıyla rahatsız etti.

“Ben bilinçaltında sakladıklarını görebilirim. En ilginç şeyler orada saklıdır ki bu beni çok heyecanlandırır. Tabi daha sonra benim için bir önemin kalmayacaktır. Gizem biterse ilgim de biter ve gücünü kaybedersin.

Sözler Baver’in üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Buna katlanamazdı, hele de bir düşmanın kendini tüm yalınlığı ile görmesine. “Hayır,” diye söylendi. Kaçmalıydı ancak Arsel ondan önce davranıp parmağını şıklattı. Baver kıpırtısız kaldı öylece.

Baver’in bilinç altına inen Arsel kendini çok fazla kapının olduğu boşlukta buldu. Kapıların yarısı siyah, yarısı beyazdı. “Başka renk yok ha? Neden ilgimi çektiğine şaşmamalı.” Arsel öncelikle siyah kapılardan birini seçti, açıp içeriye adımını attı.

Baver küçük bir çocuktu, köşeye çekilmiş oturuyordu. Oda uzay boşluğu görünümündeydi. Her yerde yıldızlar vardı. Arsel manzaranın gerçekten daha büyüleyici olduğunu fark etti. “Demek sana böyle görünüyor gökyüzü,” dedi, izlemeye devam etti. Bir müddet sonra Baver’in hıçkırıklarını işitti. “Neden ağlıyorsun çocuk?” Çocuk başını kaldırıp ona baktı. “Yıldızımın kaymasını bekliyorum. Beklemek çok yorucu.”

“Bunun ne anlama geldiğini düşünüyorsun?”

“Yıldız kayarsa ölürüz değil mi?”

Arsel şaşkınlıkla baktı. “Ölmek mi istiyorsun?”

“Hayır ama korkuyla yaşamak daha kötü.”

O anda Arsel kapı dışı edildi. Süre dolduğunda hep böyle olurdu. Şimdi başka bir kapı denemeliydi, eli beyaz olana uzandı.

Kiraz çiçekleri ile dolu bir parktaydı şimdi. Gözleri Baver’i aradı. Önce çok güzel, uzun saçlı genç kızı gördü. Beyaz elbise içinde çok masum görünümü vardı, masallardan fırlamış gibiydi. Bir ağacın altında bekleyen Baver ona doğru ilerledi. Bakışlarını kızdan ayıramıyordu, büyülenmiş gibiydi. “Bu kim?” dedi Arsel sırıtarak.

“O Aden.”

“Baver sürprizlerle dolusun, romantik yanını bu kadar derine gömmeni beklemezdim.”

Arsel bir kez daha kapıların önünde belirdi. Sıradaki siyah kapıdan içeri girdi. Karanlık bir depodaydı. Baver elindeki kılıcı savurunca Duvayn geriye sıçradı. Hıncını alamayan Baver ileri atılıp adamı yere serdi. Kılıcı tüm öfkeyle babasının gövdesine sapladı. Öfkesi dinmiş değildi, başını yana çevirip Arsel’e baktı. Aradaki mesafe bir anda kapanmış kılıç Arsel’in sırtına saplanmıştı. Gözleri ardına kadar açılan Arsel donup kaldı. Bir an sonra Baver’in bilincinden çıkmak zorunda kaldı. 

Arsel alnında biriken teri sildi. Karşısındaki beti benzi atmış olan Baver’e baktı. “Sen kaçıksın, ilk kez bilincine girdiğim biri bana saldırdı. Bu çok ilginç.” Arsel’in kahkahası melodi gibiydi.

Baver ne olduğunu anlamıyor, ne kadar süredir hareketsiz kaldığını bilmiyordu. Fakat tükenmiş hissediyordu. “Sen ne hakla...” O sırada bir el silah sesi işitildi.

Arsel elinden vurulmuştu. Yüzü acıyla kasıldı. Bruna'nın sert bakışları ona kenetlenmişti, tabancasını hâlâ ona doğru tutuyordu. “Baver iyi misin? Ne yaptı sana? Buraya gel.”

Baver tedirgin halde arkasını dönüp Bruna’ya doğru ilerledi. “İyiyim, merak etme,” dedi kafasını toplamaya çalışırken. Bir yandan dönüp Arsel’e bakıyordu. 

Acı içinde kıvranan Arsel sakinleşmeye çalıştı. Bruna’ya öyle öfkelenmişti ki gitmesine izin veremezdi. Eğiliyor gibi yapıp pantolonunun alt cebindeki bıçağı çıkardı, tüm gücüyle fırlattı.

Bruna o sırada endişeyle Baver’e baktığı için fark etmemişti. Baver bir anda Bruna’nın önüne atladı. Sırtında keskin bir sancı hissetti, ardından bir sıcaklık yayıldı. “Hayır, Baver! Neden?” Baver dizleri üzerine çökünce onu tuttu.


9 Mayıs 2025 Cuma

Yıldız Düşüşü 15.Bölüm

 

15. Bölüm


Duvayn şaşkınlık içinde koğuşa döndü. Baver ertesi gece, sabaha karşı geleceğini söylemişti. Buna inanabilir miydi, kurtulacak mıydı buradan? Daha önce onun gücüne şahit olduğu için böyle bir şey yapabileceğini biliyordu. “Ama neden?” diye mırıldandı. Anlamakta zorlanıyordu. Baver neden kendisine yardım etmeye çalışıyordu? Yoksa dışarıda yarım kalan işini mi bitirecekti? Gerginlikten boğazı kurumuştu, yutkundu. Kafası yine sızlamaya başladı. “Hayır, hayır olmaz. Bu şansı tepemem.”

Duvayn ranzasına geçerken yan tarafta sohbet eden iki kişi konuşmayı kesip ona baktı. “Kendi kendine ne konuşuyorsun?” dedi iri olan. Sesindeki alay Duvayn’ın sinirini bozsa da sakinliğini korudu. “İşine bak sen.” Nasılsa ertesi gün buradan gidiyordu, dikkat çekmeye hiç gerek yoktu.

Baver eve döndüğünde düşünüp durdu. Doğru bir karar mı almıştı, emin olamıyordu. İçinde iki farklı ses vardı. Biri babasının o hapiste çürümeyi hak ettiğini söylerken diğeri eğer annesi duruma müdahale etmese onun bambaşka bir insan olabileceğini söylüyordu. Düşünceler içinde kıvranırken Aden aradı.

“İyi misin? Öylece çıkıp gidince merak ettim.”

“İyiyim, sadece şaşırdım.”

“Kolay değil farkındayım ama bunu da aşacaksın.”

Baver sessizliğe büründü. Yapmaya niyetlendiği şeyi ona söyleyemezdi.

“Baver ne oldu? Sesin farklı geliyor.”

“Yok bir şey. Sonra görüşürüz.”

Baver o gün ev temizliği ile uğraştı. Ne zamandır doğru düzgün temizlik yapamamıştı. Bu sayede kafası da biraz dağıldı. İnternetten hapishanenin fotoğraflarına baktı sonra. Sorduğunda Duvayn da kaldığı yeri detaylıca tarif etmişti. İkinci kat, sağ arka köşedeki koğuş. Hapishanenin arka tarafında on kilometre ötede bir orman vardı. “Bu, mükemmel işte,” dedi. Günün kalanını dinlenerek geçirdi. 

Yatağına uzandığında tavanı izleyip durdu. Gerginlikten uykusu kaçmıştı, saate baktı, henüz üç saati vardı. Doğru yere ışınlanabilecek miydi, terslik çıkar da yakalanırsa ne olurdu? Dahası babası kötü yaşam tarzına devam ederse ne yapacaktı?

Saat yaklaşınca Baver arabasına atlayıp ormana gitti. Gökyüzü olabildiğine parlaktı, dolunay her yeri aydınlatıyordu. Ağaçlar hafif rüzgarda hışırtılar çıkararak sallanıyordu.  Cırcır böceklerinin sesi yankılanıyordu. Ortamın yaydığı huzura rağmen Baver’in gerginliği üst seviyedeydi. Hâlâ kararsızdı, saatine baktı. Beklerken sakinleşmeye çalıştı. Saat tam üç olduğunda zihninde hapishaneyi canlandırdı. Gitmek istediği noktaya yoğunlaştı. Gözleri parlarken ayakları toprak zeminden kesildi, karanlıktaydı şimdi. Çıt çıkmıyordu. “Doğru yerde miyim?” diye düşündü.

O anda birinin nefesini ensesinde duydu. “Gelmeni beklemiyordum doğrusu.” Baver irkilerek bir adım geri çekildi. “Lavaboda başka kimse yok, merak etme.”

“Güzel. Vakit kaybetmeyelim o zaman,” dedi kısık sesle. “Elini uzat.”

Duvayn da Baver kadar gergindi. Son ana kadar geleceğinden emin olamamıştı. Heyecan içinde elini uzattı. Baver’in elleri elini sıkıca kavradı. Sonra temiz hava Duvayn’ın yüzüne vurdu, ormandaydı. “Bu, gerçek olamayacak kadar harika,” dedi etrafa şaşkınlıkla göz atarak. Baver elini çekti hemen. “Şimdi serbestsin ama dediklerimi unutma. Yanlış bir işe bulaşırsan acımam. Bir tanıdığım var, istediği kişinin düşüncelerini okuyabiliyor. Yani en küçük bir hatanda nerede olursan ol düşüncelerin aracılığıyla izini bulurum.” Baver bahsettiği kişiyle uzun zamandır görüşmüyordu ama ricasını kırmayacağını umuyordu. Ara ara babasını kontrol etmesi gerekecekti.

“Tamam tamam, bu kadar ciddiyete gerek yok. Ne demek istediğini anladım. Ayağımı denk almam için bir tedbir değil mi? Mantıklı bir ceza.”

“Neyse artık git.” 

Duvayn arkasını dönüp gidecekti ki durdu. “Bana neden yardım ettin?”

“Bilmen gerekmiyor.”

Adam Baver’in ay ışığı vuran yüzüne baktı. O yüzde pek çok şeyi okuyabildi. Pişmanlık, yılgınlık, temkin, bir kez olsun güven duyma isteği... “Anladım, teşekkürler evlat.” Duvayn ormanın derinliklerine doğru koştu. Yeniden doğmuş gibi hissediyordu, özgürdü. Bunca zaman Baver’e yaptığı haksızlıklar yüzünden kötü hissetmeye başladı.

Baver evine gidip birkaç saat uyudu. Kalktığında hazırlandı, sahafa gitmeye karar vermişti. Evden çıktığı sırada Bruna aradı.

“Selam Baver. Basına yansıtılmadı ama baban hapisten kaçmış. Biz de tesadüfen öğrendik, emniyet ne de olsa bizle bağını kesti. Seni dikkat etmen için aradım.”

Baver’in şaşırmadığını ve sesini çıkarmadığını gören Bruna şaşkına döndü. “Baver yoksa sen mi?”

“Sonra konuşuruz, dışarıdayım.”

“Ne işler çeviriyorsun yine? Neredesin, yanına geleceğim.”

Baver gideceği sahafın ismini ve yerini söyledi. Canı sıkılmıştı, neden böyle anlarda numara yapamıyordu? İşte, Bruna ne yaptığını anında anlamış, hesap sormaya geliyordu. Düşünceli halde sahaftan içeri girdi. Ne alacağını kendisi de bilmiyordu, bugün bir şey onu buraya çekmişti. Tozlu kitap rafları, kitap kokusu ona fazla nostaljik geliyor, onu bu dünyadan çekip alıyordu adeta. Bunun çekimine ara sıra kapılıp kendini boş boş kitapların arasında dolanırken buluyordu.

Baver’i bir süredir tanıyan sahaf onu selamlayıp serbestçe dolaşmasına izin verdi. Baver bilim kurgu klasiklerinin olduğu rafa yöneldi. Bir süredir aklındaki yazarı okumamıştı. Buraya her geldiğinde o eski seri güzelim kapakları ile ilgisini çekiyordu. Serinin ilk kitabına uzanıyordu ki aynı anda birinin eli daha kitaba gitti. Baver o ana kadar fark etmediği yanında belirmiş kişiye baktı.

“Ah, affedersiniz. Siz de mi o kitabı alacaktınız?” Nazik ses tonu, masum görünüşü, uzun boyuyla genç asil birine benziyordu. Giyindiği siyah gömlek ve beyaz pantolonla çelişkili bir görünümü de vardı. Baver onun kendisinden birkaç yaş küçük olduğunu tahmin ediyordu.

“Önemli değil, ben vazgeçtim zaten.” 

“Peki, o zaman,” diyerek kitabı aldı genç. “Bilim kurguya ilginiz var anladığım kadarıyla.”

“Biraz var. Aslında fazla okumuşluğum yok.”

“O zaman size harika bir kitap tavsiye edeyim.”

Baver sadece başını salladı. Gözü raflarda dolanan genç sonunda aradığını bulmuşçasına tepki verdi. “İşte, buradaymış. En sevdiğim romandır.”

Baver kitabı eline alıp inceledi. Kapağı deridendi ve oldukça kalındı. “Teşekkürler, okuyacağım.” Gencin gözlerinden bir anlık parıltı geçti. Tokalaşmak için elini uzattı. “Bu arada ben Arsel. Belki bir gün yine karşılaşırız.”

Baver de elini uzatmıştı ki tam o anda yanında beliren Bruna onu engelledi. Arsel’in eline elini koymuş, gözlerinden öfke taşıyordu. “Ona sakın dokunayım deme.” 

Baver ne olduğunu anlama çalışıyordu, hayrete düşmüştü. “Bruna ne oluyor?”

Genç sinsice gülümsedi. “Bruna, seni burada görmeyi beklemiyordum. Çekilsem iyi olacak.” Bruna yakasına yapışmamak için kendini zor tutuyordu. Ortalık yerde dikkat çekmeleri hiç iyi olmazdı. Baver’in de sinirlerine hakim olması zordu. “Git buradan,” diye kestirip attı. Arsel yüzünde bilmiş bir ifade ile elindeki kitabı masaya bıraktı, çıkışa yöneldi ve gözden kayboldu.

“O kimdi?” dedi Baver.

“Gücümü benden alan kişi. Yetişemeseydim sana dokunduğu anda senin gücünü de sıfırlayacaktı.”

Baver irkildi, gözleri öfkeyle açıldı. “Neden gitmesine izin verdin? Bunu şimdi mi söylüyorsun?” Baver kapıya doğru koşuyordu ki Bruna son anda bileğinden yakaladı. “Dur Baver. Onun böyle bir şeye cüret ettiğine inanamıyorum ama şu an kavganın sırası değil. Gözler üstümüzde biliyorsun değil mi? Onu bırak da babanı anlat.”

Baver’in öfkesi geçti birden, yüzü soldu. “Onu ben kaçırdım,” diye itiraf etti. Bakışları yerdeydi. “Neden böyle bir şey yaptın?” Bruna buna bir anlam veremiyordu.

“Anlatacağım, biraz yürüyelim mi?” dedi Baver.

Caddenin yakınlarındaki parka doğru yürüdüler. Bruna insanları izliyordu. Çocuklar dondurmacının yanına koşuyor, gençler çimenlere oturmuş sohbet ediyordu. Banklara yaşlılar yerleşmişti.

“Hata yaptığımı düşünüyorsun,” diye lafa girdi Baver.

“Elbette öyle, başka ne düşünebilirim? Eğer sana ulaşırlarsa ne yapacaksın? Boş yere başına iş açıyorsun.”

Baver daha fazla uzatmadan durumu anlattı. “Eğer bunu yapmasam aklım hep onda kalacaktı.”

“Şimdi kalmadı mı peki? Onun nerede ne yapacağını kim bilebilir. Baver sen ona nasıl güvendin?”

“Bilmiyorum,” diye mırıldandı Baver.

“Bir gün kendini yakacaksın başına buyruk hareketlerin yüzünden. Sen bana işkence etmek için mi doğdun?” Bruna yılmış gibi görünüyordu. Derin bir iç çekti.

“Abartma.”

“Sen sus!”

“Bu sondu, tamam.”

“Duy da inan. Benim gitmem gerek. Tanza’nın adamı geri gelebilir, ona dikkat et.” Bruna vedalaşıp yola koyuldu. Kısa süre sonra Passal yeni bir yer ayarladığını bildirince Bruna hem sevindi hem şaşırdı. Hemen mekanı görmeye gidecekti.

Artık daha çok özel bir şirket gibi hareket edeceklerdi. Başı kanunsuzlarla dertte olan, çetelerden korunmak isteyen, çeşitli tehditlere maruz kalan herkes müşteri olarak kabul edilecekti. Her ne kadar insanlar onlardan çekinse de sahip oldukları güç nedeniyle onlara güven duymaya devam ediyordu.

Gün sonunda Bruna herkese yeri bildirdi. Mekan şehrin dışında, bir kasaba yolu üzerindeydi. El birliği ile herkesin orayı toparlaması istemişti. Gerekli malzemeler taşınacak, temizlik yapılacaktı. Elbette en önemlisi gizlilikti.

Baver navigasyonu açıp verilen adrese gitti. Bina yeni sayılmazdı ama tam karargah kurmalık, sağlam bir yapısı vardı. Etrafı yüksek duvarlarla çevriliydi ve o kadar büyüktü ki hayret etti. İçeri girerken binanın verdiği güveni hissedebildi. İçerideki geniş park yerine çok sayıda araç park edilmişti. Bahçe biraz dağınık ve bakımsızdı ama halledilebilirdi. Baver taş basamaklardan çıkıp geniş salona girdiğinde herkesin çalıştığını gördü. Onları selamladıktan sonra kolları sıvadı.

“Geldin demek,” dedi Bruna alnındaki teri silerken. Baver’in eline fırçaları tutuşturdu. “Badana işiyle başlayabilirsin,” dedi meydan okurcasına.

“Ondan kolay ne var,” dedi Baver gülümseyerek. Boya kovalarını duvarın dibine çekti. Fırçaları da içine yerleştirdi. Bir elini uzatıp boşluktaki bir şeyi kavrar gibi yaptı. Fırçalar yükselip duvarı boydan boya boyamaya başladılar.

Asarba elindeki bezle camları silerken söylendi. “Bu, haksızlık ama. Biz ne kadar uğraşıyoruz.”

Baver bilmiş bir ifade ile konuştu. “Bence sen camlardan uzak dur. Biraz gergin olsan indirirsin camları. Bahçedeki çitleri düzenlemeye ne dersin?”

“Bugün sen bile sinirimi bozamazsın Baver,” dedi Asarba. Gerçekten de normalden mutlu bir görünümü vardı.

“Herkes sevdiğine açılıp da karşılık bulamıyor ne de olsa,” dedi Bruna sırıtarak.

“Ne? Sen nereden?” Asarba'nın aniden kızarıp bozarması ile koca camın parçalara ayrılması bir oldu. 

Baver gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Bruna, yapılacak iş mi bu?” dedi.

“Üzgünüm, sabah tesadüfen gördüm sizi,” dedi Asarba’ya.

“Sen Baver’den de sinir bozucusun.”

O sırada içeri giren Passal’ın sert bakışları ortamın havasını bir anda soğuttu. “Gençler, buraya neden toplandık acaba? Bruna şuraya yeni cam taktır hemen? Nuwey elindekini neden narin bir çiçek gibi tutuyorsun? İyice kavrasana.”

Afallayan Nuwey elindeki elektrikli matkabı yere indirdi. “Sanırım benlik bir iş değil.”

“Korkma bir şey olmaz. Kimseye zarar vermezsin,” dedi sonunda Passal. “Baver, yere sıçratma boyaları. Zaten elini sürmeden iş yapıyorsun.” Passal’ın gitmesi ile herkes derin bir nefes aldı. 


8 Mayıs 2025 Perşembe

Ebru Çalışmalarım

 

Kursun artık son bir ayı kalmışken çok sayıda çiçek yapmaya başladık. Haftaya da çerçeveletmek için güzel olanları seçip çalışmalara başlayacağız. Hoca biraz rahatsız olduğu için sergi açılmayacakmış. Ben daha çok karanfili sevdim, lale çok sade kalıyor ve basit görünüyor. Papatyalar da beyaz yapraktan ötürü net görünmüyor. 

Sandığımdan daha zor oldu istediğimi yapmak. Toz düşse üstlerinde beyaz benekler oluşuyor. Yeşil boya biraz aktığı için bizi zorladı. Çiçeklerin de sap ve çiçek kısmını düzgünce birleştirmek zordu. Her şey güzelse bile kağıdı çekerken oluşan hatalardan da bozulmalar oldu. Yirmi çiçek yaptıysam sadece iki üçü istediğim gibi oldu. :))









6 Mayıs 2025 Salı

Yıldız Düşüşü 14.Bölüm

 

Merhabalar, okuyup yorumlayan herkese teşekkür ederim. Şu an 17.Bölümü yazıyorum, yani biraz geriden yayınladığım için hızlanayım diye bu bölümü hemen koydum. Aslında sonlara yaklaştığım için beklemeye gerek duymadım. Sanırım 20.bölüm final olacak. Gereğinden fazla uzatmak istemiyorum, tadında kalsın. :)) 


14.Bölüm


Passal bir süre daha bekledikten sonra gelen herkese teşekkür etti. “Bu zamana kadar her biriniz ekibe çok katkı sağladınız. On yıl önce kurduğum ekip sizler sayesinde güçlendi, varlığını sürdürdü. Çok badire de atlattık, yılmadık. Ancak şu an öyle görünüyor ki son noktaya geldik.”

“Başkan hepimiz üzgünüz, bunu beklemiyorduk,” dedi Habel. Eskiye göre daha spor giyinmiş, saçlarını salmıştı. Görevin bitmesiyle kendini saldığı belliydi. Yorgun bir görünümü vardı.

Passal devam etti. “Yanlış bir zamanda çatışma içine çekildik. Güçlerimizi olumsuz anlamda tetikleyen bir şey var. Bu tesadüf olamaz, gökteki olaylar bizi etkiliyor. Halk artık bizim tehlikeli olduğumuza inanıyor. Bir bakıma haklı olabilirler ama yaptığımız onca işten sonra böyle damgalanmak çok acı. Bundan sonrası size kalmış. Geri çekilip her şeyi bitirelim mi yoksa gizlice çalışmaya devam edelim mi? Neyse ki finansal açıdan sıkıntımız olmayacak, destek almayı sürdüreceğiz.” 

Passal’ın aile bağlarını çok az kişi biliyordu. Oldukça varlıklı bir aileden gelse de onlar sadece gerektiğinde arka planda maddi destekte bulunuyordu. Ailenin tek şartı Passal’ın bağımsız çalışıp kendilerini bu işe dahil etmemesiydi. 

Bruna araya girdi. “Ben ekibin dağılmasını istemiyorum. Herkesin senin arkanda duracağına eminim. Böyle bitmemeli.”

Başkanın önerisi ve Bruna’nın sözleri bir süre herkesi düşünmeye itti. “Ben varım,” dedi Asarba. “Her ne kadar gücümden endişe duymaya başladıysam da burada bırakamam. Sen başımızda olduğun sürece varım. Daha kötü günleri görür müyüz bilmem. Yine de haklı olanın biz olduğumuza inanıyorum.”

“Ben zaten başka bir yol göremiyorum başkan. Seni izlemeye devam edeceğim,” dedi Baver. “Her ne olursa olsun.” Birkaç kişi daha onayladı.

Passal desteği için arkadaşlarına teşekkür etti. “Aynı şeyi düşündüğümüz için minnettarım. Bundan sonrası bizim için daha zor olacak. Öncelikle kendimize başka yer bulup, işlerimizi gizli yürüteceğiz. Açıktan güç kullanmak tutuklanmamıza sebep olabilir, bunu unutmayın. Yani durum ne olursa olsun önceliğiniz gizlilik olsun. Önce kendinizi garantiye alın ki sonra başkalarına yardım edebilin.”

Nuwey endişeli görünse de başını salladı. Başkaları ile teması en aza indirmeyi düşünüyordu. Gücünün tekrar ne zaman kontrolden çıkacağını bilemezdi. Ellerine siyah eldiven geçirmişti.

“Peki, yeni yerimiz nerede olacak? Evimiz ve çevremizden uzaklaşacak mıyız?” Passal soruyu soran Habel’e döndü. “Biraz gözden uzakta olmamız lazım. Bizlerin yine bir araya toplanıyor olması kolayca dikkatleri çeker. Emniyette de bizi tanımayan yok artık. Aklımda bir yer var, en kısa zamanda orayı ayarlayıp haber vereceğim.”

Aden söz aldı. “Ben dışarıdan biri olarak elimden geleni yaparım. Göze batmayacağım için her yere rahat girip çıkabilirim, görüşülmesi gerekenlerle yüz yüze görüşebilirim.”

Başkan gülümsedi. “Aden desteğin için teşekkürler. Yardımına ihtiyacımız olacaktır, devam etmene sevindim.”

Baver göz ucuyla Aden’e baktı. Onun iş konusunda bu kadar hevesli olmasını beklemiyordu. Elbette yetenekli, sosyal, girişken biriydi fakat ekiple çalıştığı öğrenilirse iyi olmazdı. Baver’in üzerindeki bakışlarını hisseden Aden ona döndü. “Bir sorun mu var?” diye fısıldadı.

“Hayır,” dedi Baver, tekrar başkanın konuşmasına odaklandı.

Gecenin sonunda herkes dağıldı. Baver, Aden’i eve bırakacaktı. Direksiyonu çevirirken sordu. “Neden ekibin içinde bu kadar yer almak istiyorsun?”

“Bunu açıklaması zor, belki de gerçek anlamda bir işe yaradığımı hissettiğim için. Bundan rahatsız mısın Baver Bey,” diye gülümsedi Aden.

“Sadece endişeliyim. Diğerleri bir şekilde kendini korur, özel güçleri var. Ama sen...”

“Bruna da artık benim gibi. Onun için endişelenmiyorsun ama.”

“O başka. Bruna yeteneğinden yoksun olsa da güçlü biri. İyi silah kullanır, ekibe girmeden önce bir süre orduda görev almış.”

“Anlıyorum. Benim yanımda da sen olduğun sürece endişeye gerek yok.”

Baver yola bakmayı bırakıp Aden’e baktı hayretle. Gülümseyen yüzünde gerçek anlamda bir güven, samimiyet vardı. “Hep böyle misin? Açık sözlü...”

“Olduğum gibi davranmayı severim. Belki sen de öyle olmalısın.” Aden teybe uzanıp bir müzik açtı.

Baver bir şey demeden yola odaklandı. “Ne taraftan gitmem gerek?”

On dakika sonra Aden’in evinin önündeydiler. Işıklar sönüktü. “Bizimkiler uyumuş bile, kahve içelim diyecektim de bir dahaki sefere artık.”

“Sorun değil, teşekkürler.”

Aden arabadan indi, sonra açık cama doğru eğildi. “Baver iyi geceler. Görüşürüz.” Aden sanki en güzel dileğini söyler gibi söylemişti. “Sana da iyi geceler,” dedi Baver yumuşak bir sesle.

Eve doğru yola çıktı, ekibin dağılmaması içini rahatlatmıştı. Bundan sonra daha dikkatli adım atması gerekiyordu. Sabah olduğunda Aden arayıp akademisyenin kendisi ile görüşmek istediğini söyledi. Heyecanlanan Baver geleceğini söyleyip aceleyle hazırlandı. 

Öğle vaktinde sakin bir restoranda buluştular. Aden ikisini tanıştırdı. Setrak merakla Baver’i süzüyordu. “Gözlerine bakabilir miyim?”

Baver sadece birkaç saniyeliğine gözlüğünü çıkarıp adama baktı. Setrak’ın bakışları değişti; biraz hüzünlü, biraz da ilgili görünüyordu. “Gerçekten, onun oğlusun. Ayase de yıldız gücüyle doğmuştu.”

Baver’in gözleri hayretle açıldı. “Bu nasıl olur? Ben yıldız enerjisiyle doğanların kırk yıldan önceye uzanmadığını sanıyordum.”

“Yanılıyorsun. Nadir de olsa önceden birkaç kişi doğdu. Tabi neredeyse hepsi son kırk yıl içinde dünyaya geldi.”

“Annem hakkında başka ne biliyorsunuz?” dedi Baver heyecanla. Ondan kalan birkaç fotoğraf gözlerinin önüne geldi. Dümdüz, uzun saçları omuzlarına dökülüyordu. İri, yeşil gözleri hep neşeyle parlıyordu. Masum bir gülüşü vardı, fotoğrafın birinde bırakmak istemezcesine Duvayn’ın koluna girmişti. 

“Ayase benim öğrencimdi. Çalışkan, meraklı bir yapısı vardı. Onun özel gücünü keşfettiğimde durumu araştırmaya başladım.”

“Özel gücü neydi?” diye araya girdi Baver.

“Muazzam bir yeteneği vardı ama kullanmayı son çare olarak görürdü. Zihinlere etki edebiliyordu, insanları kolayca bir şeye ikna ederdi. Başta bunun özel bir yetenek olduğunu anlamadık ama yıllar içinde farklı güçlere sahip insanlar doğdukça onun da onlardan biri olduğunu anladık. Sana gelecek olursam bu gözlerle benzersizsin. Sen doğarken maalesef anneni kaybettik ancak seni görmek istedim. Huysuz babana rağmen eve birkaç kez geldim, seni görebildim. Gözlerin beni de çok şaşırttı. Yine uzun yıllar içinde fark ettim ki yıldız enerjisi ile doğan birinin yıldız enerjisi ile doğan tek çocuğu sendin. Bir yerde birleşim yaşanmış ve bu da gözlerine yansımış gibi görünüyor.”

Baver dikkatle dinliyordu. “Demek bu yüzden,” diye mırıldandı. “Babam annemin bu yönünden hiç bahsetmemişti.”

“Babanın haberi olduğunu bile sanmıyorum. O zamanlar çok genç, yakışıklıydı, ailesi çok zengindi, çoğu kızın gözü üstündeydi. Okulda ise pek parlak biri olduğu söylenemezdi. Annen ona aşık olmuş ve bir şekilde onu kendine bağlamış. Babandaki değişimi fark edince Ayase ile konuşmak zorunda hissettim. Sen, onun üzerinde gücünü mü kullandın dedim, gözlerini kaçırmakla yetindi. Zaten daha sonra okul devam ederken aceleyle evlendiler. Olanlara anlam veremeyen ailesi de babanı reddetti.”

Adam yorulmuşçasına bir süre durdu. O sıra da siparişler de gelince sohbete bir süre ara verildi. Duyduklarını sindirmeye çalışan Baver’in ise konuşacak hali yoktu. Annesinin nasıl böyle bir çılgınlık yapabildiğine inanamıyordu. Onun ölümü ile güç ortadan kalkmış ve büyük ihtimalle bocalayan Duvayn ne yaptığını bilmez hale gelmişti. Babası gerçekten kötü müydü yoksa bu olanlar mı onun ruh halini bozmuştu?

“İyi misin? Rengin solmuş,” dedi Aden. Baver’i endişe ile izliyordu. Bir şey yediği yoktu, su içti. Dalgın görünüyordu. Sonra bir anda ayağa kalktı. “Üzgünüm, benim gitmem gerek. Siz devam edin.”

“Baver ne oldu?” dedi Aden.

“Bırakalım, yalnız kalsın,” dedi akademisyen. “Sanırım duydukları onu etkiledi. Bir anda her şeyi anlatmasaydım keşke.”

Baver’in arkasından bakakalan Aden başını sallayıp geri oturdu. “Umarım iyi olur.”

Baver araba sürerken gergindi, kafasında çok şey dönüp duruyordu. Gittiği yerde neyle karşılaşacağını bilmese de konuşmak zorundaydı. Kalp atışı hızlanmış, boğazı kurumuştu. Hapishanenin önünde durdu, bir süre kararsızlıkla bekledi. Babası buraya getirilmişti. Tüm olanları baştan sona düşündü. İnip, eski yapıya doğru yürüdü. Kimliğini gösterip içeri girdi.

Duvayn koğuşta mekik çekiyordu. Son yaralanmasının ardından ara ara baş ağrısı çekiyordu. Bu yüzden kendini fazla zorlamadan, antrenmanlara devam ediyordu. “Ne o dışarı çıkma niyetin mi var? Hapiste çürüyüp gideceksin sen de bizim gibi. Ne diye çabalıyorsun?” dedi mahkumlardan biri. “Kes sesini!” Duvayn konsantre olmuş halde işine devam ederken mahkumun beti benzi attı. Çünkü bir anlığına da olsa Duvayn'ın bakışları onu ürpertmişti.

O sırada Duvayn’a ziyaretçisi olduğu söylendi. Mekik çekmeyi bırakan Duvayn ziyaretçisinin kim olduğunu düşünüyordu. “Eski mafya lideri mi, zengin bir siyasetçinin adamı mı yoksa suikast isteği için gelen bir müşteri mi?” diye düşündü. “Belki de biri beni çıkarmak istiyordur.” Dört duvar arasında unutulmamış olmanın verdiği rahatlıkla koğuştan çıktı.

Elleri arkadan bağlı halde kendisine gösterilen özel yere geçti, içeride başka ziyaretçi yoktu. Baver’i görmeyi hiç beklemediği için donup kaldı. Sonra hayal kırıklığına uğramış şekilde ağır adımlarla gidip Baver’in karşısına oturdu.

“Ne istiyorsun evlat? Aramızdaki mesele bitmedi mi?” dedi soğuk bir sesle.

“Seni tanımak istiyorum.”

Adam güldü. “Neden şimdi? Kafamı kırmadan önce vaktin vardı halbuki.”

“Onun için üzgünüm, kendimi kaybetmiştim. Ayrıca hak etmiştin. Neyse annemle tanışmadan önce nasıl biriydin, bunu duymak istiyorum.” Baver’in ciddi ifadesi nedeniyle adamın kafası karıştı.

“Neden bunları soruyorsun? Her şey geçmişte kaldı.”

“Bilmiyordun değil mi annemin de benim gibi olduğumu?”

“Ne?” dedi Duvayn öfkelenerek. “Ne saçmalıyorsun?”

“Ona karşı ne hissediyordun?”

“Görür görmez ona aşık olmuştum. O dünyanın en güzel şeyiydi benim gözümde. Ondan başka şey düşünemez oldum, her şeyden koptum. Ailem varlıklıydı, beni varisleri olarak yetiştirirken ben Ayase için her şeyi bıraktım.” Duvayn olması gerekenden fazla şey anlatmış gibi sustu. “Ama sonra...”

“Onun ölümü ile her şey değişti değil mi? O ve ben sana tamamen yabancıydık.”

Duvayn’ın gözleri öfke ile kısıldı. Olanları düşününce hayatının nasıl alt üst olduğunu görebiliyordu. “Bu seni ilgilendirmez. Neden geldin, geçmişi konuşmak için mi?”

“Annemin özel gücü kişinin zihnini kontrol etmekmiş. Yani seni kendine bağlamış.”

Duvayn duyduklarına inanamayarak baktı. Baver’e o kadar öfkelendi ki ileri atıldı. Elleri bağlı olmasa saldıracaktı. “Yalan söylüyorsun. Beni yıkmak istiyorsun!”

“Sakin ol. Ben sadece bu olanların seni olumsuz etkilediğine inandığım için geldim. Belki her şey farklı olabilirdi. Gerçek bir baba oğul olabilirdik.”

Duvayn sakinleşti, düşüncelere daldı. Olanı kabullenmek istemese de bir şeyler en başından beri kendisine de ters geliyordu. “O ölünce aklım, kalbim çok karıştı, her şey sahte geldi. Sen hep bu sahteliği bana hatırlattın. Yalnızlık ve boşluk hissi içimi kapladı. Bundan kurtulmak için her şeyi yaptım.”

“Peki annemle hiç karşılaşmasaydın nasıl bir hayatın olacağını düşünüyorsun?”

“Emin değilim ama ailem sayesinde saygın bir konumda olur, kendi geleceğimi mahvetmemiş olurdum. İş konusunda hırslı bir yapım vardı o yüzden okula çok odaklanamıyordum. Bir an önce hayata atılmak istiyordum.”

 “Anlıyorum. Zamanı geri alamam, olanları değiştiremem ama bundan sonra iyi biri olma niyetin varsa senin için bir şey yapacağım.”

“Güldürme beni, sayende buraya takıldım. Nefret ettiğin baban hak ettiği yerde.” Bunları söylerken yüzünde acı bir ifade vardı.

“Söz verirsen sana göstereceğim.”

“Önemi var mı bilmiyorum ama her şeye baştan başlayıp, farklı biri olmak isterdim. Tüm bunlardan uzak kalmak için geç değil mi? Evet, iyi biri olmak isterdim,” dedi Baver’in bakışlarındaki ısrarı görünce.

“Anlıyorum, peki” diyerek babasına doğru eğildi Baver. Soğuk bakışları Duvayn’ı delip geçiyor gibiydi. “Eğer dışarıda bir kişiye bile zarar verir de eski haline dönersen işini bitiririm.”

Baver’in tehditkar sözleri Duvayn'ı ilk kez ürpertti. Söylediklerinin doğrulundan şüphe edemedi. “Dışarıda mı?” diyebildi kekeleyerek. Baver aynı ciddi ifade ile fısıldadı. “Seni kaçıracağım ama şimdi olmaz.”


Deccal Tabakta (Kitap)

  Kitap uzun süredir elimdeydi, okumaya başlayalı da çok oldu. Bir oturuşta okunacak bir kitap olmadığı için ara ara okuyorum.  Henüz bitire...