Kitap ilk epik fantastik roman olarak kabul ediliyor, 1922 yılında yazılmış. İsmi kendi kuyruğunu yiyen yılandan geliyor ve sonsuz bir döngüyü simgeliyormuş. Arka kapakta da iyi ve kötü arasındaki sürekli ve muazzam mücadeleyi temsil ettiği yazıyor ve kitap Tolkien ve Le Guin'i bile etkilemiş.
Merkür'de çeşitli diyarlar vardır. Cadılar Diyarı'ndan İblisler Diyarı'na bir elçi gelir ve iblislere krala itaat etmeleri gerektiğini iletir. Bunun sonucunda iblisler kralı güreşe davet eder, hangi taraf kazanırsa onun dediği olacaktır. Tarafsız bir bölgede yapılan güreşi kral kaybeder. Çeşitli hinlikler sonucu henüz ülkelerine varamadan iblislere komplo kurulur ve onlara bir Musallat yollanır. Lord Juss ve birkaç kişi kurtulmayı başarır ancak öfkeyle ve başkalarının gaza getirmesi ile hazırlıksız bir savaş taarruzuna girişirler. Planlar hiçbir tarafın istediği gibi gitmez. Cadılar ve İblisler Diyarı arasındaki sürtüşme hep devam eder. Lord Juss bir rüyanın ardına düşüp kaybettiğini bulmaya çalışır. O, İblisler Diyarı'ndan uzakta iken yurdu talan edilir ancak iblislerin geri dönüşü muhteşem olur.
Kitap hakkında neredeyse hiç bir bilgim yoktu, sırf epik fantastik türünde olması nedeniyle aldım, iyi de yapmışım severek okudum. 😃 Yazarın değişik bir hayal dünyası ve anlatımı var. Nasıl diye soracak olursanız Tolkien'in içine Shakespeare kaçmış gibi. 😅 Fantastiğe romantik bir yaklaşım getirmiş yazar. Aslında kitapta romantizm üzerine fazla bir şey yok, asıl yazarın kendisi romantikti bence. :)) Betimlemeleri detaylı, cümleleri şiirseldi, diyaloglar bile hoştu. Çok çabuk okunacak bir kitap değil, tasvirler dolu ve dövüş kısımları ise çok sürmüyor. Yine de o dünya bana büyüleyici geldi. :)
Her ne kadar farklı diyarlar olsa da karakterler normal insanlar gibiydi. Yani periler uçmuyor, cadıların süpürgesi falan yok. 😀 Biraz spoiler vereceğim şimdi. Sanırım en çok İblisler Diyarı'ndan Lord Juss'u sevdim. Güçlü olması yanında sağduyulu ve ilkeli biri. Kolay galeyana gelmiyor. Periler Diyarı'ndan atarlı prensi de sevdim. 😆 Cesur ve dostu olarak gördüğü kişileri hiç yanlız bırakmıyor, başına büyük dert açılacağını bilse de. Cadılar Diyarı karakterlerini sevmedim genel olarak, şan şöhret peşindeler, zevk sefa içinde yaşamayı seviyorlar. Kazanmak için her yol mübah onlara göre ancak bu hırsları ve kibirleri başlarına çok dert açıyor. Lord Gro ise en tuhaf karakterdi, güvenilmez biri olsa da zekası ve bilgisi nedeniyle kimin tarafına geçmişse o taraf kazanıyordu. Aslen Gulyabani olan Gro kendi diyarını bırakıp Cadılara hizmet etmeye başlamış, sonra İblislerin tarafına geçiyor. Son ana kadar ne yapacağını kestiremedim.
Genel olarak kitabı sevmekle birlikte konunun uzadığını düşünüyorum. Bilindik akıcı kitaplardan değildi ama yazarın amacının da kitabın çabuk okunup bitirilmesinden yana olduğunu düşünmüyorum zaten. Bir savaş başlayacaksa öncesinde pek çok tartışmalar ve planlar yapılıyor, karakterler birbirini ikna edip zafer yolunu bulmaya çalışıyor. Tasvirlerle de mekanları ve karakterleri daha iyi anlayabilmemizi sağlıyor yazar. Entrika, ihanet, merhamet, çaresizlik gibi pek çok konu iyi işlenmiş. Kitabın sonunun nereye varacağını merak etmiştim, tam da ismine uygun bir şekilde sonlandı.
"Pelerini giyene dikkat et, hafif karanlık çehresine, gözlerindeki mor aleve, gülümsemesinin geç günbatımında sonbahar ormanlarına benzer ağırbaşlı sıcaklığına dikkat et. O, Lord Juss, bu asırlık kalenin lordu..." (Bir romana böyle havalı giriş yapan bir karakter görmedim ben. Paragrafın çoğunu almadım bile, anlatıla anlatıla bitmedi adam. 😅🤭)
"Seyreyle, şaşır ve tut matemini," dedi kırlangıç, "çünkü gündüzün masum gözleri, ebedi gecenin çocuklarına bakmaya mecbur bırakıldı..."
"Benimkileri mi diyorsun, ey Gaslark? Bu kurulu dünyada benim olan nedir, öyle ki çarçabuk alınıyor elimden kalbim, kardeşim, kolumun gücü, hükümdarlığımın en önemli sığınağı?"
"Goldry, Musallat tarafından yakalanmış. Nefretimle tutunduğum bir arzum var ona karşı. Efsunları sayesinde yıkımdan kurtulmuş bunlar, intikamımın açık ağzına koşturacak kadar delirmişler."
"Ruhların ince tabiatı, silahların kudretinin ötesindedir."
"Biz," dedi Juss, "gökkuşağının ötesine uçtuk. Ve orada yüreğimizin arzuladığı masalsı diyarı değil ancak ıslak yağmurla rüzgârı ve soğuk bir dağ yamacını bulduk. Ve yüreğimiz donuklaştı bu yüzden."