30 Mart 2021 Salı

Savaş Çığırtkanı- 3.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 3

 

Ölüm Haberi-Butah

 

İkinci aşama sınavları gelip çattığında Yazel heyecan içinde herkesten önce kalktı. Güneş yeni doğmuştu. Camı açıp derin bir nefes aldı. Sabah serinliğini seviyordu.

Lavabodan döndüğünde giyinmeye başladı. Bir süre aynanın karşısında kendini izledi. Beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırdı. Gömleğin üstüne siyah bir yelek giyip, önünü ilikledi. Siyah, kumaş pantolonu ile de şık bir görünüme sahipti. Havaya dikilmiş, kabarık saçlarını tarakla düzeltti. Ela gözleri aynadaki yansımasında gezinirken heyecanını yatıştırmak için bir şarkı mırıldanıyordu.

“Baharın gelişiyle tüm renkler sarmalar dünyayı.

Karlı dağlar yitirir soğuk manzarasını.

Bir kahraman uzanır kınındaki kılıca.

Sen de selam yolla gökteki yıldızlara.”

O sırada dışarıdan bir takım sesler duyunca sustu. Pencereden baktığında bir at arabasının arkasına doluşmuş, hemen hemen kendi yaşınlarında birkaç çocuk gördü. İçlerinden bazılarını tanıyordu. At arabasını süren yaşlı adam şehirde yaşıyordu. Bazen kırsaldaki çocukları toplar, onları okula bırakırdı. Şimdi de sınava gidiyor olmalıydılar. Çocuklar heyecanlarını bastırmak için kendi aralarında eğleniyor, bağırıyordu. Gürültü sonunda işitilemeyecek seviyeye geldiğinde Yazel tülü örttü. Sınav zamanına daha vakit vardı. Yazel son kez yanına alacağı eşyaları kontrol etti. Aztek’ in verdiği hançeri alıp kınıyla birlikte kemerine taktı.

Yarım saat sonra kahvaltı sofrası hazırdı. Beyaz, yuvarlak ekmeği parçalara ayırdı ve dağıttı. Yazel yaşadığı stres nedeniyle pek bir şey yiyemiyordu. Kendisini bu sınavı kazanacağına o kadar çok inandırmıştı ki kaybederse kesinlikle hayal kırıklığına uğrayacaktı.

“Oğlum iyi ye. İyice süzüldün zaten. Sınavı geçmek için güç toplamasın.”

“Ben formumu korumaya çalışıyorum.”

Serenay, kardeşine gülümsemekle yetindi, annesine döndü: “Babam nerede anne?”

“Bugün çok işi varmış, az önce çıktı. Bir de Yazel’ e başarılar diledi.”

Çocuk gülümsedi. Karan, çok düşünceli biri olsa da her şeye vakit ayıramıyordu. Oğlunun önemli gününde yanında olamadığı için üzgündü.

Vakit yaklaşınca iki kardeş evden ayrıldı. Karta bugün her zamankinden kalabalıktı. İnsanlar karınca sürüsü gibi meydana akın ediyordu. Herkes yakınlarına destek olmak için gelmişti. Orta kısma çekilen şeritler, kalabalık ile sınava tabi tutulacaklar arasına bir sınır çekiyordu. Çağrılan öğrenci gözetmenlerin önünde sınanacaktı. Yazel etrafı izlemeye başladı. Gözetmenleri tanımasa da haklarında çok şey duymuştu. Masanın başında oturan gri takım elbiseli adamın yüz ifadesi oldukça sertti. Bir eli önündeki notların üzerindeyken, yeşil gözleriyle kalabalığı süzüyordu.

“İnan bana göz açıp kapayana kadar geçecek. Bu kadar telaş etmene neden olacak bir şey yok,” dedi Serenay.

“Söylemesi kolay tabi,” diye söylendi Yazel.

Meydan beş bin kişiyi alabilecek kapasitedeydi. Çeşitli yönlerden tam beş tane sokak buraya çıkıyordu. Evi şehir dışında bulunanların çoğu at arabası ile gelmişti. Gözetmenlerin hepsi yerlerini aldığında kalabalıktan yükselen gürültü seli daha da arttı. Gri takım elbiseli adam ayağa kalktı ve tüm söylediklerinin anlaşılmasını istercesine ağır ağır konuştu.

“Sessiz olun lütfen!”

Meydan aniden sessizliğe bürününce adam konuşmasını sürdürdü. “Bugün burada toplanan herkese genç öğrencilerimize destek olduğu için teşekkür ederiz. Bildiğiniz üzere beş yıldan oluşan ilk aşamayı bitiren öğrencilerimiz ikinci aşamaya geçmek için deneme sınavına tabi tutulurlar. İkinci aşama eğitimi için üç çeşit okulumuz mevcuttur. Sanat alanına ilgisi olanlar için Sanat Okulu, savaş sanatını öğrenmek isteyenler için Savaş Okulu ve daima yeniliklere, bilgiye aç öğrenciler için de İlim Okulu. Sınav sonucunda öğrencilerimiz bu okullardan birine girmeye hak kazanacak. Şayet başarılı olamazlarsa bir yıl sonraki sınavı beklemeleri gerekecek.”

İlk çağırılan kişi Yazel’in sınıf arkadaşı Naren adlı bir kızdı. Görevlilerden birisi hangi okula, niçin kayıt olmak istediğini sordu. Kız biraz heyecanlı görünse de ses tonu gayet sakin çıkmıştı.

“Ben ilim okuluna girmek istiyorum. Çünkü faydalı ilimler öğrenmek ve bunu gelecek nesillere aktarmak istiyorum.”

Gözetmenler arasından gözlüklü kadın cevaptan memnun olmuşçasına başını salladı. Sonra da ilimle ilgili değişik konularda sorular yöneltti. Yazel ise çok gergindi. Bu yüzden ne yöneltilen soruları ne de Naren’in cevabını dinledi.

Naren’in ardından, Yazel’in tanımadığı bir çocuk sınav ekibinin karşısında yerini aldı. Adı Har olan çocuk Yazel’ den on santim kadar uzundu. Siyah bir gömlek ve pantolon giymişti. Altın sarısı saçları çocuğa gösterişli bir hava katıyordu. Kendinden emin bir duruşu vardı. Yazel az da olsa çocuğu kıskanmıştı. Kendisine hangi okula giriş yapmak istediği sorulunca yanıtladı.

“Ben savaş okuluna gitmek istiyorum. Hedefim savaş anında, elimdeki imkânları en iyi şekilde kullanıp savaşı lehimize çevirmektir,” dedi tok bir sesle.

“Anlıyorum. O halde deneme aşamasına geçelim. Şu masada gördüğün silahları tek tek deneyeceksin. Atış ve dövüş konusunda ne kadar yeteneklisin görelim,” dedi erkek gözetmenlerden biri.

Har söyleneni yaptı. Öncelikle okları ve yayı eline aldı. Sınav alanına yerleştirilmiş, daire şeklinde beş tane hedef vardı. Har konsantre olduktan sonra okları tek tek fırlattı. Olağanüstü bir şekilde tüm hedefleri ortasından vurdu. Meydana toplanmış halkın önce ağzı açık kaldı, sonra Har’ı alkış yağmuruna tuttular. Görünüşe göre sadece bu yeteneği için bile okula alınabilirdi. Har elini masadaki kılıca uzatıyordu ki az önceki gözetmen onu durdurdu.

“Bu kadarı yeterli evlat. O kadar umut vaat edicisin ki başka şeyde seni sınamaya gerek duymuyoruz. Savaş okuluna kabul edildin,” dedi gülümseyerek.

Har sevincini belli etmeyerek, başıyla görevlileri selamlayıp oradan ayrıldı. Sıradaki kızın başında bir tuhaf bir şapka vardı ve siyah bir pelerin giymişti. Sanat okulu için geldiği her halinden anlaşılıyordu. Görevliler ondan bir resim yapmasını istedi. Kız herkesin gözleri önünde bir tuvalin karşısına geçip resim yapmaya başladı. Birkaç dakika sonra fırçayı elinden bıraktığında çizdiği resmi eline alıp görevlilere çevirdi. Kız masada oturan görevlileri tüm ayrıntıları ile birlikte mükemmel bir şekilde çizmişti. Gözetmenlerden bir kısmı şaşkınlıkla bir kısmı da mutlulukla onu alkışladılar. Kız sınavı geçmişti ve reverans yapıp oradan ayrıldı.

Sonunda Yazel’ in ismi okundu. Kısa bir an, gerginlikle ablasına baktıktan sonra kalabalığı yararak boş alana adım attı. Kalbi şiddetle çarparken görevlilerin karşısında sessizce beklemeye başladı. Diğerlerine sorulan aynı soruyla karşılaştı. Cevabı oldukça kısa ve öz olmuştu.

“Benim en büyük hayalim iyi bir savaşçı olup, ülkemizin üstün gücünü sürdürmektir.”

Kadın gözetmenlerden birinin cevaptan memnun olmuş gibi bir hali vardı. Hemen yeni bir soru sordu.

“Peki, diğerlerinden farkın ne? Kendine hangi konularda güveniyorsun?”

Yazel, birkaç saniye ne diyeceğini düşündü. Zihninde karmaşaya yer vermeyerek söze girdi. Elinden geldiğince dürüst bir şekilde cevap vermeye çalıştı.

“Çok yetenekli olmadığımın farkındayım ama başarmak için elimden geleni yaparım. Her şeyi kolayca öğreneceğime emin olabilirsiniz.”

“O zaman bir de sahada görelim seni.”

Adamın delici bakışları Yazel’i geriyordu. Buraya kadar gelmişken dikkatinin dağılmasına izin veremezdi. İçinden bir şarkı mırıldanırken karşısındaki adamı unutmaya çalıştı. Eğer heyecanını belli ederse gözetmen üstüne gidebilirdi. Bir kez yutkundu, boğazı şimdiden kurumaya başlamıştı. Gözleri masadaki aletlere kaydı. Kendisi için doğru olan seçimi yapmalıydı.

Masada en dikkatini çeken yayı ve yan tarafta dizili oklardan birini aldı. Derin bir nefes alıp hedeflere döndü. Yayı gerip hedeflerden birini nişan aldı. Tüm gözleri üzerinde hissettiği için eli hafifçe titriyor ve dikkatini dağıtıyordu. Birkaç saniye beklediği için kalabalıktan homurtular yükselmeye başladı.  Yazel, tuttuğu oku serbest bıraktı. Ortadan olmasa da hedefi vurmayı başarmıştı. Ancak Yazel bunun yeterli olmadığını biliyordu. Bir atış daha yapmak istediğinde durduruldu. Sonra gözetmenlerden birinin işareti üzerine sahaya zırhlı birisi çıktı. Yazel kısa bir şaşkınlık yaşarken gözetmen ona gerekli açıklamayı yaptı. Yazel’in tek yapacağı bir kılıçla zırhlı adama saldırmak ve zırha bir çizik atmak olacaktı. Karşısındaki kişi zaten yeterince güçlü ve hazırlıklıydı. Bu yüzden adamın yapacağı sadece kendisini savunmak olacaktı.

Yazel masadaki kılıçlara baktı. Kimisi çift ağızlıydı, kimisi çok uzundu. Kendisine uygun olabilecek kılıcı seçip sağ eliyle sıkıca kavradı. Gücünü iki yana açtığı ayaklarına vermiş zemine sertçe basıyordu.  Kendisinden emin görünmek için elinden geleni yapıyordu. Elindeki kılıcı daha da sıkı kavradı. Karşısındaki adamın kafasındaki başlıktan yalnızca yeşil gözlerini görebiliyordu. Kendisine meydan okuyan gözler…

İşaret verilince karşılaşma başladı. Yazel zırhlı adama doğru koştu ve kılıcını yandan savurdu. Zırhının içinde oldukça iri görünen adam bu hamleden kolayca sıyrıldı. Çocuk ne kadar uğraşsa da yeşil gözlü adam saldırılardan sıyrılmayı başarıyordu. Zırha rağmen adamın bu kadar rahat hareket edebilmesi Yazel’i şaşırtmıştı. Zırhlı, Yazel’in her saldırısından kurtulmayı başardığında kalabalıktan hayret nidaları yükseliyordu. Yazel, artık sabırsızlanmaya başlamıştı ve kalabalığı görmezden gelerek bir süre öylece bekleyip sakinleşmeye çalıştı. Çoktan terlemiş ve gözleri terden yanmaya başlamıştı. Kolunun tersiyle alnını sildi ve hızlanan soluğunu düzenlemeye çalıştı. Ancak hızlı dövüşürse rakibini alt edebileceğini biliyordu. Zırhlıya doğru hızla koşarken kılıcını adamın karın bölgesine doğru savurdu. Adam bir adım yana sıçrayıp bundan kolayca kurtuldu. Bunu bekleyen Yazel hiç duraksamadan bir topuğu üzerinde hızla ters dönüp adamın diğer tarafına kılıcını savurdu. Bu defa zırhı çizmesine ramak kalmıştı. Adamın toparlanmasına fırsat vermeden bir panter çevikliği ile havaya sıçradı. İki eliyle tepesinde tuttuğu kılıcın, aşağı bakan ucunu adamın göğsüne doğru indirdi. Adam geri çekilse de zırhta ince, uzun bir çizik oluştu. 


3. bölüm devam edecek...


28 Mart 2021 Pazar

Savaş Çığırtkanı - 2.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 2

 

İkinci Aşama Sınavı-Butah

 

Güneş, ışıltısını yeryüzüne yayarken beyaz bulutlar gökte yer yer kümelenmişti. Bir kartal engin sonsuzlukta süzülürken kanatları arasından yansıyan güneş ışınları Serenay’ ın yüzüne zarif gölgeler düşürüyordu. Uzandığı yeşil çimenler Serenay’ ın burnunda hoş bir koku bırakırken gözleri kartalın ihtişamla açılıp kapanan kanatlarında geziniyordu. Bir gürültü koptuğunda daldığı manzaradan hızla sıyrıldı.  Erkek kardeşi Yazel, ağaçtan atlamıştı. Kendini tutamayarak bağırdı:

“Ne yapıyorsun? Ödümü patlattın! Düştüğünü sandım.”

“Sana ikinci aşama sınavı hakkında soru sordum, sense beni duymuyorsun,” dedi Yazel.

“Dikkat çekmek için yapmayacağın şey yok.”

Açıkçası Yazel ablasının tepkisini pek umursamadı. Şu anki tek derdi önünde bir duvar misali dikilen aşılması zor sınavdı.  Daldan kopardığı bir yaprağın sapını çiğnemeye başladı.

“Hangi okula gideceğini kendi yeteneklerin gösterecek,” dedi Serenay bıkkınlık içerisinde.

“Sen de biliyorsun ki ben sadece savaş okuluna yazılmak istiyorum. Hazırlanmam ve geçmem için bana yardım etmelisin.”

“Sana yardım etsem bile bu geçebileceğin anlamına gelmez.”

“Yine de yardım etmeni istiyorum,” dedi Yazel ısrarla.

“Peki, o halde çalışmalara yarın erkenden başlarız. Artık eve dönmemiz gerek. Burada fazlasıyla oyalandığımızdan annem yine çılgına dönmüş olmalı.”

Kuşların uğrak yeri olan yemyeşil tepeden aşağıya doğru yürümeye başladılar. Dağın zirvesinden başlayan bir dere kıvrıla kıvrıla aşağı iniyordu. Engebeli alan pek çok patika ile bölünmüştü.

Upuzun, kumral saçları Serenay hızlıca yürürken arkasında dalgalanıyordu. Neredeyse yere değecek kadar uzun kloş eteği yürüdüğü sırada çalılara takılıp duruyordu. Serenay bir ay önce yirmi yaşına girmişti. Tek kardeşi olan Yazel ise ondan sekiz yaş küçüktü. Yazel’in ela gözleri tıpatıp ablasınınki gibiydi. Fiziksel olarak birbirlerine çok fazla benziyorlardı.

Serenay on iki yaşındayken annesinin karşı çıkmasına rağmen savaş okuluna kayıt olmuştu. Zorlu eğitimlerden geçmiş ve birkaç kez ölümden dönmüştü. Altı yıllık eğitim süreci ona çok şey katmıştı. İki yıl önce mezun olmuş olmasına rağmen sürekli eğitimlerine devam ederdi.

Şehir sınırlarının dışında, bir dağ eteğinde, temiz havayla iç içe yaşıyorlardı. Serenay gözünü alan güneş ışınları nedeniyle bir elini yüzüne siper ederek aşağıya, yaşadıkları kulübeye baktı. Kulübenin arka tarafında geyiklerin bakımı ile ilgilendikleri bir ahır vardı. Şehir dışında yaşadıkları için, geyik sahibi olmak onlar için bir zorunluluk haline gelmişti. Kestikleri kurumuş ağaçları geyiklerin çektiği kızaklarla eve taşırlardı.

Anne Beyaz, bahçede çamaşırları asmakla meşguldü. İpe astığı çamaşırların mis gibi kokusunu içine çekti. O sırada tepeden inen çocuklarını fark edince öfkeyle kaşlarını çattı. Kendisi sabahtan beri evi çekip çevirirken onlar dolaştığı için öfkelenmişti. İşini bırakıp elini beline attı: “Yine benden gizli kaçmışsınız.”

Kadın onlara söylendiğinde kardeşler çiti geçip bahçeye girdi. Serenay tartışmak istemediği için annesinden hemen özür dileyip yemek pişirmek için içeriye girdi. Beyaz ise bir süre daha söylenmeye devam etti:

“Sen nasıl bir kızsın böyle? Senin yaşındakiler evlenip yuva kuruyor. Seni bıraksak savaş okuluna tekrar döneceksin. Şu küçük de sana çekmiş zaten.”

“Benim hayallerim büyük anne ve bunu kabullensen iyi olacak,” dedi oğlan somurtarak.

“Hayalmiş. Ne hayali? Savaş sanatını öğreneceksin de ne olacak? Bir gün savaş çıkarsa sizi yollayacaklar.”

“Anne, hiç anlamıyorsun. Savaş okuluna girmek kahramanlık yolunda atılan ilk adımdır.” Yazel bunları söylerken kendiyle gurur duyuyordu.

“Hadi oradan. Boş konuşmayı bırak da babanın unuttuğu şu alet torbasını dükkâna götür,” dedi kadın yarı öfkeli halde. Ardından oğlunun eline torbayı tutuşturdu. Yazel homurdanarak evden ayrıldı. Annesi her zamanki gibi onu anlamama konusunda inat ediyordu. Ona göre ilim okulunu tercih etmeliydi. Ancak oradan mezun olursa geleceği parlak olabilirmiş.

Yazel kerpiç evleri geçip şehre adımını attığında insan sayısı gözle görülecek derecede arttı. Çocuk ağır adımlarla ilerlerken dalgın halde elindeki torbayı ileri geri sallıyordu. Annesinin fikirlerini değiştirebilmeyi ne de çok isterdi.

Beyaz, doğduğundan beri bembeyaz, kıvırcık saçlara sahipti. Lakabı olan Beyaz’ı uzun yıllar önce adı gibi benimsemişti. Gerçek adını pek hatırlayan da yoktu zaten. Kadın kırklı yaşlarının başında, hafif toplu ve düzgün yüz hatlarına sahip biriydi. İnatçı yapısı ile zaman zaman çevresindekileri çileden çıkarabiliyordu.

Yazel, babası Karan ile birlikte eve döndüğünde akşam olmak üzereydi. Herkes bahçedeki yemek masasının etrafında toplanmıştı. Tavuk çorbasının üstünde duman tütüyordu. Tepelerin ardında batmak üzere olan güneşin kızıllığı dört bir yanı sarmıştı. İzlenmeye doyum olmayacak bu manzara bile Karan’ın dikkatini çekmeye yetmiyordu. O kadar yorgun hissediyordu ki bir an önce yemeği yiyip rahatça yatağına uzanmak istiyordu. Her gün yarım saat şehre yürüyor ve dükkanda çalışıyordu. Kırklı yaşlarında olmasına rağmen daha genç gösteriyordu. Yeşil gözleri yosun renginden bir parça daha açıktı. Hızlıca yemeğini yiyip masadan kalktı. Gün, yoğun şekilde çalışan insanlar için çabuk biterdi.

Ertesi sabah Yazel erkenden kalktı. Ahşap dolaptan bir gömlek ve pantolon çıkarıp hızla üstünü değiştirdi. Çalışma masası her zamanki gibi henüz okunmamış kitaplarla doluydu. İç sıkıntısı ile gözlerini devirip sarı renkli odadan dışarı attı kendini. Ablasının odasına koştu.

“Abla hadi kalk. Söz vermiştin.”

“Tamam, hazırlanıp geliyorum” dedi uykulu ses.

Ahır pek dayanıklı sayılmazdı, yenilenmesi gerekiyordu. Ancak bir süre daha idare edebilirdi. Serenay ahıra gelince etrafa saçılan hayvan yemlerini topladı, geyiklerin bitmek üzere olan suyunu doldurdu. Yazel ise heyecan içinde geyikleri izliyordu. İkisi uzun süredir ahırda yaşamasına rağmen, birisi yeni getirilmişti ve biraz hırçındı.

“İçlerinden birini seçmen gerekecek,” dedi Serenay.

Geyiklerden biri oldukça iri, çatal boynuzları da uzun ve sivriydi. Aynı zamanda içlerindeki en saldırgan geyikti. Onu zapt etmek biraz zordu. Bir diğeri zayıftı fakat hız kabiliyeti çoğu geyiğin ötesindeydi. Sadece ağır yükleri taşımakta zorlanırdı. Sonuncu geyik ise hafif toplu ama çok güçlüydü. Yazel daha önce hiçbiri ile tek başına yolculuk yapmamıştı. Elini uzatıp bir şeyler yemekle meşgul olan üçüncü geyiğin başını okşadı. Serenay öncelikle birincinin bağlarını çözdü ve onu ahırdan dışarıya çıkardı. Hayvan şimdiden huysuzlanmaya başlamıştı. Serenay, Yazel’in kaygılandığını gözlerinden okuyabiliyordu: “Korkmana gerek yok. Biraz zorluk çıkarır ama sana alıştığında sakinleşecektir. Hadi şimdi bin bakalım,” dedi sevecen bir ses tonuyla.

Serenay kardeşini ikna etmeye çalışırken bir yandan da geyiği yatıştırmaya çalışıyordu. Sakinleşen geyik sessizce beklemeye başladı.

“İşte böyle, aferin sana,” dedi Serenay geyiğin burnuna bir öpücük kondurarak.

Yazel, tereddüt içerisinde öne doğru birkaç adım attı. Serenay’ın yardımı ile geyiğin üstüne çıkmayı başardığında korkusunu atmaya çalışıyordu. Sanki bunu sezmişçesine hareketlenen geyik neredeyse Yazel’i düşürüyordu. Yazel ani bir refleksle kendini öne atıp sıkıca tutundu geyiğin boynuna. Kısa bir süreliğine geyik sakinleşene kadar pozisyonunu bozmadı. Serenay ise yüzünde anlayışlı bir gülümseme ile kardeşine bakıyordu.

“Şu karşıdaki dev ağacı görüyorsun değil mi? Onun etrafında dolanıp buraya geleceksin.”

“Tamam, başlıyorum öyleyse,” dedi heyecanlanan Yazel.

Şimdi geyiğin üstünde doğrulmuş ve hazır bir halde bekliyordu. Tahmininden de erken adapte olmaya başlamıştı. Ayaklarını açtı ve geyiğin gövdesine yavaşça vurdu. Geyik anında hızlandı ve hedefe doğru koşmaya başladı. Ağaca giden yol biraz engebeli olduğu için Yazel birkaç kez geyiğin üstünden düşme tehlikesi atlattı. Geyik sekerek ilerliyordu ve üstünde durmak oldukça zordu. Az sonra ağacın etrafından dönüp aksi yönde ilerlemeye başladılar. Yazel düşmemek için o kadar sıkmıştı ki kendini kan ter içinde kalmıştı. Bitiş noktasına yaklaştıklarında hâkimiyetini yitirdi ve kendini bir anda yerde buldu. Serenay, yerde sırt üstü yatan Yazel’i elinden tutup kaldırdı. Yazel üstünü başını silkeledi. Ardından ikinci geyiği ve üçüncüyü de denedi. İkisinde de başarılı bir şekilde bitiş yerine vardı.

“Şimdi söyle bakalım hangisine bindiğinde daha rahat hissettin?” dedi Serenay.

“Kesinlikle son bindiğimde daha rahattım. Biraz hantal gibi görünmesine rağmen hızı ve gücü yerindeydi.”

“Pekâlâ, bundan sonra bu geyiğin bakımı sana ait. Bana şimdiden pes ettiğini söylemeyeceksin değil mi” dedi Yazel’in asılan suratını fark edince.

Yazel hemen başını sağa sola salladı. “Tamam, hallederim. Ne kadar zor olabilir ki?”

Kısa süre sonra eve döndüklerinde çay demlenmiş, ekmekler pişirilmişti. Serenay çayları doldururken Karan aceleyle kahvaltı yapmaya başladı. Biraz daha uyuyabilmek için geç kalkar ve her gün aceleyle evden çıkardı.

“Biraz da erken kalkıp doğru düzgün yapsan şu kahvaltını,” diye söylendi Beyaz.

“Tamam, yarın erken kalkmaya çalışırım.”

“Bunu her zaman söylüyorsun ama hiçbir gün vaktinde kalktığını görmedim.”

Karan son lokmasını da ağzına atıp masadan kalktı. Beyaz' ın şikayetlerine çok alıştığı için artık aldırmıyordu dediklerine. “Görüşürüz hayatım,” dedi evden ayrılırken.

Yazel sonraki günlerde de çalışmaya devam etti. Bir gün ablası onu evden oldukça uzakta bulunan bir dağ eteğine götürdü. Diğer yerlerin aksine burası çoraktı. Rüzgâr hâkimiyetini ilan etmişçesine sertçe esiyordu. Yazel zor da olsa burada saatlerce geyik üstünde alıştırmalar yaptı. Güneşin yakıcı ışınları ve rüzgârın hırçın darbeleri yüzünden yüzü kızarmıştı. Birkaç gün içinde en azından geyiği istediği gibi yönlendirebilmeyi ve dilediği anda durdurabilmeyi öğrenmişti. Serenay, kardeşinin başını okşadı.

“Aferin. Bence şimdilik bu kadar çalışma yeter. Bundan sonra atıcılık ve kılıç kullanımı konusuna ağırlık vermelisin. Tüm bunlardan sınava tabi tutulacaksın ve yeteneklerine göre puan alacaksın. Eğer puan ortalaman belli seviyenin üstünde olursa sınavı geçtin demektir. Zorlandığın anda da kalbine kulak ver.”

“Elimden geleni yapacağım merak etme abla.”

“İyi bakalım, düş önüme hadi.”

Yorgun bir şekilde eve doğru yola çıktılar. Yürüdükleri patika oldukça ıssızdı. Bir saattir iki üç kişiden başka kimseye rastlamamışlardı. Rastladıkları kişiler de Karta Şehri’nden av için gelmiş kişilerdi. Giyim kuşamlarına bakılırsa pek varlıklı sayılmazlardı. Ellerinde ok, mızrak, hançer gibi silahlar vardı. Karta’dan gelen bazı insanlar dağlardaki hayvanları avlar, sonra şehre inip satarlardı. İnsanların geçimlerini sağlamak için seçtiği türlü yollardan sadece biriydi avcılık. Eve vardıklarında Beyaz bahçeden geyiklerden biri ile çıkıyordu. Kızağa bir sürü kereste yüklemişti.

“Ben babanızın yanına gidiyorum. Yazel, Aztek seni yanına çağırıyormuş.”

“Ne yapacakmış ki beni?” diye sordu Yazel. O kadar yorgundu ki hiçbir yere gidecek hali yoktu.

“Ne bileyim oğlum, git öğren. İşim başımdan aşkın zaten. Hadi beraber çıkalım. Serenay akşam için yemek hazırlamak da sana kaldı. Ben babanla birlikte dönerim artık.”

“Tamam, anne.”

Anne oğul yola düştükten yaklaşık kırk beş dakika sonra Karta’daki dükkâna vardılar. O sırada Karan birkaç müşterisi ile ilgileniyordu. Birisi yemek masası takımı yaptırmak istiyordu. Bir diğeri de ahşap bir sandık için gelmişti. Müşteriler hem yapılan işten memnun olduğu hem de şehirdeki tek marangoz olduğu için Karan’ın işleri hep yoğun olurdu. Son yıllarda para biriktiren Karan ahırı büyütmeyi ve birkaç at ile küçükbaş hayvan almayı da planlıyordu.

Müşteriler taburede oturmuş kendi aralarında muhabbet ederken Karan dışarıda bekleyen eşi ile yükleri indirmeye başladı. Yazel ise Aztek’e uğramak için çoktan oradan ayrılmıştı. Adamın evine vardığında kapıyı çaldı. Elli yaşlarındaki adam kapıyı açtı. Kocaman çerçeveli gözlükleri gözlerini olduğundan iri gösteriyordu. Saçının neredeyse yarısı dökülmüştü. Buna karşılık dinç bir görünümü vardı. Yazel’i görünce geniş bir gülümseme yerleşti yüzüne.

“Sen miydin? Geç içeri, sana anlatacaklarım var.”

Yazel adamın arkasında içeriye girdi. Üst kattaki misafir odasına çıktılar. Aztek burada eşi Hezel, iki oğlu ve bir de kızıyla yaşardı. Beş kişi için ev oldukça büyüktü.

“Aztek Amca benimle ne konuşmak istiyorsun?” diye sordu Yazel sabırsızlanarak.

“Duydum ki savaş okuluna girmek için hazırlık yapıyormuşsun. Sana yardımcı olmak istedim.”

“Gerçekten mi? Eğer yardımcı olursan sana minnettar kalırım.”

“Benim büyük oğlan Elbruz da oradan mezun oldu. Elbette okurken pek çok zorlukla karşılaştı. Eee, savaş sanatını öğrenmek ve pratiğe dökmek o kadar kolay olmuyor.”

Yazel adamın ona ne gibi bir yardımda bulunacağını merak ederken Aztek yerinden kalktı ve odadan çıktı. Çocuk hiç kımıldamadan sert koltukta oturdu. Birkaç dakika sonra Aztek elinde bir bezle geldi. Sonra da bezi açıp içindeki hançeri çıkardı. Hançer normal büyüklükteydi ve kabzasına ilginç bir motif işlenmişti. Yazel kalkıp yakından baktığında bunun bir geyik motifi olduğunu gördü. Geyik, Butah’ın sembollerinden biriydi. Ancak Yazel bu hançerin kendisine yararının ne olacağını anlayamadı. Ondaki şaşkın bakışları fark eden Aztek açıklamaya başladı.

“Bu hançer diğerlerine benzemez, özel şekilde üretilmiştir. Hedefi tutturma oranı diğerlerinin çok üstündedir. Kabzasının detayları da kullanımı oldukça kolaylaştırıyor.” Aztek daha sonra kalın parmağını hançerin keskin yüzeyinde gezdirdi. “Ve çok keskindir, dikkatli kullanmalısın,” dedi gülümseyerek.

Aztek hançeri gözlerini ondan alamayan çocuğa uzattı. Yazel bir süre hançeri elinde evirip çevirdikten sonra adamın yanına oturdu. “Bu, gerçekten olağanüstü bir şey. Hem çok hafif hem de kullanışlı. Bana verdiğin için teşekkür ederim Aztek Amca.” Yazel’in heyecanı gözlerine ve sesine yansımıştı.

“Evde boş boş duracağına birinin işine yarasın bari,” dedi Aztek gülerek.

Yazel oradan ayrılıp dükkâna doğru yürüdü. Şehir bugün oldukça kalabalıktı. İnsanlar alışveriş yapıyor ve tarihi yerleri geziyordu. Kerpiç ve ahşap evlerin art arda sıralanmasıyla oluşmuş sokaklar artık şehre dar gelmeye başlamıştı. Meydana giden yollar ise daha genişti. Halk günlerinde herkes meydanda toplanır ve değişik merasimlere katılırdı.

Aztek’in verdiği hançeri görünce Karan sevinmiş, Beyaz ise somurtmuştu.  “Bunun için mi çağırmış yani seni?” dedi kadın. Yazel heyecanla konuştu: “Bu inanılmaz bir şey. Bir an önce eve gidip atış çalışmalarına başlamalıyım.”

Karan ise hançeri oğlundan alıp merakla inceledi bir süre. Parmağını hançerin kabartmalı kabzasında dolaştırdı. Karan bu tarz silahlara çok meraklıydı. “Vay, sen Aztek’e bak. Kaç yıldır arkadaşız bana elinde böyle bir şey olduğundan bahsetmemişti,” dedi Karan hayranlık içinde ve hançeri tekrar oğluna uzattı. Dükkânı kapatıp eve vardıklarında hava kararmak üzereydi.

Ertesi sabah Serenay ve Yazel ellerinde sepetlerle evden ayrıldı. Sadece yılın belli aylarında yetişen ve pek çok derde deva bitkileri toplamanın vakti gelmişti. Yazel hançerini, Serenay da yay ve sadağını aldı yanına. Bitki toplama işinden sonra ağaçlıklı bir alanda atış yapacaklardı. Sepetlerin birinde de azık vardı. Eve ancak akşamüstü dönebilirlerdi.

Serenay şalvar tarzında kahverengi bir altlık ve üstüne de krem bir gömlek giymişti. Topuz yaptığı saçlarının üstüne bir örtü bağlamıştı. Kardeşinin boyu ancak omzuna geliyordu. Yazel yaşıtlarına göre biraz kısaydı.

Renk renk çiçeklerin kokusu dalga dalga yayılmaya başlamıştı. İki kardeş çiçek tarlalarını aşıp daha yukarı kesimlere çıktı. Serenay sevdiği mor ve kırmızı renklerdeki çiçeklerden bir kısmını toplayıp kokladı ve sepete attı. Birkaç dakika sonra yere çömelmiş gerekli olan bitkileri toplamaya başlamışlardı. Bazı bitkilerin sadece yapraklarını topluyorlardı. Bazılarının ise sapları gerekiyordu. Saplar genelde kaynatılır ve içilirdi. Hazımsızlığa ve zehirlenmelere iyi geldiği bilinen bir şeydi. Yapraklar ise ezilir ve merhem kıvamına getirilirdi. Bu, çok da derin olmayan yaraların iyileşmesini sağlardı.

“Abla bunlar birbirine benziyor. Hangisini toplayacaktım ben?” dedi Yazel bezgin bir halde.

“İşte, şu alt kısmı kahverengiye dönmüş bitkileri toplayacaksın,” dedi Serenay elindeki küçük bir bıçakla bitkiyi sapından keserek.

Tüm sepetler dolunca, bir şeyler yediler. Yemeğin ardından Serenay nişan alabileceği bir ağaç aradı. Ağaçlardan biri kıpkırmızı elma doluydu. Serenay arka arkaya nişan alıp okları fırlattı. Havada ıslık çalarak ilerleyen her ok bir elmaya saplandı. Serenay’ın hiç ıskalamaması Yazel’i şaşırtmıştı:

“Sen gerçekten yeteneklisin.”

“Sen de elindeki hançer ile elmaları düşürmeyi dene,” dedi Serenay.

Yazel nefesini tutarak nişan aldı ve hançeri fırlattı. Keskin hançer elmayı tam ortadan ikiye böldüğünde ise Yazel’in ağzı açık kaldı. Önce bunun bir tesadüf olabileceğini düşündü. Daha sonra birkaç kez daha hançeri fırlattı ve her defasında elmalar ikiye bölünüp yere düştü. Hançer hakkında söylenenler sadece bir abartı değildi anlaşılan. Bunu fark eden Yazel’in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Serenay ise bundan hoşlanmadığı için Yazel’e kendi hançerini uzattı.

“Bir de bununla dene. Günün birinde onu kaybedebilirsin. Bu yüzden başka bir hançer ile atışlarını geliştirmelisin,” dedi Serenay yumuşak bir ses tonuyla.

Yazel ablasının uzattığı kısa saplı hançeri aldı. Kabzasını sıkıca kavrayıp yukarıdaki elmalara doğru fırlattı. Hançer hedef aldığı elmanın yirmi santim kadar yukarısından geçti. Bir sonraki atışında ise yirmi beş santim sağından geçti. Yazel’in suratının asıldığını gören Serenay onu teselli etmeye çalıştı.

“Elinden geleni yaparsan daha iyi nişan almaya başlayacaksın. Sana güveniyorum. İlk başladığımda ben daha kötüydüm, inan bana.”

“Peki, anlıyorum. Hadi devam edelim o zaman,” dedi morali az da olsa yerine gelen Yazel.

 

25 Mart 2021 Perşembe

Savaş Çığırtkanı-1.Bölüm Sonu (Roman)


 

Rüzgâr hızını artırınca Saraç istemsizce ürperdi. Tepedeki kara bulutlar iyice yoğunlaşırken huzuru da kaçmaya başlamıştı. Meguan’ dan gelen misafirinin kurumaya yüz tutmuş, oradan oraya uçuşan saçları da sinirini bozmuyor değildi. Saraç ne arada bu kadar gerildiğini düşünüp sakinleşmeye zorladı kendini. Bulutlardan bir damla yanağına düştüğünde istemsizce burnundan sert bir soluk verdi. Şu karmaşık durumun içine bir de yağmur eklenmesi son isteyeceği şeydi.

Dazzap’ ın asi adamının sakin kalabilmesi artık mümkün görünmüyordu. Öfkeyle yumruğunu masaya vurunca kuru gül yaprakları etrafa saçıldı. Melankolik hale iyice bürünmüş Cender ise ağrıyan başına masaj yapmakla meşguldü. Canova dostunu sakinleştirmeye çalışsa da fayda etmedi. Zorkan diğer elindeki bardağı sıktı ve bardak paramparça oldu. Nar suyu etrafa saçıldı, masanın üstü cam kırıklarıyla doldu. Zorkan elinden akan kana aldırmadı bile. Lider Saraç kendi ev sahipliğinde böyle bir şey yapılmasını saygısızlık olarak görse de sesini çıkaramadı. Nutku tutulmuş halde Zorkan’ ı izlemeye devam etti. Lazinka ise önündeki duran buz gibi suyu içip kendine gelmeye çalıştı. Karşılık vermemek için kendini zor tutuyordu. Dazzaplı şimdi ayağa kalkmış ve herkese meydan okuyordu.

“Çeşitli ithamlarla saygınlığımı yitirmemi amaçlıyorsunuz. Eğer yersiz suçlamalarınıza devam ederseniz ben de elimden geleni ardıma koymam!”

Deniz mavisi gözleri adeta öfkeyle fokurduyordu. Havadaki gerilim üst seviyeye çıkmıştı ve toplantıyı izleyen yardımcılar arasında da bir hareketlenme olmuştu. Herkes kendi liderine yapılacak yanlış bir hareket ihtimaline karşı silahıyla tetikte bekliyordu. Ortamın bir an sessizliğe bürünmesinden yararlanan Lider Canova yatıştırıcı bir ses tonu ile konuşmaya başladı.

“Şimdi bütün bunları bir kenara bırakalım. Yanlış anlaşılmalardan ötürü boş yere vaktimizi harcamayalım. Benim değinmek istediğim mühim bir mevzu var.”

“Peki, sizi dinliyoruz Lider Canova. Aramızdaki en büyük lider olarak sözlerinize saygı duyduğumuzu bilirsiniz,” dedi Melmor’un lideri.

Zorkan ise onun samimiyetine zerre kadar inanmıyordu. Kaşları öfke ile çatılmıştı. Yavaşça yerine oturdu. Lider Canova’nın onu takip eden gözlerinde bir rahatlama belirdi ve kafasındakilere odaklanarak konuşmasını sürdürdü.

“Öncelikle sizlere şunu hatırlatmak istiyorum. Yıllar önce, altı liderin aynı anda gördüğü bir rüya vardı. Onlardan birisi benim dedemdi ve diğer dört tanesi de sizlerin dedesiydi,” dedi diğer dört lidere bakarak.

Şimdiki liderlerden sadece Lider Alaz, o rüyayı görmüş olanlardan birinin torunu değildi. Libmons yüz yıl önce kurulmuş olmasına rağmen çok güçlü bir devlet olamamıştı. Ta ki 6. Liderler Savaşı’nda bir devlet çökene kadar. Çöken devletin yerine Libmons seçilmişti. “Şimdiye kadar bu rüyanın gerçek olabileceğine inanmamıştım ama bazı alametler gerçekleşmeye başladığı için artık bunu kabullenmemiz gerektiğini düşünüyorum,” diye devam etti Butahlı.

Liderlerden bir kısmı bunu çok iyi bildiğini gösterircesine başını salladı. Bir kısmı ise gözlerini kısmış, bahsi geçen rüyayı hatırlamaya çalışıyordu.

“Lider Canova, isterseniz rüyayı ayrıntıları ile anlatıp hepimizin hatırlamasına yardımcı olun,” dedi Saraç.

“Dedelerimizden her biri rüyasında tek başına bir ormanda yürüyormuş. Ormanın orta kısmında küçük bir göl varmış. Tüm liderler bir süre sonra orada birbirleri ile karşılaşıp sessizce gölü izlemeye başlamışlar. Gölde bir takım görüntüler belirmeye başlamış. Görüntülere göre uzun sürecek bir barış döneminin ardından bazı ülkelerde iç karışıklıklar çıkmış. Liderler birbirlerine olan inancını yitirmiş ve kendi başlarına hareket etmeye başlamış. Sonra görüntüler karışmış, bulanıklaşmış. Zaman bazen hızını artırırken bazen yavaşlıyormuş. Aynı anda farklı dönemlere ait görüntüler belirip kayboluyormuş. Bu durumun ne ile ilgili olabileceğini hala çözebilmiş değilim. Sonra da son liderler savaşı olacak olan 7. Liderler Savaşı çıkmış,” dedi ve diğerlerinin tepkisini görebilmek için bekledi.

“Son savaş derken ne kastedilmiş olabilir sizce?” dedi sarışın lider şiir okuyormuşçasına.

“Bence bu iki anlama gelebilir. Ya savaşlar sonsuza kadar bitecek ve kalıcı barış dönemine girilecek ya da insanlar artık savaşamayacak kadar bile kötü bir durumla karşı karşıya kalacaklar.”

“İkinci ihtimalin olacağını varsayarsak tüm insanların yok olacağını mı düşünüyorsunuz?” dedi az önceki lider.

“Bir bakıma öyle de denebilir. Maalesef insanlar yaşadığı sürece savaşlar da yaşar. Yine de bu ihtimali düşünmek istemiyorum,” diye ekledi Canova.

“Geçtiğimiz dönemlerde liderler arasında altı kez büyük savaş çıktı ve son çıkan savaştan aramızda bulunan tek kişi Lider Canova’dır. Savaşların yıkıcılığını ve toplumları nasıl geri dönülmez yollara soktuğunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden Lider Canova gibi ben de savaşa karşı önlem almamız gerektiğini düşünüyorum,” dedi Saraç.

“Bir rüyaya inanıp da alacağımız kararların güvenilir olmasını nasıl beklersiniz?” diye sordu Galnas’ın lideri.

Sesinde biraz aşağılayıcı bir ton vardı ve Lider Canova bunu dikkate almadı. Liderler arasında her zaman kendini beğenmiş ve sadece kendi düşüncelerinin doğru olduğunu savunan kişiler çıkardı. Canova yıllardır edindiği tecrübe neticesinde artık bu tür insanları kafasına takmamayı ve sabretmeyi öğrenmişti.

“Başka çare var mı sizce? Bu rüya bir kehanet ve bizim ona inanmamız gerekiyor,” dedi Cender ısrar ederek.

“Bence bütün bunlar saçmalıktan öteye gitmiyor. Bir rüyanın ardına düşecek kadar küçülmedik henüz. Çözüm bulalım dediniz, dinledim sizi. Fakat sadece hayal kırıklığına uğradığımı belirtmeliyim. Savaşı hiç birimiz istemeyiz elbette. Fakat geçmişte görülen bir rüyaya göre gidişatımızı belirleyemeyiz,” dedi Alaz öfkeyle.

“Buna inanmamanızın altında rüyayı gören kişilerden birinin sizin dedeniz olmaması mı var acaba?” dedi Cender iğneleyici bir şekilde.

“Bu şekilde itham edilmeyi hak etmiyorum Lider Cender. Konuştuklarınıza dikkat ederseniz bu her iki ülkenin de selametine olur,” dedi öfkelenen Alaz.

İki lider de öfkeli bakışlarını bir diğerine yönlendirmişti. Bu durumdan en çok Lider Canova bunalmıştı. Çok önemli bir konuda ikazda bulunuyordu ve bunun yeterince dikkate alınmaması canını sıkmıştı. İçinden bir ses hiç olmadığı kadar bu rüyanın bir kehanet olduğunu ve başlarına çok dert açılacağını söylüyordu.

“Lider Alaz beni tehdit ettiğinizin farkında mısınız? Bir lidere hiç yakışmayacak…”

O anda ortalık bembeyaz bir sisle kaplandığı için Lider Cender konuşmasını yarıda kesti. Liderler şaşkınlıkla ayağa kalkmış etrafa bakınıyordu. Birkaç saniye içinde göz gözü görmez olmuştu.

“Neler oluyor böyle?” diye söylendi Lazinka bir şeyler görebilme umuduyla gözlerini kısarak.

“Bu durum hiç tekin görünmüyor. Hemen toplantı alanını terk edelim,” dedi Cender endişeli bir şekilde.

Liderler el yordamı ile kendilerini çok geniş bir alana yayılmış olan sisin dışına atmaya çalıştı. Lider Zorkan ise kurdun, kendisini gelecek herhangi bir tehlikeye karşı uyardığını hatırlamıştı.  Olacakları görmek için bir süre yerinde beklemeye karar verdi ve o anda sisin içinde maskeli birisinin koştuğunu fark etti. Ani bir hareketle hançerini ona savurdu ama hançer maskelinin kolunu sıyırıp geçti. Zorkan hiç beklemeden ardından koşunca maskeli ona küçük bir bıçak fırlattı. Bıçak Lider Zorkan’ın karnına isabet etti. Yaşadığı bir anlık şaşkınlık liderin maskeli adamı gözden kaçırmasına sebep oldu. Zorkan' ın zırhlı gömleğine hiçbir zarar verememişti bıçak. Daha fazla oyalanmadan kendini sisin dışına attı. Yardımcılarıyla konuşmaya başladı.

“Hayır, efendim hiçbir şey görmedik. Sisin nasıl oluştuğunu anlamadık,” dedi yardımcısı, Lider Zorkan’a.

Kurtlar ulumaya başlamıştı, geyikler ise kaçıp kurtulmak için çırpınıyordu. Ters giden bir şeyler vardı ve bunun sebebini kimse bilmiyordu.

“Kurtlar gergin görünüyor. Buna her kim sebep olduysa toplantıyı sabote etmek istemiş, çok açık,” dedi Zorkan.

Her bir liderin etrafında yardımcıları toplanmıştı. Butah ülkesinin yardımcılardan birkaçı endişe içinde Saraç’ın yanına koştu. İçlerinden birisi öfkeli şekilde lidere seslendi.

“Lider Saraç, Lider Canova hâlâ ortaya çıkmadı. Eğer liderimizin başına bir şey gelmişse bundan siz sorumlu olursunuz.”

Bu, Canova' nın en yakın yardımcılarından olan Şeyad’dan başkası değildi. Elindeki hançeriyle her an bir dövüşe girmeye hazır gibiydi. Lider Saraç olanlardan ötürü şaşkınlık içindeydi. Tehditkâr şekilde karşısına dikilen kişiyi anlayışla karşıladı. Şeyad’ın üstüne yürümeye hazırlanan Karay’ı bir el hareketi ile uzaklaştırdı.

“Sakin ol genç adam. Adamlarım her şeyi kontrol altında tutuyor. Liderinizin başına kötü bir şey gelmiş olamaz,” dedi Saraç ve adamlarına hemen gerekenin yapılmasını emretti.

Az önce yoğun sisin içine dalan Butahlı yardımcılar şimdi birisini taşıyarak çıkıyorlardı. Ağır yaralanan ve bilinci kapalıydı kişi Butah’ın lideriydi. Karşılaşılan manzara herkesi şok etmişti. Lider Canova’nın kaftanı kan içinde kalmıştı ve yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Sağlık alanında görevli birkaç kişi hemen lidere müdahale etti. Anlaşıldığı üzere Lider Canova tam kalbine bir hançer darbesi almıştı. Artık yapabilecek bir şey kalmamıştı lider için.

Lider Canova’nın ölümü yardımcılarının yıkımına neden olmuştu. Kimisi ağıt yakmaya, kimisi de tehditler savurmaya başlamıştı. Üzüntü içinde cesedin başına toplanıp sessizliğini koruyanlar da vardı. Ev sahibi lider donup kalmıştı. Daha toplantı başlamadan içine kötü bir his doğmuştu ama bu kadar da kötüsünü tahmin edemezdi. Şimdi diğerleri tarafından suçlanacak, belki de Butah ve onun yandaşı ülkeler Melmor’ a savaş açacaktı. Saraç ayakları üzerinde zor duruyordu. İlk şoku atlatan liderler birbirlerine şüpheyle bakmaya başlamıştı.

“Olacak şey değil. Can güvenliğimiz risk altında burada,” diye söylendi Cender yanındaki uzun adama.

“Liderim merak buyurmayınız ben varken size kimse bir şey yapamaz.”

Orta yaşlardaki adamın gür sesi ve samimiyeti lideri gülümsetti. Yardımcısı biraz saf olsa da yeterince güçlü ve hassas biriydi.

“Sağol,” dedi lider minnettar bir şekilde.   

Daha fazla dayanamayan Zorkan ise gözü dönmüş bir halde Saraç’ın üstüne yürüdü. Tüm gücüyle ona yumruğunu geçirmek üzereyken bir kalkan tarafından durduruldu. Karay atik bir hareketle Lider Saraç’ın önüne geçmiş ve sağ omzuna siper ettiği kalkanla Lider Zorkan’ ın saldırısını durdurmuştu. Saldırının şiddetinden Karay’ın ayakları toprak zeminde geriye sürüklenmişti. Lider Zorkan’ın yumruğu o kadar güçlüydü ki daha önce birkaç düşmanının ölümüne sebep olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçekti.

“Buna nasıl cüret edersin?” diye bağırdı Zorkan gök gürültüsünü andıran sesiyle.

“Lider Zorkan geri çekilin, yoksa sizinle dövüşmek zorunda kalacağım. Lider Saraç’a, hem de kendi ülkesinde bu şekilde hakaret edemezsiniz,” dedi Karay oldukça ciddi bir şekilde.

“Lütfen sakin olun Lider Zorkan. Benim bu olanlarla en ufak bir ilgim bile yok. Birileri acımasız bir tuzak kurmuş. Amaçlarının bizi birbirimize düşürmek olduğu çok belli değil mi?” dediğinde Saraç’ın sesi yaşadığı şoktan titriyordu. Yüzünden aşağı ter akarken, öfkeli liderin zor da olsa geri adım atmasıyla rahatladı. Zorkan maskeliyi hatırlayınca daha sakin şekilde konuşmasını sürdürdü.

“Lidere saldıran maskeli bir adamdı. Kolundan yaraladığım o kişiyi hemen bulup ortaya çıkarın o halde. Maalesef ki ben elimden kaçırdım. Bunu her kim yapmışsa, suç ortakları ile birlikte hesabı görülecek. Bu, affedilmez bir suçtur.

Cender' in bakışları Zorkan’a kenetlenmişti. Bu vakitten sonra onun neler yapabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Böyle birinin aklından ne geçtiğini bilmeyi çok isterdi. Cender gibi kayıtsız bir insanın bile sinirleri gerilmişti. Bakışları telaş ortamından kopup gökyüzüne kaydığında birkaç kartalın süzüldüğünü gördü. “Kartallar savaş kokusu aldıkları diyarlarda gezer derler,” dedi sakin şekilde.  Yardımcısı sessizce başıyla onayladı. Yağmur damlaları artmaya başladığında lider yüz kaslarının gevşediğini hissetti.

Havadaki gerginlik, herkesin arasına adeta bir duvar örmüştü. Gruplar arasında fısıltılar yükselmeye başlamıştı. Bugün yaşanan olay kısa sürede tüm dünya tarafından öğrenilecekti.

Lazinka ve Alaz ise müdahale edip etmemek konusunda kararsız kalmıştı. Zorkan’ın şu an öfkesine hâkim olamayacağını biliyorlardı. Konuşmak için ortalığın bir süre yatışmasını bekleyeceklerdi. Lider Canova’nın yardımcıları birkaç dakika kendi aralarında görüşüp bir karara vardılar. Şeyad kararı iletmek için tekrar Lider Saraç’ın karşısına çıktı.

“Siz ya da başka biri, her kim yaptıysa bunu araştıracağız. Emin olmadan birinin cezasını kesmek istemiyoruz. Şunu da bilin ki suçlu ortaya çıkarsa hiç düşünmeden savaş açacağımız kesindir,” dedi üzüntü ve öfke içinde. Sonra da bir cevap beklemeden diğerlerinin arasına katıldı. Zorkan da Butahlılara suçluların bulunması için her şekilde yardımcı olacağına dair söz verdi. Şeyad ona teşekkür etti ve onun gibi bir liderle iş birliği yapmaktan gurur duyacaklarını söyledi.

Şeyad ve diğerleri kısa sürede hazırlıklarını tamamlayıp liderlerinin cesedi ile birlikte Butah’ın yoluna düştüler. Onların önceliği bir an önce ülkelerine varıp, liderleri için son görevlerini yerine getirmekti. Yolculuk uzun süreceği için cenaze konusunda gerekli tedbirler alınmıştı. Butah halkının hemen ardından Zorkan da Melmor’dan ayrılmıştı. Lider Saraç’ın son durumu görüşmek üzere toplanmaları yönündeki teklifini geri çevirmiş, artık kimseye güvenemeyeceğini söylemişti.

Bir anlaşmaya varamayacağını düşünen diğer liderler de toplantıyı bırakıp ülkelerine dönme kararı aldı. Ortalık yatışırsa uygun görülen bir zamanda tekrar Melmor’da toplanacaklardı. Lider Saraç tüm liderleri uğurladıktan sonra, sanki bir anda onlarca yıl yaşlanmış gibi yerine çöktü. Başı gerçekten büyük dertteydi ve şimdilik yapabileceği bir şey yoktu. Karay çekingen bir halde yanına yaklaştı.

“Efendim, kendinizi bunlarla üzmeyiniz. Sizi aklamak için elimizden geleni yapacağız. Bugün yaşananlar hepimizi şoka uğrattı. Liderler arasında en değer verdiğiniz Lider Canova öldürüldü. Bu da tüm dikkatleri sizin üzerinize çekmek için yapılmış bir oyundur. Şu anda liderlerden kime güvenebileceğimizi bilmiyoruz. Siz de lütfen dikkatli olun.”

Saraç derin bir nefes aldı. Kendisini o kadar yorgun hissediyordu ki yapmak istediği tek şey uyumaktı. Canova’nın son hali gözünün önünden gitmiyordu. Bunun sonu nereye varacaktı acaba? Eğer Melmor savaşa sürüklenirlerse bundan kim kazanç sağlayacaktı? 

“Beni düşündüğün için minnettarım Karay ama olanlar ortada. Bir süre hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Bugün biraz dinlenmem gerek. Bu mevzuları yarın daha sakin kafayla görüşelim.”

“Efendim, kötü görünüyorsunuz. Size eşlik etmemi ister misiniz?”

“Evet, iyi olacak sanırım. Başım da biraz ağrıyor. Bu arada suçlu her kimse fazla uzaklaşmış olamaz. Yerde ya da gökte her neredeyse bulun onu.”

“Emredersiniz efendim!”

Karay koluna girdi ve yürümesinde ona yardımcı oldu. Saraya vardıklarında lider odasına geçti hemen. Karısının onu çaresizce teselli etmekten başka yapabileceği şey yoktu. Lider eşinin sözleriyle bir parça olsun huzur buldu. Bir müddet sonra uykuya daldı.

23 Mart 2021 Salı

Savaş Çığırtkanı- 1.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 1




Liderler Toplantısı-Melmor

Yıl: 1825

 

Lider Saraç bu yılki liderler toplantısının ev sahipliğini yapacaktı. Her zamanki soğukkanlı duruşunun aksine bugün biraz telaşlı görünüyordu. Her yıl yaşanan gergin toplantılar onun için bir eziyetten farksızdı. Hatta babasının yerine liderlik tahtına geçtiğinden beri bu işten nefret ediyordu. Bir kardeşe sahip olmadığı için de kendisine bir seçenek bırakılmamıştı.

Lider Saraç kömür karası gözleriyle, az önce vardığı toplantı alanını incelemeye başladı. Tüm hazırlıkları bitirmiş olmanın verdiği rahatlık ile özel işlemeli koltuğuna oturdu. Liderin üzerinde alev motiflerinden oluşmuş kırmızı bir kaftan vardı. Kahverengi, düz saçlarını atkuyruğu yapmıştı. İnsanda hayranlık uyandırabilecek derecede asil bir görünüme sahipti.

“Toplantı hemen bitse de şu can sıkıcı durumdan kurtulsam,” diye mırıldandı.

“Bir şey mi emrettiniz efendim?” dedi liderin sadık adamı.

Saraç başını sağa sola sallamakla yetindi. Kafası toplantının nasıl geçeceğine takılmıştı. Her toplantıda mutlaka sinirler gerilirdi. Lider Saraç son birkaç yıldaki toplantıların daha da şiddetli geçmesinden artık barış döneminin bitebileceğini düşünüyordu.

Toplantıya katılacak liderler ekonomik ve askeri açıdan güçlü ülkelerin liderlerinden oluşuyordu. Bu yüzden eline aldığı üstünlüğü kaybetmek istemeyen ülkeler arasında çekişmeler sık sık yaşanırdı. Bu zamana kadar sadece bir ülke üstünlüğünü kaybetmişti. O da ağır bir yenilgi ile 6. Liderler Savaşı’nda, iki farklı ülkeye –Tora ve Teulon- ayrılarak haritadan silinmişti. O zamandan bu yana bazen ipler kopma noktasına geldiyse de herhangi bir savaş patlak vermemişti.

Saraç bütün bunları düşünürken sadık adamı Karay karşısına geçip hafifçe eğildi: “Liderimiz, emrettiğiniz gibi, sınırlarda karşıladığımız tüm liderler güvenli bir şekilde yol alıyorlar. Yakında her biri burada olacak.”

“Tamam, o halde savaşçılara bildirin, güvenlik önlemlerini sıkı tutsunlar. Hislerim bana bugün pek de tekin şeyler olmayacağını söylüyor. En azından Melmor sınırları içinde kimsenin başına bir şey gelmesini istemiyorum. Şimdilik gidebilirsin.”

“Anlaşıldı efendim.” Karay bir kez daha eğilip hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

Toplantı alanı denizin yakınında, boş bir arazide kurulmuştu. Daire oluşturacak şekilde fidanlar dikilmişti. Her bir fidanın ortasına bağlanan kurdeleler eğim yaparak masanın etrafındaki direklere uzanıyordu. Ahşap masanın üstüne serpiştirilmiş kuru gül yaprakları görsel bir ziyafet sunuyordu. Özel olarak imal edilmiş kristal bardak ve sürahiler, gümüş tabaklar ve çeşitli yiyecekler vardı. Lider Saraç’a göre kusursuz bir ziyafet olacaktı bu.

Deniz biraz dalgalı ve hava kapalıydı. Kara bulutlar zehrini saçmak istercesine Melmor'un üstünü kaplamıştı. Melmor gibi sıcak bir ülkede yılın büyük bir çoğunluğu güneşli geçerdi. Tam da toplantı gününde böyle bir hava lideri huzursuz etmişti. Toplantı alanının batı kanadında, içinde çeşitli çiçekleri barındıran bir sıra dağ uzanıyordu. Dağın eteğinde birkaç küçük, sevimli kulübe vardı. Çeşitli türden ağaçlar zirveye doğru sıklaşıyordu. İç karartıcı bulutlar sanki dağın zirvesinde özellikle toplanmış gibiydi.

“İşte geliyorlar,” dedi yardımcılarından biri.

Saraç derin bir nefes aldıktan sonra konuklarını karşılayacağı ağaçlık alana kadar yürüdü. Bir süre sonra tozu dumana katmış halde yol alan bir grup göründü. Lider gözlerini kısıp baktı dikkatlice. Melmor’un askerlerinin eşliğinde ilk gelen Dazzap ülkesinden Lider Zorkan’dı. Devasa, mavimtırak tüylü kurdun üstünde ihtişamlı görünüyordu. İri yapısı ve sert görünümü ile dikkatleri çeken biriydi. Zorkan, tüylerine hafifçe asıldığında hırçın görünümlü kurt aniden durdu. Ardından lider büyük bir soğukkanlılıkla kurdun üstünden indi ve muhatabına döndü. Kılıcını hızlıca çekip kabzasından tuttu ve toprağa sapladı: “Ülkem Dazzap’ın ay kadar parlak ve kurtlar kadar asil selamını Melmor’a iletmekten ötürü büyük kıvanç duyarım.

“Melmor’a ilettiğiniz selamı kabul ediyor ve toplantımıza iştirak ederek bizi onurlandırdığınız için teşekkürlerimizi iletiyoruz,” dedi Saraç yüzüne zorla bir gülümseme kondururken.

Lider Zorkan kılıcını topraktan çekip tekrar kınına koydu ve az önce üstünden indiği kurdun başını okşadı. İnsanlar hayvanları ile eğer göz temasında bulunuyorsa bu onların sessiz bir iletişime geçtikleri anlamına geliyordu. Herkeste var olmayan bir yetenekti bu. Zorkan on saniye kadar kurdun gözlerine baktığında huzursuz olmuştu. Belli etmese de gözleriyle etrafı taramayı ihmal etmedi. Saraç kurtların her şeyi algılayabildiğini, havadaki tehlikeyi sezebildiğini biliyordu. Bu yüzden misafirinin az önceki tavrı onu meraklandırmıştı ve elinde olmayarak sordu.

“Bir sorun mu var Lider Zorkan?”

“Hayır, bilmeniz gereken bir şey yok Lider Saraç,” dedi soğuk bir sesle.

Saraç bu yanıt üzerine sinirlense de bir şey söylemedi ve misafirine oturacağı yere kadar eşlik etti. Masaya doğru sert adımlarla ilerleyen Zorkan hiç de dost canlısı görünmüyordu. Kurtlarınkiyle aynı mavi gözlere sahipti. İnsanın tüylerini diken diken eden bakışı nedeniyle çoğu insan gözlerine direk bakmaktan çekinirdi. Soğuk bir bölgeden geldiği için kıyafetleri diğer liderlerinkine nazaran kalın olurdu. Gür sakalları vardı, saçını da hep bir kalpak kapatırdı.

Zorkan’ın yanında gelmiş olan yardımcıları onu geride, kurtların yanında bekliyordu. Lider Saraç kurtlardan hiç haz etmezdi ama şimdiye kadar hiçbirinin insanlara saldırdığını görmemişti. Yine de onlar çok yakınındayken ürpermekten kendini alamıyordu ve eğer kurtlar bir saldırıya kalkışırsa adamlarına onları öldürme emrini vermişti. Bu aynı zamanda Zorkan ve diğer liderlerle de konuşulup alınmış bir karardı. Zaten o karardan beri Zorkan daha da soğuk davranıyordu.

Melmor’un atlı birlikleri bu kez Butah’tan Lider Canova ile göründü. Besili ve oldukça hızlı geyiklerin üstünde Lider Canova’nın da diğer gösterişli liderden pek aşağı kalır yanı yoktu. Canova atik bir hareketle geyikten atladı. Sonra elini geyiğin başına koydu ve aynı şekilde göz temasında bulundu. Sadece birkaç saniye süren bu iletişimden sonra ağır adımlarıyla Lider Saraç’a doğru yürüdü. Gülümseyerek ona bakıyordu. Onun bu cana yakın tavırlarını Saraç hep takdir etmişti. Lider Canova liderler arasında en saygı gören kişiydi. O da diğer liderle aynı şekilde kılıcını toprağa saplayarak selam verdi.

“Ülkem Butah’ın dağ kadar haşmetli ve doğa kadar cömert selamını Melmor’a iletmekten mutluluk duyarım,” dedi içtenlikle.

“Melmor selamınızı kabul eder ve gelişinizle bizi onurlandırdığınız için teşekkürü borç bilir,” dedi Saraç gülümseyerek ve gözleri istemsizce Canova’nın ellerine gitti. İki elinin de ortasında derin kesik izi vardı. Saraç daha önce merak edip bu yaraları nasıl aldığını sorduğunda Canova bir cevap vermekten kaçınmıştı.

Canova gruptaki en iri yapılı ve yaşça en büyük liderdi. Deneyimi nedeniyle gerektiğinde toplantılarda sükûneti sağlayabiliyor ve liderlerin uzlaşmalarına katkıda bulunabiliyordu. Üstünde yeşil desenleri olan beyaz bir kaftan vardı. Saçları kırlaşmaya başlamış ve yer yer dökülmüştü. Çıkan hafif bir meltemle birlikte masaya doğru yürüdü ve Zorkan ile selamlaşıp yerine geçti.

“Bugün hava umduğumdan daha kapalı,” dedi Canova gözleriyle gökyüzünü tararken.

“Benim geldiğim yerde hava her gün kapalıdır,” dedi Zorkan gülümseyerek.

“Her şey göz alıcı görünüyor değil mi?” diye devam etti sözlerine Canova.

“Her şey abartılmış sadece,” dedi Zorkan.

Canova bunun üzerine gülümsemesini gizleyemedi. Yakın dostu her zamanki gibi huysuzdu. Onun bu davranışlarına uzun zaman önce alışmıştı. “Yapma ama Lider Saraç bizleri memnun etmek için elinden geleni yapmış. Açıkçası etkilendiğimi söyleyebilirim ve geleneksel yemeklerin tadına bakmak için de can atıyorum,” dedi Canova ellerini masaya koyarak.

İki lider daha fazla sohbet edebilme imkânı bulamadan bir borazan sesi işitildi. Bu ses Melmor’un su birliklerinin önemli bir gelişmeyi haber verdiğini gösteriyordu. Anlaşılan toplantıya teşrif edecek sıradaki lider Meguan’dan geliyordu. Meguan ve Melmor arasında koca bir okyanus vardı. Bu yüzden Meguan’ın lideri tehlikeli olmasına rağmen daima okyanusu aşmayı tercih ederdi. Lider Saraç konuğunu karşılamak üzere denize doğru ilerledi. Bir yandan da masada oturan diğer iki lideri gözlüyordu.

Lider Cender ufak, bembeyaz bir balinanın sırtında suya bata çıka ve dalgaları yararak ilerliyordu. Bu ıslak buluşma kimsenin hoşuna gitmezdi. Gemi kullanmak yerine Cender’den başkası böyle anlamsız bir yolu seçmezdi. Onun hediyeleri ve yardımcıları bir gemide, arkadan gelirdi. Cender birkaç dakika içinde kıyıya adımını attı. Balina ise dalgalar arasında gözden kayboldu.

Bir süre kendine gelmeyi bekleyen Cender kafasına yapışmış, beline kadar uzanan sarı saçlarını geriye attı ve yürüdüğü yerde bir çamur deryası bırakarak Saraç’ın yanına gitti. Islak elini, deniz dalgaları deseninden oluşan masmavi kaftanına silerek belindeki kılıcı çıkardı ve toprağa sapladı. Kılıcın sapından aşağıya akan su damlalarına tiksintiyle baktı Saraç. Cender'in sesi diğer liderlere göre çok melodik çıkıyordu.

“Ülkem Meguan’ın okyanus kadar tutkulu ve bir şiir kadar ahenkli selamını size iletmekten kıvanç duyarım.”

“Melmor selamınızı içtenlikle kabul eder. Gelişinizle bizi onurlandırdığınız için teşekkürü bir borç biliriz.”

Cender gülümseyerek masaya doğru ilerledi. Ne düşündüğünü belli etmeyen biriydi. Kimse onun hangi liderle samimi hangisiyle mesafeli olduğunu pek anlayamazdı. Çünkü zamanında samimi gibi göründüğü bir lidere karşı çıktığı ya da düşmanca davrandığı bir lideri desteklediği de olmuştu. Saraç, onu biraz kaçık buluyordu. Nasıl olup da böyle birinin lider olarak seçilebildiğine anlam veremiyordu.

Lider Cender masaya geçtiği sırada kendine özgü selamını verdi. Sağ avuç içini dudağına bastırıp, ardından elini yumruk yapıp kalbinin üstüne koydu. Cender’in sağ avucunda, çocukluğundan kalma bir kızgın demir izi vardı. Ülkesinde bir gelenek olan bu iz dört yapraklı yonca şeklindeydi ve bu ize sahip olan herkesin şanslı olacağına inanılırdı.

“Her zamanki gibi fark yaratıyorsunuz Lider Cender,” dedi Butah’ın lideri gülümseyerek.

“Teveccühünüz, Lider Canova.”

Ardından Galnas’ın lideri Lider Lazinka ve Libmons’un lideri Lider Alaz toplantı alanına vardı. Lider Lazinka dörtnala koşan kara atının üstünde, Lider Alaz ise bir kaplan eşliğinde gelmişti. Kaplanlar o kadar uysal görünüyordu ki insanlar onlardan korkmamaya başlamıştı. Her iki lider de diğerleri gibi Melmor’u selamladı.

Galnas köklü bir tarihe sahipti. Galnas’ın liderleri hep hırslı ve cüretkâr olmuşlardır. Lazinka yaş bakımından Lider Canova’dan sonra geliyordu. Kırk üç yaşındaydı ve saçında hala hiçbir beyazlık yoktu. Tepesi hariç saçının diğer kısımlarını kazıtırdı. Galnas’ın liderleri için bu bir gelenek haline gelmişti. Lider Lazinka’nın beyaz kaftanında siyah bir at deseni vardı.

Lider Alaz yirmi sekiz yaşındaydı ve en genç liderdi. Genç olması nedeniyle çok sabırsızdı ve kolay öfkelenirdi. Buna rağmen zeki biriydi. Kırmızı ve siyah renklerden oluşan bir kaftan giymişti. Bıraktığı sakal ve sürmeli gözleri onu olduğundan daha büyük gösteriyordu.

Herkes masanın etrafında yerini aldığında Lider Saraç açılış konuşmasını yapmak üzere ayağa kalktı. Ciddi bir ifade takınarak masadakilerle göz temasında bulundu. Zorkan’ı hızla geçti, zira ona karşı olan olumsuz hislerini açığa vurmak istemiyordu. Onun soğuk ve küçümseyici bakışlarını görmezden geldi. Toplantı alanının dışında bekleyenler meraklı gözlerle liderleri izliyordu. Bekleyişleri her zaman gergin geçerdi. Çünkü bazen liderler arasındaki tartışma büyür kavgaya dönüşürdü. O zaman yardımcılar liderlere zarar vermeden olaya müdahale etmek zorunda kalırdı.

“Bugün burada, 56. Liderler Toplantısı’nı gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz. Ülkelerimiz için en iyi kararları alacağımız ve verimli bir görüşme gerçekleştireceğimiz temennisindeyim. Lider Zorkan, Lider Canova, Lider Cender, Lider Lazinka ve Lider Alaz’ın huzurunda toplantıyı başlatıyorum.”

Açılışın ardından liderler ülkelerine has sembollerini taşıyan mühürleri bir parşömene bastı. Sonra yemeğe geçildi. Mutfak işleriyle uğraşan birkaç genç adam içecekleri bardaklara doldurup, yemekleri servis etti. Özel sosla birlikte servis edilen kuzu kızartmasını kimse geri çevirememişti. Yemek faslı bittiğinde verdiği büyük ziyafet nedeniyle tüm liderler Saraç’a minnetlerini iletti. Yemek sonrasında konuşmaya ilk başlayan Lazinka oldu.

“Son yıllarda ülkeler arasındaki gerilimin giderek arttığı ortada. Ticaret konusunda çizilen kesin sınırlar ve alınan katı kurallar da bu durumu olumsuz etkilemekte. Demek istiyorum ki huzurlu bir ortamda yol almak istiyorsak önce güven tazelemeliyiz. Güven olmazsa barış da olmaz. Zaten son yüz elli yılda savaş ya da gerginlikler yüzünden çok az toplantı yapılabilmiş. Gerilimden kazanç sağlayan ülkeleri bir kenara koysak bile bazı ülkeler birbirlerini kışkırtma konusunda adeta yarış içindeler. Tek temennim artık tüm liderlerin daha sağduyulu olmasıdır.”

“Kim kimi kışkırtıyormuş merak ettim doğrusu. Daha geçenlerde Tora’nın ileri gelenleri ile gizli bir ticari ortaklık yaptığınızı bilmeyen mi kaldı? Bunun sebebi geleceğinizi garantiye almak için yakın bir zamanda Tora gibi gelişmemiş bir ülkeyi işgal etmek mi? Hem şu da bilinen bir gerçek ki savaşlar öyle basit kışkırtmalar neticesinde çıkmaz. Her savaşın ardında önceden çizilmiş gizli planlar vardır,” dedi Zorkan soğuk bir tavırla.

Lazinka’nın gözleri öfkeyle kısıldı. Zorkan’ın her zamanki çıkışlarından nefret ediyordu. Şu vakte kadar tahammül sınırlarını zorlayan başka biri daha olmamıştı. Sert şekilde sözlerini sürdürdü.

“Tora sadece basit bir iş ilişkisi içinde olduğumuz bir ülkedir. Bunu herkes farklı şekilde algılayabilir anlıyorum ama gereğinden fazla konuyu saptırmamanızı öneririm. Dediğim gibi en önemli şey güvendir. Birbirimize güvenmeyi öğrenmeliyiz. Böylece aramızdaki gereksiz mesafe ve anlaşmazlıklar kalkacaktır.”

“Güven kolay kazanılmaz Lider Lazinka ve sadece hak edene verilir. Herkes ilk adımı başkalarından bekliyor. Doğru, dediğiniz gibi bazı ülkeler basit iş ortaklığı adı altında diğerlerine ayrıcalık tanıyor olabilir ama bunun altından ne çıkacağını asla bilemeyiz. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir,” dedi Zorkan muhatabını süzerek.

“Liderler, bir çözüm bulmak için buradayız, gerilimi artırmayalım lütfen” dedi Canova düşünceli bir halde.

“Dünyada dengeler alt üst oldu. Son yıllarda nedense ülkelerimizde iç karışıklıklar boy göstermeye başladı. Liderler elinde olmayan sebeplerden dolayı yanlış kararlar alabiliyor. Hiçbir liderin diğer ülkelerdeki iç karışıklıktan yararlanıp da aniden bir meydan savaşı çıkarmasını istemeyiz,” dedi Alaz gergin bir ses tonuyla.

Bu sözler ortamın biraz daha gerilmesine neden olmuştu. Lider Zorkan kesinlikle bu görüşlere katılmıyordu. Zaten Alaz ve Lazinka arasında göründüğünden daha büyük bir çıkar ilişkisi olduğunu biliyordu. Kendi kusurlarını örtbas etmek için sivri dillerini başkalarına uzatacaklardı elbette. Ev sahibi araya girdi: “Lider Alaz bu konuda haklıdır. Bence öncelikle tüm liderler kendi iç işlerini düzeltmeye çalışsın. Kulağımıza doğru ya da yanlış bir sürü şey geliyor. Muhtemel bir savaşa karşı gereğinden fazla hazırlık yapılması gibi.”

“Belki de bunlar kendi gerçeklerinizi saklamak için çarpıttığınız sözlerdir. Eğer kanıtınız varsa açıkça söyleyin kabahatin kimde olduğunu. Ortaya laf atıp da geriye çekilmek yakışık almaz,” dedi Cender sakin bir ses tonuyla.

Lider Saraç sakin görünmeye çalışsa da Lider Cender’e öfkelendiğini herkes görebiliyordu. Bir yumruğu masanın üstünde sıkılı halde duruyordu. Sesini kontrol etmeye çalışarak konuştu. “Biz burada varsayımlardan bahsediyoruz. Ortada bir şeylerin döndüğü kesin ki halk arasında bile pek çok haber dilden dile dolaşmaya başlamış. Buraya gerçekleri ortaya çıkarmaya geldik.”

“Neyin doğru olduğuna kim, nasıl karar verecek peki? Savaş hazırlıkları zaten her ülkenin yaptığı bir şey. İnsanın ülkesini korumak için önlem alması kadar doğal bir şey yoktur,” diye araya girdi Zorkan.

“Ben derim ki aramızdan olmayan diğer devletler de bu karışıklığa sebep oluyor. Kendileri güç kazanabilmek adına içimizden bazılarını harcamak niyetindeler. Kimsenin oyununa gelmeyelim, bu sadece aramızdaki bağı zedeler,” dedi Alaz gergin bir şekilde.

“Ne zamandır aramızda bir bağ var acaba?” dedi Cender kendi kendine konuşuyormuşçasına.

“Kimsenin birilerinin oyununa geldiği yok!” dedi Zorkan. Lazinka daha sert bir şekilde konuşmasını sürdürdü: “Lider Zorkan sessiz kalırsanız sevinirim. Burada akıllıca bir karar almaya çalışıyoruz. Eleştirileri kabullenemeyecek kişinin bu toplantıda işi yoktur!”


1.bölüm devam edecek...


Bir Karakter Meselesi 20 (Mikasa Ackerman)

 Çok sevdiğim kadın karakterlerden biri, Attack on Titan animesindeki Mikasa'dan bahsedeceğim.  Çocukken yaşadığı bir felaketin ardından...