28 Şubat 2022 Pazartesi

Natsume Yuujinchou 5. ve 6. Sezon

 


 Yayınlanmış olan tüm sezonları tamamlamış olarak karşınızdayım. Sezon aralarındaki özel bölümleri de izledim. Devam sezonu bir an önce gelse iyi olur, kaç yıl geçmiş aradan. Üstteki video altıncı sezon açılış müziğidir. Tüm müzikleri harika ya. :)

 Bu iki sezon üçüncü ve dördüncü sezon kadar dramatik değildi ama farklı karakterlere dair bilgiler öğrendiğimiz için merak uyandırıcıydı. Tabii bazı konularda daha fazla aydınlanmak isterdim. Gelecek sezonda İnşallah gizemler iyice açığa çıkar. Mesela şu kediyi merak ediyorum, her şeyi biliyor da gizliyor gibi bir tavrı var. Natsume' ye bağlılığının altından daha derin bir şey çıkacak mı merak ediyorum. Büyükanne Reiko hakkında yine kafamızda soru işaretleri kaldı. Dedeyi de merak ediyorum, kimmiş neymiş görelim artık. Natori (hareketli dövmesi olan) karakteri de bayağı ilginç işleniyor. Tam bu çok iyi diyorsun öyle bir laf ediyor ki sonra şüpheleniyorsun, sonra yine iyi olduğuna karar veriyorsun. Mangaka sanki işin içine gizem katmak için karakteri biraz tutarsız göstermeye çalışmış. :) 

  Youkai hikayeleri yine güzeldi ama bir iki bölüm biraz gereksiz geldi bana. Animenin sevimli atmosferi yine devam ediyor. Natsume' nin okulundaki arkadaşlarını daha bir sevdim. Natsume' nin sırrını bilmediklerinden garip tavırlarına rağmen onu kabullenmiş olmaları güzel detaylardı. Eskiden olsa Natsume' ye rüya gibi gelecek, inanamayacağı kadar güzel ve normal bir hayatı şu an yaşıyor olması da çok iyi aktarılmış. Fazla nazik olması bazen çıtkırıldım görünmesine neden oluyor ama seviyoruz koca yürekli Natsume' yi. :) Yine yardımdan yardıma koşuyor. Gece izinsiz evine gelip parti yapan youkai arkadaşları da ayrı bir olay. Ne zaman başı sıkışsa Natsume' ye yardım eden biri hep çıkıyor, insan ya da youkai. Çok severek izlediğim, unutulmaz animelerden biri oldu benim için. :) 

 Yedinci sezon nasıl olacak bilmiyorum ama biraz daha farklı, heyecanlı olaylar görsek güzel olur. Bölümler birbiriyle daha bağlantılı olabilir. Bekleyip göreceğiz artık. :) Güzel birkaç gif seçtim, farklı sezonlara ait. (Gifler Google görsellerden alıntıdır.)








Güzel bir videoyla veda ediyorum. :) 




27 Şubat 2022 Pazar

BCP Şubat- Riyâ / Deli



 

 Bu ayın konusu İnce kitap, kısa film/diziydi. Bu vesile ile elimde olan ince kitapları seçip okudum.


Riyâ ve Korunma Yolları

 Kitap 127 sayfadan oluşuyor. Riya nedir, neler riyaya girer, bundan nasıl sakınabiliriz konularına yer verilmiş. Çeşitli örneklerle ve hadislerle konunun daha net anlaşılması sağlanıyor. Kitap, riya konusunu kişinin sadece Allah' ın  rızasını gözetmek yerine dünyalık çıkarlar için (ne kadar iyi insan desinler diye, şöhret için vb.) amel etmesi olarak ele alıyor. Birkaç alıntıya yer vereceğim.

 "Çünkü nefis, dünyalık birçok lezzetten alıkonulduğunda rahatı ve lezzeti elde edebileceği bir yer bulur bulmaz dünyevî rahatı elde etmek adına hemen dinden kurtulmak için onunla mücadele etmeye başlar."

 "Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder: Allah Teâlâ kıyamet günü amelleriyle gösteriş yapanlara şöyle buyurur: "Gidin ve kendileri için amel yaptıklarınıza bakın bakalım yanlarında bir karşılık bulabilecek misiniz?" "


 Deli 

 Halil Cibran' ın ilk kez bir kitabını okudum. Kitap 67 sayfa ve kısa öykü tarzında yazılardan oluşuyor. Ders verici, güzel yanları olsa da bazılarını pek anlamadım. :) Anlatım gücüne hayran kaldım yazarın ve hayal dünyasına. Alıntılara geçeyim.

 "Kendini gün ışığında gördüğün zamanlar, benim gecelerimdir; tepelerin üstünde dans eden öğle vakti ve vadileri aşan mor gölge hakkında konuştuğum zaman bile; çünkü sen ne benim karanlığımın ezgilerini duyabilirsin, ne de yıldızlara karşı çırptığım kanatlarımı görebilirsin ve ben de senin işitmeni ya da görmeni hiç istemem. Geceyle yalnız kalmak tek arzumdur benim."

"Hayır, sen bana benzemiyorsun, ey Deli!; çünkü sen hala yürürken arkana bakıyorsun kumda bıraktığın ayak izlerini görebilmek adına."  

"Ve mutluluğum doğduğunda onu kucağıma aldım ve çatıya çıkıp avazım çıktığı kadar haykırdım, "Koşun, komşular, gelin de görün, çünkü bugün içime Mutluluk doğdu. Gelin de güneşin altında gülen bu sevinç dolu şeyi görün.

 Ancak ben büyük bir şaşkınlığa uğradım çünkü hiç kimse mutluluğumu görmeye gelmedi."

25 Şubat 2022 Cuma

Uyuyan Melanet- 10.Bölüm Final (Duygu&Undine)

 


“Bize güçlü bir ışık kaynağı lazım,” dedi Yılkan.

“Bu nasıl olacak?” diye merakla sordu Zeynep.

“Nerede bulacağımızı biliyorum, gidelim.”

Zeynep hiç sorgulamadan söyleneni yaptı. İkisi koşarak alandan uzaklaşırken Uğur onların peşine mi takılsa kalsa mı emin değildi. Melanet kazanacak olursa başı derde girebilirdi, en azından şimdilik Zeynep kurtulmuştu.

Tüm gücünü dövüşe veren melanetin insanlar üzerindeki etkisi kalkmıştı. Bu onu daha da hırslandırıyordu. Amacına ulaşmasına ramak kala hakimiyetini bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Gölgeler de pes etmemişti, onu şimdi durduramazlarsa bir daha hiç yapamayacaklarını biliyorlardı. Bir kez daha ellerini toprağa vurdular, bu kez bir ağaç benzeri bir gövde yerden yükseldi. Dallar salınıp uzandı, melanetin boynuna dolandı. Melanet hiddetle karşılık verdi, dalları birer birer koparıp attı, ardından gölgelerin üzerine koşup bir hamleyle hepsini savurdu. Bedeni tekrar karanlık bir sise dönmeye başlıyordu. Gölgeleri ancak tamamen karanlığa dönerse yenebilirdi. Dönüşümü tamamlanmak üzereyken aniden her yeri beyaz ışık kapladı. Adeta kör olan varlık donup kaldı. Işık zerreleri her yanını sarmış, bedenini yakıyordu. Üzerine su dökülmüş ateş gibi hızla güç kaybediyordu. “Hayır!”

Yılkan ile Zeynep büyük spot lambaları getirmiş, uzun kablolar aracılığıyla ışıkları yakmışlardı. Gece, açık havada düğün için kasabalının kullandığı lambalardı bunlar. İzin istemeye vakitleri olmadığı için dükkanın camını indirmek zorunda kalmışlardı.

Yılkan ışığın işe yaradığını görünce sevindi. Gözü yavaşça aydınlanmaya başlayan ufuk çizgisindeydi. “Yılkan başardık mı?” diye sordu Zeynep soluk soluğa. O kadar koşmuştu ki nefes almakta zorlanıyordu. “Öyle görünüyor,” dedi Yılkan.

Melanet kendini kaybetmiş halde ileri atıldı, ışık kaynağını yok etmeliydi. Ani saldırı karşısında Yılkan hareket edecek vakit dahi bulamadı. Zeynep üzerlerine gelen kuvvetli esinti nedeniyle melanetin saldırıya geçtiğini anlamıştı. Lambalar patladı ve cam parçaları etrafa yayıldı, kıvılcımlar çıktı. Bir sonraki darbe geldiğinde Uğur kendini siper ederek Zeynep’ in önüne geçti. Melanet geniş bir kavis çizerek vurduğundan hepsini fırlatıp attı. Yere çarpmadan önce gölgeler hepsini yakalamayı başardı. Zeynep sersemlemiş halde usulca yere indirilirken baygın haldeki abisini fark etti. Başı kanayan Uğur’ u yavaşça yere bırakan gölge onun ne durumda olduğundan pek emin değildi.

Yılkan da ucuz atlatmıştı, sadece omzunu incitmişti. “Onlar iyi mi?” diye bağırdı gölgelere. “Kız iyi,” dedi Zeynep’ in başındaki gölge. “Bunun durumu kötü görünüyor,” dedi Uğur’ u işaret eden.

Gölgelerden biri hücum için haykırınca hepsi birden yeni saldırıya geçti. Onları endişe ile izleyen Yılkan bir an önce savaşın bitmesini umuyordu. Güneşin bir kısmı dağların arasında belirmeye başlamıştı. Havanın aydınlanması ile melanet iyice güç kaybetmeye başladı. Az önceki ışığın etkisinden tam olarak kurtulamadığı için harabeye vaktinde geri çekilmek aklına gelmemişti. Dönmek istediğinde gölgeler onu engelledi, şimdi tamamen esir olmuş durumdaydı.

Gölgelerden biri onu tamamen yok etmek için kalbine müdahale etmesi gerektiğini söyledi. Bir parça ışık gerekiyordu sadece, bunu da melanetin etkisine girmemiş saf bir kalpten bulabilirdi. Yılkan gölgenin fikrini duyunca şaşkın halde Zeynep’ e baktı. “Zeynep, gölge senden bir şey istiyor. İzin verir misin?”

“Yapabileceğim bir şeyse...” dedi Zeynep. Bakışlarını abisinden ayıramıyor, kanı durdurmaya çalışıyordu. Yılkan’ ın açıklamasını dinlerken onun lafını böldü. “Tamam, bu kabus bir an önce bitsin istiyorum. Abimi hastaneye yetiştirmeliyiz.”

Zeynep yerini Yılkan’ a bırakarak ayağa kalktı. “Hazırım ben,” dedi sakinliğini korumaya çalışarak. Bir süre sonra bedeninde bir ürperti hissetti. Ürperti fazla sürmeden geldiği hızla geri gidince gözlerini açtı.

Gölge avuçlarında tuttuğu parıltıyla melanete doğru süzüldü. Elini uzatıp ışığı melanetin kalbine yerleştirince varlık çığlık atmaya başladı. Çırpınışları devam ederken karanlık parçalanıp, yok olmaya başladı. Bir anlığına temiz yüzlü bir insan bedeni belirdi, gülümsüyordu. Görüntü kısa sürede toza dönüşerek yok oldu. Gölgeler kendi bedenlerinin de toza dönüşmeye başladığını görünce veda için Yılkan’ ın yanına gitti.

Konuşamayacak durumda olan Yılkan onlara bakarken gözleri buğulanmıştı. Hepsi bir ağızdan konuşuyordu. “Elveda insan dostumuz, elveda Yılkan.”

“Hoşça kalın,” dedi Yılkan birer birer dostlarının yok oluşunu izlerken. Gölgeler tamamen silinip gittiğinde içini kaplayan boşlukla kalakaldı. Kısa süre sonra kendisine geldiğinde Zeynep ile birlikte, kızın ağabeyi Uğur’u hastaneye götürdü.

Kasabanın küçük hastanesindeki doktorlar, ağabeyin durumunun çok da kötü olmadığını söylediler. Yaraları pansuman yapılıp sarıldı. Ancak bu kazaya yol açan şeyin ne olduğu üstünde biraz fazlaca durdular. Zeynep onlara bir yalan uydurmak zorunda kaldı. Melanet gibi bir varlığı onlara anlatamayacakları belliydi.

Genç kız bu olanları düşünürken, bir ara yanı başında duran genç adama baktı. Yılkan ne kadar da yorgun görünüyordu, yüz çizgileri sanki biraz derinleşmişti. Sonra ağabeyi geldi aklına, yaralarının ne kadar zamanda geçeceğini düşündü, elbette bunu tam olarak bilemezdi.

 Zeynep, “Bu olanlara hala anlam veremiyorum,”  dedi. “Melanet yok. Ama onun insanlara verdiği zararlar -abimdeki gibi- duruyor. Üstelik kimselere de anlatamıyoruz,” 

“Hayat garip en nihayetinde,” dedi genç adam siyah gözlerini devirerek.

“Gölgeler de gitti demiştin,” dedi kız, ondaki hüznü hissederek. “Bunu söylemem tuhaf kaçar mı bilmiyorum onları hiç göremedim. Yine de senin kaybın için üzüntülüyüm,” 

Yılkan, bunları söyleyen Zeynep’in gözlerinin içine anlamlı bir şekilde baktı. “Teşekkür ederim,” dedi gülümseyerek.  Kız da kendisine nazikçe gülümsedi. Yanakları hafifçe kızarmıştı da.

Ondan bakışlarını çekip alan genç bir anda ayaklandı. “Eve gidip bizim ihtiyara iyi  olduğumuzu söylesem iyi olacak,” dedi mırıldandı. “Tamamen aklımdan çıkmış.”

“İyi düşündün merak etmişlerdir, o zaman sonra görüşürüz Yılkan.”

“Görüşürüz,” diye yanıtladı kızı. Hastane koridorlarında yürümeye başladı. Hastane kokusunu oldum olası sevmemişti. Gölgeleri düşündü, onları özleyeceğini biliyordu. Gölgeler demişken bir de Zeynep aklına geldi ve ister istemez gülümsedi. Bir insana dostlarından bahsedebilmiş olması onun için değerliydi. Hem sevdiği insanlara sahip olmuştu. Bu yüzden pekala kendisini şanslı sayabilirdi.  “Ben bu dünyada yapayalnız değilim,”  dedi kendi kendine.

 

***

 

Melanetin yeryüzünden silinip gitmesiyle birlikte kasabayı saran kötülük parçalanmıştı. Etki altındaki insanlar özgürlüklerine kavuşmuşlardı. Kasaba belki de bu yüzden güneşin altında çok daha parlak ve temiz bir görünüm sunuyordu. Yemyeşil ağaçlar, vadiler ve duru göller. Her şey büyük uyum içinde gülümsüyor gibiydi.

Köşkte oturan Seher ve Engin, en sonunda çocuklarının başlarına neler geldiğini merak etmeye başladılar. Sabah uyandıkları zaman çocukların nerede olduğunu düşündüler. Kendilerine olanlarıysa pek hatırlayamıyorlardı. Bir kaç gündür uyuşukluk içinde yaşıyorlardı sanki. Zihinlerinin bir bölümü garip ama pusluydu. Daha fazla dayanamayan Seher, “Polise veya jandarmaya gideceğim,” dedi hazırlanmışken. “Çocuklarımız kayıp ama biz burada kös kös oturacak  mıyız yani?”

“Dur, canım! Ben de geliyorum,” dedi adam. Kapıyı açtıkları zaman karşılarında solgun yüzüyle dikilen kızları Zeynep vardı.  Seher ve Engin bir an sevince boğularak onu kollarına aldılar. Sonra ağabeyi Uğur akıllarına geldi. Kızlarının olanları anlatmaya başlamasıyla,  anne babasının jandarmaya gitmesine gerek kalmadı.

Kızları sadece ağabeyin yaralanıp hastaneye kaldırıldığını söylemiş, melanetten özellikle bahsetmek istememişti. Zaten ailesi de şu an için normal hallerine dönmüşe benziyordu. Zeynep anladı ki yaşadıkları kabus bitmişti. Ağabeyinin durumu ise gerçekten iyiydi ama ailesi bir kez endişelenmişti ve onu görmeden içleri rahat etmezdi. Onlar gittiğinde köşkte yalnız kalan kız derin bir nefes aldı. Karanlık elini eteğini insanların üzerinden çekmişti.

Bir saat sonunda köşkten çıkan kız, sokakları doluşturan insanlara özellikle baktı. Yolda çelik çomak oynayan her şeyden habersiz çocuklar, balkonlarda çamaşır seren ve komşularıyla laflayan kadınlar, kahvehanelerde oyunlara dalmış olan yaşlı ve genç erkekler... Kısacası insanlar kendi hallerinde görünüyorlardı. Onları seyretmeye dalan Zeynep gülümsemeden edemedi. Gölgeler yok olmak uğruna bu savaşta insanlara yardım etmişti.

Genç kız şimdi onu, Yılkan’ı, görmek istiyordu. Ona bir şeyler söylemesi gerektiğini hissediyordu. Ağaçların çevrelediği alana girdi. Bir kaç ağaç aştığında bir ev karşısına çıktı. Komşuların garip bakışlarını çektiğini fark etti yine de aldırış etmedi. Yılkan’ın yaşadığı yerdi burası. Genç adamla çocuğu hemen bahçede dikilirken buldu. İsmet, Yılkan’a heyecanla bir şeylerden bahsediyordu.

Zeynep heyecanını bastırmaya çalıştı. Kendisini fark eden  küçük İsmet ise genci çekiştirdi  “Zeynep geldi, bak!” 

Kız mahcup bir şekilde yanlarına vardığında Yılkan’a bakmaktan geri durmadı. Ellerini önünde kavuşturmuştu. Sarı saçları güzelce taranıp salınık bırakılmıştı. Üzerinde ise beyaz, uzun, hoş bir elbise vardı ve kendisine gerçekten yakışmıştı.

Çocuk ise hala kıza dik dik bakıyordu, burnunu kaşıyıp sırıttı. “Bir ziyaret için fazla süslüsün sanki.”  

Zeynep ona cevap vermek yerine çocuğun kızıl saçlarını eliyle bozdu. İsmet, homurdanarak ikisini yalnız bıraktı.

“Aileme haber verdim, abimin yanına gittiler. Ben de seni yeniden görmek için geldim. Çünkü sana bir şey söylemem gerekiyor.” diye mırıldandı kız. “Şimdi söylemezsem sanırım bir daha söylemeye cesaret edemem.” Derin bir nefes alıp gencin siyah gözlerinin içine baktı. Orada samimiyet gördü. Gözleri parıl parıldı ve sıcacık hissettiriyordu. 

Yılkan yüzünün yanmaya başladığını hissetti ama kız konuşsun diye bir şey demeden dinliyordu.  Zeynep, biraz uzun zaman geçmişti ki söyledi. “Ben seni seviyorum.” 

İtirafın getirdiği mahcubiyetle bir süre sessizlik oluştu. Sadece Zeynep değil, Yılkan da utandı. Kızın kendisine olan hislerini en son fark etmişti ama kız söyleyene dek bir şey dememişti. Şimdi bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu. Bunlar, öylesine söylenmiş sözler de olmayacaktı.

“Aslında benim de söylemem gereken şeyler var.” dedi genç adam usulca. “Sen benimle iletişim kurmaktan kaçınmayan nadir insanlardan birisin. Kasabalılar, dikkatini çekmiştir belki, genelde benden korkup kaçarlar. Sen öyle değilsin, bu yüzden beni çok şaşırtmıştın.” Biraz nefeslenen Yılkan, yanakları hafif kızararak devam etti. “Ayrıca Zeynep, bir süredir fark ettim ki durmadan aklıma geliyorsun ve bu beni bilsen nasıl mutlu ediyor. Yanımda olman bana güzel hissettiriyor.” 

“Öyle mi?” dedi genç kız. “Bunları duyduğuma çok sevindim.”

“Aynı hisleri paylaşıyoruz.”

Zeynep kendini tutamayarak Yılkan’ a sarıldı. Genç adam gülümsedi, nazikçe o da sarıldı.

“Yemek hazırmış, usta seni de çağırıyor Zeynep.” İsmet’ in sesi ve imalı bakışı üzerine ikisi hızla birbirinden ayrıldı. Zeynep bulutların üstünde yürüyor gibi hissediyordu. Yavaşça içeri geçerken hep Yılkan’ la olma fikri hayallerini süslüyordu. Masaya geçtiğinde bile onun her hareketini izlemekten kendini alamıyordu. Biliyordu ki Yılkan düşüncelerini kolayca dışarı yansıtmazdı ve az önceki konuşması bile aslında çok şey ifade ediyordu. “Her şey iyiye gidiyor,” diye aklından geçirdi.

Naci yemeğinden birkaç yudum aldı ve sessizliği bozdu. “Yılkan bugün gözlerin parlıyor adeta. Bunu hanım kızımıza mı borçluyuz acaba?”

İsmet kimseye fırsat vermeden araya girdi. “Elbette, ne olacaktı ki? Demin onları....” Yılkan ansızın çocuğun ağzını kapattı. “Bence sen yemeğini ye.” Durumu gören ihtiyar gülmeye başladı.

Vakit geç olduğunda Yılkan Zeynep’ i eve bırakmayı teklif etti. Dolunay manzarası eşliğinde yürürlerken temiz havanın ferahlatıcı etkisi Yılkan’ a iyi gelmişti. Günlerdir süren boğazına yumru gibi oturmuş ağır, kasvetli histen kurtulduğu için huzurluydu. Zeynep’ in rüzgarda hafifçe savrulan saçlarına baktı. “Tanıştığımızdan beri değiştiğimi hissediyorum. Önceleri bana yabancı gelen pek çok şeyi sayende deneyimledim. Bunları sana söylemek bile benim için güç aslında.”

“Seni sandığından iyi tanıyorum Yılkan. Bazı şeyleri söze dökmeye gerek yoktur, kalbini görebiliyorum.” Bunları söylerken gözleri ışıldıyordu Zeynep’ in. İkisi de bir süre sessizce yürüdü, anın güzelliğini hissederek.

Aradan, herkes için güzel olan bir hafta geçti. Vaktinin çoğunu Yılkan ile ağabeyi arasında gidip gelerek geçiren kızın mutluluğuna diyecek yoktu. Yaraları git gide iyileşmeye başlayan Uğur köşkte dinlenmeye başlamıştı. Evlerinin önündeki çiçeklerle ilgilendiği bir sırada bahçe kapısına yaklaşan genç adamı gördü. Düzgün giyimli, parlak bakışlı bu çocuğu tanımıştı, Yılkan’dı. Onunla ilgili ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu.

Evlerinin kapısının açıldığını duyan Uğur kız kardeşini gördü. Güzelim elbisenin içinde salınıyor, gözlerinden belli oluyordu nasıl mutluluk içinde olduğu. 

Uğur bir kaç kez öksürerek sarsıldı. Sulama işlemini de oracıkta kesti. Kardeşinin yanına geldiğini biliyordu. 

Zeynep az sonra üzüntüyle sordu. “Hasta mısın abi?”

“Hayır, iyiyim.” dedi Uğur, çiçekleri sulamaya devam edip. “Arkadaşınla buluşacaksın herhalde.” Bakışları kızdan gence kaydı. Yılkan o anda kendisine selam verdi.

“Merhaba,” dedi ağabey, sesindeki donukluk mahcubiyete kaydı. Bu genci görünce aklına belli belirsiz gelen şeylerin bir kısmını hatırlar gibi oldu. “Aklıma tuhaf bir anı geliyor, bir zamanlar kendimi karanlığa kaptırmışım gibiydi. Yine de tam bilemiyorum neler olduğunu.”

Kız kardeşiyle genç adam sessizce onu dinlediler. Sözlerine inanmış tavırları vardı, bu Uğur’un dikkatinden kaçmamıştı. “Bir şeyler biliyor musunuz?”

“Bunu neden soruyorsun?” diye sordu Yılkan ifadesizce. “Tam olarak nasıl bir anı hatırlıyorsun?”

“Tuhaf ki, ikinizi de karanlığa götürme zorunluluğu içinde olduğumu hatırlıyorum.”

“Hmm, başını çarpmanın bir yan etkisi olmasın bu.”

Uğur yine de huzursuz hissediyordu. Yılkan’ ın soğukkanlı ve saygılı davranışı nedeniyle onla zıtlaşacak bir şey bulamasa da gözü üzerinde olacaktı. İkisi oradan ayrılırken uyarı yapmadan duramadı. “Geç kalma Zeynep.”

“Tamam tamam,” dedi Zeynep dönüp ona bakarak. “Güzelce dinlen sen.”

Güzel, uzun günün ardından tek başına kalan Yılkan hamağına kuruldu. Gökyüzünü saran yıldızları izlemeyeli günler olmuştu. Cebindeki mızıkayı çıkarıp dudaklarına götürdü. Melodi usul usul yayılırken gölgeleri düşündü, onlar artık yoktu. Sık sık onlara özlem duysa da kendi isteklerinin bu olduğunu bildiği için şikayet etme hakkı olmadığını düşünüyordu. Yokluklarını unutmak kolay olmayacaktı ama etrafındaki insanlar sayesinde bunu aşabiliyordu. Zeynep’ in varlığı da hayatında önemli gelişmeleri beraberinde getirmişti. “İyi ki varsın,” diye mırıldandı.

《SON》

24 Şubat 2022 Perşembe

Kitapyurdu Alışverişi

 


 

 Merhabalar. Okurix' in geçen paylaştığı kitap alışverişi yazısından sonra kitapyurdundaki kampanya ilgimi çekti. Set kitaplar tanesi 10 TL olacak şekilde satılıyor. Çoğu genç fantastik kurgu ama içinde polisiye, gerilim olan seriler de var. Belki ilginizi çekenler olur. Genç fantastik kurgu bana pek hitap etmediği için ben gerilim seti seçtim. Diğer sitelerde iki kitabın normal fiyatı aşağı yukarı 70 TL. Bilmediğim kitaplar için o kadar vermezdim ama kampanya olunca ne kaybederim dedim. :) Bu kitapları alınca bir de blog arkadaşımız olan Adamkarga' nın kitabını aldım, bir süredir aklımdaydı. Kitapları okumak için sabırsızlanıyorum. Kargo ücretini de birikmiş puanlarımla ödedim ve şansıma kargo da iki günde elime ulaştı. 

 Kısaca kitapların konusundan bahsedecek olursam Stigma bir çocuk katilinin eline düşen kişinin yıllar içinde kötü anılarını unuttuğunu sanarken bir mektupla her şeyin değişmesini konu alıyor, Dürtü bir bankacının sosyal paylaşım sitesine girdiğinde açılan pencerede yazan "Bir dilek tut!" cümlesinin altına cevap yazması ile başlayan kabusunu anlatıyor, İsmini Hak Etme Derdindeki Öykü kısa hikayelerden oluşan bir kitap. Okudukça daha detaylı tanıtım yapacağım. Görüşmek üzere. :) 


17 Şubat 2022 Perşembe

Uyuyan Melanet- 9.Bölüm(Duygu&Undine)

 


Dipsiz bir karanlık vardı ve aynı zamanda soğuktu. Vücudunu ürpertecek kadar üşümüş olduğunu hissetti. İri kahverengi gözlerini araladığı zaman, başında hafif bir uğuldama vardı. Neyse ki  bu sinir bozucu ses az sonra geçti. Kendine biraz daha gelince çabayla etrafına bakındı ama hiç bir şey göremiyordu. Aklı bulanır gibi oldu, hala gece miydi?

Tamamen farklı duygular içindeydi. Sanki bir şeyler -her ne idiyse- göğsüne vura vura onu uykusundan uyandırmıştı.

Zeynep ellerinin ve ayaklarının bağlandığını fark edince çığlığı bastı. Can havliyle olan bu haykırışı karanlığın içinde yankılandı, sonra bir sessizlik hakim oldu. Bununla birlikte kızın teni git gide soluklaşıyordu. Dehşet bir soğuk hava akımına maruz kalmış gibi hissediyordu kendini.

Bir an önünde sıkıca bağlanmış olan ellerine baktı. Sarı saçları ise darmadağınık bir halde yüzünün bir kısmını örtüyordu. Adım sesleri gelince Zeynep dikkat kesilerek kulak kabarttı. Birisi ayaklarını sürüye sürüye yanına doğru geliyordu. Leş gibi de sigara kokusunu beraberinde getiriyordu. Zeynep başını sersemce etrafa sallarken adam iyice yaklaştı. “Demek uyandın matmazel,” dedi. Uzunca boylu, iri kıyım bir adamdı. Yüzünde derin bir çizik vardı ve eski okulun karanlığı sayesinde korkunçluğu görünmüyordu.

Kız bir şey demek yerine sadece derin nefesler almaya başladı. İyi bir karar mıydı bilmese bile korkusunu belli etmemeye çalışacaktı. 

Karanlık odanın içi, kısa bir süre dışardan gelen ışıkla tekrar aydınlandı. Zeynep etrafına bakınınca kendisinden biraz ötede uzanmış olan genç adamı gördü; Yılkan’dı. Gözleri korkuyla büyürken endişesi de arttı. Ona bir şey olmaması için dua etti.

“Y-Yılkan! Uyan, Yılkan!”

“Arkadaşın hala uyuyor, eteri ona biraz fazla koklatmışım,” dedi adam alay edercesine. Kapı aralığından biri daha girmişti ama genç kız gelenin ağabeyi Uğur olduğunu görmedi. Kendi canıyla birlikte şimdi tek düşüncesi o olmuştu.  Zeynep canhıraş haykırarak bir anda yardım istemeye başladı. Umudu pek yoktu ama seslenmeye devam ediyordu.

Birer karartıymış gibi oracıkta dikilen ve adı Muzo olan adam konuştu. “Boşuna nefesini yorma, burada kimse seni duyamaz,” Uğur’u fark etmişti, ona doğru dönerek konuştu. “Küçük hanım da amma çığırtkanmış!”

Ağabey ellerini kinle yumruk yaptı. Ağzından köpükler çıkara çıkara konuştu. “Hala o serseriyi düşündüğüne inanamıyorum Zeynep,”

 Genç kız bir tuhaf ifadeye büründü, onun ağabeyi olmamasını tüm kalbiyle arzuluyordu. Bu nasıl bir karabasandı? “Sen abim olamazsın!” dedi acı acı. “Melanet seni hale getirdi böyle?”

Uğur, ona hiç aldırış etmeden ayakta dikilip Muzo ile konuşmaya daldı. Zeynep olacakları beklerken, kendini kurbanlık koyun gibi hissediyordu. Karanlığa biraz daha çok alışmış olsa da hala pek bir şey göremiyordu. Ellerini ve ayaklarını sıkıca bağlayan ip canını yakıyordu.

Muzo meraklıca, “Su döksem mi şuna?” dedi. “Herif ayılamıyor,” 

Ancak suya gerek kalmadan Yılkan yattığı yerden gözlerini hafif aralayıp bir an öylece kalakaldı. Nefesini tutan kız onun uyandığını fark edince genç adama hüzünle seslendi. “Yılkan!” 

“Neredeyiz biz?” dedi Yılkan, üzerindeki şaşkınlık hala gitmemişti. Ellerinin ve ayaklarının sıkıca bağlanmış olduğunu fark edince yüzü asıldı. Yüzünü bir an Zeynep’e çevirip kızı karanlıkta seçebilmeye çalıştı.

“Cehennemdesiniz,” dedi Muzo muzipliğini konuşturup. “Bizler de Zebanileriz,”

“Bu kadar espri yeter,” dedi Uğur kara gözlerini devirerek. Muzo’nun üstün tavırları bu saçma sözleriyle birlikte alaşağı olmuşa benziyordu.

“İyi herkes uyandı. Şimdi işimize başlayabiliriz o halde,” dedi Muzo. Cebindeki çakıyı çıkartıp bir kenara koydu. Şeytani gülümsemesi yaralı yüzünde devleşiyordu. “Yüce efendinin arzusu neyse onu yapmak gerekiyor, öyle değil mi Uğur?”

“Pek tabii,” dedi inançlı bir sesle. “Melanet memnun olmalı.”

“Sen çıldırdın mı abi?” dedi Zeynep hayretler içinde. Vücudunu boylu boyunca bir ürperti sardı. Hava, yaz ayı olmasına gerçekten çok soğuktu, genç kız tir tir titriyordu. “Bize ne yapacaksın?”

“Gerçekten delirmişler. Lanet olsun sizin melanetinize!” Bu sözleri söyleyen Yılkan, kızın ağabeyinin yumruğunu karnına yedi.  “Yapma! Yapma!” dedi Zeynep yüreği ezilmişçesine. Bir yandan gözlerinden akan yaşları tutamıyordu. Artık korkusunu hüznünü saklayamayacaktı. Duyguları taşıyamayacağı kadar çoğalmıştı.

Uğur, Yılkan’ın saçlarını tutup yüzünü yukarıya kaldırmaya zorladı. Bir yandan pis pis sırıtıyordu. “Seni sefil böcek. Sana gününü göstereceğim.”

Yılkan korkusuz bir ifadeyle -hatta meydan okurcasına- ona bakıyor ama konuşmuyordu. Bunun üzerine Uğur, Muzo'nun çakısını istedi. Çakı eline ulaştığında gözleri şeytanice parıldadı.

“Ellerim ve kollarım bağlıyken bana saldıracaksın, ne kadar da adil,” dedi Yılkan.

Uğur burnunu çekti. “Adalet umurumda değil, sana eziyet etmekten zevk alacağım.”

“Yılkan’a zarar verirsen seni hiç affetmem!” dedi Zeynep ağabeyine. “Hem...”

Muzo sözlerin devamını getirmesine izin vermedi. Kıza sert bir tokat patlatmıştı, Zeynep’in sesi kesilip başı öne doğru eğilir gibi oldu. Uğur bunu görünce bir an duraksadı ve çakıyı Yılkan’ın yanında unutarak Muzo’ya döndü. “Ne halt ediyorsun sen be adam?” 

“Ne o, zoruna mı gitti?” dedi Muzo yere tükürüp.

Uğur öfkeyle dişlerini gıcırdattı. “Ona vurman gerekmiyor...”

“Vurduysam vurdum. Canım ne kadar isterse vururum,”

Uğur, kız kardeşinin hala başı önde hareketsiz durduğunu görünce telaşlandı. Zeynep’in yanına yürüyüp eğildi ve kardeşinin başını arkadaki nesneye çarptığını anladı. Önce başında yara var mı diye kontrol etti ardından nabzına baktı. Derin bir nefes verdi. “Sabrımı zorluyorsun, bunu sen istedin.”

Muzo yersiz bir kahkaha attı ortaya. “Ne yapacaksın ha, söyle bakalım!”

Uğur burnundan soluyarak iri adamın yakasına yapıştı.

“Zeynep! İyi misin?” diye bağırdı Yılkan.

“Sen sus bi ya! Daha akıllanmadın mı?” diye ona döndü Uğur.

İri adam sertçe Uğur’ u itti ve sinsice gözlerini kıstı. “Efendimiz bundan hoşlanmayacak. Onları o istedi ve biz de getirdik. Şimdi derdin ne?”

Uğur yumruklarını sıkıp sakinleşmeye çalıştı. Melanet ne yapmaya çalışıyordu ve şu ana kadar neden bunu sorgulama gereği duymamıştı? Kardeşine zarar gelmesine izin veremezdi. Birkaç saniyenin ardından yine eski Uğur oldu, kötücül enerji içini sarıyordu. Uğur verilen görevi başarıyla yerine getirdiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Gölgelere doğru çekildiğinde yüzünde çarpık bir gülümseme vardı.

Zeynep’ in sesi işitildi. “Ben iyiyim, merak etme. O tamamen kendini kaybetmiş, buradan kaçmalıyız Yılkan.”

O sırada diğerlerine fark ettirmeden dönüp yerdeki çakıyı alan Yılkan bileğini saran ipleri kesmeye çalışıyordu. Avucundaki çakıyı düşürmemek için dikkatini dağıtmamaya çalışıyordu. Zeynep’ e bir yanıt vermedi. Tam ipleri kesmişti ki Uğur’ un seslendiğini duydu.

“Dediklerini yaptım, onları getirdim. Gel hadi!”

Zeynep bir anda başlayan sarsıntı ve hissettiği baskı sonucu donup kalmıştı. Bir şeyin yaklaştığını hissediyordu. Yılkan karanlık varlığı gördü. Sis gittikçe yoğunlaşarak devasa bir bedene dönüşüyordu. Dehşet içinde onu izleyen Yılkan koşup hemen Zeynep’ in iplerini kesmeye başladı. “Topla kendini, hemen gideceğiz.” Yandan gelen ani bir darbeyle Yılkan metrelerce savrulup kendini yerde buldu. Zeynep korkuyla çığlık attı.

Yılkan bilincini kaybetmemeye ve kalkmaya çalışıyordu. Hırıltılı ve soğuk ses giderek yaklaşıyordu. “Seni yok edeceğim, gölgelere hükmeden. Onlar bunca zamandır biriktirdiğim gücü benden almaya cüret ettiler. İnsanlar hızla ellerimden kayıyor.”

Devasa varlığın her adımında yer sarsılıyordu. Onun öfkesini iliklerinde hisseden Uğur hareketsiz halde bekliyordu, sanki nefes alsa melanetin nefreti kendisine yönelecekti. Gözlerini bile kırpmadan izliyordu.

Melanet Yılkan’ ı yakasından tutup kaldırdı. Kan kırmızısı gözlerin karşısında Yılkan dehşete kapıldı. Sonunun geldiğini düşünmeye başlamıştı. Yılkan’ ı havada gören Zeynep de nefesini tutmuştu.

Karanlık varlık harabeden çıkmaya niyetlenmişti. Gölgelerden kurtulmak için Yılkan’ ı kullanmayı planlıyordu. Kızı ne yapacağını ise daha sonra düşünecekti. Bir insanın kendi çağrısına bu kadar direnmesini kabullenemiyordu, onun kalbini tamamen ele geçirecekti. Kızı karanlığın bir parçası haline getirecekti, hırsı giderek artıyordu.

Debelenip duran Yılkan kurtulmaya çalışıyordu ancak elinden bir şey gelmedi. Kısa sürede kendini karanlık gökyüzünün altında buldu, açık havaya çıkmışlardı. Gölgeler birden etraflarını sarınca Yılkan rahatlamış hissetti.

“Onu bırak zavallı yaratık,” dedi gölgelerden biri hırlarcasına.

Boğuk bir uğultu çıktı melanetten. “Onu öldürmemi istemiyorsanız teslim olun.”

Uğur sonunda cesaretini toplayıp Zeynep’ in yanına gitti. Onun iplerini çözerken Muzo araya girince adamı duvara doğru savurdu. İri adam başını çarpıp olduğu yere yığıldı. “Sessiz ol tamam mı? Çıkacağız buradan.”

Zeynep çaresizce başını salladı. Aklı Yılkan’ da kalmıştı. Uğur’ u biraz olsun eski haline dönmüş görünce rahatladı. “Neden tüm bunlara bulaştın abi?”

“Şimdi bunun sırası değil. Hadi gidelim.”

Gölgelerden bir süre yanıt çıkmadı. Teslim olsalar bile Yılkan’ ın bırakılacağından emin değillerdi. Bir şekilde melaneti yok edip sorunu kökten çözmeliydiler.

“Ahh!” diye bağırdı Yılkan. Öfkesi adeta bedeninden taşan melanetin temas ettiği noktalar kor gibi yanıyordu.

“Dur, tamam,” dedi bir gölge öne çıkıp. “Önce onu bırak.”

“Yavaşça yaklaşın hepiniz.”

Gölgeler birbirine bakıyordu. Daha fazla oyalanmanın yersiz olduğunu düşünerek süzülürcesine melanete doğru ilerlediler.

“Hayır, yapmayın!” diye bağırdı Yılkan. Daha fazla şey söylemeye fırsat bulamadı, ağaç gövdesi gibi sert el boynunu sıkmaya başlamıştı. “Sabrımı taşırma insan!”

Etrafta ani bir hareketlenme oldu. Karanlık varlığın bir anlık dikkatinin dağılması ile gölgeler toplu saldırıya geçti. Avuç içlerini toprağa vurup enerjilerini yere aktardılar. Sarmaşık gibi yerden fışkıran gölge kollar Melanetin dört bir yanını sardı. Kollardan biri Yılkan’ ı çekip aldı ve uzak bir noktada yere bıraktı. Yılkan ayağa kalkacak gücü kendinde bulamadı, aldığı yanık ve darbeler yüzünden sersemlemiş haldeydi.

Zeynep ağabeyinin yanında yürürken gözleri endişeyle Yılkan’ı aradı. Başına bir şey gelmemesini diliyordu. Uğur, bir anda kızın koluna yapışıp kendisini çekiştirmeye başlayınca kardeşi başını çevirdi.

Uğur gayet soğukkanlı görünüyordu konuşurken. “Melanet arkadaşını yok etmeden rahatlamayacak, bunu hissediyorum. Ama sen kardeşim, şu anda şanlısın çünkü melanetin öfkesi tamamen başka şeylere yönelmiş. Yerinde olsam arkama bile bakmadan kaçıp giderdim.”

“Asla böyle bir şey yapmayacağımı bilmelisin,” dedi Zeynep kaşlarını çatarak, kolunu da hızla genç adamdan kurtardı. Biraz sonra sokak lambalarının yanında,  boylu boyunca yerde yatan Yılkan’ı gördü. Ağabeyinin kendisini engellemesine fırsat vermeden telaşla koştu. Yerdeki gencin yanına varıp nasıl olduğuna baktı. Biraz daha yerde yatan ve kalkamayacak kadar güçsüz görünen Yılkan kızı fark etti.

“Uzaklaş buradan,” diye onu uyardı.

Zeynep’ in gitmeye niyeti yoktu. “O zaman yardım etmeme izin ver de seni de götüreyim.”

Uğur şaşkın halde melanet ve gölgelerin kavgasını izliyordu. Melanet ulurcasına haykırınca bedeninden yayılan sis tabakası etrafı kapladı. Bedenini saran eller yavaş yavaş geri çekildi.

“Kahretsin! Bir şekilde saldırımızı püskürtüyor. Hâlâ gücünün önemli bir kısmını kaybetmemiş.” Gölgeler direniyordu ama topraktan geriye fırlatıldılar.

Yılkan eğer melaneti gün doğumuna kadar oyalayabilirlerse gücünün zayıflayacağını düşünüyordu. Karanlık aydınlıkta kendine yer edinemezdi. “Zeynep eğer gitmemekte diretiyorsan bana yardım etmelisin. Çok vaktimiz yok, hemen harekete geçmeliyiz.”

Hayret içinde Uğur ve Yılkan’ ın baktığı yöne dönen Zeynep hiçbir şey göremese de savrulan toprak, uçuşan ağaç dalları ve sarsılan zemin yüzünden pek de iyi şeyler olmadığını anlayabiliyordu. “Pe-peki ne yapacağız?”


11 Şubat 2022 Cuma

Drizzt Efsanesi 2.Kitap- Sürgün (Kitap Tanıtım)

 

 



 "Ruh. Parçalanamaz ve çalınamaz. Ümitsizliğin pençesindeki bir kurban ve 'efendisi' de tersi olduğuna inanmaktan hoşlanacaktır. Ama gerçekte, ruh kalır, bazen derinlere gömülür ancak asla tamamen yok edilemez."

 

 Drizzt Efsanesi serisinin ikinci kitabı Sürgün ile devam ediyorum. Daha önce ilk kitabı yazmıştım, buradan  ulaşabilirsiniz.

 İlk kitapta Drizzt ailesi ve kendi ırkı ile yaşadığı sorunlar yüzünden Menzoberranzan' ı terk etmişti. Bu süreçte hayatı kolaylaşmaz çünkü yalnızdır. Yeraltının derinliklerinde yaşamak için türlü vahşi ırkla mücadele ederken yanında sadece oniks heykelciği vardır, yani belli zamanlarda çağırabildiği panter...

 Zorlu yaşamı Drizzt' i olduğundan daha sert birine dönüştürür. Birgün kendisini öldürmek için peşine düşen aile üyelerine rastlar ve Drizzt kapışma sırasında içindeki karanlık yanın açığa çıktığını fark eder. O günden sonra kendini iyice kaybettiğine inanan Drizzt yalnız olmakla başa çıkamaz hale gelir. Bir ses duyabilmek maksadıyla kendi ırkı kara elflere düşman olan yer altı gnomlarının mekanına gizlice girer. Benliğini tamamen kaybetmektense düşmanın kapısında ölümü göze almıştır. Daha önce kara elflerin elinde çok sayıda gnomun can vermesi nedeniyle onların kendisini sağ bırakmayacağını düşünmektedir ve kısa sürede yakalanır. Böylece sonraki hayatı tamamen değişir.

 Ben bu kitapla Drizzt' e daha çok bağlandım. İlk kitapta ailesi yüzünden çok sıkıntı çekmişti, burada ise kaçıp kurtulamadığı şeyler ve yalnızlık yüzünden bayağı zorluğa katlanıyor. Tutunabileceği iyi dostlar bulması onu içinde bulunduğu ikilemden bir nebze de olsa kurtarıyor. Bu kitapta Drizzt' in iç sesi, pişmanlıkları ve ruh haline daha çok odaklanılmış. Bu da karakteri sadece dövüşüp duran biri olmanın ötesine taşıyıp ona gerçekçilik katmış. Okurken sürekli acaba Drizzt şimdi ne düşünecek, ne yapacak diye merak ettim ve sanki bir arkadaşımmış gibi hissettim. Drizzt dostlarına çok bağlı ve son ana kadar ümidini kesmeyen biri. Kaç kez ölümden dönse de doğru olduğunu bildiği şeyi yapmaktan geri durmaz. Annesinin zalimlikleriyle mücadele etmek zorunda kalıyor hep. Yeraltı ona hep acı kaynağı olduğu için sonunda yönünü yüzeye çevirmeye karar veriyor.

 Yazarın üslubunu da seviyorum. Her şey akıyor gidiyor, belli bir uyum içinde. Dövüşler ve olaylar heyecanlı, betimlemeler gerektiği kadar ve mükemmel, karakter gelişimleri başarılı. Severek okudum.


"İnatçı gençliğimde, tek başıma ayakta durabileceğime, düşmanlarımı kılıç ve ilkelerle fethedebilecek kadar kudretli olduğuma inanırdım. Kibir, sırf kararlılık sayesinde çaresizliğin kendisini bile yenebileceğime ikna etmişti beni. İtiraf etmeliyim ki, inatçı ve budala bir gençtim, çünkü şimdi ne vakit dönüp o yıllara baksam, apaçık görüyorum ki, nadiren tek başıma kaldım ve nadiren tek başıma kalmam gerekti. Her zaman sadık ve değerli dostlar vardı; istemediğime inandığımda bile ve bunu yaptıklarını fark etmediğim zamanlarda dahi bana destek veren dostlar."


9 Şubat 2022 Çarşamba

Uyuyan Melanet- 8.Bölüm (Duygu&Undine)

 


Genç adam, “Olanlara anlam veremiyorum,” dedi.  “Kardeşimin bize katılması gerekirdi, bir serseriyle birlik olması değil. Bir yerlerde yanlış yapmış olmalıyım.” Salonda, elleri yüzüne dayalı biçimde otururken bunları söylemişti. Sesi hayal kırıklığına uğrayan bir adamın sesine benziyordu. Yüz ifadesiyse karanlığın içinde gizlenmişti. 

Uğur, ruh bunaltan kasvetli odada yalnız değildi. Annesi ve babası sessizliklerini koruyup oğullarını dinliyorlardı. Zeynep'in evden kaçıp gitmesi öfkeyle karşılanmıştı. Ancak herkesten çok bu durum ağabeyini delirtmişti.

 “Kafanı buna yorma,” dedi annesi dilinin ucuyla. “O -Melanet-, isteseydi Zeynep bizden olurdu. Yine de buna bu kadar öfkelenmen saçma, demek ki yeterince güçlü değilmiş.” 

Dudaklarını kemiren genç adam bir anda gülmeye başladı. “Sözlerinle sadece sinirimi bozuyorsun. Melanet hakkında bir şey biliyormuş gibi konuşup durma.” 

Seher oğlunun aksi tavırları üzerine kaşlarını çattı. Antidepresan ilaçlarını yine almadığını düşündü. Uzun süredir ilaçları almaması iyi bir gelişme değildi. Davranışları git gide çığırından çıkıyordu. Kadın tam bir şey diyecekti ki kocası eline  dokunup onu susturdu. Seher  gözlerini yere devirip öfkesini içine attı.

 Adam oğlunun delici bakışlardan açık bir şekilde ürperti duymaya başladı. Sözlerinin ötesinde gencin ebeveynlerine karşı adım atıp atmayacağını kestirilemez olmuştu. Her şey belirsizlik içinde karanlıkta duruyordu. Engin yorgun gözlerini oğlundan yavaşça kaçırdı ve acı içinde kendine ilk kez itiraf etti; Uğur’dan korkuyordu, onun yapabileceklerinden.

“Bir şey demiyorsun baba.” dedi genç adam, sessizliği bölerek.

Karısına adeta sığınmış gibi duran adam ezilir büzülür oldu. Oğlu, oturduğu hiç de rahat olmayan  yerken kalktı. Anne ve babasına bir adım yaklaşıp önlerinde durdu. Özellikle babasına soruyordu sorusunu. “Neden kardeşimi umursamadın? Kızın evden kaçıp gidiyor ama sen burada mutlu mesut yaşıyorsun.” 

“Baban mutlu mu sanıyorsun, adamın halini görmüyor musun? Ne kadar üzgün olduğuna bir bak!”

Uğur derin bir nefes alıp annesine kısa bir an baktı. Bakışlarına yansıyan şey öfke değil de nefretti; saf nefret barınıyordu gözlerinde.

“Konuşsana Engin!” dedi Seher yüzünü buruşturup. Taş gibi bir ifadeye bürünmüş olan adam ifadesizce kadına baktı ama konuşmadı.

“İkinizi de anlamıyorum, iğrenç ebeveynlersiniz. Hele sen baba...Hele sen.” Yüzünde tükürür gibi bir ifade oldu. “Aslında bizi hiç sevmedin, değil mi? Bana öyle bakma. Biliyorum. Sanki her zaman biliyordum. Kaçıp gitmek ister gibi bir halin vardı.”  

“Böyle konuşma.” dedi adam, ortamı geren tuhaf-biraz da anormal- sakinlik içinde. “Sizi sevdim. Ne istediyseniz size almadım mı, ne eksiğiniz vardı? Aç değil açıkta değildiniz. Şimdi nankörlük etmenin sırası değil,” 

Uğur sustu. Biliyordu daha fazla konuşmak anlamsız olacaktı. Ailesi muhtemelen şu an için ona deli gözüyle bakıyordu. Asla kendisini anlamamışlardı, bunun için zahmet etmeye bile yanaşmamışlardı. Uzun koridora çıktı. Tatil için ailesiyle geldiği köşke bu son uğrayışı olacaktı. Melanet’in bulunduğu harabeye gitmek istiyordu. Orada geceye bürünmek ve yalnızlığıyla baş başa kalmak arzusundaydı.

Ayakları onu kısa sürede gitmek istediği yere getirince dudaklarında keyifli gülümsemeler açtı. Yine de huzurlu hissetmiyordu, belki intikam alsa daha iyi olacaktı. Karanlık iyice çökmüşken varlığın zihnine getirdiği his keskin bir öfke oldu ama onun neden öfkelendiğini henüz anlamadı. Melanet kendisinden kız kardeşini ve yanındaki genç adamı istedi. Uğur aklını işgal eden düşünceler yüzünden hayret etti. Bocalaması fark edilince boğazını gelen baskıyla gözleri yaşardı. Melanet onun düşünüp durmasından hoşlanmamıştı. Uğur varlığını iyice saran siyahlık içinde kalakaldı.

“Asla seni sorgulamayacağım,” dedi kendi kendine.


***


Bir süre bekleyip kafasını toplayan Naci ayaklandı. “Hadi eve dönelim, arkadaşların da buyursun gelsin.” Ses tonu eskisinden yumuşaktı ve Yılkan’ ın ilk kez getireceği misafirleri merak ediyor gibi bir hali vardı. Yılkan aralarındaki sorun çözüldüğü için mutluydu hatta ustası suçluluk duyduğundan olsa gerek normal halinden daha anlayışlı birine dönmüştü. “Ben kamyoneti getireyim o zaman, sen bekle. Giderken onları da alırız,” dedi memnun bir halde.

Yılkan koşarak giderken adam arkasından baktı. Onun boynunda bıraktığı kırmızı izleri gördükçe kötü hissediyordu. Nasıl olup da birden kalbinin nefretle dolup taştığını, ona zarar verebildiğini anlamıyordu. Delirmiş olmaktan korkuyor, yine de sıkıntısını Yılkan’ a belli etmemeye çalışıyordu. Onun her şeyi bu kadar normal karşılaması da kafasındaki bir diğer soru işaretiydi.

Kamyonet geldiğinde oyalanmadan bindi, misafirler hakkında sorular yöneltti. “Zor durumdalar, o yüzden bizde kalabileceklerini düşündüm. Kasaba pek tekin değil,” dedi Yılkan.

Bakışları Yılkan’ a kaydı Naci’ nin. “Kasaba neden tekin değilmiş.” Yılkan bir süre sessizce sürmeye devam etti. “Farkındasındır sanmıştım.”

“Burada neler oluyor? Bir şeyler biliyorsun değil mi?” İhtiyarın sesi tereddütlü çıkıyordu. Neler olduğunu bir an önce anlaması gerekirdi ancak Yılkan’ ı zorlamak da istemiyordu. O küçüklükten beri kendisine çok soru sorulmasından pek hoşlanmazdı. Aradan geçen yıllara rağmen Yılkan’ ın evin kapısına nasıl geldiğine dair ağzından tek bir laf alamamıştı.

“Senin suçun değildi. Bu konuda endişe duyma. Ne kadarını anlatsam bilmiyorum ama kasabada insanları birbirine düşüren, onları kötülüğe yönlendiren bir şey var.” Naci’ nin tepkisini ölçmek için durdu. Ustasının kafası karışmış haldeydi. “Bazı fısıltılar duyduğumu anımsıyorum, her şey o zaman başladı. Fakat böyle bir şey mümkün mü? Bunun sebebi ne?”

“İnanması zor biliyorum. Şimdilik sadece insanlardan uzak durman gerektiğini bil. En azından sorun çözülene kadar.”

“Neden bana tüm bildiklerini anlatmıyorsun?” Naci gergindi, sabrı giderek tükeniyordu.

Yılkan ciddi ve kararlı şekilde yanıt verdi. “Bana inanmamandan korkuyorum ve anlatacaklarım inanılır gibi şeyler değil. Lütfen üsteleme, yeterince yıprandın.”

Naci düşüncelere dalmıştı. Bazı insanların kendisinden önce garip davranmaya başladığını fark etmişti. Neyle karşı karşıya olduğunu bilmediği için gergindi, tekrar fısıltıları duyup değişeceğinden korkuyordu.

“Geldik, ben onları çağırayım.”

Birkaç dakika sonra Yılkan ve beraberindekileri gören Naci şaşırdı. Açıkçası bir kız ve çocuk görmeyi beklemiyordu. Yılkan ikisini öne bindirip kendi arkaya geçti.

Naci direksiyon başına geçmiş şaşkın halde yanındaki çocuğa bakıyordu. “Merhaba Bey Baba,” dedi çocuk muzipçe. Zeynep de kendini tanıttı. “Ben de Naci, memnun oldum.” Adam başka şey demeden kamyoneti çalıştırdı. Yol boyunca İsmet hiç susmazken diğerleri sessiz kaldı. Eve vardıklarında Naci misafirlere kalacak yer gösterdi. “Burayı eviniz gibi görün. Tanışmamız biraz garip oldu ama sizler Yılkan’ ın buraya davet ettiği ilk kişilersiniz. O yüzden benim değerli misafirlerimsiniz.”

“Teşekkür ederiz, zahmet verdik size de,” dedi Zeynep gülümseyerek.

“Adamsın bey amca.”

Naci çocuğun ışıltılı gözlerine bakınca kafasını okşadı. “Çok akıllısın küçük delikanlı.” Çocuğun kimsesiz olduğunun farkındaydı. Duruşu, bakışı, hali uzun süredir yalnız kaldığını gözler önüne seriyordu. “Acıkmışsınızdır, ben bir şeyler hazırlayım.”

“Ben de sana yardım edeyim,” dedi Yılkan. Bir yandan odasındaki dağınıklığı toparlamaya çalışıyordu. Aniden geldikleri için ev pek derli toplu sayılmazdı ama önceki kaldıkları yerle kıyaslanınca mükemmeldi. Zeynep’ in çizdiği resmi de evdeki boş bir çerçeveye güzelce yerleştirip masaya koydu. Zeynep ilgiyle onu izliyordu. “Çerçeve çok güzelmiş, yakıştı buraya.”

“Çerçeveyi güzel yapan içindekidir,” dedi Yılkan. Aldığı hediyeyi önemsediğini anlatmaya çalışıyordu. Bir süre kızın ışıl ışıl gözlerine bakan Yılkan hemen kendini toparladı. “Ben yemeğe yardım edecektim, siz yerleşin.”

Güzelce donatılan sofraya geçtiklerinde bir aile gibi görünüyorlardı. İsmet daha fazla bekleyemeyip kaşığını şehriye çorbasına daldırdı. Naci sessizce yerken diğerlerini süzmeyi de ihmal etmiyordu. Uzun zaman sonra evi ilk kez şen şakrak olmuştu. Yemek sonrasında Yılkan ve Zeynep bulaşıkları yıkamaya koyuldu, Naci de televizyonu açtı.

“Sen misafirsin, ben yapardım,” dedi Yılkan.

“Aman ne olacak, iki dakikada hallederiz birlikte.” Zeynep’ in içtenlikle gülümsediğini gören Yılkan onun evinden uzakta, bu durumda olmasını hiç yadırgamadığını düşündü. Mutlu gibiydi ve bu Yılkan’ ı şaşırtıyordu. Aslında kendisi de bir süredir onun varlığına alışmıştı. Diğer insanların aksine onunla rahatça konuşabiliyordu.

İsmet bulduğu eski bir oyuncak trenle oynamaya başlamıştı. Zeynep sessiz olması için onu uyarsa da çocuğun aldırış ettiği yoktu. İsmet de bu eve çok çabuk alışmış gibiydi. İşi biten Zeynep lavaboya kadar gitti. Yılkan tezgahı silerken bir sessizlik anı oldu. Arkasını dönüp baktığında İsmet’ in koridordaki yüklüğe tırmanmakta olduğunu gördü. Çocuk kapıyı açmış, yorganların en tepesine çıkmaya çalışıyordu.

“Dur, düşeceksin,” dedi telaşla.

“Ama orada bir top gördüm.”

“Ben veririm sana, in hadi.”

Yılkan mutfak önlüğüne elini sildi ve azimli İsmet’ e doğru ilerlerken bir anda çocuğun ayağı kaydı ve yorganlar yere yuvarlandı. İsmet korku içinde gözlerini kapatmıştı ama her nasıl olduysa düşmediği fark etti. Gözünü açınca kendisini havada buldu. Yılkan çocuğun son anda tutan gölgeyi fark edince derin bir nefes aldı. Hemen ileri atılıp İsmet’ i tuttu ve yere bıraktı.

“Bu na-nasıl oldu? Havada asılı kaldım.” Korkmuş değil de heyecanlı görünüyordu.

“Sana öyle gelmiştir.”

İsmet kaşlarını çatıp meydan okurcasına Yılkan’ ın gözlerine baktı. Kollarını birbirine kenetlemişti. “Hiç de bile. Ne olduğunu anlamasam da kesinlikle garip bir şey oldu.”

Yılkan gülmemek için kendini zor tutuyordu. Çaktırmadan gölgeye bakınca onun omuz silktiğini gördü. “Ne yapayım, bıraksaydım da düşse miydi?”

“Peki, peki. Sana inanıyorum.” Yılkan elinden geldiğince doğal davranmaya, gülümsemeye çalışıyordu.

“İnanmış gibi durmuyorsun. Neyse ben gidip Zeynep’ e anlatayım bari.” Çocuk gidince gölge Yılkan’ a yaklaştı. “Dışarıda kaos büyüyor, insanları dizginlemeye çalışıyoruz. Çoğu kişi kontrolden çıktı. Gece boyunca onları arındırmak için uğraşacağız, siz de dikkatli olun. Sonra görüşürüz.”

Yılkan’ ın bir şey demesine fırsat vermeyen gölge hızlıca konuşup ortadan kaybolmuştu. Düşünceli halde mutfağa geçen Yılkan’ ın içinde kötü bir his vardı. Pencereden dışarıya göz attı ama karanlıkta göze çarpan hiçbir şey yoktu.


***


Uğur harabeye gelen iri kıyım, uzun boylu adamı görünce bir anlık şaşırdı. Sonra uzandığı toz toprak dolu zeminden doğruldu. Karanlığa çoktandır alışmış gözleri etrafı kolaçan etti. Melaneti hissetmiyordu ama bu normal değildi. Gece onun vakti olmalıydı, uyumaması lazımdı.

Sigarasını ağzından çıkarmamış adam, Uğur’a şöyle bir bakıp hıhlar gibi oldu. “Zamanı geldi,” Daha fazla orada vakit öldürmeyeceğinden, adımlarını sürüye sürüye harabenin aralık kapısına yanaştı. Karanlığı delip geçen ışıklar göz alacak kadar parlaktı.

Adamın sözlerinin anlamını biliyor olan Uğur onu takip etti. Şu noktada yabancının nedense kendisine üstünlük tasladığını fark etti. Bu duruma öfke bile duyamadı. Zihnini işgal eden tek bir şey vardı ve üstüne düşündükçe içini saran huzursuzluk çoğalıyordu.

İki adam yol boyunca ay ışığından bilerek kaçındı. Çamların arasından süzülürcesine geçtiler. Kasabadaki tek tük evlerin ışıkları, artık arkada kaybolmaya başlamıştı. Uğur yabancının cebinde duran çakıyı neden sonra fark etti. Kendisini düşüncelere vermişken adamın duraksamasıyla geldiklerini anladı.

Ceplerinden birinden uzun bir saç tokasını çıkartan adam muzipçe sırıttı. “Bununla çok ev soymuşumdur. Kapıların kilit mekanizmaları genelde aynıdır.” Parmağını kilide dayayıp önce kontrol etti. Gülümsemesi tekrar devleşti. Anahtar deliğine tokayı sokarak çevirmeye başladı.

Uğur onun bir hırsız olduğunu tahmin etti. Boş bakışları adamın üzerinde gezindi. Gerçekten fazla vakit geçirmeden kapıyı açıp pişkin pişkin içeriye girdi. Evdeki bir kaç eşyayı cebine atmaya hazırlanıyordu ki Uğur onu fısıldayarak uyardı. “Buraya hırsızlık yap diye gelmedik,”

Adam omuz silkmekle yetindi. Kanepede yatan küçük çocuğu gördü; sonra diğer kanepedeki genç adamı. Melanetin istediği kişilerden biri buydu, kim bilir efendisi bu hizmetiyle onu nasıl ödüllendirecekti.

Uğur, önce yaşlı adamın olduğu odaya girdi. Az daha adamı uyandıracağı için kıpırdamadan dikildi. Başka bir odaya girdiğinde, yatakta huzurla uyuyan kız kardeşini gördü. Zeynep sanki ağabeyine gülümsüyor gibiydi. Cebinden küçük bir şişe eterle mendil çıkardı. Eteri bir miktar mendile döküp kardeşini bayılttı. Kardeşini yataktan kaldırıp sırtına atan Uğur, hırsızın da Yılkan’ı bayıltıp dışarıya taşıdığını gördü. Gayet ağır adımlarla ilerleyen adamın yüzü merakla ışıldadı.


7 Şubat 2022 Pazartesi

Natsume Yuujinchou 3. ve 4. Sezon (Anime Tanıtım)

 

Resim: myanimelist.net

 Natsume serisini izlemelere doyamıyorum. 😀 Son yaptığım tanıtımın ardından üçüncü (N.Y. San) ve dördüncü (N.Y. Shi) sezonu da izledim. Tabi sindire sindire izledim, günde 2 bölüm falan. Özellikle dördüncü sezon en sevdiğim sezon oldu. Gittikçe güzelleşen bir yapısı var animenin.

 Genel olarak hikaye aynı şekilde ilerliyor fakat daha maceralı olaylarla karşılaşıyoruz ve karakterler daha derin işleniyor. Hisleri çok güzel yansıtmışlar, izlerken bir anda gülüp bir anda hüzünlenebiliyorum. Natsume' nin geçmişinde yaşadığı sıkıntılara daha çok tanık oluyoruz. Gördüğü youkailer (ruhsal varlıklar) yüzünden başı hiç dertten kurtulmamış. Onları gördüğünü gizlemek için şu an bile çok yoğun uğraş veriyor. Yine de okuluna kadar gelebilen youkailer defalarca rezil olmasına, yanlış anlaşılmasına sebep oluyor. Sırrını bilen birkaç kişi var ve onların yardımı sayesinde biraz olsun bir şeyleri örtbas edebiliyor.

 Durumunu düşününce Natsume hep tetikte olan biri, içine kapanık. İlk başta onu havalı ve karizmatik bulan insanlar bile tavırlarından sonra onun garip olduğunu düşünüyor, uzaklaşıyorlar. Her şeye rağmen o çok nazik ve düşünceli biri olarak kalmayı başarmış. Kimseyi kırmak, üzmek istemiyor; kendisine bunları yaşatan youkailere karşı bile anlayışlı. Her kötü şartlarda yaşayanın kötü birine dönüşmediğini Natsume çok güzel gösteriyor. İzlerken hep sarıp sarmalamak istiyorsunuz onu. :)) 

 Biraz da yakın çevresinden bahsedeyim. Nyanko Sensei dediği kedi, yani Madara, Natsume' yi sürekli tehdit etse de her zaman yardımına koşuyor, onu hiç yalnız bırakamıyor. İkisinin dostluğuna, birbirleri için hep telaşlanmalarına bayılıyorum. Natsume' nin okulundan Tanuma ve Taki onun sırrını bilen kişiler. Tanuma youkaileri göremese de hissediyor ve Taki de eskiden beri youkailerin varlığından haberdar. İkisi de Natsume' ye yardım etmek için uğraşıyor. Bir de ruh kovucusu Natori var. Kendisi youkaileri görüp kötü olanları mühürlemektedir. O yüzden Natsume' nin etrafında çok dolanır, olmadık anlarda ortaya çıkar. Uzun bir süre iyi mi kötü mü karar verememiştim, oldukça gizemli davranıyordu çünkü. Natsume' nin başını derde sokan bir de karanlık insanlar var. Bu konuya değinmeyeceğim, izleyip görün. :))

 4. sezondaki hikayeleri daha ilgi çekici ve etkileyici buldum. Natsume iyi arkadaşlara sahip olduğu için çok şanslı. Geçmişte "İnsanlar da onlar da beni sevmiyor," dediğinde hüzünlenmiştim. İki tarafın da kendini dışladığını düşünürken iki taraftan da onu çok seven dostları oluyor. İyilikle ilgili sahneler beni hemen etkiliyor, hisleniyorum. O yüzden animeyi bayağı değişik hisler içinde izledim. Güzelliklere hasret kalmışız resmen. 😊 Alıştığımız ana karakterlerin aksine Natsume pek güçlü değil. Sadece düzgün kişiliği ve sevgisi sayesinde pek çok şeyin üstesinden geliyor. Defalarca kurtarılmak zorunda kaldığı gibi çok kişiyi de kurtarıyor. Daha yüz bölüm sürse de animenin bu atmosferinden hiç sıkılmam gibi geliyor. Güzel doğa manzaralarının da rahatlatıcı bir etkisi olduğu gerçek. Bu anime bana gerçekten huzur veriyor. Seriyi bitirince bir boşluk hissedeceğim kesin, keşke hiç bitmese. :) Benim susacağım yok en iyisi 4. sezon tanıtım videosu ile veda edeyim. 😃

 


 

Bu müziğin tatlılığına da bakar mısınız. 😀 



4 Şubat 2022 Cuma

Daire Sendromu

 


 Galiba Deeptone' un rüyalarını okumak beni etkilemiş olacak ki garip rüyalar görmeye başladım. :))

 Dün gece gördüğüm rüyada bir okuldaydım. Okulda yayılan bir söylenti üzerine araştırmacılar geliyor. Bazı insanlar nesneleri daire şeklinde görmeye başlamış. Mesela kitap, defter, masa her şeyi yuvarlak görüyorlar. Buna da Daire Sendromu adı verildi, tabi araştırmak için önce bu kişilerin tespit edilmesi gerekiyor. Ben meraklı da durumu takip etmeye, insanların ağzından laf almaya çalışıyorum. Daha önce arkadaşlarına bu tür şeyler gördüğünden bahseden kişiler ortaya çıkarılmaya çalışılıyor ama hep asılsız çıkıyor iddialar.

 Okul şehir dışında, ıssız bir yerde. Akşam üstü okuldan çıkıyor herkes. Yolda da çalışmalar varmış, bazı yerler kazılmış, yol kenarına inşaat demirleri yığılmış. Geçmek pek kolay değil. Ben o sırada ileride şüphelendiğim kızı görüyorum. Onu izlerken birden başı dönüyor düşüyor. Bunda bir iş var diye hemen kızın yanına gidiyorum. Demirlerin üstünden atlayarak hızla giderken birden gereğinden fazla yükseliyorum. Hulk gibi azıcık sıçrıyorum ama çok havalanıyorum, yavaş yavaş yere iniyorum geri. O kadar keyifli bir şey ki. 😀 Tam sevinecekken birden telaşa kapılıyorum.  "Len asıl sendrom bendeymiş, uçma sendromu, öğrenirlerse rahat bırakmazlar," diyorum kendi kendime. Kıza ve yoldaki işçilere görünmemeye çalışıyorum. Yere indikten sonra kızın kalkmasına yardım ederken uyandım. :)

 Aslında en fazla gördüğüm fantastik rüya Hulk gibi yükseklere sıçramak. Çok mu özenmişim ona bilmiyorum, kanatlanıp uçmak gibi değil bu yükseğe sıçrama hayali nedir? :)) Her gördüğümde de çok eğlenceliyorum, harika bir his. 

3 Şubat 2022 Perşembe

Uyuyan Melanet 7.Bölüm (Duygu&Undine)

 


Babasıyla arası her zaman kötü olmuştu. Ancak bir gün, adam eve  körkütük sarhoş geldiğinde oğlu neler olabileceğini bilmiyordu. Onu en basit şeylerle suçlayan bir babası vardı. Bu defa  sofradaki yemekler soğuk diye kızdı. Sadece sözler öfkesini dindirmeyecekti. O yüzden, içindeki tüm kötü duygularla birlikte oğluna vurmaya başladı.

Gencin yüzünden akan oluk oluk kanlara aldırış etmedi. Hırsı daha geçmemişti. Her şey oğlun doğmasıyla başlamıştı. Adam biricik karısını o şeytan çocuk yüzünden kaybetmişti. Oğlu, babasının gözünde bir caniden fazlası olamazdı. Nefret ediyordu ondan. Ne kadar dövse azdı. Hak ediyordu ve hatta daha fazlasını hak ediyordu.

“Keşke annen yerine sen ölseydin!” diye haykırdı adam.

 Yerde iki büklüm yatan oğul, babasının sözleri üzerine kahroldu. Ama yine de sustu ne de olsa babasıydı.

 Her yeri yara bere içinde sızım sızım sızlıyordu. kanı durmadan aktı, aktı, aktı... Vücudu uyuştu. Karıncalandı. Babası ağzındaki birkaç dişi çok önceden kırmıştı ve şimdi yenilerini ekliyordu. Çocuk kendisini döven adama bakarken çelik gibi sertleşiyordu.

“Nefret ediyorum senden!”

“....”

“Nefret ediyorum!”

Oğlu yine susuyordu.

“Neden varsın sen, neden, neden?”

Histeri krizine giren adam aynı sözleri tekrar edip durdu. Ama oğlu çoğunu babasının sözlerinin geri kalanını duyamadı. Gözleri sonsuza dek kapandı. Babası şimdi oğlunu daha fazla dövüyordu öyle ki onu dövdükten epey zaman sonra ölmüş olduğunu anladı. Yüreği soğuk bir taş gibiyken cesedi bırakıp bir kenara çekildi. Aradan geçen zamanda adam elleriyle öldürdüğü gence bir mezarlık yaptırdı. Kendisi de bu olanlardan sonra çok yaşamadı.

Oğlun dünyadayken huzur bulmamış ruhu mezarında rahat değildi. Kendisinden ölesiye nefret eden adamı, babasını, düşünüyordu. Onunla yüzleşmeden  rahata ermeyeceğini biliyordu ama onu geceleri hiç bir yerde, yeryüzünde bulamıyordu. Ümitsizliğe düşünce bir kere ruhunu karanlık sarmaya başladı. Kötü düşünceler onu git gide ele geçirdi. Bir kere, intikam ister olmuştu. Onu dünyadayken rahatsız eden adamın yaptıklarını ödemesi gerekirdi.

Ruh, yeryüzünde geceleri dolaşıp sabah olduğunda eski mezarın içine girerken ne kadar zaman geçtiğini, bilmedi. Asırlar asırlar geçti. Başıboş dolanan ruh yeryüzünde ne aradığını unuttu. İntikamı hala vardı ama babası yerine tüm insanlardan intikam alma arzusu taşıyordu. Mezarı zamana dayanamayıp yıkılınca üstüne bir okul inşa ettiler. Ruh onlara rahat vermeyince, insanlar ne olduğunu pek anlamasa da, okul boşaltıldı. Kendi kendisine bir isim koydu ruh: o artık Melanetti. Bir geçmişi var mıydık yok muydu, onu hatırlamaz oldu. Sadece varlığını sarıp sarmalayan karanlıkla yeryüzüne çökmüştü.

 ***

İsmet -çam ağaçlarının arasında kalan ve epey ıssız bir yerde olan- derme çatma evden çıktı. Suratı, beyazdan kırmızıya  dönmüştü çünkü yiyecek bir şeyler alması gerekiyordu. Bunun için çocuğa kasabanın uzun, taşlık yolu görünmüştü. Kasabaya olur olmadık gidip durmak İsmet’i bunaltırdı. İnsanlardan  hoşlanmıyordu açıkça. Zaten kasabalılar kendisini hep hor görüyordu.  Başıboş bir serseri olduğunu söyleyenler epey fazlaydı. Tüm bunlar yetmezken Yılkan ve kız başına dert olmuştu. Tek kişilik yiyecek çalmak varken şimdi üç kişi için çalması gerekecekti. Elbette onlar bunu bilmiyordu. Bir hırsız- İsmet gerçekten yiyecek ve bazen de para çalardı- insanların yüzüne bakıp ne yaptığını söyleyemezdi.

“Seninle ben de gelsem olur mu?”

  Bu ses üzerine bir an yerinden sıçradı çocuk. Başını arkaya çevirdiği zaman, evin önünde dikilen kızı gördü. Gri dudakları tek çizgi halinde birleşmişti.

Çocuk açık bir küstahlık göstererek sırıttı. “Yiyecekleri çalıp çalmadığımı kontrol edeceksin sanırım,”

“Sadece eşlik etmek diyelim,” dedi Zeynep, yumuşak sesiyle.

İsmet itiraz etmek için ağzını açacaktı. Birden aklına gelen düşünceyle bundan vazgeçti. “Eğer gelirsen tüm yiyecekleri kendin almak zorunda kalırsın ve ben de bir kuruş vermem ona göre, sonuçta çok az param var,” Bu düşünceden memnun olan İsmet keyiflenmişti.

Zeynep’in kabul etmesiyle kasabaya kısa sürede vardılar. Bir miktar hazır gıda ve su alıp yola koyuldular. Genç kız, yolda yürürken özellikle insanlara görünmemeye çabalıyordu. Acelesi çocuğun gözünden kaçmamıştı. Bunu şüphe uyandırıcı bulan İsmet düşüncelere daldı. Kasaba sokaklarında nedense çok insan olmadığını fark edemedi.

Eve vardıklarında neredeyse ikindi vakti olacaktı. İsmet, bu kadar zaman geçtiğine inanamıyordu. Yorgunluktan bitap düşmüş bir şekilde kendini kanepeye attı. Bir gözü kızın üzerinde, onun yiyecekleri özenle kaldırmasını seyretti. Diğer gözü kanepenin bir köşesinde sessizce oturan genç adamdaydı. Yılkan ve kız, tuhaf bir ikili haline gelmişlerdi çocuğun gözünde. Hem birbirlerine yakın, hem uzak duruyorlardı. İkisinin de üzerinde belli bir keder, hüzün vardı. Yüzü ciddi ifadeye bürünen İsmet hayretler içindeydi.

Yılkan’a -kendine göre güçlü sesiyle ama daha çok ciyaklamaya benzeyen sesle-  aklındakini pat diye sordu.

“Hey,” dedi çocuk gözlerini kısıp. “Sen Zeynep'i kaçırdın mı?”

Yılkan’ın kara gözleri bu soru üzerinde bir an irileşti. “Ne?”

“Babası sana kızı vermedi mi?”

“Hayır,” dedi genç adam, bir anda tuhaf bir surat ifadesi takınıp. İsmet ona aksi aksi bakarken Yılkan hava almak bahanesiyle kendisini dışarıya attı. Olanları işitmiş olan genç kız, küçük çocuğa doğru yürüdü. Kahverengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “O beni kaçırmadı. Sen olayları yanlış anladın sanırım.”

Çocuk, Zeynep’e cevap vermeden burnunu çekmekle yetindi. Karnı yine acıkmak üzere olduğundan dikkatini dışarıdaki hayvanlara verecekti. Kasabadan epey uzakta olan bu yeri  sevmişti. Ona sataşan insanlar burada yoktu. Sadece hayvanlar ve doğa vardı, onlar İsmet’e yeterdi artardı. Çam ağaçların gövdesinden birine sırtını dayamışken dışarıya temiz hava almaya çıkan kızı gördü.

Zeynep bir kaç gündür başına gelen olaylara anlam veremiyordu. Melanet ve şimdi Yılkan’ın bahsettiği varlıklar olan gölgeler. Belki düşünmese her şey iyi olacaktı.  Rüzgar deli deli eserken gülümsedi. Uzak tepelere ve vadiye bir bakış attı. Manzara onu buradan alıp götürecek kadar güzeldi. Yine de buradan gitmek istemediğini itiraf etti.

Zeynep ne kadar zamandır dışarıda öylece dikilip hülyalara daldı bilmiyordu ama epey zaman geçmiş olmalıydı. Uzaklardan, yükselip gelen kurt ulumalarıyla irkilerek kendine geldi. Yine de uzun, çamların arasından beliren sureti göremedi. Kızın arkasından ilerleyen adam bir hamlede önüne geçince göz göze geldiler.

Zeynep korku ve hayret içinde ağabeyine baktı. Onu burada görmeyi beklemiyordu. “Abi?” dedi zayıf bir sesle.

Uğur kara gözlerini kardeşinin gözlerine dikti. Yüzü ifadesizdi, önce bir maske gibi görünüyordu. Sonra çehresi git gide kararmaya başladı. Her şey bir kabusa dönüyordu.

 “Abin ya,” dedi Uğur tükürürcesine. Adam elinde bir defter tutuyordu. Defteri neredeyse parçalamak ister gibi bir hali vardı. Genç kız onun eskiz defteri olduğunu fark etti ama neden defteri sinirle tutuyordu ki anlamamıştı.

Ağabeyinden bir adım uzaklaşmaya karar verdi. Yürürken bir yandan derin nefesler alıp veriyordu. “Beni nasıl buldun?”

“Kasabaya indiğinde, seni bir güzel takip ettim. Ne iyi ettin de kasabaya indin, burayı yoksa asla bulamazdım. Ama burada soru sorması gereken benim. Sen ne yapıyorsun kardeşim?”

“Hiç bir şey yapmıyorum,” dedi genç kız, Uğur’un deli gibi bakan gözlerinin içine bakarak. İsmet’in hala orada olup olmadığını merak etse de başını çeviremiyordu. Vücudu kaskatı kesilmişti.

“Bu ne?!” dedi Uğur, elindeki eskiz defterini yere çarparak. Kızın saf saf baktığını görünce öfkeyle kaşlarını çatan ağabey yerdeki defterden bir çizim çıkarıp Zeynep’e gösterdi.

“Resimdeki adam da teşrif etmiş,” dedi Uğur, evden çıkan genç adamı kastederek.

Zeynep çizmiş olduğu Yılkan resmine bakış attı. Yüzü kıpkırmızı oluvermişti.

“Aptal...” dedi Uğur buz gibi sesle. “Sen bu adama mı kaçtın?”  

“Abi!” dedi kız.

“Eve gidiyoruz,”

“Ben gelmiyorum!”

“Yürü çabuk. Yürü beni daha fazla delirtmeden yürü!” dedi Uğur öfkeden titreyerek. Bir eliyle kızı kolundan kavradı ve sürüklemeye başladı. Zeynep gitmemek için debelenirken Uğur ‘un yüzüne bir tokat atmasıyla ne olduğunu şaşırdı.

Öfkeyle “Bırak beni!” diye haykırdı kız. “Asla gelmem o eve,”

“Hadi oradan!”

“Onu seviyorum!”

Uğur tiksintiyle kız kardeşini süzdü. Ne diyeceğini bilememiş bir hali vardı şimdi.

Yılkan olanları görünce hemen yanlarına koştu. Uğur’ un kendini kaybetmiş haldeki tavırlarına ne kadar öfkelenmişse Zeynep’ in sözlerine de bir o kadar şaşırmıştı. Olsa olsa abisini sinir etmek için düşünmeden söylediği sözler olabilirdi. Bunları düşünürken bir anda Uğur’ un üstüne atıldı, zira o laftan anlayacak bir halde değildi.

Uğur sertçe itip Yılkan’ ı kendinden uzaklaştırdı. “Kardeşimi burada alıkoymanın bedelini ödeyeceksin.” Son kelimeyi vurgularken etkili olabileceği düşündüğü bir noktaya yumruğunu savurdu. Yılkan çenesine yönelen hamleyi eliyle durdurdu ve parmaklarını Uğur’ un yumruğuna kenetledi. Onu bırakmaya niyeti yoktu, öfkeyle fısıldadı. “Nasıl ele geçirildiğini biliyorum. Ruhun çaresizce kıvranıyor, aklını başına almazsan tamamen onun kölesi olacaksın. Zeynep’ e bir daha zarar verirsen bedel ödeyecek sen olursun.”

Uğur sinirden köpürüyor, karşısındaki gence haddini bildirmek istiyordu. Yılkan’ ın elinden sıyrılıp art arda ona saldırmaya başladı. Hırsla tekme ve yumruk savurdu. Refleksleri iyi olan Yılkan ona karşılık vermekte gecikmedi.

İkisinin dövüşünü izleyen Zeynep korku içindeydi. Sesini bir türlü onlara duyuramıyordu. İsmet ağzı açık halde olanları izlerken Zeynep’ in onu uzaklaştırma çabalarına aldırmıyordu.

Kısa sürede Yılkan da Uğur da oldukça hırpalanmıştı. İkisi de kolay pes edecek gibi görünmüyordu. Yılkan dudağından sızan kanı sildi. O sırada Uğur’ un yumruğu çenesine isabet edince sendeledi, geriledi. Sonraki saldırının geldiğini fark edince hemen toparlandı. Karaciğerine gelen dairesel tekmeden sıyrıldı ve Uğur’ u bacağını yakalayıp kendine doğru çekti. Tam dizini karnına gömmeye hazırlanıyordu ki üstlerine bir şey düştü. İkisi de ağa dolanıp kalmıştı.

“Sonunda durdunuz,” dedi Zeynep. Gergin görünüyordu. “Bak işe yarar demiştim sana,” dedi çocuk. İsmet’ in istiflediği eşyaların arasında balık ağı da vardı. Zeynep son çare olarak onu kullanmak zorunda kaldı.

“Bu ne demek oluyor?” dedi Yılkan.

“Birbirinize daha fazla zarar vermenize müsaade edemem.”

Uğur burnundan soluyordu. “Hala onu mu koruyorsun? Bunun için mi ailemize ihanet ettin?”

“Ben kimseye ihanet etmedim. Hem aile mi kaldı ortada? Şu dönüştüğünüz şeye bakın, insanlıktan çıktınız.”

“Sen anlayamazsın. Biz gerçek huzuru efendimizle bulduk, sonunda sen de bize katılacaksın.”

“O efendinizin kökünü kazıyacağız.” Yılkan’ ın sesi donuk ve sertti. Uğur onun bakışlarından yansıyan buz gibi ifadeden hoşlanmamıştı. “Sen sus soğuk nevale, sabrımı taşırıyorsun.” Uğur ağlara rağmen tekrar saldırmaya çalıştı ama ayağa kalkamadan yere kapaklandı. “Zeynep çıkar beni buradan, elimden bir kaza çıkacak.”

Abisini duymazdan gelen Zeynep Yılkan’ ı ağlardan çıkardı. “Bunun için üzgünüm. Durumu biliyorsun, kendinde değil. Onu bırakalım gitsin.”

Yılkan istemese de kabul etti. Uğur serbest kalınca vurmak üzere harekete geçtiğinde birden ayakları yerden kesildi. Zeynep şok içinde abisinin ayaklarından çekilerek yerde sürüklendiğini gördü. “Gölgeler mi onlar? Ne yapacaklar?” dedi endişeyle.

“Merak etme, bizden uzağa götürüp bırakacaklarmış sadece.” Uğur ise dehşet içinde onların ellerinden kurtulmaya çalışıyor, haykırıyordu. Yılkan ifadesiz şekilde onun gözden kaybolmasını izledi. İsmet yerdeki defteri almış inceliyordu. Sessizce Yılkan’ ın dibinde bitiverdi. “Bu sen değil misin?” Zeynep bir şey diyemedi, yüzü kızarmıştı. Yılkan ise şaşırmış halde kendi resmine baktı. “Beni mi çizdin?”

“Olmamış mı?” dedi Zeynep mahcup halde.

“Hayır, çok iyi olmuş ama neden?”

“Sizi anlamak çok zor. Belli değil mi zaten?” dedi İsmet. Zeynep çocuğu çekiştirip susturdu. “Beni o gün kurtardın ya teşekkür etmek istemiştim, sana verecektim. Abimle konuşurken söylediğimi de yanlış anlama, birden ağzımdan çıktı.”

Yılkan Zeynep’ i süzdü. Ne zaman zor durumda kalsa lafı dolandırırdı, gözlerine doğrudan bakamazdı. Onu daha fazla utandırmamak için üstelemedi. Yavaş yavaş Zeynep’ i daha iyi tanıyor, anlıyordu. Çocuğun gözünden bile kaçmayan şeyi kendisi geç de olsa fark etmişti. “Anlıyorum. Bunu alıyorum o zaman, çok teşekkür ederim.” Zeynep gülümseyerek bakınca o da gülümsedi.

Bir süre sonra Yılkan ustasını görmek istediği için yola koyuldu. Son gördüğünden beri ne halde olduğunu merak ediyordu. Yürürken kendisine eşlik eden gölgelerle sohbet ediyordu. Gölge düşünceli halde konuştu. “Onu da kurtarmamız gerek. Seni kovduğuna inanamıyorum.” Naci’ nin bakışlarını ve sözlerini unutması kolay olamayacağından Yılkan şimdi onun karşısına çıkma konusunda tereddütlüydü. “İşe yarar mı gerçekten?” “Göreceğiz,” dedi gölge. Orman yoluna yaklaşmışlardı ki koşan kilolu bir adam Yılkan’ a çarptı. Çok korkmuş görünüyordu, nefes nefese kalmıştı. “Yardım et! Beni öldürecekler.”

“Neler oluyor?” dedi Yılkan. Adamı sakinleştirmeye çalışsa da o geriye bakıp duruyor, yardım diliyordu. “Hepsi delirmiş gibi, peşimdeler.” Görüş alanına birkaç kişi girince iyice beti benzi attı, hayalet görmüş gibiydi. Yılkan dönüp gelenlere bakınca şaşkınlıkla geriledi. Birkaç yetişkinden oluşan grup ellerinde kesici ve delici aletlerle ilerliyordu. Bakışları vahşiydi, avına odaklanmış yırtıcı gibiydiler. “İşte orada,” diye bağırdı içlerindeki kadın ve hepsi birden koşmaya başladı. Yılkan bu kadar insanın hakkından gelemezdi. Adamı kolundan tuttuğu gibi ormana doğru koşmaya başladı. “Siz onları engellemeye çalışın,” diye bağırdı gölgelere. Adam düşe kalka ilerlerken tek düşündüğü peşindekilerden kurtulmaktı. “Şu taraftan!” dedi Yılkan. Bir süre koştuktan sonra artık takip edilmediklerini fark etti. “Çok şükür atlattık.”

Yabancı hâlâ inanamıyor gibiydi, tedirgindi. “Birden saldırdılar, ne olduğunu anlamadım. Canımı zor kurtardım.”

“Sakin ol. Kasabadaki insanlara pek gözükmemeye çalış.”

“Neden? Ne oldu ki?”

İkisi konuşurken yürümeyi sürdürdü. Yılkan o sırada karşıdan gelen Naci’ yi fark edince durdu. Son gördüğünden beri yüzü solmuş, gözleri göçmüştü. Yılkan’ ı görünce öfkesi geri geldi, gözü dönmüştü adeta. “Hâlâ karşıma çıkacak yüzün var mı senin?” Naci bir anda hareketlenip bir şey fırlattı. Yılkan ve yanındaki yabancı aralarından geçen balta yüzünden donup kaldı. Naci üzerine doğru koşarken Yılkan hareketsiz bekledi. Ustasını kendini tamamen kaybetmiş halde görmek onun için kolay değildi. Onun kin dolu bakışları altında eziliyor gibiydi. Yanındaki adam söylenerek kaçıp gitmişti bile.

Ustası içindeki tüm öfkeyi kusarcasına saldırırken Yılkan savunmada kaldı sadece, onu etkisiz hale getirme gibi bir girişimde bulunmadı. Ne olursa olsun ustasına vuramazdı. Naci’ nin elleri bir anda Yılkan’ ın boynuna kenetlendi. Her şey bir anda oldu. Yetişen gölgeler ihtiyarı kısılıp kaldığı karanlıktan çekip aldılar. Naci ne yaptığının farkına varınca ellerini hemen gevşetti. Nefessiz kalan Yılkan’ ın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Naci dizlerinin üzerine çöktü,  titreyen ellerini  bedeninden uzakta tutuyordu. “Be-ben nasıl böyle bir şey yaptım, affet.” Yılkan hızlı hızlı nefes alıp kendine gelmeye çalıştı. Debelenip dursa da ustasının güçlü ellerinden kurtulması mümkün olmamıştı. Eğilerek bitkin halde Naci’ nin yanına oturdu. “Affedecek bir şey yok. Geri dönmene sevindim.”

“Bana ne oldu hiç anlamadım. Günlerdir kendi sebep olduğum bir kabusta gibiydim.”

“Hepsi geçti.”

“Evine geri dönmelisin.” İhtiyar olanlar yüzünden hâlâ üzgündü.

“Elbette,” dedi Yılkan gülümseyerek. “Ama iki de misafirimiz olacak.”


Kış Bahçesi (Kitap)

    Bir süredir okuma konusunda yavaşım, Ramazan ve bayram derken günler çabuk geçmiş. Yazardan okuduğum ilk kitaptı bu, oldukça sevdim ben....