Ingrid yaşadığı adadan kızının babasını bulabilmek umuduyla ayrılır. Rigel gemisinden kaçan Rus Alexander'i bulmak için bebeğiyle çok yol kat eder. Yolculuk boyunca pek çok kişiyle görüşür, yardım alır, iz sürer ancak bir süre sonra insanların tavırları ve sözlerinden kendisinden bir şeyler saklandığını anlar. Yine de ilerlemeyi sürdürür.
Yazarın üslubu biraz farklı geldi bana. Çeviriden mi kaynaklı bilmiyorum ama bazı cümle kalıpları garipti, yani yeterince açık değildi, bu da okumamı aksattı. Diyalog çok azdı ve cümleler genelde ...diye sordu, söyledi şeklinde bitmiş. O yüzden akıcı değildi.
Kitap sanat filmlerini anımsattı bana. Yavaş ilerleyen bir konu var, bazı detaylar üzerinde çok duruluyor. Betimlemeleri sevdim, çok doğal ve gerçekçiydi. Karakterler fazla ketumdu, herkes zoraki konuşuyordu sanki. Arka planda savaşın getirdiği acıları, çaresizliği görüyoruz. Ancak okurken bunu yeterince hissedemedim. İngrid, değişik bir karakterdi, bazı yaptıklarına hiç anlam veremesem de yolculuk bir şeylerin farkına varmasını ve düşüncelerinin şekillenmesini sağladı. Zaten tüm kitap boyunca bu süreç ön plandaydı. Kitabın içine pek giremedim ben, okurken koptum sürekli. Kitap herkese hitap etmeyebilir, bu türü sevenlere tavsiye ederim ama.
İngrid sevgiyi aramaya çıkmıştı ve barışın ilk kurbanı hakkındaki gerçekten bihaber olduğundan mutluluğu sürüyordu.
Gergin bir ip gibi uzanan labirentte inatçı adımlar atıyordu, tüm yönleri yitirmişti.
Artık gerçeği aramıyordu, yolculuk bir dönüm noktası için umutsuz bir arayışa dönüşmüştü.