31 Temmuz 2021 Cumartesi

Savaş Çığırtkanı 2- 2.Bölüm Sonu

 



Aradan geçen dört buçuk yılın ardından Canas gittikçe gelişti, güçlendi. Savaş okulunda başarılıydı, Alasır’ ın verdiği eğitimle de bir liderin sahip olması gereken vasıfları kazanırken, mevcut uluslararası anlaşmaları öğreniyordu.

O sıralarda Canova, liderler toplantısı için Galnas’ a gitti. Salina son zamanlarda biraz solgun ve zayıflamış görünüyordu. Bu, Canas’ ın gözünden kaçmadı. “Anne, sağlığın konusunda endişeliyim, rahatsız mısın?”

“İyiyim ben, merak etme. Sadece biraz yorgunum. Sen görevlerine odaklan.”

“Bir süre saraydan uzaklaşıp sahile gidelim mi? Denizin ferahlatıcı etkisi ve sakin bir yaşam sana iyi gelecektir.”

Kadın gülümsedi. “Beni her zaman çok düşünüyorsun. Dediklerin dikkate değer şeyler olsa da Canova’ yı bırakıp gidemem. O,  bu ülke ve bizim için çok çabalıyor. Halkını daima kucaklamaya çalışan bir lider o. Biz de ona destek olmalıyız.”

“Neden bir kez olsun kendini düşünmüyorsun? Bu, zindandan farksız yerde her şeyi düzene sokmaya çalışıyorsun. Babamı memnun etmek neden bu kadar önemli?” Canas’ ın tepkisi karşısında Salina şaşkına döndü. “Böyle düşündüğünü bilmiyordum, hayatından memnun olduğunu sanıyordum. Canını sıkan bir şey mi oldu oğlum?”

“Sadece senin için endişeleniyorum. Hayatını adadığın bu şeylere anlam veremiyorum. Sen gerçekten böyle mutlu musun?”

“O nasıl söz Canas? Elbette mutluyum, güzel bir ailem var. Kimse beni çalışmam için zorlamıyor. Farklı bir ülkeden gelmiş olabilirim ama ben insanlara değer veririm. O yüzden başka yerde yaşıyor olsam da bu kadar çabalardım. Hem sarayı asla bir zindan olarak görmedim.”

Canas annesinin dediklerini düşündü. Eğer duyduklarını bilseydi de bunları diyebilecek miydi? Görünüşte babası ona karşı nazik biriydi ama onu bir tehdit olarak görüyordu. Canas konuşursa işlerin daha kötüye gideceğini düşünerek sustu. Annesinin hayal kırıklığına uğramasını, kalbinin kırılmasını istemiyordu. Onu kollamayı hiç bırakmayacaktı.

Savaş okulunun dönem sonu yaklaşıyordu. Güçlü savaşçılara bir takım önemli görevler verildi. Canas’ ın başında olduğu ekip bir kaçakçılık çetesini yakalayacaktı. Günler süren araştırma ve takip sonucunda çeteye çok yaklaşıldı. Çete üyeleri sağ şekilde yakalanacak sorgulanmak üzere ilgili birime teslim edilecekti. Bir anlık dikkatsizlikleri sonucu savaşçılardan ikisi rehin alındı. Uzun süren pazarlıkların ardından iki taraf da pes etmemişti. Ortam çok gergindi.

O gece herkes çadırlarına çekildi. Canas dışarıda bir taşın üstünde oturmuş ne yapabileceğini düşünüyordu. Ağaçların arasında biri belirince hızla silahına sarıldı. Adamın Naskar olduğunu fark edince kılıcını indirdi.

“Burada ne işin var?”

“Efendim, Salina Hanım bir yolculuğa çıkmak üzere. Gitmeden önce muhakkak sizle görüşmek istediğini söyledi.”

“Aniden ne yolculuğu Naskar? Annem nerede?”

“Lider Canova kendisine bir görev verdi. Salina Hanım şu an sarayda ama her an yola çıkabilirler.”

“Hemen gidelim o halde.”

“Fakat önemli bir görevdesiniz şu an. Gerekli tedbirleri almalısınız. En azından durumu diğerlerine bildirelim.”

“Kaybedecek vaktim yok. Onlar başlarının çaresine bakabilir.”

Canas telaşla yola düştü. Atın koştuğunu işitenler çadırlardan çıktı. Canas’ ın aniden nereye gittiğini merak etdiyorlardı. Görevle ilgili bir gelişme olduğunu düşünüp Canas' ı beklemeye karar verdiler. Sabah olduğunda hâlâ bir ses çıkmadığını gören çete üyeleri harekete geçmeye karar verdi. Kaçış yolları kapalı olduğundan ani bir saldırı yapacaklardı. Çıkan çatışmada savaşçılardan ve çete üyelerinden ikisi öldü. Çetenin diğer üyeleri kayıplara karıştı.

Korku içinde saraya dönen Canas annesinin orada olmadığını fark etti. Canas’ ın telaşlı halini gören Canova şaşkındı. “Kötü bir şey mi oldu Canas?”

“Annem nerede baba?” Sesi tahmininden yüksek çıkmıştı.

“Meguan’ ın liderinin eşi ile görüşmek üzere yola çıktı. Birlikte ortak bir proje yürütecekler.”

“Benim niye haberim yok bundan? Anneme katılmak istiyorum, tek başına gitmesine izin veremem.”

“Tek başına değil zaten. Onu her an koruyacak savaşçılar var yanında. Sakin ol! Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum.”

Canas sakinleşmeye çalıştı. Şu an babasına bir açıklama yapamazdı. Sesini alçaltarak konuştu. “Baba, en azından gidip bir annemi göreyim. Sonra yoluna devam edebilir.”

“Bu ısrarının nedenini anlamıyorum ama peki git bakalım.”

Canas kısa sürede yola çıktı. Annesinin saraydan ayrılmadan önce diyeceği şeyin ne olduğunu merak ediyordu. Belki babası hakkında açıklama yapacaktı. Meguan’ a gönderilmesinin altında gizli bir sebep olabilir miydi? Tüm bunları düşünen Canas atını daha da hızlandırdı.

Saatler süren yolculuğun ardından kafileye yaklaştı. Ancak yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Canas yaklaştıkça annesinin etrafının sarılmış olduğunu gördü, hem de sarayın savaşçıları tarafından. Salina’ nın elleri kan içindeydi, kendini kaybetmiş halde etrafına bakıyordu. Her yer kan gölüne dönmüştü. Canas annesinin gücünün açığa çıkmış olduğunu anladı. Yerde kan revan içinde yatan haydutları o öldürmüş olmalıydı. Savaşçılardan biri ileriye çıktı. “Çabuk olun! Durum buysa Lider Canova’ nın emrini yerine getirmeliyiz. Sakın tereddüt etmeyin! Yakın!”

Canas atından inmiş onlara doğru koşarken aniden alevler yükseldi. Salina alev çemberinin içinde kaldı. Canas yaşadığı şokla ansızın görünmez oldu. Bunu düşünecek vakti yoktu. Annesinin kıyafeti tutuşmuştu. Haykırarak kendini yere attı. Gördükleriyle kahroldu Canas. Boğucu sıcak ve duman onu engellese de alevlerin içine atladı. Annesini kurtarabilmeyi umarken bedeni yanmaya başladı. Hissettiği dayanılmaz acıyı kaldıramıyordu. Çığlığı giderek artarken yere yığıldı.

Uyandığında bitkin haldeydi, tüm enerjisi çekilmiş gibiydi. Ne kadar süredir uyuduğunu bilmiyordu. Olanları hatırlayınca hızla doğrulmaya çalıştı. Canı yanınca öylece kalakaldı. “Genç efendi kımıldamayın. Ani hareketler canınızı yakacaktır.” İki sağlık görevlisi başında dikilmiş, tedavisi ile ilgileniyordu. Bir kolu ve gövdesinin önemli bir kısmı yanmıştı, sargılar içindeydi.  Canova o sırada yanında bekliyordu, oğlunun uyandığını görünce derin bir nefes aldı.

“Bizi çok korkuttun oğlum. Seni kaybedeceğimi sandım.”

“Annem, annem nasıl?”

Canova çökmüş haldeydi, boğazı düğümlendi. Nasıl söyleyeceğini bilemiyordu ama böyle bir şeyi erteleyemezdi. “Üzgünüm, anneni kaybettik.”

Canas duyduklarına inanmak istemedi. Annesinin yandığını görmüş, hiçbir şey yapmamıştı. “Hayır! Bu doğru olamaz!” diye ağlamaya başladı. Sağlam kolunu duvara geçirecekken Canova onu tuttu. Canas’ ın canı çok yanıyordu, hem ruhsal hem fiziksel olarak. “Dur! Kendine zarar vereceksin.” Canova onu sakinleştirmeye çalışırken Canas babasının elinden kurtulmaya çalışıyordu. Krizi atlatması için sağlık görevlisi hemen bir iğne yaptı. Canas kısa sürede tekrar uykuya daldı. Canova nemli gözleriyle onu izledi. Yaşadıkları bu yaşta birinin kaldıramayacağı bir şeydi. Sessizce odadan çıktı. Yardımcısını çağırıp olayın nasıl gerçekleştiğini bir kez daha anlatmasını istedi.

“Sizin emrettiğiniz gibi genç efendinin arkasından saraydan ben de ayrıldım. Fakat oraya vardığımda her şey sonlanmıştı.  Yangını söndürdüğümde sadece genç efendi yaşıyordu. Salina Hanım için çok üzgünüm. Diğer herkesi kim öldürmüş bilmiyorum.” Adamın sesindeki üzüntü hissediliyordu. Ölenler yıllardır çalıştığı kişilerdi.

Canova keder ve öfkeyle yumruklarını sıktı. “Anlaşıldı gidebilirsin. Bununla ben ilgileneceğim.”

Gecenin ilerleyen saatlerinde, hissettiği ağrı Canas’ ı uyandırdı. Onun acı içinde kıvrandığını gören sağlık görevlisi hemen müdahale etti. Günler içinde Canas yavaş yavaş kendine geldi. Salina için saray bir cenaze töreni düzenledi. Herkesin içinde aynı acıları tekrar hissedip de kendini tutmaya çalışmak Canas için zor olmuştu. Gözyaşları boncuk gibi akarken kıpırtısız duruyordu. Tören bitince umutsuzluk içinde saraya döndü.

 Canas şimdi babasının karşısında dikiliyorken ne diyeceğini bilemiyordu. Olanları düşündükçe delirecek gibi hissediyordu. Her şeyin bir kabustan ibaret olmasını diliyordu. Kafası onlarca yanıtsız soruyla doluydu. Babasının öyle bir emir verdiğine inanmakta güçlük çekiyordu. Kafasını kurcalayan bir soru da bilincini yitirdikten sonra diğer savaşçıların nasıl öldüğüydü ama buna bir yanıt bulamamıştı. Canas öfkesini babasına kusmak istese de dişlerini sıktı. Gözleri dolunca dudağının kenarını kemirdi. Olanları hazmedemiyordu. İçindekileri haykırsa babasının inkar edeceğini düşünüyordu. Hatta kendisine delirmiş muamelesi bile yapabilirdi. Düşüncelere o kadar dalmıştı ki Canova sözlerini tekrar etti.

“Orada ne oldu Canas? Bildiklerini anlat bana.”

“Annemi koruyamadın baba. Onu neden oraya gönderdin? O çok güvendiğin savaşçılarına ne oldu?” Canova, Canas’ ın soğuk sözleri karşısında şaşırdı. “Şu anda beni mi suçluyorsun? Böyle bir felaket yaşanacağını nereden bilebilirdim? Salina için ne kadar üzüldüğümü görmüyor musun?”

Canas imalı şekilde konuştu. “Gayet iyi görüyorum.”

“Bu sözlerini acına veriyorum. Bir an önce toparla kendini, çocuk değilsin artık. Orada bir sürü aileden insanlar da öldü. Onların sorumluluğu da üzerimizde. Katilleri bulup en ağır şekilde cezalandıracağım.”

Canas hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitti. Saray, suçluların bulunması konusunda alarma geçse de o gerçeği biliyordu. Babasının en başından beri annesiyle kendisini tehdit olarak gördüğünü ve bunu birkaç kişi hariç herkesten sakladığını... Eğer kanıtı yoksa iddialarına insanlar inanmazdı. İsyan çıkarmaya kalktığı anda başına gelecekleri tahmin edebiliyordu. Şu an zayıftı. Yavaş yavaş güç elde edecek, sonra harekete geçecekti.

Bir darbe de okuldan geldi. Canas haber vermeden görevi terk ettiği ve görev arkadaşlarının ölümüne sebep olduğu gerekçesiyle okuldan atıldı. Haberi okulda alan Canas öfkeden deliye döndü. Günlerdir içi içini yerken bu haber sabrını taşırmıştı. Kendini kaybedip eline geçirdiği sandalye ile camı, çerçeveyi indirmeye başladı. Kimse onu ikna edemedi, ta ki canı acıyıp kendisi durana kadar. Yanık yerleri sızlıyor, göğsü hızla inip kalkıyordu. Sonunda sakinleşen Canas elindeki sandalyeyi yere atıp salondan çıktı. Merdivenlerden hızla inerken Pevlu’ yu gördü. Öfkeyle onu süzdükten sonra bir şey demeden yoluna devam etti. Sonrasında olanları işiten Pevlu çok şaşırdı. Canas’ ın okuldan atıldığına inanamıyordu, geçmişte ona söyledikleri yüzünden utanç hissetti. Zaten Canas’ ın bakışlarından da o anı unutmadığını anlamıştı.

Lider Canova olanlar karşısında hayrete düştü. Okul yönetimi haklı olduğu için Canas’ ın tekrar okula alınması gibi bir talepte bulunmadı. Onlardan tek istediği olayın bir şekilde gizlenmesiydi, dışarıdakilerin bilmesine gerek yoktu. Canas’ ın atıldığı saklanamazdı fakat detaylar da dillendirilmemeliydi. Canova oğlunun Salina’ nın ölümünden beri iyice zapt edilmez hale geldiğini görüyordu. Onun daha kötü şeyler yapmasından korkuyordu. Alasır ile konuşmaya karar verdi, onu yayına çağırdı.

“Canas’ ın tüm sorumluluğunu almanı istiyorum. Okuldan atılmasının açığını alacağı iyi bir eğitimle kapatmalı. Onu başarılı şekilde yetiştireceğine inanıyorum. Son günlerde çok değişti ve senle iyi anlaşıyor gibi görünüyor. Onunla yakından ilgilen.”

“Lider Canova, bu konuda elimden geleni yapacağım ve genç efendinin öfkesini ve acısını yenmesine yardımcı olacağım. Henüz çok genç ve bazı şeyleri kabullenmesi zor oluyor.”

“Onun için endişeliyim ama ona bir türlü ulaşamıyorum. Oğlumu geri kazanmak istiyorum,” dedi Canova yılmış halde.

Ders saati geldiğinde Alasır çalışma odasına geçti. Canas çoktan gelmiş hatta uyuyakalmıştı. Ruhsal olarak çökmüş bir haldeydi. Canas uykusunda annesini görüyordu. Alevler her yanı sarmıştı. Annesine doğru koştukça hissettiği ısı hızla artıyordu. Annesine erişmesine çok az kala yanmaya başladı.

Canas’ ın sayıkladığını gören Alasır hemen yanına gitti. “Çok ateşiniz var. Sizi odanıza götürüp hekimi çağıracağım.” Canas zorlukla gözlerini araladı, Alasır’ ın koluna girdiğini fark edince direnmedi. Ağır adımlarla oradan ayrıldılar. Akşamüstü kendine gelen Canas uyandığında odasındaydı. Yanı başında bekleyen babasına karşı tepkisiz kaldı. Canova oğlunun iyi olduğuna sevinmişti, eğilip saçlarını okşadı eskisi gibi. Canas’ ın boş bakışları içini sızlatsa da “her şey düzelecek, iyice dinlen,” dedi.

Sabah olduğunda Canas babasının yanına gitti. Okuldan atılmasını hâlâ kabullenememişti. “Okula geri dönmem için bir şey yapmayacak mısın baba?” Canova bir süre ona baktı. “Olanlardan sonra bu mümkün görünmüyor. Bu meseleye karışmam itibarımı zedeler. Seni defalarca uyardım. Hatalarının sorumluluklarını taşımayı öğrenmelisin.”

“Elbette yine şaşırtmadın beni. Bu konuda bir adım atacağını düşünmemiştim zaten. Halkın gözünde kusursuz ve mükemmel olmaya çalışmak, örnek biri olmak senin için sadece bu önemli değil mi? Söylesene baba ismini lekelemek için daha ne kadar ileri gidebileceğimden haberin var mı? Beni kışkırtma.”

Bu sözler üzerine sabrı taşan Canova bir tokat attı ona. “Haddini aşıyorsun artık! Kendine gel, ben düşmanın değilim. Oğlum olman yaptıklarını görmezden geleceğim anlamına gelmez. Bundan sonra en küçük yanlışında gereken önlemi alacağım.”

Yüzünün bir tarafında parmak izleri beliren Canas hışımla oradan ayrıldı. Odadan çıktığında gözlerine yaşlar hücum etti. Öfkesi her geçen gün katlanırken bir şey yapamamak onu boğuyordu. Gerçekte yapmak istediği böyle sözlerle babasını kızdırmak yerine açıkça ondan intikam almaktı. Saraydan uzaklaşırken peşinden kimsenin gelmemesini istedi. Uzun bir yürüyüşe çıktı. Yanağındaki sızı çoktan geçse de yapılanı unutamıyordu. Papatyalarla dolu bir tarlaya geldiğini fark etti. Annesi bu çiçekleri çok severdi. Biraz papatya toplayıp annesinin mezarına gitti.

Sonraki günlerde Alasır Canas’ la daha çok ilgilenmeye başladı. “Genç efendi biliyorum annenizin ölümü sizi sarstı ama sanki sakladığınız bir şey var. Bu kadar dağılmanızın altında başka bir sebep mi var? Sizin için endişeleniyorum.”

Canas bir süre sessizliğini korudu. Şu ana kadar kendisini anlayan tek kişi Alasır olduğu için düşüncelerini dile getirmekte bir sakınca görmedi.

“Annemi öldürenler bizim savaşçılardı, gördüm. Yangını onlar çıkardı. Yıllardır böyle bir anın geleceği korkusuyla yaşadım. Hani babam aşırıya kaçmazdı Alasır? Şimdi doğru anı bekleyip bunu ona ödetmeliyim.” Alasır hayrete düştü. “Bu nasıl olur? İnanamıyorum. Doğru anladığınıza emin misiniz?”

“Ben ne gördüğümü iyi biliyorum!” Canas’ ın bakışları soğuktu. Alasır ne diyeceğini bilemedi bir an. “Ayrıca o olayın yaşandığı gün bir şey daha oldu. Alevlere doğru koşarken ansızın görünmez oldum fakat kısa sürdü. Bu, o güçle mi alakalı?”

Alasır  heyecanlandı. “Görünmez olmanız bir Sisle Yıkanan olduğunuzu gösterir. Yani Ölüm Neferi değilsiniz demektir.” Adam rahatlama ve hayranlıkla Canas’ a baktı.

“Sisle Yıkanan mı? Bu ne demek oluyor?”

Alasır’ ın yaptığı açıklama sonrası Canas’ ın yüzünde tekinsiz bir gülümseme belirdi. “Bu benim kaderim olmalı. Amacıma ulaşmam için her şey yolunda gidiyor. Nefret ettiğim bu liderlik sisteminin ne kadar da kullanılmaya müsait olduğunu herkese göstereceğim.”

“İnsanlar bir şeye kapılıp giderken geride bıraktıkları ya da yıktığı şeylerin farkına varamazlar. Doğru olanı yaptıklarını iddia ederken bile sadece kendilerini kandırıyorlar. Ben de dünyanın bir dersi hak ettiğine inanıyorum.”

“Her geçen gün beni hayrete düşürüyorsun. Böyle bir konuda aynı fikirde olmamıza sevindim. Tabii bunlar sadece bir hayal olarak kalabilir. Biz kısıtlı imkanlarımızla ne yapabiliriz ki?”

“Öncelikle lider olmayı garantilemelisiniz. Babanızın desteğini almadan bu imkansız. Kendinizi herkese kabul ettirmelisiniz. Ancak lider olduğunuz anda harekete geçebiliriz. Benim de büyük sırrımı paylaşma vaktim geldi o halde. Şu vakte kadar beklememin nedeni tamamen aynı görüşte olup olmadığımızı anlamaya çalışmamdı.”

“Büyük sırrın mı?” Canas artık tüm dikkatini Alasır’ a verdi.

“Tek başıma gerçekleştirmem mümkün değil. İkimiz her şeyi başarabiliriz. Öncelikle bu sırrı kimseyle paylaşmayacağınıza dair söz istiyorum. Sizden başka kimseye güvenemem.”

“Söz veriyorum, her şey sadece ikimizin arasında kalacak.”

“Anlaştık o zaman. Bundan sonra siz Avcısınız ben de Kara Elçi.” Alasır elini uzatarak Canas’ ın elini sıktı. Gözleri umutla ve hırsla parlıyordu.

Alasır ile olan konuşma sonrasında Canas düzgünce giyinip liderin huzuruna çıktı. Üzgün ve pişman görünüyordu. “Beni affet baba. Son zamanlarda kaybolmuştum, ne yaptığımı bilmez haldeydim. Bundan sonra daima sana itaat edeceğim ve halkımız için çalışacağım. Annem de bunu isterdi. Sana yaşattığım sıkıntılar için üzgünüm.”

Canova dikkatle oğlunu süzdü. Gerçekten olgunlaşmış, değişmiş miydi? Sözlerindeki samimiyeti hissedebiliyordu. “Sonunda doğru yolu bulmana sevindim oğlum. Bundan sonra geleceğe birlikte yürüyeceğiz. Sana güveniyorum.”

“Gurur duyacağın bir evlat olmak için elimden geleni yapacağım.”

Babasının huzurundan ayrılıp oradan uzaklaşan Canas’ ın yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. “Her şey daha yeni başlıyor baba,” diye mırıldandı.

29 Temmuz 2021 Perşembe

İnsanın Kardeşinin Olması


 

Bugün kardeşimin doğum günü olunca kardeşlikle ilgili bir şeyler yazmak geldi içimden. :)


Çocuklukta ve ergenlik döneminde her ne kadar anlaşamayıp, kavga etmişsek de uzun zamandır iyi geçiriyoruz. Nazar değmesin. :)) Pek çok açıdan bize yardım eden, düşünceli biri, tabi arkadaşlarına olan düşkünlüğünü saymazsak. 

İş görüşmesine beni sanayiye götürdüğü bir gün köpeklerden kaçmak zorunda kalmıştık, bir gün de yine sanayiye gidince karda yolda kalmıştık. Lise sonda dershaneye gece gittiğim için beni çıkışta almaya gelirdi. Tek başıma gitmek istemediğim her yere onu sürüklemişimdir. Tabi sonra bunları kafama kaktığı oluyordu. 😅

Küçükken çok yaramaz olduğu için okulda hergün şikayet işitirdim. Sonraki yıllarda evde de hep kavga ederdik. Hem de öyle böyle değil güreşçi edası ile birbirimizi yere atmalar falan. Sayesinde dövüşmeyi biliyorum. 😀 Bilek güneşinde belli zamana kadar hep ben onu yeniyordum, sonra o büyüdükçe beni yener oldu. Boksa gittiğinde abla şunu bir tut da vurayım diye elime minder tutuşturdu. Sonra kalk da iki hareket öğreteyim diye boks öğretirdi.

Kısaca insanın kardeş sahibi olması güzel. Küçükken yapılan kavgalar zamanla birbirine destek olmaya dönüşüyor. İyi ki benim kardeşim olmuş ve İnşallah daha nice yılları birlikte geçiririz. :) 


27 Temmuz 2021 Salı

Savaş Çığırtkanı 2- 2.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 2

 

Geçmiş-Butah

 

14 yıl önce...

Güneşli bir bahar sabahıydı. Ağaçlar rengarenk çiçek açmış, insanlar manzaranın tadını çıkarıyordu. Sıcakların gelmesiyle şehir birden canlanmıştı. Butah, yeni okul dönemine hazırdı. Savaş okuluna kabul edilen Canas’ ın ilk ders günü için pek de heyecanlı olduğu söylenemezdi. Annesi onun için seçtiği temiz, güzel kıyafetleri yatağın üstüne bıraktı. “İstersen hazırlanmana yardım edebilirim.”

“Hayır anne. Bundan hoşlanmadığımı biliyorsun.”

Zarif yüz hatlarına sahip kadın Canas’ ın yanağını sıktı. Kahverengi, iri gözleri hep sevgiyle ışıldardı. “Geç kalma ama,” diyerek odadan ayrıldı.

Canas beyaz gömleğinin üstüne saks mavisi ceketini giydi. Bu ceket, açık tenini ve kara gözlerini daha belirgin hale getiriyordu. İsteksizce dağınık saçlarını taradı. Tüm bu işleri başkasının yapmasından nefret ediyordu. Bir öğrenciden çok içi geçmiş, saygıdeğer bir yetişkine çevirmeye çalışıyorlardı onu. Saçlarını kafasına yapıştırmaları ise hiç katlanamadığı bir şeydi. Tarağı aynanın önüne bırakırken babasının bir gün önceki sözlerini hatırladı. Canas’ ı yanına çağırıp sarayı ve kendisini temsil ettiğini hatırlatarak okuldaki davranışları konusunda onu uyarmıştı. Babasının her zamanki bu temkinli halini can sıkıcı buluyordu.

Vakit yaklaşınca savaşçılardan biri faytonla Canas’ ı okula bıraktı. Okulun kapısındaki görevli gülümseyerek hemen kapıyı açtı, onu selamladı. İçeri giren Canas’ ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Okul beklediğinden güzel ve ilgi çekici görünüyordu. Bir süre etrafı izledi. Kendisini buraya ait hissedebileceğini düşündü. Sonra üzerindeki bakışlara ve fısıltılara aldırmadan kendinden emin adımlarla içeriye yürüdü.

İlk derste herkes kısaca kendini tanıttı. Lider Canova’ nın oğlu olduğu için öğrencilerin bir kısmı Canas’ a ilgi gösterirken bir kısmının da kıskançlıkları yüzlerinden okunuyordu. Ders arasında çocuklardan biri ilk fırsatta harekete geçti.

“Buradan birincilikle mezun olacağım. Liderin oğlusun diye sana kolaylık göstereceğimi sanma. İsmim Pevlu, unutma bunu.”

Canas öfkelense de karşılık vermedi. Onu hiç duymamış gibi önündeki kitabı okumaya devam etti. Pevlu bu kez Canas’ ın sırasına yaklaştı, kitabını çekip aldı.

“Beni görmezden mi geliyorsun? Anlaşılan kendini bizden üstün tutuyorsun.”

“Yok öyle bir şey. Beni rahat bırak.”

“O, öfkeli bakışlar ne öyle? Dövecek misin yoksa beni?” Çocuk dalga geçmeye başlamıştı. Sınıftan bir iki kişi onu uyarmaya çalışsa da aldırmadı. “Bırakın ya, ne kadar korkaksınız. O, babasının arkasına saklanacak biri sadece.”

“Sözlerine dikkat et, seni uyarıyorum.”

“Söylediklerim gücüne mi gidiyor? Alışmışsın tabi her istediğinin yerine getirilmesine. Burayı sarayla karıştırma sakın.”

“Sen ne biliyorsun ki!”

“Lider Canova sayesinde seni bu okula kabul etmiş olmalılar. O yüzden kolayca burada tutunabileceğini sanma.”

Her şey birkaç saniye içinde olup bitti. Canas hızla yerinden kalkıp Pevlu’ nun üstüne atladı. Karnına bir yumruk attığında iri çocuk yerde bükülüp kaldı. Herkes başlarına toplanırken öğrencilerden biri eğitmeni çağırmak için dışarı koştu. Canas yumruğu sıkılı halde ayağa kalktı. “Tanımadığın biri hakkında büyük laflar etmemelisin.”

İçeriye hızla giren kadın eğitmen araya girip birbirlerinden özür dilemelerini sağladı. Onları uyarmayı da ihmal etmedi. “Okulda böyle bir kavgaya yer yok. Kendinize çeki düzen vermelisiniz.”

Canas ders başladığında pencereden dışarıyı izleyerek iç geçirdi. Olanların sarayda hemen yankı bulacağına emindi. Babası bir yandan anlayışlı görünmeye çalışırken bir yandan onu defalarca uyarmayı ihmal etmeyecekti.

Akşam yemeği vakti geldiğinde Lider Canova ailesiyle masaya geçti. Canova’ nın gözleri oğlunun üzerindeydi. Canas acıktığı için hızla kaşığını körili tavuk çorbasına daldırmıştı ki babasının bakışlarını görünce durdu. “Bugün olanlar için üzgünüm,” dedi sessizce.

“Unutma, sen bir liderin oğlusun. Seni kışkırtmaya çalışacak kişiler her an karşına çıkabilir. Hislerini ve davranışlarını kontrol etmeyi öğrenmelisin.”

“Haklısın baba.”

“Aynı şeyi tekrarlamayacağına inanıyorum. Geçmişte düşünmeden yaptığı şeyler bir lider adayının üzerine yapışıp kalır. Sen insanlara örnek olmalısın, tıpkı Boratak gibi.”

“Sözlerini dikkate alacağım.” Boratak ile kıyaslanmazsa şaşıracaktı zaten. Amcasının oğlu tam da babasının umduğu gibi kusursuz biriydi.

Canova konuyu uzatmamaya karar verdi. Salina oğlunun başını okşadı. “Benim oğlum her zaman sorumluluklarının bilincindedir. Ara sırada olur böyle şeyler. Hadi, yiyelim.”

Canas içtenlikle annesine gülümsedi. Konu kapandığı için rahatlamıştı, usulca yemeğini yedi. Gece yarısı olduğunda ise uyku tutmadığı için avluya çıktı. Taşlı yolu aşıp gaz lambalarıyla aydınlatılmış kamelyalara doğru yürüdü. Nöbet tutan savaşçılar geçerken onu selamladı. Canas gecenin karanlığını ve sessizliğini seviyordu. Her şeyin durağanlaştığı o an kendi hislerine kulak verebiliyordu. Kamelyalara vardığında orada oturmakta olan Alasır ayağa kalktı.

“Genç efendi hoş geldiniz. Uyuyamadınız mı?”

“Bana Canas de, en azından burada. Sen de uyuyamamış gibi görünüyorsun Alasır, otursana.”

Alasır ellili yaşlardaydı, saçları kırlaşmaya başlamıştı. Canas’ ı şimdiden liderliğe hazırlıyor, onu çeşitli konularda eğitiyordu. Bir yıl önce göreve getirilmişti. Canas yaşına rağmen onda garip bir potansiyel olduğunu düşünüyordu. Farklı düşünen, sıradan olmayan biriydi. Alasır yerine oturdu. Onun elindeki kağıt kalem Canas’ ın ilgisini çekmişti. “Bu saatte ne yazıyorsun?”

“Basitçe ifade etmem gerekirse bu bir günlük. Yani kendimce bir şeyler karalamayı seviyorum.”

“Anılarının geleceğe doğru aktarıldığından emin olmak için mi?”

Alasır gülümsedi, çocuğun bu konudaki doğru tahmini hoşuna gitmişti. “Kesinlikle öyle genç efendi. Ne de olsa yaşlanıyorum artık.”

“Tanıdığım pek çok insandan daha bağlısın hayata. Şimdi yaşlanmak konusunda endişelenmeye başladığına inanmamı bekleme.”

Alasır kendini tutamayarak bir kahkaha attı. “Affedersiniz. Siz de her zamanki gibi açık sözlüsünüz.” Adam kendini toparladı, yüzüne babacan bir ifade yerleşmişti. “Duyduğuma göre bugün okulda bir tatsızlık yaşanmış.”

“Sen de mi öğüt vereceksin şimdi?”

“Hayır, bence siz haklıydınız. Karşı taraf sizi tahrik etmiş, ben olsam da aynı şeyi yapardım. Tabi bu düşüncemi Lider Canova’ nın bilmesine gerek yok,” dedi Alasır göz kırparak. Canas şaşkınlıkla eğitmenine döndü. Daha önce kendisiyle böyle konuşan biri olmamıştı. Çoğu kişi böyle durumlarda ya gerçek düşüncesini paylaşmaktan çekinir ya da ona öğüt vermeye çalışırdı.

Ertesi gün Canas okula gittiğinde daha az gergindi. Pevlu da azar işitmiş olacak ki süt dökmüş kedi gibi sırasında oturuyordu. Tarih dersini ilgiyle dinleyen Canas notlar aldı. Uygulama derslerinde de başarılıydı. Zaten kılıç kullanmayı bir süre önce öğrenmişti. Birkaç kız hayranlıkla onu izliyordu. İçlerinden biri Canas ile sohbet etmeye karar vermişti ki bir başkası onu durdurdu. “Onunla arkadaş olmaya çalışman senin yararına olmaz. O çok göz önünde biri. Ya saraydakiler ya da diğerlerinin günün birinde tepkisini çekersin. Biz ona denk değiliz.” Sarışın kız, arkadaşına hak verip geri çekildi. Canas antrenman yapıyor olsa da hakkında konuşulanları az çok anlamıştı. Alışkın olduğu bu durumu takmamaya çalıştı. Ders bitiminde kendisini almaya gelen savaşçının yanına gitti. At arabası ile yanından geçtikleri çocuklar şakalaşıp eğlenirken Canas onları izlemekle yetindi. Burada bir arkadaş edinebilecek miydi merak ediyordu. Diğerleriyle arasında hep bir görünmez duvar olduğunun farkındaydı.

Gece Canas uykusunda dönüp duruyordu. Bir ara birisinin ona dokunduğunu hissedip uyandı. Etrafa bakındığında kimsenin orada olmadığını anladı, yalnızdı. Pencere açık olmasına rağmen en ufak esinti yoktu. Sıcaktan bunalmış halde balkona çıkıp yıldızlarla bezenmiş göğe baktı. O sırada bir yıldız kaydı. Canas neşeyle manzarayı izlerken Alasır’ ın yine kamelyada oturduğunu gördü. Gidip onunla sohbet etmeye karar verdi. Odadan çıkıp aydınlatılmış uzun koridorları aştı. Yavaş adımlarla ahşap döner merdivenden aşağı indi. O sırada işittiği sesler yüzünden durdu. Toplantı odasında birileri konuşuyordu. Canas hafif aralık kalmış kapıdan içeriye bakınca Canova ve bir yardımcısının sessizce konuştuğuna şahit oldu.

“Fakat efendim bu nasıl mümkün olur?”

“Aile birliğim bu anlaşmaya dayanıyor. Liderlerin o teklifini kabul etmekle ağır sorumluluk aldım. İkisi de bunun farkında değil ama elimden bir şey gelmiyor.”

“Benden tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz efendim?”

“Göreve yeni başladığın için seni bizzat ben bilgilendirmek istedim. Bir Ölüm Neferi olan Salina’ yı ve bu gücü taşıma ihtimali olan Canas’ ı gözetim altında tutacaksınız. Beklenmedik bir durum gelişirse haberler yayılmadan gerekeni yapacaksınız. Yoksa gücü kendimiz için kullandığımızı düşünen liderler bize savaş açabilir.”

“Sizin Salina Hanım ile evlenmenizi ve onu kontrol altında tutmanızı isteyen onlar değil miydi zaten?”

“O zamanlar babam Cansar’ ın yerini almaya hazırlanıyordum. Bekar ve en küçük olduğum için bu görevi bana yıktılar.” Canova endişeli görünüyordu, üzgündü.

Canas dehşete kapıldı. Annesi ve kendisi daima kontrol altında tutulacaktı. Dahası bilmediği o güç her neyse açığa çıktığı anda yok edileceklerdi. Bir iki adım gerileyince tökezledi. Tam düşecekken son anda duvara tutundu. Şok olmuş halde sessizce oradan uzaklaştı. Kendisini odaya attığında az önce işittikleri hâlâ zihninde yankılanıyordu. Koridorda ayak sesleri duyunca korku içinde bekledi. Kalbi hızla çarpıyordu. Onları dinlediğini fark etmiş olabilirler miydi? Bir süre sonra sesler kesilince rahat bir nefes aldı. Tüm bunların ne anlama geldiğini merak ediyordu. Annesinin sahip olduğu güç neydi? Kendisinde de açığa çıkacak mıydı? Bildiği tek şey babasının onları patlamaya hazır bir bomba gibi gördüğüydü.

Sabaha karşı bir kabusla uyandı. Karnını tutuyordu, kan ter içinde kalmıştı. Canova, Canas’ ı karşısına almış kendini kontrol etmekten aciz biri olduğunu, asla bir lider olamayacağını söylemişti. Canas itiraz etmeye kalktığında Canova acı sözleri eşliğinde kılıcı karnına saplamıştı: “Sen bizim için tehditsin, ölümün refahımız olacak.” Canas’ ın hisleri kısa sürede öfkeye dönüştü. Babasının karşısına çıkmalı hesap sormalıydı. Çıldırmış gibi hızla odadan fırladığında birine çarptı.

“Genç efendi, acil bir durum mu var? İyi görünmüyorsunuz.” Alasır, Canas’ ı kolundan tutmuştu. “Kolumu bırak Alasır. Gitmem gerekiyor.”

“Konu her neyse sakin olun lütfen. Lider Canova bu konuda hassas biliyorsunuz. Hiç bir zaman fevri davranmanızı istemiyor. Sizin için söylüyorum ben.”

Canas derin bir nefes aldı. Şimdi yapacağı çıkış sadece daha fazla kontrol altında tutulmasına neden olacaktı. Belki babası onu zindana bile kapatabilirdi. İçindeki sıkıntıyı bastırmaya çalıştı, direnmeyi bıraktı. “Tamam ama seninle özel olarak konuşmak istediğim bir şey var. Mümkünse sarayın dışında.” Alasır rahatlamış göründü, Canas’ ın kolunu bıraktı. “Tabi, ne zaman isterseniz.”

Bir iki saat içinde Alasır eğitim bahanesiyle liderden izin isteyip Canas’ ı dışarı çıkardı. Ata bindikten sonra Canas’ ı da arkasına attı. Güneydeki ormana doğru ilerlediler. Parçalı bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Bir süre önce yağmur yağmış, toprak kokusu her tarafı sarmıştı. Canas yere ayak bastığında etrafını saran yüksek ağaçlara baktı. Buraya ilk kez geliyordu. Ne söyleyeceğini merakla bekleyen eğitmenine döndü.

“Senin bildiğini umut ediyorum. Ölüm Neferleri hakkında bir bilgin var mı?”

“Böyle bir soru sormanızı beklemiyordum, şaşırdım doğrusu. Biraz bilgim var.”

“Hemen anlat o halde.”

Alasır geçmişe dair bildiği hikayeyi anlattı. “İşte böyle. Ölümcül olan bu insanlardan hep korkuldu. Onların lanetli olduğuna inananlar bile oldu. Bu yüzden geçmişte birinin Ölüm Neferi olduğundan şüphelenilmesi bile o kişinin hayatını alt üst etmeye yetmişti.”

“Anlıyorum.” Canas durumun bu kadar vahim olacağını tahmin etmemişti. “Peki, bu konuda sana bir sır vermek istesem ne dersin?” Söyleyip söylememekte kararsızdı, içi içini yiyordu.

“Sırrınızı güvenle taşırım. İçinizdeki sıkıntı her neyse tek başınıza mücadele etmek zorunda değilsiniz.”

Canas tek başına bir çözüm bulamayacağına inanıyordu. Birinin desteğine ihtiyacı vardı. Bildiği her şeyi anlattığında Alasır’ ın bakışları yumuşadı. Daha çok Canas’ a acımış gibi bir hali vardı. “Sıra dışı bir durum. Neler olduğundan emin olmasam da babanızın iki arada kaldığı belli. Endişeye kapılmayın hemen. Kalbiniz güçlü olduğu taktirde eğer gerçekten bir Ölüm Neferiyseniz bile bunun üstesinden gelebilirsiniz. Babanızın karşısında yer almak yerine ona kolaylık sağlamaya çalışın. Her ne olursa olsun Lider Canova aşırıya kaçmayacaktır. Çünkü sen onun tek oğlusun.”

“Teşekkür ederim. Bunları senden duymak iyi geldi. Ayrıca bu anlattıklarımdan sonra korkacağını, benden uzaklaşacağını düşünmüştüm.”

“Şu yaşıma kadar yeterince şaşılacak şeye şahit oldum. Hayatın kendisini bir sürpriz olarak kabullenmeye başladım. Bazen iyi bazen kötü sürprizlerle karşılaşırız, ortası pek yoktur.”

“Her şeye rağmen beni anlayabilmene sevindim. Senle konuşunca her şey daha olası görünüyor gözüme. Ayrıca seni böyle konuşturacak neler yaşadın merak etmedim değil.” Alasır gülümsedi. “Belki bir gün anlatırım.”

Birlikte saraya döndüklerinde bir fayton içeri girmek üzereydi. Canas gelenlerin amcası Unrad ve kuzeni Boratak olduğunu gördü. Uzun süredir ziyarete gelmemişlerdi. Birbirlerini selamlayarak içeri girdiler. Boratak uzun saçlarını ensesinde toplamıştı. Gözleri her zamankinden daha açık mavi görünüyordu. Tıpkı gökyüzü kadar açık mavi...

“Canas görüşmeyeli epey oldu. Ben mezun oldum, şimdi sen başladın savaş okuluna. Alıştın mı?” dedi Boratak.

“Sıradan bir okul sadece, büyütecek bir şey yok. Alışmam gereken asıl babamın kuralları.”

Boratak anlayışla gülümsedi. “Amcam her zamanki gibi desene. Sanırım yerinde olmak istemezdim.”

Unrad aralarına girdi. “Hadi gençler burada dikilecek miyiz? Kardeşimi görmek için sabırsızlanıyorum. Çok uzun bir yoldan geldim.”

“Birkaç aydır Melmor’ daydı. Seyahat etmeden duramıyor,” dedi Boratak.

Canova onları karşısında görünce sevindi. Gidip ikisine de sarıldı. Uzun süren sohbetin ardından hep birlikte yemeğe geçtiler. Canova yeğenine döndü. “Anlat bakalım Boratak. Mezun da oldun şimdi ne yapmayı planlıyorsun? Okuldan eğitmenlik teklifi aldığını duydum. Tabi hem birincilikle okulu bitiren hem de bu kadar saygılı ve disiplinli birini kaçırmak istememişlerdir.”

“Teveccühünüz amca. Fakat ben bir yere bağlı kalmaktansa savaşçı olarak görevlere çıkmayı tercih ederim.”

Canova güldü. “Tıpkı babana çekmişsin. Seninle gurur duyuyor olmalı.”

“Elbette gurur duyuyorum. Her zaman çok çalışıyor,” dedi Unrad. Bir parça eti ağzına attıktan sonra masanın karşısına baktı. “Canas biraz sessizsin bugün. Eğitimler nasıl gidiyor?”

“Olması gerektiği gibi amca.”

Unrad Canas’ ın kısa kestiğini görünce gülümsedi. “Geleceğin lideri olarak fazla ketumsun. Seni konuşturmak biraz zor.”

“Onun kusuruna bakma abi. Bu yaşantı ona biraz sıkıcı geliyor ama ileride tamamen buna adapte olacağına inanıyorum. İçindeki güçlü potansiyelin farkındayım.”

Canas tam ağzını açacaktı ki Salina’ nın gurur duyarcasına kendine baktığını görünce susmayı tercih etti. Yemeğine odaklandı. Amcası özgürlüğüne düşkün biri olduğu için lider olmak istememişti. Dolayısıyla liderlik tahtına geçen Canova olmuştu. Eğer durum tam tersi olsa şimdi nasıl bir hayatı olacağını düşünmeden edemedi.


2.bölüm devam edecek...

22 Temmuz 2021 Perşembe

Jujutsu Kaisen (Anime)


  Son zamanlarda bu popüler anime sürekli karşıma çıkıyordu ve ben de bu furyaya kapılarak izlemeye başladım. Zaten sevdiğim türde bir anime ama esas başlama sebebim Gojo karakterinin mükemmel gözleri hakkında spoiler yemem oldu. 😅


  Bu 24 bölümlük animeyi yeni bitirdim ve hemen tanıtımını yapmak istiyorum. Öncelikle konusundan bahsedeyim. İnsanların olumsuz düşüncelerinden ortaya çıkan lanetler gizlice çeşitli yerlerde dolaşmakta, insanlara saldırmaktadır. Ana karakterimiz İtadori Yuji sıradan bir insandan daha fazla fiziksel bir güce sahiptir. Bir gün dedesi ölmeden önce vasiyette bulunur. Sen çok güçlüsün, insanları koru, der. Bundan etkilenen İtadori okul arkadaşlarına bir lanetin saldırdığını fark eder. Sonunda kaybetmemek için en güçlü lanet olan Sukuna' nın bir parçasını yutar. Böylece aynı bedeni o lanetle paylaşmaya başlar.Sukuna' nın taşıyıcısı olması ve onu kontrol edebilmesi lanetlerle savaşan büyücülerin ilgisini çeker. Satoru Gojo onu alıp özel bir liseye götürür. Aslında İtadori' nin başı derttedir ve kendisine seçim şansı verilir.

  Anime bol kanlı sahneler içeriyor ve karanlık bir atmosferi var. İzlemek isteyenleri şimdiden uyarayım. Nefret konusunu vurucu bir şekilde işlemişler. Yine de aralara komedi serpiştirerek o olumsuz havayı dağıtmaya çalışmışlar. Ben ilk bölümleri fazlasıyla beğendim. Adrenalinim falan arttı izlerken. Sonra ana konudan biraz sapıldı ve diğer öğrencilere yoğunlaşıldı. Sonlara doğru doz biraz daha artar gibi oldu ama ilk bölümlerdeki heyecanı hissedemedim. Yalnız anime burada bitmiyormuş, mangasını okumak zorunda kalacağım.

  Şimdi biraz da karakterlere değinmek istiyorum. Genel olarak herkes anormaldi. Normal insan bulursan öp de başına koy. 😅 Çok sevdiğim karakterler de oldu hiç sevmediğim de oldu. Birkaçını tek tek ele alayım.


İtadori Yuji


  Animenin ana karakteri. İnsanları kurtarmak istediği için kendini bu işe adar. Güçlenmek için çalışır. Karakter gelişimi iyiydi, düşünceleri güzel olsa da zaman zaman pişmanlığa kapılır, çaresiz hisseder. Dostları sayesinde bunu aşacak gibi duruyor. Çok samimi, enerjik ve eğlenceli biri. Sukuna ile aynı bedeni paylaşması, zaman zaman onla çatışma yaşaması animenin en ilgi çekici yanlarıydı sanırım.


Satoru Gojo




  Çok güçlü bir karakter. Öyle ki gücünün bir kısmını gördük sadece. Gözlerini maske ya da gözükle kapatıyor. Şu ana kadar gördüğüm en özgüvenli ve en havalı karakter olabilir. Yalnız maskeliyken çok gevşek, komik biriyken maskeyi çıkardığında tamamen farklı bir ruh haline bürünüyor. Dövüşlerini izlemek inanılmaz zevkli.


Fushiguro Megumi



  İtadori' nin gittiği özel okuldan bir öğrenci, aynı sınıftalar. Anime boyunca biraz geri planda kaldı ama onla ilgili önemli şeyler olacağı hissettirildi hep. Ben bu karakteri çok sevdim. Nedense kendime en yakın bulduğum karakter oldu. Az konuşan, ketum ve ciddi biri. Dostları için her şeyi yapabilir. Keşke animede daha ön plana çıksaydı. Umarım devam sezonu gelince çok görürüz.


Nobara 



  İtadori ve Megumi' nin sınıf arkadaşı. İyi bir üçlü oldular. Kızlar içinde en sevdiğim karakter oldu. Güçlü ve iddialı. İtadori ile bir araya gelince komikleşiyor, Megumi' yi hayattan bezdiriyorlar. 😀 Bu üçlünün dostlukları çok hoş. 


Nanami



  En ilginç karakterlerden biri. Oldukça güçlü olan bu adam zamanında büyücülüğü bırakıp iş dünyasına atılmış, sonra iş dünyasını sevmeyip büyücülüğe geri dönmüş. Zeki ve dövüşleri etkileyici. Büyücülükte dahi mesai yapmayı sevmiyor. 

Not: Karakter resimlerinden İtadori ve Nanami jujutsu-kaisen.fandom.com sitesinden alıntıdır. Diğer karakterler Türkanime sitesinden animeyi izlerken aldığım ekran görüntülerine aittir.

  Görsel açıdan animeyi çok beğendim. Aksiyon sahneleri çok iyi, tek takıldığım dövüş sırasında ha bire teknikleri açıklıyorlar. Dövüşü izlemekten alt yazıları kaçırdım zaman zaman, dolayısı ile geri sarmaya üşendiğim için anlamadığım kısımlar oldu. Bir eleştirim de ilginç karakterler yapalım diye aşırıya kaçmışlar. Bazı yan karakterleri hiç sevmedim, çok itici geldiler. Yine de devam sezonunu sabırsızlıkla bekleyeceğim. :) 


21 Temmuz 2021 Çarşamba

Savaş Çığırtkanı 2- 1.Bölüm (Roman)



Merhaba arkadaşlar. Bir süre ara vermiştim, kaldığım yerden seriye devam ediyorum. Hatırlatma açısından haritayı tekrar paylaşmak istedim. İyi okumalar. :) 




BÖLÜM 1

 

Kaçış-Galnas

 

Saraydan kaçışları büyük bir şanstı. Janef kötü durumda olduğu için grup liderliğini Verda yapmıştı. Daha önce sakladıkları iki at arabası ile oradan uzaklaşmışlar, izlerini kaybettirmişlerdi. Ancak gruptaki yaralılar nedeniyle bu pek kolay olmadı. Sayıca kalabalık olmaları da işlerini kolaylaştırmıyordu.

Zindandan kaçmalarına yardım ettikleri adamın ismi Komtav, eşinin de Vilan’dı. Komtav bölgeyi çok iyi bildiğinden saklanabilecekleri en yakın yeri tarif etmişti. Bir süre burada dinlenip kendilerini toparlamaktan başka çareleri yoktu.

Gizlendikleri yer uçsuz bucaksız yeşilliklerin arasında bir mağaraydı. Ağaçların aşağıya sarkan uzun dalları iri yapraklarla kaplıydı. Ağaçlar o kadar sıktı ki iç kesimlere gün ışığı zor sızıyordu. Dalların arasından yere düşen güneş ışıkları rüzgârda dans edercesine bir görüntü oluşturuyordu.

Ayda ve Serenay' ın yardımları ile Janef toparlansa da Akbar henüz rahatça hareket edebilir hale gelmemişti. Bir bacağı ve bir kolunun kasları doğru çalışmıyordu. Ayda umutsuz şekilde konuştu. “Umarım geçici bir durumdur. Sana her ne verdilerse hiç böyle bir şey görmemiştim. Şimdilik elimden fazla bir şey gelmiyor. Butah’ a vardığımızda iyi bir tedaviden geçersen belki düzelirsin.”

“Sen elinden geleni yaptın. En azından şimdi ağrım yok, bir şekilde idare ederim,” dedi Akbar.

“Kendini pek zorlamamaya çalış.”

Rembar abisinin haline üzülüyordu. Yakalanmadan önce ülkeyi terk etmek istiyordu. Başlarına daha kötü şeyler gelebilirdi. Lider Lazinka' yı iyi tanıyordu. Verda geniş mağarayı dolaştı. İç kesimlere uzanan bir geçit vardı. “Burası yeterince güvenli mi Komtav?”

“Evet, burada çok sayıda mağara ve geçit var. Bu bölgede olduğumuzu tahmin etseler de kolay kolay bize ulaşamazlar. Yalnız Yaputa da benim kadar iyi biliyor buraları. O yüzden dikkati elden bırakmayalım.”

“Yaputa?”

“Görmüş olmalısın, göz bandı olan.”

“Şu garip adam, anladım. Burada fazla oyalanmazsak iyi olacak sanırım.”

Janef bir köşede oturmuş dinleniyordu. Kaçış sırasında bir kasabaya uğrayıp Janef’ i hekime göstermişlerdi. Onun durumunu gören kadın hemen müdahale etmiş, eğer daha derin yara almış olsaydı durumu kolayca atlatamayacağını söylemişti. Janef’ in vücudundaki çok sayıda kesiği görünce şaşırarak bunun nasıl olduğunu da sormuştu. Ayda bir bahane uydurmak zorunda kalmıştı. Oradan çıkınca hemen kasabayı terk etmişlerdi. Ayda ara ara yanına gelip pansuman yapıyordu. Kesikler için de merhem kullanıyordu.

Elbruz diğer yaralılara nazaran iyiydi. Bacağı sargılıydı fakat yürüyebiliyordu. Son zamanlarda içinde bir sıkıntı vardı. Butah’ a bir an önce dönmek istiyordu.

“Abla belgeleri de alamadan kaçtık, şimdi ne olacak?”

“Bilmiyorum Yazel. Şu an kendimizi kurtarmamız daha önemli. Bir daha onlara yaklaşamayız,” dedi Serenay.

Yazel endişeliydi. “Lider Lazinka sence ne yapacak?”

Onları dinleyen Rembar araya girdi. “Ben söyleyim Yazel. O, otoritesinin sarsılmasına asla izin vermez. Bölgesine girildiği için deliye döndü, her şeyi yapabilir. Savaş hazırlığına bile başlamış olabilir.”

“Savaş mı?” dedi Yazel, korkuya kapılmıştı.

“Evet. Zaten size niye böyle bir görev verilmiş bilmiyorum. En tecrübeli ve güçlü savaşçıların dahi tereddüt edeceği bir durum bu.”

“Bizi küçümsüyor musun yani?” Konuşan Janef’ ti.

“Demek istediğim bu görev için yeterince önlem alınmadığını düşünüyorum. Sanki başarısız olmanız için gönderilmişsiniz.”

Janef öfkelenmeye başlamıştı, yavaşça doğruldu. “Sen, büyük laflar ediyorsun. Lider Canas’ ı acemilikle mi suçluyorsun yani? Babası öldürülmüşken ne yapabilirdi?”

“Hala anlamıyorsunuz değil mi? Ben liderlere gereğinden fazla güvendiğinizi söylüyorum. Onların kafalarının içinde ne olduğunu asla bilemezsiniz. Lider Lazinka’ nın nasıl biri olduğuna bakın. Kendi emelleri için kimseyi satmaktan çekinmez. Ama etrafında o kadar çok itaatkar insan var ki diyecek söz bulamıyorum.”

Komtav ne diyeceğini bilemiyordu. Zamanında o kişilerden biri de kendisiydi. İçinde bir sızı hissetti, bakışları yere kaydı.

“Herkesi bir tutma. Lider Canas dürüst birisi.”

“Siz sadece görmek istediğinize inanan zavallılarsınız.” Janef kendini tutamayarak Rembar’ ın yakasına yapıştı.

“Hey durun!” Akbar topallayarak aralarına girdi. “Şimdi bunun sırası değil. Sakin olun.” Rembar öfke içinde mağaradan ayrıldı.

“Lider Lazinka kolay bir insan değildir. Onun emirleri altında yaşamak Rembar’ ı çileden çıkarmış olmalı. Fazla üstüne gitmeyin,” dedi uzun süre sonra ilk kez konuşan Vilan.

“Her ne kadar  her şey normalmiş gibi davransa da yaşadıkları kolay şeyler değildi. Öfkesinin dayanılmaz boyutlara ulaştığını görebiliyordum. Belki de özel gücü nedeniyle kendini suçluyor. Onu Lider Lazinka’ nın eline düşüren kendi yeteneğiydi,” diye eşine hak verdi Komtav.

İkisinin sözleri Janef’ i düşünmeye itti. Rembar’ ın davranışını anlayışla karşılamalıydı. Akbar tökezleyerek kardeşinin arkasından gitti. Onu dışarıda bir ağacın dibinde dikilirken buldu. “Neden o kadar ileri gittin? Seni tanıyamıyorum Rembar.”

“İnsanlar değişir,” diye kısaca kestirip attı Rembar.

“Derdin neyse anlat bana lütfen,” dedi Akbar samimi bir şekilde.

“Lazinka gerçekleri görmemi sağladı. İçimde bir şeyler yok oldu, parçalandı anlıyor musun? Hep sana imrenmiştim ben, senin izinden giderdim. İdeallerin, bağlı olduğun şeyler bana olağanüstü görünüyordu ama şimdi tamamen farklı düşünüyorum. Lazinka denen o adam beni çıkarlarına ters düşenleri öldürmem için kullandı. Tehditlerine bir süre direndim ama yaptığı işkencelere fazla dayanamadım. Karanlığa doğru itildim,” dedi çaresizlik içinde.

Rembar düğmelerini hızla açıp gömleğini üzerinden çekip aldı. Tüm vücudunda kazılarak çizilmiş bir yığın şekil vardı. Akbar dehşete kapılmış halde derin yarıklara baktı. Elini yavaşça Rembar’ ın sırtındaki şekillerde dolaştırdı. Öfkeden elleri titremeye başladı.

“İnanamıyorum, bu zalimce.”

“Acılarımın asla silinmeyecek kanıtı bunlar,” dedi Rembar.

Anılarında o eski günler belirdi. Kanlı bedeni yerde sürünürken liderin acımasız gülüşü kulaklarını dolduruyordu. Günlerce acı içinde; çıplak zeminin üzerinde kıvranmıştı. Zihninin derinliklerinde de bir savaş veriyordu aynı zamanda. Sanki dipsiz bir kuyunun derinliklerine düşüyordu. Ayağa kalkacak gücü ve iradesi yoktu. Bedeninin her zerresi acıyordu. Buz gibi zeminin üzerinde titremekten başka bir şey yapamıyordu ve soğuk, kan akışını biraz olsun yavaşlatıyordu. Bilinci sık sık kapanıyordu ve her kendine geldiğinde biraz daha işkenceye maruz kalıyordu. “Kurtarın beni,” diye haykırmak istese de sesi bir fısıltıdan farksız çıkıyordu. Yumrukları sıkılı halde ve ıstırap içinde ne kadar o şekilde kaldı hatırlamıyordu. Bir şekilde hayatta kalmayı başardı. Bir gün Lider Lazinka yanı başında belirmişti. Kendisine tepeden bakıyor, bakışlarıyla eziyordu adeta. “Başkası olsa çoktan ölmüştü. Yaşama tutunduğuna göre bana hizmet edebilecek seviyedesin demektir. Benim güçlü silahım olacaksın.” Rembar çaresizlik içinde yaşamak için öldürmesi gerektiğini kabullenmişti.

Rembar anılarından silkinmeye çalıştı. Burnu sızlıyordu, hızla konuşmaya başladı. “Bunca yıldır onun istediği gibi yaşadım. Kaç kişiyi öldürdüm haberin var mı? Bu yükü hep taşımak zorundayım. Siz gelmiş liderinizi düşüncesizce savunuyorsunuz bana. Benim artık itaat edeceğim kimse yok. Yaputa, o görünmez olduğum anlarda bile beni görebilen biriydi. Gözü hep üzerimde oldu. Öyle ki bir gün Lazinka' yı öldürmeye çalıştığımda onun önüne atladı, gözünden oldu. Ceza olarak bir sürü işkence daha gördüm. Tüm bunlara uzun süre tek başıma katlanmak zorunda kaldım.” Rembar gözyaşlarını tutamıyordu. Akbar çok kötü hissediyordu, kardeşine sarıldı. “Artık yalnız değilsin. Kimsenin sana zarar vermesine müsaade etmeyeceğim. İstemediğin hiçbir şeyi de yapmak zorunda değilsin.”

Rembar biraz sakinleşince geri döndüler. Janef mağara duvarına yaslanmış oturuyordu. Rembar’ dan bakışlarını kaçırdı. Kendinden yaşça küçük birine sert çıktığı için pişmandı. Elbruz ise Rembar’ ın dediklerini düşünüyordu. Görev konusunda haklı olabilir miydi? Tüm kuruntularının belki de Serenay’ ı liderden kıskanması yüzünden olabileceğini düşündü. Hiçbir şeyden emin olamıyordu.

Orada kaldıkları sürece avlanıp bir şeyler yediler. Kaçış için planlar yaptılar. Hazır hissettiklerinde at arabalarına binip Libmons’ a en yakın şehre doğru ilerlediler. Uzun yolculuklarının sonuna yaklaşmışlardı ki bir ok Serenay’ ın omzunun üstünden geçti. Şaşkınlıkla geriye baktığında Lazinka' nın savaşçılarını gördü, izlerine ulaşmışlardı. Çok sayıda atlı arkalarından geliyordu.

“Bizi buldular! Dikkatli olun.”

Serenay herkesi uyardıktan sonra silahına sarıldı. Yayını gerip ok atmaya başladı. Atın hızla koşmasından ıskalasa da savaşçılardan üç kişiyi yaraladı. Aradaki açık gittikçe kapanıyordu. Eşyalarının çok olması yeterince hızlı olmalarını önlüyordu. Arkadan gelen ok saldırıları karşısında eşyaları kendilerine siper ettiler.

Öndeki at arabasını Komtav sürüyordu.  “Dayanın biraz, az kaldı!” diye bağırdı. Janef ve Vilan kılıçlarını çekip bekledi. Onlar ikizlerle öndeki arabadaydı. Arkadaki atı Elbruz sürüyordu. “Dikkatli olun!” diye bağırdı. Yazel aklına gelen fikirle bazı eşyaları yola atmaya başladı. İki tane at eşyalara takılıp yere düştü. “Aferin Yazel,” dedi Serenay.

Serenay’ ın okları bitince savaşçılar daha hızlandı. İçlerinden biri yanlarına kadar gelip mızrağını savurdu. Rembar kılıcını çekip ileri atıldı. Bir süre mücadele etse de mızrak yüzünden adama ulaşamıyordu. Kısa sürede etrafları tamamen atlılarla sarıldı.

Herkesin arasından sıyrılan Yaputa öne çıktı. Rembar, onu görünce gerildi. Aynı şekilde Yaputa da ona öfkeyle bakıyordu. “Sen bize aitsin,” dedi ve atın üstünde doğrulup at arabasına atladı. Rembar hırsla kılıcını savurdu, kılıçlar havada çarpıştı. “Kahretsin!” dedi Elbruz. Şimdi atı sürmeyi bırakamazdı. Dikkatini yola vermeye çalıştı. Serenay mızrak savurup duran diğer adamdan korunmaya çalışıyordu. Yazel de kendisine kılıç savuran kadının saldırılarını savuşturmakla meşguldü.

Janef ve diğerlerinin de etrafı sarılmıştı. Komtav' ı düşürmeye çalışsalar da Janef mümkün olduğunca bunu engellemeye çalışıyordu. Bir tekme atıp yakınından geçen adamı atından düşürdü.

Yaputa Rembar' ı sıkıştırmıştı, tam darbeyi indirecekken Akbar ayağından tutup çekti. Yaputa yere kapaklandı. Akbar dövüşecek durumda değilse de elinden geleni yapıyordu. Rembar hızlı davranıp sert bir tekme ile Yaputa' yı aşağı düşürdü. Adam öfke ile toprağı yumruklayıp kalktı, pes edecek değildi. Yanından geçen atlı kolunu uzatınca hemen onun arkasına atladı.

Çarpışma devam ederken herkes olabildiğince düşmanı uzak tutmaya çalışıyordu. Elbruz ürken atı zapt etmekte zorlanıyordu. Aklı da diğerlerinde kalmıştı ama geriye dönüp bakmaya bile fırsatı yoktu. At sağa sola yalpalayınca arabaya çıkmış olan kadın geriye düştü. Yazel de son anda kenara tutunmasa düşecekti. Elbruz, Komtav’ dan geride kalmıştı. Rembar bir anda Elbruz’ un yanına oturdu. “Ben onları oyalayacağım, sen yoluna devam et. Sana yolu tarif ederim.”

“Ne? Ne demek istiyorsun?”

Bir anda her yer sisle kaplandı. Sis o kadar yoğundu ki Elbruz birkaç metre ilerisini ancak görebiliyordu. Telaşa kapılmıştı. “Düz git, tereddüt etme. Ben her şeyi görüyorum,” dedi Rembar.

Yaputa tam onlara yetişecekken sisi görünce öfkelendi. “Rembar! Seni lanet olası!” Gerideki atlar birbirine takılıp düştü. Savaşçıların bir kısmı da bir şey göremediği için durmuştu.

“Elbruz biraz sola geç, yoldan çıkmak üzeresin. Şimdi sağ tarafa geç, yerde onlardan biri yatıyor.” Elbruz Rembar’ ın yönlendirmesi ile atı sürmeye devam etti. Öndekiler savaşçıları durdurmayı başarmıştı. Yerde yatan adamları dikkatle geçtiler. “Tamam, yavaşla şimdi, Komtav’ a yaklaştık.” Sis yavaşça dağılıp Elbruz her şeyi görmeye başlayınca rahatladı. “Sayende atlattık,” dedi Rembar’ a gülümseyerek.

Peşlerindekileri atlatıp şehre yaklaşmışlardı. Kovalamaca kimse önemli bir yara almadan atlatılmıştı. Kısa sürede Libmons sınırına vardılar. Bir süre dinlenmeleri gerekiyordu. Herkes acıkmış, yorgun düşmüştü. Bir yere sığındıklarında Serenay ve Verda yiyecek almak için çarşıya gitti. İnsanlar normalden biraz daha farklıydı.

“Neler oluyor acaba? Herkes bir telaş içinde,” dedi Serenay.

Orta yaşlarda bir kadın satıcı ile pazarlık yapıyordu. “Biraz daha düşüremez misin? Kalabalık bir aileyiz diyorum. Zaten savaş kapıya dayandı.”

“Üzgünüm hanımefendi. Biz de zor durumdayız. Savaşın nasıl sonlanacağını bilmiyoruz. Butah kazanırsa işimiz zor.”

Serenay duyduklarına inanamıyordu. “Ne savaşı? Butah ile ne ilgisi var?” Verda’ nın da ağzı açık kalmıştı. Tam olarak neler döndüğünü anlamak için çarşıda biraz oyalandılar. Sonra biraz yiyecek alıp aceleyle diğerlerinin yanına döndüler.

Verda sığınağa girince kötü haberi verdi. “Butah, Galnas ve Libmons ile savaşa girecekmiş.”

Herkes öylece kalakaldı. Aniden ne olup da bir savaşın eşiğine gelindiğini anlamıyorlardı. Komtav, Lazinka ve Alaz arasındaki gizli planı duyunca şaşırdı. “Demek bu kadar ileri gittiler.” Janef oyalanmadan hemen Butah’ a dönmeleri gerektiğini söyledi. “Olayların bu kadar hızlı geliştiğine inanamıyorum. Bizim dönmemizi bile beklememişler.”

“Aslında burada olduğumuza göre ne kadar bilgi edinebilirsek yararımıza olur,” dedi Elbruz.

“Bu, riskli olabilir. Ayrıca savaş anında limandan  Butah’ a geçişimiz mümkün olmayacak. Teulon limanından Meguan’ a geçebiliriz.”

“Ama bu taktirde yolumuz çok uzayacak. Bence şansımızı deneyelim, Libmons limanına gidelim. Hem bir şeyler öğreniriz, hem de fırsat bulursak doğrudan Butah’ a geçeriz,” diye öneride bulundu Elbruz.

Bir süre konuyu tartıştıktan sonra Elbruz’ un fikrini uygulamaya karar verdiler. Oyalanmadan ve kısa yollardan giderlerse iki üç gün içinde limana varabilirlerdi. Hazırlıkları tamamlayıp hemen yola düştüler.

 

***

 

Lider Alaz savaşmak zorunda kaldığına inanamıyordu. Kendi kendine söylendi. “Canova’ nın ölmesi yetmiyor gibi oğlu daha da ortalığı karıştırdı. Her şey bizim başımıza patladı. Lider Lazinka’ yı dinleyip ülkeye sızabilecekleri konusunda daha ihtiyatlı olmalıydım.”

Şimdi iyi bir plan yapmalı, ilk saldıran taraf olmalıydı. Donanmasına güveniyordu ve Lider Lazinka Melmor’ la savaşı bitene kadar kuvvetlerinin bir kısmını yardıma gönderecekti. Melmor’ un savunma konusunda çok da iyi olduğu söylenemezdi. Orada işi biter bitmez Lazinka da Alaz’ a eşlik edecekti.

Yardımcılardan Kinao huzuruna çıkıp lideri selamladı. Kısa saçlı kadının güçlü bir duruşu vardı. Hafif çekik gözleri ise sanki gülümsüyor gibi bir ifade katıyordu yüzüne.

“Lider Zorkan’ dan bir mektup var efendim.”

Alaz’ ın yüz hatları sertleşti. Böyle bir anda huzuru daha da kaçacaktı anlaşılan. Sıkıntı içinde ayağa kalktı. “O da mı bize savaş açmış?”

“Hayır efendim, Lider Canas’ a savaş açmış.”

“Ne? Neden?” Alaz o kadar şaşırmıştı ki bir an sevinmeyi unuttu. Aslında gizli planı öğrenince Zorkan’ ın da hemen Canas’ ın yanında yer alacağını düşünmüştü. “Yoksa bir oyun mu var işin içinde?” diye düşünmeden edemedi.

“Detaylar yazmıyor efendim, kişisel bir meseleymiş. Savaş sırasında tarafınızca kendisine yapılacak bir saldırı olursa bunun affedilmeyeceğini söylüyor. Lider Lazinka ile aranızdaki anlaşmanın da kolayca kapanmayacağını belirtiyor.”

“Böyle bir durumda bile göz dağı vermeyi unutmamış. Lider Zorkan hiç değişmeyecek. Aralarındaki mesele her neyse bizi ilgilendirmiyor. En azından Canas’ ın güçleri ikiye ayrılmış olacak. Bu, iyiye işaret.”

Son durumu gözden geçirmek için bir toplantı daha düzenlendi. Tüm hazırlıklar neredeyse bitmişti, geriye sadece Lider Alaz’ ın emir vermesi kalmıştı.

 

***

 

Limana yaklaşırlarken herkes biraz gergindi. Artan yoğunluk kendini belli ediyordu. Savaşçılar her yerdeydi, büyük donanma savaş için hazırlanıyordu. Ticaret ancak küçük gemilerle yapılıyordu. Yolcu gemilerinin Butah’ a geçişine izin yoktu. Ticaret gemilerine ise kontrollü şekilde izin veriliyordu.

Janef bir süre ortalığı kolaçan ettikten sonra bir tüccarla anlaştı. Bir bahane uydurup muhakkak Butah’ a gitmeleri gerektiğini ve karşılığında yüklü bir ödeme yapacağını söyledi. Para lafını duyan adam hemen ikna olmuştu. “Kaç kişisiniz peki? Ben kaptanla konuşurum, ayarlarım o işi. Tekrar görüşelim.”

Janef bilgi verdikten sonra tüccar gemiye gitti. Çok vakit geçmeden geri döndü. “Kaptan sizi götürecek. Gemi gece kalkacak. Siz de dikkat çekmemeye çalışın.”

Janef ödemeyi gemiye bildiklerinde yapacağını söyleyip oradan ayrıldı. Durumu arkadaşlarına anlattığında tüccara ne kadar güvenebileceklerinden emin olmasalar da denemeye karar verdiler. “Bir aksilik çıkarsa dikkatlerini dağıtabilirim. Her şeye hazırlıklı olalım,” dedi Rembar.

Hava kararınca belirtilen saate yakın ikişer üçerli gruplar halinde gemiye bindiler. Yazel heyecanlıydı, bir sorun çıkmadan gemi hareket edecek miydi bilmiyordu. Serenay gemiye başkalarının da alındığını görünce çok da endişelenmemeye karar verdi. Gemiye binerken onları uzaktan izleyenler vardı ama dikkat çekmedikleri sürece sıradan insanlar oldukları düşünülecekti. Ambara inip sessizce beklemeye başladılar. Bir süre sonra ayak sesleri ve konuşmalar duyuldu.

“Bu civarlarda olduğunu tahmin ettiğimiz Butahlı savaşçılar var. Önlem olarak gemi hareket etmeden herkesi tek tek aramamız lazım.”

Tüccarın sesi işitildi. “Ama efendim bu nasıl olur? Savaşçılar burada ne arasın? Biz sadece ticaretle ilgilenen kişileri taşıyoruz.”

Serenay gerildi. Tüccar savaşçı olduklarını bile bilmiyordu. Her an yakalabilirlerdi.

“Bu, Lider Alaz’ ın emri, karşı gelme. Gemiye binen herkesi karşımıza çıkar. Eğer onları ben bulursam  suç ortağı olarak anılırsın.”

Tüccarın pes etmiş gibi bir hali vardı. “Bu taraftan,” dedi.

Herkes silahlarına sarılıp büyük kolilerin arasına saklandı. Karanlıkta bir şey göremiyorlardı. Serenay sessizce nefes almaya çalışıyordu. Adamlar birkaç yeri gezdikten sonra sıra ambara geldi. Tüccarın elindeki gaz lambası içeriyi aydınlattı. Gri saçlı diğer adam geniş alanı dolaşmaya başladı. “Saklandılar sanırım. Boşuna uğraşıyorsunuz.”

Adam ağır adımlarla dolaşmaya devam etti. Sonra yavaşça geri çekilen Yazel’ i fark etti. Atik bir hareketle sırt çantasından tutup onu havaya kaldırdı.

“Bir çocuğun burada ne işi var?”

“Bırak beni!” Yazel bacağını sallıyor, tekme atmaya çalışıyordu.

Serenay bir anda kılıcıyla ileri atıldı. “Kardeşimi bırak,” dedi endişe içinde. Adam onu görünce bakışları değişti. Sonra yavaşça Yazel’ i yere bıraktı. Elbruz tam saklandığı yerden çıkacakken Yazel’ in bırakıldığını görünce beklemeye karar verdi. Ortaya çıkıp durumu daha zora sokmak istemiyordu.

“Merak etme. Savunmasız birine zarar verecek değilim.”

Serenay rahatladı, adamın yüzüne dikkatle bakınca şaşırdı.  Bu yüz ve saçlar bir yerden tanıdık geliyordu ama bir türlü çıkaramıyordu. Dışarıdan bir başkasının sesi duyuldu. “Krazu! Herkesi kontrol ettim, savaşçı falan yok burada. Sen ne yaptın?”

“Gelmene gerek yok. Burada kimse yok. Gidelim!” Serenay adamın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Krazu geri dönmeden önce Serenay’ ın gözlerine baktı. Aklından geçenleri ona aktardı. “Gitmenize izin veriyorum. Bir soruna sebep olmadan ülkenize dönün.” Sesinde hem bir rica hem uyarı var gibiydi.

Serenay adamın dudaklarının kımıldamadığını fark etti. Onun sesini sanki kafasının içinde duymuştu. Krazu arkasını dönüp giderken Serenay onun kim olduğunu hatırladı. At arabasında giderlerken yanlarından geçen atlı  savaşçılardan biriydi. Serenay yakalandıklarını sanıp korkmuştu. O sırada ansızın işittiği bülbül sesi ve adamın gülümseyişi zihninde canlandı. Böyle bir şeyin mümkün olduğuna inanamıyordu. Dahası adam onları ele vermemişti. Krazu’ nun güçlü bir dövüşçü olduğunu görmüştü. “Neden?” diye mırıldandı Serenay.

Elbruz hemen Serenay’ ın yanına geldi. “Ne oldu?”

“Gitmemize izin verdiğini söyledi. Sorun çıkarmadan ülkemize dönmemizi istedi.”

“O savaşçı neden bize yardım etsin ki?”

Serenay bir şey söylemedi. İlk karşılaşmalarını ve az önceki anı düşünüp duruyordu.

Tüccar gelip onları uyardı. “Savaşçı olduğunuzu neden söylemediniz? Başım derde girecekti sizin yüzünüzden.”

“Bunu sakladığımız için üzgünüz,” dedi Elbruz.

“Neyse ki Krazu sizi görmezden geldi. Bir an önce açılmalıyız. Yolu biraz uzatacağız, olur da savaş başlarsa savaş gemilerinin arasında kalmak istemeyiz.”

“Tamam, anlaşıldı,” dedi Elbruz.

Tüccar uzaklaşırken Serenay arkasından gitti. Az önceki adam hakkında sorular sordu. “Krazu, Lider Alaz için çalışıyor. Sessiz sakin biri gibi görünmesine rağmen yeri geldiğinde çok korkutucu olabiliyor. Açıkçası demin çok endişelendim ve sizi öylece bırakmasına hayret ettim.”

“Anlıyorum, teşekkür ederim.”

Gemi hareket edince herkes derin bir nefes aldı. Sabaha doğru uykuya yenik düşmeyen kalmamıştı. Yazel uykusunda mırıldanıp dururken Serenay rüya görüyordu.

Karanlık bir ormanda birinden kaçıyordu. Peşindeki kişinin kim olduğunu dahi bilmiyordu. Yanında kendini savunabileceği herhangi bir silah da yoktu. Daha ne kadar kaçabileceğinden emin değildi, kaybolmuştu. Nefes nefes kalınca durdu, ne tarafa gideceğini bilmiyordu. Arkasına dönüp bakınca kendisini kovalayan kişinin Krazu olduğunu gördü. Adam ilerledikçe o geriye adım attı. Serenay, Krazu' nun bakışlarındaki yumuşamayı fark etti. Yine aynı şekilde gülümsüyordu. Adam bir sıçrayışla aralarındaki mesafeyi kapattı. Serenay kaçmaya fırsat bulamadan Krazu ona sarıldı.

Serenay birden uyandı, şaşkındı. Neden böyle bir rüya gördüğünü düşünüyordu. Çoktan uyanmış olan Yazel ne olduğunu sorunca Serenay’ ın yüzü kızardı. “Hiç, sadece garip bir rüya gördüm.”

O gün şanslarına deniz sakindi. Herkes güverteye çıkmış sonsuz maviliği izliyordu. Sonunda ülkelerine dönüyorlardı ama önlerinde belirsiz bir savaş vardı. Diğerlerinin aksine Rembar ve Akbar sık sık antrenman yapıyordu. Yaptığı çalışmalar sayesinde Akbar’ ın durumu biraz olsun iyiye gidiyordu. Artık daha rahat hareket edebiliyordu.

Gidilemeyen Gezi 🙄

   Bugün için bir ay önceden bir turla görüşmüş yer ayırtmıştım. Çok da hevesliydim ama ben ne zaman bir şey istesem en küçük şeyler bile ol...