28 Ağustos 2021 Cumartesi

Savaş Çığırtkanı 2- 7.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 7

 

Canas’ ın Armağanı- Butah

 

Canas geri çekilme emri verince tüm gemiler Butah’ a doğru ilerlemeye başladı. Canas’ ın aklındakilerden habersiz herkes tuzağa çekiliyordu. Rakiplerin durmaya niyeti yoktu, kaçanı kovaladıklarını düşünüyorlardı. Çıkan sert rüzgar dalgaları gitgide büyüttü. Kara bulutlar gökyüzünü sarmaya, uzakta şimşekler çakmaya başladı. Takip sırasında iki tarafın top atışları da ara ara devam etti.

Lider Alaz ağır yara almadıysa da bilincini kaybetmişti. Gemideki hekimler ona ve diğer yaralılara müdahale ediyordu. Kinao liderin durumuyla yakından ilgileniyordu. “Krazu donanmayı sen idare et. Lider Alaz kendini toparlayana kadar sorumluluğu almalısın. Peşlerini bırakamayız.”

Krazu liderin durumunun çok da kötü olmadığını görünce rahatladı. Öfkeliydi ve kafası Canas’ ın davranışları yüzünden karışıktı. O, aklı başında bir liderden çok gözü dönmüş birine benziyordu. Daha önce onun hakkında hiç bu tarz şeyler işitmemişti. Dikkatini toparlamaya çalıştı. “Peki, kontrolü ben devralıyorum. Biz Butah’ a varana kadar Lider Alaz kendine gelecektir.”

Fuban kaptanın yanındaydı, ona gerekli talimatları veriyordu. Sulna Canas’ ı uyarmaya çalışıyordu. “Efendim, geri dönmekte kararlı mısınız? Butah için endişeliyim. Biraz daha direnirsek onları geri püskürtebilirdik belki.”

“Sulna, havanın nasıl bozulduğunu görüyorsun. Her an fırtına çıkabilir ve Lider Lazinka’ nın gönderdiği destekle sayıları bizi aşmış oldu. Asıl şu an durup savaşmak büyük bir risk almak olur.”

Sulna diyecek başka şey bulamadı. “Doğru söylüyorsunuz. Şimdilik geri çekilmek en mantıklısı gibi görünüyor.” Kadın uzaklaşırken Canas düşman gemilerine odaklandı. Araları biraz açılmıştı fakat hâlâ takipteydiler. Zarar gören gemiler ise geride kalmıştı.

Canas Sonsuzluk’ a bakınca pruvada durmuş kendisine doğru bakan Krazu’ yu gördü. Karaya çıktığında onun işini bitirmeye karar verdi. İşine taş koyan hiç kimseye katlanamıyordu. Başlığını çıkarıp oturdu. Yakında tamamen değişecek olan dünyayı hayalini kuruyordu. Liderlerin vasfını yitireceği, gücün tek elde toplanacağı, rekabetsiz bir dünya...  Liderler ve peşlerine düşünmeden takılanlar da acı gerçekle yüzleşeceklerdi. Canas başını kaldırıp göğe baktı. Eskiden yaşam amacının kendini kanıtlamak, sınırları aşmak olduğuna inansa da şimdi aynı düşünmüyordu. Artık her şey anlamını yitirmiş, tek bir beklentisi kalmıştı.

“Sonunda ölüm beni de bulacaktır. Bu savaştan sağ çıkmak için bir gayretim olmayacak. Harula’ nın geldiğini göreyim, yeter bana. Sahte gücün sarhoşluğu ile adım atanlar kendini ayaklar altında bulacak. Bu da   benden size bir veda armağanı olsun.” Hasret ve acı içinde gülümsedi. “Anne, seni çok beklettiğimin farkındayım, yakında görüşmek üzere,” diye mırıldandı. Annesinin yadigarı olan kolyeyi avucunda tutuyordu. Onu o kadar çok özlemişti ki.

Bir başka gemideki Rembar olanları düşünüyordu. “Aramızda başka bir Sisle Yıkanan olmalı. Az önceki normal bir sis oluşumu değildi,” dedi Serenay' a.

“Çok ilginç. Son zamanlarda hiç olmadığı kadar garip durumlarla karşılaştım. Özel güçlüler bir yandan, Lider Harula ile ilgili görüntüler bir yandan...”

“Lider Harula kim?” dedi Rembar. Seranay tüm olan biteni anlattığında şaşırdı, düşüncelere daldı.

İkisinin yanında bulunan Elbruz gergindi, sürekli etrafı izliyordu. Kılıcını bir an olsun elinden düşürmüyordu. “Geri çekilmek için çok erken değil mi? Eğer onları karada da durduramazsak başımız belaya girecek.”

Serenay, Elbruz’ a döndü. “Benim de içimde bir sıkıntı var. Karaya ulaştığımızda kötü şeyler olacak gibi hissediyorum.” Kızın gözlerindeki endişeyi fark eden Elbruz onun geçmişe dair gördüğü şeyler yüzünden gerildiğini biliyordu. Yanına yaklaşıp elini omzuna attı. “Eski görüntülere takılıp kalma. Olumlu düşünmeliyiz, onlar gerçekleşecek diye bir şey yok. Hem birlikte her şeyin üstesinden gelebiliriz.” Bakışlarında merhamet ve umut vardı.

Bir süredir sessizce onları izleyen Verda nasıl olup da Elbruz’ un Serenay’ a olan ilgisini şu ana kadar fark edemediğine şaşırdı. Gerçi Serenay’ ın da bunun farkında olmadığını görebiliyordu. Yine de bu konuda ağzını açmaya niyeti yoktu, insanların işine karışmayı sevmezdi. Bakışlarını onlardan alıp Janeflere döndü.

“Bizimle buraya kadar sürüklendiniz siz de. Karaya ayak basar basmaz gidin isterseniz. Taraf seçmek zorunda değilsiniz.” Janef korkuluğa bir ayağını atmış geriden gelen düşman gemilerine bakarken yanındaki çift ile konuşuyordu. Komtav sakin şekilde yanıt verdi. “Kalma nedenimiz size yardım etmek içindi. Ancak Galnas’ a karşı savaşamayız. Onların çoğu tanıdığımız kişiler. Lider Lazinka ne yapmış olsa da kendi halkımdan birilerine silah doğrultamam, aynı şekilde sizin aranızda bulunurken Lider Canas' a karşı da savaşamam.” Karısı da görüşlerini belirtti. “Size çok minnettarız, iyi insanlarsınız. Daha fazla birlikte ilerleyemeyiz. Karaya çıkınca uzaklaşmaya karar vermiştik biz de.”

“Yolunuz açık olsun şimdiden. Her şeyden uzakta güzel bir yaşamı hak ediyorsunuz. Sizi tanıdığım için memnunum,” dedi Janef gülümseyerek.

“Biz de sizi tanıdığımız için memnunuz,” dedi karı koca bir ağızdan.

Gemiler Butah limanına vardığında Canas karaya ayak bastı. Fuban ile daha önce konuştukları bölgeye çekileceklerdi. Savaşçılar hızla yerlerini almaya başladı. Karşı taraf temkinli ilerliyordu. Lider Alaz kendine gelmişti ama savaşacak halde değildi. Genel durum hakkında bilgi alıp emirler veriyordu. Krazu’ yu Canas hakkında uyarmayı unutmadı. “O kontrolden tamamen çıkmış biri. Onun da özel güçlülerden biri olduğunu düşünüyorum. Bunca yıl bunu saklamış olmalı ve bir işler çevirdiği kesin. Ne olursa olsun o durdurulmalı. Bu, sadece bizim savaşımız olmaktan çıktı.”

Krazu orduyla ilerlerken az önce Alaz’ ın dediklerini düşünüyordu. Canas’ ın saldırısı sırasında çıkan sis ondan mı başkasından mı kaynaklanmıştı, emin olamıyordu. Yine de Canas’ ın bir şeylere çok güvendiği belliydi. Rahat tavırlarının başka açıklaması olamazdı. Krazu gözünü ondan ayırmaması gerektiğinin farkındaydı.

Öğle saatlerinde hafif engebeli, geniş bir arazinin iki ucunda herkes yerini aldı. Sanki akşam olmak üzereymiş gibi hava kapalıydı. Hafif bir yağmur başladığı sırada Canas hücum emrini verdi. Önce ok atışları ile iki taraf birbirine karşılık verdi. Sonra atlı savaşçılar harekete geçti. Canas ihtişamla atının üzerinde kılıcını savurarak ilerliyordu. Birkaç kişiyi yaralamıştı ama gözü Krazu’ daydı. Onun kendisine geleceğini bildiği için acele etmiyordu. Ara sıra sanki bir işaret bekler gibi gökyüzüne bakması Krazu’ nun dikkatinden kaçmamıştı. Tabii Krazu bundan ne sonuç çıkarması gerektiğinden emin değildi.

Lidere yaklaşabilmek umuduyla özel gücünü kullanan Krazu atının üzerinde bir bir herkesi aştı. Elarin de art arda patlama sesleri işittiğinde şaşkınlıkla yere çökmüştü. Sesin şiddetinden kulağından kan gelmeye başladı. Krazu yanından geçerken onun hamlesinden kalkanıyla kurtuldu. Omzu daha iyi halde olan Benay da savaşa katılmıştı. Kulağını acı içinde tutarken bu durumun haksızlık olduğunu söylüyordu. “Bu, hiç adil değil,” diye söylendi. Denizdeyken yaralanan Podal savaş dışı kalmıştı. Bacağının üzerine basamıyordu. Creyn, Lazinka’ nın adamları ile çarpışıyor, etrafı gözlemeyi de unutmuyordu. Yağmur bir anlığına şiddetini artırınca herkes sırılsıklam oldu. Yağmur suyu etrafı temizliyor kiri, kanı toprağa karıştırıyordu. Birkaç dakika sonra yağış oldukça azaldı.

Krazu sonunda Canas ile karşı karşıya geldi. Liderle aralarında elli metre kadar mesafe kalmıştı. Canas onun sözlerini kafasının içinde duydu. “Amacınız ne? Tüm bunlardan kazancınız ne olacak? Yoksa birilerinin yönlendirmesi altında mısınız?”

Canas alaycı şekilde gülümsedi. “Demek konuşmamızın özel olmasını istiyorsun? Neden ulu orta konuşmuyorsun? Benim çekindiğim bir şey yok,” diye bağırdı Canas, etraftaki gürültüyü bastırmaya çalışıyordu.

“Bağırmanıza gerek yok, ben her türlü sizi işitirim. Sadece nasıl bir durumun içinde olduğunuzu ve davranışlarınızın nedenini anlamaya çalışıyorum.” Krazu’ nun sesi beyninde yankılanırken Canas mırıldandı. “Fark ettiğin üzere büyük bir amacım var. Gitmeden önce dünyada bir iz bırakmak niyetindeyim.”

Krazu’ nun bakışları değişti. “Gitmek mi? Ne demek istiyorsunuz?”

Canas’ ın daha fazla bu anlamsız sohbete devam etmeye niyeti yoktu. Atını hızla Krazu’ nun üzerine sürdü. Aynı anda kulaklarını dayanılmaz bir uğultu doldurdu. Canas buna direnmeye kararlıydı. Hızını kesmedi, kılıcını sıkıca kavradı. Kulak zarı patlayacak gibi hissediyordu ama durmaya niyeti yoktu. Bir kulağından kan sızmaya başladığında dişlerini sıkıp acısını bastırmaya çalıştı.

Krazu hayretle onu izliyordu. Gücüne karşı bu kadar uzun dayanan birini görmemişti. Aralarındaki mesafe neredeyse kapanmışken son anda kılıcını çekip liderin saldırısını durdurdu. Sonunda uğultu kesildiği için Canas gülümsedi, kılıcını daha sert indirdi. Krazu başının üzerinde onun darbesini durdurdu. Kılıcıyla Canas’ ın silahını geriye ittirdi ve saldırıya geçti. Liderin zırhını çizebilmişti sadece. Sulna Canas’ ı koruyabilmek için atıyla birlikte onun yanında yerini aldı. “Karşımızda bir Sesin Muhafızı var Sulna. Ses saldırıları güçlüdür, ona dikkat et,” dedi Canas. “Anlaşıldı efendim.” Sulna şaşkın olsa da böyle bir anda başka şey diyemedi. Krazu’ yu izlerken onu sadece sıradan biri olarak görüyordu, gri saçları hariç. “Birlikte saldırırsak dikkatini dağıtabiliriz,” dedi Canas ve aynı anda hücuma geçtiler. Şimdi görünmez olsa Canas onu çok çabuk yenebileceğini biliyordu fakat buna şahit olacak çok kişi vardı etrafta. Zaten gemide bir risk almışken özel gücünü kullanmaya niyeti yoktu. Krazu bir müddet ikisine karşı dövüşünce yorulmaya başladı. Bir arkadaşı yardıma gelince rahatladı.

Fuban ön saflarda çarpışıyor ve orduyu Loravn ile birlikte gerekli şekilde yönlendiriyordu. Loravn arazinin konumunu iyi bildiğinden iki taraf için de muhtemel kaçış noktalarını hesaba katarak hareket ediyordu. Sağlık ekiplerini ve takviye güçleri geriye yığmıştı.

Janef kendi grubu ile birlikte savaşıyordu. Galnas ve Libmons’ un savaşçıları sayıca çok olduğu için onlarla toplu halde mücadele etmek zorundaydılar. Serenay kılıçla dövüşse de bulduğu her fırsatta omzunda takılı olan yayını da kullanıp uzaktaki düşmanları vurmaya çalışıyordu. Elbruz Serenay’ ın yanından pek ayrılmıyor, onu korumak istiyordu. Onlara yaklaşan iri adama doğru koşup kılıcını savurdu. Ancak fark etmediği şey adamın silahıydı. Elindeki uzun zincirin iki ucuna da keskin bıçaklar yerleştirilmişti. Adam zinciri sallayıp bıçağı savurunca şaşıran Elbruz kendini zor yana attı. Henüz yerden kalkmaya fırsat bulamadan zincirin diğer ucunu fırlattı adam. Bu kez ıskalamadı, bıçak Elbruz’ un bacağına girdi. Bıçak kötü bir açıyla saplanmıştı. Adam zinciri hızla geri çekince bıçak yukarı doğru etini keserek yerinden çıktı. Elbruz kendini tutamayarak bağırdı.

Olanları gören Serenay okla adamı yaralayıp Elbruz’ un yanına koştu. Hemen bileğine sarılı olan bandajı çıkarıp Elbruz’ un bacağına doladı. O kadar çok kan akıyordu ki telaşa kapıldı. “Seni hemen buradan götürmeliyim,” dedi. Etrafı kolaçan edip Elbruz’ un koluna girdi ve onu yavaşça kaldırdı. Canı çok yanan Elbruz yürümekte oldukça zorlanıyordu. Serenay endişe içinde ilerlerken ileride Canas ve Krazu’ nun savaştığını gördü. Çok şaşırsa da durup düşünecek vakti yoktu. Elbruz’ a destek olarak ilerlemeye devam etti. “Dayan, bırakmayacağım seni.” “Yetiştim,” dedi Rembar. Onları fark edip koşmuştu. Elbruz’ un diğer koluna girdi. Bandaj kan içinde kalmıştı, geride kandan bir iz bırakarak meydandan uzaklaştılar. Büyük çadırlara varana kadar Elbruz’ un bilinci yarı kapalı hale gelmişti. Görevliler hemen müdahale etti.

“İyi olacak mı?” dedi Serenay telaşla.

“Durumuna bakacağız, uzaklaşın lütfen. Çok sayıda yaralımız var.”

Rembar, zor da olsa Serenay’ ı götürdü. “Dönmemiz lazım, savaş devam ediyor. O, iyi olacaktır.”

Krazu yine sesle saldırmaya başlamıştı ki bir ses saldırısına da kendisi maruz kaldı. Şaşkınlıkla etrafa bakıyordu ki bir genç karşısına geçti. “Sana denk biri varsa o da benim,” dedi Azaka.

Lazinka’ nın adamları Canas’ ın etrafını sarmaya başlamıştı. Canas sonunda bakışlarını Krazu’ dan çekti. Yanı başında Boratak belirince dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. “Döndünüz demek, güzel.” Savunma pozisyonunda bekleyen Boratak lideri yanıtladı. “Tüm bunlar beklenmedikti. Büyük bir şaşkınlık içinde olsam da yanında yer alacağım.” Canas’ ın gözleri hafifçe kısıldı. Boratak’ ın sözlerindeki güçlü eleştiriyi anlayabilecek kadar iyi tanıyordu onu. “Beklenmedik anlarda harekete geçmek daha büyük zafer getirir,” dedi kendinden emin şekilde. Boratak dövüşe başlayacağı için onun bakışlarındaki rahatsız edici ifadeyi görmezden geldi. Rakibine kılıcını indirirken içindeki huzursuzluk giderek artıyordu.

Azaka’ nın saldırısı ile Krazu sendeledi. Kulakları sızlıyordu. Dikkatini toplayıp atını Azaka’ nın üstüne sürdü. Kılıcını savurduğunda Azaka kendini zor kurtardı. Yerden kalkıp silahını Krazu’ ya doğrulttu. Ata zarar vermek istemediği için dikkatli olmaya çalışıyordu. Krazu’ nun birkaç hamlesini savuştursa da at ön ayaklarını kaldırıp ona vurunca geriye savruldu. Bunu fırsat bilen Krazu tekrar hücuma geçti. Atının üstünde eğildi, tam yandan Azaka’ ya vuracaktı ki koluna sertçe çarpan şey yüzünden yere yuvarlandı.

Ceddil son anda yetişip kamçılı topuzuyla Krazu’ yu durdurmuştu. Öfkeli bakışlarla yerden kalkan Krazu’ yu izliyordu. Azaka Ceddil’ in yanına geçti, omzuna dokunup sakin kalmasını söyledi. “Böyle bir ortamda mümkün sanki,” diye söylendi Ceddil. “Unutma, daima kendini tutman gerekiyor, gaza geleyim deme.”

Krazu ikisinin ne konuştuğuna anlam veremiyordu. Sanki sadece ikisinin bildiği gizli bir şey vardı. Ceddil Krazu’ ya döndü tekrar “Geri çekil. Ona zarar veremezsin.” Azaka’ nın başına bir şey gelirse ve kendisi de dönüşürse işlerin sarpa saracağını biliyordu. Korkusunu bastırmaya çalıştı.

“Karşıma çıkan oydu,” dedi Krazu umursamaz bir halde.

Azaka hemen savunmaya geçti. “Napayım. Sizin lidere kafayı takmış. Ben de Sesin Muhafızı olarak araya girmeden edemedim.”

“O da mı Sesin Muhafızı?” dedi Ceddil şaşırarak.

“Evet. Senin gibi olmadığı için şanslıyız.”

“Senin gibi derken?” diye düşündü Krazu. Sonunda sabrı taşmaya başlamıştı. “Aranızda konuşmayı bırakır mısınız artık? Boş laflarla beni oyalamayın,” diyerek dövüşü bıraktı, başka tarafa yöneldi. “Senin yüzünden bizi ciddiye bile almadı,” diye çıkıştı Ceddil.

Yenira, Berzab, Tiran ise çoktan düşmanlarla kapışmaya başlamıştı. Yenira dövüşürken aklı hep Ceddil’ de idi. Sözünü bir türlü dinletemediği için endişeliydi. Rakibini yere serip hemen bir başkasına doğru koştu. Tiran olabildiğince dikkatli dövüşüyordu. Aynı şeyin bir kez daha yaşanmasına izin vermeyecekti. Karşısındaki zayıf, uzun adamı yere serdi ve bir kadınla dövüşmeye başladı. İkisi de seri dövüşüyor, birbirlerinin hamlelerini tahmin edebiliyordu. Tiran’ ın ani hamlesi ile yeterince geri çekilemeyen kadının sol omzunda kesik açıldı. Kadın da hemen kılıcı ile Tiran’ ın bacağında ince bir kesik açtı. Dövüş devam ederken bir süre sonra Tiran başının döndüğünü hissetti. Zehirlendiğini anlaması çok sürmedi. “Kahretsin,” dedi istemsizce bir adım geriye gidince. Hareketleri yavaşlamış ve dengesizleşmişti. Gözü de kararmaya başlayınca karnında keskin bir acı hissetti. Derin bir kılıç yarası almıştı. Kadının yüzünde sinsi bir ifade vardı. Tiran eliyle bastırıp kanı durdurmaya çalışsa da sırt üstü yere düştü.

Uzun, kumlu bir yolda amaçsız şekilde yürüyordu Tiran. Tepedeki güneş içini kavuruyordu. Etrafta tek bir insan bile olmaması canını sıkıyordu. Sanki yeryüzünden herkes silinmiş, tek o kalmıştı. Daha ne kadar yürümesi gerektiğini bilmiyordu. Yürümeyi kestiğinde zaman da duruyormuş gibi hissettiği için yoluna aralıksız devam ediyordu. Şimdiye kadar neden yorulmadığını merak ediyordu. Tek sıkıntısı boğazının tamamen kurumuş olmasıydı. İçi kavruluyordu adeta. Omzuna bir el dokununca şaşırdı. Arkasını dönünce Farak’ ı gördü. Her zamanki gibi ışıltıyla gülümsüyordu ve gözlerindeki şefkat okunabiliyordu.

“Kendini böyle hapsetmeni hiç istemedim ben.”

“Benim yüzümden gittin,” dedi Tiran.

“Hayır, bu doğru değil. Kendini suçlama.”

“Olanları unutmak mümkün mü?”

 “Ben hep seni izliyorum. Hüznün bana acı veriyor. Hadi toparlan artık, buradan gitme vaktin geldi.” Farak’ ın görüntüsü yavaş yavaş silindi.

“Kendine geliyor,” dedi kadın görevli rahatlayarak. Sesler Tiran' a çok uzaktan geliyor gibiydi. Yavaşça gözlerini araladığında yanı başındaki hekimi gördü. Berzab yaklaştırılmadığı için uzaktan seslendi.  “Tiran, buradayım. İyi olacaksın merak etme...” Berzab’ ın sözlerinin devamını işitmedi. O kadar yorgundu ki gözleri tekrar kapandı.

Yazel, Akbar ve Ayda çoktan gemiyle kıyıya varmışlardı. Her biri endişeli olsa da güvenli bir yerde beklemekten başka çareleri yoktu. Sevdiklerini geride bırakıp evlerine dönmek de istememişlerdi. Savaşın karaya taşınması üzerine en azından yakınlarından haber alabilmek umuduyla alana yaklaştılar. Ayda sağlık ekiplerinin yanına gidip hem onlara yardım etmeye hem de bilgi almaya başladı.

Ceddil topuzlu kamçısı ile düşmanların arasına daldı. Koşarak geçerken darbe indirdiği herkes birer birer savruluyordu. Azaka gözünü onun üstünden ayırmıyordu. Yenira da arkalarından koştu. Ceddil’ in artan heyecanını hissedebiliyordu ve bu onu korkutuyordu. Kendisine yapılan saldırıları kılıcı ile önleyip tekrar koşmaya devam etti.

Ceddil içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetse de kendini kaptırmamaya çalıştı. Kısa sürede düşmana ne kadar zarar verse o kadar iyi olacağını umarak tüm gücüyle saldırıyordu. Bir kişinin kendisine ansızın gürz ile vurmasıyla yere düştü. İri adam bir kez daha saldıracakken yetişen Azaka onun üstüne atladı. İkisi birden yerde boğuşmaya başladılar. Azaka ses saldırısına geçip kısa sürede adamın elinden kurtuldu. Yenira ise biraz geride inatçı bir rakibiyle dövüşmeye başlamıştı.

Çakan şimşeklerin sayısı artıyordu.   Yakınlardaki bir ağaca büyük bir gürültüyle yıldırım düştü. Olumsuz hava koşulları bazı kişileri karamsarlığa sürüklüyordu. Toprak ve kan kokusu birbirine karışmıştı.

Ceddil dövüşe devam ederken yaralı halde yerde yatan eski arkadaşını fark etti. Hemen yanına koştu. Farklı bir şehirde yaşayan Hotan’ ı birkaç yıldır görmemişti. Durumu pek iyi görünmüyordu, konuşacak hali yoktu. Çok kan kaybetmişti. Ceddil telaşla hemen koluna girdi, onu taşımaya başladı. Azaka da ikisine saldırmaya hazırlanan kişileri engellemeye çalışıyordu. Ancak düşmanların sayısı giderek arttı. Ceddil’ in karşısına iki kişi çıktı. Öfkeyle silahını savurup onları uzakta tutmaya çalıştı Ceddil. Ancak hareketleri kısıtlanmışken bunu sürdürmek zordu. Adamlardan biri kılıcını birden omzuna sapladı. Silahını düşüren Ceddil savunmasız kalmıştı. Hotan’ ı yavaşça yere bıraktığında sabrı taşmaya başlamıştı. Öfkesi adım adım artarken omzu fena halde sızlıyordu. Uzun adam bir anda üstüne atlayıp Ceddil’ i yere serdi. Kılıcını saplamak üzere kolunu kaldırdı. Aynı anda diğer adam da Hotan’ a saldırmaya yeltenince Ceddil dehşete kapıldı. Bir anda kendini kaybedince açığa çıkan güç karşısında direnemedi. Karanlığın içine, ona sonsuz gibi gelen boşluğa düştü.

Azaka rakiplerini atlatmaya çalışırken durumu fark etti. Ceddil üzerindeki adamı savurup ayaklanmıştı. Kaşla göz arasında iki adamı da yakaladı. Boğazından tuttuğu adamlar onun elinden kurtulmaya çalışıyordu. Ceddil’ in yüzündeki vahşi ifade, öldürme arzusu açıkça okunuyordu. Yüzünde beliren kırmızı damarlar patlayacak gibi görünüyordu. Ellerinden çıkan kara dumanlar havaya karışıyordu. Soğuk ve ürkütücü şekilde güldü. Parmaklarını birbirine kenetleyince yüksek basınçtan adamların boğazı parçalandı. Kan ve et parçaları etrafa saçıldı. Ceddil sırıtarak yüzünü sildi.

Yenira yine aynı ürpertiyi hissetti. Korku vücudunu sararken bir yandan başlarının derde gireceğini düşünüyordu. Azaka ile aynı anda Ceddil’ e doğru koştular. Ceddil ona saldıran bir kişiyi daha öldürdükten sonra ilerlemeye devam etti. “Ceddil!” Azaka onun tam karşısında durdu. Gördüğü kişi öncekinden tamamen farklıydı. Bakışlarındaki ezici ve tekinsiz ifade bile donup kalmasına neden oluyordu. Ceddil psikopatça bir sırıtışla ona doğru ilerleyince geriye doğru birkaç adım attı.

Yenira da yetişmiş Ceddil’ e uzaktan saldırmaya çalışanları durdurmak için uğraşıyordu. Olayın kısa sürede yayılacağını biliyordu. “Azaka durmasana, bir şeyler yap!” diye bağırdı.

Azaka zor da olsa odaklandı ve gücünü kullanmaya başladı. Ceddil bir takım sesler işitmeye başladı. Şelale sesi kulaklarını doldurdu. Bununla birlikte zihnindeki görüntüler de açığa çıkmaya başladı.

Şelalenin kıyısındaki bir ormandaydılar. Ailesi hazırladıkları sürprizi ona gösterdiğinde sevinç çığlıkları atmaya başladı. Uzun süredir istediği ağaç evi babası onun için gizlice yapmıştı. Annesi de güzel çiçekler ve oyuncaklarla evi donatmıştı. Koşup ikisine de sarıldı, çok mutluydu. Gürül gürül akan suyun sesi kulaklarında yankılanıyordu. Annesinin gülümseyişi güneşin dünyayı aydınlatması gibiydi. Çok güzel mavi gözleri ve yanağında gamzeleri vardı. Gülümseyerek elini uzattı Ceddil’ e, sarıldı.

Ceddil anılardan kopup kendine geldiğinde Azaka’ yı boynundan tutup kaldırmış olduğunu gördü. Nefes almakta zorlanan Azaka’ nın rengi atmıştı. Hemen sıkılı parmaklarını gevşetip onu yavaşça yere bıraktı. “İyi misin? Çok üzgünüm,” dedi telaş içinde. Öksürüp boğazını tutan Azaka zorlukla konuştu. “Sonunda geri döndün.”

Yenira, Azaka’ nın ölümüne ramak kaldığını görünce son çare olarak Ceddil’ i yaralamayı düşünmüştü. Onun normale döndüğünü görünce son anda durmuştu. Rahatlayarak kılıcını indirdi ama endişesi dinmemişti. Ceddil çok dikkat çekmişti, onu gizlice ortadan kaldırmaya çalışabilirlerdi. Uzakta birkaç kişi sinsi bakışlarla onları süzüyordu.

“Teşekkür ederim, son ana kadar beni bırakmadın.” Ceddil durumun vahametinin farkında olsa da sonunda kendine geldiği için şanslı hissediyordu. Her şey daha kötü olabilirdi. Azaka’ ya zarar vermiş olsaydı kendini affetmezdi. Vücudundaki ağrı geri döndü. Omzundan aşağıya kan sızıyordu. Sağlam kolunu kaldırıp yüzünü sildi iyice. Keskin koku midesini bulandırıyordu. Arkasını dönüp geride bıraktığı manzarayı görünce kendisini tutamadı, eğilip kustu.

24 Ağustos 2021 Salı

91 Days (Anime Tanıtım)

 


     Zaman zaman farklı türlerde anime izlemeyi seviyorum. Mafya konulu 91 Days adlı anime 12 bölüm ve 1 özel bölümden oluşuyor. Anime Avilio' nun bir mektup alması ile başlıyor. Mektupta geçmişte ailesinin ölümünde parmağı olanların ismi yazıyordur. Avilio yıllar önce ailesi öldürülünce şehirden kaçmış adını değiştirmiştir. İntikam hırsı ile geri döner ve mafyanın içine sızmaya çalışır. 

     Anime kısa olmasına rağmen çabuk bitti diyemem. İşlenen konular biraz yavaş ilerliyordu ve karakterlerin isimlerini başlarda çok karıştırdım. Kim kimdir anlamam bayağı vakit aldı. Genel olarak yasadışı şeyler ele alındığı için sıkıldığım anlar oldu. Avilio' nun intikam alıp alamayacağını merak ettiğim için son ana kadar devam ettim. İyi ki de sıkılıp bırakmamışım sonlara doğru bayağı tahmin edilemeyecek olaylar yaşandı. Avilio hep soğukkanlı ve zekice davrandı. Hatta bazı hamleleri bana Death Note' daki akıl oyunlarını anımsattı. Tabi bu animede fantastik hiçbir şey yok, tamamen gerçekçiydi. Bir noktadan sonra, ki benim için üzücü bir sahneydi, Avilio değişti. Son birkaç bölüm çok şaşırtıcıydı. Sadece 12. bölüm pek tatmin etti. Yani kafamda önemli bir soru işareti kaldı. 13. bölüm olarak devam eden özel bölüm ise karakterlerin geçmişine aitti. 

    Eski, ünlü mafya filmlerine benziyordu anime. O yüzden bu türü sevenlere kesinlikle tavsiye ederim. Müzikleri falan farklıydı, atmosfer güzel yansıtılmıştı. Her ne kadar suç konusu işlense de insanın çıkarabileceği dersler var. Dostluk, aile bağlarının, soyadının öneminin herkes için ne kadar da farklı anlamlara geldiğini görüyoruz. Olumlu anlamda da olumsuz anlamda da şaşırtan karakterler oldu. Sınır tanımayanlar, hainler olduğu kadar fedakarlık yapanlar da vardı. Düşene tekme atmak için hazır bekleyenler çoktu. İntikam peşinde koşmanın ne kadar boş olduğunu, insanların kolayca kandırılabildiğini, kimseye güven olmayacağını görüyoruz. Biraz iç karartıcı bir anime olsa da  puanım 8/10. 

 

22 Ağustos 2021 Pazar

Savaş Çığırtkanı 2 - 6.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 6

 

Ruh Bağlayıcı- Meguan

 

Dolunay bulutların arasından zaman zaman yüzünü gösteriyordu. Rüzgar sertçe esiyor, tepedeki karları süpürüyordu. Uğultu hiç kesilmeden gün boyunca devam etti.

Zorkan sarayın bahçesinde dolanan kurtları izliyordu. Yaklaşan olayların habercisi gibi onlar da gergindi, kurtlardan biri ulumaya başladı. Liderin öfkesi tekrar kabardı. Canas’ ın aklından neler geçtiğini bilmiyordu. Kendisini arkadan bıçaklamışken bir de Lazinka ve Alaz’ a savaş açmakla neyi amaçladığını merak ediyordu. “İstediğin gibi atını koşturamayacaksın,” diye mırıldandı.

Şu an canını sıkan bir diğer mevzu Cender’ in Canas’ a arka çıkmasaydı. Cender’ den pek haz etmese de onu hiç düşman olarak görmemişti. Yine de araya girdiği için ona kızgındı ve gerekirse Cender ile savaşacaktı.

Sabah erken saatlerinde Zorkan ordunun başına geçti. Uzun ve etkili bir konuşma yaptı. “Zafer bizim için çok önemli. Canas ile gireceğimiz mücadeleyi kaybedemeyiz. Asla geri adım atmayacağız!” diyerek sözlerini sonlandırdı. Zorkan adamlarına çok güveniyordu. Küçük yaşlardan itibaren ağır koşullarda yetiştirilmişlerdi. Dayanıklı ve güçlüydüler.

Çok sayıda kurtla birlikte savaşçılar yola çıktı. Aradan geçen iki günün ardından limana ulaştılar. Savaş gemilerine binip denize açıldılar. Zorkan geminin pruvasında durmuş ufku izliyordu. Daha birkaç ay önce savaş tatbikatı yaparken şimdi gerçek bir savaşta yer almak ona garip geliyordu. Olaylar bu şekilde geliştiği için yapacağı bir şey yoktu. Küçük düşürülmeye göz yumamazdı. Yanında beliren gri kurdun kafasını okşadı. “Olacakları hissediyorsun değil mi? Olabildiğince dikkatli ol,” dedi. Kurt başını iyice kaldırdı, Zorkan gibi uzaklara odaklanmıştı, tetikteydi.

Gemiler karşı kıtaya vardığında Meguanlı savaşçılar çoktan limanda yerlerini almıştı. Gemideki gençlerden biri dürbünle baktıktan sonra Zorkan’ ın yanına koştu. “Efendim Lider Cender ve savaşçıları limanı sarmış. Kolay kolay Butah’ a ulaşamayacağız gibi görünüyor.”

“Tamam, yorumlarını kendine sakla.” Zorkan, Meguan’ ın dalgalanan bayraklarını görebiliyordu. Kurulan platforma çıkan Cender kararlı ve soğukkanlı görünüyordu. “Ben emir vermeden kimse saldırıya geçmeyecek,” dedi yanındakilere. Gemiler karaya varıp durdu. Cender her zamankinden aksine ciddi bir ifade takınmıştı. Zorkan’ ın öfkesini hissedebiliyordu ve onu ikna etmek için elinden geleni yapacaktı. Öne doğru adım attığında Garnap da hemen arkasından ilerledi. Cender sakin ama güçlü bir tonda konuştu.

“Lider Zorkan, niyetimiz sizle savaşmak değil. Bu, anlamsız savaşa bir son vermenizi istiyorum. Buradan geçip gitmenize müsaade edemem.”

Zorkan onun ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Soğuk şekilde konuştu. “Canas’ ı neden koruyorsun Lider Cender?”

“Koruduğum Lider Canas değil, dünyanın geleceği.”

“Sözlerin her zamanki gibi karmaşık. Doğrudan niyetini söyle bana.”

“Lider Canova’ nın son sözlerini unuttunuz mu? Bu sıradan bir savaş olmayacak. Başımız büyük belada ve artık geri dönüş yok. Enerjinizi ve gücünüzü büyük düşman için harcayın.”

“Kehanet dediğin şey asla gerçekleşmeyecek bir masaldır. Gözünü aç da esas oyunbazı gör. Kimin yanında yer aldığına dikkat et. Canas büyük işlere kalkıştı ve bedelini ödemeli. Lider Canova’ ya saygım sonsuz ama olanları görmezden gelemem.”

“Öfkenize yenik düşüyorsunuz. Şu an en önemli konumuz savaşları durdurmak. Kötü emelleri olanların işini kolaylaştırmayın. Eğer ilerlemeyi kafaya koymuşsanız acı gerçekle karşılaşacaksınız zaten.”

“Son sözümü söyledim Lider Cender. Kararımdan dönecek değilim. Bir kez daha uyarıyorum, aradan çekil.” Zorkan’ ın ses tonu giderek artıyordu.

“Yıkım Butah’ tan gelecek, niye anlamak istemiyorsunuz? Durmaya niyetiniz yoksa bizim de savaşmaktan başka çaremiz yok.”

Sabrı iyice taşan Zorkan’ ın emri ile limana top atışları başladı. Her yer kısa sürede harap oldu. Herkes geride bekliyordu. Öfkesi biraz geçen Zorkan gemiden indi. Yanında iri kurtlarla ilerlerken tehditkâr görünüyordu. Cender sıkıntı içinde olanları izliyordu. Havaya kalkan toz dinmeye başlamıştı.

Garnap öne çıktı. “Efendim kurtlarla ben ilgilenirim.” Cender şu an için en mantıklı davranışın bu olacağına inandığı için kabul etti. “Dikkatli ol, aşırıya kaçma,” dedi.

Kurtlar hırlayarak ileri atılmıştı ki birden acı içinde kıvranmaya başladılar. Kulaklarındaki basınç canlarını yakıyordu. Zorkan ne olduğunu anlamayarak öfkeye kapıldı. “Ne oluyor böyle? Onlara ne yapıyorsunuz?” Kılıcını çıkarıp Garnap’ a doğru koştu. “Sen devam et!” dedi Cender, Garnap’ ın önüne geçerek. Verdiği emir ile diğer savaşçılar da hücuma geçti.

Cender ucu kavisli olan büyük kılıcıyla Zorkan’ ın hamlesini durdurdu. İki kılıç çarpıştığı anda minik kıvılcımlar çıktı. Cender Zorkan’ ın gücü karşısında geriye doğru bir iki adım atmak zorunda kaldı. Çarpışma şiddetle devam etti. İkilinin dövüşü hızlı ve sertti. Birbirlerinin etrafında dolanarak bir saniye bile beklemeden kılıçlarını savuruyorlardı. Cender daha çok savunma pozisyonundaydı. Dövüş uzadıkça yorulacağını tahmin ediyordu zira Zorkan bu tür bir dövüşe çok alışkın görünüyordu. O sırada yüzüne doğru savrulan kılıcı kalkanı ile önlemeyi başardı. Ardından bir tekme atıp Zorkan’ ı geriye itti.

Zorkan’ ın yardımcısı Chitan Garnap’ a doğru koştu. Dikkati dağılan Garnap’ ın kurtlar üzerindeki hakimiyeti ortadan kalktı. İlk şaşkınlığı atlatan kurtlar dört bir yana dağılıp saldırıya geçti. Chitan ağır gürzünü savurunca Garnap kendini yana atmak zorunda kaldı, gürz hafif olan zırhını ezebilirdi. Garnap iri yapılı olduğu için bir de ağır zırh taşımayı sevmezdi. Yerden kalkarken Chitan’ ın silahından nasıl sakınabileceğini düşünüyordu. Kılıcını hafifçe kaldırarak gelebilecek ani bir saldırıya karşı gardını aldı. Chitan kocaman gürzünü Garnap’ ın karnına doğru savurduğunda onun kaçabileceğine ihtimal vermiyordu. Garnap ise beklenmedik şekilde çevik davranarak sıçradı ve öne doğru havadan bir takla attı. Yere düşerken de bir ayağını Chitan’ ın omzuna geçirdi. İkisi de kendini yerde buldu.

Butahlı savaşçılar da yerlerini almış dövüşüyordu. Dorma yine kurtları gördüğünde  istemsizce irkildi. Dazzap’ ta yaşananlar bir bir gözünün önüne geldi. Dikkatini dövüştüğü kadına verdi. İkisi de yakın dövüşte iyiydi. Dorma gardını bir an olsun indirmeden direk yumruk attı. Rakibi kolayca bundan kaçınıp art arda iki kez sağ yumruk savurdu. İkinci yumruğunda öne doğru adım atması ile hedefini vurdu. Dorma çenesine yediği yumruk ile biraz sersemledi. Derin bir nefes alarak kendini toparladı ve rakibini kafasından yakalayıp midesine dizini geçirince rakibi tökezleyip geri çekildi.

Kazzam kurtlardan biriyle mücadele ediyordu. Hançerini savurdu ama ıskaladı. Kurt tetikte duruyor saldırıya geçebileceği anı kolluyordu. Kazzam bir güreşçi gibi hafif eğilmiş kollarını iki yana açmıştı. Kurt bir sıçrayışta yanında bitiverdi. Hırlayarak tam dişlerini koluna geçirecekken Kazzam hançerini bir kez daha savurdu. Çenesinden yaralanan beyaz kurt acıyla geri çekildi. İyice öfkelenmişti ama ansızın saldırıya geçmiyordu artık. Kasılmış yüz hatları ve sivri dişleriyle oldukça tehlikeli görünüyordu. Uzaktan hırlamaya başladı.

“Beni oyalıyorsun, yolumdan çekil,” dedi Zorkan. Durmaksızın saldırılarını sürdürüyordu. “Pişman olacaksınız, savaşı sonlandırın,” diye yanıt verdi Cender. Zorkan’ ın son hamlesi ile ön kolunda bir kesik açıldı. Cender buna aldırmayarak dövüşe devam etti. Zorkan’ ın açık noktalarını hedef aldı, niyeti zaten ölümcül bir yara açmak değildi. Zorkan bacağından yaralanınca iyice öfkelendi. Yumruğunu Cender’ in göğsüne indirince zırhı bir miktar içe göçtü ve dengesini kaybeden Cender geriye doğru düştü. Zorkan kılıcını zırhın hasar alan bölgesine geçirmek için hareketlenmişti ki kafasının içinde patlayan, kırılan cam sesleri işitti. Gürültü o kadar şiddetliydi ki Zorkan sanki yıkılmakta olan camdan bir kulenin içinde bulunuyordu. Kulaklarını kapatmak zorunda kaldı. Cender fırsattan yararlanıp ayağa kalktı. Minnetle Garnap’ a baktı. Liderin güvende olduğunu anlayan Garnap tekrar dövüşe döndü.

Savaş uzadıkça Zorkan ve savaşçıları iç kesimlere doğru ilerlemişti. Akşam olmak üzereydi. Güneş tepelerin ardına çekilirken gökyüzü de kara bulutlarla kaplanmaya başladı.

Holant, Mir ve Markos üçü sırt sırta vermiş dövüşüyordu. Kurtlarla tekrar kapışmak zorunda kaldıklarına inanamıyorlardı. Şu ana kadar pek çok kişi ve iki kurtla dövüştükleri için yorgun düşmüşlerdi. Savaş meydanı gittikçe kana bulanıyordu.

Holant kılıcını sıkıca kavramıştı. Mir her zamanki gibi oklarını, Markos  da arbaletini kullanıyordu. “Bizden daha üstünler. Lider Cender ve savaşçıları da savunmada kaldığı sürece gerilemeye mahkumuz. Butah’ a girmeleri çok sürmez size söyleyim,” dedi Markos. O anda bir sürü ok yağdı üstlerine. Zırhlar ölümcül yara almalarını önlese de Mir bacağına giren iki ok yüzünden yere çöktü. Markos da omzundan yaralanmıştı. Birkaç Dazzaplı savaşçı etraflarını sardığında Holant kılıcını iki eliyle kavradı ve arkadaşlarının önüne geçti. Yorgun olduğu için göğsü hızla kalkıp iniyordu.

“Hala pes etmiyor musunuz?” diyerek gülümsedi sarışın adam.

“Asla,” dedi Holant. Dikkatle rakiplerini süzüyordu. Sarışın adamın elinde mızrak vardı. Onun yanındaki iri adamın elinde de bir gürz vardı. Holant korkusunu gizlese de şu an bu kişileri yenemeyeceklerinin farkındaydı. Adamlar yorgun bile görünmüyordu.

İri adam koşarak demir gürzüyle öyle bir sert vurdu ki Holant geriye doğru savruldu. Yere düşünce başlığı kafasından fırladı. Güçlükle doğrulmaya çalışırken bu kez sarışın adam üstüne basıp mızrağını boğazına dayadı. Holant öylece kalakaldı. Diğer savaşçılar da Markos ve Mir’ in etrafını sarmıştı. Mir hâlâ yerden kalkamamıştı, oklar sanki kemiğine girmiş gibi canı yanıyordu.

Sarışın adam mızrağını saplayacakken aniden durdu, yere yığıldı. Vurulacağını sanan Holant dehşetle ona bakarken şaşırıp kaldı. Başını yana çevirdiğinde uzun, zayıf bir kadının avuçlarını birleştirmiş, bir şeyler mırıldandığını gördü. Yüzü ve elleri kına renginde dövmelerle kaplıydı. Kadın gözlerini açıp “çabuk kalk, onu fazla tutamam,” dedi. Holant sorgulamadan itaat etti. Birkaç saniye içinde kadın ellerini serbest bırakarak belindeki kından bir hançer çıkardı. Yerdeki sarışın adama fırlattı. Adam yerde acıyla inlerken kadının yüzü ve elindeki kınalar silindi. Holant hayret içinde olanları izliyordu. Kadına teşekkür etmek isterken o birden uzaklaşıp gitti.

“Ahh! Seni mahvedeceğim kadın,” diye bağırdı sarışın adam. Bacağına saplanan hançeri çekip çıkardı. Holant şaşkınlığı bir kenara bırakıp dostlarını çevreleyenlerin arasına girdi. İki adamı yaraladığında Markos da toparlanıp dövüşe katıldı. Mir zorlukla doğruldu ama kolay hareket edemeyecek gibi görünüyordu.

Artık hava iyice kararmaya başlayınca iki taraf ayrıldı. Sabaha kadar savaşa ara verilecekti. Bu süreçte sağlık ekibi yaralılarla yakından ilgilendi. Can kayıpları ve ağır yaralılar vardı. Holant Mir’ in koluna girdi ve onu sağlık görevlilerinin yanına taşıdı. Markos da omzunu tutarak arkalarından ilerliyordu. Bağıran ve acı çeken yaralılar içini sızlatmıştı. O sırada Yusan’ ı fark ettiler. Başında bekleyen Dorma ağlamaklı bir haldeydi. Markos hemen yanlarına koştu. “Durumu nasıl? Kim yaptı bunu?” Dorma zorlukla konuşuyordu. “Bilmiyorum. Az önce buraya taşırlarken gördüm ben de. Onun ciddi bir yara aldığını, büyük ihtimalle iyileşemeyeceğini söylediler.”

“Buna inanamıyorum,” dedi yanlarına gelen Holant. Üzüntü içinde kadına baktı. Yusan bilinci kapalı halde yatıyordu. Derin bir kılıç yarası almış, çok kan kaybetmişti. Ellerinden bir şey gelmiyor olması acıydı. Görevli herkesi uzaklaştırdı. “İşimizi aksatmayın, uzaklaşın lütfen.”

Mir ve Markos’ a tedavi sırası geldiğinde Holant düşüncelere dalmıştı. Bir savaşta insanın başına her şey gelebilirdi. Ertesi gün belki kendisinin de benzer duruma düşme ihtimalinin olduğunu biliyordu. Sonra kendini kurtaran kadını hatırladı. O garip kadın olmazsa ölmüş olabilirdi. Onun ne yaptığı konusunda bir fikri yoktu ama oldukça merak ediyordu.

 Sabaha karşı Yusan hayatını kaybetti, daha fazla direnememişti. Haberi alan  arkadaşları yıkıldı. Son anında ailesinden uzakta kalmıştı. Herkes için zor bir durumdu fakat savaşçı olarak bunun üstesinden gelmeliydiler. Özellikle Dorma çok üzgündü. Onunla yeni tanışmış olsa da görev boyunca Yusan’ ı yeterince tanımıştı. İyi bir dost edindiğinin farkındaydı. Ancak henüz savaş bitmemişti. Yas tutmalarına bile fırsat kalmadan gün ışığının belirmesi ile savaşçılar tekrar yerlerini aldı.

Birkaç gün içinde Cender yavaş yavaş geri çekilmek zorunda kaldı. Niyeti baştan beri savaşmak değildi. Zorkan’ ı ikna etmeye çalışmanın anlamsız olduğunu fark etti. Daha fazla kayıp vermek istemediği için aradan çekilmeye karar verdi. Diğer planlarına odaklanacaktı. Bu süreçte ilgisini çeken şeyse savaşçılardan duyduğu garip iki kadın oldu. Onların Ruh Bağlayıcılar olduğunu hemen anlamıştı. Daha önce onlardan birinin görüldüğünü hiç işitmemişti. Belli ki kadınlar birkaç saniyeliğine de olsa rakibin ruhunu esir alıyor ve bu süreçte ona saldırabiliyordu. Cender’ e göre bu muazzam bir özellikti. O kadınları bulmak istiyordu. Yerinden kalkmaya çalıştı. Bir süre önce  ciddi şekilde yaralanmıştı ve sol kolunu bir daha kullanamayacaktı.

“Efendim. Ama kolunuz...” dedi Garnap.

“O kadar da kötü değil. Beni düşünmenin sırası değil şimdi, dünya çıkmaza sürükleniyor. Şu bahsedilen kadınlara ulaş mutlaka. Savaş meydanında birden belirdiklerine göre bu civarlarda yaşıyor olmalılar.”

“Siz dinlenin. Ben mesele ile ilgilenirim.”

“Lider Zorkan, Butah’ a kadar ilerlemiş olmalı. Görüyor musun onu bile ikna edemedik. İnsanlar çok inatçı ve sabırsız. Sence felaketi önlemeyi başaracak mıyız?” Cender ilk kez yorgun düşmüş ve umutsuz görünüyordu. Son bir gayretle bir şeyler yapmaya çalışıyordu artık. Garnap onu teselli etmeye çalıştı.

“Siz elinizden geleni yaptınız. İnsanları önemsediğiniz için bu kadar çabalıyorsunuz. Her zaman bu yanınızla gurur duydum, örnek bir lidersiniz. Bu kadar ilerlemişken umudunuzun kaybolmasına izin veremezsiniz, birlikte başaracağız. Dünya size çok şey borçlu olacak.”

Cender gülümsedi. “Bu kadar konuşabildiğini bilmiyordum. Suskun Garnap’ ın da çenesi çalışmaya başladı sonunda. Hadi git artık. Biraz daha konuşursan kendimi bir şey sanmaya başlayacağım.” Garnap da gülümsedi. “Sayenizde şu anki ben oldum. Yitik birini kendine getirdiniz.”

“Duygusal konuşma da başladı. Devamını duymak istemiyorum, şu an ağlamaya niyetim yok. Her şeyi sen kendin başardın. Gördüğüm en güçlü insanlardan birisin ve bana olan yardımlarını inkar edemem.”

“Her şey için minnettarım,” dedi Garnap. Lideri selamlayarak oradan ayrıldı. Cender arkasından bakarken onun da en az kendisi kadar ilginç biri olduğunu düşünüyordu. Yanında öyle bir yardımcı olduğu için şanslıydı. “Ben de minnettarım.”

Zorkan Butah’ ın sınırlarına girmek üzereydi. Sayıları az olduğu için Butahlı savaşçılar onları engelleyememişti. Dazzaplılar liderlerinin emri ile oyalanmadan ilerlemişti. Pek çok Butahlı geride kalmıştı. Zorkan kurdun üstünde hızla yol alıyordu. Yaralı Kazzam bir fırsatını bulup saraya haberci kuş gönderdi. En azından saraydakiler kısa sürede olan biteni öğrenebilecekti. Holant yine umutsuzluğa kapıldı. Bir fırtınaya kapılmış, amaçsızca sürüklendiğini hissediyordu. Şimdilik bir yara almadan kurtulmuştu ama Butah’ ta daha sert bir savaş yaşanacağını biliyordu. Daha fazla kişiyi kaybedecekleri gerçeği ile yüzleşmek istemiyordu.

“Efendim oraya vardığımızda Lider Canas’ ı karşımızda bulamayacağımızı düşünüyorum. Şu an Lider Alaz ile savaşta olmalı. Ne yapacağız peki?” Chitan siyah kurdun üstünde ilerliyordu. Birkaç yara dışında bir hasar almamıştı. Zorkan’ ın diyeceklerini merak ediyordu.

Lider kendinden son derece emindi. “Nasılsa adamları haber uçurmuştur saraya. En kısa zamanda dönüp karşıma çıkmak zorunda kalacak. Ben Alaz’ dan daha önemsiz bir rakip değilim. Gerekirse saraya kadar ilerleriz. O, gücümüzü görecek.”

Her geçen saatte hava bozulmaya devam etti. Boğucu ve iç karartıcı atmosfer iyice kendini belli etmeye başladı. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyordu.

16 Ağustos 2021 Pazartesi

Savaş Çığırtkanı 2- 5.Bölüm (Roman)


 

BÖLÜM 5

 

Özel Güçlülerin İzinde

 

Lider Cender’ in yönlendirmesi ile Meguan’ dan ayrılan ekip ikiye bölündü. Savaşçıların bir kısmı kuzeye, diğer kısmı Melmor ve Kanyul gibi ülkelere yöneldi. Hızlı şekilde hareket edip özel güçlülere ulaşmaları gerekiyordu.

Kuzeye giden grup ilk olarak Teulon’ a vardı. Alev Soluyanların bulunabileceği yerlere odaklandılar. Dış görünüşleri farklı olduğu için onları tespit etmek kolay olacaktı. Sırat yolculuk boyunca onlarla nasıl iletişim kurması gerektiğini düşündü. Haklarında yeterince bilgi toplamıştı ama olumsuz bir gelişme yaşanma ihtimali de vardı.

Sırat haritada ormanlık alanlara göz attı. Teulon’ daki büyük ormanlık alanlar sınırlı sayıdaydı ve  Alev Soluyanları bulana kadar hepsine bakmaları gerekecekti.

“Onları ikna edebilecek miyiz? Elimizdeki bilgilere göre sanki biraz yabaniler,” dedi Colevis.

“Elimizden geleni yapmalıyız. Muhakkak olanları duymuşlardır, kayıtsız kalamazlar,” dedi Sırat.

“Başka çaremiz de yok zaten. Bir aksilik çıkmasın da başka şey istemiyorum.”

“Biraz gergin olduğumu kabul ediyorum ben de. Onlara ne kadar güvenebiliriz bilmiyorum.”

Bölgede nem ve rüzgar hakimdi. Gökyüzü parçalı bulutlu olsa da sıcak hava kendini belli ediyordu. Sırat mendille alnını ve boynunu sildi. Meguan’ ın  savaşçıları ile zorunlu olmadıkça çok da konuşmuyorlardı. Herkes görevini bir an önce bitirip dönme niyetindeydi. Zaman zaman içlerinden bazılarının mola isteği ile duruyor, bir şeyler yiyip dinleniyorlardı.

Güzergahları üzerindeki ilk ormana vardıklarında Sırat kalabalık olmamaları konusunda diğerlerini uyardı. “Buradan sonrasını Zebbar ile gidelim. Siz bizi bekleyin,” dedi.

“Peki, öyle istiyorsan bize uyar,” dedi Ura. Ura orta boylarda, atletik yapılı biriydi. Hızlı bir savaşçı olarak bilinse de ağır silahlar kullanmazdı. Cender’ in önemli adamlarından biriydi.

Onay alan Sırat ve Zebbar nemli toprakta ayak izleri bırakarak ilerlemeye başladılar. Sincaplar ağaçlarda bir şeyler kemiriyor, çeşitli çeşit kuşlar oradan oraya uçuşuyordu. Bir kaplumbağa ters dönmüş kurtulmaya çalışıyordu. Onu gören Sırat hemen hayvanı çevirdi. Sonra Zebbar’ a döndü.

“Baltanı saklamalısın. Böyle tehditkâr görünürsen düşman olduğunu sanabilirler.”

Uyarı üzerine Zebbar baltasını bir kılıfa sardı ve aşağıda tutarak yürüdü. Ormanı baştan sona geçen ikili çok yorulmuş,  herhangi bir Alev Soluyanın izine de rastlamamıştı. Geri dönmek zorunda kaldılar.

Zebbar sıkıntısını dışa vurdu. “Savaş başlamışken burada boşuna vakit kaybediyoruz gibi geliyor.”

“Bir şeyler yapmasak savaş aleyhimize dönecek zaten. Şu an Butah’ ta olmasak da bu yaptığımız ileride herkesi koruyabilmek adına önemli.” Sırat aldığı görevin sorumluluğunun farkındaydı. “Hadi, acele edelim.”

Yaklaşık yarım gün ilerledikten sonra sıradaki ormana vardılar. Meşe ağaçlarının önemli ölçüde yer kapladığı orman biraz tepede kalıyordu. Sırat eğimli patikada ilerledi. Bu kez tek başına gitmeyi tercih etmişti. Zebbar’ ın olumsuz bir durum karşısında fevri davranacağını düşünüyordu. Colevis onla gitmekte ısrar etse de onu da reddetti.

Tepeyi aşıp uzun bir süre iç kesimlere doğru ilerledi. Hayvanlar dışında herhangi bir yaşam belirtisi gözüne çarpmayınca umutsuzluğa kapılmıştı. Yapraklar hışırdıyor, çok sayıda kuş koro halinde ötüyordu. Sırat ansızın başının dibinden ıslık çalarcasına geçen okla donup kaldı. Şu ana kadar kimseyi fark edememişti ve şimdi karşısında onlarca insan belirmişti. Kapüşonlu pelerinleri yüzlerini kapattığı için bir şey göremiyordu ama onların kim olduğunu anlamıştı. Teslim oluyormuş gibi ellerini hafifçe havaya kaldırdı.

“Kötü bir niyetim yok. Sizden yardım istemek için buradayım. Beni Lider Cender gönderdi.”

İçlerinden birinin yüzünde belirgin bir kesik izi vardı. Onun işareti ile mızraklar ve oklar fırladı. Sırat irkildi ve mantığı tam tersini söylese de kımıldamadı. Silahların her biri yakınından geçip giderken öylece bekledi. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Sonunda herkes durduğunda tuttuğu nefesini bıraktı.

“Keskin nişancı olduğunuzu biliyorum. İsteseniz beni çoktan vururdunuz. Sanırım beni sınıyorsunuz,” dedi heyecanını gizlemeye çalışarak.

Aynı adamın işareti ile hepsi başlıklarını geriye attı. Sırat ilk kez karşılaştığı bu insanların karşısında bir kez daha şaşkına döndü. Özellikle gözleri ürkütücü görünüyordu, sanki bu dünyaya ait değil gibiydiler. Kadınlar da erkekler kadar cüsseliydi.

“Neden buradasın yabancı? Bize yaklaşacak kadar cesur olduğuna göre mesele önemli olmalı.”

“Onun söyleyeceklerine neden inanalım ki?” dedi kadınlardan biri. Bakışlarındaki öfke ve küçümseme hissediliyordu.

“Bu işe karışmayın. Ben onu dinlemek istiyorum.”

“Başlayan savaşları duymuşsunuzdur. Lider Cender gerçekleşeceğine inandığı bir kehanet nedeniyle sizi bulmamı istedi.”

“Neymiş o kehanet?”

“7. Lider savaşı çıktığı anda Lider Harula tüm gücüyle aramıza dönecek ve dünyaya hükmedecek.”

“Bu çok gülünç bir şey. Sırf bu yüzden mi geldin buraya kadar?” Bu kez arka sıralardan bir adam konuştu.

“Size karışmayın dedim. Lider Harula’ yı duymamış kişi yoktur içimizde ama neden yüzyıllar önce ölmüş birinin dünyaya geleceğini düşünüyorsunuz?”

Sırat bildiği her şeyi anlattı. “Bu yüzden o geldiğinde sizlerin de bizim yanımızda yer almanız gerekiyor.”

“Yani Butah’ a gitmemizi mi istiyorsunuz?”

“Evet, Harula’ nın orada ortaya çıkacağına dair işaretler var.”

“Anlattıkların akıldışı gibi görünse de bizlerin varlığı da olağan kabul edilemez. O yüzden seni dikkate almam gerektiğini düşünüyorum. Belki de güçlerimizin bu zamana kadar devam etmesinin sebebi görevimizin henüz bitmemesiydi.”

“Yani kabul ediyor musunuz?” dedi Sırat. Sesindeki şüpheyi belli etmemeye çalışıyordu.

“Şunu belirteyim ki biz sizin kavganıza karışmayız. Liderlerin ne yaptığı umurumuzda değil. Gelir savaşı uzaktan izleriz, ne zaman ki Harula açığa çıkar o zaman savaşa dahil oluruz. O da kendi geleceğimizi garanti altına almak için. Öyle tehlikeli birinin rahatça hareket etmesine izin veremeyiz.”

“Anlıyorum, bu da bizim için yeterli. Size minnettar kalacağız.”

“Minnet duymanız için söylemedim bunları. Sebeplerimi yeterince açık ifade ettim. Ayrıca onu yenip yenemeyeceğimiz bile belli değilken erkenden konuşma.”

“O vakte kadar herkesi toplamaya çalışacağız. Başka çaremiz yok. Peki, Teulon’ da ne kadar Alev Soluyan varsa siz onlarla iletişime geçebilir misiniz? Kaybedecek vaktimiz yok.” Sırat çok şey istediğinin farkındaydı ama elinden başka şey gelmiyordu.

Karşısındaki adam bir süre düşündükten sonra yanıt verdi. “Tamam, o işle ilgilenirim. Hepsi bize katılır mı bilmiyorum ama olabildiğince kişiye ulaşırım.”

Adamın yanındakiler pek onla aynı fikirde değil gibiydiler. İçlerinden birkaçı Sırat’ a gelip huzurlarını kaçıran bir böcekmiş gibi bakıyorlardı. Yine de yüzünde yara izi olan adama saygı gösterdikleri ve onu dinleyecekleri her hallerinden belliydi.

“O zaman biz Libmons’ a doğru yola çıkalım. Oradaki Alev Soluyanlara da ulaşmamız gerekiyor.”

Sırat oradan ayrılmadan önce adam ondan eski arkadaşı Barsuk’ u bulmasını istedi. “Orada büyük bir ekibi var. Emrindekiler biraz saf ama onu ikna edersen işin kolaylaşır,” demiş ve onların bulunduğu bölgeyi tarif etmişti. Sırat diğerlerinin yanına dönünce olanları anlattı. Colevis iş tatlıya bağlandığı için rahatlamıştı. Ura da başarısı için Sırat’ ı takdir etmeyi unutmadı. Hava kararmak üzere olduğu için uygun bir yere çadırları kurup yerleştiler.

Zebbar yorgun hissettiği için çabuk uykuya daldı. Onun horultusu çevredekileri rahatsız edecek kadar gürültülüydü. Sırat iç geçirdi. Hem sesten hem de Alev Soluyanların dediklerini yapacağından emin olmadığı için uykusu tamamen kaçmıştı.

 

***

“Bu Sisle Yıkananların yoğun olarak yaşadığı hiçbir yer görünmüyor kitapta. Dağınık halde yaşıyor olmalılar,” dedi Katra.

“Biz de aramaya Algı Bozuculardan başlayabiliriz. Kanyul’ da şu bölgede yaşadıkları düşünülüyor,’ dedi Yula haritayı göstererek. “Sesin Muhafızları da zamanında Kanyul’ da birkaç kasaba inşa etmişler. Bir şekilde onlara ulaşabiliriz. Bizim Garnap da yıllar önce oradan göç etmiş,” diye devam etti. Yula genç ve güzel bir kadındı. Esmer tenli, yeşil gözlüydü. Kıvırcık siyah saçları karmakarışık görünüyordu. Birkaç yıldır Cender’ in yardımcısı olarak çalışıyordu.

“Peki, öyle yapalım,” dedi Katra. Daha iyi bir önerisi yoktu. Elyama da her nereye gideceklerse kendisi için fark etmeyeceğini söyledi.

Denizi aşıp Kanyul’ a varmaları iki günü buldu. Kanyul, Dazzap kadar soğuk olmasa da güneye ilerledikçe hava sıcaklığı belirgin şekilde düşüyordu. Buranın insanları kendi halinde, samimi, dost canlısı kişilerdi. Yol boyunca birkaç lokantada durup yemek yemiş, bölge hakkında çeşitli bilgiler edinmişlerdi. Algı Bozucular hakkında insanların pek bilgisi olmasa da birkaç kişi onların dağların arasında izole bir yerde yaşadıklarından söz etmişti. Son gittikleri lokantada bir adam gizemli şekilde konuştu. “Söylentilerin aksine ben onların özel insanlar olduğunu düşünmüyorum. Belki de yalandan bir söylenti yaydılar rahatsız edilmemek için. Bir keresinde gizlice onları uzaktan izledim. Senin benim gibi insanlar işte. Anormal olan hiçbir şey görmedim.”

“Anlıyoruz beyefendi. Bilgiler için teşekkür ederiz,” dedi Elyama. Adam bu kadınların neden o insanları aradığını merak ediyordu. Şüpheli bakışlarla Elyama’ yı süzdü. “Bir başka duyduğum şey de onların önemli bir hazine sakladığıydı. Yoksa siz de hazinenin peşinde misiniz?”

“Ne münasebet?” dedi Elyama. Sanki bir hakaret yemiş gibi hissediyordu. “Yoksa sizin oraya esas gitme sebebiniz hazine söylentisi yüzünden miydi?” Adam hemen bakışlarını kaçırıp inkar etti. Gülmeye başladı. “Yok canım, böyle bir şeye kim inanır zaten.”

“Gidelim, bu kadar yeter. Kimlerle muhatap oluyoruz,” dedi sabrı taşan Katra. Adam öfkeyle ona baksa da kadınların güçlü görüntüsü karşısında bir şey demeye çekindi. Daha önce bir kadına sataştığı için az daha canından oluyordu, dersini almıştı.

Kadınlar lokantadan ayrılmadan önce yanlarına fazladan yiyecek aldı. Dikkat çekmemek için diğer savaşçılar gelmemişti. “Neyse ki bahsedilen o dağlar çok uzakta değil. Tahminime göre yarın oraya varabiliriz,” dedi Yula.

Katra bıkkın halde konuştu. “Hemen çıksak iyi olur. Biraz planımızın gerisinde kaldık sanki.”

“Yeterince bilgi toplamasaydık onlara ulaşmamız zorlaşırdı,” dedi Elyama.

Kadınlar diğer savaşçılarla buluştu. Günün geri kalanında oyalanmadan yola çıktılar. Ertesi gün akşam üstü dağların yamacına vardılar. Dört taraf dağlarla çevriliyken geçitlerin birinden geçmek zorundaydılar. Güneş oldukça alçalınca rüzgar çıktı. Yine de temiz hava Elyama’ ya çok iyi hissettirdi. Atlarla birlikte yavaşça engebeli geçidi aştılar. Yula etrafı süzüyordu ama gözcülük yapan bir kişiye bile rastlamadı. Algı Bozucuların davetsiz misafirleri pek umursamadıklarını düşündü. Saatler sonra iç kısma vardıklarında etrafı tamamen çitlerle çevrili çiftlik benzeri yapılarla karşılaştılar. İnsanların bir kısmı hayvanlarla ilgileniyor, bir kısmı da bahçe işleriyle uğraşıyordu.

Kilolu bir adam savaşçıları görünce çitlerin ardından onlara seslendi. “Merhaba. Buraya geliş sebebiniz nedir?”

“Sizlerle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyoruz,” dedi Katra.

Adam çitin kapısını aralayıp onları davet etti. “Gelin o zaman. Size ayıracak biraz vaktimiz var.”

Savaşçılar içeri girdiğinde adam hepsine bitki çayı ikram etti. “Uzun süredir misafirimiz olmamıştı. Arada sırada uzaklardan bizi izleyip kaçanlar oluyor ama bunlara aldırmıyoruz artık. İnanabiliyor musunuz, burada hazine olduğunu düşünüyorlar.”

“Evet, bir süre önce öyle biriyle karşılaştık,” dedi Yula. Kadın çayını yudumlarken nereden ve neden geldiklerini anlattı, özel güçleri hakkında detaylı bilgi almak istedi. Eski ama temiz kıyafetler içindeki adam onu yanıtladı. “İnsanların gözlerini boyamak ya da onların zihinlerini karıştırmak bizim için kolaydır. Açıkçası bir tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça biz bunu kullanmayız. Tabi başka yerlerde yaşayan türdeşlerimiz nasıldır bilemem ama biz yıllardır burada huzurlu, sakin bir yaşam sürüyoruz.”

“Peki, sakin yaşamınızın yakında bozulabileceğini söylesem ne yapardınız?” dedi Yula. Adam bunu tehdit olarak algıladığı için kaşları çatıldı. “Bu ne demek oluyor?”

“Dünyanın çeşitli yerlerinde savaşlar çıkmaya başladı. Eğer büyük kehaneti işittiyseniz...”

Adamın yüzü endişeyle kasıldı. “Karanlığın gelişi konusundan mı bahsediyorsun?”

“Evet. Tam olarak bunun için buradayız. Yardımınıza ihtiyacımız var,” dedi Yula samimi biçimde.

“Bu, çok zor bir karar. Böyle bir riske girmeye değer mi bilmiyorum.” Adamın keyfi kaçmıştı.

Yula ikna çabalarına devam etti. “Eğer kaybedersek dünya bir daha eskisi gibi olmayacak. İyi düşünün. Hepimiz birbirimize muhtacız.”

Diğer savaşçıların da katkısı ile adam bir süre sonra pes etti. Uzun yıllardır yerinden ayrılmadığı için Butah’ a yapılacak yolculuk gözünde büyüyordu. Kırlaşmaya başlayan sakalını sıvazladı. “Gençlerimizin çoğuna bu güçler aktarılmadığı için biz yaşı ilerlemişler olarak katılmak zorundayız. Ne dersin hanım?” dedi yanındaki kadına dönerek.

“O kadar da yaşlı sayılmayız. Kendini küçümseme. Elbette gidip onlara destek olacağız.” Kadının tatlı dilli oluşu Elyama’ yı gülümsetti. Çift herkesle konuşacaklarını söyledi.

Çiftçiler akşam olduğu için savaşçılara orada konaklamalarını teklif etti. Yula herkes adına teşekkür edip memnuniyetle kabul etti. Gece iyice çökmeden sofralar hazırlandı, yemekler yendi. Elyama herkesin bu kadar misafirperver olmasını beklemiyordu. Böyle güzel bir yerde yaşamanın keyifli olabileceğini düşündü. Gece boyunca durumu işitip gelen herkese açıklamalar yapıp, onları ikna etmeye çalıştılar.

Sabah dağların arasından vuran gün ışığı her yeri aydınlattığında horozlar ötmeye başladı. Savaşçılar çiftçilerle birlikte kahvaltı yaptıktan sonra oradan ayrıldı. Sesin Muhafızlarına ulaşabilmek için Koraz Kasabası’ nın yolunu tuttular. Bir sürü çorak arazi ve birkaç dereyi aştıktan sonra oraya vardılar.

Kasabadaki evler birbirine çok da yakın sayılmazdı. Evler bir iki katlıydı ama oldukça geniş görünüyordu. Kimilerinin çok güzel bahçesi vardı. Elyama ilgiyle etrafı izlerken bir kadın yanlarında belirdi. “Sizleri ilk kez görüyorum burada. Ben herkesi tanırım. Kimsiniz?”

Yula, genç kadını süzdü. Şık giyimliydi ve belirgin yüz hatları onu ciddi gösteriyordu. Upuzun, gri saçları beline kadar uzanıyordu.

“Acaba Sesin Muhafızı olma ihtimalin var mı?” dedi Yula merakla. Kadın şaşırsa da belli etmemeye çalıştı. “Öyleysem ne olacak?”

“Önce kendimi tanıtmalıyım. Ben Yula, Lider Cender’ in yardımcısıyım.”

“Ah, şu güç ve otorite meraklısı liderler... Kolları da her yere uzanıyor. Neyse tanışma faslını geç de esas meseleye gel.” Yula derin bir nefes aldı. “Öncelikle söylediklerini duymazdan geleceğim. Bildiğim kadarıyla sizden biri olan Garnap burada yaşıyordu. Kendisi arkadaşım olur.”

“Burayı yıllar önce terk eden Garnap mı? Hangi cehennemde o?”

“Meguan’ da yaşıyor. O da Lider Cender' in yardımcısı aynı zamanda.”

“Bak sen, bizim sessiz Garnap büyük işlere girişmiş. Ne halt yiyor orada? Hiç haber vermeden çekip gider mi insan?” Kadın yumruklarını sıkıyor ve söylenip duruyordu. Sonra sakinleşti ve Yula’ ya döndü. “Bu arada ben de Mara. Evet, neden gelmiştiniz?”

“Garnap hakkındaki sorularına yanıt veremem ama son sorunu yanıtlayım: kehanet.”

“Kehanet mi?” Mara elini çenesine atmış düşünüyordu. Kafası karışmış gibiydi.

“Önce bir yere oturalım. Herkesi ilgilendirecek bir konu bu. Ve bizim çok vaktimiz kalmadı.”

Mara karşısındaki kadının ne kadar ciddi olduğunu görünce iyice meraklandı. “Peki, kasabanın ileri gelenlerini hemen toplayım ben.”

Yula memnuniyetle gülümserken Mara’ nın güçlü sesi ile donup kaldı. Kadının sesi bir savaş borazanı kadar yüksek çıkıyor, tüm kasabada yankılanıyordu. “Kasaba sakinleri ben Mara. Az önce çok önemli misafirlerimiz kasabaya teşrif etti. Onları bekletmek istemeyiz. Durum acilmiş. Bir yerlerinizi kaldırın da hemen meydana gelin.”

Ses kesildiğinde Yula sersemlemiş gibi hissetti. Mara’ nın ileri gelenleri çağırmaktan kastının bu olduğunu kesinlikle tahmin edemezdi. “Teşekkürler,” diyebildi sadece.

Halk kısa sürede meydana akın etti. Herkes gelen ilginç kişileri merak ediyordu. Yaşı geçmiş birkaç kişi Mara’ yı ayıplamadan edemedi. “O nasıl üsluptu Mara? Doğru düzgün konuşmayı bir öğrenemedin,” dedi yaşlı bir kadın. Mara ise hiç oralı olmadı. Garnap’ ın nasıl bir hayat yaşadığını merak ediyor, neden kasabayı terk etmiş olduğunu düşünüyordu. “Bir aileye sahip olmayan biri için gitmek kolay olmalı,” diye düşündü.

Savaşçılar oturup Sesin Muhafızlarına durumu anlatmaya başladı. Şimdi herkesin yüzünde endişe vardı. Az önceki yaşlı kadın araya girdi. “Diğerleri de savaşa katılacak mı?”

Katra yanıtladı. “Herkese ulaşmaya çalışıyoruz. Hepsi gelir mi bilemeyiz ama çoğunun geleceğine inanıyoruz.”

“Hem Garnap da savaşta olacakmış,” diye atıldı Mara.

Yaşlı kadın hüzünlendi. “Garnap iyi biriydi. Sen zamanında onla çok uğraştığın için gitmiş olmalı. Sana katlanmak kolay değil tabi.”

 “Küçüktüm o zamanlar. Şimdi niye bu konuyu açıyorsun milletin önünde?” Mara öfkelenmiş ve utanmıştı.

“Sen az önce bangır bangır bangır bağırırken iyiydi. Ödüm koptu, sallanan sandalyemden düşüyordum.”

Elyama hayret içinde onları izliyordu. Gördüğü bu insanlar ile kitaptaki bilgiler hiç uyuşmuyordu. Sesin Muhafızlarının az konuştuğu bilinirdi. İkisinin tartışması bitince herkes tekrar durumu konuşmaya başladı. İçlerinde savaşa katılmaları gerektiğini söyleyenler de temkinli davrananlar da vardı. Savaşçılar bir kez daha durumun ciddiyetini belirttikten sonra seçimi onlara bıraktı.

Bir Karakter Meselesi 20 (Mikasa Ackerman)

 Çok sevdiğim kadın karakterlerden biri, Attack on Titan animesindeki Mikasa'dan bahsedeceğim.  Çocukken yaşadığı bir felaketin ardından...