14 Mayıs 2025 Çarşamba

Yıldız Düşüşü 18.Bölüm

 

18.Bölüm


Ekibin yeni yerlerinden çıkmadığını öğrenen Tanza hemen farklı bir plana geçti. Orayı ifşa etmeli ve gizlice faaliyet sürdürdüklerini kanıtlamalıydı. Tabii ilk olarak içeriye sızmaları gerekiyordu. 

Önce Erkavi kılık değiştirerek oraya gitti. Ekipten biri bilgisayarların bakımı için bir şirketi aramıştı. Erkavi bir şekilde şirket personelini etkisiz hale getirip yerine geçti. İçeri girmesi kolay oldu fakat belli etmeden bilgi toplaması gerekiyordu.

Ofise çevrilmiş büyük salonda birkaç kişi çalışıyordu. Şapkasını iyice indirip göz temasından kaçındı. Bilgisayarların başına geçerken yakasına taktığı dinleme cihazını kontrol etti.

Habel adamın yanına gelip donanımla ilgili bazı sıkıntılar olduğunu en kısa zamanda çözülmesi gerektiğini söyledi. Erkavi başını sallayıp hemen işe koyulacağını söyledi. Sonrasında tek bir laf etmeden bilgisayarların başına geçip sorunla ilgileniyor gibi görünmeye çalıştı. Masaüstünde ilgisini çeken bir dosyaya göz atmaya niyetlenmişti ki arkasında biten Bruna yüzünden beklemek zorunda kaldı. “Sorun ne zaman hallolur acaba?”

“En kısa zamanda efendim.”

“Buraya yeni yerleştiğimiz için ufak tefek sorunlar eksik olmuyor.”

“Doğrudur. Burası ilginç bir konumda, yeri zor buldum açıkçası. Ne üzerine çalışıyorsunuz?” Erkavi havadan sudan sohbet eder gibi konuşsa da Bruna temkinliydi.

“Yerimiz korunaklı olsa da dış ticaret işiyle ilgileniyoruz. Patronumuzun garip zevkleri var, şirketi böyle bir yere kurmak istedi, ne yaparsın?”

 Baver karşı masadan izlerken Bruna’nın oyunculuğuna bir kez daha hayret etti. “Patron bunu duymasın,” dedi alaycı şekilde. Bruna omuz silkti. Erkavi ise şüphe çekmemek için başka şey demedi. Bir süre daha çalışıyor gibi yaptı fakat birden Habel kolunu tuttu. “Dur bakalım, sen kimsin? Esas personel saldırıya uğramış.” Erkavi donup kaldı bir an, yerinden hızla kalktı. Elini ceketinin iç cebine atıp silahını çektiğinde herkes ayaklandı. Kaçmak için etrafa ateş açtığında Habel’in savunmasına takıldı. Kadının elinde beliren küre kurşunları hortum gibi içine çekti. Erkavi’nin şaşkınlığından yararlanan Bruna yumruğu ile onu yere serdi. Küre avucunun içine geri girerken Habel hiç sevmediği o metalik tadı ağzında hissetti. Gücünü fazla kullanmak onu zehirlerdi, bu yüzden çok nadir kullanırdı.

Tanza’nın sonraki hamlesi içeri bir drone yollamak oldu. Muhakkak işe yarayacak bir görüntü elde etmeliydi. Burada da Baver devreye girince drone hızla kontrolden çıkıp yere çarptı. “Balkon keyfi de yaptırmıyorlar,” diye söylenerek içeri girdi Baver. “Tanza’nın oyunları da bitmiyor.”

“O olduğuna eminsin yani?” dedi Asarba, dışarıya bakarak. Kapıda ekipten silahlı birkaç kişi duruyordu. Passal güvenliği sağlam tutuyordu. “Sakın özel gücünüzü kullanmayın, gerekirse sadece silahla müdahale edin,” demişti.

“Başka kim olacak? İstediğini elde edene kadar durmaya niyeti yok.”

Passal gergin görünüyordu. Eli kolu bağlı bekleyemezdi. Başına üşüşenleri def etmenin vakti geliyordu.

Tanza attığı her adımın başarısız olmasından sinirlenmişti. “Beceriksizlerle sarılıymış etrafım,” diye söylendi. “Böyle olmayacak, Arsel bu kez biz gideceğiz. Canlı yayın vakti geldi.”

Arsel gözlerini ona dikti. Tanza’nın ekibi nasıl da takıntı haline getirdiğini görüyor, bunun nasıl sonuçlanacağını merak ediyordu. Hırsı yüzünden gözü kör olanlar hata yapardı. “Gidelim,” dedi gülümseyerek.

Gecenin ilerleyen saatlerinde dışarıda çıt çıkmıyordu. Yakınlarda bir baykuşun sesi işitildi. Sürekli içeride kapalı kalmaktan bunalan ekip oyalanacak bir şeyler arıyordu. Baver Aden ile sohbet ederken bir yandan elindeki kitaba göz atıyordu. “Setrak Bey bir türlü bize katılamadı. Kaç gündür aksilikler üst üste geldi,” dedi Baver.

“Öyle, şu an kampüste en yoğun dönemi zaten. Burada tıkılıp kalmak istemezdi.”

“Çaylar geldi,” dedi Habel’in asistanı. Telefonda oyun oynayan Bruna hemen tepsiye uzandı. “Teşekkürler.”

“Hâlâ ağzımın tadı gelmemiş,” diye söylendi çaydan bir yudum alan Habel.

Kapıda bekleyenlerden biri içeri geldi. Passal’ın odasına gitti doğrudan. “Tanza yaklaşık yüz adamıyla geldi. İçeri girmesine izin verirsen zor kullanmasına gerek kalmayacakmış. Konuşmak istiyormuş.”

Passal yumruğunu sıktı fakat sakince yanıtladı. “Gelsin bakalım, derdi neymiş öğrenelim. Önce üstünü arayın, kamera falan olmasın.”

Az sonra Tanza yanında Arsel ile içeri girdiğinde ekiptekiler gergin halde ayaklandı. “Tamam sorun yok, siz bekleyin,” dedi Passal.

Tanza Passal’ın odasındaki deri koltuğa yerleşti, rahat görünüyordu. “Şu an neden buradayım bil bakalım.”

“Ne söyleyeceksen söyle,” diye çıkıştı Passal.

Çantasından bir kağıt çıkarıp uzattı. “Burası artık benim. Tapu da burada. Bir an önce çıksanız iyi olur.”

Passal’ın bir an öfkeden yüzü kırmızı oldu. Kendini tutamayarak Tanza’nın yakasına yapıştı. “Bu ne demek oluyor? Seni gebertirim.” Arsel araya girmeye çalıştı.

“Yasal hakkımı kullanıyorum, bunda kızacak ne var? Burayı satın almam için aileni birazcık tehdit etmem yetti.”

Passal tekrar üstüne yürüdüğünde Arsel araya girdi. “Gücümü biliyorsun sanırım. Son avım sen olacaktın ama sıralama değişebilir.”

Passal öfkesini yatıştırmaya çalışıp geride durdu. Tanza’nın bu andan keyif aldığı çok belliydi. “Hadi, terk edin burayı. Beklemeye alışkın değilim ben.”

Tanza odadan çıkıp diğerlerine eğlenerek durumu açıkladı. “Doğrusu size de acıyorum, tutunacak dalınız kalmadı artık. Dilerseniz bana katılabilirsiniz.”

“Kes sesini! Bunu yanına bırakmayız,” diye atıldı Bruna. Arsel’i sertçe yana itip Tanza'nın yakasına yapıştı. Tanza sırıtarak kuvvetli bir ıslık çaldı. İşareti alan dışarıdaki adamlar kapıdaki kısa çatışmanın ardından içeri daldı. 

Passal sonunda kendini toplayıp duruma müdahale etti. Maskeli çete üyeleri henüz bahçedeyken başkanın özel gücü nedeniyle dengelerini kaybetmeye başladılar. Birkaçı yine de içeri girmeyi başardı. 

Dışarıda bir kişi ise canlı yayını açmış tüm olanları sosyal medyada yayınlıyordu. “İşte o inanılmaz ekibin yeni mekanı burası. Kendilerini gizlemeye çalışsalar da bizden kaçmaz. Az sonra olacakları iyi izleyin.”

Passal bahçedekilerle mücadele ediyor, hızıyla onları kolayca alt ediyordu. Sadece bir sopayla birkaç dakika içinde çoğunu yere serdi. Silahlı ekip üyelerinden biri kargaşa esnasında görüntü almaya çalışan şahsı fark etmiş, onu engellemeye çalışıyordu. “Kapat hemen onu,” diyerek telefonu tuttuğu gibi yere fırlattı. Delikanlı uzun bir ıslık çalarak durumu diğerlerine bildirdi.

İçerideki hengame sürüyordu ama Tanza’yı hırpalayan Lorenz Arsel’in hedefi olmaktan kaçamadı. Gücünü kaybetmenin verdiği hiddetle Arsel’e saldırdı. Tanza uzun ıslık sesini işittiğinde gitme vaktinin geldiğini anladı. Geri çekilirken ani bir hamle ile Alyun’u yakaladı. “Gitmeme izin vermezseniz onu bir daha sağ göremezsiniz.”

Ekip üyeleri telaşlansalar da Alyun’a bir zarar gelmemesi için yanlış bir hareketten kaçındılar. “Hadi Arsel gidelim.” Arsel kanayan dudağını sildi, sakinliğini bozmadı. Tanza'yı izledi.

Bahçeye çıktıklarında Passal ile burun buruna geldiler. Alyun boğazına dayanan bıçağın baskısından doğru düzgün nefes bile alamıyordu. Beti benzi atmıştı, Tanza’nın şakası yok gibiydi.

“Sen haddini çoktan aştın,” dedi Passal. “Onu hemen bırak.”

Herkes dışarı çıkmış başkanı izliyordu. Baver gücünü kullanarak bıçağı hareket ettirmeyi düşündü fakat durum Alyun için tehlike oluşturabilirdi. Habel de asistanını riske atacak bir şey yapmak istemiyordu. Korku dolu gözlerle izlemeyi sürdürdü.

Tanza zafer kazanmış gibi sırıttı. “Buradan çıkıp gideceğim. Canlı yayın yaptığımız için polisler de yakında burada olur. Buradaki kahramanlık oyununuzu bozduğum için üzgünüm.” Tanza kızla birlikte çıkışa doğru giderken Passal hamle yapmak için fırsat kolluyor, bir yandan da Arsel ile mesafesini korumaya çalışıyordu. “Onu bırak beni al,” dedi sonunda.

Tanza'nın gözleri bir an parladı. “Neden olmasın? Bir şartım var, Arsel sana dokunacak, ters bir hareketinde olacakları biliyorsun.”

Passal nasıl bir tuzağa çekildiğinin farkında olsa da Tanza’ya zerre güvenmediği için Alyun’u öylece bırakamazdı. “Tamam kabul,” dedi kaşlarını çatarak.

Değişim gerçekleşti, nihayet soğuk bıçağın baskısından kurtulan Alyun rahat bir nefes aldı. Passal’a çaresizce bakarak diğerlerinin yanına gitti. Kızarmış boğazı kaşınıp duruyordu.

Kapıdan dışarı çıktıkları anda Tanza hain emelini gerçekleştirmeye çalıştı. “Yap şunu!” diye bağırdı. Bıçağı iyice bastırdığı için Passal’ın hareketini önlüyor, o da ikisinin görüşünü bozuyordu. Arbede anında Passal bileğini Arsel’in elinden kurtardı. Passal'ın ani hareketi boynunun hafif kesilmesine neden olsa da Tanza'nın dengesini bozmayı başardı, birlikte yere düştüler.

“Ne bekliyorsun daha?” diye haykırdı Tanza. Arsel’in soğuk bakışları gülümsemesine rağmen ürperticiydi. Sonunda parmağını şıklattı. 

Tanza donmuş gibi birden kalakaldı, bakışları bomboştu. Passal şaşkın halde yerden kalktı, boynundan süzülen kanı sildi. Arsel de transa geçmiş gibi bir haldeydi. Bruna önde olmak üzere herkes etraflarını sardı.

Arsel Tanza’nın bilinç altına indiğinde etrafa karanlık yayan tek bir kapı gördü. Ağır adımlarla kapıya yaklaşıp içeri girdi. Gri sisle kaplı alan havasızdı. Çürümüşlük hissi içini burktu. Burada işe yarar bir şey yoktu. Tanza bir köşede leş yemekle meşguldü. Bir yandan da kucağına doldurduğu paraları sayıyordu. Arsel’i görünce psikopatça güldü. “Seni gördüğüme sevindim, güçlü birine benziyorsun. Adamım olmaya ne dersin? Birlikte ziyafet çekebiliriz.” Arsel’in midesi alt üst olmuştu, kapıdan dışarı çıktı.

Arsel’in geri dönüşü birkaç saniyeyi bulmuştu. Rengi solmuş görünüyordu, kusmamak için çabaladı. O ortamdaki iğrenç koku hâlâ burnundaydı. Tanza’nın bağlandığını gördü. O da yeni kendine gelmişti. “Arsel ne yaptın sen? Bana ihanet edersin ha!” diye haykırdı.

“Neden yaptın bunu?” dedi Baver, Arsel’in yanında belirip.

“Passal'ın kaybetmesini istemedim. Tanza bunu çoktan hak etmişti.”

Passal yüzünde kararsız bir ifade ile Arsel’e baktı. Bruna ise ona karşı hâlâ kızgın hissediyordu. “Numaralarından biridir, ona güvenemeyiz. Gerekeni yapalım.”

“Hatamın farkındayım ama artık oyun yok. Ekip adına üzgünüm. Daha önce onu durdurmalıydım.”

“İş işten geçti artık,” diye söylendi Bruna.

“Polisler burayı arıyordur, gitmeniz gerek.”

Bruna Arsel’in üzerine yürüyordu ki bakışları birden gökyüzüne kaydı. Gözleri hayretle açıldı. “Ne oluyor?” 


12 Mayıs 2025 Pazartesi

Yıldız Düşüşü 17.Bölüm

 

17.Bölüm


“İyiyim Bruna sadece biraz acıdı,” dedi Baver dişlerini sıkarak. Bruna kafasını kaldırıp baktığında Arsel'in gitmiş olduğunu gördü. “Çabuk hastaneye,” dedi Baver’in koluna girip. Bıçak uzaktan fırlatıldığı için fazla hasar vermemişti. Bruna yine de yanlış bir şey yapma korkusu ile bıçağa dokunmadı. Baver araçta başını öne doğru dayadı, kımıldadıkça canı yanıyordu. 

Arsel aracını son süratle sürerken öfkeliydi. Bruna gelip işi batırmasa Baver yaralanmayacaktı. Ona bir şey yapmayacaktı zaten, henüz bilinçaltında giremediği çok kapı vardı. Arsel bu merakının ileride başına bela olacağını düşünüyordu. Tanza ile karşı karşıya gelmek iyi olmazdı, onun neler yapabileceğini biliyordu. Daha sakince hareket edip dikkatini çekmemeliydi.

Baver hastanede tedavi olduktan sonra Bruna onunla görüştü. “Şimdi anlatabilirsin. Ne oldu da Arsel’in yanına gittin?” Yanıt vermekten kaçamayacağını bilen Baver asık suratla tüm olanları anlattı.

“Ah Baver. Sürekli olmayacak işlere bulaşıyorsun. Eğer amacı seni ihbar etmek değilse şanslısın. Şimdilik aramızda kalsın, Passal duyarsa senin için hiç iyi olmaz.”

Baver’in yüzü soldu. “Biliyorum, üzgünüm. Kötü bir şeye sebep olursam beni ekipte barındırmaz artık.”

Bruna odada volta atarken ağrımaya başlayan başını ovdu. “Peki, geldiğim sırada tam olarak ne oldu? İkiniz de tuhaf görünüyordunuz. Kendinde bir gariplik hissediyor musun?” Bruna’nın endişeli bakışları dostunun üzerindeydi.

“Ne oldu bilmiyorum, sanki donup kaldım da sonra rüyadan uyanmışım gibiydi. Ne gördü bilmiyorum ama kendisine saldırdığımı söyledi. Merakı daha da artmış gibiydi, ürpertici.”

“Ona karşı daha dikkatli olmalıyız. Bir bu eksikti.”

Sağlık görevlisi gelip biraz dinlendikten sonra gidebileceğini söyledi Baver’e. Kadının çıkmasını bekleyen Bruna karşısına geçti. “Ya daha ağır yara alsaydın ne olacaktı? Neden bunu yaptın?”

“Çünkü sen benim yüzümden oradaydın. Beni takip edeceğini anlamalıydım.” 

“Seni okumak çok kolay, benim dostumsun. Tabii bir anlığına Arsel’in yerinde olup bilinç altına sızmak isterdim. Görünenden çok daha fazlası var sende biliyorum.”

“Bruna beni hayrete düşürüyorsun, at aklından o saçma düşünceyi.”

“Şaka yapıyorum. Hadi kalk gidelim.”

***

Ertesi gün ekip tam zamanlı çalışmaya başladı. Artık her şey yoluna girmişti. Passal üyeleri gerekli yerlere yönlendiriyor koordinasyonu sağlıyordu. Bazı durumlarda duruma kendisi müdahale etmek zorunda kalıyordu.

Öğleye doğru dışarı çıkmıştı ve birkaç saat sonra döndüğünde görenleri şaşırttı. Üstü başı dağılmış, pantolonunun paçası yırtılmıştı. Söylenerek odasına doğru gidiyordu ki Habel dayanamayarak lafa girdi.

“Başkan ne oldu böyle? Sizi çekip çevirecek bir hanım lazım artık size. En azından söküğünüzü dikerdi.”

Passal sadece sert bakışlarıyla yanıt verdi ve bir şey demeden kapıyı çarpıp içeri geçti.

“Çok kızdı,” dedi Alyun başını iki yana sallayarak. “Başkana takılmanın sırası değil Habel Hanım.”

Habel asistanına gülümsedi. “Önemi yok. Onu kızdırmak çok eğlenceli. İçeri girdiği an söylediklerimi unutmuştur bile. Kafası nasıl çalışıyor bilirsin.”

Bruna neler olduğunu öğrenmek için yerinden kalkmıştı ki telefonu çaldı. Birkaç saniye dinledikten sonra sesi birden yükseldi. “Bu nasıl olur? Hemen geliyorum.”

Herkes endişeyle ona bakınca durumu açıkladı. “Arayan  Asarba’ydı. Asistanı Kraga az önce bir olaya karıştığı için göz altına alınmış. Asarba kasıtlı yapıldığını söylüyor.”

“Olamaz,” dedi Aden. “Yeni oyunları bu demek?”

“Ekipte eskiden yer alan bir avukat vardı, onunla konuşmam gerek. Ben hemen çıkayım, başkana söylersiniz.”

Aden’in canı sıkıldı. Zaten Baver de gelmeyeceğini söylemişti. Bir sorun olmadıkça böyle davranmazdı. Ekibin başındaki kara bulutlar ne zaman dağılacak merak ediyordu. En azından son durumu Baver’e bildirip onu uyarmalıydı. Bahçeye çıkıp Baver’i aradı, olan biteni anlattı. “Dikkatli olmalısın, sakın kimsenin oyununa gelme.” Baver iç geçirdi. “Her şey niye kötüye gidiyor? Artık ne yapacağımı bilemiyorum.”

“Sabret, ekip bunu da atlatacak. Lütfen ortalık durulana kadar dikkat çekecek bir şey yapma.”

“Tamam, yarın orada olacağım. Başka bir şey olursa haber verirsin.”

Aden bir süre bekledikten sonra aklındakini sordu. “Bugün neden gelmedin, bir şey mi oldu?”

“Küçük bir mesele çıktı sadece, merak etme.” Aden yanıttan tatmin olmadıysa da üstelemedi. “Görüşürüz.”

***

Sonraki birkaç gün içinde ekip dışındaki birkaç özel güçlünün de yakalandığı haberlerde yer aldı. Bu kişiler sadece birilerine yardım etme maksatlı güçlerini kullanmak zorunda kaldıklarını söyleseler de laf anlatamadılar. Bruna detaylı bilgiyi eski ekip üyesinden alıyordu. Adam işlerin sıkı tutulduğunu, özel güçlülerin haklı sebeple bile olsa güçlerini kullanmasının yasaklandığını söyledi. Bruna bu anlamsız durum karşısında çileden çıkmak üzereydi. “Başkasına zarar vermedikten sonra nasıl suçlanırlar ya aklım almıyor.”

“Üzgünüm, önünü alamayacaklarını düşündükleri için bu konuda sert önlemlere başvuruyorlar. Onca yıldan sonra şimdi bizlere cephe alınmasının mantıklı bir açıklaması yok. Onlar fırsat bulduğu anda korktuğu her şeyi bastırmaya çalışır. Maalesef tüm olan bu.”

“Anlıyorum,” dedi Bruna umutsuzca. O sırada bürodaki açık televizyonda kadın muhabirin sesi işitildi. Bruna dikkatini oraya verdiğinde yıldız enerjilileri savunmak için toplanan insanlar olduğunu gördü. İçlerinden biri hararetle mikrofona konuşmaya başladı.

“Böyle bir şey olabilir mi? Onların kimseye zararı yok, faydası var. Geçen yıl onlardan biri canını tehlikeye atıp beni trafik kazasından kurtarmıştı. Şimdi ise sırf insanlara yardım ettikleri için suçlu ilan ediliyorlar.”

Kadın daha çok konuşmak istiyordu ama iki öğrenci dayanamayıp araya girdi. “Onlardan biri bizim hocamızdı. Başkalarının ön yargısı yüzünden okulu bırakmak zorunda kaldı. Çok da iyi bir öğretmendir.” Diğeri kameraya el sallayarak devam etti. “Baver Hocam arkandayız, seni seviyoruz.”

Önceki genç konuşmayı sürdürdü. “Bu yanlıştan bir  an önce dönülmesini istiyoruz. Onlara çok şey borçluyuz, asla nankör olmayacağız!”

Bruna gördükleri karşısında gülümsedi. “Baver’in öğrencileri anlattığı kadar varmış, ne hoş,” diye düşündü. Hukukçu da konuşmaları gururla dinledi. “Destekçilerimiz de giderek artıyor, bu iyiye işaret.”

Nuwey bir durakta tek başına bekliyordu. Otobüsün gelmesine daha vardı, bir süredir okulu astığı için artık derslere devam etmeme lüksü kalmamıştı. O sırada yanına gelen üç kişi etrafını sardı. İçlerinden uzun, beyaz tenli olan eline uzanmaya niyetlenmişti ki durdu. “Eldiven takıyorsun demek. Sorun değil.” Diğer ikisi Nuwey’i tutarken Arsel avucunu Nuwey’in alnına değdirdi. Temasla birlikte Nuwey tüm vücudunda anlık bir titreşim hissetti. Bir anda her şey solup gitmiş gibiydi. Adamlar geri çekilirken Arsel  bir tehdit savurdu. “Söyle Passal’a son avım o olacak. Herkesi nasıl yok ettiğime şahit olsun.”

Nuwey gücüyle karşılık vermek istese de hiçbir şey olmadı. Artık içinde herhangi bir güç kıvılcımı hissetmiyordu. Bruna’nın başına gelen şeyin kendisini de bulduğunu anladı. Adamların gidişini izlerken başta çaresiz ve öfkeli hissediyordu. Sonra başına çok dert olan gücünden kurtulduğu için rahatladığını hissetti. Fakat diğerlerini uyarması gerektiğinin farkındaydı. Aceleyle telefonu çıkarıp Bruna’yı aradı.

Ekip içinde olumsuz haber dalga dalga yayıldı. Arsel’in görüntüsü tespit edilip tüm üyelerin hesabına gönderildi. Herkes bu kişiye karşı uyarıldı. Passal Arsel’in mesajını öğrenince deliye döndü. “Kim av olacakmış görürüz. Onu bir elime geçirirsem yapacağımı biliyorum.”

Habel onu sakinleştirmeye çalıştı. “Onun istediği de bizi oyuna çekmek. Aceleyle yanlış karar almayalım. Bundan sonra herkes eve girip çıkarken bile dikkatli olmalı. Gerekmedikçe kimse yalnız hareket etmesin.”

“Haklısın, tedbirler üst seviyeye çıkarılsın. Sorun çözülene kadar herkes burada kalacak, yerimiz var nasılsa. Kimseyi riske atmak istemiyorum.”

“Anlaşıldı, ben herkese iletirim.”

***

Tanza lüks arabasının arka koltuğunda otururken laptoptan açtığı haberleri keyifle dinliyordu. “Onların işi bitti artık, son çırpınışları bunlar. Bir yerde tekrar toplanmaya başladıkları belliydi. Yerlerini öğrendik öğrenmesine de suç üstü yakalanmaları lazım. Bir şekilde polisi oraya çekeceğiz. Sende durumlar ne Arsel?”

“Emrettiğiniz gibi ava devam ediyorum. Şimdiden ekipten dört kişiyi etkisiz hale getirdim. Aslında diyorum ki bu gece tek tek evlere baskın mı yapsak?”

“Bakıyorum da iştahın kabardı birden. Fakat gürültü patırtı çıkarıp da polise yakalanma. Onları tuzağa çekelim derken başımıza yok yere iş açılmasın.”

“Orası kolay, hırsızların kralı sana çalışıyor. Birlikte kolayca içeri sızarız.” 

“Olur, onlara her yönden darbe indirmek işimize yarar.” Tanza laptopu kapatıp başını arkaya yasladı, gözlerini kapattı. “Sadece iki saatlik uykuyla duruyorum. Ben biraz kestireyim.”

Arsel'in bakışları Tanza’ya kaydı. Ondan hem nefret ediyor hem de insanlar üzerinde kurduğu hakimiyetin büyüklüğüne hayranlık duyuyordu. Arsel hep zor olan tarafta yer almayı seçerdi. İnsanlar her zaman olduğundan farklı davranırdı. Bilinçaltı her şeyi ortaya dökerdi. Bu yüzden sahte kişilerden uzaklaşıp gerçek kötünün Tanza’nın yanında olmayı seçmişti. Evet, ondan nefret ediyordu. İmkanı olsa onu yok etmek isterdi. Parmağını şıklatıp da onun bilinçaltına inmemek için kendini zor tutuyordu. Tanza gizli bir iş çevirdiğini anladığı anda ipini çekerdi. Günün birinde dengeler değişirse ne yapacağını iyi biliyordu. Yüzünde tekinsiz bir gülümseme belirdi.

O gece ekipten iki kişinin evine sızan Arsel aradığını bulamayınca durumun hemen farkına vardı. Passal’ın karşı hamleye geçtiğini anladı. “Güzel, potansiyel var sende,” diye mırıldandı. Harekete geçmek için ertesi günü bekleyecek Tanza’nın talimatlarına uyacaktı.

Baver ranzanın üst tarafında yatıyordu. Bir türlü uyku tutmadığı için başını eğip Bruna’ya baktı. Yorgun olduğu için çoktan uykuya dalmıştı bile. Geri uzandı, içinde bir sıkıntı vardı. Karanlığın yoğunluğu giderek artıyor gibiydi. Pencereyi iyice örten kalın perdelerden içeri ışık sızması da pek mümkün değildi. Bir zaman sonra uykuya daldı. Yıldızların birer birer düştüğüne dair bir rüya gördü. Her şey sonlanıyordu, kan ter içinde uyandı.

Ekip sabah birlikte kahvaltı yaparken bir yandan haberleri dinliyordu. Bruna kahvaltılık bir şeyler alıp gelmişti. Asarba oldukça iştahlı görünüyordu. Her şeye rağmen keyifli bir ortam oluşmuştu.

“Bir meteorun hızla dünyaya yaklaştığını duyurmuştuk. Uzmanlara göre meteor dünyaya çarpmayacak olsa da tedirginlik uyandıracak kadar yakından geçecek. Çok yakında semalarda görünecek...”

Bu habere tek dikkat kesilen Baver’di. Herkes yemeyi sürdürürken o durdu. “Duymadınız mı meteor geliyormuş?” 

“Bu pek de nadir bir durum değil Baver, niye bu kadar takıldın?” dedi Asarba.

“Sadece içimde kötü bir his var.”

“Yine geçen seferki gibi bir durum yaşamamızdan mı endişe ediyorsun? Açıkçası bundan sonra ne olacağını kestirmek güç,” dedi Bruna. 


10 Mayıs 2025 Cumartesi

Yıldız Düşüşü 16.Bölüm

 

16.Bölüm


Loş ışıkla aydınlatılmış oda sigara dumanıyla dolmuştu. Sandalyesine kurulmuş olan Tanza bitirdiği sigarasını söndürdü. Yine kafasında kırk tilki dönüyordu. Çoğu şey istediği gibi gittiği için keyfi yerindeydi. Arka pencereden içeri ay ışığı sızıyordu. 

“Öyle görünüyor ki şimdilik geri çekildiler. Bunun için büyük bir hengame çıkardık sonuçta. Geri planda kaldığımız için neyse ki ucu bize dokunmadı ama gözlerimiz üzerlerinde olmalı. Passal’ın ailesinin ne kadar varlıklı olduğunu öğrendik. Passal meğer yıllar önce soyadını değiştirmiş, sanırım aile ismiyle dikkat çekmek istemedi. Şimdi de işlerini gizliden yürütmeye çalışabilir. İzlerini sürelim.”

Odanın sol tarafında oturan esmer tenli adam sinsice gülümsedi. Siyah şapkası yüzünü gölgeliyordu. Çenesinde yara izi vardı. Kaslı yapısı ile gözleri korkutan biriydi. “Patron, orası kolay merak etme. Nasılsa açık verecekler, izlenecek çok kişi var. Emniyetten saklanacakları için bize karşı temkini elden bırakacaklardır.”

“Bu o kadar kolay olmayabilir Erkavi. Passal ağır yara aldı, ekibi tekrar toplasa bile artık tam gizlilikten yana olacaktır. Şu an sinirli bir aslan gibidir, herkese kök söktürüyordur,” dedi keyiflenerek.

Erkavi tekrar lafa girdi. “Ekibin yeniden toplanacağına eminsin yani.”

“Tanıdığım Passal yıkılmaz, hele de yanında bir numaralı destekçisi Bruna varsa,” dedi Tanza.

“Bruna gerçekten uyanık biri. Hem de gücünü yok etmeme rağmen azminden bir şey kaybetmemiş.” Arsel’in sakin, nazik ses tonu odaya her zamanki gibi zıt bir hava katıyordu. Hisleri kolay anlaşılan biri olmadığı için Tanza dışındakiler ondan pek haz etmezdi. Tanza ise onun eşsiz yeteneğine muhtaçtı. Arsel’in dedikleri tek kaşını kaldırmasına neden oldu.

“Son zamanlarda onla mı karşılaştın yoksa? Düşmanından bu kadar övgüyle bahsetmen biraz garip doğrusu.” 

“Evet. Aslında sahafta önce Baver ile karşılaştım. Onun da kitapları sevdiğini bilmiyordum. Sadece tanışmak istemiştim, elimi uzattığım anda Bruna çıktı ortaya. Fazla korumacıydı.” 

Arsel doğal bir şeyden bahseder gibi öyle sıradan anlatıyordu ki olayı Tanza’nın gözleri hayretle açıldı. “Baver’le tanışıp ne yapacaksın? Gücünü sıfırlamaya niyetin yok muydu yani? Dedim sana onlardan birini bulduğun anda güçlerini yok et.”

“Tamam, anlaşıldı patron. Sadece merak etmiştim. Bruna yakamı bırakırsa çok kişiyi avlayacağıma emin olabilirsin.” Arsel önündeki sehpada duran kitabı aldı, kalktı. Dönüp gülümseyince yüzünde beliren tehditkar ifade Tanza’yı bile ürpertti. Ruhundaki değişimler hızlı ve garipti ancak Tanza onu kaybetmeyi göze alamazdı. Arsel odadan çıkıp giderken arkasından bakakaldı. Onu gerçek anlamda çözemiyor olması zaman zaman tedirgin hissetmesine neden oluyordu. Fakat Arsel kendi tabirince ava çıktığında yaptıklarıyla tüm şüphelerini gideriyordu.

Arsel’i motive eden tek şey rakibinin ilginç olmasıydı. Onları beklemedikleri anda gafil avlamak ve yüzlerinde çaresizliğin izlerini görmek damarlarındaki kanı hızlandırıyordu. Bu yüzden ekibin karşısında, Tanza’nın yanındaydı. Günün birinde bulunduğu konumdan sıkılırsa tereddüt etmeden Tanza’ya sırtını dönebilirdi. Şimdi av zamanıydı. Kitaptaki heyecanlı bölümü bitirdiğinde gülümsedi. Tanza’nın yoğun güvenlikli mekanından dışarı çıktı. Gece ne kadar da güzeldi. Yıldızlar şiir gibi parlıyor, dolunay ise tekinsizce bulutların arasından sırıtıyordu.

“Baver, en ilginç sensin. Gözlerini henüz göremedim bile,” diye mırıldandı. Tanza'nın uyarılarını çoktan unutmuştu. “Acaba seni gücünden yoksun bıraktığımda gözlerindeki yıldız da kaybolacak mı?” Arsel yüzünde tatmin dolu bir ifade ile karanlığa karıştı.

***

Baver yorucu günün ardından evine döndü. Her ihtimale karşı çelik kapı taktırmıştı ama yine de temkinli olmakta yarar vardı. Sahafta olanlar aklına takılmıştı. O tekrar karşısına çıkacak mıydı?

Babasına dair bir iz de olmaması iyiye işaretti. Eğer bir gün tekrar harekete geçerse karşısına çıkıp bedelini ödetecekti. Şimdi, nerede ne yapıyor bilmiyordu, daha fazla düşünerek canını sıkmak istemedi. Annesi hakkında kendisine bilgi veren akademisyen ekibe yardımcı olarak katılmayı kabul etmişti. Bunu beklemiyordu açıkçası. Hem ekibin başına gelenler hem o gün yemekte çekip gitmesi önemli sorunlardı. Aden bina kullanıma hazır olduğu anda onu getirecek, ekiple tanıştıracaktı.

Başkanın kendini bu kadar göreve adaması Baver’e hep ilginç gelmişti. Bazen tüm hayatı bundan ibaret gibi davranıyordu. Onun tam pes ettiğini düşünürken yeniden ve daha kararlı ayağa kalkmasına şaşırmıştı. Üzerlerinde kurduğu baskı da giderek artıyordu. Passal’ı kızdıracak şeyler yapmasa iyi olurdu. Baver onun her şeyi kaybetmekten duyduğu derin korkuyu görebiliyordu. Passal tüm emekleri boşa giderse hiçbir şey olmamış gibi varlığını sürdüremezdi. Onun kadar ince düşünemiyordu Baver. Zaten hep oradan oraya sürüklenmiş, bir belirsizliği yaşamıştı. Günün birinde Bruna ile karşılaşmış, ekibe davet edilmişti. “Neden buradayım?” diye düşündüğü çok olmuştu. Tek bir neden vardı, sahip olduğu güç nedeniyle hissettiği sorumluluk duygusu. 

Çayını alıp çalışma masasına geçti. Bilgisayarı açıp ekip hesabına girdi, şimdilik yeni gelişme yoktu. Tam o sırada garip bir mesaj sesi geldi. Baver’in ekranında yeni bir pencere açıldı.

Babanı kaçıranın sen olduğunu biliyorum Baver. Elimde kanıtlar var. Eğer yarın 21.00’de tren istasyonuna gelmezsen polise gideceğim. Kimseye haber verme.

Sırdaşın 

Mesajı okuduğu anda Baver donup kaldı. Bundan kimin haberi olabilirdi ki? “Passal beni öldürecek,” diye düşündü. Bu meseleyi tek başına halletmeliydi. Oraya gidecek ve onun kim olduğunu görecekti.

Ertesi gün ekip kalan işleri halletmek için yine toplandı, bilgisayarlar içeri taşınıyordu. Aden de yardım için oradaydı. Baver’in geldiğini gören Bruna bilgisayardan başını kaldırdı. “Geldiğine göre Aden ile gidebilirsin. Araştırmanız gereken biri var, şimdilik sadece izleyin.”

Baver bir an tepkisiz kalınca Bruna ona şaşkınlıkla baktı. “Ne oldu? Bu görevi istemiyor musun yoksa?”

“Bugün olmaz,” dedi Baver. Sesindeki tını Bruna’nın pek hoşuna gitmedi. Baver’i iyi tanırdı, ona şüpheyle baktı. “Sorun ne Baver?”

Aden ikisinin konuşmasını dikkatle izlerken araya girmek istemiyordu. Sessizliğini korudu.

“Bugün başka bir işim var,” diye kestirip attı Baver.

“Anladım, nasıl istersen.”

Aden ikisine hayretle baktı. Bruna’nın üsteleyeceğini ve bir şekilde Baver’in ağzından laf alacağını düşünmüştü. Soru sormamak için kendini zor tutuyordu. Ortamdaki garip hava yüzünden ne diyeceğini şaşırdı. “O zaman yarın gideriz.” Baver belli belirsiz başını salladı. İkisi birlikte işe koyulduğunda Bruna Baver’i süzmeye devam ediyordu. “Bu kez ne karıştırıyorsun acaba?” diye düşündü.

Habel'in işi başından aşkındı. Kurulan bilgisayarlarla ilgileniyor, verilerin düzgünce aktarılmasını sağlıyordu. Hesap erişimlerini daha güvenlikli hale getirmek önceliğiydi. Yardımcılarına iş buyurup duruyordu. 

Akşam olup da herkes yavaş yavaş dağıldığında Baver eve dönmedi. Akşam trafiğinde istasyona ancak yetiştirdi. Şehre varması da bir saati bulurdu zaten. Hedefine doğru aracı sürerken içi içini yiyordu. Bir tuzağa çekiliyorsa bile polisin eline bir şey geçmesine izin veremezdi. Ekibe zarar verecek bir şey yapmak istemiyordu.

İstasyona vardığında oldukça gergindi. Sefer saati yakın olmadığı için birkaç kişi dışında kimse yoktu. Baver gözlükleri sayesinde fark ettirmeden tek tek herkese bakabildi. Kimse şüpheli görünmüyordu. Valiziyle bekleyen bir genç kız, bankta oturmuş gazete okuyan bir adam, elindeki telefonla oynayan gişe görevlisi, bir kenarda sohbete dalmış çift... Mesajı atan her kimse onu uzaktan izliyor olmalıydı. Bakışlarıyla her bir noktayı taradı.

“Merhaba sırdaşım.”

Baver arkasında işittiği sesle hızla geriye döndü. Herhangi birinin yaklaştığını hissetmemişti. “Sendin demek, ne istiyorsun?” dedi kaşlarını çatarak.

Arsel yine siyah beyazdan oluşan gömlek, pantolon giymişti. Ondaki bu renksizlik beyaz teniyle uyum sağlar gibiydi. Gözlerinde merak dolu bir ifade vardı. “Geleceğini biliyordum,” dedi, gülümsedi. Baver istemsiz olarak geri çekilince daha da keyiflendi.

“Merak etme şu an gücünü almak gibi bir niyetim yok, heyecanı kalmaz o zaman.”

“Kanıtları ver hemen.”

“Çok sabırsızsın Baver. Önce birbirimizi tanıyalım.”

“Delisin sen.”

Arsel koltuğunun altındaki kitabın kapağını açtı. İçindeki fotoğrafı Baver’e gösterdi. Ormanda Duvayn ile Baver’in konuştuğu andan bir kareydi. “Daha başkaları da var.”

“Niyetin ne? Ne istiyorsun?” Baver sakinliğini korumaya çalışıyordu.

“Aslında Tanza’nın bundan haberi yok. O, ekibin işini bitirmekten keyif alırdı ama ben farklıyım. Geldiğine göre bunları yok edeceğim, merak etme.”

“Geldiğime göre ne olacak yani?” dedi Baver huzursuzca. Önce gözlerden uzak bir yere gidelim. Arka tarafta kameraların olmadığı bir alan var. Baver başını sallayıp onu izledi.

“Herkesten sakladığım bir gücüm daha var.” Bunu söylerken Arsel’in yüzündeki kibir rahatlıkla okunuyordu. Bu, Baver’i fazlasıyla rahatsız etti.

“Ben bilinçaltında sakladıklarını görebilirim. En ilginç şeyler orada saklıdır ki bu beni çok heyecanlandırır. Tabi daha sonra benim için bir önemin kalmayacaktır. Gizem biterse ilgim de biter ve gücünü kaybedersin.

Sözler Baver’in üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Buna katlanamazdı, hele de bir düşmanın kendini tüm yalınlığı ile görmesine. “Hayır,” diye söylendi. Kaçmalıydı ancak Arsel ondan önce davranıp parmağını şıklattı. Baver kıpırtısız kaldı öylece.

Baver’in bilinç altına inen Arsel kendini çok fazla kapının olduğu boşlukta buldu. Kapıların yarısı siyah, yarısı beyazdı. “Başka renk yok ha? Neden ilgimi çektiğine şaşmamalı.” Arsel öncelikle siyah kapılardan birini seçti, açıp içeriye adımını attı.

Baver küçük bir çocuktu, köşeye çekilmiş oturuyordu. Oda uzay boşluğu görünümündeydi. Her yerde yıldızlar vardı. Arsel manzaranın gerçekten daha büyüleyici olduğunu fark etti. “Demek sana böyle görünüyor gökyüzü,” dedi, izlemeye devam etti. Bir müddet sonra Baver’in hıçkırıklarını işitti. “Neden ağlıyorsun çocuk?” Çocuk başını kaldırıp ona baktı. “Yıldızımın kaymasını bekliyorum. Beklemek çok yorucu.”

“Bunun ne anlama geldiğini düşünüyorsun?”

“Yıldız kayarsa ölürüz değil mi?”

Arsel şaşkınlıkla baktı. “Ölmek mi istiyorsun?”

“Hayır ama korkuyla yaşamak daha kötü.”

O anda Arsel kapı dışı edildi. Süre dolduğunda hep böyle olurdu. Şimdi başka bir kapı denemeliydi, eli beyaz olana uzandı.

Kiraz çiçekleri ile dolu bir parktaydı şimdi. Gözleri Baver’i aradı. Önce çok güzel, uzun saçlı genç kızı gördü. Beyaz elbise içinde çok masum görünümü vardı, masallardan fırlamış gibiydi. Bir ağacın altında bekleyen Baver ona doğru ilerledi. Bakışlarını kızdan ayıramıyordu, büyülenmiş gibiydi. “Bu kim?” dedi Arsel sırıtarak.

“O Aden.”

“Baver sürprizlerle dolusun, romantik yanını bu kadar derine gömmeni beklemezdim.”

Arsel bir kez daha kapıların önünde belirdi. Sıradaki siyah kapıdan içeri girdi. Karanlık bir depodaydı. Baver elindeki kılıcı savurunca Duvayn geriye sıçradı. Hıncını alamayan Baver ileri atılıp adamı yere serdi. Kılıcı tüm öfkeyle babasının gövdesine sapladı. Öfkesi dinmiş değildi, başını yana çevirip Arsel’e baktı. Aradaki mesafe bir anda kapanmış kılıç Arsel’in sırtına saplanmıştı. Gözleri ardına kadar açılan Arsel donup kaldı. Bir an sonra Baver’in bilincinden çıkmak zorunda kaldı. 

Arsel alnında biriken teri sildi. Karşısındaki beti benzi atmış olan Baver’e baktı. “Sen kaçıksın, ilk kez bilincine girdiğim biri bana saldırdı. Bu çok ilginç.” Arsel’in kahkahası melodi gibiydi.

Baver ne olduğunu anlamıyor, ne kadar süredir hareketsiz kaldığını bilmiyordu. Fakat tükenmiş hissediyordu. “Sen ne hakla...” O sırada bir el silah sesi işitildi.

Arsel elinden vurulmuştu. Yüzü acıyla kasıldı. Bruna'nın sert bakışları ona kenetlenmişti, tabancasını hâlâ ona doğru tutuyordu. “Baver iyi misin? Ne yaptı sana? Buraya gel.”

Baver tedirgin halde arkasını dönüp Bruna’ya doğru ilerledi. “İyiyim, merak etme,” dedi kafasını toplamaya çalışırken. Bir yandan dönüp Arsel’e bakıyordu. 

Acı içinde kıvranan Arsel sakinleşmeye çalıştı. Bruna’ya öyle öfkelenmişti ki gitmesine izin veremezdi. Eğiliyor gibi yapıp pantolonunun alt cebindeki bıçağı çıkardı, tüm gücüyle fırlattı.

Bruna o sırada endişeyle Baver’e baktığı için fark etmemişti. Baver bir anda Bruna’nın önüne atladı. Sırtında keskin bir sancı hissetti, ardından bir sıcaklık yayıldı. “Hayır, Baver! Neden?” Baver dizleri üzerine çökünce onu tuttu.


9 Mayıs 2025 Cuma

Yıldız Düşüşü 15.Bölüm

 

15. Bölüm


Duvayn şaşkınlık içinde koğuşa döndü. Baver ertesi gece, sabaha karşı geleceğini söylemişti. Buna inanabilir miydi, kurtulacak mıydı buradan? Daha önce onun gücüne şahit olduğu için böyle bir şey yapabileceğini biliyordu. “Ama neden?” diye mırıldandı. Anlamakta zorlanıyordu. Baver neden kendisine yardım etmeye çalışıyordu? Yoksa dışarıda yarım kalan işini mi bitirecekti? Gerginlikten boğazı kurumuştu, yutkundu. Kafası yine sızlamaya başladı. “Hayır, hayır olmaz. Bu şansı tepemem.”

Duvayn ranzasına geçerken yan tarafta sohbet eden iki kişi konuşmayı kesip ona baktı. “Kendi kendine ne konuşuyorsun?” dedi iri olan. Sesindeki alay Duvayn’ın sinirini bozsa da sakinliğini korudu. “İşine bak sen.” Nasılsa ertesi gün buradan gidiyordu, dikkat çekmeye hiç gerek yoktu.

Baver eve döndüğünde düşünüp durdu. Doğru bir karar mı almıştı, emin olamıyordu. İçinde iki farklı ses vardı. Biri babasının o hapiste çürümeyi hak ettiğini söylerken diğeri eğer annesi duruma müdahale etmese onun bambaşka bir insan olabileceğini söylüyordu. Düşünceler içinde kıvranırken Aden aradı.

“İyi misin? Öylece çıkıp gidince merak ettim.”

“İyiyim, sadece şaşırdım.”

“Kolay değil farkındayım ama bunu da aşacaksın.”

Baver sessizliğe büründü. Yapmaya niyetlendiği şeyi ona söyleyemezdi.

“Baver ne oldu? Sesin farklı geliyor.”

“Yok bir şey. Sonra görüşürüz.”

Baver o gün ev temizliği ile uğraştı. Ne zamandır doğru düzgün temizlik yapamamıştı. Bu sayede kafası da biraz dağıldı. İnternetten hapishanenin fotoğraflarına baktı sonra. Sorduğunda Duvayn da kaldığı yeri detaylıca tarif etmişti. İkinci kat, sağ arka köşedeki koğuş. Hapishanenin arka tarafında on kilometre ötede bir orman vardı. “Bu, mükemmel işte,” dedi. Günün kalanını dinlenerek geçirdi. 

Yatağına uzandığında tavanı izleyip durdu. Gerginlikten uykusu kaçmıştı, saate baktı, henüz üç saati vardı. Doğru yere ışınlanabilecek miydi, terslik çıkar da yakalanırsa ne olurdu? Dahası babası kötü yaşam tarzına devam ederse ne yapacaktı?

Saat yaklaşınca Baver arabasına atlayıp ormana gitti. Gökyüzü olabildiğine parlaktı, dolunay her yeri aydınlatıyordu. Ağaçlar hafif rüzgarda hışırtılar çıkararak sallanıyordu.  Cırcır böceklerinin sesi yankılanıyordu. Ortamın yaydığı huzura rağmen Baver’in gerginliği üst seviyedeydi. Hâlâ kararsızdı, saatine baktı. Beklerken sakinleşmeye çalıştı. Saat tam üç olduğunda zihninde hapishaneyi canlandırdı. Gitmek istediği noktaya yoğunlaştı. Gözleri parlarken ayakları toprak zeminden kesildi, karanlıktaydı şimdi. Çıt çıkmıyordu. “Doğru yerde miyim?” diye düşündü.

O anda birinin nefesini ensesinde duydu. “Gelmeni beklemiyordum doğrusu.” Baver irkilerek bir adım geri çekildi. “Lavaboda başka kimse yok, merak etme.”

“Güzel. Vakit kaybetmeyelim o zaman,” dedi kısık sesle. “Elini uzat.”

Duvayn da Baver kadar gergindi. Son ana kadar geleceğinden emin olamamıştı. Heyecan içinde elini uzattı. Baver’in elleri elini sıkıca kavradı. Sonra temiz hava Duvayn’ın yüzüne vurdu, ormandaydı. “Bu, gerçek olamayacak kadar harika,” dedi etrafa şaşkınlıkla göz atarak. Baver elini çekti hemen. “Şimdi serbestsin ama dediklerimi unutma. Yanlış bir işe bulaşırsan acımam. Bir tanıdığım var, istediği kişinin düşüncelerini okuyabiliyor. Yani en küçük bir hatanda nerede olursan ol düşüncelerin aracılığıyla izini bulurum.” Baver bahsettiği kişiyle uzun zamandır görüşmüyordu ama ricasını kırmayacağını umuyordu. Ara ara babasını kontrol etmesi gerekecekti.

“Tamam tamam, bu kadar ciddiyete gerek yok. Ne demek istediğini anladım. Ayağımı denk almam için bir tedbir değil mi? Mantıklı bir ceza.”

“Neyse artık git.” 

Duvayn arkasını dönüp gidecekti ki durdu. “Bana neden yardım ettin?”

“Bilmen gerekmiyor.”

Adam Baver’in ay ışığı vuran yüzüne baktı. O yüzde pek çok şeyi okuyabildi. Pişmanlık, yılgınlık, temkin, bir kez olsun güven duyma isteği... “Anladım, teşekkürler evlat.” Duvayn ormanın derinliklerine doğru koştu. Yeniden doğmuş gibi hissediyordu, özgürdü. Bunca zaman Baver’e yaptığı haksızlıklar yüzünden kötü hissetmeye başladı.

Baver evine gidip birkaç saat uyudu. Kalktığında hazırlandı, sahafa gitmeye karar vermişti. Evden çıktığı sırada Bruna aradı.

“Selam Baver. Basına yansıtılmadı ama baban hapisten kaçmış. Biz de tesadüfen öğrendik, emniyet ne de olsa bizle bağını kesti. Seni dikkat etmen için aradım.”

Baver’in şaşırmadığını ve sesini çıkarmadığını gören Bruna şaşkına döndü. “Baver yoksa sen mi?”

“Sonra konuşuruz, dışarıdayım.”

“Ne işler çeviriyorsun yine? Neredesin, yanına geleceğim.”

Baver gideceği sahafın ismini ve yerini söyledi. Canı sıkılmıştı, neden böyle anlarda numara yapamıyordu? İşte, Bruna ne yaptığını anında anlamış, hesap sormaya geliyordu. Düşünceli halde sahaftan içeri girdi. Ne alacağını kendisi de bilmiyordu, bugün bir şey onu buraya çekmişti. Tozlu kitap rafları, kitap kokusu ona fazla nostaljik geliyor, onu bu dünyadan çekip alıyordu adeta. Bunun çekimine ara sıra kapılıp kendini boş boş kitapların arasında dolanırken buluyordu.

Baver’i bir süredir tanıyan sahaf onu selamlayıp serbestçe dolaşmasına izin verdi. Baver bilim kurgu klasiklerinin olduğu rafa yöneldi. Bir süredir aklındaki yazarı okumamıştı. Buraya her geldiğinde o eski seri güzelim kapakları ile ilgisini çekiyordu. Serinin ilk kitabına uzanıyordu ki aynı anda birinin eli daha kitaba gitti. Baver o ana kadar fark etmediği yanında belirmiş kişiye baktı.

“Ah, affedersiniz. Siz de mi o kitabı alacaktınız?” Nazik ses tonu, masum görünüşü, uzun boyuyla genç asil birine benziyordu. Giyindiği siyah gömlek ve beyaz pantolonla çelişkili bir görünümü de vardı. Baver onun kendisinden birkaç yaş küçük olduğunu tahmin ediyordu.

“Önemli değil, ben vazgeçtim zaten.” 

“Peki, o zaman,” diyerek kitabı aldı genç. “Bilim kurguya ilginiz var anladığım kadarıyla.”

“Biraz var. Aslında fazla okumuşluğum yok.”

“O zaman size harika bir kitap tavsiye edeyim.”

Baver sadece başını salladı. Gözü raflarda dolanan genç sonunda aradığını bulmuşçasına tepki verdi. “İşte, buradaymış. En sevdiğim romandır.”

Baver kitabı eline alıp inceledi. Kapağı deridendi ve oldukça kalındı. “Teşekkürler, okuyacağım.” Gencin gözlerinden bir anlık parıltı geçti. Tokalaşmak için elini uzattı. “Bu arada ben Arsel. Belki bir gün yine karşılaşırız.”

Baver de elini uzatmıştı ki tam o anda yanında beliren Bruna onu engelledi. Arsel’in eline elini koymuş, gözlerinden öfke taşıyordu. “Ona sakın dokunayım deme.” 

Baver ne olduğunu anlama çalışıyordu, hayrete düşmüştü. “Bruna ne oluyor?”

Genç sinsice gülümsedi. “Bruna, seni burada görmeyi beklemiyordum. Çekilsem iyi olacak.” Bruna yakasına yapışmamak için kendini zor tutuyordu. Ortalık yerde dikkat çekmeleri hiç iyi olmazdı. Baver’in de sinirlerine hakim olması zordu. “Git buradan,” diye kestirip attı. Arsel yüzünde bilmiş bir ifade ile elindeki kitabı masaya bıraktı, çıkışa yöneldi ve gözden kayboldu.

“O kimdi?” dedi Baver.

“Gücümü benden alan kişi. Yetişemeseydim sana dokunduğu anda senin gücünü de sıfırlayacaktı.”

Baver irkildi, gözleri öfkeyle açıldı. “Neden gitmesine izin verdin? Bunu şimdi mi söylüyorsun?” Baver kapıya doğru koşuyordu ki Bruna son anda bileğinden yakaladı. “Dur Baver. Onun böyle bir şeye cüret ettiğine inanamıyorum ama şu an kavganın sırası değil. Gözler üstümüzde biliyorsun değil mi? Onu bırak da babanı anlat.”

Baver’in öfkesi geçti birden, yüzü soldu. “Onu ben kaçırdım,” diye itiraf etti. Bakışları yerdeydi. “Neden böyle bir şey yaptın?” Bruna buna bir anlam veremiyordu.

“Anlatacağım, biraz yürüyelim mi?” dedi Baver.

Caddenin yakınlarındaki parka doğru yürüdüler. Bruna insanları izliyordu. Çocuklar dondurmacının yanına koşuyor, gençler çimenlere oturmuş sohbet ediyordu. Banklara yaşlılar yerleşmişti.

“Hata yaptığımı düşünüyorsun,” diye lafa girdi Baver.

“Elbette öyle, başka ne düşünebilirim? Eğer sana ulaşırlarsa ne yapacaksın? Boş yere başına iş açıyorsun.”

Baver daha fazla uzatmadan durumu anlattı. “Eğer bunu yapmasam aklım hep onda kalacaktı.”

“Şimdi kalmadı mı peki? Onun nerede ne yapacağını kim bilebilir. Baver sen ona nasıl güvendin?”

“Bilmiyorum,” diye mırıldandı Baver.

“Bir gün kendini yakacaksın başına buyruk hareketlerin yüzünden. Sen bana işkence etmek için mi doğdun?” Bruna yılmış gibi görünüyordu. Derin bir iç çekti.

“Abartma.”

“Sen sus!”

“Bu sondu, tamam.”

“Duy da inan. Benim gitmem gerek. Tanza’nın adamı geri gelebilir, ona dikkat et.” Bruna vedalaşıp yola koyuldu. Kısa süre sonra Passal yeni bir yer ayarladığını bildirince Bruna hem sevindi hem şaşırdı. Hemen mekanı görmeye gidecekti.

Artık daha çok özel bir şirket gibi hareket edeceklerdi. Başı kanunsuzlarla dertte olan, çetelerden korunmak isteyen, çeşitli tehditlere maruz kalan herkes müşteri olarak kabul edilecekti. Her ne kadar insanlar onlardan çekinse de sahip oldukları güç nedeniyle onlara güven duymaya devam ediyordu.

Gün sonunda Bruna herkese yeri bildirdi. Mekan şehrin dışında, bir kasaba yolu üzerindeydi. El birliği ile herkesin orayı toparlaması istemişti. Gerekli malzemeler taşınacak, temizlik yapılacaktı. Elbette en önemlisi gizlilikti.

Baver navigasyonu açıp verilen adrese gitti. Bina yeni sayılmazdı ama tam karargah kurmalık, sağlam bir yapısı vardı. Etrafı yüksek duvarlarla çevriliydi ve o kadar büyüktü ki hayret etti. İçeri girerken binanın verdiği güveni hissedebildi. İçerideki geniş park yerine çok sayıda araç park edilmişti. Bahçe biraz dağınık ve bakımsızdı ama halledilebilirdi. Baver taş basamaklardan çıkıp geniş salona girdiğinde herkesin çalıştığını gördü. Onları selamladıktan sonra kolları sıvadı.

“Geldin demek,” dedi Bruna alnındaki teri silerken. Baver’in eline fırçaları tutuşturdu. “Badana işiyle başlayabilirsin,” dedi meydan okurcasına.

“Ondan kolay ne var,” dedi Baver gülümseyerek. Boya kovalarını duvarın dibine çekti. Fırçaları da içine yerleştirdi. Bir elini uzatıp boşluktaki bir şeyi kavrar gibi yaptı. Fırçalar yükselip duvarı boydan boya boyamaya başladılar.

Asarba elindeki bezle camları silerken söylendi. “Bu, haksızlık ama. Biz ne kadar uğraşıyoruz.”

Baver bilmiş bir ifade ile konuştu. “Bence sen camlardan uzak dur. Biraz gergin olsan indirirsin camları. Bahçedeki çitleri düzenlemeye ne dersin?”

“Bugün sen bile sinirimi bozamazsın Baver,” dedi Asarba. Gerçekten de normalden mutlu bir görünümü vardı.

“Herkes sevdiğine açılıp da karşılık bulamıyor ne de olsa,” dedi Bruna sırıtarak.

“Ne? Sen nereden?” Asarba'nın aniden kızarıp bozarması ile koca camın parçalara ayrılması bir oldu. 

Baver gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Bruna, yapılacak iş mi bu?” dedi.

“Üzgünüm, sabah tesadüfen gördüm sizi,” dedi Asarba’ya.

“Sen Baver’den de sinir bozucusun.”

O sırada içeri giren Passal’ın sert bakışları ortamın havasını bir anda soğuttu. “Gençler, buraya neden toplandık acaba? Bruna şuraya yeni cam taktır hemen? Nuwey elindekini neden narin bir çiçek gibi tutuyorsun? İyice kavrasana.”

Afallayan Nuwey elindeki elektrikli matkabı yere indirdi. “Sanırım benlik bir iş değil.”

“Korkma bir şey olmaz. Kimseye zarar vermezsin,” dedi sonunda Passal. “Baver, yere sıçratma boyaları. Zaten elini sürmeden iş yapıyorsun.” Passal’ın gitmesi ile herkes derin bir nefes aldı. 


8 Mayıs 2025 Perşembe

Ebru Çalışmalarım

 

Kursun artık son bir ayı kalmışken çok sayıda çiçek yapmaya başladık. Haftaya da çerçeveletmek için güzel olanları seçip çalışmalara başlayacağız. Hoca biraz rahatsız olduğu için sergi açılmayacakmış. Ben daha çok karanfili sevdim, lale çok sade kalıyor ve basit görünüyor. Papatyalar da beyaz yapraktan ötürü net görünmüyor. 

Sandığımdan daha zor oldu istediğimi yapmak. Toz düşse üstlerinde beyaz benekler oluşuyor. Yeşil boya biraz aktığı için bizi zorladı. Çiçeklerin de sap ve çiçek kısmını düzgünce birleştirmek zordu. Her şey güzelse bile kağıdı çekerken oluşan hatalardan da bozulmalar oldu. Yirmi çiçek yaptıysam sadece iki üçü istediğim gibi oldu. :))









6 Mayıs 2025 Salı

Yıldız Düşüşü 14.Bölüm

 

Merhabalar, okuyup yorumlayan herkese teşekkür ederim. Şu an 17.Bölümü yazıyorum, yani biraz geriden yayınladığım için hızlanayım diye bu bölümü hemen koydum. Aslında sonlara yaklaştığım için beklemeye gerek duymadım. Sanırım 20.bölüm final olacak. Gereğinden fazla uzatmak istemiyorum, tadında kalsın. :)) 


14.Bölüm


Passal bir süre daha bekledikten sonra gelen herkese teşekkür etti. “Bu zamana kadar her biriniz ekibe çok katkı sağladınız. On yıl önce kurduğum ekip sizler sayesinde güçlendi, varlığını sürdürdü. Çok badire de atlattık, yılmadık. Ancak şu an öyle görünüyor ki son noktaya geldik.”

“Başkan hepimiz üzgünüz, bunu beklemiyorduk,” dedi Habel. Eskiye göre daha spor giyinmiş, saçlarını salmıştı. Görevin bitmesiyle kendini saldığı belliydi. Yorgun bir görünümü vardı.

Passal devam etti. “Yanlış bir zamanda çatışma içine çekildik. Güçlerimizi olumsuz anlamda tetikleyen bir şey var. Bu tesadüf olamaz, gökteki olaylar bizi etkiliyor. Halk artık bizim tehlikeli olduğumuza inanıyor. Bir bakıma haklı olabilirler ama yaptığımız onca işten sonra böyle damgalanmak çok acı. Bundan sonrası size kalmış. Geri çekilip her şeyi bitirelim mi yoksa gizlice çalışmaya devam edelim mi? Neyse ki finansal açıdan sıkıntımız olmayacak, destek almayı sürdüreceğiz.” 

Passal’ın aile bağlarını çok az kişi biliyordu. Oldukça varlıklı bir aileden gelse de onlar sadece gerektiğinde arka planda maddi destekte bulunuyordu. Ailenin tek şartı Passal’ın bağımsız çalışıp kendilerini bu işe dahil etmemesiydi. 

Bruna araya girdi. “Ben ekibin dağılmasını istemiyorum. Herkesin senin arkanda duracağına eminim. Böyle bitmemeli.”

Başkanın önerisi ve Bruna’nın sözleri bir süre herkesi düşünmeye itti. “Ben varım,” dedi Asarba. “Her ne kadar gücümden endişe duymaya başladıysam da burada bırakamam. Sen başımızda olduğun sürece varım. Daha kötü günleri görür müyüz bilmem. Yine de haklı olanın biz olduğumuza inanıyorum.”

“Ben zaten başka bir yol göremiyorum başkan. Seni izlemeye devam edeceğim,” dedi Baver. “Her ne olursa olsun.” Birkaç kişi daha onayladı.

Passal desteği için arkadaşlarına teşekkür etti. “Aynı şeyi düşündüğümüz için minnettarım. Bundan sonrası bizim için daha zor olacak. Öncelikle kendimize başka yer bulup, işlerimizi gizli yürüteceğiz. Açıktan güç kullanmak tutuklanmamıza sebep olabilir, bunu unutmayın. Yani durum ne olursa olsun önceliğiniz gizlilik olsun. Önce kendinizi garantiye alın ki sonra başkalarına yardım edebilin.”

Nuwey endişeli görünse de başını salladı. Başkaları ile teması en aza indirmeyi düşünüyordu. Gücünün tekrar ne zaman kontrolden çıkacağını bilemezdi. Ellerine siyah eldiven geçirmişti.

“Peki, yeni yerimiz nerede olacak? Evimiz ve çevremizden uzaklaşacak mıyız?” Passal soruyu soran Habel’e döndü. “Biraz gözden uzakta olmamız lazım. Bizlerin yine bir araya toplanıyor olması kolayca dikkatleri çeker. Emniyette de bizi tanımayan yok artık. Aklımda bir yer var, en kısa zamanda orayı ayarlayıp haber vereceğim.”

Aden söz aldı. “Ben dışarıdan biri olarak elimden geleni yaparım. Göze batmayacağım için her yere rahat girip çıkabilirim, görüşülmesi gerekenlerle yüz yüze görüşebilirim.”

Başkan gülümsedi. “Aden desteğin için teşekkürler. Yardımına ihtiyacımız olacaktır, devam etmene sevindim.”

Baver göz ucuyla Aden’e baktı. Onun iş konusunda bu kadar hevesli olmasını beklemiyordu. Elbette yetenekli, sosyal, girişken biriydi fakat ekiple çalıştığı öğrenilirse iyi olmazdı. Baver’in üzerindeki bakışlarını hisseden Aden ona döndü. “Bir sorun mu var?” diye fısıldadı.

“Hayır,” dedi Baver, tekrar başkanın konuşmasına odaklandı.

Gecenin sonunda herkes dağıldı. Baver, Aden’i eve bırakacaktı. Direksiyonu çevirirken sordu. “Neden ekibin içinde bu kadar yer almak istiyorsun?”

“Bunu açıklaması zor, belki de gerçek anlamda bir işe yaradığımı hissettiğim için. Bundan rahatsız mısın Baver Bey,” diye gülümsedi Aden.

“Sadece endişeliyim. Diğerleri bir şekilde kendini korur, özel güçleri var. Ama sen...”

“Bruna da artık benim gibi. Onun için endişelenmiyorsun ama.”

“O başka. Bruna yeteneğinden yoksun olsa da güçlü biri. İyi silah kullanır, ekibe girmeden önce bir süre orduda görev almış.”

“Anlıyorum. Benim yanımda da sen olduğun sürece endişeye gerek yok.”

Baver yola bakmayı bırakıp Aden’e baktı hayretle. Gülümseyen yüzünde gerçek anlamda bir güven, samimiyet vardı. “Hep böyle misin? Açık sözlü...”

“Olduğum gibi davranmayı severim. Belki sen de öyle olmalısın.” Aden teybe uzanıp bir müzik açtı.

Baver bir şey demeden yola odaklandı. “Ne taraftan gitmem gerek?”

On dakika sonra Aden’in evinin önündeydiler. Işıklar sönüktü. “Bizimkiler uyumuş bile, kahve içelim diyecektim de bir dahaki sefere artık.”

“Sorun değil, teşekkürler.”

Aden arabadan indi, sonra açık cama doğru eğildi. “Baver iyi geceler. Görüşürüz.” Aden sanki en güzel dileğini söyler gibi söylemişti. “Sana da iyi geceler,” dedi Baver yumuşak bir sesle.

Eve doğru yola çıktı, ekibin dağılmaması içini rahatlatmıştı. Bundan sonra daha dikkatli adım atması gerekiyordu. Sabah olduğunda Aden arayıp akademisyenin kendisi ile görüşmek istediğini söyledi. Heyecanlanan Baver geleceğini söyleyip aceleyle hazırlandı. 

Öğle vaktinde sakin bir restoranda buluştular. Aden ikisini tanıştırdı. Setrak merakla Baver’i süzüyordu. “Gözlerine bakabilir miyim?”

Baver sadece birkaç saniyeliğine gözlüğünü çıkarıp adama baktı. Setrak’ın bakışları değişti; biraz hüzünlü, biraz da ilgili görünüyordu. “Gerçekten, onun oğlusun. Ayase de yıldız gücüyle doğmuştu.”

Baver’in gözleri hayretle açıldı. “Bu nasıl olur? Ben yıldız enerjisiyle doğanların kırk yıldan önceye uzanmadığını sanıyordum.”

“Yanılıyorsun. Nadir de olsa önceden birkaç kişi doğdu. Tabi neredeyse hepsi son kırk yıl içinde dünyaya geldi.”

“Annem hakkında başka ne biliyorsunuz?” dedi Baver heyecanla. Ondan kalan birkaç fotoğraf gözlerinin önüne geldi. Dümdüz, uzun saçları omuzlarına dökülüyordu. İri, yeşil gözleri hep neşeyle parlıyordu. Masum bir gülüşü vardı, fotoğrafın birinde bırakmak istemezcesine Duvayn’ın koluna girmişti. 

“Ayase benim öğrencimdi. Çalışkan, meraklı bir yapısı vardı. Onun özel gücünü keşfettiğimde durumu araştırmaya başladım.”

“Özel gücü neydi?” diye araya girdi Baver.

“Muazzam bir yeteneği vardı ama kullanmayı son çare olarak görürdü. Zihinlere etki edebiliyordu, insanları kolayca bir şeye ikna ederdi. Başta bunun özel bir yetenek olduğunu anlamadık ama yıllar içinde farklı güçlere sahip insanlar doğdukça onun da onlardan biri olduğunu anladık. Sana gelecek olursam bu gözlerle benzersizsin. Sen doğarken maalesef anneni kaybettik ancak seni görmek istedim. Huysuz babana rağmen eve birkaç kez geldim, seni görebildim. Gözlerin beni de çok şaşırttı. Yine uzun yıllar içinde fark ettim ki yıldız enerjisi ile doğan birinin yıldız enerjisi ile doğan tek çocuğu sendin. Bir yerde birleşim yaşanmış ve bu da gözlerine yansımış gibi görünüyor.”

Baver dikkatle dinliyordu. “Demek bu yüzden,” diye mırıldandı. “Babam annemin bu yönünden hiç bahsetmemişti.”

“Babanın haberi olduğunu bile sanmıyorum. O zamanlar çok genç, yakışıklıydı, ailesi çok zengindi, çoğu kızın gözü üstündeydi. Okulda ise pek parlak biri olduğu söylenemezdi. Annen ona aşık olmuş ve bir şekilde onu kendine bağlamış. Babandaki değişimi fark edince Ayase ile konuşmak zorunda hissettim. Sen, onun üzerinde gücünü mü kullandın dedim, gözlerini kaçırmakla yetindi. Zaten daha sonra okul devam ederken aceleyle evlendiler. Olanlara anlam veremeyen ailesi de babanı reddetti.”

Adam yorulmuşçasına bir süre durdu. O sıra da siparişler de gelince sohbete bir süre ara verildi. Duyduklarını sindirmeye çalışan Baver’in ise konuşacak hali yoktu. Annesinin nasıl böyle bir çılgınlık yapabildiğine inanamıyordu. Onun ölümü ile güç ortadan kalkmış ve büyük ihtimalle bocalayan Duvayn ne yaptığını bilmez hale gelmişti. Babası gerçekten kötü müydü yoksa bu olanlar mı onun ruh halini bozmuştu?

“İyi misin? Rengin solmuş,” dedi Aden. Baver’i endişe ile izliyordu. Bir şey yediği yoktu, su içti. Dalgın görünüyordu. Sonra bir anda ayağa kalktı. “Üzgünüm, benim gitmem gerek. Siz devam edin.”

“Baver ne oldu?” dedi Aden.

“Bırakalım, yalnız kalsın,” dedi akademisyen. “Sanırım duydukları onu etkiledi. Bir anda her şeyi anlatmasaydım keşke.”

Baver’in arkasından bakakalan Aden başını sallayıp geri oturdu. “Umarım iyi olur.”

Baver araba sürerken gergindi, kafasında çok şey dönüp duruyordu. Gittiği yerde neyle karşılaşacağını bilmese de konuşmak zorundaydı. Kalp atışı hızlanmış, boğazı kurumuştu. Hapishanenin önünde durdu, bir süre kararsızlıkla bekledi. Babası buraya getirilmişti. Tüm olanları baştan sona düşündü. İnip, eski yapıya doğru yürüdü. Kimliğini gösterip içeri girdi.

Duvayn koğuşta mekik çekiyordu. Son yaralanmasının ardından ara ara baş ağrısı çekiyordu. Bu yüzden kendini fazla zorlamadan, antrenmanlara devam ediyordu. “Ne o dışarı çıkma niyetin mi var? Hapiste çürüyüp gideceksin sen de bizim gibi. Ne diye çabalıyorsun?” dedi mahkumlardan biri. “Kes sesini!” Duvayn konsantre olmuş halde işine devam ederken mahkumun beti benzi attı. Çünkü bir anlığına da olsa Duvayn'ın bakışları onu ürpertmişti.

O sırada Duvayn’a ziyaretçisi olduğu söylendi. Mekik çekmeyi bırakan Duvayn ziyaretçisinin kim olduğunu düşünüyordu. “Eski mafya lideri mi, zengin bir siyasetçinin adamı mı yoksa suikast isteği için gelen bir müşteri mi?” diye düşündü. “Belki de biri beni çıkarmak istiyordur.” Dört duvar arasında unutulmamış olmanın verdiği rahatlıkla koğuştan çıktı.

Elleri arkadan bağlı halde kendisine gösterilen özel yere geçti, içeride başka ziyaretçi yoktu. Baver’i görmeyi hiç beklemediği için donup kaldı. Sonra hayal kırıklığına uğramış şekilde ağır adımlarla gidip Baver’in karşısına oturdu.

“Ne istiyorsun evlat? Aramızdaki mesele bitmedi mi?” dedi soğuk bir sesle.

“Seni tanımak istiyorum.”

Adam güldü. “Neden şimdi? Kafamı kırmadan önce vaktin vardı halbuki.”

“Onun için üzgünüm, kendimi kaybetmiştim. Ayrıca hak etmiştin. Neyse annemle tanışmadan önce nasıl biriydin, bunu duymak istiyorum.” Baver’in ciddi ifadesi nedeniyle adamın kafası karıştı.

“Neden bunları soruyorsun? Her şey geçmişte kaldı.”

“Bilmiyordun değil mi annemin de benim gibi olduğumu?”

“Ne?” dedi Duvayn öfkelenerek. “Ne saçmalıyorsun?”

“Ona karşı ne hissediyordun?”

“Görür görmez ona aşık olmuştum. O dünyanın en güzel şeyiydi benim gözümde. Ondan başka şey düşünemez oldum, her şeyden koptum. Ailem varlıklıydı, beni varisleri olarak yetiştirirken ben Ayase için her şeyi bıraktım.” Duvayn olması gerekenden fazla şey anlatmış gibi sustu. “Ama sonra...”

“Onun ölümü ile her şey değişti değil mi? O ve ben sana tamamen yabancıydık.”

Duvayn’ın gözleri öfke ile kısıldı. Olanları düşününce hayatının nasıl alt üst olduğunu görebiliyordu. “Bu seni ilgilendirmez. Neden geldin, geçmişi konuşmak için mi?”

“Annemin özel gücü kişinin zihnini kontrol etmekmiş. Yani seni kendine bağlamış.”

Duvayn duyduklarına inanamayarak baktı. Baver’e o kadar öfkelendi ki ileri atıldı. Elleri bağlı olmasa saldıracaktı. “Yalan söylüyorsun. Beni yıkmak istiyorsun!”

“Sakin ol. Ben sadece bu olanların seni olumsuz etkilediğine inandığım için geldim. Belki her şey farklı olabilirdi. Gerçek bir baba oğul olabilirdik.”

Duvayn sakinleşti, düşüncelere daldı. Olanı kabullenmek istemese de bir şeyler en başından beri kendisine de ters geliyordu. “O ölünce aklım, kalbim çok karıştı, her şey sahte geldi. Sen hep bu sahteliği bana hatırlattın. Yalnızlık ve boşluk hissi içimi kapladı. Bundan kurtulmak için her şeyi yaptım.”

“Peki annemle hiç karşılaşmasaydın nasıl bir hayatın olacağını düşünüyorsun?”

“Emin değilim ama ailem sayesinde saygın bir konumda olur, kendi geleceğimi mahvetmemiş olurdum. İş konusunda hırslı bir yapım vardı o yüzden okula çok odaklanamıyordum. Bir an önce hayata atılmak istiyordum.”

 “Anlıyorum. Zamanı geri alamam, olanları değiştiremem ama bundan sonra iyi biri olma niyetin varsa senin için bir şey yapacağım.”

“Güldürme beni, sayende buraya takıldım. Nefret ettiğin baban hak ettiği yerde.” Bunları söylerken yüzünde acı bir ifade vardı.

“Söz verirsen sana göstereceğim.”

“Önemi var mı bilmiyorum ama her şeye baştan başlayıp, farklı biri olmak isterdim. Tüm bunlardan uzak kalmak için geç değil mi? Evet, iyi biri olmak isterdim,” dedi Baver’in bakışlarındaki ısrarı görünce.

“Anlıyorum, peki” diyerek babasına doğru eğildi Baver. Soğuk bakışları Duvayn’ı delip geçiyor gibiydi. “Eğer dışarıda bir kişiye bile zarar verir de eski haline dönersen işini bitiririm.”

Baver’in tehditkar sözleri Duvayn'ı ilk kez ürpertti. Söylediklerinin doğrulundan şüphe edemedi. “Dışarıda mı?” diyebildi kekeleyerek. Baver aynı ciddi ifade ile fısıldadı. “Seni kaçıracağım ama şimdi olmaz.”


5 Mayıs 2025 Pazartesi

Dorian Gray'in Portresi (Kitap)

 


Yazardan okuduğum ikinci kitaptı. Canterville Hayaleti'ni okuduğumda tarzını sevince bu meşhur kitabını da aldım. Kitap daha ilk anlarda beni içine çekti.


Her şey ressam Basil'in Dorian Gray'in portresini yapması ile başlıyor. Genç Dorian'ın dillere destan güzelliğinin ressamın sanatında önemli bir yeri vardır. Bir gün arkadaşı Lord Henry portreyi görür ve Dorian ile tanışmak istediğini söyler. Başına gelecekleri tahmin eden ressam dostunu uyarır ve Dorian'ın bozulmasını istemediğini dile getirir. İkili kaçınılmaz şekilde tanışır ve aralarında başlayan sohbet Dorian için değişimin başlangıcı olur. Güzelliğe olan takıntısı kibrini artırır ve portreye bakarak ettiği laf başına bela olur.


Sıradaki paragraf biraz spoiler içeriyor.

Dorian yüzüne bakıldığında masumiyetin simgesi olarak görülse de içten içe çürümektedir. İçindeki karanlık ve haz düşkünlüğü yüzünden çok canlar yakar. Onun için tek önemli şey genç ve güzel kalabilmektir. Ancak tüm bunları kaldırmak bir yerden sonra güçleşir.Konu biraz abartılı gibi görünse de ben gerçek hayata tıpatıp uyduğunu düşünüyorum. O yüzden kitabı oldukça ilginç buldum ve sevdim. Dorian'ın Lord Henry ile konuşmalarından sonra hızla değişimi insanın nefsine/şeytana yenik düşmesi gibiydi. O an yaptıkları gözünde önemsizdi, vicdanını bastırıyordu ama bir yerden sonra gerçekler yakasını bırakmaz. Bazı şeylerden asla kaçılmaz ve son pişmanlık fayda etmez. İnsanın en çok kendine ettiğinin en güzel örneği Dorian. Dıştan gelen kötü öğütlere kulak tıkamak yerine sünger gibi hepsini çekmeyi tercih etti. 


Yazarın üslubu gerçekten etkileyiciydi, altını çizdiğim çok yer oldu. Özellikle Lord Henry ve Dorian'a çok kez gıcık olsam da ikisinin de kendine has derin cümleleri kitaba renk katıyordu. Okurken o döneme gitmiş de o kişilerle aynı masada oturuyor gibi hissedebildim. Karakterler çok iyi aktarılmış bence, hepsinde gerçekçi bir hava vardı. Finalin nasıl bağlanacağını merak ederek okudum, güzeldi.


Onların meraklı bayağı bakışları altında ruhumun derinliklerini sergilemeye niyetim yok.

O anda öyle sanıyorum ki Harry, ruhumu yakasına çiçek niyetine takan birine vermişim, ruhumu kibrini okşayan bir süs olarak kullanıyor, bir yaz gününde takılıp sonra bir kenara fırlatılacak bir süs.

Ben daima genç kalsaydım da şu resim yaşlansaydı! Bu uğurda... Bu uğurda her şeyimi feda ederdim!

Günah insanın yüzünde yazılı kalır, saklamak mümkün değildir.


4 Mayıs 2025 Pazar

Yıldız Düşüşü 13.Bölüm

 

13.Bölüm


Passal hızla doğruldu, acısına aldırmadı. “Bu da ne demek Ahifa? Kaç yıl birlikte çalışmışken bunu nasıl söylersin? Bizi tanımıyor musunuz siz!”

Bruna da perişan görünüyordu. “Sakin ol başkan. Zamanla her şeyin düzeleceğine inanıyorum.”

“Üzgünüm, bizim elimizde olan bir şey değil. Yine de durumu tersine çevirmek için elimden geleni yapacağım. Basına yansıyan görüntülerden sonra herkes galeyana geldi.”

“Ve o silahlı çeteler, mafyalar değil de biz battık insanların gözüne öyle mi? Yıllardır suçlularla mücadele eden biz...”

Ahifa ayağa kalktı. “Olanlar için üzgünüm. Yeni bir gelişme olursa haber veririm. Ben sizin tarafınızdayım.” Adamın desteğini esirgemek istemediği belliydi ama kendisi bile pek umutlu görünmüyordu. Emekliliği yaklaşsa da her zaman ön saflarda mücadelesini sürdürürdü. Şu anki durum onun da canını fazlasıyla sıkıyordu. Veda edip odadan ayrıldı.

“Bruna, bu çok kötü. Ne yapacağız?”

Başkan sancıyan yarasını tutarak kalkmaya çalıştı. Bruna hemen onu durdurdu. “Önce iyileşmelisin. Her şeyin bir çaresi vardır. Birlikte her zorluğu aşarız.”

“Bu, farklı. O kadar kişiye ne olacak? Bu ekibi ben topladım, hepimiz çok emek verdik. Şimdi ne olacak?”

“Başkan yapma böyle. Her şey son bulmuş gibi  konuşuyorsun. Yılmak sana yakışmaz, ben biliyorum ne kadar çabaladığını.”

Baver içeriye geldi. Yüzü solgun olsa da iyi görünüyordu. Passal onu görünce yavaşça yerine oturdu. “Bir şey mi diyeceksin Baver? Sen nasıl oldun?”

“İyiyim Başkan. Sadece olanlar için üzgün olduğumu ve her zaman kararına uyacağımı söylemeye geldim. Bizi sen toparladın, öylece dağılmamıza izin veremezsin.”

“Bunu senden duymak güzel. Nasıl bir yol izleyeceğimizi zaman gösterecek.”

Baver hafifçe gülümsedi ve izin isteyip ayrıldı. O sırada hastaneye gelen Aden telaşla koridorda ilerliyordu. Baver’i görünce hemen gidip sarıldı. “İyisin, çok korktum. Durumun bu kadar kötü olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Burada olduğunuzu bile öğrenmem vakit aldı.”

“İyiyim, merak etme,” dedi Baver biraz afallamış halde. “Neyse ki orada değildin.”

Aden mahcup halde geri çekildi. “Telaşlandım birden, kusura bakma. Şimdi ne olacak peki? Tüm ülke bu haberle çalkalanıyor.”

“Bizim için endişelenme. Belki de bizden uzak kalsan daha iyi olur, kendi güvenliğin için.”

Aden hayal kırıklığına uğramış gibi baktı. “Bunu isteyeceğimi mi sanıyorsun? Kaçıp gidecek biri değilim ben. Hem seni...” Aden lafının devamını getirmedi. Başını başka yöne çevirdi.

“Neden sustun?” dedi Baver.

“Boş ver, anlamazsın zaten,” dedi Aden kollarını kavuşturarak. Baver elini başına koyunca Aden kalakaldı.

“Üzgünüm, seni kızdırmak istemedim,” dedi Baver gülümseyerek. “Sadece senin için endişelendim.” Aden yanaklarının ısındığını hissetti, bir şey diyemedi. Sonra lafı değiştirme çabasına girdi. “Söylemeyi unuttum, senle tanışmak isteyen birisi var. Bugün, ikna etmek için görüştüğüm kişi var ya o.”

“Öyle mi? Kimmiş o bahsettiğin kişi?”

“Anneni tanıyormuş.”

Baver’in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Annesi hakkında konuşacak birini bulması hep zor olmuştu. Babası zaten fazla konuşmazdı, dayısının yanında da çok zaman geçirmemişti. Yani yıllardır annesini tanıyan biriyle konuşmamıştı. “Annem hakkında bir şeyler mi anlatacak?” dedi umut içinde.

“Evet, öyle görünüyor. Ancak tüm olanlardan sonra senin kendini toparlamanı bekleyeceğini söyledi.”

“Anlıyorum, ne zaman isterse görüşebileceğimi söyle ona.”

***

Ekip için yıpratıcı günlerdi. Kayıplar adına üzülürken bir yandan da başlarındaki dertlerle uğraşıyorlardı. Herkes yavaş yavaş toparlanırken alınan yeni haber umutları yıktı. Ahifa başkanı aramış, ne yapsa da bir çözüm bulamadığını, ekibin dağıtılması gerektiğini yoksa herkesin suçlanacağını söylemişti.

Passal tam ekip binasındaki zararı incelerken bu haberi almıştı. Yaşadığı hayal kırıklığı fazlasıyla belli oluyordu. “Bruna, buraya kadarmış ha.” Dalgın halde yıkık dökük binaya bakarken içi sızlıyordu.

“Başkan pes etmeyeceğiz değil mi? Kim ne derse desin dağılmamalıyız. Biz bir aileden farksızız artık. Sen bunu kaldırabilecek misin?”

Passal henüz yeni iyileşmiş gözlerini Bruna’ya dikti. Bir umut ışığı arıyordu, Bruna inanıyorsa devam edebilir miydi? “Herkes aynı düşünüyorsa, bu gece toplanalım. Son kararı birlikte alalım. Gizli bir yer olsun, artık herkesin gözü üzerimizde olacaktır.”

“Tamam, gerisi bende.”

Baver bir kitapçıya girdi, uzun zamandır okumak istediği bir kitap vardı. Rafları dolaşırken çeşitli kitaplara da göz attı. Kalın kapaklı bir tanesinin arkasındaki yazıları okurken mesaj geldi. Mesajın Bruna’dan geldiğini görünce hemen açıp okudu. “Güzel, sonunda toplanıyoruz. Ne olacaksa olsun artık,” diye mırıldandı. Günlerdir beklemekten bunalmış, belirsizlik sinirini bozmuştu. Aradığı kitabı alıp açık havaya adım attı. Toplantıya kadar kafasını düşüncelerden uzak tutmak istiyordu. Oyalanacak bir şeyler bulmalıydı. İlk kez bir değişiklik yapıp Aden’i aradı. Telefon ikinci çalışta açıldı.

“Bir şey mi oldu Baver?”

“Hayır. Ben ne yapıyorsun diye soracaktım.”

“Öyle mi? Şey, ben dışarıdayım. Biraz işim vardı da.” Sesi garip geldiği için Baver şüphelendi. “Bir sıkıntı mı var?” Arkadan müzik sesi ve çeşitli gürültüler geliyordu. “Amcanın kafesinde misin yoksa?”

“Evet ama...”

“Tamam o zaman, geliyorum.” Bir fincan sert kahve içmek ona iyi gelecekti. Yolda yürürken yaşlı, satıcı bir kadının tezgahı önünden geçiyordu. Gözü bir şeye takılınca durdu.

Baver kafeye vardığında ortamın normalden kalabalık olduğunu gördü. Bir kutlama var gibiydi. Gözleri Aden’i arıyordu ve o tanınmaz halde olsa da hemen gözüne çarptı. Aden’in az önce neden tuhaf konuştuğunu şimdi anlıyordu, gülümsedi.

Palyaço kılığında çocukları eğlendiren Aden amcasının isteğini kıramamıştı. Neyse ki çocukları sevdiğinden pek zorlanmıyordu. Hareketleri ve komik konuşması ile onları güldürüyordu. Aileler de kenarda izlerken keyif alıyordu. Aden elini bir torbaya daldırıp renkli konfetileri saçmaya başladı. Çocuklar üzerlerine kar gibi yağan kağıtları görünce zıplamaya başladı. “Bunların içinde bir tane kağıt para var. İlk bulup bana getiren onu kapar. Çocuklar birbiriyle yarışırken Aden öne doğru elini uzatıp beklemeye başladı. O sırada arkadan biri uzanıp avucuna bir şey bırakınca Aden şaşkınlık içinde dönüp baktı. “Baver?”

 Yıldızların sıralandığı gümüş bilekliğe bakan Aden hayrete düştü. “Bu ne içindi?” Baver’den böyle bir hediye beklemediği kesindi. 

“Yıldızları sevdiğini söylemiştin. Yanımda olduğun anlar için teşekkür niyetine aldım. Takayım.” 

Beyaz yüzü, kırmızı boyalı ağzı ve koca burnuna rağmen Aden’in hisleri yüzünden anlaşılabiliyordu. Baver’e baktı, gülümsedi. “Çok naziksin, şaşırdım doğrusu. Teşekkürler.”

O sırada çocuklardan biri gelip parayı gösterdi. “Buldum, ben buldum!” Aden onu kutladı, başını okşadı. Baver boş bir masaya geçip kahve söyledi. Kahvesini yudumlarken Aden’i izlemeyi sürdürdü. 

“Baver seni görmek güzel, hoşgeldin.” Aden’in amcası genişçe gülümsemesi ile karşıladı onu. Baver adamın halini hatırını sordu. “Sen takıl, şimdilik çok işim var. Görüşürüz.”

Nihayet işi biten Aden yüzünü, gözünü temizleyip, üstüne değiştirip geldi. Bileğini hafifçe salladı. “Güzel seçim gerçekten,” dedi imalı bir şekilde. “Seni hatırlatacak.”

Baver bir eliyle gözlüğünü düzeltti. “Aslında gökyüzünü hatırlatır diye düşünmüştüm,” dedi ciddi bir ses tonuyla. Aden bir an şaşırıp kalınca Baver gülümsedi. “Her dediğimi ciddiye alma.” 

“Of Baver, gıcıksın. Ne zaman şaka yaptığını anlamak güç.”

“Güle güle kullan, bence yakışmış.”

Aden saçıyla oynarken bilekliğine baktı. “Teşekkürler.”

“Toplantı var ya akşam, beraber gidebiliriz. Tabii başka planın yoksa.”

“Tabi ki geliyorum. Bunu kaçırır mıyım?” Sonra etrafı süzüp sandalyesini Baver’e doğru çekti. “Biliyor musun çok gerginim. Ya ekip gerçekten dağılırsa? İşe yeni başlamışken olana bak. Tabi sizin için daha zordur.”

“Beklemek beni de yordu. Ekip, hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı. Dağılırsa çok şey kaybetmiş olacağım,” dedi Baver uzaklara bakarak. Kuşların uçuşuna takılıp kalmıştı gözleri.

Hava karardıktan sonra belirtilen konuma gittiler. Herhangi bir kamera veya görevliye yakalanmayacakları orman yakınlarındaki eski bir konaktaydı toplantı. Bruna önceden gelip ortamı ayarlamıştı. Burası eskiden tatilcilerin kiraladığı bir yerdi. Şehir kalabalıklaştıkça önemini yitirmişti. 

Baver uygun bir yere park etti, Aden ile konağa doğru yürüdüler. Ahşap konağın basamaklarını çıkarken Baver geçmişe gitmiş gibi hissetti. Eski tarz pencereler, oymalı kapı, mavi panjurlar dikkat çekiciydi. Baver kapıya vurunca sekreter hemen açtı. “Toplantı üst katta, hoş geldiniz.”

Sarmal merdivenleri çıkıp üst kattaki geniş salona geçtiler. Büyük yuvarlak masa salonun ortasına yerleştirilmişti. Kenarda bir oturma grubu ve küçük bir kitaplık vardı. Konağa çöken koku ise buranın uzun süredir kullanılmadığını gösteriyordu. Passal gelenleri selamladı, pek mutlu olmadığı açıktı. Baver onun umudunu daha da kıracak olumsuz şeyler söylemekten kaçındı. Sanki birkaç yaş yaşlanmış gibiydi, üzerine daha bir olgunluk yerleşmişti. Düşünceli olduğundan ve kendini yapacağı konuşmaya hazırladığından pek konuşmuyordu.

Bruna Baverlerin yanına geldi. Başkana göre daha neşeliydi. “Nasılsınız bakalım? Aden seni görmek güzel. Aynı olduğumuz için yalnız hissetmeyeceğim.”

Aden gülümsedi. “Doğru, aynı düşünüyorum. Pek söz hakkımız olmaz ama destek güç olarak buradayız.” Bruna onaylarcasına başını salladı. 

Baver hayretle ikisine baktı. “Siz ikiniz ne geveliyorsunuz? Sizi dışlayan mı var burada? Benden fazla konuştuğunuz kesin.”

Bruna elini Baver’in omzuna attı. “Yalnız prensimiz konuşmaya tenezzül etmez çünkü.” Baver ağzını açmaya niyetleniyordu ki içeriye Nuwey ve Lorenz girince tüm odağı onlara kaydı. Bir kolu ve bacağı alçıda olan Lorenz o günkü düşüşü birkaç kırıkla atlatmıştı. Koltuk değneği ile yürümesine yardım eden Nuwey ise sanki kırılacak bir nesne tutuyor gibi temkinliydi. Herkes geçmiş olsun dileklerini iletti. Hafif yaralılar da gelebilmişti. Neredeyse herkesin toplanmış olması iyiye işaretti. Passal’ın yüzü biraz olsun aydınlandı.


1 Mayıs 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 12.Bölüm

 

 12. Bölüm


Baver dostundan bir yanıt alamadan telefon kapandı. Bu kez aklına Aden gelince aceleyle onu aradı.

“Neredesin?”

“Dışarıdayım, şimdi acil durumdan haberim oldu. Güvenli bir yerdeyim merak etme.” Baver rahat bir nefes aldı. “Tamam, oraya gidiyorum,” diyerek telefonu kapattı.

O sırada birilerinin kapıyı açmaya çalıştığını fark etti. Bir el tabanca sesi işitildiğinde Baver odasına geçmiş cüzdan ve anahtarları almıştı. İçeri giren adamlar Baver’i evde bulamayınca onu kaçırdıklarını anlayıp hızla binayı terk ettiler.

Baver arabasıyla uzaklaşırken bu büyük çaptaki saldırıya cesaret edenin kim olduğunu merak ediyordu. Hızla binaya doğru sürdü. İnsanların kaçıştığını gördü, gerçekten de ekip binası kuşatma altındaydı. Kurşunlar dört bir yandan yağıyordu. Herhangi birine zarar gelmemiş olmasını umarak araçtan indi. 

Güneş her zamankinden parlaktı, havada tek bulut yoktu. Baver yoğun bir gerilim hissediyordu, yine de ışınlanmak için odaklandı. Şu an kimsenin kendisini görüp görmediğini umursayacak değildi.

Ofisin içinde belirdiğinde etrafa bakındı. İçeride bulunanlar masaları, dolapları siper edinmişti. Bir kısmı bilgisayarlardaki verileri kopyalamaya çalışırken bir kısmı saldırganlarla çarpışıyordu.

Karşı binadan açılan ateş sonucu bir kurşun sekip Baver’in yanından geçti. Bruna ise cam kenarında silahla karşılık veriyordu. Camların hepsi patlamış, yerlere saçılmıştı. Duvarlar delik deşik olmuştu. Yerde kan izleri vardı, Baver endişe ile olanları izliyordu. İki kişi yaralı halde, köşeye çekilmişti. Bruna'nın yanına koştu hemen. Omzu hâlâ ağrıdığı için rahat hareket edemiyordu.

“Bruna, herkesi götürebilirim.”

“Kalabalığız ve zaman yok. Sen mümkün olduğunca çok kişiyi uzaklaştır. Kendine dikkat et.” Lafına ara verip iki el daha ateş etti. 

Hemen ilerideki Asarba öne çıkıp üstün gücüyle karşılık verdi. Eline geçirdiği ağır nesneleri kolayca dışarı fırlatıyordu. Gücü ellerinde, ayaklarında yoğun enerji toplayabilmesindeydi.

Metal dolabı aldığı gibi balkona çıktı ve en yoğun saldırının geldiği yere fırlattı. Bomba patlamış gibi bir gürültü yankılandı sokakta. Baver hayretle ona baktı, dövüşürken ilk kez görüyordu. Asarba dengesini sağlamak için arka ayağına gücünü verdiğinden balkonun zemini çatladı. Hızla geriye çekildi.

Baver dövüşenleri bırakıp önce yaralıları götürdü. Sonra Habel ve asistanının yanına gitti. “Sizi götüreceğim, elimi tutun.” İkisinin de işleri bittiği için hemen Baver’i tuttular. “Hey, sen de bana tutun,” dedi Baver grubun en gencine. Beti benzi atmıştı haldeki delikanlı eğilerek Baver’in yanına gitti. Birkaç saniye içinde arka sokakların birinde belirdiler. Habel hemen elindeki bilgisayar ve kayıtları güvenli bir yere götürmek için koştu. Asistanı da onu izledi.

Baver bir kez daha binaya dönmeye niyetlenmişti ki kendini birden binanın önünde buldu. Çatışmanın tam göbeğinde kaldığı için dondu bir an. Passal kolundan yakalayıp geriye çekti onu. “Baver, ne yapıyorsun orada?” 

Passal gücünü yoğun şekilde kullanıyor, etraftaki tüm rakiplerin görüşünü bozuyordu. Bu sayede ekip daha ağır hasar almaktan kurtulmuştu. Hızı sayesinde çok kişiyi de etkisiz hale getirmişti ama düşman hazırlıklıydı. Kör noktadan pek çok keskin nişancı saldırıyor, gaz bombaları atıyorlardı. Baver başkanın böylesine kan ter içinde kalışını ilk kez görüyordu.

“Sen, diğerlerine yardım et. Ben idare edebilirim. Kimse içeri giremeyecek,” dedi Baver’in tereddüt ettiğini görünce. Baver hızla üst kata çıktı.

“Görüntüleri analiz ettim. Bazı düşmanlarımız birleşmiş gibi görünüyor. Ani baskın yaparak bizi etkisiz hale getirmek istiyorlar. Dahası birileri onlara silah da temin etmiş. Bu, Tanza’nın işi olmalı.” Konuşan ekibin en eskilerinden biriydi.

Bruna’nın kulağı ondaydı. “Neden şimdi olmak zorundaydı? Emniyet nerede kaldı?”

Kadınlardan biri daha vurulup, yere yığıldı. Baver yardım için ona doğru koşarken birden ayaklarının dibine el bombası düştü. Bruna şok olmuş halde Baver’in bombayı alıp gözden kayboluşunu izledi. Birkaç saniye sonra dışarıdan patlama sesi gelince haykırdı. “Hayır!”

Baver elindeki bombayı son anda sokağın başındaki zırhlı aracın açık camından içeri atmıştı. Az önce Barih Kantat’a ait bu aracı fark etmişti. Yolu kapatmak ve ekipten kaçmaya çalışanları durdurmak için orada konuşlanmışlardı. Şoför koltuğundaki silahlı adam ve arkada dikilen iri kıyım genç de kaçıştılar. Baver son anda kendini yere atabilmişti. Araç hasar almış, içinden duman çıkıyordu.

Baver binaya tekrar döndü ama kulağı fena halde çınlıyordu. Az önce kendini yere atınca omzuna da keskin bir sancı girmişti. Bruna onu görünce ağlamaklı oldu. “Baver, sana bir şey oldu sanmıştım. Öyle tehlikeli şeyler yapma. Omzun kanıyor.”

“Yaram açılmış olmalı ama iyiyim,” dedi Baver.

Lorenz de yoğun şekilde savaşanlardan biriydi. Havayı kontrol edebiliyor, sıkıştırıp patlama oluşturabiliyordu. Ancak çevredeki masum insanlara zarar vermemek için gücünü düşük seviyede kullanıyor sadece rakibini durduracak şekilde ayarlıyordu. Keskin nişancılardan birini çatıdan düşürmeyi başardı. O sırada gözü aşağı kayınca bağırdı.  “Hayır, başkan zor durumda! Baver onu getirir misin?”

Artık nefes nefese kalan Baver başını sallayıp aşağıda girişte belirdi. Başkan tökezleyerek geri çekiliyordu. Tabi bu sırada savunmasını kesintisiz sürdürmek durumundaydı. Dengesini kaybedip yana doğru düştüğünde Baver onu yakaladı. Kurşunlar üzerlerine yağarken ikisi gözden kayboldu.

Üst kata geçtiklerinde başkan kendini öylece yere bırakınca Baver onun vurulduğunu fark etti. Geç kalmıştı. Passal yorgunluktan bitap düşse de zihni açıktı. Karnından akan kan yere sızıyordu. Baver hemen yarasına bastırdı. 

Başkanın güçlükle nefes alıyordu. “Baver bu önemsiz bir yara, sen olmasan işim bitmişti.”

“Daha fazla yorma kendini,” dedi Baver endişeyle. Elleri kana bulanmışken Passal’ın ifadesindeki garipliği fark etti. Passal başını yere eğdi. Yüzüne yansıyan acı sadece kurşundan değildi. “Görüşüm tamamen bozuldu, göremiyorum.” Her şeye rağmen başkanın sakinliğini koruması Baver’de hayranlık uyandırdı.

“Hepsi geçecek, seni hastaneye götürmeliyim.”

Sonunda dışarıdan polis sirenleri yükseldi. Nuwey o ana kadar bir kenara sinmiş duruyordu. Hâlâ gücünü kullanma konusunda kendine güveni yok gibiydi. Passal’ın yaralandığını görünce yanına koşup omzuna dokundu. “İyi misin başkan!”

Nuwey’in teması ile Passal’ın gücü bir kez daha tetiklenmiş oldu. Başkan içinde artan gücü hissetti ama kontrol edemedi. Olacakları hisseden Nuwey donup kaldı. Çevredeki herkesin bir anda görüşü bozuldu, ortalık karıştı.

Herkes bulanıklaşan ve karmaşıklaşan görüntüler yüzünden telaşa kapılıp silahlarına daha yüklendi. Bu da yetmezmiş gibi Asarba ve Lorenz ikilisinin patlayıcı güçleri istem dışı çalışmaya başladı. Binanın ön cephesi kırılıp çöktü. Lorenz yıkıntıyla birlikte aşağı düştüğünde yakın arkadaşı Asarba acıyla haykırdı. 

Tüm bu karmaşa Baver’i de olumsuz etkiledi. Işıldayan gözlerini her kırptığında son bulunduğu yerler arasında gidip gelmeye başladı. Artık bir şey düşünemez, hareket edemez haldeydi. Beyni fazla yorulunca sonunda başkanın dibinde yere yığılıp kaldı.

“Olamaz, olamaz!” diye söylenip durdu Nuwey. “Ne oluyor böyle?”

Bruna endişe içinde olanları izlerken hangisine yetişeceğini bilemedi. Zaten ateş edemeyeceği için silahını bırakıp düşe kalka yaralıların yanına koştu. Her adımında sanki boşluğa yuvarlanıyordu, yer dalga dalga açılıyor gibiydi. Midesi bulunmak üzereydi. Bir anda her şey bu kadar mı ters giderdi?

Dışarıda polis ve saldırganların çatışma sesleri devam ederken ekip binası ağır hasarlı haliyle tehlike oluşturuyordu. Passal bilincini kaybedince Bruna’nın görüşü de geri geldi. Telaşla durumu analiz etmeye çalışıyor, herkesi kontrol ediyordu. Ortalık toz dumandan görünmüyor, yaralılar yerde yatıyordu. “Nuwey sakin ol, geçti tamam mı? Bir şeye dokunma,” dedi başkan ile ilgilenirken.

Delikanlı rengi atmış halde bir köşeye geçti, yere çömeldi. Neler döndüğünü anlamıyor, korkuyordu. Sahip olduğu güçler bu kez ciddi anlamda sorun yaratmıştı. Çatışmanın ve stres seviyesi artışının bir şeyleri tetiklediğini düşünüyordu. Kollarını göğsüne doğru çekmişti, herhangi bir şeye dokunmak istemiyordu. Emniyet güçleri ve sağlık ekibi kısa süre sonra içeri girdi. 

O sırada bir haber kanalında gerçekleşen büyük güneş patlamasından ve olumsuz etkilerinden bahsediliyordu. Akşam haberlerinin tamamında ise o günkü çatışmaya geniş yer ayrılmıştı. Bir haber spikeri ciddi bir ifade ile haberi sunduktan sonra konuğuna döndü.

“Efendim tüm bu olanlar için ne diyorsunuz? Hepimizin malumu ki yıllardır yıldız enerjisi ile doğmuş olanlar aramızda dolaşıyor. Bir gün böyle bir olayın patlak vereceği aklınıza gelir miydi?”

Saçları kırlaşmış konuk ciddiyetle başını salladı. Bir sır veriyormuşçasına tane tane konuşmaya başladı. “Onlar hakkında çok söylentiler vardı. Her birinin çeşitli güçlere sahip olduğunu biliyoruz. Şimdi ise bu avantajları tersine dönmüş durumda. Görüntüleri izleyince şok oldum, olay yeri savaş alanına dönmüş. Tabi burada öncelikle saldırganları kınadığımı bildireyim. Ancak bahsi geçen özel ekibin de patlamaya hazır bombalara dönüştüğünü gördük. Bu ciddi bir sorun.”

“Gerçekten inanmakta zorlanıyoruz. Görüntüleri tekrar verelim arkadaşlar. Ekibin başkanı olduğu iddia edilen kişi çatışırken bir noktadan sonra geri çekilmek zorunda kalıyor. Ve polislerin ifadesine göre bu kişinin yeteneği olan ‘görüşü bozma’ uzun süre onları da olumsuz etkilemiş. Bu da çatışmanın daha geniş alana yayılmasına ve çok kişinin ağır yaralanmasına sebep olmuş.”

“Sadece bu değil ekipten pek çok kişide benzer olumsuzluklar görülmüş. İşte biri de gözden kaybolup duruyor. Nedeni belirsiz olsa da iş işten geçmeden bence bir an önce önlem alınmalı.”

O gün ekipten üç kişi kaybedilmiş, sivil halktan da yaralanan olmuştu. Saldırıyı planlayanların bir kısmı toz olmuşken bir kısmı yakalandı. Aramalar sürüyordu. 

Passal hastanede gözlerini açtığında yanında Bruna ve emniyetten üst seviye bir yetkili vardı. 

“Passal şu an bu konuşmayı yapmak istemezdim ama durum ciddi. Yakında hükümet bir karar alacak.”

“Ne kararı?” dedi Passal ciddi bir ifadeyle.

“Sizler, yani yıldız enerjisiyle doğanlar artık tehlikeli bir organizasyonun parçası olarak görüleceksiniz.”


Yıldız Düşüşü 18.Bölüm

  18.Bölüm Ekibin yeni yerlerinden çıkmadığını öğrenen Tanza hemen farklı bir plana geçti. Orayı ifşa etmeli ve gizlice faaliyet sürdürdükle...