26 Temmuz 2024 Cuma

Temmuz Biterken...



 Selam herkese. Bu ay fırsat buldukça indirimden kitaplar aldım. Sıcaklar nedeniyle pek kitap okunmasa da Kpss geçince daha fazla okumaya başladım. Şu üstte paylaştığım kitapları ucuzkitapal sitesinden aldım. İndirimde olduğu için uygundu. Artık fiyatlar nedeniyle klasiklere kaydım biraz mecburen. 😅 Konuları da ilgimi çekmişti, bakalım nasıl bulacağım. :)



 Bu üçünü de bizim oradaki avmye uğrayıp görünce aldım. İndirimde olunca uyguna geldi bayağı. Kırmızı Kedi Kitapevinde sık sık indirime denk geliyorum.



 Kitap dışında yine anime izlemeye devam ediyorum. En son Wind Breaker izledim. Dövüş üzerine ama arkadaşlık, birlikten güç doğar gibi konular ele alınıyor, kısaca bana hitap ettiği için sevdim. Devamını bekliyorum. 

 

 Bu arada bazılarınız tanırsınız arkadaşım undine artık blogda, öykü yazıp kitap tanıtımı yapıyor. Ekleyebilirsiniz. :)


 Genelde pek işi olmayan biriyim. O yüzden bari bir işe yarayım diye gidip İhh gönüllüsü oldum. Güzel çalışmaları, etkinlikleri var, yabancılık da çekmedim. Şimdilik benden bu kadar. :) 


20 Temmuz 2024 Cumartesi

Bay Pond'un Paradoksları (Kitap)

 


 Arka kapak yazısını beğenince kitabı almıştım. Hakkında hiçbir bilgim yoktu. Çok akıcı olmasa da okuması keyifliydi.

 Bir memur olan Bay Pond çevresindekileri sözleriyle şaşırtmaktadır. Garip ifadelerle insanlara bir kısmı kendi başından geçmiş olan çeşitli hikayeler anlatır. 

 Pond bir dedektif sezgisi ile pek çok olayı çözüme kavuşturur. Söyledikleri başta akla, mantığa sığmasa da yaptığı açıklamalar neticesinde durum anlaşılır. Mesela ilk öyküde adamları fazla disiplinli olduğu için başarısız olan bir meraşelden bahsediyordu. En sevdiğim kısım da bu oldu. Doğru yaptığına çok emin olan kişi yanılgıya en yakın olandır bazen. 

 Kitaptaki bazı olaylar ve karakterin bunlara yaklaşımı gerçekten ilgi çekiciydi. Kimsenin göremediği şeyleri Pond iyi fark ediyor, beklenmedik şekilde yorumluyordu. İnsanlar onun anormal konuştuğunu düşünse de sonunda hak veriyorlardı. Kitabın mizahi yönü de vardı, keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Etkileyici ve derin bir kurgusu yoktu ama kafa dağıtmak için okunabilir.


Ben, Bay Pond'un kafasında da bir anlığına yüzeye çıkıp sonra dibe batan canavarlar olduğunu biliyordum.

Her şey kötü gitti, çünkü disiplin fazlasıyla iyiydi.

İnsanları körleştiren, delirten ve yanlış yollara sevk eden tutkular arasında en kötüsü ve en soğuğudur küçümseme.

Bir insan öldükten sonra dirilir de durdurulan bir konuşma bir daha asla hayata döndürülemez. Güzel hafif bir konuşma paramparça edildiğinde bir daha asla bir araya getirilemez, çünkü dağılan parçaların hepsini bulamazsınız.


14 Temmuz 2024 Pazar

İbrahim'in Kaybettiğini Bulmasıdır (Kitap)

 


 İbrahim hayatına normal şekilde devam ederken bir gün elinde lekeler belirmeye başladı, buna aldırmamaya çalıştı. Sonra evinden çıkamaz oldu, sanki görünmez bir duvar vardı da onu aşamıyordu. Sesini de duyan yoktu. Sonunda bir bekçi ile karşılaştı, adam İbrahim'e ne yapması gerektiğini söyledi ama İbrahim bundan bir anlam çıkaramadı.

 Garip şeyler olmaya devam ediyordu, İbrahim sonra da evini bulamaz oldu, sokaktan sokağa savruldu. Rastladığı herkes aynı anlamsızlığa sürüklüyordu İbrahim'i. Sonunda onların sözünü dinlerken buldu kendini.

 Kaybedilen hayatlar kolayca bulunamazdı. Önce insanın hayatını kaybettiğini idrak etmesi gerekiyordu ki çözüm bulabilsin. İbrahim de böylece yollara düştü. Çok yürüdü, belki bir ömür.

 Yazarın anlatımını seviyorum, farklı ve beklenmedik şekilde yazıyor. Bazen güldürüyor bazen düşündürüyor. Bazen de 'ya bu laf nereden geldi aklına' diyorum. 😀 Kitap durağan görünse de gizemli ve ilgi çekici yanı var. Sanki karakterle birlikte siz de durumun içine hapsoluyorsunuz. Yazar bu bakımdan okuyucuyu hikayeye çekmeyi başarıyor. Hızlı okunacak bir kitap değil, ben de o yüzden ara vere vere okudum. 

 Karakterin arayış süreci dolu dolu, derin şekilde ele alınmış. Hikayenin çarpıcı detayları vardı ve finali de güzel etki bıraktı bende. Aslında bu kitap anlatılmaz, okunur. O yüzden okuyun diyerek alıntılara geçiyorum. :) (Neredeyse her sayfada altı çizilecek cümleler vardı, seçmek zor oldu.)


Düşünsenize, hayatınızı kaybetmenizin sonuçlarının farkına varmazsanız, hayatınızı kaybettiğinizin farkına nasıl varacaksınız? Ama siz bu hayatınızı kaybetmenizin sonucunu sorun haline getirdiğinize göre özel bir insan olmalısınız.

İbrahim henüz bilmiyordu, acının abartılı ifadesi, insanın kendisine duyduğu merhamettendir.

İnsan ne yaşasa oldum der, nereden dönse geldim der, oysa her şeyi ol diyerek olduran, olanı ve olmayanı kendine döndüren vardır.

Hani insan yaşaya yaşaya yaşamaya körleşir. O kadar hayat düşkünü olur ki, hayat mayat kalmaz artık ortada.

Buraya, yazarlardan başkası gelemez İbrahim, dedi, yazar. Hâlâ inkar edeceksen, açalım senin kitabını.

İşin aslı... ben bir gün kendimle karşılaştım. Ama baktım ki bu, çileye talip olmayı gerektiriyor. Bilirsin ya: aşk çiledir, kalp yaradır. Ama görmezden gelirsen onu... Boş verip kaçtım.


8 Temmuz 2024 Pazartesi

Blue Lock (Anime)

 

"Dünyanın en iyi forveti sadece futbolun en çarpıcı olduğu yerde belirir."



 Bayıldım, bu kadar seveceğimi tahmin etmiyordum. Çocukken Tsubasa'yı da severdim ama bu anime teknikler, karakterlerin ruh hali ve görsel açıdan çok iyiydi. Burada en azından  sahanın bir ucundan diğer ucuna koşmak iki saat sürmüyor. 😅 Ben aslında nette gördüğüm Rin karakteri ilgimi çekti diye başladım fakat ana karakter İsagi'yi görünce onu Rin sandım ve uzun süre ikisinin farklı kişi olduğunu anlamadım. Rin geç girdi çünkü. 😅

 İsagi okulun futbol takımında oynuyordu. Ancak elendiklerinde yıkılır, milli takım hayali suya düşer. Bir gün bir davetiye alır ve gittiğinde ülke çapındaki pekçok forvetin çağırıldığını öğrenir. Burada 300 kişi hapis gibidir, dışarı çıkamazlar. Blue Lock'da kurallar baştan yazılır. Kazanacak tek kişi dünyanın en iyi forveti olacaktır ve geri kalan herkes futboldan mahrum kalacaktır. Adeta bir kumar, seçim şansı verilir.

 Artık takım çalışmasından çok bireysel başarı, ego kıymetlidir. Eğitimci hep bunun üzerinde durur ve gençleri kışkırtır. Çünkü en iyi forvet olabilmenin yolu kendini de aşmak, risk almak ve cesur davranmaktır. Kaybetmekten korkanlar yenilmekten kurtulamazlar.

 İsagi zamanla durumun ciddiyetini kavrar ve en son sıralardan yavaş yavaş yükselişe geçer. Öğretilen tüm dersleri iyi özümser, sürekli analiz yapar. Hırsı, cesareti giderek artar ve gözleri üzerine çeker. Şimdi en sevdiğim karakterleri paylaşayım. (Gifler: tenor.com)



Saha hakimiyeti iyi, gelişine vuruşların kralı, analizci, azimli İsagi 👊



Öngörülemez, zeki, müthiş top kontrolü olan Nagi 😎

Enerjik, çılgın, iyi top süren, sevimli Bachira 👻


Kıza benzediği için kendisine bayan lakabı takılan, zincirlerinden kurtulmasına çok sevindiğim, hızlı Chigiri 🌺



 Başta sevmedim ama sonra ısındım, sahaların kötü adamı, tek başına mücadele canavarı, agresif Barou 💀

 

Vee son olarak egoist, müthiş oyun kurucu, yenilmez, kusursuz forvet Rin 🤯

 (Bu arada Blue Lock yazarı Attack on Titan'daki Eren ve Mikasa'yı çok sevdiği için ikisinin çocukları olsa nasıl olurdu diye Rin'i tasarlamış. Gerçekten de iki karakteri andırıyor.) 


 Animede karakterlerin ruh hali, gözü dönmüşlüğü çok iyi yansıtılmıştı. İzlerken heyecanlandım bayağı. Gençler birinci olabilmek için her şeyi yapıyor ve sürekli beklenmedik durumlar yaşanıyor. Ana karakterimiz İsagi favorimdi. Her ne kadar bir duruşu olsa da oyun esnasında gözü en fazla dönenlerden. Çıkışları, golleri harikaydı. Maçlar strateji oyunlarına dönüştü, bildiğimiz futboldan çok daha farklı ilerliyor her şey. Köşeye sıkıştıran, kişiyi karar almaya zorlayan, çarpıcı eğitimler de cabası. Ve kimse sonraki aşamaya geçtiğinde gerçek gücünün nasıl ve ne zaman ortaya çıkacağının farkında değil. Çünkü burası tam bir savaş alanı. Eğitmenin amacı da futbolcuların sınırlarını olabildiğince zorlayıp yeteneksizleri dökmek. İnsan kendinden düşük seviyedekilerle oynarsa gerçek kapasitesini göstermez, göstermek zorunda kalmaz. Her güçlü rakip kişinin yükselişindeki basamaktır. Bu bana Madara'nın (Naruto karakteri) bir sözünü anımsattı. Kendisine neden daha önce bize gerçek gücünü göstermedin diye sorulduğunda yanıtı şu olmuştu: "Sen hiç çocuğa tüm gücüyle vuran bir yetişkin gördün mü?" 

 Her ne kadar bu sistem acımasızca görünse de bir yandan mantıklı geldi. Mesela okullarda grup ödevi verildiğinde işin çoğunu bir iki kişi yapar. Diğerleri daha az çaba harcar ve daha çalışkan olana bel bağlarlar. Buna rağmen gün sonunda gruptaki herkes aynı başarıyı paylaşmış olur. Futbolda da durumun benzer olduğunu düşünüyorum. O yüzden forvetlerin eğitiminin sert olması ve kendilerinin tek başına mücadele yeteneği kazanması gerektiği iyi düşünülmüş. Çünkü maçlarda her ne yaparsan yap sonuç önemli. Bir anlık ikilem ve tedirginlik ön saftaki oyuncuları aşağı çeker. O yüzden animeyi heyecanla izleyip kimin,  nerede, nasıl davranacağını sabırsızlıkla bekledim. İnsan izlerken fena gaza geliyor ve futbola başlamak istiyor. 😅🤗 Harikaydı, tavsiye ederim. 😀 Henüz anime bitmedi, 2.sezonu bekleyeceğiz mecbur. Ayrıca geçenlerde sinemada filmi vardı, animeyi henüz bilmediğim için gitmemiştim, kaçırdığıma üzüldüm şimdi. 😪


4 Temmuz 2024 Perşembe

Rüya Günlükleri 5 (Hikaye)



 Merhabalar, serinin devamı geldi. Bir süredir yazamadım. Umarım bunu da keyifle okursunuz. 😊


(Tufan, 29 yaşında, işsiz)


Selam günlük,

Bugün ilk kez günlük tutuyorum, neden? Çünkü bir arkadaşla iddiaya girmiş bulundum, kaybedince de iş başa düştü. Ne yazılır ki günlüğe, aman neyse önemli olan bir şeyler karalamış olmak. Peki, arkadaş gelip kontrol edecek mi, ne gibi mecburiyetim var günlük tutmaya? Olsun ben verdiğim sözü tutarım, içim rahat etmez yoksa. Başlamışken dün gördüğüm rüyayı anlatayım. Garip bir iş teklifi alıyorum. Beni kurak, çöl kumlarıyla kaplı bir beldeye götürüp bırakıyorlar. Burada ne yapacağımı soruyorum, bekle diyorlar, sadece bekle. Ne kadar beklemeliyim diyorum, burası yeşerene kadar diyorlar. Sonra uyandım, bu kadar. İlginç değil mi?

Günlüğü kapatıp kitaplığa koydum. Eğer uyanmasam rüyanın devamında ne göreceğimi merak ettim. Ürkütücü bir yanı da vardı ama merak işte. Masadaki kum saatine takıldı gözlerim. Zamanın ne kadar daraldığını anımsatıyordu bana, boğucuydu. Bir anlık sinirle kum saatini alıp çöpe attım. İşte şimdi rahatlamıştım. Vakit gece yarısını geçiyordu, ben önceki rüyayı düşünerek uykuya daldım.

Gözlerimi araladım, çöldeyim. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, kavurucu güneşin altında berbat haldeyim. Susuzluktan boğazım kurumuş, yanımda hiç su yok. Birilerine rastlama umuduyla yürüyorum. Yorucu yürüyüş o kadar uzadı ki yere düşüp kaldım. Alışkın değilim ben bunlara. Sonra ötedeki kuyuyu fark ettim. Gözlerimi kırpsam kaybolmasından korkuyordum, yavaşça kalkıp kuyuya doğru ilerledim.

Sabaha karşı uyandığımda boğazım o kadar kurumuştu ki mutfağa koşup soğuk su içtim. Hava mı çok sıcaktı bana mı öyle geliyordu? Henüz yaz mevsiminde bile değildik. Elimi yüzümü yıkayıp serinlemeye çalıştım. Uykum kaçmıştı artık, neden bu rüyaları görüp duruyordum?

Tüm gün sokakta aylak aylak dolaştım. Kahveye gidip bir iki arkadaşla çay içtim. Kahve sahibi pos bıyığının altından gülerek takıldı bana. “Tufan daha iş bulamadın mı?”

“Arıyor muyum ki bulayım?” Sinirimi bozmuştu koca adam.

“Kızma hemen. Zengin muhitten biri güvenilir bir adam arıyormuş, seni önerdim.”

“Güvenilir mi, ben mi? Sen sokakta görsen beni dönüp bakmazsın. Ne işiymiş ki bu?”

“Sana da iyilik yaramıyor, ettiğin lafa bak. Neyse, adamın çok büyük bahçesi varmış. Ne olduysa bir gün her şey kuruyup gitmiş.”

“Eee bahçıvana benzer halim mi var abi?”

“Dur bir dinle gerisini. Bahçeyi tekrar hayata döndürmek istiyor ama başında biri beklemeliymiş, bekçi gibi yani.”

“Ne saçma iş o öyle. Bahçe olduğuna emin misin abi?” Beklemek konusu kafama takıldı. Rüyadan sonra bir de gerçek hayatta böyle bir teklif almak... Neler oluyor? “Tamam ya, görüşeyim şu adamla.”

Ertesi gün sabah erkenden verilen adrese gidecektim. Kahveden ayrılıp doğruca eve gittim, bizimkilere iş görüşmesine gideceğimi söyleyince bir sevindiler bir sevindiler. Annem tüm gün dua edip durdu. Bense biraz gergindim. Olanlarda bir anlam bulamıyordum. Gece çökünce uzandığım kanepede uyuyakalmışım.

Çölde, bir kuyunun dibindeyim. Başımı aşağıya uzatınca dipte biraz su olduğunu gördüm, sevinçten yere çöküp şükrettim. Kenardaki kovayı aşağı sarkıttım, içi dolunca yukarı çekmeye çalıştım. Acele ettim, susuzluktan ölecek gibiydim. Ancak bir tuhaflık vardı. Ben kovayı çektikçe kuyudan sular dökülmeye, taşmaya başladı. Kısa sürede ayaklarımın altında su birikti. Sanki bir boru patlamış gibi kuyudan su geldikçe geliyordu. Sonunda oluşan sele kapılıp gittim ben de.

İyi geceler günlük,

Bugün yazmayı unutmuşum. Yine benzer bir rüya gördüm. Kafam çok karışık. Yarınki işle ilgili bir işaret mi acaba bu? Şimdi vaktim yok, sonra uğrarım.

Sabah güzelce giyindim, adrese gittim. Gerçekten de kale gibi devasa duvarları olan bir yerdi. İçeriyi görmek mümkün değildi. Kapıyı çalınca bir görevli beni içeri aldı. Gördüğüm manzara karşısında şaşkındım. Bahçe çok büyüktü ama çölden farksız görünüyordu. Tek bir ot bile yoktu. Ortada dımdızlak kalmış lüks evden şık bir adam çıktı. “Tufan Bey, ben de sizi bekliyordum. Bana ancak siz yardım edebilirsiniz.”

“Neden ben?” dedim şaşkınlıkla.

“Size ulaşmak için çok çabaladım. Kahveciyi zor ikna ettim. İş teklifi demesem gelmezdiniz. Durum daha karışık.”

“Beni kandırdınız mı yani? Derdiniz ne sizin?” Gerçekten sinirlenmiştim. İnsanlar başkalarının duygularıyla ne kolay oynuyordu. Tamam, benim olmasa da annemin duygularıyla oynanmıştı. 

“Bu bahçenin ilacı sizde. Kaderiniz isminizde gizli. Ruhunuz suyu çağırıyor, değdiniz yerde kuraklık son buluyor. Tabii aşırıya kaçmak felaket getirir.”

Adamın anlamsız sözleri karşısında gülmemek için kendimi zor tuttum. “Bu kadar saçmalık yeter. Aklınızı kaçırmış olmalısınız. Ben de durmuş sizi dinliyorum.” Çekip gitmeye niyetliydim ki kolumu tuttu. Söylediği karşısında donup kaldım. Duymadığımı sanarak bir daha tekrarladı.

“Hatırlayın! Siz rüyalarınız aracılığıyla bunu hep yapıyorsunuz zaten. Dün çöldeydiniz, kendinizi fazla kaptırınca orayı sel bastı. Bakın, o çöldeki ani su baskını haberlere de yansımış,” diyerek telefonunu çıkarıp gösterdi. Yutkundum, kalp atışı hızlandı. Bu nasıl bir oyundu? Adamı itip kaçtım oradan. Arkamdan bağırıyordu. “Tufan Bey yüz yüze konuşmanın size böyle şoka uğratacağını bilseydim ben de rüyalarınıza gelirdim. Yine görüşürüz.”


1 Temmuz 2024 Pazartesi

Satranç (Kitap)

 


 Yazarın tek merak ettiğim kitabı bu olduğu için sonunda okudum. :) Akıcı ve ince bir kitap olduğu için çabucak bitti.

 Yolcu gemisinde dünya satranç şampiyonu Czentovic'in seyahat ediyor olması pek çok kişinin ilgisini çekiyordu. Hakkında çeşitli söylentiler vardı. İnsanlarla doğru düzgün iletişim kuramadığı, satrançtan başka şeyden anlamadığı konuşuluyordu.

 Meraklılardan biri ona satranç oynama önerisinde bulununca Czentovic para karşılığı oynamayı kabul etti. Her zamanki gibi kibirli şekilde galibiyete yaklaşmışken bir yabancının oyuna dahil olması ile işler değişir. Bu kez gözler bu dahi yabancıya çevrilir. Herkes onun ve şampiyonun bir sonraki maçını merakla bekler.

 İki karakter de birbirinden ilginçti. İkisi de saplantılı şekilde satrançla ilgiliyken tamamen farklı açıdan oyuna yaklaşıyorlardı. Şampiyonun aksine yabancı kafasındaki soyutluğun içinde taşları oynatmaya alışkındı. Onun bu noktadaki travmasını da öğreniyoruz. Acı çekerek geldiği nokta onu bir bilinmezliğe sürüklemiş. İlgi ve merakla okudum, ikisinin arasındaki gerilim hissediliyordu, sonu güzel ve etkileyiciydi. Yazarın anlatımını sevdim. 


Bu köylü gencin dünyaya kapalı olan beynindeki tek şey, aylardan beri tek bir satranç oyununu bile kaybetmemiş olmasıdır ve dolayısıyla bizim dünyamızda satranç ve paranın dışında başka değerlerin de olduğunu bilmediğinden, kendi kendine hayranlık duymak için her türlü sebebi vardır.

Her yerde ve sürekli olarak insanın çevresinde hiçlik, tam anlamıyla mekansız ve zamansız bir boşluk vardı. 

Yani iyileşse bile bir kez satranç zehirlenmesi geçiren kimsenin, satranç tahtasının yakınından bile geçmemesi kesinlikle yeğdir...


28 Haziran 2024 Cuma

Nasıl Biriyim?

 


 İnsanların kendi halinde, az konuşan, sevgi pıtırcığı olmayan kişilere karşı nedense pek tahammülü yok. Sanki herkes çok konuşmak ve bundan keyif almak zorundaymış gibi davranıyorlar. Aynı şekilde kendileri misafir ağırlamaya bayıldığı için sizden de bayılmanızı beklerler ama maalesef ben misafirliğe gitsem de başkası bize gelse de kısa sürede ruhumun daraldığını hissediyorum. Kendime yakın gördüğüm kişiler için aynı şey geçerli değil tabii.

 Bu durumu zaman zaman düşünüyorum. İnsanlardan uzak olma isteği bende uzun süredir var. Yani biriyle vakit geçirmek, ilgilenmek, konuşmak vs. zorunda kalıyorsam bu hoşuma gitmiyor pek. Özellikle de gelen alakasız misafirlerin konuşmamamdan şikayet etmesi beni ayar ediyor. Ne samimiyetim var ki uzun uzun sohbet edeyim? Ailemle bile pek konuşmadığım oluyor, kendi halimde takıldığımda. Beni dinlendiren tek şey sessizlik, durgunluk.

 Geçen bayramda bir akrabamızın dıdısının dıdısı geldi karısı ve çocuğuyla. Hoşgeldiniz dedim daha oturmadan adam "hiç oturma da kahve yap sen," dedi emir verir gibi. Öyle sinir oldum ki görgüsüzlüğüne. Kahveyi yaptım ama yanlarında da somurtup durdum kızdığımı belli ettim. İnsanların samimiyet ayağına görgüsüzce hareket etmesinden hoşlanmıyorum. Misafir misafirliğini bilsin. Resmiyet iyidir gerçekten.

 Düşündüm de günümüzdeki misafirliklerin çoğu lak lak etmek, dedikodu yapmak, yiyip içmekten öteye gitmiyor, ben daha ortaokul yıllarımda bu misafirlik olayından soğumuşum. Bir dönem akrabalarla yaşadık çünkü, diğer akrabalar da evden çıkmıyordu. Bir de kendini misafirperver göstermek için ev sahibinin her şeyi abartması da ayrı dert. Belki annemdeki bu gereksiz titizlik de misafirlerden soğumamda etkili oldu. Üzgünüm ama çocukların evi yıkarcasına hareket edip, ortalığı karıştırıp anne babalarının hiç tınmaması yüzünden çocuklu misafir gelince dakikaları sayıyorum. Kitaplarıma ve eşyalarıma dokunulmasından hiç hoşlanmam.

 İnsanımızda üstüne vazife olmayan şeyleri öğrenme, sorma merakı da fazla. Sonuç olarak insanlara kendimi anlatmayı sevmiyorum. Az konuşmak çekingenlik değil sadece bu tür insanlarla muhatap olmak istemiyorum o kadar. Hayatta dolu dolu konuştuğum insan sayısı bir elin parmağını geçmez ama her karşılaştığım sanki ona özgü soğuk davranıyormuşum gibi triplere giriyor. Ben hep böyleydim, böyle de devam edeceğim. Çok konuşmayı özgüven ve mutluluk göstergesi olarak görmeyi bırakır İnşallah insanlar. Mutluluk hoplayıp zıplamak, ağız dolusu gülmek değildir. Ben sevincimi de öfkemi de üzüntümü de içimde yaşarım. Yine de öfkelendiğim bazı anlarda sağım solum belli olmadığı için kendimi tutmaya çalışıyorum. O da kalp kırmayım, pişmanlık hissetmeyim diye.

 Son dönemde sese karşı daha hassas oldum. Sanırım son yıllarda sessizliğe ve suskunluğa alıştığım için açık olan tv'nin sesi ya da diğer şeyler dikkatimi çok dağıtıyor, rahatsız ediyor. Her şeyin sesini kısasım var. Odaklanma sorunum da oluyor, bir şey okurken ya da biriyle konuşurken kafam hep başka yere gidiyor. Zaten kafamın içinde de sürekli düşünceler dönüp durur, zihnim hareketli olunca kolay kopuyorum ortamdan. 

 Dışarıdan bakan biri beni ifadesiz, soğuk, bıkkın olarak görüyordur büyük ihtimalle. Yine de olduğum gibi davranmak benim için daha iyi, samimiyetsizlik hoş değildir. O kadar şey saydıktan sonra benim de ne kadar tahammülsüz biri olduğumu görmüşsünüzdür. (Bazen kendime de tahammülüm olmuyor.)😅Bu da iyi bir şey değil biliyorum, daha olumlu olmaya çalışacağım. Sonuçta kusursuz insan yoktur, hep başkalarını görmekle bitmiyor iş. 

  

Yoldaki Mühendis (Kitap)

 


 Kassam komutanı Abdullah Galip Bergusi'nin otobiyografisi. Uzun yıllar tek kişilik, karanlık bir hücrede yaşamış, orada kitaplarını yazmış. 67 kez müebbet ve 5200 seneye mahkûm edilmiş. Bu kitabı da kızı Tâlâ'nın "Kimsin sen ve neden sen?" sorusuna yanıt olarak yazmış.

 Kendisi Filistin dışında doğup, büyümüş, okumuş fakat içindeki Filistin sevgisi onu memleketine getirmiş. Yazarın hayatını okuyoruz kitapta. Filistin'den önceki ve sonraki hayatını. Dövüş sporlarına ve elektroniğe hep ilgisi olmuş, iki alanda da kendini çok geliştirmiş. Zaten Filistin'e gelince bu iki şey de çok işine yarıyor. Siyonistler ile mücadelesinde mühendis olmanın avantajını çok kullanıyor. Bilgisayar ve çeşitli sistemlerden iyi anladığı için rahatça önlem alabiliyor. Şaşırdığım bazı yönleri de vardı.

 Filistin halkı yıllardır eziyet görüp, baskı altında tutulurken o boş durmuyor. Halkı için elinden geleni yapıyor. Direnişin en önemli isimlerinden biri ve çok sayıda kendisi gibi insan yetiştiriyor. Siyonistler ve uşakları olmuş yöneticilere rağmen tüm iradesi ile mücadeleyi sürdürüyor.

 Filistin direnişçilerinin hayatlarını öğrenmek adına faydalı bir kitap. Zulüm devam ettiği sürece az ya da çok karşılık veren de muhakkak çıkacaktır. Adalet olmayınca herkes kendi adaletini bir şekilde sağlamaya çalışıyor. 

 Barış içinde yaşamak varken niye gözü dönmüşçesine katliam yapar yaratıklar (insan denmeyi bile hak etmiyorlar) anlamıyorum. Sanki kendileri hiç ölmeyecek, dünyaya kazık çakacaklar. Dünyanın çok yerinde bildiğimiz bilmediğimiz nice zulümler işleniyor. İnsanlık hep sınıfta kaldı. Cehennem boşuna değil.


 Bil ki zafer, kurtuluş ve izzet; savaşmayan ve mücadele etmeyen bir elle, ilk darbede pes eden kırık dökük dişlerle gelmez.

 Filistin tarihi, en modern silahlarla ve teknolojiyle donanmış düşmana karşı imanı ve iradesiyle başkaldırmış bir halkın tarihidir. 

 Allah'ım, zalimleri zalimlere musallat kıl ki birbirlerini kırsınlar.

 Siyonist düşmanın işlediği suçları tasvir etmeye kelimeler yetmiyor. Filistin topraklarında neredeyse katliamsız, suikastsız ve suçsuz bir hafta geçmiyordu. Her yerde acı feryatlar göklere yükseliyordu.


27 Haziran 2024 Perşembe

Paradox Live The Animation (Anime)



 Sahne savaşları başlasın! 😀

 Müzik ve bilim kurgunun harmanlandığı kısa bir anime. Başta pek seveceğimi düşünmedim ama hikayesi ve karakterlerin enerjisi çok güzel olunca sardı hemen. Neden hiç bilinmez böyle bir anime anlamıyorum. 🤔

 Hip hop seven önemli gruplar bir gün bir davetiye alır. Yüksek para ödüllü yarışmaya her grup farklı amaçlar nedeniyle dahil olur. Kimi kendini kanıtlama derdindeyken, kiminin paraya ihtiyacı vardır. Hepsinin tek ortak noktası müziğe olan tutkularıdır.

 Şimdi hikayenin bilim kurgu kısmına geleyim. Şarkıcılar phantometal denen bir metal kullanıyorlar. Bu da kişinin DNA'sı ile reaksiyona giren ve değişik illüzyonlar oluşturmasına yarayan bir madde. Kısaca karakterler sahnede performans sergilerken açığa çıkan ve milleti coşturan görüntülerin kaynağı bu. Herkesin metali kendine özgü ve yan etkileri de çok fazla. Karakterler kullanım şekillerine göre şiddetli yan etkilere maruz kalıyor. Yine de müziğe olan tutkuları onlar için çok daha önemli olduğundan mücadeleye devam ediyorlar.

 Anime görsel açıdan çok güzel. Farklı karakterlerin hikayelerini, travmalarını, amaçlarını izliyoruz. Phantometal konusu gizemli olduğu için benim çok ilgimi çekti. Bunu kullanmanın büyük bedelleri vardı. Yapılan yarışmanın esas amacı da yavaşça gün yüzüne çıkıyor. Finali sevdim, güzel bağlamışlar. Sırf rakipler diye kimse birbirine düşman değildi ve gerektiğinde herkes birbirine yardım etmeye hazırdı. (Gifler: tenor.com)






 Hayallerinin peşinden koşan, içi dışı bir Allen'i, kardeşine çok bağlı olduğu için her şeye göğüs geren Kanata'yı, huysuz, karizmatik ve dostlarına bağlı Yohei'yi, acı çekse de her zaman kusursuz görünmeyi başaran Hajun'u, sürekli özür dileme ihtiyacı hisseden, çekingen Shiki'yi, kendi halinde, alımlı, sakin Hokusai'yi, sesi ve kalbi güzel Anne'i çok sevdim. 

 Genel olarak dostluk ve bağlar konusu çok iyi ele alınmış. Dostluk konusunu oldum olası severim ve bu animede de samimiyeti hissettim. Yaz dönemi için çok uygun bir anime bence. Müziklerden bazılarını da gerçekten sevdim. Biraz daha uzun olmasını isterdim, çok karakter vardı. Bazı kişileri yeterince tanıyamadık. 😊 



21 Haziran 2024 Cuma

Pluto (Anime)

 


"Nefretten bir şey doğmaz."

 Robotlar insanlara ne kadar benzeyebilir? Acıyı, nefreti, pişmanlığı, hayal kırıklığını hissedebilirler mi? Onlar insanları mı taklit ediyor yoksa insanlaşmaya çok mu yaklaştılar? Mükemmel bir anime izledim. Birer saatlik 8 bölümden oluşuyor. Daha fazla tanınmayı hak ediyor. 

 İnsanların ve robotların iç içe yaşadığı bir dünya. Robotlar insanlarla eşit haklara sahip ve onları savunan yasalar var. Elbette robot karşıtı olan topluluklar da var. 

 Gizemli şekilde meydana gelen hortumların sonucunda en gelişmiş robotlar yok edilir ve bunlarla alakalı insanlar da katledilir. Durumu soruşturmak için en gelişmiş robotlardan olan dedektif Gesicht harekete geçer. Düşmana dair hiçbir iz yoktur. Katil bir robot mu yoksa insan mı? Düşmanın amacı ne? Gelişmiş robotlar sırayla öldürülürken dedektif kalanlarla iletişime geçer. (gifler: tenor.com)

 Yıllar önce büyük bir savaşta kullanılmış olan bu robotlar nefreti, öfkeyi, çaresizliği hissetmektedir. Sadece içlerinden biri savaşmayı reddetmiş, kimsesiz insan çocuklarının bakımını üstlenmiştir. Epsilon, yaklaşan tehlikeyi sezer ve önlem almaya çalışır. 





 Robotlar gittikçe insanlara benzemekte, hatta insanlardan ayırt edilememektedir. Birlikte yaşamak zor değildi, uyum sağlayan yine robotlardı. Fakat kendi suçlarını görmeyen insanlar robotları hedef haline getirmeye meyilliydi. 

 Savaş karşıtı, yardımsever, ince düşünceli Epsilon; insanlar gibi gözyaşı döken, ileri seviyede yapay zekaya sahip Atom; üzüntüyü hissedip insan ya da robotların peşinden giden Uran; hafızasındaki eksiklikler yüzünden tereddüt içinde yaşayan ve nefreti hisseden Gesicht en dikkat çekici karakterlerdi. Özellikle Epsilon'un nahifliğine hayran kaldım.

 Her ne kadar bilimkurgu olsa da anlamlı ve güzel mesajlar içeren bir animeydi. Barış getirme bahanesi ile yok yere kaos ortamı yaratan ve sadece kendinde yaşam hakkı gören günümüz toplumuna güzel bir eleştiri getirilmiş. Hatta geçmişteki savaşları anımsattı bana. Herhangi bir ülkeye kitle imha silahı olduğu gerekçesiyle girip, kafasına göre savaş açan süper güç(?) ülkelerin getirdiği nefret, yıkım, acı... Nefret döngüsü başlayınca bunu durdurmak zordur. Burada etkilenen maalesef robotlar oldu. Her şeyi geride bırakmış, insanlık için uğraşıyorlardı oysa. Robotları suçlamak anlamsız, onları yapanlar insanlardı. Ve robot yasasına göre insanları öldürmezlerdi. Her zaman, her yerde insan suçlu. Robotlar bile insana insandan fazla değer vermeyi bildi, üzüntülerini anlayabildi. Dokunaklı hikayesi ve merak uyandırıcı kurgusu ile son ana kadar ilgiyle izledim. Herkese tavsiye ederim.

 Düşündüm de robotlarla insanlardan daha iyi arkadaşlık kurabilirdim. Robot dostlarım olsa ne iyi olurdu. 🙃

 Yazar Monster'in yazarı aynı zamanda. İki inanılmaz animeyi de sayesinde izlemiş olduk. Karakterleri de dış görünüş olarak çok benziyordu zaten. Monster'daki şeytan Johan'ı burada mavi saçlı ve melek gibi görmek iyiydi. 😅



14 Haziran 2024 Cuma

Bir Karakter Meselesi 21 (Kawaki)

 


  Fazla sevgi insanı ne hale getirir? Birine aşırı bağlanmak insana ne gibi bedeller ödetir? Boruto (Naruto'nun oğlu olur) animesinden Kawaki'yi izlerken bunu düşünüp durdum. (Anime yarıda olduğu için mangasını okumaya devam ediyorum.)

 Önceki paylaşımımda Naruto ve Kawaki'nin durumunu anlatmıştım. Kawaki çok özel bir çocuk. Daha çok küçük yaşta babasının zorbalıklarına maruz kaldığı gibi ondaki potansiyeli fark eden birinin onu satın alması ile hayatı daha da çekilmez hale gelir. Bir deney nesnesi haline gelir ve sürekli acı içinde yaşar. O bir taşıyıcıdır. Tüm hayatı böyle geçmiş, hiç arkadaşı olmamış ve etrafındaki herkes ona işkence etmiş.



 Doğal olarak bütün bunlardan sonra diğer insanlara karşı tamamen güvensiz olan Kawaki'nin Naruto ile karşılaşıp onun şefkati karşısında değişmeye başlaması mucize değil. İlk kez biri ona değer vermiş, koruyup kollamış, babalık yapmıştır. Naruto'ya karşı kalbi kısa sürede yumuşayan Kawaki bu kez onu hayatının merkezine koyar. Ona o kadar bağlanır ki gözü başka şey görmez olur. Naruto yaşadığı sürece kendisi de vardır, Naruto'suz bir hayatı düşünemez. Bu uğurda Naruto'ya rağmen sınırları çok aşar, Naruto'nun en değerlilerini bile onun iyiliği için gözden çıkarır hale gelir.



 Naruto'nun yaşaması Kawaki için her şey demektir. Kendi canını bile umursamaz artık ve daha güçlü olmak için büyük bir mücadele verir. İtirazlara kulak asmaz, bildiğini okur. (gifler: tenor.com)

 Bu derecede bir bağ insanın doğru düşünmesini engeller. Yine de Kawaki'yi anlayabiliyorum. Çünkü Naruto'yu yıllardır tanıyanlar onun o saf kalbini bilip, saygı duyarlar. Ki Naruto en yakınlarını öldürenleri (örneğin içine hapsedilmiş canavarı) bile affetmiş biridir. Kawaki'de bu tanışma ve bağ durumu hızlı geliştiği için böyle temiz kalpli birini kaybetmek istememesi normal. Hayatta ilk kez bağlanabileceği bir şey geçmiş eline, o da Naruto oldu. Ve Naruto'nun aksine Kawaki affedici biri değil. İkisinin baba oğul gibi olması bu noktada ironik olmuş. Bu da Naruto'nun sınavlarından biri sanırım. Bir oğlu diğer oğluna bela olur.

 Naruto fazla duygusal olduğundan yaklaşan felaket karşısında harekete geçmez bir türlü. Bu yüzden Kawaki yaptıklarında biraz haklı. Çünkü kimsenin kendisini dinlemeyeceğini, kimseyi ikna edemeyeceğini biliyordu. Eğer başka bir çıkar yol görse böyle davranmazdı. Bulduğu tek fırsatın elinden kaymasına izin vermedi. Gerçekçiydi, bu onun için de acıydı ama hedefinden dönemezdi. Kendinden nefret edileceğini bile bile herkesi karşısına aldı. İçten ve çaresiz dileği o sırada karşılığını buldu. Kawaki'nin hatası hep tek başına hareket etmesi ve kimseye danışmamasıydı. Gerçi ömrü boyunca yaşadıkları onu normal bir insan gibi düşünmekten uzaklaştırmış. Kendini şartladığı tek şey için her yolu mubah gördü. Ancak düşünmediği bir şey varsa o da kardeşim dediği Boruto'nun iradesinin ne kadar kuvvetli olabileceğiydi. Kawaki'yi de Boruto'yu da seven biri olarak ikisine de üzüldüm. Boruto'nun Naruto'ya ne kadar benzediğini bir kez daha fark ettim. Bakalım sonu nereye varacak?



Temmuz Biterken...

 Selam herkese. Bu ay fırsat buldukça indirimden kitaplar aldım. Sıcaklar nedeniyle pek kitap okunmasa da Kpss geçince daha fazla okumaya ba...