22 Ocak 2025 Çarşamba

Okuduklarım

 Bu aralar pek kitap tanıtımı yazasım yok. O yüzden kısaca son okuduklarımdan bahsedip geçeyim. 



Kaybolan

Yazarın anlatımı ve verdiği mesajlar dikkat çekici yine. Öbür kitaplarının aksine burada karakterlere gıcık olsam da ruh halleri okuyucuya iyi geçiyor. Adı üstünde toplum ve eşinin beklentileri arasında sıkışmış, kaybolmuş bir adamın hikayesi. Geçmişine dair suçluluk hissi de hiç yakasını bırakmamış. Bir yerden sonra kendini akışa bırakıyor ve istediği gibi yaşamaya başlıyor. Bir şeylerle yüzleşirken bir şeylerin de parçalanmasına sebep oluyor. Altını çizdiğim çok satır oldu.


Kaybolmak ansızın başımıza gelen felaketlerden değil; bir zaman dilimine yayılarak, yavaş yavaş, insana sezdirmeden gerçekleşiyor.

Kelimelerimle gökyüzünü dolduruyorum ve nereye bakarlarsa benden bir izle karşılaşıyorlar.

Yaptıklarının görünmesini istiyordu. Yalandan değil, hakikaten.


Suç Detayda Saklıdır (Kitabı kuşlar kemirmiş 😅 )

Kısa hikayelerden oluşan serinin ikinci kitabı. Çerezlik bir kitap bence, biliyorsunuz ki bir bakışta anlaşılan, iki dakikada çözülen vakalar bana yavan geliyor. Sadece sondaki Moriarty karakterinin olduğu hikaye animesini izlemiş olduğum için çok ilgimi çekti. Animenin sonu ve bu hikayenin finalinin çok benzer olmasına şaşırdım. :)) 


Adam, suçluların Napolyon'u Watson. Bu şehirde işlenen kötülüklerin yarısının ve çözülememiş neredeyse her suçun organizatörü o. Kesinlikle bir dâhi, bir filozof, soyut düşüncelerin üstadı o.


Bu Dünya İçin Yaratılmadın

Abdülkâdir Geylânî kitaplarından biri. Kapağı ve bu yayın evinin baskılarını seviyorum. İç sayfa tasarımı gayet güzel ve okunaklı. Keşke tüm dini kitaplar böyle basılsa. İçindeki öğüt ve hatırlatmalar ile insana çok şey katacak bir kitap. Doğrudan alıntılara geçeyim.


Ey evlat! Sen dünyada ebedî kalmak için yaratılmadın. Allah'ın yoluna uymayan bir yaşayış içindesin. İçinde bulunduğun bu hâli hemen değiştir.

Kendinde ıslaha muhtaç bir hâl var oldukça başkalarını düzeltmeye, başkalarına öğüt vermeye kalkışma.

Mü'minin hüznü süreklidir, çünkü tefekkür eder. Çok ağlar, az güler.

Riya, gösteriş ortalığı kapladı. Zulüm arttı. Şüpheliler şöyle dursun, haramları bile aldırmadan yapıyorlar. Hakk'ın nimetlerine nankörlük çoğaldı. Kötü insanlara yardım arttı. Çarşı, pazarı zındıklar -dinle alay edenler- kapladı. Kürsülerde şaraplar içiliyor. Hâlbuki orası hikmet kaynağı olmalı.

Hakk'tan başka her neye gönül kaptırıyorsan, onlar senin için put sayılır. Onları bırakıp Hakk'a dönmedikten sonra sana kurtuluş yoktur.


11 Ocak 2025 Cumartesi

Blue Lock 2. Sezon (Anime)

 


Evet anime yazıları blogda pek ilgi görmese de ben sevdiklerimi ballandıra ballandıra anlatmaya devam edeceğim. Çünkü bloğa yazmak konuşmak gibi rahatlatıcı benim için.

İlk sezonu kısa hatırlatıp devam edeyim. Dünyanın en iyi forvetini yetiştirip Japon futbolunu üst seviyeye çıkarmak için Blue Lock projesi devreye konulmuştu. Bunun için en başarılı gençler bir yere toplanmış, dışarıyla olan irtibatları kesilmişti. Böylece yüksek masraflı ve sıkı denetimli bir eğitim süreci başlamıştı. Bir zaman sonra projeyi maddi açıdan destekleyenler projenin sonlanmaması için icraat ve kanıt görmek istediler. Ve çılgın eğitimcimiz herkesi zorladı ve sınırlarının ötesine ulaşan en iyileri seçti. Sırada Japon milli takımı ile maç yapmak ve kendilerini ülkeye kanıtlamak vardı.


2. Sezonumuz Blue Lock oyuncuları ile U20 Japon takımının maçını konu alıyor. Çılgın eğitmenimiz zekasının ve sezilerinin her bir noktasını kullanarak o müthiş takımı oluşturuyor. Atacağı her adımı çoktan planlamış, kimin ne yapabileceğini çok iyi biliyor. Ayrıca gerektiğinde büyük risk alıp kendisinin bile öngöremeyeceği (bu demek oluyor ki karşı takımın da asla nasıl oynacağını kestiremeyeceği) oyuncusunu sahaya sürmekten çekinmiyor. Aslında animeye damgasını vuran bu eğitmeni tebrik etmek gerek. İzlediğim en zeki karakterler arasında üst seviyelere çıktı. Bir de şöyle bir şey var Blue Lock tamamen forvetlerden oluşuyor ve bu maçta profesyonellere karşı kalede bile hiç kalecilik tecrübesi olmayan bir forvet oynadı. Sadece bu açıdan bile Blue Lock'un üstünlüğü görülüyor. 

İlk sezonda açık ara en iyi olan forvet Rin'di. Dolayısıyla takımın bel kemiği o oldu ve takımındaki herkes ona ayak uydurmak için canını dişine taktı. Çünkü karşı takım çok tecrübeli ve en iyi savunmaya sahip oyunculardan oluşuyordu. Bir de Rin'in abisi Sae karşı takımda. Kendisi Japon futbolunu küçük görüyordu ama Blue Lock projesini merak ettiği için Japon takımına yerleşti. Bu da iki kardeş arasındaki çatışmayı körükledi.

Ana karakterimiz İsagi biraz geri planda kaldı fakat en baştan beri yükselmeye devam eden biri oldu. Rin zaten hep tepedeydi, o yüzden aldığı yol çok değişmedi ama İsagi iyi analizi, uyum sağlama ve hızlı kavrama yeteneği ile ne zaman hangi noktada bulunması gerektiğini bildi. Her şeyi sezgileri ve refleksi ile birleştirip o mükemmel ana odaklandı. Rin kendini ve herkesi parçalarcasına oynadı. Abisine olan öfkesi, yenilmezliğe olan açlığı ve hırsı onu oradan oraya savurdu. Yine de en iyi oynayanın o olduğunu kabul etmeliyim, sadece biraz şansızdı. 

Maç ile sezon da bitmiş oldu. Son anda giren Kaiser karakteri çok merak uyandırdı bende. Bayağı sorunlu bir tipmiş, animenin kaldığı yerden mangasını okumaya başladım hemen. Çizimler o kadar iyi ki animede bayılarak izlediğim efektler bile neredeyse mangası ile aynı. Çizerin bu kadar akıcı ve detaylı çizimine şaşırdım. Anime kalitesi daha da iyi olabilirdi. 

Heyecanla izlediğim bir sezon oldu. İnsanların hırsları, çaresizlikleri, başarma azmi ile kendilerini aşmalarına şahit olduk. En yüksek potansiyel kendini sonuna kadar zorladığında ortaya çıkar ancak. Blue Lock oyuncuları herkese bunu gösterdi. Onlar kendi hedeflerini, hareket kabiliyetlerini, sınırlarını tekrar tekrar aştılar ve futbolu farklı seviyeye taşıdılar. Şimdi bu animeyi izledikten sonra bana yavan gelen gerçek maçları nasıl izleyim? Zaten izlemiyordum da. Böyle güzel maç oynadılar da ben mi izlemem dedim. 😅🤭 (Gifler: tenor.com)






Sae ve Rin kardeşler, Sae'nin kardeşine olan soğukluğu, Rin'in abisine olan takıntılı nefreti üzücüydü. 😶


Nagi'nin şu muhteşem golüne bakar mısınız? 😎


Barou bu ne hiddet, kaptırma kendini bu kadar. 😅

 

  Bu da sorunlu yeni elemanımız Kaiser, son saniye çıktığı için animede izleyemedik henüz. :) 


3 Ocak 2025 Cuma

Kitap Alışverişlerim

 

Son aldığım kitapları paylaşmamıştım. Bir kısmını indirim olunca avmdeki kurtasiyeden aldım. Bir kısmını netten, son aldıklarımı da iki gün önce Enes Kitap Sarayı'ndan aldım. Orası çok büyük ve güzel bir yer. İnsan be alacağını şaşırıyor. Tabi fiyatları internete göre yüksek, özellikle polisiye, gerilim kitapları. 🥲 Wulf Dorn'dan Psikiyatrist alacaktım ama kitapyurduna göre çok yüksekti o yüzden yine sevdiğim yazar olan John Verdon'dan bir kitap seçtim. :))



 Ne zamandır ajanda almayınca bu yıl bu küçük, sevimli ve iğneleyici ajandayı almak istedim. 😅 Çok Sesli Bir Ölümü de yeni bitirdim belki yazarım.




Zacharius Usta merak ettiğim bir kitaptı. Diğeri de yarı yarıya indirimli olunca aldım. Mektuplara merak sardım bu ara. 😊


 Abdülkadir Geylani'nin bu yayın evindeki kitap kapakları çok hoşmuş. Gittiğim kitapçıda iki kitap daha vardı, şimdilik bunu seçtim. :)


1 Ocak 2025 Çarşamba

Zamk Gibi (Hikaye)

 

 Bugün içimden kısa bir korku hikayesi yazmak geldi. Ben de daha iyi odaklanırım diye akşamı bekledim yazmak için ama korku gerilim niyetiyle başladığım hikaye yine başka bir şeye döndü. Olacağı varmış, oldu. Neyse iyi okumalar. 😅


Gecenin bir yarısı parktaki salıncakta boş boş sallanırken uzun süredir gözümü bile kırpmadığımı fark ettim. Ben insan olmaya çalışmaktan çok yoruldum. İçimde bir boşluk yoktu adeta somut bir karanlık her geçen gün tüm hücrelerimi sarıyordu. Galiba üç dakikadır nefes de almıyorum, bunu da fark edince normal bir insan gibi sık sık nefes alıp vermeye odaklandım. Salıncak demirlerinin gıcırtısı şu an belki beni tek rahatlatan şey. Sallandıkça sallanmaya devam ettim.

Her şey beş yıl önce başladı. Bir kaza sonrası hastanede gözlerimi açtığımda hiçbir şey hatırlamıyordum. Kendimi, geçmişimi, alfabeyi, konuşmayı... Aslında ben dili tamamen unutmuştum, yürümeyi de bilmiyordum, yaşamımı sürdürmem için yemek yemem gerektiğini de. İnsanlarla anlaşabilmem için bir zaman çabalamam ve eğitilmem gerekti. Doktor şöyle demişti. “Bu sıra dışı bir vaka ama neyse ki sıfırdan başlamana rağmen çabuk öğreniyorsun. Yakında normal bir insan gibi olabilirsin.” Normal insan nasıldır diyemedim.

Uzaktan yankılanan fısıltıları işitince sallanmayı kestim. Başımı çevirip geriye doğru baktım. Fısıltıların geldiği yön gölgelerle kaplanmaya başlamıştı. Onlarla aramda bir perde var, bu yana geçemiyorlar ama bazen beni çağırdıklarını, benim için geldiklerini hissedebiliyorum. Sanki bir şeyi kaybetmişler, bende ne olduğunu sanıyorlar acaba? Önceleri ürperirdim de artık alıştım bu duruma. Beni asıl korkutan aradan geçen yıllarda karanlık, pis köşelere sığınma ve güzel şeylerden uzak durma dürtüm. Ailem artık bıkmış durumda, kazadan sonra bana çok yardım ettilerse de artık delirdiğimi düşünüyorlar. İfadesizce onlara baktım tekrar, neyse ki onlardan kimseye bahsetmemiştim.

O anda ilk kez aramızdaki sınırın aşılabilir olduğunu anladım. Sanki soğuk bir el uzanmış ruhumu çekiyordu, tanımlayamadığım bu hissin ardından yere kapaklandım. Bedenimde şiddetli bir baskı vardı, yerden kalkamıyordum. Etrafım gittikçe kalabalıklaştı ve zifiri karanlık içinde kaldım. Onların sesini net duyabiliyorum artık, kendi aralarında sohbet ediyorlar gibiydi.

“Vakit gelmedi mi henüz?”

“İnsan kıyımından önce bizim olanı almalıyız.”

İçlerinden biri, görmüyorum ama varlığını algılayabiliyorum, bana yaklaştı. Eğildi ve öfkeyle tısladı. Sesi kulaklarımdan beynime akan zehir gibiydi.

“Seni sefil mahluk. Bizim olanı bize ver. İnsanlar ne kadar da tutunmayı seviyorlar.”

Her şey bir anda son buldu. Şaşkınlıkla ayağa kalktığımda ablamın bir polis ile bana doğru koştuğunu gördüm. Ablam meraktan deliye dönmüş gibiydi. “Kaç saattir neredesin? Seni arıyorduk her yerde.”

Saate bakmak aklıma geldi, gece yarısına az kalmıştı. Yanıt vermek istedim ama bakışlarım sert görünümlü, iri polise kaydı. Bir elimi kaldırıp ona doğru uzattım. Tam gömleğinin yakasından kavrayacakken refleksle bir adım geri çekildi. Sorgulayan bakışları yüzüme kenetlenmişti ki ablam araya girdi. “Kusura bakmayın, bazen kafası yerinde olmuyor.” Özürü anlayışla kabul eden polis meseleyi halletmiş olmanın rahatlığı ile bizi yalnız bırakıp gözden kayboldu.

Az önce aklımdan geçen şeyin korkunçluğu ile yerime çakılıp kalmıştım. Sadece bir an, küçük bir an onu ezip parçalamak istedim. Bir saniyeliğine de olsa zihnimde canlanan kıyım görüntüsü içimde bir kıpırtıya sebep olmuştu. “Hadi, gelmiyor musun? Daha ne kadar dikileceksin orada?” diye söylendi ablam. Az önceki endişesi yerini çoktan bıkkınlığa bırakmıştı. “Geliyorum abla,” diye fısıldadım. Kafam çok karışıktı, onlar benimle konuşmuştu. Benden ne istedikleri hakkında bir fikrim yoktu.

Son zamanlarda hep kabus görüyorum. Onlardan biri olmalı, sürekli rüyalarımda. Onun karanlık, şekilsiz ama dehşet verici yüzü zihnime kazındı. İnsanlardan nefret ediyor, kıyım için kendince güzel ama benim açımdan zalimliğin zirvesinde olan planlar yapıyor. Kaç kez kan ter içinde uyandım hatırlamıyorum. Onun silahı elleri, dokunması bile felç edici. En kötüsü de o kan kırmızısı, lav gibi kendi içinde akıp duran yuvarlak gözleri...

Ablamın beni sarsması ile kendime geldim. “Dalıp durma artık, eve az kaldı, üşüdüm hem. Sen bu ince kıyafetle üşümedin mi? Doğru ya sen pek bir şey hissetmezsin.” Yadırgamaktan çok imrenmiş gibi söylemişti bunu. Nedense gülümsedim, o da gülümseyip kolumdan çekiştirdi.

O gece yorgun halde kendimi yatağa attım. Gözlerim ağırlaşıyordu, zihnim bulanmaya başladı. Uyumadan uyku aleminde yolculuğa çıkmış gibiydim. Herkes uyuyordu, usulca kapıdan dışarı çıktım. Gözlerim ıssız sokağı taradı, içime sinen yöne doğru yürüdüm. Gökyüzü kara bulutlarla kapalıydı ve ilerlediğim yön karanlığa boğulur gibiydi. Belki de sokak lambaları önünden geçmeme hürmeten gözlerini kapıyordu. Çünkü herkes bilir ki biz ışıktan nefret ederiz. Biz mi? Biz kimiz diye bir soru takıldı aklımın bir köşesine. Ben yürüdükçe etrafımdaki hava değişiyor, görüşüm genişliyor, bedenim hafifliyordu. Sarhoş olmuş gibiyim. Az sonra ormanın derinliklerinde ilerliyordum, her yer balçıkla kaplı ama bu bana iyi hissettiriyor. Onları karşımda bulduğumda hiç şaşırmadım. Karanlığın içinde lav gibi parıldayan gözler...

“Sonunda,” dedi içlerinden en genç olanı.

“Bizi çok beklettin. Hadi gidelim.”

Artık kim olduğumu biliyordum. İçinde bulunduğum aciz insan bedenine tiksinti ile baktım. Nasıl olduysa bu bedene hapsolmuştum. Aramızdaki son bağı da elimle koparıp bedenden süzülerek ayrıldım. “Artık özgürüm kardeşlerim, harekete geçebiliriz.” Anında bana itaat ettiler, haykırarak ortalığı inlettiler. Tabii insanlar bunu gök gürültüsü olarak duyardı.

Ormandan aşağıdaki uçuruma doğru süzülürken geride bıraktığım hareketsiz bedene baktım. Kendimi insan sandığım ve insan olmaya çalıştığım anlar nedeniyle içimde bir öfke dalgası kabardı. Ben ben olmayı nasıl unutmuştum. Sefil insan ölmek üzereyken bana kuvvetle yapışmış beni bedenine çekmiş olmalıydı. Bu görülmemiş bir şey değildi ama benim başıma ilk kez geliyordu. İçimdeki insansı hisleri bir an önce atmam, arınmam gerekliydi. Yılda bir düzenlediğimiz kıyım günü gelip çatmıştı yine. Sözleri anlamsız olsa da içimizdeki karanlığı harlayan binlerce yıllık yüce ezgileri hep bir ağızdan söylemeye başladık.


“Tüm ateşler sönsün,

Yıldızlar dökülsün, ay çöksün.

Bu gece bizimdir,

İnsan ganimetimiz bol olsun!

Elden kaçtı mı ganimet unutma,

Zamk gibi yapışır sana!”


Son dizeyi söylerken gözlerimi devirdim istemsizce, o anda gözlerim yere aktı. Kardeşlerim gök gürültüsü sesleriyle kahkahalar attılar. İnsanlaşmamla dalga geçtiler. Tabi bunu takmadım, sonuçta insan değilim yoksa utançtan yerin dibine girerdim şimdi. Eğildim yere dökülen lavdan gözlerimi toplamaya çalıştım.



28 Aralık 2024 Cumartesi

Shiplediğim Anime Karakterleri

  

Aslında yakıştırmak demeliyim de bu kelime çok dilime dolandı. 😅 Listem kabarık o yüzden en sevdiğim bir kaçına yer vereyim. (Can sıkıntısından yine garip şeylere sardım. 🤭 )


Kougami & Akane (Psycho Pass)



 Bu ikisi animede çift bile değil, aralarında romantizm de yok gel gör ki minnoş kalbim hep ikisi bir araya gelsin istedi. 😆 En azından animede birbirlerine ne kadar değer verdiklerini hissedebildik. Özellikle atarlı Kougamimizin her şeye ve herkese kızarken Akane kendisini kaç kere yaralamış, eleştirmiş olsa da ona zerre kızmaması bence gizli bir aşk ilanıydı. 😎💕 İki karakterde de kendimden bir şeyler gördüğüm için onları çok sevdim. Akane, infazcı Kougami'nin üstü bu arada. Kougami gibi biri çıkmıyor ki karşımıza, adam gibi adam. Bak yine izleyesim geldi. 🤭




Violet & Gilbert (Violet Evergarden)



 İkisinin de hayatları zor geçtiği için üzülmemek elde değil. Gilbert henüz çocuk yaştayken Violet ile karşılaşıyor, birlikte savaşlara giriyorlar. Gilbert'in Violet'e karşı olan merhameti, sevgisi zamanla suçluluk duygusuna dönüşüyor. Yıllar geçip Violet büyüdükçe Gilbert'i aklından atamaz oluyor.

 Romantik dram içerikli en iyi anime diyebilirim. İki karakterin de hisleri fazlasıyla izleyiciye geçiyor. Tabi başta Violet'in küçük yaşta olması ve aradaki yaş farkı göze batsa da kuvvetli bağların asla kopmayacağını bize gösteriyor anime. Aklıma geldikçe anime filmini izlerim. 🤧🤧


Minato & Kushina (Naruto)



  Çocuk yaşta tanışıp birbirine aşık olan çiftimiz. Minato fedakarlığın vücut bulmuş hali diyebiliriz. Eşini, çocuğunu, köyünü, halkını çok sevdi. Sonunda seçim yapmak zorunda kaldığında bir şeyleri geride bırakıp eşiyle gitmeyi tercih etti. Çünkü geride kalmak umudu yok etmek demekti. O hiç düşünmeden ölümü kucakladı. Nasıl güzel bir eş, baba ve lider olduğunu kanıtladı. Sevgi dolu güçlü Kushinamız da zor bir hayat yaşadı. Minato olmasa belki hayatı sadece yalnızlıktan, kötü anılardan ibaret olacaktı. Mükemmel çiftime burada veda ediyorum. 🥺💕


 Yuta & Rika (Jujutsu Kaisen)



 Yuta ve Rika da çocukluk aşıkları. Birbirlerine bir söz vermeleri onların laneti oldu. Yuta yıllarca bir lanetle yaşamak zorunda kaldı ve tam pes edeceği sırada bir şeylerin farkına vardı. Tek bir gerçek vardı, ikisinin de birbirine olan sevgisi bitmemişti. Beden değil ruhun önemli olduğunu ve ayrılmaz bağların varlığını bir kez daha görmüş olduk. Anime fantastik macera olunca biraz uçuk kaçık gelebilir ama İkisinin hikayesi beni etkilemişti. 🥰🌺


Mikasa & Eren (Attack on Titan)



 Ahh ahh bu ikisine ne desem bilmiyorum. Onların öyle bir ilişkisi vardı ki savaşmak gibi adeta. Mikasa çocukluktan beri Eren'i severdi ama hislerini hep içine attı. Onun Eren'in kalbindeki yerini ise çok sonra gördük. Onlar hem çok yakın arkadaş, hem ayrılmaz ikiliydi ama hayat ikisini birbirine hep tokuşturdu, çatladılar bir süre sonra. 😥🌺 Kim dayanabilirdi ki, Mikasa için de Eren için de çok zor oldu. Keşke her şey daha farklı olsaydı. İkisinin de hedefleri aşklarından önemliydi. 🤧🤧


Howl & Sophie (Yürüyen Şato)



 İkisini zaten tanımayan yoktur. Howl fantastik güçleri olan özel bir insan. Kendi görünümüne çok özen verse de sıradan görünüşlü, nahif kızımız Sophie ile aralarında güzel bir bağ oluşur. Howl Sophie sayesinde gerçek güzelliğin ne olduğunu anlar. İkisinin de birbiri için çabalaması, emek vermesi güzeldi. Kalp ısıtan bir sevgileri, bağlılıkları vardı. 💕🌸 


 Bayağı uğraştım, yorumlarınızı bekliyorum. Sizler de favori çiftlerinizi yazabilirsiniz. :) 


27 Aralık 2024 Cuma

Navillera (Dizi)

 

Diziye oyuncu Song Kang için başladım. My Demon dizisinde ilgimi çekmişti ama bu dizi ile gönlümde ayrı yer etti. İyi ki izlemişim dediğim bir dizi oldu Navillera.



  70 yaşındaki dede emekli olduktan sonra bale öğrenmeye merak salar. Zamanında babası karşı çıktığı için ve hep çalıştığı için fırsatı olmamıştır. Şimdi de yaşı yüzünden eşi ve çocukları karşı çıkar. 

 Dede bir gün kendini bale salonunda genç Chae Rok'u izlerken bulur ve hayran kalır. Bale hocası henüz kendini kanıtlama aşamasında olan ve yarı zamanlı işlerde çalışan Chae Rok'a dedeyi eğitmesi görevini verir. Aslında niyeti dedenin bale öğrenmesinden çok gencin odağını ve zamanını daha fazla baleye çekmektir.

 Chae Rok istemeyerek kabul eder ve dede ile aralarında kuvvetli bir bağ gelişir. İkisi de birbirini destekleyerek yükselişe geçer.



 Spor konusunda sanırım beni en etkileyen dizi oldu. Dedenin pes etmeden ve ağrılarına rağmen çalışmasının yanında etrafındaki herkesin kalbine dokunuşu çok hoştu. Başta Chae ve birçok kişiyi değiştirdiğini söyleyebilirim. Dedenin nahif yanı ve sevecenliği ile Chae'nin sessiz ve düşünceli yapısı beni diziye anında çekti. İkisi dede torun gibi oldu adeta. Açıkçası Song Kang'ı oynadığı bu karakter ile çok özdeşleştirdim. Gösterişten uzak, kendi halinde mücadele veren ve göründüğünden duygusal biriydi. Böyle karakterleri özlediğimi fark ettim. Keşke öyle bir dostum olsaydı. :) Dizide romantizme girilmemesi de ikili arasındaki bağı daha ön plana çekmiş, çok da iyi olmuş. 

 Diziyi çok sevdim. Bazen yavaş ilerlese de hayata dair çok şey gösteriyor bize. Spoiler olmasın diye sonlarını anlatmıyorum ama kişinin başarısının desteklenmek ve ciddiye alınmakla çok arttığını gördük. Dedeye üzüldüğüm anlar oldu, Chae'nin ona sahip çıkışını görmek de bana burukluk verdi. Çünkü yaşlılar genelde hayallerini gerçekleştirme konusunda, hele de hastaysa hiç desteklenmiyor. Hatta bazı aileler bakımını bile yapmak istemiyor, üzücü gerçekten. O yüzden bu diziyi izlemek bana iyi geldi. Hayatın içinden bir şeyler izlemek isteyenlere tavsiye ederim. (Not: şu bale kıyafetleri niye bu kadar çirkin olur ya, güzel bir şey tasarlayamıyorlar mı?)


25 Aralık 2024 Çarşamba

İyi Geceler

 


Bir süre kendi kabuğuma çekildim, buradan uzak kaldım. Pek paylaşım yapasım da yoktu. Atama dönemi heyecanı ile kitap okumaya da biraz ara vermiştim, tabii yine umduğumu bulamadım şimdilik. Çünkü bu atamada bizim bölüm için sadece 4 kişilik kadro açılmış. Kendimi atanacağıma o kadar hazırlamıştım ki kadroyu gördüğüm ilk 2 gün kafam çok bozuktu. Sonra toparlandım ve yaz dönemi atamasını bekliyorum artık. Alımlar daha iyi olur İnşallah. İki üç ay sonra sağlık bakanlığı ataması olacak sanırım, bir ara bizim bölümden 20 civarı kişi almış, yine alırsa benim için çok iyi olur. Hayırlısı bakalım.

Söylenecek çok şey var evet ama burada konuşmaya gerek yok. Yeni yeni sinirim geçti, o konulara girmeyelim. Mülakatlı alımlara başvurmam zaten mezun olalı yıllar olmuş, konuları unuttum gitti. Ders çalışmaktan da bıktım, uğraşamam artık. 2 olmadı 3. atamada yine bana sıra geleceğini umuyorum. Allah hakkımda hayırlısını versin. Beklemeye devam, bir şekilde oyalanıyorum yine. Umudumu kesmiş değilim.

9 Aralık 2024 Pazartesi

İslam Deklarasyonu ve Tarihi Savunma (Kitap)

 


Bu kitabı bir süredir merak ediyordum. Sonunda okuma fırsatı bulabildim. Herkesin okuyup özümsemesi gereken bir kitap.

Kitap genel olarak Müslüman halkların geri kalmışlığı, bunun sebepleri, çözüm yolları ve İslami nizam üzerinde duruyor. Eğitim sisteminden siyasete pek çok eleştiri var. Yazar muhafazakarlar ve yenilikçiler arasındaki anlaşmazlığı ve nedenlerini güzelce vurgulamış.

İslamın sadece inançta kalmaması gerektiği, İslamı yaşam tarzı haline getirmek gerektiği ve halkların bir olması gerektiğini vurguluyor. Kısaca halk ve yönetim arasındaki farklı görüş nedeniyle toplumda istenen motivasyon ve azmin sağlanamayacağını söylüyor. Yani Müslüman olmayan, yabancı kesimi yönlendiren, harekete geçiren şeyin bizde işe yaramayacağını anlatıyor.

Bence bir Müslümanın neye dikkat etmesi gerektiği konusunda çok faydalı bir kitap. Geçmişten beri bir şey değişmediğini görmek de üzücü gerçekten. Gücü elinde tutan ülkeler "böl, parçala ve kendine bağımlı hale getir" taktiğinde hâlâ başarılı malesef. Bu bahane ile milliyetçilik adı altında çok savaş çıkarttılar. Hâlâ da toplumlar bunun acısını çekiyor. Kitabın sonunda bu yazdıkları nedeniyle Aliya İzetbegoviç'in haksız yere mahkemede yargılanmasına ve kendi savunmasına da yer verilmiş. 

Çok fazla altını çizdiğim yer vardı ama birkaçını paylaşıyorum.


Nüfuzun bu yeni formuyla ulaşılmaya çalışılan hedef ise yine aynı: buradaki varlıklarını garanti altına almak ve Müslüman ulusları manevi açıdan zayıf, maddi ve siyasi açıdan kendilerine bağımlı vaziyette tutmaya devam etmek.

İslam'a yabancı olan hiçbir ideal ne kültür ne de devlet sahasında asla kayda değer bir tesir oluşturmayı başaramadı. Aslına bakılırsa, Müslüman halkların tarihinde büyük ve bahsetmeye layık ne varsa tamamı İslam nişanlarının gölgesinde gerçekleşmiştir.

İslam'ın sadece bir inanç olduğu düşüncesinden hareketle muhafazakârlar İslam'ın dış dünyayı tanzim etme gayesi olmadığı ve yenilikçiler de İslam'ın dış dünyayı düzenlemesinin mümkün olmadığı kanaatine varırlar.

Akıllara ziyan bir sığ görüşlülükle milletin mukaddesatını çiğnediler ve hakiki hayatı yok ederek yerine imitasyon bir yaşam koydular.

Halklarımızı boyunduruk altında tutmak için artık demir zincirlere ihtiyaç kalmadı zira bir milletin eğitimli kesiminin irade ve şuurunu felç eden bu yabancı "eğitimin" ipek iplikleri de aynı güce sahip.

Eskiden bu yana şahısların aşırı methine hem Doğu'da hem Batı'da sık rastlanır. Bu, bir çeşit putçuluğu temsil ettiği için İslam'a açık bir şekilde yabancıdır.

Yani yaptığımız bir şey yüzünden değil de yapmayacağımızdan emin olunmayan bir şey nedeniyle doksan yıl hapisle (!) yargılandık.



Mim

 

 Katılanları görünce heveslendim ben de bir şeyler karalayım dedim. :)

 

2025 Yılından Beklentilerin Neler?

Dünya ve toplumla ilgili hepimizin ortak beklentileri vardır elbette. O yüzden bunu geçip kendimle ilgili beklentilere yer vereyim. Benim için farklı bir yıl olacak gibi, tabii Allah izin verirse. Yaşam ve beslenme tarzımın değişeceğini düşünüyorum. Bu da ruh halimi ve fiziki yapımı daha olumlu etkileyecektir. Uzun bir bekleme sürecinden sonra hedefime ulaşmaya çok yaklaştım. Bu sayede düzenli ve planlı bir hayata da geçebilirim. Yeni şeyler öğrenmek, vaktimi daha yararlı şeylerle geçirmek ve görmek istediğim bazı yerleri gezip görmek istiyorum. Hakkımda hayırlısı olsun İnşallah. :)

2024 Yılı Nasıl Geçti?

2024 benim için dağılma döneminden sonra toparlanma sürecine girmek gibiydi. Kendime geldiğimi hissettim, belirsizlikler de ortadan kalkmaya başlayınca daha huzurlu ve gevşemiş hissettim. Eskisi kadar bir şeylere takılıp kalmıyorum, öfkemin azaldığı ve güzel şeylere odaklanabildiğim bir dönem de oldu. Bu halimi hep sürdürebilirim İnşallah. :) 



5 Aralık 2024 Perşembe

Sağlıklı Beslenmeye Başlıyorum

 

Selamlar, bu ara yeni bir karar aldım. Bugünden itibaren glutensiz beslenmeye geçeceğim. Pek çok üründe gluten bulunduğu için biraz zor olacak ama araştırınca alternatif ürünler de olduğunu gördüm.

Son yıllarda gıda terörü ve ilaç firmalarının dayatması yüzünden sağlığımız daha kötüye gider oldu. Sindirim sistemi çok şeyi etkiliyor, bu yüzden öncelikle glutensiz hayata alışmaya karar verdim. Bir düzeni oturtursam gerisi kolay olacaktır. Tabi hazır gıdalar, abur cuburu da bırakıyorum.

Her ne kadar yediklerimizin sağlıksız olduğunu bilsek de bunları bırakmak için şu an somut adım atma nedenim fibromiyalji. Duyanlar olmuştur belki insanın uyku düzenini bozan, yorgunluk hissi veren ve sık sık ağrı yaşamasına sebep olan bir rahatsızlık. Bende uyku düzensizliği ve yıllardır süren baş ense ağrısı ayrıca ev işi yaptıktan sonra başlayan eklem ağrıları vardı. Zaten sinir stresimin sebebi de buydu. Oysa doktora gidince bir çoğu psikolojik diye geçiştirdi, esas sorunu bulmaya çalışmadı. Yani sinir stresimin sebebi zaten tekrar edip duran ağrılardı.

Son gittiğim nöroloji doktoru sorular sordu ve fibromiyalji olduğumu söyledi. Yine ilaç yazdı, şimdi daha iyiyim şükür ama araştırınca kesin çözümün gluteni kesmek, beslenmeyi düzeltmek ve magnezyum, vitamin vb takviyelerin alınması ile olacağını öğrendim. Artık bunlara yoğunlaşacağım, olumlu bir sonuç alırım İnşallah. Zaten herkesin bir an önce sağlıklı yaşama dönmesi gerekiyor. Beslenme konusunda Canan Karatay'ın kitaplarını da almayı düşünüyorum. Doğruları söylüyor diye herkes kadına savaş açtı ama dinleyince çok da mantıklı dedikleri. Bize en iyi kendimiz bakarız, sağlık ve gıda sektörü işi ticarete dökmüş durumda. Bu kadar bozuk gıda ve gereksiz ilaçla sağlıklı kalmak mümkün değil zaten. 


29 Kasım 2024 Cuma

Ateş Ağacı (Kitap)

 


 Kitabı ikinci el almıştım ve eski bir kitap olduğu için dilinin zor olacağını düşünerek okumayı hep erteledim. Ancak düşündüğüm gibi anlaşılması zor değilmiş.

 Cemil Bey'in ağzından hayat hikayesini okuyoruz. Bulunduğu çevre zevk sefa düşkünü insanlar ve etrafını saran gösterişçi kadınlardan oluşuyor. Bunlardan bunalan Cemil son olarak amcası onu bu kadınlardan biriyle evlendirmeye çalışınca kaçarcasına oradan uzaklaşıyor. Hemen gidip bir akrabası ile evleniyor.

 Artık daha sakin ve mütevazi bir hayat yaşayan Cemil yine de etrafını saran ve ona ilgi gösteren insanlardan kurtulamaz. Sonunda beklenmedik bir durumun içinde kendini bulur. Seçim yapmak, bir karar vermek lazımdır ama Cemil için bu çok zor olur.

 Yazarın anlatımını çok sevdim. Karakter tahlilini öyle iyi yapıyor ki sanki karşınızda gerçek karakterler var. Eski kelimeler çok kullanılmış ama her sayfanın altında açıklamalar yer aldığı için okumayı sekteye uğratmıyor. Sonlara doğru Cemil'e sinir olsam da kitabın anlatmak istediği her şey okuyucuya geçiyor. Yazarın başka kitaplarını da okumayı düşünüyorum.


Eğlenceye, zevke, gençlik ihtiraslarına doymuş, bunları kanıksamış bir kimse, onlardan daha üstün bir zevk âlemi bulamayınca, muhtelif his buhranlarının ve rûhî dalganışların cezr ve meddinde âvâre bir çöp gibi çalkalanıp duruyor.

İşte ben, bu doğumla ölüm arasındaki kısacık ömrü, basit ve değersiz kıymetlere bağışlayan insanlardan kaçtım.

Tavuğu için döğüşen horoz mâzurdur; fakat üç santim boyundaki kalem için döğüşen çocukta, yirmi kuruş için katil olan bir adamın duygularının küçük çapta bir örneğini görür gibi olarak ürkerim.

Bence akıl, akla yakışmayan çirkinlikleri ezebilmekle sâbit olur.



Okuduklarım

 Bu aralar pek kitap tanıtımı yazasım yok. O yüzden kısaca son okuduklarımdan bahsedip geçeyim.  Kaybolan Yazarın anlatımı ve verdiği mesajl...