Uzun aradan sonra öykü paylaşıyorum. Yarışma için yazmıştım, yine olmadı tabii. Burada paylaşmak istedim. :)
Rutubet kokulu, karanlık odayı tek bir mum aydınlatıyor; cılız ışık rüzgârın uğultusuna ayak uydururcasına titreşiyordu. Penceresiz, küçük oda her şeyden soyutlanmıştı. Eski püskü, ahşap masada oturan adam tam da bunun üzerine düşünüyordu. Sadece bu mekân değil kendisi de dış dünyadan kopuktu. Zaman algısı olmadığından ne kadardır burada bulunduğundan emin değildi. Oda onun için durup dinlenebildiği bir durak gibiydi. Dışarıdaki insanlara her temas ettiğinde onların içindeki zehri kendi bedenine çekiyor, bazen dayanılmaz acılara katlanmak zorunda kalıyordu. Hâl böyleyken buradan çıkmayı vicdanının elverdiğince erteliyordu.
Daha kısa süre önce kalbinin sızısı dinmişti, alnında biriken teri mendiliyle sildi. Tükenmiş hissediyordu ama az sonra hepsi geçecek, gücünü toplayacaktı. Tekrar eden bu döngü kaçınılmazdı.
Nefes alışverişi düzene girince soğukkanlılıkla ayağa kalktı, bakışlarında hiçbir ifade yoktu. Önündeki duvarı incelemeye koyuldu. Kalemi o kadar sıkı tutuyordu ki parmaklarının acımaya başladığını fark etmemişti. Sıvası yer yer dökülmüş duvara yaklaştı, nemden lekelenmemiş en uygun noktayı seçti. Kalemin ucundan düşerek yerde küçük bir birikinti oluşturan damlaları ise görmezden geldi. Katran karası damlalar kalbinden kalemine akan birer zehirdi. Yazdıkça içindeki zehri söküp atıyor, kurtuluyordu. Yavaşça elini uzattı, yazmaya başladı. Kusursuz denebilecek güzellikte bir el yazısı vardı.
Uykuda insan, kendi sonunu hazırlıyor.
Ömür ölümün kıyısında hep,
Gönüllerin ışığı sönmüş, eller kan lekesi...
Kıyılan canlar hesap vaktini bekler,
Bu kadar zulüm âleme fazla,
Arınma yakında başlayacak...
Tehditkâr görünen son cümleyi bastırarak yazdı. Gevşeyen parmaklarının arasından kalem düştü. Boş gözlerle yazıya baktı. Eli satırların üzerinde kaydı, katran karası bulaştı parmaklarına. Çok isterdi insanlığı yeniden yeşertebilmeyi. Çöldeki bir kum tanesi gibi etkisizdi oysa. Görüyordu sonun yaklaştığını, ruhların göçüşünü. “En azından tüm acılar sonlanmış olacak,” diye mırıldandı. Gülümsedi. Boğazına bir yumru oturunca gülümsemesi soldu. Ruha işleyen bunca keder unutulur muydu? Ölüm temizler miydi yaşanmışlıkları?
Her şey çoktan geride kalmıştı. Sevgi, merhamet, empati, samimiyet, dostluk... Gülümseyen bir insanı en son ne zaman gördüğünü anımsamıyordu. Artık her yerde çatışma, karmaşa hâkimdi. Çocukların bile küçük zalimlere dönüştürüldükleri bir dünya...
Yakın geleceğe gözlerini kapatanların aksine o nereye dönse aynı manzarayı görüyordu. Son mazlum da öldüğünde kalanların kıyımı başlayacaktı. Ağır bedel ödeyecekti zalimler, insan ettiğini bulacaktı. Onların yenilgiye böylesine canavarca koşuşuna şaşıyordu. Bitiş çizgisini geçince gerçek, tokat gibi yüzlerine çarpacaktı. “Ah insanlar...” diye mırıldandı.
Mum söndü, ayağa kalktı. Dışarıdaki fırtına dinmiş gibiydi. Cebinden mendil çıkarıp az önce lekelenmiş parmaklarını sildi. Her ne kadar bu odadan dışarı çıkmak istemese de henüz solmamış insanlar için bir kez daha araladı kapıyı, dışarı çıktı. Gecenin puslu karanlığına adım attı, buz gibi hava insanın ciğerine işleyecek cinstendi. Kaldırım kenarına sızmış iki adamı, acımasızca kavga eden grubu görmezden gelerek caddeye doğru yürüdü. Siyah, uzun ceketinin içinde karanlığa karışmış gibiydi, onu fark eden yoktu. Kalabalığa henüz girmişti ki ötede bir patlama oldu. Kaos saniyeler içinde caddeyi sardı, yeni kan lekeleri eklendi öncekilere.
Umutsuzca izledi adam. İnsanlık çöktükçe omuzlarına yük bindiği hissine kapılıyordu. Dokunup da kaldırabileceği insan pek kalmamıştı artık. Sıkıntı içinde yürümeyi sürdürdü. Hiç birinin kalbinde iyilik zerresi hissetmiyordu. Öfke, nefretle atıyordu kararmış kalpler. Sonunda pusun içinden çıkıp daha sakin bir alana geçti. Gözleriyle etrafı tararken derinlerde, bir iyilik kıpırtısı hissetti ve onun nereden geldiğini anlamak için koştu. Yaklaşık bir kilometre gittikten sonra bir gencin baygın bir adamı taşımaya çalıştığını gördü. “Yardım edin, çok kan kaybetmiş. Kimsenin umursadığı yok.” Gencin sitem dolu sözlerinin onun için bir anlamı yoktu. Yaralı olan tehlikeli bir çete lideriydi, bunca zaman yaktığı canlara karşılık biri de çıkıp onu vurmuştu. Yine de bir şey demeden yardım etti. Şu an tek düşündüğü bu her şeyden habersiz, duyarlı gencin karanlığa teslim olmasını önlemekti. İkisi birlikte yaralıyı hastaneye yetiştirdikten sonra genç teşekkür etti. Adam gülümseyerek ona baktı, elini delikanlının kalbine koydu. “Sen iyi birisin. İçinde büyümeye çalışan bir filiz var. Bu çukurdan uzaklaş ki karanlık seni yutmasın.”
Şaşıran delikanlı ne diyeceğini bilemedi. Garip hislerle dolmuştu, içinde gerçekten bir kıpırtı hissediyordu. Umut fısıltısı kulaklarına çalınıyor, gözlerine sonsuz güzelliğin manzarası düşüyordu. Adımları onu şehrin dışına taşıdı, kendine yabancılaştığı diyarı terk etti.
Kapıyı kapatıp tekrar karanlık odaya döndü adam. İçeri girdiği anda kalbi sıkıştı, düşmemek için duvara tutundu. Kalbi, gençten kendi bedenine akan zehre tepki veriyordu. Biraz sabretse her zamanki gibi geçecekti ağrı, sonra yeniden yazarak zehri dışarı akıtacaktı. Derin bir nefes alıp dişlerini sıktı, şakaklarında boncuk boncuk terler birikmişti. Ölüm gibi bir andı ama hiç ölmüyordu. Gözleri yerdeki kalemini aradı.