30 Mart 2022 Çarşamba

Konya Gezmesi


 Sonunda memlekete gelip bizimkilerle hasret giderdik. Eşim çalıştığı için uzun zamandır tek geliyordum şimdi fırsattan istifade edip birlikte geldik, bol bol geziyoruz. Başta hava bayağı soğuktu, iki üç gündür güneşli ve sıcak. Ramazanı da biraz burada geçireceğiz, şimdiden herkese hayırlı Ramazanlar dilerim. :)

 İlk önce Mevlana taraflarına gittik. Bayağı kalabalıktı ve maske takan hiç yoktu neredeyse. Çarşı içi olduğu için burası genel olarak kalabalıktır.



 Rahmet Ormanları daha çok piknik yapmak ve temiz hava almak için gidilebilecek bir yer. Mangal yakmak serbest olduğu için soğuk havaya rağmen çok kişi vardı. Biz de kuzenlerle semaver götürdük, bir şeyler yedik, dağ bayır gezdik. :) Oturma yerlerini çekmedim insanlar olduğu için.



 Kelebekler Vadisi'ne gittik ama içeriye girmedik. 65 yaş üstü 5 TL, öğrenci 7.5 TL iken yetişkin 25 TL olmuş. Zaten daha önce birkaç kez gördüğümüz için gerek duymadık. 

 Sille'yi seviyorum bayağı. Eski evleri, tarihi görünüşü ve baraj gölü ile çok güzel bir yer. Kafeler var, oturup bir şeyler yiyebiliyorsunuz. Hediyelik eşya satan dükkanlar da var. Etraf kayalık alanlarla çevrili ve ıslah çalışmaları yapılıyordu bugün gittiğimizde. Sille'deki Şeytan Köprüsü'nü yakından çekmeyi çok istedim ama toprak mı kaymış ne olmuş, yol fazla eğimli, taşlı, bozuktu. Biraz tırmanıp yandan çekebildim sadece. Çıktım ama sonra kedi gibi inerken zorlandım, benimki yardım etti ona rağmen düşeyazdım. :)) Akşam üstü güneş alçalırken barajın manzarası da harika görünüyordu. Şansımıza hava çok güzeldi, temiz hava almak iyi geldi. Günlerdir bol bol da yürüyüş yaptık. Konya'ya yolunuz düşerse Sille'ye muhakkak uğrayın. :) 











25 Mart 2022 Cuma

Stigma (Kitap Tanıtımı)

 



 "Yeniden başlıyor. Beni yine terk ediyorlar. Ve sen, terk edilmekten ne kadar nefret ettiğimi bilirsin. O kadar şefkatle koruduğum hazinelerimi senin yüzünden elimden aldılar. Senin aksine, ben bunları unutmadım. Bu yüzden hafızanı biraz tazelemenin vakti geldi... Oyun daha bitmedi Tom Kessler... Şimdi yeniden başlıyor. Ve sende başladığım şeyi bu defa tamamlayacağım."


 Yazarın okuduğum ikinci kitabı. Dürtü'yü daha sonra yazmış olmasına rağmen ben hem kurgu hem gerilim yönünden Stigma'yı çok daha başarılı buldum. O yüzden okumaya iyi ki Dürtü ile başlamışım, fazla bir beklentim yoktu Stigma'da.


 Tom Kessler, on üç yaşındayken bir katil tarafından bodruma hapsedilmiş ve çeşitli işkencelere maruz kalmıştı. Üç saatlik gerilim dolu sürecin ardından o ana dair hafızasını kaybetmişti ve yaşamının sonraki yıllarında da ara ara hafıza kaybı yaşamaya devam etmişti.

 Geçmişi yüzünden korku içinde yaşayan Tom kolayca insan içine çıkamayan biridir ve sığınağı olarak gördüğü evinde vaktini geçirmektedir. Başarılı bir yazar olmuştur ve kitapları çok satmaktadır. Karısı ve çocuğuyla her şeye rağmen mutlu yaşadığını düşünürken bir gün bir cinayet işlenir. Katil, Tom'a bir mesaj göndermiştir, hem de yıllar önce öldüğü düşünülen katil... Ailesini ve kendini korumak için çabalayan Tom terapistinin ve çevresinin baskısı ile silinmiş anılarını ortaya çıkarmak için adım atar.

 Başta polisiye ağırlıklı bir roman olacağını düşünmüştüm fakat kitap daha çok psikoloji üzerineydi. Karakterin yavaş yavaş geçmişini hatırlaması, hissettiği dehşet çok güzel aktarılmış. Bu kitabın çevirmeni de farklı olduğu için dilini daha çok sevdim. Yazarın hayal gücüne hayran kaldım. Başta öylesine okumuşuz gibi gelen detaylar kitabın sonunda öyle bir yere bağlanıyor ki hayret ettim. Konu sadece bir katili bulmanın çok ötesinde, bu kendini iyileştirmenin hikayesi. Sonlara doğru hiç aklıma gelmeyecek bir yere sapıyor konu. Finali ise beni oldukça şaşırttı ve etkiledi. Kitap beklentimin üstündeydi, herkese tavsiye ederim.


"Bu bilgi, onu içinde inandığı her şeyin çökmesine sebep olan bir deprem gibi sarstı. Hayatını taşımakta olan sütunlar parçalandı, bir anda un ufak olarak kuma dönüştüler."

"Geçmişten gelen trenin üzerine doğru süratle geldiğini görüyordu ve bu trenin önüne atlamaya hazırdı."


19 Mart 2022 Cumartesi

Drizzt Efsanesi 3.Kitap-Göç(Kitap Tanıtım)


 "Gözlerimi yakıyor ve vücudumun her bölgesine acı veriyordu. Piwafwimi ve çizmelerimi parçalamış, zırhımdaki büyüyü yok etmiş ve de hep güvendiğim kılıçlarımı zayıflatmıştı. Yine de her gün, hiç şaşmaksızın, gün doğumunu beklemek için aynı yükseltiye, yargılanma yerine oturuyordum."


 Bir önceki kitapta Drizzt artık yer altında barınmak istemediği için yeryüzüne çıkma kararı almıştı. Uyum sağlaması gereken ilk şey ise gözlerinin güneş ışığına alışmasıydı. Bu süreci bir yargılanma olarak kabul edip yakıcı gün ışığına karşı koymaya çalıştı. Sonraki günlerde ise kötü şöhretli ırkı yüzünden kimsenin kendine güvenemeyeceğini anlamış oldu. İnsanlar ve diğer ırklar kara elflerden o kadar korkuyordu ki Drizzt'i gördükleri anda onu hiç dinlemeden ya kaçıyor ya da ona saldırıyorlardı. Her ne kadar ön yargılı olsalar da Drizzt onu pek suçlayamıyordu çünkü kendisi de zalim kara elflerden nefret ediyordu. Yine de pes etmemekte kararlıydı.

 Drizzt uzun süre "ev" olarak adlandırabileceği, kabul göreceği bir yer aradı. Bazı talihsiz durumlara dahil olması da yanlış anlaşılmasına neden oldu. Kitap boyunca hep bir yolculuk halindeydi, Montolio ile karşılaşması hayatının dönüm noktası oldu. Yaşlı, kör korucu Drizzt'i kabullenip ona pek çok şey öğretti. İkisinin arasında geçen diyalogları çok sevdim. Drizzt her ne kadar geçmişi yüzünden huzursuz olsa da Montolio doğru sorularla onu konuşturmuş, içini dökmesini sağlamıştır. İkisinin dostluğunu görmek güzeldi. Montolio'yu çok sevdim ben. Hem tüm hayvanlarla çok iyi anlaşan hem de sağduyulu, dikkatli ve anlayışlı biriydi.

 Bu kitapta Drizzt'in yeryüzüne uyum sağlama süreci iyi aktarılmış. Başta hayvanları bile tanımadığı için bir kokarcayla konuşmaya çalışmıştı. Kavga eden iki farklı türle karşılaştığında ise kimin iyi taraf olduğunu bilmediğinden yardım etme konusunda bocalaması gerçekçiydi. Sürekli bir arayış içinde olan karakterimizin finalde seçimlerinin sonucunu ve ulaştığı noktayı görüyoruz. Yine çok severek okuduğum bir kitaptı. Daha önceki bölümlerde bahsetmeyi unuttuğum bir şey de yazım hatalarının göze çok batması. İthaki'ye yakıştıramadım bunu, keşke daha özenilseymiş.


"Üzerimdeki şüpheler aylar boyunca kalır ama sonunda gerçekler görülür ve kabullenir; kişinin karakteri, renginin ve ırkının kötü ününün üstüne çıkardı."

"Dünyada suçluluktan başka, omuzlara daha fazla yük bindiren başka bir şey var mıdır? Ben bu yükü fazlasıyla hissettim, uzun yollar boyunca pek çok adımımda taşıdım."

"Kendi hayatta kalışım, yaşamda üstün bir amaç olduğu inancıyla mümkün oldu; ilkelerin kendilerine verilen ve kendilerinden elde edilen ödüller oluşuyla. O halde, geleceğe ümitsizlikle değil, bunun yerine hem düşüncemle hem de kararlılığımla, bu yüksek yere ulaşabileceğim umuduyla bakıyorum."

16 Mart 2022 Çarşamba

Serenay ve Krazu (Kelime Oyunu 68)

 


 Kelime oyunumuz için bu haftanın kelimelerini ben veriyorum: mektup, erzak, talih, savaş, zaman


Ağaçların dalları arasından vuran güneş ışığı göz kamaştırıcıydı. Serenay nefesini tutup yayı gerdi ve oku serbest bıraktı. Ağaçtaki elmayı tam ortadan vurabilmişti. Yere düşen meyveyi aldı, silip yemeye başladı. “Pek de körelmiş sayılmam,” diye geçirdi içinden. Ardından tekrar ilerideki hedeflere döndü ve atışlarını sürdürdü. Bir süre sonra eşyalarını toplayıp eve doğru yola çıktı. Bahçe kapısına vardığında gözleri posta kutusuna kaydı. İçine baktığında bir mektup gördü, beklediği kişiden gelmişti. Heyecanla zarfı aldığında duyduğu sesle irkildi.

“Abla, kimden o mektup?” Yazel okuldan dönmüş kılıcını elinde savurarak yürüyordu.

“Bir arkadaştan işte, boş ver. Hem şunla rastgele oynamamalısın, oyuncak değil o.”

“Peki peki, biliyorum. Yarın önemli bir antrenman var, hazırlanmam lazım.”

“Dikkatli ol.”

Yazel’in arkasından içeri giren Serenay, hemen odasına gitti. Krazu’nun neler yazdığını merak ediyordu, son mektubunun üzerinden haftalar geçmişti. Mektubu mutlulukla okurken son satırlara geldiğinde hayrete düştü. “Ne demek ailenle tanışmaya geliyorum?” Daha kimseye bir şey anlatmamıştı. Krazu kim bilir ne zaman yola çıkmıştı, belki de kasabaya varmak üzereydi. Kara kara düşünürken odada tur atıp duruyordu.

Annesi birazdan gelecekti ve henüz yemeğe bile başlamamıştı. “Hay aksi, tamamen aklımdan çıkmış.” Telaşla merdivenlerden inip mutfağa koştu. Ateş yakıp, bütün tavuğu suya bıraktı. Aklı ise başka yerdeydi. Son görüşmelerinin üzerinden aylar geçmişti, onu ailesiyle tanıştırmasının vakti gelmişti. Tek sıkıntı annesinin sorun çıkarma ihtimaliydi. Savaştan sonra yine seçtiği meslek hakkında söylenmiş kör talihine yanmıştı. “İki çocuğum birden savaşçı mı olmak zorundaydı? Ömrüm sizin can güvenliğinizi düşünerek mi geçecek?” şeklindeki serzenişleri uzayıp gitmişti.

Yazel üstüne rahat kıyafetler geçirip sırt çantasını ve silahlarını almıştı. “Abla ben Har’ın yanına gidiyorum. Birlikte çalışacağız.”

“Tamam, yemek yemeyecek misin?”

“Hayır, dışarıda yeriz biz. Geç kaldım zaten, çıkıyorum hemen.”

“Tamam,  görüşürüz.”

Beyaz, sabahtan beri panayırı dolaşmaktan yorgun düşmüştü. Karan’ın işleri iyi gittiği için at arabası almış olmaları ona büyük kolaylık sağlıyordu. Yoksa bu kadar şeyi eve kadar taşıyamazdı. Mutfak için güzel bir kilim, bahçeye dikmek için çeşitli bitkiler ve boşalan kiler için bir miktar erzak. Hava her zamankinden sıcaktı ve kalabalığın içinde iyice bunalmıştı. Ayaküstü birkaç kişiyle de sohbet etmek zorunda kalmıştı. Sonunda eşyaları at arabasına yerleştirip yola çıktı. Bembeyaz at bakımlı tüyleriyle dikkat çekiyordu. Yaşı pek genç olmasa da gücü yerindeydi. Ağır ağır kasabanın çıkışına kadar sürdü Beyaz. Patika yola saptıklarındaysa at aniden durdu. Tüm çabalarına rağmen atı yerinden kımıldatamayan Beyaz sonunda inip atı yularından çekmeye başladı.

“Nazar mı değdi ne? Yine ne oldu sana?” At oldukça inatçıydı, Beyaz’ı taktığı yoktu. “Beni böyle yüzüstü bırakamazsın, zaten belim ağrıdı.” Kadın alnında biriken teri sildi.

“Atınız sorun çıkarıyor sanırım. İzin verirseniz ben bir bakayım.”

Beyaz şaşkın halde arkasına dönüp sesin sahibine baktı. Gri saçlı genci daha önce hiç görmemişti. Kasabada kendi beyaz saçları bile ilginç karşılanırken gri saçlı birinin olduğunu işitmemesi mümkün değildi. “Pek işe yarayacağını sanmıyorum ama bir dene bakalım. Çok inatçıdır.”

Genç adam ata yaklaştı, nazikçe başını okşadı. “Ne oldu dostum, sorun ne? Alışamadın mı yoksa yeni yerine?” Beyaz hayretle ona baktı. “Nereden anladın onu yeni aldığımızı?” Genç gülümsedi. “Atların dilinden anlayabiliyorum diyelim. Uzun süre atlarla ilgilendim,” dedi tekrar ata döndü. Bir şeyler fısıldadıktan sonra yularından çektiğinde at hiç direnmeden yürümeye başladı. Kadın rahat bir nefes aldı. “Çok iyisin, şaşırdım gerçekten. Sen kimlerdensin?”

“Ben buralara yabancıyım efendim, tanımazsınız beni. Libmons’tan bir arkadaşımı görmeye geldim.”

“Ooo çok uzaklardan gelmişsin. O zaman tutmayım ben seni. Yardımın için teşekkür ederim.”

Genç başını eğdi ve izin isteyip oradan ayrıldı. Beyaz, at arabasına geçip yola düştüğünde aklı yabancıda kalmıştı. Az önce o gülümserken bir anlığına neşeli bir müzik sesi duymuştu. “Yanlış duydum galiba,” diye mırıldandı. Beyaz eve vardığında etrafı saran yemek kokuları yüzünden karnının acıkmış olduğunu fark etti. Serenay masayı hazırlarken normalden daha heyecanlıydı. “Sende bir haller var,” dedi Beyaz. Serenay bir şey demeyip lafı değiştirdi. Sakin olmaya çalışarak servis yaptı. Yemeğin ardından tam odasına çıkmıştı ki kafasının içinde işittiği ses kalbinin hızla çarpmasına neden oldu.

“Serenay orada mısın? Seni dışarıda bekleyeceğim, müsait olduğunda gel.” Bu kendine has tınısı olan güçlü sesi nerede duysa tanırdı. “İnanmıyorum, gelmiş bile.”

Serenay aceleyle üstünü değiştirip güzel bir elbise giydi. Saçını tarayıp at kuyruğu yaptı. Daha önceden hazır tuttuğu hediyeyi çıkardı ve hızlı adımlarla merdivenlerden indi. Annesine gözükmeden kendini dışarı attı. Sonunda onu gördüğünde yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı.  “Üzgünüm daha fazla bekleyemedim. Seni çok özledim,” dedi Krazu. Serenay’ın gözlerinin içine bakıyordu, nazikçe ona sarıldı. Serenay’ın kalp atışlarını gayet net duyduğu için gülümsedi. “Yoksa annenden dolayı mı bu kadar heyecanlısın? Düşmanla korkusuzca çarpışan güzel savaşçımız annesinden mi çekiniyor?”

“Onu tanımıyorsun ama?” dedi Serenay. “Geldiğin için çok mutluyum, hep seni düşündüm ama henüz bizimkilere durumu açıklayamadım. Bana biraz zaman verirsen onlarla konuşayım önce.”

“Elbette, seni zor durumda bırakacak bir şey yapmak istemem.” O sırada Krazu elinden tutup Serenay’ı çitlerin arkasına çekti. “Annen sana sesleniyor, dışarıya doğru geliyor.”

“Sesin Muhafızı olmak da çok havalı bir şeymiş.”

“İyi yanları olduğunu inkar edemem tabi,” diyerek kurnazca sırıttı. Fazla vakti olmadığını bilen Krazu getirdiği hediye paketini Serenay’a verdi. “Sonra açarsın, hadi git.”

“Çok teşekkür ederim. Bu da benden, kendim yaptım. Sizin ülkenin sembolü olduğu için.”

Krazu paketi açarken Serenay eve girmişti bile. Tam kapıda annesi ile burun buruna geldi. “Neredesin kızım, iki saattir sesleniyorum sana. Arkanda ne saklıyorsun sen?” Serenay bir şeyler geveleyip uzaklaştı. “Kız yoksa benden gizlediğin bir şey mi var?”

 Serenay yanıt vermeden odasına geçti. Bu sırada ahşap kaplan figürüne dikkatle bakan Krazu etkilenmişti. “Bu çok güzel bir hediye. El sanatlarından bu kadar iyi anladığını bilmiyordum, bir kez daha hayran kaldım sana.” Serenay sesi dinlerken cama çıkıp aşağı baktı. Bu açıdan Krazu’yu görebiliyordu. Onu fark eden Krazu el salladı. “Ben gideyim artık. Her zamanki handa konaklayacağım. Görüşürüz.” Serenay da el salladı ve gidişini izledi.

Elindeki paketi hatırlayınca hemen açtı. İçinden şık bir ipek fular, gümüş işlemeli bileklik ve kolye, çiçek kokulu bir parfüm çıktı. “Çok güzeller,” dedi mutluluk içinde. Hediyeleri güzelce çekmeceye kaldırdı.

Krazu'nun hayatında önemli bir yeri vardı. İleride hayatlarını birleştirecek olurlarsa, ki bunun hayalini sık kuruyordu, yaşadığı yerlerden uzaklaşmak zorunda kalacağını biliyordu. Annesi de bunu kabullenmeliydi. Elbette bir tanecik kızından ayrı kalma fikrinin bir anne için zor olacağını biliyordu. Cesaretini toplayıp aşağıya indi.

“Anne sana bir şey söylemem lazım.”

Az öncekinin aksine Serenay’ın ciddi hali kadını meraklandırdı. “Söyle bakalım.”

“Benim görüştüğüm biri var.” Kelimeler hızla ağzından dökülünce Beyaz bir an bakakaldı ama çok da şaşırmış gibi bir hali yoktu. “Tahmin etmek zor değildi. Zamanı geldiğinde kendin anlatırsın diye üstüne varmadım.” Serenay tam rahatlayacaktı ki kadın gözlerini kısarak baktı. “Kim peki bu, tanıyor muyum? Elbruz olsa çoktan duyardım.”

“Anne o kaç yıllık arkadaşım. Hem tanımıyorsun sen, buralardan değil.”

“Karta’dan değil demek ki? O zaman hangi şehir?”

“O, bu ülkeden de değil anne, Libmonslu,” diye fısıldadı. Bu kez Beyaz’ın gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Ne! Ne dedin sen? Orası çok uzak, olmaz öyle şey. Hem onlara karşı savaşmamış mıydık?”

“O, bize karşı iyiydi hep. Hem savaşın neden çıktığını biliyorsun, her şey sarpa sarmıştı. Hepsi geride kaldı.”

Beyaz yılmış halde koltuğa bıraktı kendini. “Hiç tanımadığım biri gelip ailemize mi girecek şimdi? Kim bilir nasıl biri?”

“Tanırsan seversin. Ayrıca o şu an Karta’da. Seninle tanışmak istiyor, babam daha önce zaten onu görmüştü.”

“İnanamıyorum, baban bile onu tanıyor. Gelsin görelim bakalım, kolay kolay ona pabuç bırakacağımı sanma.”

“Anne sakin ol lütfen. Küçük bir tanışma faslı olacak sadece.”

“Bu akşam gelsin.”

Günün ilerleyen saatlerinde Beyaz sadece somurtup durdu. Tanışacağı genci nasıl yıldırabileceğini düşünüyordu. Eğer onu bezdirirse belki kendiliğinden vazgeçip kızından uzaklaşırdı. “Hem öyle iki görmeyle sevda mı olurmuş? Gençlerin aklı bu yaşta beş karış havadadır. Serenay benim gözümde küçük daha,” diye söylendi kendi kendine. Ne kadar gergin hissetse de mutfağa geçip hazırlık yapmaktan kendini alamadı. Ne olursa olsun evine bir misafir geliyordu. “Bir de Libmons’ta adım kötü ev sahibine çıkmasın. Gerçi beni kim tanıyacaksa oralarda.”

Akşam Karan diğerlerinden önce geldi. Mutfaktan yayılan mis gibi kokuları içine çekti. Karısının beline sarıldı. “Bir kutlama mı var bugün? Çok da acıkmışım.” Yemeklere uzanıp bir parça lokmayı ağzına attı.

“Evet, kutlama var. Kızımızın erkek arkadaşı ile tanışacağız.” Adam lokmayı yatarken boğulacak gibi oldu. “Çok mu şaşırdın? Sen zaten tanıyormuşsun,” dedi Beyaz.

Karan birkaç kez öksürdükten sonra konuşabildi. “Kimmiş ki? Hem aniden nereden çıktı böyle?”

“Bu çocuklara sen yüz veriyorsun böyle. Bizim kız taa Libmons’tan birini bulmuş. Senin bilmen lazım, bana sorma.”

Karan biraz düşününce hayretle gözlerini açtı. “Yoksa o mu? Serenay’ın ilginç bir arkadaşı vardı.”

“İlginç mi?” dedi kadın imalı bir bakış atarak.

O sırada kapı çalınınca konuşmayı kestiler. Beyaz, kızından genci yemeğe davet etmesini istemişti. Derin bir nefes aldı, yüzünü ifadesiz tutmaya çalışarak kapıyı açtı. Serenay'ın yanındaki Krazu’yu gördüğünde şaşkınlığını gizleyemedi. “Ama sen. Bugün karşılaşmıştık.”

Krazu da bu tesadüfe hayret etti. Gülümseyerek elindeki çiçekleri uzattı. “Ne hoş bir sürpriz oldu. Size layık değil ama.”

“Karşılaştınız mı gerçekten?” dedi Serenay şaşkınlıkla. Krazu başını salladı.

Beyaz’ın az önceki kararlılığı kırılmış, gayet nazik ve kendinden emin davranan Krazu’nun karşısında ne yapacağını bilememişti. Uzanıp, güzel çiçekleri aldı. “İçeriye buyurun.”

İkisi içeri geçtiğinde Karan eşinin kulağına fısıldadı. “Bahsettiğim genç buydu işte. Savaşta bize yardım etmişti.” Krazu bunu duyunca gülümsemeden edemedi. “Onları duymazdan gel lütfen sadece seni merak ediyorlar,” dedi Serenay. “Sorun değil,” dedi Krazu.

Beyaz, koltuğa oturan Krazu’ya sorgularcasına baktı. “Demek bugün bahsettiğin arkadaş Serenay’dı. Seni buraya getiren nedir?”

“Serenay benim için çok özel biri ve onu bu şekilde yetiştiren değerli ailesiyle tanışmak istedim.”

“Güzel konuşmayı biliyorsun. Peki aradaki mesafe ne olacak?”

“Endişelerinizi anlıyorum ama ben Serenay için her şeye katlanabilirim. Kalp doğru kişi için atıyorsa aradaki mesafenin önemi yoktur.”

“Tek derdimiz kızımızın mutluluğu tabi ki. Birbiriniz için doğru kişi olup olmadığınızı zaman gösterecek.” Kadının tereddütleri bitmiş değildi ama Krazu’nun ciddiyetinin farkındaydı.

Karan sessizce Krazu’yu süzüyordu. Daha savaş meydanında anlamıştı onun kızına olan ilgisini. Cesur ve güçlü biriydi, davranışlarında nezaket vardı. Tanıdıkça bu genci daha çok seveceğini düşünüyordu. “Böyle sorguya çekip mi duracaksın misafirimizi? Herkesin acıktığına eminim.”

Beyaz eşine bir bakış attı ama sonra yumuşadı. “Evet, açlıktan öldüğünü görebiliyorum. Peki, sonra devam edelim sohbetimize.”

Masaya geçtiklerinde ortam daha samimi olmuş, çeşitli konularda sohbete dalmışlardı. “Ne güzel. Demek annen ünlü bir yazar. Kitaplarını okumak isterdim.”

“Elbette efendim, size en kısa zamanda birkaç kitabını göndereceğim. Bu arada yemekler harika olmuş, uzun zamandır böylesini yememiştim.”

Beyaz’ın gülümsemesi Serenay’ı rahatlattı. Görüşme umduğundan iyi gidiyordu, mutlulukla herkese baktı.

“Tecrübeli bir savaşçıya benziyorsun, yeteneklerini takdir ettiğimi söylemeliyim. Bana gençlik yıllarımı hatırlatıyorsun,” dedi Karan.

“Bence siz hâlâ çok iyisiniz. Nasıl dövüştüğünüzü gördüm.”

“Bunu duymak güzeldi,” dedi Karan gülerek.

Yemeğin ardından vakit geç olunca Krazu daha fazla rahatsızlık vermemek için izin istedi. “Seninle tanıştığımıza memnun oldum, gerçekten ilginç birisin,” dedi Beyaz.

Krazu, kadının yumuşamasından hoşnut olmuştu. “Sizinle tanışmak güzeldi, davetiniz için teşekkür ederim.”

Serenay Krazu’yu bahçe kapısına kadar geçirdi. “Beklediğimden iyi geçti, sanki omuzlarımdan bir yük kalktı,” dedi Serenay. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “Benim için unutulmaz bir an oldu. Aileni sevdim.” Krazu, Serenay'ın saçını düzeltip bir tutamı geriye attı. “Senin de Libmons'a geleceğin anı sabırsızlıkla bekleyeceğim.”

“Gerilim sırası sen de diyorsun yani.”

Krazu güldü. “Hayır, öyle bir şey demedim. Bizimkilerin seni memnuniyetle karşılayacağına eminim. Yani gerilmen için bir sebep yok.”

“Tüm bu yaşadıklarımız rüya gibi geliyor. Şimdiden hayatımızda güzel değişiklikler olmaya başladı. Ben de aileni tanımak için sabırsızlanıyorum.”

“Seni ilk gördüğün anda hayatımın bir parçası olacağını hissetmiştim,” dedi Krazu.

“Her şey bir tesadüfle başlamış gibi görünse de buna kader demek daha doğru olur.”

İkisi bir süre sessizce birbirine baktı. Önlerinde uzun bir yol olduğunun farkındalardı. Önemli olan o yolda birlikte sevgi ile yürümekti, üstesinden gelinmeyecek hiçbir şey yoktu. 


10 Mart 2022 Perşembe

Dürtü (Kitap Tanıtımı)

 


 Geçen kampanya ile aldığım gerilim serisinden Dürtü'yü okudum. Kitap bir firmada işlenen cinayetle başlıyor. Sonra aradan günler geçiyor bir bankada üst pozisyonda çalışan, evli ve çocuklu Dirk Bukowski güzel bir haftasonu hayali kurarken bilgisayarının başına geçer. İnternette takılırken bir pencere açılır.

 "BİR DİLEK TUT..."

 Dirk önce bunu umursamayıp pencereyi kapatır. Ardından bir yenisi açılır.

 "BİR DİLEK TUT, HEMEN!" 

 Dirk bir anlık sinirle şunu yazar: "ZATEN HER ŞEYE SAHİBİM!"

 İşte o günden sonra karakterimiz tehdit mesajları ve gizemli telefonlar alır. Bu da yetmez kendisini bitirmeye niyetli kişi onu rezil etmek için elinden geleni yapar. İşler çığırından çıkınca karakterimiz de harekete geçer, pes etmeye niyeti yoktur.

 Kitap hakkındaki görüşlerime geçecek olursam kitabı bazı açılardan beğendim, bazı açılardan beğenemedim. Başlarda kitabın dili sade geldiği için kendimi kaptıramadım bir de kötü esprilerden hoşlanmadığım için bazı diyaloglar battı bana. Sonra işler ciddileşince kitap daha bir sarmaya başladı. Sürükleyici bir kitaptı ama karakterlerin hisleri çok geçmedi bana. Hani bazen okurken siz de gerilirsiniz ya onu hissedemedim. Geçenlerde okuduğum Gördüğüne Asla İnanma beni ilk sayfalardan germeyi başarmıştı ama bunda kitap bitti bende tık yok. Daha detaylı yer verilmesini istediğim bazı şeyler üstünkörü geçilmişti. Bir yerden sonra karakterimizdeki değişim beni beklentiye soktu ama devamı istediğim gibi olmadı. Finali biraz garip geldi açıkçası. Yazarın neyi amaçladığını anladım ama daha vurucu yazabilir, bunu sağlam temellere dayandırabilirdi. Kitapta katilin bakış açısına sürekli yer veriyor, bir bakıma ilginç olmuş ama katillerin kötü şeyler yaşadığı için kötü olduğu kısmı çok klişe artık. Tabi sapıkları falan temizlemesi bence iyiydi ama fazlasıyla aşağılık kompleksi içinde olması onu çok yanlışa sürüklüyor. Eziyet etmekten zevk alan biri. Tek düşündüğüm kişinin katil çıkması da beni şaşırttı, aslında tahmin değildi okurken içimden öyle geçti, his meselesi. :) 

 Çok iyi diyemem ama okunabilir bir kitap. Şiddetin boyutu biraz itici seviyelere geliyor, sevmediğim detaylar oldu. Okurken cinayetlerden çok internet yüzünden başımıza açılabilecek kötü işler gerdi beni. Günümüzde bilişimden çok iyi anlayan birinin yapamayacağı yok, herhangi bir insanı toplumda kolayca linçlenebilecek hale getirebilir. Aman garip pencerelere, linklere, e-postalara dikkat edelim. :))

7 Mart 2022 Pazartesi

İtiraf (Kelime Oyunu 66)


 Bu haftaki kelime oyunu için biraz geç kaldım. Yine de aceleyle bir şeyler yazdım, iyi okumalar. :) Haftanın kelimeleri küf, çember, panik, şans, fısıltı.



 Adam çok uzaktan gelen fısıltıları duyuyordu. Bu sesler o kadar yabancıydı ki kime ait olduğundan emin değildi. Bir süre sonra fısıldayanın kendisi olduğunu fark etti. Bilinci yavaş yavaş açılıyordu, sanki günler süren derin bir uykudan uyanıyor gibiydi. Burnuna gelen küf kokusu yüzünü buruşturmasına neden oldu. Neredeydi? Güçlükle gözlerini araladığında panikledi. Her yer zifiri karanlıktı, hafifçe ışıldayan bedeninden başka bir şey göremiyordu. Elleri ve ayaklarının bağlı olduğu gergin zincirler onu boşlukta tuttuğu için uzayın derinliklerinde kaybolduğu hissine kapıldı.

Neden burada olduğunu hatırlamaya çalıştı ama hiçbir fikri yoktu. Zincirler aniden gıcırdayarak iyice gerildi, uzuvları şiddetle kasıldı. Soğuk terler dökerken az sonra parçalanacağına inanmaya başlamıştı. Duyduğu yırtılma sesi ile gözleri yerinden çıkacak gibi oldu. Önce karnında bir yarık oluştu ve gittikçe büyüdü. Adam korku içinde haykırmaya, yalvarmaya başladı. “Bırakın, gideyim!” Karnı tamamen açıldığında içinden parlak baloncuklar çıkmaya başladı. Adam aslında hiçbir acı hissetmediğini fark ederek suskunluğa büründü. Şaşkınlıktan ne düşüneceğini bilemez haldeydi, etrafında çember çizerek dönen baloncukları izledi.

Her baloncuğun içinde anılar belirmeye başladı. Küçük bir çocuğu gördü, ona dönmüş haykırıyordu. “Hadi kalksana! Sen şanssız değilsin.” Hatırlıyordu, çocukken dengesini kaybedip dereye düştüğünde bu çocuk ona elini uzatmıştı fakat böyle bir cümle söylediğini anımsamıyordu. “Şanssız değilim,” diye tekrarladı. Belki de zihninin bir oyunuydu bu, duymaya ihtiyacı olduğu şeyi birinin söylemesi içini ısıttı. Görevini tamamlamışçasına yükselen baloncuk patladı. Adamın bakışları diğerine  kaydı. Bir yaşlı kadın parkta oturuyordu, gülümseyerek ona döndü. “Serbest bırakmanın zamanı gelmedi mi?” Bir gün parkta koşarken bu kadına rastladığını ve onunla kısa, samimi bir sohbet ettiğini anımsadı.

“Neyi bırakmanın?”

“İçindekileri, dile getiremediklerini.”

Adam uzun süredir içini kemiren konuyu düşündü. “Söyleyecektim,” dedi suçluluk duygusuyla. Söyleyecekti ama sonra neler olduğunu hatırlamıyordu. Bir baloncuk daha gözlerinin önünden geçti. Her sabah sıcak ekmek aldığı fırının sahibi karşısındaydı. Taze ekmek kokusu bile burnuna geldi. “Geç kalıyorsun, hadi uyan,” dedi fırıncı babacan bir şekilde.

“Yine mi geç kaldım?” diye sordu adam kafası karışık halde.

“Biraz daha vaktin var gibi görünüyor,” dedi fırıncı kokundaki saatine bakarak. Yine de yüzündeki ifade acele etmesi gerektiğini söylüyordu.

“Anladım, peki.”

Adam ağzından sular dökülürken acı içinde uyandı. Ciğerleri yanıyordu adeta. Etrafını meraklı ve endişeli birkaç kişi sarmıştı. Olanları hatırlayınca telaşla doğrulmaya çalıştı. “O, o iyi mi?”

Kalabalık geri çekilince kendisi gibi henüz uyanmış Belma’nın omzuna battaniye örttüklerini gördü. Onun iyi olduğunu görünce o kadar rahatlamıştı ki. Genç kadın da onun uyandığını görünce yüzü ağlamaklı bir hal aldı.

Tekne gezileri az daha bir felaketle sonuçlanıyordu. Belma yıllardır kendisine açılamayan adamı bu kez konuşturmakta kararlıydı. “Daha ne kadar uzatacaksın? Anlamadığımı mı sanıyorsun? Seni tutan ne?”

“Ne demek istiyorsun?”

“Son ana kadar söylemezsin değil mi? Her zaman böyleydin. Senin gözünde ben neyim?”

Adam bu anın gelmesinden, birine bağlanmaktan korkuyordu. Belma’ya hislerini açıklamazsa onun artık kendinden uzaklaşacağını biliyordu. Onu kaybetmek istemiyordu, belki de bu yüzden en baştan beri beklenen itirafı yapamıyordu. Ömrü boyunca talihsizlikler peşini bırakmamıştı, sanki hislerini açıklasa tüm büyü bozulacaktı.

“Ne duymak istediğinden emin değilim.”

Kadının bakışlarındaki acıyı görünce irkildi. Ardından o bakışlar öfkeyle köpürdü. Kadın soğukkanlı şekilde teknenin arka tarafına yürüyüp demirlere tırmandı. “Eğer kalbinden geçenleri söylemezsen kendimi aşağıya bırakacağım.”

“Hadi ama yapma. Neden bu kadar inatçısın, düşeceksin.”

“Senden istediğim cevabı alacağım bugün.”

Adam elini uzatmak istedi ama donup kaldı. Kafasından onlarca düşünce geçti, bir sürü farklı olasılık kafasında dönüp duruyordu. Onu gerçekte ne kadar seviyordu bundan bile emin değildi. Üzülmekten ve onu da üzmekten korkuyordu. Ağzını bir türlü açamıyordu. O sırada kadının kendini bıraktığını görünce hiç düşünmeden ardından atladı. Çok çırpındı Belma'ya ulaşmak için ama dalgalar yüzünden dibe doğru batmaya başladı.

Adam kendine gelince güçlükle kalkıp onun yanına gitti, sarıldı. İkisi de çok duygusaldı. Sözcükler bir anda adamın ağzından çıkıverdi. “Seni seviyorum. Korkağın biri olduğum için affet beni.”

6 Mart 2022 Pazar

Etkileyici Bir Anime (Fumetsu no Anata e)



 Merhabalar, birkaç gündür bir şey yazamadım. Son izlediğim animeyle ilgili yaptığım inceleme Ent Meclisi'nde yayınlandı. İçeriğe buradan ulaşabilirsiniz. Özet geçecek olursam ölümsüz bir varlık bir küre olarak dünyaya gönderiliyor. Küre etrafındaki çeşitli canlıların onda uyandırdığı etki ile o canlıların şekline bürünüyor. Bir süre sonra insana dönüşüp zamanla onlarla iletişim kurmaya başlıyor. Uzun bir yolculuğa çıkıyor ve hayatı öğreniyor, öğrendikçe kişiliği de şekilleniyor.



 İlk bölüm karlarla kaplı yerde geçiyor. Çocuğun çaresizliği, çabası o kadar iyi yansıtılmış ki izlerken üşüdüğümü hissettim. İç burkan bir bölümdü ve benim için animeyi unutulmaz boyuta taşıdı. Harika bir anime ile karşı karşıya olduğumu düşündüm. Maalesef bir yerden sonra bu kalitenin bozulması beni üzdü. O kadar emek verilmişken neden bu sürdürülemez? Yine de benim için yeri ayrı olacak bu animenin. İzlerken garip hislere büründüm. 



 İnsanların ne kadar bencil, acımasız olduğunu bir kez daha görüyoruz. Talih bazı insanlardan çok uzakta, ne yapsa da ayağa kalkma fırsatı bulamayan kişileri görmek üzdü. Acılara rağmen gülüşleri görmek ise iç açıcıydı.





  Kurgusunun yanında farklı bakış açısı ile de izlenebilir anime. Fushi karakterinin pek çok şeyi simgelediğini düşünüyorum insanın var olması, hayatın amacı gibi. Hepimiz bir amaç için yaşıyoruz, hayatımıza değer katmaya çalışıyoruz ve insanları güdüleyen şeyler birbirinden çok farklı olabiliyor.

 Koca yürekli Fushi'yi, talihsiz Gugu'yu, cesur Parona'yı, neşeli March'ı, çılgın teyze Pioran' ı sevdim. Hepsi güzel işlenmiş karakterlerdi. Elbette hiç sevmediğim karakterler de vardı. Siyah Şey denen karakterin de yeri ayrıydı. Sesi tok ve güçlü olduğu için insan hep o konuşsun da ben dinleyim diye geçiriyor içinden. 😆 Sesi bir yerden tanıdık geliyordu meğer Jujutsu Kaisen'deki Nanami abimizi de seslendiren kişiymiş. :) İlginç ve etkileyici bir şeyler arayan herkese tavsiye ederim. Sadece 14-19 arası bölümleri pek sevemedim. Finali ise güzeldi ve merak uyandırıcı şekilde bitti, gelecek sezonu bekleyeceğiz artık. :) (Gifler alıntıdır.)

Bir Karakter Meselesi 20 (Mikasa Ackerman)

 Çok sevdiğim kadın karakterlerden biri, Attack on Titan animesindeki Mikasa'dan bahsedeceğim.  Çocukken yaşadığı bir felaketin ardından...