Dizisinin ilk bölümünü izledikten sonra merak edip kitabı aldım. Çok beğenerek okudum.
Babası şeyh olan karakterimiz okulda bir kızla tanışıyor ve o günden sonra tüm hayatı değişiyor. Eda'ya aşık olduğu için başka hiçbir şeyi görmez oluyor, önce bulunduğu yer ve kendinden kopuyor. Dergahtan ayrılıyor, Eda ve çevresi ile takılıyor hep. Zararlı alışkanlıklara bulaşıyor, onun için tek önemli olan şey Eda'nın yanında olmak artık. Bu süreçte kafasının içi karman çorman, her şeyi anlamsız görüyor. Dergahtan birileri de onu görmeye geliyor. Niyetleri onu geri döndürmek ama o gittiği yoldan dönmemekte ısrar ediyor.
Bir gün düğün salonunda çalışan arkadaşı bir düğünden gelini kaçırıp bunun evine getiriyor. Gelinin ailesi de sorunlu, yakalanırlarsa öldürüleceklerini biliyorlar. Karakterimiz, ismi hiç geçmiyor kitapta, bir çıkmazın içinde. Çalıştığı iş yüzünden kafası da bulanık. Yasal olmayan şekilde bir ilaç firmasında denek olarak çalışıyor ve çok para alıyor. Zamanla yan etkiler kendini gösteriyor. Yine de bir şey yok gibi yoluna devam ediyor. Eda'ya olan takıntısı hiç bitmiyor. Sonunda yolu yine dergaha düşüyor.
Yazarı ilk kez okudum ve anlatımına bayıldım, cümlelerindeki güce, olayları ifade tarzına. Karakterin iç dünyası, o boşvermişliği çok iyi yansıtılmış. Kurgudan çok bu kısmı sevdim. Karakter aslında her şeyin, hatalarının farkında ama kendini bataklıktan çıkarmak için de hiç çabalamıyor. İç dünyası çok karışık, halüsinasyonlar da peşini bırakmıyor. Sonuna kadar merakla okudum ama bir şeyler eksik kalmış hissi de oluştu bende.
Karakterin Eda'ya olan aşkını anlamlandırmak zor. Aşık olduğu için yoldan çıkmadı da tam tersi gibi geldi bana. Zaten kafasına yatmayan şeyler vardı ve aşka hayattan kaçış bahanesi olarak yapışmış gibiydi. Savruldukça özgürleştiğini hissetti ama gerçekte öyle miydi? Kitap bitti ama yine de tam yanıt bulamadım buna. Sanki kendisi de ne istediğini bilmiyordu.
Altını çizdiğim o kadar yer var ki hepsini yazamam. Birkaç tanesini seçeyim.
Mucize değil de buna lanet diyebiliriz; kötülüğün kalp çarpıntısını bile fark edebildiğin halde ortaya çıkmasına engel olamamak, mucize değil olsa olsa lanettir.
Kapının önünde karşı karşıya duran dört kişiden birinin konuşması gerekiyordu ve fakat ilk konuşan kadim bir lanetin pençesine düşecekmiş gibi karşılıklı susuluyordu.
Dudaklarımdan aptalca şeyler dökülecek diye ödüm kopuyordu. Her bir kelimenin sırtını okşayarak, sakinleşmesini sağlayarak, öfkesini yatıştırarak yolladım.
Üzerimdeki deriyi soyar gibi, benliğimle iç içe geçmiş, varlığımın temelinde duran ve ayakta kalmama destek olan bütün istinat duvarlarını ellerimle yıkmaya başlamıştım.
Yan yana iki koltukta o kendi miracına yükselirken ben kendi cehennemimin dipsizliğine yuvarlanıyordum; koltuklarımızda otururken omuzlarımız birbirine değiyordu ama varoluşlarımız arasında ölçülmesi imkânsız mesafeler oluşuyordu.