27 Ekim 2021 Çarşamba

Savaş Çığırtkanı 2- 16.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 16

 

Harula’ nın Doğuşu- Tilkar

 

Birkaç asır önce...

Kadının doğum sancıları uzun süredir devam ediyordu. Ebe alnındaki teri sildi, annenin bu duruma daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu. Yanındaki kızlara emirler yağdırıyor doğumun başarıyla gerçekleşmesi için elinden geleni yapıyordu.

Lider,  yıllardır varisi olacak bir oğul bekliyordu. İlk karısından üç kızı olmuş, ardından elem bir hastalık sonucu onu kaybetmişti. İkinci karısıyla birkaç yıl önce evlenmesine rağmen bir türlü evlatları olmamıştı. Lider Aroba, erkek çocuğu olmadığı için halkın kendisinde kusur bulacağını düşündüğü için hep gergindi. Kısırlıkla suçlanan kadın ise sarayın ve eşinin yaptığı baskılarından bıkmıştı. Ayrıca istemediği bir evlilik yaptığı için en başından beri mutsuzdu. Sadece genç ve güzel olduğu için kendisine talip olunmuş ve ailesine yüklü miktarda para verilmişti.

Kadın sonunda hamile kaldığında rahatlamış ama çok zor bir hamilelik süreci geçirmişti. Her geçen gün bedeni güçsüz düşmüş, hastalıktan kurtulamamıştı. Gittikçe karnındakini düşmanı olarak görmeye başlamıştı. Doğumun bu kadar zor olması da onu tükenme noktasına getirdi. Teni bir ölüyü andıracak kadar solgun ve beyazdı. Saçları ise aksine kömür gibi kapkara ve parlaktı. Günlerdir doğru uyuyamadığı için göz altları morarmıştı. Sarayın duvarları arasında kadının bitmek bilmez çığlıkları yankılanıyordu. Liderin sık sık bebeğin durumundan haberdar olmak istemesi sabrını taşırdı. Güçlükle nefes alırken bağırdı.

“Öleceğim artık, çabuk çıkarın şunu!”

Ebe o an anlamıştı kadının bebekten nefret ettiğini. “Az kaldı hanımım, dayanın,” diye yalan söyledi. Açıkçası ebe, bebek ölürse başının derde gireceğinden korkuyordu. Alnında boncuk boncuk biriken terleri tekrar sildi. Kadının ızdırabı birkaç saat daha sürdükten sonra doğum gerçekleşti. Ancak durum hiç iyi değildi, anne kan kaybediyordu. Kadın öleceğinin farkındaydı, bebeğinin yüzüne bakmadı bile. Bakışları ebeye kilitlendi. “Benim ölümüm size bir çocuk bahşediyor. Dilerim ki Harula’ nın kalbi hep nefretle dolsun, o sizin en büyük kabusunuz olsun.” Bunları söyledikten sonra hayata gözlerini yumdu. Ebe şaşkınlıkla ve korku dolu gözlerle ona baktı. Sözlerindeki uğursuzluk tüylerini ürpertti.

Aroba oğlunu kucağına aldığında, eşinin ölümüyle şaşkına dönmüştü. Bu zamana kadar onla doğru düzgün ilgilenmemiş hep görevini düşünmüştü. Ebenin söyledikleri ise şaşkınlığını dehşete çevirdi. Karısının nasıl bu hale geldiğine anlam veremiyor, delirdiğini düşünüyordu.

12 yıl sonra...

“Lider Aroba, durum vahim. Genç efendi...”

Aroba endişeyle muhafıza baktı. “Yine ne yaptı?”

“Efendim, kendiniz görseniz daha iyi olacak.”

İkisi birlikte mahzene indiklerinde gördüğü manzara karşısında Aroba' nın nutku tutuldu. Harula zindanda, duvarın dibine oturmuş, boş boş yere bakıyordu. Birkaç adım ilerisinde yerde yatan bir adam vardı. Bu, saray muhafızlarınca yakalanan bir casustu. Ağzından bilgi alınana kadar zindanda tutulacaktı.

“Ne yaptın sen?” Aroba çok öfkeliydi.

Çocuk, elindeki halka anahtarlığı yere bıraktı. Soğuk bir şekilde cevap verdi. “Konuşmaya niyeti yoktu, zaten siz de eninde sonunda onu öldürecektiniz. Bir casus affedilemez. Ben de içeceğine zehir kattım.”

Aroba burnundan soluyarak muhafıza emir verdi. “Götür onu. Aklı başına gelene kadar odasından çıkmayacak.” Harula' nın yüz ifadesi değişmedi bile. Yavaşça doğrulup zindandan çıktı ve muhafızın yanına geçti. İkisi birlikte merdivenlerden çıkarken Aroba düşüncelere daldı. Oğlu şu ana kadar gördüğü hiçbir çocuğa benzemiyordu. İnsanlardan nefret ederdi. Uygun anı kollayıp onlara zarar vermekten çekinmezdi. Ufak tefek yaralamalarla başlayan vukuatları cinayete kadar ilerlemişti. Ne kadar ceza verse de Harula değişmiyor, bildiğini okuyordu. Lider bir yandan olanları halkın duymaması için elinden geleni yapıyordu. Harula doğduğu gün ebenin söylediklerini hatırladı. Şimdi, karısının son dileğinin gerçekleşmeye başladığına acı şekilde tanıklık ediyordu. Sahip olduğu tek oğlunu seviyordu ama onu kollamak artık imkansız hale gelmişti. Nasıl bir yol izlemesi gerektiğinden emin değildi.

Onunla bir baba olarak konuşmak için Harula' nın odasına gitti. “Bana tüm bunların izahını yapabilecek misin? Sevdiğim, değer verdiğim oğlumun bu kadar fütursuzca davranmasının sebebi ne? Ne istiyorsun?”

“Lider Aroba, siz beni değil, bir erkek evladın size sağlayacağı ayrıcalıkları sevdiniz.”

“Bunu nasıl söylersin? Ben senin babanım, daima iyiliğini isterim.” Harula' nın bir kez olsun ona baba dememesi de ayrı bir sorundu.

Harula umursamazca dönüp aynaya baktı. Yüzüne düşen gölgeler sert yüz hatlarını daha vahşi gösteriyordu. “Geçenlerde elime ne geçti biliyor musunuz? Annemin günlüğü. Peki, benim varlığımı öğrendiğinden beri beni hep canavar olarak adlandırdığını biliyor muydunuz?”

Lider hayretler içinde oğluna baktı. Eşinin, arkasında böyle bir günlük bırakacağı aklına gelmezdi.

“Karınızdan o kadar bihaberdiniz ki onun benden ne kadar nefret ettiğini fark edemediniz.”

“Bu imkansız. Böyle bir günlükten haberim yok benim. Birisi oyun oynuyor olmalı.”

“Annem kız kardeşine günlüğünü teslim etmiş. O günkü gezide teyzem olduğunu iddia eden kişi gizlice karşıma çıkıp günlüğü bana verdi. Hem annemin el yazılarıyla karşılaştırdım, günlüğün ona ait olduğu çok açık.”

Aroba sinirden renkten renge girdi. Harula' nın karşısında annesi hakkında kötü şeyler söylemek istemiyordu. “Günlüğü veren kişiyi bulup hesap soracağım. Tüm bunlar ne demek oluyor açıklayacak bana. Senin aklını karıştırmak istediği besbelli.”

Lider ne kadar konuşsa da oğlunun yüz ifadesi onu huzursuz ediyordu. Sanki dünyanın sırrını çözmüş de artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Aroba' nın bakışları masadaki açık günlüğe kaydı. Gerçekten de ölmüş eşinin yazısıydı bu.

1300-Martın 20. günü

Bugün yine bir kabus ve sancıyla uyandım. O şey karnımı deşip bir an önce dışarı çıkmaya çalışıyordu. Çok korkunçtu, hâlâ gözümün önünden gitmiyor canavarın gözleri. Doğuma az kaldı, korkuyorum.

Üzüntü ile gözlerini kıstı lider. Günlüğü eline aldı, kapattı. “Bunların seni etkilemesine izin verme. Annenin ruhsal bunalımları vardı, bunları aşamadı. Nefreti hayatının merkezine koyma, bu sadece sana zarar verir. Böyle devam etmene müsaade edemem.”

“Ne yapacaksınız? Yine o anlamsız cezaları mı vereceksiniz?”

 “Ne gerekiyorsa yapacağım,” diyerek noktayı koydu Lider ve odadan ayrıldı.

Sonraki günlerde liderin gözü hep oğlunun üzerinde oldu. Harula yalnız başına saraydan dışarı adım atamadı. Dışarıda okumasına izin verilmedi, çeşitli eğitmenler sarayda ona ders verdi. Aylar birbirini kovaladı. Aroba her şeyi kontrol altında tuttuğunu sanıyordu ta ki günün birinde eğitmenlerden biri ders sonrasında ölü halde bulunana dek. Yayılan söylentiler sonucu korkan diğer eğitmenler kaçarcasına saraydan uzaklaştı.

Harula' yı huzuruna çağıran lider ona hesap sordu, artık sabrı taşmıştı. “Bunları yapmakla eline ne geçiyor, neyi ispatlamaya çalışıyorsun? Sana şimdiye kadar fazla taviz verdim değil mi? Ölümlere karşılık canını mı almalıydım yoksa?”

“Siz önlem almaya çalışarak benim duracağımı umdunuz. Sadece canım ne zaman isterse harekete geçiyorum. Eğer sürekli birini öldürseydim bunun tadı çıkmazdı. Hem dünyadan bir böceğin daha eksilmesinin nesi yanlış. Ayrıca canımı alamayacağınızın da farkındayım.”

Lider hiddetle tahtından kalktı. Yanındaki savaşçının yayını kaptı, oku yerleştirip nişan aldı. Birkaç saniye öylece bekledi. Oğlunu öldürse hem vicdan azabından kurtulamayacak hem de ülke bu olayla çalkalanacaktı. Onun bu hale gelmesine kendisinin sebep olduğunu düşünüyordu. Eşine hiç bir zaman ona değer verdiğini hissettirememiş, onun hastalığını ciddiye almamıştı. İlk karısını unutamamışken erkek evlat hasretiyle onla evlenmişti. Oğlunu zapt edemediği için kendisine de kızgındı. Lider derin bir nefes aldı ve bir anda oku bıraktı.

Ok fırlarken Harula ilk defa şaşkınlık ve endişe belirtisi gösterdi. “Ahh!” Ok koluna girince babasının bilerek ölümcül bir yara açmak istemediğini anlamıştı. Yüzü acıyla kasıldı, rengi attı.

“Bu sana son ihtarımdır Harula. Bir kişiyi daha haksız yere öldürürsen bir sonraki ok kalbine girecek.”

 Harula cevap vermedi. Yaralı kolunu tutarken soğuk bakışlarla babasını süzüyordu. Meraklı gözler arasında hışımla salondan ayrıldı. O gece Aroba uyurken yatağına tırmanan şeyi fark etti. Sıçrayıp hemen gaz lambasını yaktığında bir yılanın ipek örtünün üstünde kıvrılarak hareket ettiğini gördü. Tek bir hamlede zehirli yılanı yakalayıp bir kutuya koydu. Bunu yapanın Harula olduğuna adı gibi emindi. O sırada kapıda beliren bir muhafızın sesi duyuldu. “Lider Aroba, genç efendi kaçmış.” Odasından fırladı lider. “Bu nasıl olur? Çabuk yakalayın onu!”

“Kaçarken kendisini iki muhafız fark etmiş. Birini öldürmüş, diğeri de yaralı.”

Aradan günler, haftalar geçmesine rağmen Harula' nın izine rastlayamadılar. O, saraya çöken bir lanet olarak akıllarda yer etti. Lider o kadar öfke ve keder doluydu ki Harula' nın adının anılmasını yasakladı. Sanki o hiç var olmamış gibi yaşamlarını sürdürmeye devam ettiler.

***

Çocukluğundan beri Harula annesinin portresini ne zaman görse bir ürperti hissederdi. Kadın sanki gülümsemiyor, bakışlarıyla onu eziyordu. İçindeki nefret tohumları ilk o zaman başlamıştı. Tabloyu duvardan söküp yakmıştı. İçinde büyük bir boşluk vardı; orayı neyle, nasıl dolduracağını bilemiyordu. Bir gün oyun sırasında, tartıştığı üvey ablasını incittiğinde o boşluğun dolmaya başladığını hissetti. Annesinin günlüğü ise onu iyice çığırından çıkardı. Başkalarının nefretini kazanarak, acılarını hissederek kendini buluyordu. Bu, bağımlılığa dönüşünce kendini durduramaz oldu.

Saraydan kaçışının ardından Harula çok mekan değiştirdi. Karşılaştığı insanların bazılarını öldürmeye ya da onlara büyük sıkıntı vermeye devam etti. Artık içindeki boşluk tamamen dolmak üzereydi. Karanlığın içinde yüzüyor, gücü tüm zerresinde hissediyordu. Yıllar içinde suçlulardan oluşan yandaşları oldu, sayıları gittikçe arttı. Dünyanın uzak bir köşesinde donanma kurup korsanlık faaliyetlerine başladılar. 

Harula geminin pruvasında uzanmış gökyüzünü izlerken dalgalar iyice şiddetini artırdı. Harula yıldızları, güneşi, ayı sevmezdi. Onlar karanlığı bozan çirkin detaylardı. Korsanlardan birinin yanına gelmesi düşüncelerini böldü. “Ölüm Sarmalı’ na çok yaklaştık Yüce Harula, geri dönmeliyiz.”

Harula yavaşça ayağa kalkıp denizin ötesine baktı. Dolunayın yansıdığı girdabı görebiliyordu. Oradaki gizemli bir şeye doğru çekildiğini hissetti. “Hayır, devam edeceğiz.”

Adam şaşkına döndü. “Ama efendim, oraya giren kimse sağ çıkamadı şu ana kadar.”

Harula' nın gözleri parıldadı. İçini nedensizce saran  heyecan duygusuna anlam veremese de kararlıydı. “Oraya gireceğiz!” 

Ölüm Sarmalı’ na biraz daha yaklaştıklarında gemi alabora oldu. Herkes çığlıklar atarak suyu boyladı. Denize düşen Harula uzun süre kulaç atıp dalgalarla boğuştu. Daha fazla dayanacak gücü kalmayınca yanlış bir karar verdiğini anladı. Kendini öylece sulara bıraktı. Dibe doğru sürüklenirken su ciğerlerini yakmaya başlamıştı. Bilinci kapanmak üzereydi, o sırada kendine doğru yüzen bir siluet gördü. Elini ona doğru uzattı.

Harula gözlerini açtığında bir kayanın üzerinde yattığını fark etti. Buraya nasıl geldiğini merak ediyordu. Gökyüzü hala karanlıktı.  Güçlükle doğrulmaya çalıştığında bir siluet yaklaştı kendine. Harula karşısındaki bedene baktı. Kara pelerinin başlığı yüzüne düşmüştü. Gölgeler, sanki orada bir yüz yokmuş izlenimi veriyordu.  Bedeninin etrafı duman tabakasıyla sarılıydı. Elleri biçimsiz ve yanmış gibi koyu renkliydi. Parmakları ağaç kabuklarına benziyordu.

Harula birkaç saniye şaşkınlıkla ona baktı. “Sen kimsin, beni neden kurtardın?”

“Bir şey seni bize çekti. Kalbi karanlık için atmayan biri bu adaya ulaşamazdı. Biz bu adaya hapsedilince etrafımızı bir girdap sardı. Kimse buraya ulaşamasın istediler. Şu ana kadar sınırı aşan üçüncü kişisin.”

“Tüm bunlar ne demek oluyor yani?”

“Sen efendimiz olmaya adaysın. Ancak gerçek kötülükle güçlerimizi birleştirdiğimiz taktirde serbest kalabiliriz.”

“Bahsettiğin diğer iki kişi bunu yapamadı mı?”

“Zugant ve Jarlon. İkisi şu an bu karanlık ordunun başında fakat yeterince güçlü değiller. Onlar sayesinde su altındaki ada gün yüzüne çıktı ama daha fazla ilerleyemedik. Bu girdaptan çıkamadığımız sürece bir şey yapamayız. Şu an görünmez duvarlar arasına hapsolmuş gibiyiz. Etrafı görsek de dış ortama bir etkimiz yok.”

“Benim sizi buradan çıkaracağıma inanıyorsunuz yani. Bunu neden yapayım, benim kazancım ne olacak? Hem bu dediklerine inanmamı mı bekliyorsun?” Harula' nın kaşları çatılmıştı.

Siluet güldü. “Bana karşı bile nefret besliyorsun şu an, güzel. Aradığımız kişi kesinlikle sensin. Birlikte güçlenebiliriz, sana gücümüzün bir kısmını aktarabiliriz. İstediğin gibi dünyaya hükmedebilirsin, geleceğe bile.”

“Geleceğe bile mi?” Harula ilk kez dikkatini verdi.

“Evet. Geleceğe, geçmişe, herhangi bir zamana gidebilirsin. Olasılığı düşük ama daha önce yapılmış bir şey.”

“Anlıyorum. Diğer ikisi ne olacak peki?”

“Eğer gücünü kanıtlarsan onlar da ikna olacaktır. Biz nefretten besleniriz. Bize bunu sağladığı sürece bizi kimin yönlendirdiğinin bir önemi yok.”

Bir süre düşünen Harula ayağa kalktı. “Peki, anlaştık. Görelim bakalım bahsettiklerin doğru mu?”

Siluet Harula' yı diğerlerinin yanına götürdü, Zugant ve Jarlon ile tanıştırdı. İki taraf da birbirine düşmanca bakıyor, birbirini tehdit olarak görüyordu. Sonunda el sıkışarak söyleneni yaptılar.

İlk deneme için yerlerini aldı siluetler. Harula' yı merkez alarak düzenli bir sıra oluşturdular. Harula ortadaki devasa meşaleyi yaktı. Kara alevler göğe doğru yükseldi. Herkes kılıcını alevlere doğrultup gücünün bir kısmını gönderdi. Kılıçlardan çıkan mavi parıltılar alevin içine çekildi. Harula kendi kılıcını alevlerin içine soktu. Birkaç saniye süren gergin bekleyişinin ardından içinde hızla artan gücü hissetti. Kılıçtan tüm bedenine muazzam ve kusursuz bir enerji akıyordu. Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Parmağını kımıldatsa her yeri cehenneme çevirebilecekti sanki.  

Bir süre sonra bir sarsıntı hissedildi ve dışarıdaki girdap yavaş yavaş duruldu. Siluetler, Zugant ve Jarlon Harula’ yı tebrik ettiler. Şimdi üçü de bu karanlık ordudan sorumluydu.

Kısa sürede dış dünyaya açılıp etrafa yayıldılar. Harula doğrudan Tilkar' a doğru harekete geçtiğinde babasının öldüğünü işitti. Onu tahttan indirenin kendisi olmasını isterdi. Yine de bundan sonra yapacakları için heyecana kapılıyordu. İlk işi sarayı ele geçirip liderlik unvanını almak oldu. Bir kişi bile karşısına çıkacak cesareti gösteremedi. Üvey kardeşlerini öldürdü. Anne ve babasının anısına dair saraydaki tüm izleri yok ettirdi. Babasının yıllardır uğraşıp kurduğu büyük kütüphaneyi, annesinin kendi eliyle diktiği  ağaçları yaktı.

 Aradan geçen yıllarda Harula pek çok ülkeye saldırdı, gücünü insanları korkutmak ve bastırmak için kullandı. Zalim bir lider olarak tarihe geçti. Hırsı gittikçe büyüyordu, sonunda geleceğe de hükmetmeye karar verdi. İlk olarak Zugant ve Jarlon' u alt etmeliydi. Onları çeşitli gerekçelerle kandırıp zindana attırdı. Bunun sonucunda Harula' yı daha üstün gören siluetler sadece ona itaat etmeye başladılar.

Gözü dönmüş olan Harula durdurulamaz olduğuna inanıyordu. Kalplere korku salmaktan büyük bir zevk alıyordu. Ölürken, acı çekerlerken insanların yüz ifadelerini izler, bundan keyif alırdı. İnsanı değersiz görüyor, katlettiği her can için kendini kutsanmış hissediyordu. Geleceğe gitmek için hazırlıklarını tamamlamıştı. Geriye sadece beklemek kalmıştı. Siluetlerin özel güçlüler hakkındaki uyarılarını çok önemsemedi. “Birkaç zavallı beni ve devasa ordumu nasıl yenebilir ki?” diye düşünüyordu.


22 Ekim 2021 Cuma

Savaş Çığırtkanı 2- 15.Bölüm (Roman)


 


BÖLÜM 15

 

Yas Zamanı - Butah

 

Serenay ile Rembar Krazu’ yu götürüp sağlık personeline teslim ettiler, o iyi olacak gibi görünüyordu. Krazu masaya yatırılırken güçlükle gözlerini araladı ve kendisini endişeyle izleyen Serenay' a gülümsedi. Sadece ağzını kımıldatarak teşekkür etti. Herkes o kadar yoğundu ki Serenay konuşacak vakit bulamadı. Savaşın tüm tarafları yaralılar için canla başla çalışıyordu. Bir yandan görevlerini yerine getirmeye çalışan insanlar bir yandan savaşın kötüye giden gidişatı yüzünden endişeliydi. Düşman tarafından hedef alınabilirlerdi.

Serenay bir kez daha Krazu' ya bakıp kafasında karmaşık düşüncelerle oradan ayrıldı. Savaş ne zaman sonlanacaktı, daha kaç kişinin canı yanacaktı, Krazu ülkesine hemen dönecek miydi tüm bunları merak ediyordu. Aklına gelince diğer tarafa döndü, büyük çadırlardan birine girdi. Bir hemşire ayak altında dolanmaması için onu uyardı. “Tamam, hemen birine bakıp gideceğim.”

Serenay kalabalığın arasından Elbruz’ u görmeyi başardı. Elbruz, savaş meydanından uzakta kaldığı için kötü hissediyordu. Elinden bir şey gelmemesi, diğerlerine yardım edememesi canını sıkıyordu. Bacağından kötü yaralandığı için kısa süre içinde ayaklanması mümkün görünmüyordu. Serenay’ ın ona baktığını fark edince yüzünde bir rahatlama belirdi. Elini kaldırıp hafifçe tebessüm etti. Etraf inleyen, kıvranan insanlarla doluyken konuşup da kimseyi rahatsız etmek istemiyordu. Serenay da aynı şekilde karşılık verdi. Rembar birden arkasında belirdi. “Hadi, gidelim artık.”

Ayda onları görünce yanlarına koştu. “Verda iyi mi? Onun için çok endişeliyim.” Serenay onun ellerini tuttu. “İnan şu an bilmiyorum. Hemen oraya gideceğiz, endişelenme.” Ayda karamsar halde gidişlerini izledi. O sırada bir yaralı getirilince yardıma koştu.

Geri döndüklerinde savaşın yıkıcı etkisi Serenay’ a tokat gibi çarptı. Meydan az önceki halinden çok farklıydı. Pek insan kan içinde yerde yatıyor ya da yaralı halde dövüşe devam etmeye çalışıyordu. Acıyla bağırıp yardım isteyenleri işitti, kan ve yanık kokusu burnunu sızlattı. Tanıdık bir sima görme korkusu içini kemirince yerdeki insanların yüzüne bakamadı. Gözleri dolmaya, elleri titremeye  başlamıştı. Rembar kolundan çekti. “Toparlan, ölmek mi istiyorsun? Mutlaka birileri yardıma gelecektir. O ana kadar elimizden geleni yapmalıyız.” “Ha-haklısın,” dedi Serenay çaresizce. Rembar önden koşup gitti.

Zorkan yalnızca Harula' ya odaklanmıştı. Ona doğru ilerlerken aklında onu yenmekten başka bir şey yoktu. Kılıcıyla ilk hamleyi yaptığında Harula kolayca sıyrıldı. Zorkan’ ın masmavi gözlerinden içinde fokurdayan ateş okunabiliyordu. “Sıradan birine göre fazla cesursun,” dedi onun bu haliyle keyiflenen Harula.

 Zorkan tüm gücüyle kılıcını indirdi. Harula bu kez güçlükle onun hamlesini durdurdu. Pes etmeyen Zorkan hızla dönerek tam aksi yönden saldırdı. İkisinin kılıçları çarpıştığında Harula' nın ayakları toprakta geriye doğru kaydı. Karşısındaki adamın kolay lokma olmadığını anlamıştı. Dazzaplılar da Zorkan’ ın arkasından ilerlemiş fedailerle şiddetli şekilde çarpışıyordu.

Harula hemen sıyrılıp kılıcını Zorkan’ a doğrulttu ve karanlık bir enerjiyi sıkıştırıp fırlattı. Bacağında büyük bir tahribat oluşan Zorkan büyük bir istikrarla, adrenalinin de etkisi ile, acısını bastırmayı başardı. Sağlam bacağından destek alarak ileri atıldı ve kılıcını Harula' nın boynuna saplamaya çalıştı. Karanlık lider gücünü siluetler kadar çok sık kullanamıyordu, o sadece karanlığın gücünü emanet almış bir insandı. Avucunun içindeki siyah mühüre baktı. Bu sayede siluetleri idare edebiliyor, güçlerini devralabiliyordu.

O sırada saldırıyı önlemek için ikisinin arasına bir fedai atladı, boynundan giren kılıç fedainin ensesinden çıktı. Kılıcın ucu Harula' nın boynuna bir iki cm kala durmuştu. Fedai boğazından hırıltılar çıkararak yere devrilirken Harula ilk kez sıradan bir insanın kendini bu kadar zorladığına şahit oluyordu. “Sınırını bilmiyorsun değil mi? Ateşe çok yaklaşırsan yanarsın. Diğerleri gibi mesafeni korumalısın.”

“Gül bahçesinde yürüyen çok olur. Bense hep taşlı yollarda yürümeyi tercih ederim ve asla geri adım atmam. Hele de karşımda acımasız bir cani varsa.” Zorkan, varlığıyla bile insanları titreten Harula' nın karşısında dikilerek adeta ölüme meydan okuyordu. Harula alaycı şekilde güldü. “Sen benim kılıma bile zarar veremeyeceksin.”

Zorkan ile birlikte yanındaki kurtlar da saldırıya geçti. Aralarında şiddetli bir çatışma başladı. Kurtlar hiddetle hırlıyor, Harula' yı yakalamak için fırsat kolluyordu. Siyah olan kurt sivri dişlerini Harula' nın koluna geçirdi. İnatçı kurttan kurtulamayacağını anlayan Harula kılıcını ona saplamak üzereyken Zorkan tökezleyerek de olsa kılıcını savurdu. Kılıç saldırısından sıyrılmaya çalışan Harula geriye doğru kendini atınca kurtla birlikte yuvarlandı. Kurt avını bırakmamakta kararlıydı. Bir fedai yaklaşıp sırtından onu yaraladı ve tekmeleyerek karanlık liderden uzaklaştırdı.

Her geçen dakika Zorkan’ ın ağrısı artarken dayanmakta zorluk çekiyordu. Yerde sürüklediği bacağındaki dağılmış etler görünüyor, bastığı yer kana bulanıyordu. Chitan ve birkaç kişi fedaileri atlatıp liderin yanında yerini aldı. “Efendim, ağır yara aldınız. Sizin için endişeliyiz,” dedi Chitan. Zorkan derin bir nefes aldı. “Biz öne çıkma cesareti gösterelim ki ardımızdakilerde birlik ruhu canlansın.”

Sonunda kolunu kurtaran lider öfkeliydi. Kılıcını savurunca Zorkan ve adamları metrelerce geriye uçtu. Başını taşa çarpan Chitan bayılıp kaldı. Zorkan kılıcına tutunarak güçlükle doğruldu. Fedailer onlara doğru ilerleyince Harula bir el hareketi ile onları durdurdu. İşaret parmağını Zorkan’ a doğrulttu. “Onun ölümü benim ellerimden olacak. Diğerleri size kalsın.”

Çok sayıda fedai savaşçıların etrafını sarıp ateş topları fırlattı. “Şimdi!” diye bağırdı Garnap. Yüksek şiddetteki sesi her yerde yankılanmıştı. Mara başta olmak üzere Sesin Muhafızları eş zamanlı saldırıya geçti. Ses dalgaları diğer fiziksel saldırılardan daha kolay zarar veriyordu siluetlere. Kulaklarında oluşan basınç hem talimatları duymalarını hem de rahatça hareket etmelerini önlüyordu. Yine de etrafa rastgele salınan ateş toplarına, küçük çaplı yıldırımlara yakalananlar oldu.

Yara almamış iri kurtlardan biri Zorkan’ a yaklaşıp, önünde çömeldi. Lider onun ne demek istediğini anlamıştı. Üzerine çıkıp oturdu, tüylerine sıkıca tutundu. “Gidelim,” dedi kendinden emin şekilde. Kurt hırlayarak ileri atıldı. Uzun, sivri dişleriyle ürkütücü görünüyordu. Olabildiğince yükseğe sıçrayarak mesafeyi kapatmaya başladı.

Sakince onu izleyen Harula kurda bir yıldırım fırlattı. Kurt kılıçtan çıkan enerji tarafından vurulmadan önce Zorkan’ ı üstünden atmayı başardı. Aldığı büyük darbe ile her yeri parçalanan kurt ölmüş halde yere düştü. Zorkan için elem dolu bir andı. Hala karanlık lideri yenemediği için kendine lanet ediyordu. Harula, güçlükle doğrulan lidere baktı. “Taşlı yollarda yürümek sandığın kadar erdemli bir davranış değil ha? Ne halde olduğuna bir bak.” Sesindeki küçümseme rahatlıkla fark ediliyordu.

“Su buharı gibi kolayca yükselen biri erdemden söz edemez. Sonunda yere düşmekten kaçamayacaksın.”

 Zorkan daha fazla konuşarak vakit kaybetmek istemiyordu. Gerisinde çatışmalar devam ederken yoğun bir gayretle ilerledi. Harula da dikkatini toplayıp karşı saldırıya geçti. Kılıcını her savurduğunda rüzgar gibi, keskin bir akım kuvveti açığa çıkıyordu.

Cender başındaki fedai ile tek koluyla dövüşmekten ikisine odaklanamıyordu. Hemen bir şeyler yapmalıydı, durumun Zorkan’ ın aleyhine olduğu açıktı. Saldırılara rağmen onun kararlı şekilde ilerlediğini gördü. “Lider Zorkan, bu kadar yeter! Geri çekilin artık!” diye bağırdı. Zorkan ise onu işitmiyordu, tüm enerjisini yürümeye vermişti.

Zorkan ilerledikçe ona temas eden her akım gövdesinde derin yaralar açtı. Zırhı parçalandı, bedeninde çok sayıda uzun ve derin yarıklar oluştu. Göğsünde, karın bölgesinde, omzunda... Artık ilerleyecek dermanı kalmayan Zorkan rakibine iyice yaklaşmıştı. Dengesi bozuldu ve düşmemek için kılıcını toprağa dayayıp, kabzaya tutundu. Şakaklarından ter boşalıyordu, boynundaki damarlar kendini sıkmaktan patlayacak gibiydi. Harula' nın yüzünde zafer ışıltısı belirdi. Sıradan birinin ne cüretle kendisine meydan okuduğunu anlamıyordu zaten.

 Zorkan’ ın bedeni kızıla boyanmıştı. Gözlerindeki fer sönüyordu. Adım atacak hali kalmamış, ağzından kan gelmeye başlamıştı.  Kısacık bir an için tüm hayatını, ilkelerini, ne için yaşadığını düşündü. Düşüyordu. İçinde beliren son güç kırıntısı ile beklemediği anda kılıcını kaldırıp Harula' ya fırlattı. Şaşkınlıkla geri adım atan Harula kılıcını kullanmaya vakit bulamadı. Eliyle, yüzüne doğru gelen kılıcı yakaladı ama geç kalmıştı. Kılıcın ucu bir gözüne girmiş ve metali tutan eli kesilmişti. Zorkan gürültüyle yüz üstü yere düştü. Yüzünde huzurlu bir ifade belirmişti. Birkaç saniye içinde gözleri kapandı.

Harula dişlerini sıkarak kılıcı çıkardı. Kapanan gözünden aşağı kan süzülüyordu. “Lanet olası, gider ayak yapacağını yaptın!” Alasır endişe içinde karanlık liderin yanına koştu ve yarasına müdahale etmeye çalıştı. Harula burnundan soluyordu. “Elini çabuk tut.”

Zorkan' ın düşüşünü gören Cender hüzne boğuldu. Her ne kadar anlaşamasalar da onun dürüst biri olduğunu biliyordu. “Hikayen burada bitiyor ha,” diye mırıldandı.

Kendini iyice toparlayan Alaz savaşçıları ölürken duramamış savaş meydanına çıkmıştı. Elinden geleni yapmaya kararlıydı. Yardımcıları etrafında ilerlerken Zorkan ve Harula' nın mücadelesine şahit olmuştu. Dazzap' ın liderinin ölümünü hiç beklemediği için şaşkındı. Onun gibi fiziksel güce sahip biri yenilmişse diğer liderlerin pek şansının olmadığını biliyordu. Zorkan’ ın kendi iradesi ile son ana kadar karşı koyduğunu görmüştü. Alaz kendinde böyle bir cesaret ve kararlılığı bulabilecek miydi emin değildi. Şu ana kadar Lazinka’ nın gölgesinde olmaktan başka pek bir şey yapmamıştı. Gerçek benliğine sırt çevirmişti. Canas gibi bir düzenbazın oyununa geldikleri için öfkeliydi.

Dazzaplılar Sesin Muhafızları yardımı ile fedaileri aşıp liderin yanına koştu. Chitan da gürültüden kendine gelmiş, başını tutuyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışarak ilerlediğinde Zorkan' ı gördü. Kanlar içindeki bedeni savaşın ağır izlerini yansıtıyordu. Chitan üzüntü ile yere çöktü. Dazzaplı çoğu savaşçı için Zorkan yıkılmaz bir çınar gibiydi, herkesin destek aldığı bir güçtü. Ayakta kalan kurtlar liderin etrafını sarıp bir ağızdan acı acı ulumaya başladı. Ansızın çöken hüzün geceye daha da ağırlık katmıştı. Chitan yumruklarını sıkmış, uzun yıllar yanında yer aldığı lider için sessizce gözyaşı döküyordu.

Ceddil dövüşürken işittiği sese kulak kesildi. “Bir şey mi oldu?” dedi endişe içinde.

Azaka dikkatini sesin geldiği yöne verdi. Bir süre konuşmaları dinledi. “Lider Zorkan ölmüş. Kurtların yası bu.”

Yenira şaşkınlıkla baktı ona. “Bu kadar çabuk bir lideri kaybetmeyi beklemiyordum.”

Ceddil' in yüzü düştü. “O, saldırmadan durabilecek biri değildi zaten. Hepimiz ne çok kayıp verdik. En kötüsü de tüm bu kaosun Butah kaynaklı olması.”

“Butah’ tan değil, Canas adlı hainden kaynaklı.” Yenira düşündükçe çileden çıkıyordu. Canas, Butah’ ı diğer ülkeler karşısında çok kötü bir duruma sokmuş, tüm dengeleri alt üst etmişti. Canas’ ın ihanetinin uzun yıllar hafızalardan silinmeyeceği kesindi.

“Ne fark eder? Hiç birimiz onun gerçek niyetini anlayabildik, onu sorgulama cesareti gösterebildik mi?” Ceddil’ in konuşması bir fedainin uzaktan kendisine ateş topu fırlatması ile bölündü. Ceddil dikenli topuzuyla ateş topuna vurunca topuzu alev aldı. Bunu fırsat bilen Ceddil ileri atılıp topuzuyla fedailere vurdu. İnsanlar nasıl yanıyorsa onlar da anında cayır cayır yanmaya başladı. “Tam düşündüğüm gibi,” dedi Ceddil.

Elyama ve Saro birlikte dövüşüyordu. Ufak tefek darbeler dışında önemli bir hasar almamışlardı. Algı Bozucularla iş birliği içinde olan Katra da onların hedef aldığı fedailere saldırıyordu. Ufak tefek yapısına rağmen hızlı dövüşüyordu. Bir ara fedailer birer birer yaralanıp yere serilmeye başlayınca Katra şaşırdı. Sonra Sırat ve Zebbar’ ı görünce onların Sisle Yıkananları getirdiğini anladı. Hızla işe koyulan Sisle Yıkananlar görünmez halde fedaileri olabildiğince gafil avlayıp dağıtmaya çalışıyorlardı. İçlerinden biri Janef' i kurtardı.

Janef yanmış olan kolunu yeterince kullanamasa da savaş alanını terk etmek istememişti. Sanki bu halde bırakıp giderse kaybedeceklerdi. Yorgunluk iyice bedenini sarmaya başladığında hamleleri gitgide zayıfladı. Verda da ondan farklı görünmüyordu. Ruhsal olarak da çok yıpranmışlardı.

Tedavi gören hafif yaralılar tekrar dövüşe dönüyordu. Kimilerinin gözlerinde korku, kalbinde karamsarlık vardı. Bu, sıradan bir savaştan çok farklıydı ve düşman güçlüydü. Son anlarını yaşadığını düşünecek kadar umutsuz olanlar, kaçmakla kalıp savaşmak arasında bocalayanlar vardı.

Alaz ve  Canas karşı karşıya geldi. “Demek gemide bahsettiğin şey buydu,” dedi Alaz. Düşünceleri kıyıyı döven dalgalar misali sürekli hareket halindeydi. Canas’ ın bakışları ne ima ediyor anlamıyordu bile. Onu bu denli delice bir yola sokan  ve bu yolda kusursuz oyunculuk sergilemesine sebep olan neydi merak ediyordu. Kendini tamamen kaybetmiş birinden intikam almak hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Zira onun ölümden korkar gibi bir hali de yoktu. O, bakışlarıyla meydan okuyor, bulunduğu konuma kimsenin ulaşamayacağını zevkle haykırıyordu.

Canas soğuk şekilde gülümsedi. “Sonunda idrak edebildin Lider Alaz. Ah unuttum, artık tek bir lider var aramızda,” dedi Canas, Harula’ ya bakarak.

“Onun seni bir çırpıda harcamayacağına nasıl inanıyorsun?”

“Hayalim onu sizin başınıza musallat etmekti. Bundan sonra bana ne olacağını umursamıyorum. Çürümüş ideolojilerinizin sonu geldi.”

“Büyük bir yanlışın içindesin. Görmüyor musun bunun sonuçlarının çok ağır olacağını? Bir şeyi düzeltip kurtarma imkanı varken tamamen yıkmak senin bu yaptığın. Sen doğru düşünemeyecek kadar aklını yitirmişsin.”

“Bunu, senin gibi çıkarı için yaşayan ve zayıf ülkelerin üzerine çökmeye çalışan birinden duymak manidar.”

Alaz bir an kalakaldı, Canas’ a laf yetiştirmek zordu. Belki de daha önce biri bunları açıkça yüzüne haykırmadığı için şaşkına döndü. Canas saldırıya geçmek için hareketlenince konuşmaya başladı. “Birlikte her şeyi düzeltebilirdik. Tüm bunlara gerek var mıydı?”

“Bu söylediğine kendin bile inanmıyorsun değil mi? Başlarına büyük bir musibet gelmeden insanlar gerçekleri görmek istemez. Eğer biraz daha uzatırsan benle kapışmamak için vakit kazanmaya çalıştığını düşüneceğim. Tabi, gemideki yenilgiden sonra böyle çekinmen normal.” Alaz sinirlerine hakim olmaya çalıştı. Onun sadece kendisini kışkırtmaya çalıştığının farkındaydı. Gerisinde, saldırmak için hazır bekleyen adamlarına karışmamalarını söyledi. “Eğer cesaretin varsa insan gibi saldır bana, özel gücünü kullanmadan.” Sesindeki ima Canas' ı gülümsetti. “Nasıl istersen öyle olsun.”

Canas, Alaz’ ın üstüne yürümeye başladı. Yarım bıraktığı işini tamamlamaya hazırdı. Sakince bekleyen Alaz elini hızla kemerine atıp minyatür, ahşap bir arbalet çıkardı. Tetiği çektiğinde fırlayan küçük ok Canas’ ın yanağını kesip geçti. Canas elini yanağına götürdü. Alaz’ ın yüzündeki rahatlama canını sıktı, bir işler çeviriyor olduğunun farkındaydı. Ona doğru koşup saldırdı ancak ıskaladı. Bulanık görmeye başlamıştı, başı da hafif dönüyordu. Bir kez daha saldırdı ama Alaz onu kolayca durdurdu. “Sen ne yaptın?” dedi Canas.

“Önemli bir şey değil. Sadece zehirli otlardan oluşmuş bir karışım. Kana bir miktar karışmasıyla bile etkisini gösterir.”

“Senden bekleneceği gibi,” dedi Canas etrafı algılamaya çalışarak. Ne yöne dönse karmaşık, bulanık şekillerden başka bir şey görmüyordu.

“Dürüst olduğumu iddia etmedim.”

Canas böyle devam edemeyeceğinin farkındaydı. Hemen görünmez olup uzaklaşmaya çalıştı. Etraftakilere çarparak ilerlediği için Alaz ve adamları peşine takıldı. Canas kılıcını savurarak onları uzak tutmaya çalışıyordu. Son çare olarak etrafı sisle kapladığında izini kaybettirebildi. Alaz’ ın arkadan bağırdığını duydu. “Yakalayın onu!” Canas zehrin etkisinin yavaş yavaş geçeceğini umuyordu. El yordamıyla ilerleyerek, birilerine çarparak kendini meydanın dışına attı. Bir ağacın gövdesine dayanıp oturdu. İzlenme ihtimaline karşı hala görünmez halde bekliyordu ama uzun süre bu halde kalamazdı. Dinlenirken kalp atışı yavaş yavaş düzene girdi. Oturana kadar çok yorulduğunu fark etmemişti. Kolundaki kesikle ilgilendi.

 Holant, Mir, Markos üçlüsü ortak saldırılar yaparak fedaileri yenmeyi ve uzak tutmayı başarmışlardı. Dövüş stillerine alıştıkları için birbirlerini tamamlayabiliyorlardı. Mir sık sık konuşarak onları motive etmeye çalışıyordu. “Umutsuzluğa yer yok, başaracağız. Buradan çıktığımızda dışarıda birlikte takılacağız daha.” Markos arbaletiyle bir fedaiyi vurduktan sonra yanıtlamak için Mir’ e döndü. “Tabi ki...” O anda Mir’ in arkasında aniden beliren fedaiyi gördü. Fedai kılıcını Mir’ in boynuna doğru savururken Markos içgüdüsel olarak harekete geçti. Elini Mir’ in ensesine atıp hızla kafasını yere eğdi. Kılıç eğilmiş haldeki Mir’ in üstünden geçti. Markos anında tekme atarak fedaiyi geriye savurdu. “Çok yakındı,” dedi Mir tuttuğu nefesini bırakarak. İkisinin üstüne birden kan sıçrayınca donup kaldılar. Holant ayaklarının dibine düştü.

Harula, Alasır yaralarına bakıp gözünü sandıktan sonra tüm fedaileri etrafına topladı. Hiddeti sözlerine yansıyordu. “Her yere dağılın, Butah en kısa sürede düşmeli!” Siluetlerin çoğu hızla uzaklaştı, onlarda yorgunluktan hiç eser yoktu. Kalanlar Harula' nın etrafında, onun vereceği emri bekliyordu.

Janef’ in içini korku sardı. O vakte kadar arka planda kalıp dövüşmeyen fedailer de işe dahil olmuştu. Onlar yerleşim birimlerine ulaşırsa neler olacağını düşünmek bile istemiyordu. Karısı ve çocuğu aklından çıkmıyordu. Şu ana kadar iyi dayanmıştı ama artık kanı çekilmiş gibi hissediyordu. Uzaklaşan siluetleri izlerken dizlerinin üstüne çöktü. Verda omzuna dokundu. “Bu sen değilsin, toparlan. Esas şimdi sorumluluğumuz arttı.” Harap olan görüntüsünün aksine kadının gözlerinde kararlılık vardı. Serenay sonunda onları bulduğu ve sağ olduklarını gördüğü için rahatlamıştı. Onlara katılıp fedailerin ardına düştü.

19 Ekim 2021 Salı

Top 10 Anime Listem

 Merhaba arkadaşlar, bugün sohbet havasında bir şeyler yazmak istedim. En sevdiğim animelerin listesini çıkardım. Aslında ilk 5' te kararsızlık yaşamadım ama diğerlerine karar vermek zor oldu. Bir kısmını daha önceleri tanıttığım için kısaca geçeceğim. Sizler de en sevdiklerinizi yazabilirsiniz, fikir alışverişinde bulunmuş oluruz. :)

 Genelde fantastik, aksiyon türünü severim. Tabi ki karakter gelişimleri güzel olacak, kurgu başarılı olacak. Bunun dışında psikoloji, polisiye, dram gibi türleri severim. İlginç ve dikkat çekici konusu olan, fazla tanınmamış animeleri keşfetmeyi de severim. İzlenecekler listemde çok anime var daha. :) İlk 10' un dışında kalan ve çok sevdiğim başka animeler de var. O yüzden eğer favori animeleriniz yoksa hayal kırıklığına uğramayın. :)


1-Naruto


 Naruto' nun en sevdiğim yönü karakterlerinin detaylı oluşturulmasıydı. İnsan ister istemez karakterlerle bağ kuruyor. İlk gördüğümüzde kızıp eleştirdiğimiz bir karakter için ilerleyen bölümlerde ağlayabiliyoruz. Evet, en çok ağladığım animedir kendisi, halbuki dram türünde de değildir. Nasıl bağlanmışsam artık. Vakit bulunca Naruto' nun oğlunun sezonuna (Boruto) başlayacağım. Yıllar ne çabuk geçiyor. 😀
Detaylı tanıtım için tıklayınız. naruto , naruto shippuuden

2-Death Note


 Bu liste içinde izlediğim ilk animeydi. Akıl oyunlarını çok sevdim. Elindeki ölüm defterini kullanarak kötüleri öldüren Kira' yı mı yoksa onun peşine düşen dedektif L' i mi daha çok sevdiğime bir türlü karar veremedim. İkisinin savaşını izlemek keyifliydi. İnsan, benim elimde o defter olsa acaba ne yapardım diye düşünmeden edemiyor. :)


3-Monster


 Psikoloji ve polisiyenin harmanlandığı harika bir anime. Doktor Tenma iyiliği temsil ediyordu ve aldığı kararları yerinde buldum. Johan ise unutulmaz karakterler içinde yerini aldı. Gerçekçi bir konuyu gerçeküstü şekilde anlatan mükemmel bir yapım.
Detaylı tanıtım için tıklayınız.

4-Bleach / Shingeki no Kyojin (ikisini ayıramadım)


 İkisini de çok severim. Shingeki no Kyojin' in tamamını izlemedim fakat izlediğim kadarıyla bile şaşırtıcı, nefes kesiciydi. Surların içinde yaşayan insanların devlerle mücadelesi, büyük sırlar...
 Bleach, tarz olarak Naruto' ya benzettiğim ama karakterler yönünden Naruto' nun gerisinde kalan fantastik anime. Dövüş sahneleri çok güzeldir.


5-Jujutsu Kaisen


 Yakın zamanda izlemiştim. Karanlık atmosferi var, bol miktarda kanlı dövüşler içeriyor. Anormal karakterleriyle ile biraz uçuk kaçık bir anime. Dövüş kısımlarını heyecanla izlemiştim. İkinci sezonu çok merak ediyorum. Megumi göreyim seni, potansiyelini ortaya çıkar artık. :) 
Detaylı tanıtım için tıklayınız.

6-Fullmetal Alchemist: Brotherhood


 İzleyeli uzun zaman oldu, detayları hatırlamıyorum pek. İki kardeşin annelerini kaybetmelerinin ardından onu hayata geri döndürme çabaları başlarına belalar açar. Fırsat bulursam tekrar izleyeceğim bu ikilinin maceralarını.

7-Your Name


 Bunu pek çok kişi biliyor zaten. Görsel efekt, müzik ve kurgusuyla çok etkileyici bir anime. İki farklı kişinin kesişen yaşamı, birbirine olan bağlılığı bu kadar iyi aktarılabilirdi.


8-Ergo Proxy


 Gizemli bir bilim kurgu. İnsanlar robotların onlara refakat ettiği kubbe denilen yerlerde yaşamaktadır. Kubbenin dışında ne olduğu ise tam bir sırdır. Anime, gizemli bir karakterin kendini bulma çabası sonucunda önemli şeyleri keşfetmesini konu alır. Kurgu oldukça iyiydi. 
Detaylı tanıtım için tıklayınız.

9-Joker Game

 
 Yeni bitirdiğim bir anime. Casusluk konusu kısa ve öz olarak güzel işlenmiş. Her bölümde farklı bir casusun maceralarını görüyoruz. Etkileyici diyaloglar ve olaylar var. 
Detaylı tanıtım için tıklayınız.


10-91 Days


 Sona ne koysam diye çok düşündüm. Miyazaki' nin çok sevdiğim iki animesi var ama 91 Days konunun işlendiği dönem, gerçekçi karakterleri, şaşırtıcı olayları ile bir tık öne geçti ve tanıtım yazımda düşündüğümden biraz daha az puan vermiştim. O yüzden son sıraya bu yerleşti. İçimde vurdulu kırdılı sahnelerden hoşlanan bir aksiyonsever var ne yapayım. :))

Detaylı tanıtım için tıklayınız. 


17 Ekim 2021 Pazar

Joker Game (Anime Tanıtım)


  Bir süredir anime tanıtımı yapmıyordum. İlk kez casusluk konulu bir anime izledim. Beklentisiz başlamıştım ama çok hoşuma gitti. Anime yirmişer dakikalık 12 bölüm ve beşer dakikalık 2 OVA(ek bölüm)' dan oluşuyor.


 Hikaye 1930' larda geçiyor. İmparatorluk Ordusu, Yarbay Yuuki' nin teklifi üzerine onun casus eğitim birimi oluşturmasını kabul eder. Yuuki, Büyük Doğu Asya Kültürel Derneği adı altında bu casusluk örgütünü kurar. Teğmen Sakuma da orada görevlendirilir. Sakuma aslında casusluğu korkaklık olarak gördüğü için oradakilerden pek haz etmez. Dahası yetiştirilecek ajanların hiçbiri harp okulundan mezun olmamıştır, bunlar sıradan vatandaşlar içinden seçilip belli teste tabi tutulmuşlardır. Sadece sekiz kişi testleri geçmiştir.

 Buraya kadar anlattıklarım animenin giriş kısmıydı. Her bölümde başka bir casusun yaşamından kesitler görüyoruz. Yarbay Yuuki ise neredeyse her bölümün kilit noktası. İleri görüşlülüğü ve zekası ile kendine hayran bırakıyor. Yetiştirdiği kişiler de gayet zeki. Bir de bunların bir sloganı var: "Ölme, öldürme." Yani zor durumda kalıp düşmanı öldürmek ya da intihar etmeyi bir casusun yapacağı en kötü şey olarak görüyorlar. Bunun tam aksini savunan kesim de vardı: "Tereddüt etmeden öldür, onurunla öl." 

 Animenin isminin nereden geldiğini de açıklayım. İlk bölümde Sakuma diğerlerinin poker oynadığını görüp onlara katılır. Kaç el oynasa da hep kaybeder, pes eder. Sonunda casuslardan biri hile yaptıklarını itiraf edince Sakuma sinirlenir. Aslında casusların niyeti poker oynamak değildir, oyun üzerinden casusluk stratejilerini geliştirmektir. Böylece bu oyun da animenin simgesi haline geldi.

 Genel olarak animeyi çok sevdim. Bölümleri gayet normal izliyorsun izliyorsun son 2 dkda yüz ifaden buna dönüyor. 😲 Yani bayağı şaşırtıcı bitiyor. :) Tek sıkıntı karakterler o kadar benziyordu ki, hele de şapka taktıklarında, ayırt etmek zordu. Zaten isimleri de pek akılda kalıcı değil. Ayrıca bunlar casus olduğu için ha bire sahte isim kullanıyorlar, iyice kafa çorba oluyor, kim kimdi diye. Sonunda netten isimleri ve resimlerinin olduğu görsel bulup her bölümden sonra tek tek bakarak kafamda oturtabildim. Tabi kişilere odaklanmadan da izlenebilir. Bölümler ilgi çekici ve tahmin edilemezdi. Özellikle 1. 5. ve 10. bölümü çok beğendim. İzlerseniz OVA bölümleri de atlamayın, çok tatlı bir kara kedinin maceraları var. :) 

 Animenin daha uzun olmasını isterdim. Bazı bölümler hızlı geçilmişti sanki. Sevdiğim Sakuma ve Tazaki' yi de az gördük. Gerçi çok gördüğümüz kimse yok. 😀 Karakterleri bir aradalarken daha çok görmek isterdim. Başta soğuk buldum ama eğlenceli elemanlarmış. Puanım 10 üzerinden 9. 






15 Ekim 2021 Cuma

Savaş Çığırtkanı 2- 14.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 14

 

Büyük Yıkım - Butah

 

Herkes,  havada süzülen karanlık lideri gözünü dahi kırpmadan izliyordu. Cender hiç bu kadar gergin hissettiğini hatırlamıyordu. Kendisi uzun zamandır bu anın geleceğini bilse de diğer herkes kadar endişeliydi. Sonucunu şimdiden kestirmenin zor olacağı  bir kaosa sürükleneceklerdi. Cender' in tek beklentisi topladığı kişilerin Harula' yı yenmek için yeterli sayıda olmasıydı. Bir kısmı henüz oraya ulaşmamıştı bile. Geç kalmamış olmayı diledi. Harula ve sayısız siluet boyut kapısının kapanmasıyla birlikte yavaşça yere inerken etrafa yayılan uğursuzluk ve güvensizlik hissi tüm bedenini sardı.

“Doğruymuş,” dedi Barsuk. Hayret içinde manzarayı izliyordu. Adamlarına döndü. “Saldırı için hazır bekleyin.”

Ceddil endişe ve heyecanı bir arada yaşıyordu. İçinde kıpırdanmaya başlayan güçlü bir enerji vardı.  Azaka' nın umutsuz bakışları siluetlere odaklanmıştı. “Çok kalabalıklar.”

Gece savaşa devam edebilmek için alanın çevresine bir sürü meşale yerleştirilmişti. Savaşçıların onları yakması ile ortam biraz olsun aydınlandı.

Lider Harula yere ayak bastığında yüzünde bir zafer ifadesi ile etrafına bakındı. Yeni dünyayı keşfetmeye çalışıyordu. Tüm savaşçıları süzdü. “Demek ezilecek böcekler buradaymış. Aferin size, birbirinize savaş açarak, işimi kolaylaştırdınız. Kapıyı açacak olumsuz enerjiyi sayenizde topladım. Bu kadar kör olmasaydınız içinizdeki filizlenmiş zehirli tohumların farkında olurdunuz.”

 Harula’ nın gür sesi çok soğuk ve tehditkar çıkıyordu. Silahını insanlara doğrultup birkaç saniye bekledi. En yanındakiler şaşkın şaşkın bakarken kılıcın ucunda zift karası ışık belirdi, yıldırım gibi fırlayıp insanların içine düştü. Işığın değdiği genişçe alan parçalanmış, insanlar etrafa savrulmuştu. Bir kısmı oracıkta can verdi.

“Sen nesin böyle? Ne yaptığını sanıyorsun?” Sesini duyurabilmek için bağıran Zorkan’ dı. Yanındaki kurt da hırladı.

“Beni sorgulayacak vaktin olduğunu sanmıyorum.” Harula’ nın ani saldırısı sonucu fırlayan siyah ateş topu Zorkan' ın başının dibinden geçti ve arkasındaki bir savaşçıya isabet etti. O anda tüm vücudu yanmaya başlayan savaşçı çığlıklar içerisinde kendini yere attı. “Tüh, ıskaladım,” dedi Harula alaycı şekilde. Zorkan öfke dolu gözlerle Harula' ya bakmaya devam ediyordu. Harula' nın nasıl bir güce sahip olduğunu bilse çoktan ona saldırmış olurdu. Kendisini zor tutuyordu. Şimdiden pek çok insan ölmüştü.

Harula yeni bir saldırı yapmaya çalışıyordu ki kalabalığı yarıp ona doğru yürüyen ihtiyarı gördü. “Sen Alasır olmalısın, soyumdan gelen.” Alasır hafifçe başını eğdi ve gülümsedi. “Değerli Lider Harula sizi çok bekledim. Bu günleri görebildiğim için çok mutluyum.”

“Sana çok şey borçluyum Alasır. Yardımın olmazsa şu an burada olamazdım.”

Alasır' ı tanıyan Fuban şok oldu. Onun sarayda yıllarca Canas' ın eğitmeni olarak kaldığını ve sonra aniden gittiğini hatırlıyordu. Telaş içinde gözleri Canas' ı aradı, şüphelerinin doğru olmamasını o kadar istiyordu ki.

Zorkan, az önce Canas' a saldırmak üzere olduğunu hatırlayınca tekrar ona yöneldi. Kılıcını kaldırıp koşmaya başladı. Çakan şimşeklerin arasında gözleri ışıl ışıl parlayan Canas birden yok oldu. Zorkan ve bunu fark eden diğerleri şaşkına döndü. Yanlış gördüğünü düşünerek gözlerini kırptı Zorkan. Kısa süre sonra Canas Alasır’ ın yanında belirdi. “Seni sağ salim gördüğüme sevindim,” dedi Alasır. Ardından Harula’ ya dönüp Canas’ ı tanıttı. “Kendisi bize yardım ettiğinden bahsettiğim lider, Canas.”

Harula güçlü sesiyle konuştu. “Çabaların boşa çıkmayacak genç lider.” Canas’ ın yüzünde halinden memnun  bir ifade vardı.

“Neler oluyor burada? Lider Canas neden onların tarafında?” dedi Cender şaşkınlıkla. Onu işiten Zorkan Cender' e yanıt verdi. “O bir hain. Lider Canova' yı öldürüp yerine geçmiş!” Bunu beklemeyen Cender daha da sarsıldı. “Olamaz. Bu ihtimali nasıl düşünemedim? Demek toplantıdaki maskeli oymuş. Şimdi taşlar yerine oturuyor.”

Serenay kendini toparlamaya çalıştı. Az sonra kötü şeyler olacağının farkındaydı. Canas konusunda yaşadığı şok da onu germişti. “Ah, Lider Canas bunu nasıl yaparsınız? Karanlık lideri dünyamıza getirirken ne düşüyordunuz?” diye geçirdi içinden. Yüzünden düşen bin parçaydı. Endişe ile etrafa bakınırken herkesin aynı şekilde donup kaldığını gördü. O sırada Krazu’ yu fark etti. Kötü bir yara almış gibi görünüyordu, yanına koştu hemen. Saçına bağladığı fuları hemen çözüp sıkıca Krazu' nun bacağına doladı. “İyi olacaksın, yardım edeceğim.” Yarı baygın haldeki Krazu yanıt veremedi. Rembar' ı çağırdı Serenay. “Fark edilmeden götürelim.”

“Ben hallederim,” dedi Rembar. Sadece üçünün etrafını saracak şekilde sis tabakası oluşturdu. Kalabalığın içinde karanlıkta ilerlerken sisin dikkat çekmeyeceğini umuyordu. Rembar bacağı yüzünden hızlı ilerleyemiyordu ama Serenay’ ın desteği ile Krazu' yu götürmeyi başardılar.

Boratak öfke ile öne çıktı. “Canas bu ne demek oluyor? Alasır mı beynini yıkadı?”

“Sevgili kuzenim ne kadar safsın. Alasır ile düşüncelerimiz uyuştuğu için onun yanında yerimi aldım. Küçük insanların küçük hedefleri olur. Ben yıllardır bu an için çalıştım. Bu uğurda babamı bile harcadım.”

Boratak’ ın öfkeyle açılan gözleri doldu. “Amcamı öldüren sen miydin?” Canas, gözlerini dikip kibirle baktı. “Lanet olsun sana! Nasıl böyle bir şey yaparsın?” diye bağırdı Boratak. Canas’ ın yüz ifadesi değişmedi bile. Bir zavallıymış gibi kuzenine bakıyordu. Canas' ın itirafı herkesi şoka uğratmıştı. Bağırarak tepki göstermeye çalıştılar.

Harula olanca haşmetiyle bağırdı. “Bu kadar yeter! Herkes söyleyeceklerimi iyi dinlesin. Eğer bana itaat etmeyi düşünen varsa şimdi benim tarafıma geçsin. Aksi halde hepinizi öldürmek zorunda kalacağım.”

“Senin emrine girmektense ölmeyi tercih ederiz!”

Harula, Boratak' a ters ters baktı. Kılıcını ona doğrultup çok sayıda ateş topu gönderdi. Herkes onun bu saldırıdan kurtulamayacağını düşünürken bir anda Barsuk önünde belirdi. Alev toplarını nefes alırcasına içine çekti, ardından eliyle ağzını sildi. “Pek lezzetli değilmiş.”

Harula meydan okurcasına ona baktı. “Bak sen, bir Alev Soluyan. Burada olmana şaşırdım doğrusu. Karşıma kim çıkarsa...”

Barsuk kaşla göz arasında mızrağını fırlattı. Mızrak tam Harula’ nın kalbine girecekken siluetlerden biri bir fedai gibi önüne atladı. Ağır darbeyi alan fedainin simsiyah kanı etrafa sıçradı. Lafı bölünen Harula sinirlenmişti, fedaiye bakmadı bile. Barsuk hiç beklemeden son hızla karanlık lidere koştu. Öyle ki Boratak onu gözleriyle takip etmekte zorlanıyordu.  Harula kılıcını savurunca Barsuk metrelerce geriye fırladı.

Vahşi bir ifade Harula' nın bakışlarına yerleşmişti. Harekete geçmek için sabırsızlanıyordu. Bir işareti ile tüm fedaileri aynı anda saldırıya geçti.

Cender acele etmeleri gerektiğinin farkındaydı. “Garnap sen Sesin Muhafızlarını yönlendir. Diğer yardımcılar da özel gruplarla ilgilensin. İyi organize olmadan onları yenemeyiz.” Garnap her şeyle ilgileneceğini söyleyerek oradan uzaklaştı.

 Dorma okuyla nişan alıp fedailerden birini vurmaya çalıştı. Bedenlerinin etrafında koruyucu bir duman kalkanı vardı ve ok bedene girmeden yere düştü. Bu saldırıyı hisseden fedai Dorma’ ya yöneldi. Ani bir kılıç darbesi ile kadının karnında boydan boya bir kesik açtı. Dorma kımıldayamadan külçe gibi yere yığıldı. Kesik sıradan bir kılıcın açacağından çok daha derin ve acı vericiydi. Yerde ızdırap içinde kalan Dorma’ nın gözlerinden yaş süzülüyordu. Çok kan kaybettiği için nefesi düzensizleşmişti. Kımıldayacak, yardım bile isteyecek hali yoktu. Gözleri kapanmadan önce son gördüğü savaşın dehşetli manzarasıydı. Tutunamadığı yaşam ellerinden kayıp gitti.

Daha önce özel güçlülerin izinde olan Sırat ve diğerleri Butah’ a varmış, savaş alanına doğru ilerliyordu. Yanlarında Sisle Yıkananlardan ve Algı Bozuculardan bir grup vardı. Karanlık gökyüzü Sırat’ ı hayrete düşürmüş, Cender’ in bahsettiklerinin gerçekleştiğini anlamıştı. Savaş meydanına yaklaştıkça içindeki endişe artıyordu. Orada göreceği şeylere hazırlıklı olması gerektiğinin farkındaydı. “Bu, hiç hayra alamet değil,” dedi Zebbar. İlk defa bu kadar şaşkın ve endişeli görünüyordu. “Biliyor musun, buraya dönene kadar Lider Cender' in sözlerine pek inanmamıştım. Daha doğrusu kabullenmek istemedim. Hem kulağa çok mantıksız geliyordu, haksız mıyım?” Sırat anlayışla baktı ona. “Bu, hepimizin için geçerli. Şimdi bunları düşünmenin sırası değil. Katılmamız gereken bir savaş var.”  

Zorkan ve savaşçıları sertçe dövüşüyor fakat her geçen dakika insanlar ölmeye devam ediyordu. Fedailerin saldırıları o kadar şiddetliydi ki her yer kana bulanmış, herkes neredeyse tanınmaz hale gelmişti. “Dayanın! Dikkatli olun!” diye bağırıyordu Zorkan. Kurtlar lideri koruyor fedailerin üzerine atlıyordu. Keskin bir kılıç darbesi kurtlardan birinin başını uçurduğunda Zorkan öfkeden deliye döndü. Siluetin üstüne atlayıp yumruğunu geçirdi. Eli, karanlık bedene temas etmişti ama uygulamak istediği gücün çok altında kuvvet uygulayabilmişti. Hırsını alamayınca kılıcının kabzasını iki eliyle kavrayıp bütün gücüyle indirdi. Göğsünü yardığı fedainin kanı yüzüne fışkırdı.

Fuban tüm bu olanlara inanmakta güçlük çekiyordu. Canas’ ın babasını öldürmesi ve herkesi kandırarak bunca zaman liderlik yapması affedilemeyecek bir şeydi. Butah tarihinde böyle bir şey yaşandığı görülmemişti. Fuban tüm bunları düşünürken sabrı taşmış halde Canas’ ın üzerine yürüdü. Canas onun yüzündeki kızgın ifadeyi görünce alaycı şekilde baktı. “Savaş Ustası Fuban.”

“Lider Canova’ dan ne istedin? Tüm bu yaşanan katliam çok mu hoşuna gidiyor? Aklını yitirmiş olmalısın. Hepimizi sürüklediğin şu duruma bak!”

“Pislikten arınmak için önce içinde bulunduğun kirli ortamı temizlemek gerek.”

“Esas kir senin taşlaşmış kalbinde. Neydi bu kadar gözlerini döndüren?”

“Yalanlar, acılar, sahte kişilikler, entrikalar...”

“Saydığın tüm bu şeyleri kendinin de yaptığının farkındasındır umarım.”

Canas başını iki yana sallayarak güldü. “Etkiye tepki diyelim o halde.”

“Hiçbir şey yanına kâr kalmayacak, Lider Canova’ ya yemin olsun ki seni pişman edeceğim.”

Fuban kılıcını kaldırarak koştu, ilk hamleyi yaptı. Kılıcın ucu Canas' ın zırhını sıyırıp geçti. Fuban anında ileri çıkıp ikinci hamleyi yaptı. Bir anda görünmez olan Canas eğilip darbeden kurtuldu. Hızla yana geçip sessizce bekledi. Niyeti Fuban’ ın kafasını karıştırıp sabrını sınamaktı.

Savaş ustası herhangi bir yönden darbe geleceğini varsayarak temkinli olmaya çalışıyordu. Bir süre beklemesine rağmen saldırı gelmeyince Canas’ ın kendisiyle oyun oynama niyetinde olduğunu anlamıştı. Gözleriyle hızla etrafını taradı. Çok yakınında kimse bulunmadığı için kendi ekseni etrafında dönerek rastgele kılıcını savurmaya başladı. Az kalsın boynundan yaralanacak olan Canas son anda geri çekildi. Zırhın çıkardığı metalik sesi işiten Fuban o yöne doğru hamle yaptı. Göremese de bir şeyi kestiğini fark etmişti, kılıcın üzerinde de kan lekesi vardı. Canas kesilen sol kolunu tuttu. Derin değildi ama uzun bir kesik açılmıştı. Yine de ansızın harekete geçip Fuban’ ı gafil avladı.  Bacağının üst kısmından yaralanan Fuban geriye doğru sendeleyip yere düştü. İkinci ağır darbeyi zırhında bulunan açık noktadan, kolunun hemen altından iki kaburgasının arasına aldı. Canı çok yanıyordu ama hareket edecek gücü kendinde bulabildi. Kan ter içinde ayağa kalktığında Canas sert bir tekme savurdu. Algıları yeterince açık olmayan Fuban karşılık vermeye çalışsa da yere yuvarlandı.

“Bakıyorum da ölene kadar pes etmemeye kararlısın. Son darbeyi indirmemi ister misin? Halini gördükçe içim parçalanıyor,” dedi yapmacık bir eda ile.

Fuban yerden kalkmaya çalışırken kaburgasındaki sancı dayanılmaz boyutlara ulaştı. Canas’ a laf yetiştirecek hali yoktu, güçlükle nefes alıyordu. “Esas acınacak halde olan sensin, yalnızsın.”

Canas dirseğini büküp Fuban’ ın kaburgasına geçirdi. Acı tüm vücuduna dağılmış gibiydi savaş ustasının, gözü karardı ve yere yığıldı.

Alev Soluyanlar meydanın dört bir tarafına yayıldı. İnsanlara ateş topları fırlatan fedailerin karşısına çıkıp saldırılarını etkisiz hale getiriyorlardı. Bir kısmı da mızrakları ile onları deşmeye çalışıyordu. Büyük bir güç uygulamadıkça fedailerin bedenleri zarar görmüyordu. Hızlı Alev Soluyanlar onlara ayak uydurabilse de sayıları az olduğu için ellerinden fazla bir şey gelmiyordu. Kendine gelen Barsuk dövüşe dönmüştü. İnsanları avlamadan önce fedaileri durdurmak için uğraşıyordu. Bir Alev Soluyanın aldığı beklenmedik darbe sonucu boğazı yarısı kesildi. Darbeyi indiren fedai de Barsuk tarafından mızraklandı. Öfke içindeki Barsuk defalarca kafasından vurdu onu. Doğrulurken gözüne sıçrayan kanı sildi.

Cender adamlarına Ruh Bağlayıcıları korumalarını emrederek kadınları dövüş için yönlendirdi.  Roliba  gördükleri karşısında dehşete kapılmıştı, yine de sakin kalmaya çalışarak ilerledi. Önemli bir gücü varken bu insanlara yardım etmeliydi. Ona üç savaşçı eşlik ediyordu. Kadın derin bir nefes aldı, birleştirdiği ellerinin üstünde kınadan dövmeler oluştu. Gözleriyle etrafı taradı. O sırada Boratak bir fedainin saldırısından kaçmaya çalışıyordu. Alev topu zırhına değdiği anda metal zırh yanmaya başladı. Boratak hızla zırhını çözüp attı. Daha önce böyle bir şey görmediği için şaşkındı. Fedai ölümcül darbeyi Boratak’ ın karnına indirecekken öylece donup kaldı. Şaşkına dönen Boratak atik davranıp kılıcını fedainin göğsüne sapladı. Roliba onu kurtarabildiğini görünce rahatladı ve ellerini serbest bıraktı. Yanındakilere döndü. “Onları çok uzun süre tutamam. O kadar güçlüler ki birkaç saniye bile beni zorluyor. Bu yüzden her şeye hazırlıklı olun.”

Ruh Bağlayıcılardan bir başkası yere yığılan bir kadını fark etti. Durumu nasıldı bilmiyordu ama kadına yönelmiş iki fedai gördü. İkisinin kılıcının ucunda aynı anda karanlık enerji birikmeye başladığında Ruh Bağlayıcı araya girdi. Ellerini birleştirmiş halde mırıldanırken ikisini birden kontrolü altına almaya çalıştı. Ruh Bağlayıcının ellerinin titrediği gören başındaki savaşçı onun fazla direnemeyeceğini anladı. “Dayan biraz!” diyerek fedailere doğru koştu. Yerde sıçrayarak elindeki kılıçları fedailerin göğsüne var gücüyle sapladı. O ana kadar kendini zor tutan kadının başı döndü, gözü karardı. Yanındaki savaşçı tutmasa düşecekti.

 Markos koşarken ayağı bir şeye takıldı. Yerde yatanın Dorma olduğunu fark edince korkarak ona yaklaştı. Kadının yüzündeki tüm canlılık çekilmişti. Onun ölmüş olduğunu anlayan Markos kederle gözlerini kapattı. Yusan’ dan sonra bir takım arkadaşını daha kaybetmek ağır gelmişti. Arkadan gelen çığlıkları işitince onu öylece bırakarak gitmek zorunda kaldı. Daha önce sarayda gördüğü diğer gruptan Elarin’ i tanımıştı. Bacağına ağır darbe alan genç kadının kemiği kırılmış, dışarı çıkmıştı. Markos onun nasıl bir acı çektiğini anlayabiliyordu. Elarin’ in arkasında beliren karanlık silueti başından arbaletle vurdu. Yakın mesafeden vurduğu için koruyucu kalkanı aşabilmişti. Fedainin yere yığıldığını görünce Elarin’ e yardım etmek için yanına koştu. Genç kadın acıdan dişlerini sıkıyordu, yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Kanyul’ dan gelmiş olan Algı Bozucular eylemlerine başlamıştı. Herkes güçleri doğrultusunda fedaileri hayali bir kapana kıstırmaya çalışıyordu. Çoğunluğu ilerlemiş yaşta olduğu için saldırı kısmı Sesin Muhafızlarına ve diğer savaşçılara kalıyordu. Yaşlı bir Algı Bozucu acımasız bir fedaiyi gözüne kestirdi. Fedai tam karşısındaki adamın kalbini yarmaya çalışırken birden elindeki kılıç çiçek demetine dönüştü. Fedai, şaşkınlık ve tiksinti içinde elindeki silahı atınca Garnap öne çıktı. Ellerini sertçe zemine vurup, gücünü yoğunlaştırarak karşısındaki fedaiye yönlendirdi. Ses dalgalarının şiddeti onu geriye fırlattı. Fedai başını zemine çarpınca sersemlemişti. Tam oradan geçmekte olan bir Alev Soluyan da mızrağıyla onun gövdesinde bir delik açarak yoluna devam etti.

Orta yaşlardaki bir Algı Bozucu Harula’ nın insanlara zalimce saldırmasına dayanamadı. İkizini yanına aldı ve aynı anda harekete geçtiler. Harula büyük bir yıldırım düşürmek için bir süredir karanlık enerji topluyordu. Gökyüzünün yavaşça aydınlandığını fark etti. Bulutlar dağıldı, güneş tüm parlaklığı ile ortaya çıktı. Harula bir şeylerin ters gittiğini ve tekrar tarihin tozlu sayfalarına gömüleceğini düşündüğünden kaygıya kapıldı. Güç aldığı karanlık tamamen yok olmuştu. Gözleri Alasır’ ı aradı. Etrafa baktığında bomboş bir çölde olduğunu fark etti. Etkisini gittikçe artıran gün ışığı gözlerini yakıyordu adeta. Harula’ nın tüm bunların bir yanılsama olduğunu fark etmesi çok uzun sürmedi. “Algı Bozucular!” Onların da geldiğine inanamıyordu. Sanki biri olacakları tahmin edip önlem almıştı. Kızarmış gözlerini kısarak kılıcında biriktirdiği enerjiyi rastgele savurdu, ta ki içinde bulunduğu yanılsama sonlanana dek.

Alev Soluyanlar olabildiğince çabuk alevleri sindirmeye çalışıyordu. Barsuk yanan bir kadını kurtarmıştı. Kadın kımıldayamayacak haldeydi, acı içinde ve minnetle Alev Soluyana bakıyordu. Harula’ nın saldırısı sonlanmış olduğu için Barsuk yaralıyı öylece bırakamadı. Kadının çaresizliği, yanık bedeni içini sızlatmıştı. Kadını dikkatle kucağına alıp rüzgar gibi ilerledi. Sağlık merkezinin önü çok kalabalıktı, savaş uzadığı için halk da yardım için çağrılmıştı. Ayda yaralı kadını taşıyan Barsuk' u görünce koştu. Kadının ağır yanıkları karşısında şok oldu. “Onu buraya bırakabilirsin, ben ilgilenirim,” dedi. Alev Soluyan bir şey söylemeden denileni yaptı. “Tekrar karşılaştık. Sen iyi misin peki?” dedi Ayda, harap halde görünen adama. Libmons’ ta ilk kez gördüğünden beri bu ürkütücü gözleri unutması pek mümkün değildi. “İyiyim, gitmem gerek. O sana emanet. ”

Pek çok yerden kara alevler yükseliyordu. İnsanlar kaçmak zorunda kalmış, kurtlar yaralanmıştı. Gri kurt Zorkan’ ın önüne atlayıp alevlere yakalanmıştı. Kurdun can çekişerek ölüşünü izleyen Zorkan öfkeden köpürdü. Kaybettiği insanlar, kurtlar kalbine bir acı olup saplandı.  Kendini kaybetmiş halde doğruca Harula’ nın üstüne yürüdü. Ondan başka görüş alanına giren herkes silinmişti. Sert adımları o yürüdükçe toprağı sıkıştırıyordu. Sesler susmuş, zaman durmuştu onun için.


Gidilemeyen Gezi 🙄

   Bugün için bir ay önceden bir turla görüşmüş yer ayırtmıştım. Çok da hevesliydim ama ben ne zaman bir şey istesem en küçük şeyler bile ol...