29 Temmuz 2022 Cuma

Totsukuni no Shoujo-2022 (Anime)

 


 Geçenlerde animenin 10 dklık kısa versiyonundan bahsetmiştim. Bu sefer 1 saat 10 dklık bölüm yayınlandı ve öncekinin aksine diyalog vardı.

 Anime masalsı havasının yanında soyut ögeler de içeriyor. Bu yüzden konusuna kısaca değineceğim. İnsanların güven içinde yaşadığı İç Diyar ve karanlık yaratıkların olduğu Dış Diyar var. Lanetlenmemek için insanlar Dış Diyar'dan uzak durmak zorunda. Ancak diğerlerinden farklı kara varlıklardan biri ormanda bir kız çocuğu ile karşılaşır. Onu öylece savunmasız bırakamaz, yanına alır. Shiva'nın ihtiyaçlarını karşılar, ona yatacak yer verir, yemek yapar. Yanlışlıkla lanetlememek için kıza asla dokunmaz, onu diğerlerinden de korumaya çalışır. 

 Öncelikle çizimlere bayıldım, çok farklı bir teknik uygulamışlar. Sahneler tablolardan çıkmış gibiydi, sanki her ana özen göstermişler, geçişler harikaydı. Tüm bunlar animeyi soyut bir noktaya taşımış ve çok da güzel olmuş. İzlerken kendimi o dünyanın içine düşmüş gibi hissettim. Çizim konusunda bende bu hisleri uyandıran şu ana kadar bir Mushishi bir de bu anime oldu. Hayranlıkla izledim. Karakterler arasındaki zıtlık, canlı renklerin arasında bile mükemmel göze çarpıyordu. Karanlık ve aydınlığın bağı güzel aktarılmış. İkiliyi çok sevdim ben, aralarındaki dostluk çok güzeldi. Seslendirmenlerini de başarılı buldum. Çok tatlı, huzur verici bir animeydi.

 Manga uyarlaması olduğu için sadece belli kısmını izlemiş olduk. Devamını oldukça merak ettim, fırsat bulduğumda mangasını okuyacağım. 




27 Temmuz 2022 Çarşamba

Anı Sızıntısı (Hikaye)


 Bir süredir hikaye yazmıyordum. Bu hikayeyi de yarışma için yazmıştım, sonuç olumsuz olunca burada paylaşayım dedim. Yarışmalardaki belli kalıplar ileride yıkılır, hayal gücü ve farklı üsluplar da biraz değer görür umarım. İki öykü yazmıştım, diğerini paylaşmayacağım. Başka planlarım var onla ilgili, belki romana dönüştürürüm. Lafı biraz uzattım ama hayal kırıklığımı burada dökmezsem rahatlayamazdım. :) Yarışmalara bir daha katılmayı düşünmüyorum. 



Anı Sızıntısı


 Serin bir gecenin koynunda ateş böceklerinin dansını izliyorum. Uçuşan, minik ışık demetleri o kadar huzur verici ki umut etmekten kendimi alamıyorum. Puslu geçmişime rağmen mutlu bir gelecek hayali zaman zaman düşüncelerimde kendine yer bulabiliyor. Manzarayı nefes almadan izliyorum, bir rüzgâr çıkıyor, her şeyi savuruyor. Hayallerim paramparça...

 Oturduğum kütükten içim titreyerek kalktım. Geriye dönüp baktığımda bahçedeki çınar gözüme pek tekinsiz göründü. Yaprakların boğuk hışırtısı ve ay ışığının gövdeye düşürdüğü koyu gölgeler... Hışırtılar giderek yükseldi ve uğultuya dönüştü, rüzgâr şiddetini artırıyordu. Kararsız halde ayakta dikilirken ince belli bardaktaki çayın soğuduğunu fark ettim, çayı tazelemeliydim.

 İçeri geçerken her adımımda burukluğum arttı. Kapının kolunu çevirip eve adım attığımda rutubet kokusu karşıladı beni. Yanından geçerken gömme dolabın kırık boy aynası gözüme çarptı. Kapağın hafif açık kalışı ve yamuk duruşu hep gözüme batıyordu. Bir anlık sinirle kapağı sertçe ittim ve yansımama baktım. Aynadaki çatlaklar anılarımdaki boşluklar gibi karmaşık yollar çiziyordu. Kısa kesim saçlarımın arasında uzanan belirgin ameliyat izine tiksintiyle baktım. Saçlarımı neden uzatmıyordum bilmiyorum, beni engelleyen bir şey vardı. Ne zaman bu izi görsem geçmişimden önemli bir parça koparılmış gibi hissediyordum. Sonunda elimi çektiğimde kapak menteşesinden çıktı ve gürültüyle yere düştü. Etrafa saçılan cam kırıklarıyla sonra ilgilenmeye karar verdim, doğruca mutfağa geçtim.

 “Biliyor musun,  ilk karşılaştığımız o gün seni hiç gözüm tutmamıştı.”

“Hadi canım, buna inanmam. Bana nasıl baktığını hâlâ unutmadım.”

“Nasıl bakmışım beyefendi.”

“Asil bir leydi gibi önce beni dikkatle süzüp sonra nihayetinde yıllardır aradığın prense kavuşmuş gibi hayretle hayranlık arası bir ifadeyle...”

“Amma yaptın, hayal gücüne bir kez daha hayran kaldım.”

 Sohbeti kesen kahkahalar kulağıma çalınınca dayanamayıp kıkırdadım. Erkeğin sesini kendi sesime çok benzettiğim için gülümsemem bir süre sonra soldu. Gördüğüm ve duyduğum şeyler bana tanıdık geliyordu ama aynı zamanda yabancıydı da. Sanki bir filmin içindeki başroldüm. Ses benimdi, görüntü benimdi ama hiçbir şey gerçek değildi. Bunlar ancak kalbimde gizlediğim arzularımın, düşlerimin izdüşümü olabilirdi. Akıl sağlığımı sorgulamama neden olan bu hayaller peşimi bırakmıyordu.

 Buraya geldiğim andan öncesine dair pek az hatıram vardı. Neden kaçıyorum bilmiyorum ama buradan gitmek istemiyordum. Kendi ismimi bile anımsamakta zorlandığım oluyordu. Başıma almış olduğum darbenin bunda etkisi olduğunu varsayıyordum. Belki de hatırlamamak benim için en iyisiydi.

 Camın önündeki divana oturdum, çayımı yudumladım. Gaz lambasının alevi iyice küçülmüştü. Yalnız yaşadığım bu ev bazen üstüme üstüme geliyordu. Geçen yıl çıkan küçük yangından kalma isli duvar öylece duruyordu. Ormancı odayı beyaza boyamakta ısrar etse de kabul etmemiştim. Hayata temiz bir sayfa açamamışken karaya bürünmüş duvarları önemsediğim söylenemezdi.

 Yaşadığım bu ıssız yerde sadece birkaç tane komşum vardı. Onlar da sorularını inatla yanıtsız bırakmam üzerine pek yanıma gelmez olmuştu. Kafam bu kadar karışıkken ve hayatımda bir değişiklik istemiyorken başkalarının uzatacağı yardım elini nasıl kabul edebilirdim? Korkularımdan habersizdi onlar. Çoğu gece acı bir fren sesi eşlik ederdi kâbuslarıma. Bir şekilde hafızamda tüm taşlar yerine oturacak olursa neyle yüzleşmek zorunda kalacağımdan emin değildim. İçimdeki kötü sesi bir türlü bastıramıyordum.

 “Ah uyumuş bile. Ne kadar da masum görünüyor.”

 “Tıpkı melek gibi.”

“Yavaşça beşiğe yatırayım, bugün çok yoruldu.”

“Annesi gibi pek enerjik. Büyüyünce ele avuca sığmayacak anlaşılan.”

 Minicik eller, kahverengi saçlar gözümün önüne geldi. Dünyanın tüm dertlerinden habersiz, cennetteymiş gibi mışıl mışıl uyuyan bir bebek... Gülümsemek istedim ama ansızın burnum sızlamaya başladı. Çocuklar nedenini anlayamadığım bir şekilde kalbimde kanayan bir yaraya dokunuyor gibiydi. Hissettiğim şey suçluluk duygusuydu. Nemlenen gözlerimi silip pencereden yıldızlara baktım. Yorgun hissediyordum, karamsar düşünceler şakaklarıma ağrı olup yerleşmişti. Gökte bir yıldızın kaydığını görmemle yeni sesler işittim.

 “Nine, nine sen de gördün mü onu?”

“Dur çocuğum, çekiştirme eteğimi. İlk kez mi kayan yıldız görüyorsun?”

“Evet! Öykü kitabında resmini görmüştüm ama gerçekte görmek bambaşkaymış.”

“Tatlı kuzum benim. Kayıp giden sadece yıldızlar olsa keşke.”

“Hı? Ne demek istiyorsun?”

 Ağırlaşan göz kapaklarımı açık tutmak zorlaşmıştı. Meraklı çocuğa yanıt vermek isterken içim geçti. Sıkıntılı düşler eşliğinde sabahı zor ettim. Her tarafım tutulmuştu, yüzüme vuran gün ışığından rahatsız olarak elimi gözlerime siper ettim. Güneşe rağmen hava serindi, üstüm açık uyuduğumdan üşümüştüm. Kalkıp hemen sobayı yaktım, üzerine demliği koydum. Sabahları bir demliği bitirmeden kendime gelemezdim. Çıtırdayan odunlar yavaş yavaş odanın soğuğunu kırıyordu. Mevsim, sıcağı yanında getirmeyi unutmuş gibiydi; nisan ayına girmiştik halbuki. Ben sade bir kahvaltı sofrası hazırlarken çay da demini aldı. Dumanı tüten tavşan kanı çayı bardağa doldurdum. Sobada kızaran ekmeklerin kokusu odayı sardı. Üzerine bir parça yağ sürdüğüm ekmekten bir lokma aldım. Tam bardağa uzanmıştım ki bir gürültü kopunca sıçradım. Gök gürültüsünü sağanak yağmur izledi. Gök delinmiş gibiydi, yağmur durmak bilmiyordu. İçimi bir sıkıntı kapladı, böyle anlar felaket getirirdi burada. Yine de kahvaltımı yapmayı sürdürdüm. Dakikalar boyunca hızını azaltmadı yağmur.

 İri damlalar olanca şiddetiyle camları dövüyordu. Pencereye yöneldim, elimle camdaki buharı silerken karşıdaki yamacın kaydığını gördüm. Dehşet içinde heyelanın, önüne çıkan evi yıkışını izledim. “Aman Allah’ım!” Her şey birkaç saniye içinde olup bitmişti. Hızla kulübeden çıktım ve kimsenin zarar görmemiş olmasını umarak aşağı doğru koştum. Çamurlaşmış zeminde düşe kalka ilerledim, sırılsıklam olmuştum. En yakında ben olduğum için durumu henüz fark eden olmamıştı. Ormancının birkaç kilometre ötedeki evine baktım ama görünürde kimse yoktu. Bir an önce enkaza ulaşmalıydım, kalbim deli gibi atıyordu.

 Sesimi duyurabilecek kadar yaklaştığımda bağırdım. “Kimse var mı?” Tökezleyip yuvarlandım ve evin büyük kısmı çökmüş olan taş duvarlarının dibinde durabildim. Elim ayağıma dolanmıştı, kaldırabildiğim ağırlıkları kenara çekmeye başladım. Acı bir manzara ile karşılaşmaktan korkuyordum. O sırada birinin feryat ettiğini işittim. Hakan’ın sesiydi bu. Onun evde olmamasına sevinmiştim ama tepkisinden karısının göçük altında kaldığını anlamıştım. Beni görünce yanıma koştu, şoka girmiş bir haldeydi. “Ne oldu böyle? Hasibe'ye bir şey olursa yaşayamam.”

 “Sakin ol, kurtaracağız onu!”

 Bakışları normale döndü ve el birliği ile enkazı kaldırmaya başladık. Bir süre sonra çöken çatının altında kadını bulduk. Baygındı ama oluşan boşluk sayesinde ağır yara almaktan kurtulmuştu. Sıkışan bacaklarını çıkarmak için çok uğraşmamız gerekti. Tırnaklarımın kanadığını parmak uçlarım sızlamaya başladığında fark etmiştim. Bu sırada birtakım görüntüler zihnimde belirince anda kalmak için mücadele etmem gerekti. Şimdi hiç zamanı değildi. Hakan bütün gücüyle çabalıyordu, o da iyi durumda sayılmazdı.

 Devrilen bir arabadan duman çıkıyordu. Sızan mazot yerde ince bir çizgi çizerek toprağa karışıyordu. Arabada sıkışmış bir kadın ve canhıraş halde onu çıkarmaya çalışan biri vardı. Ters dönmüş aracın dikiz aynasında kendi görüntümü görünce hayrete düştüm. O anda bir şeyler kafama dank etti. Geçmişte o kazayı yapan bendim, kurtarmaya çalıştığım kişi karımdı. Dehşete kapılmış halde etrafa bakarken bebeğimizi gördüm. Birkaç metre ötede kımıldamadan yatıyordu. Telaşla ona doğru koştum, yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. İyi olması için dua ederek onu kucağıma aldığım sırada araç patladı. Başıma çarpan cisimle gözlerim karardı, sıcak kanın alnımdan çeneme doğru akışını hissediyordum. Sonra yer ayaklarımın altından kaydı.

 Bunca yıl sonra gün yüzüne çıkan bu anı beni gafil avlamıştı. Kendimi kaybetmiş halde feryat etmeye başladım. “Hayır! Olamaz!” Hakan endişe içinde sorgularcasına bana baktı, delirdiğimi düşünüyor olmalıydı. Hatırlamıştım yitirdiklerimi, neden hayata küstüğümü, neden buraya kaçtığımı. Derin bir nefes alıp tekrar gücümü topladım. Sonunda Hasibe’yi sıkıştığı yerden kurtardığımızda gözümden dinmezcesine yaşlar akmaya başladı. Halime anlam veremeyen Hakan telaşla konuştu. “Senin araban vardı değil mi? Onu hemen hastaneye götürmeliyiz.”

  Yıllardır araba kullanmıyordum ki kullanamazdım. Başımı telaşla iki yana salladım. “Anahtarı vereyim, sen kullan.” Şaşırdı ama bir şey demedi, başını sallamakla yetindi. Anahtarları getirmek üzere hızla oradan ayrıldığımda kafam tamamen başka yerdeydi. Bunca zaman zihnimde beliren tüm o kesitler kendi anılarımdan ibaretmiş. Belleğimde oluşan koruyucu bariyerdeki çatlaklar gittikçe büyümüş sonunda parçalanmıştı. Düşe kalka eve girip çekmeceden anahtarları aldım. Acımla baş başa kalmak, kendi kabuğuma çekilmek istiyordum ama Hakan’ı o vaziyette bırakamazdım. Ben bahçeye çıktığımda o da kollarında karısını taşıyordu. Aceleyle kadını arka koltuğa yatırdık. Yola düştüğümüzde arabanın silecekleri yağmura yetişmiyordu.

 “Delirmiş bunlar, bizden ne istiyorlar? Korkuyorum!”

“Bela arayan serseriler işte. Az önce yolda makas atmalarına izin vermedim diye akıllarınca gözümü korkutacaklar.”

“Şunlara uyma demedim mi sana, çekilseydin yoldan. Başımıza iş açıldı durduk yere. Ben hemen polisi arıyorum!”

“Nereden bilebilirdim böyle olacağını. Atlatacağım onları bir şekilde.”

“Olacak iş değil. Arkada uyuyan kızımızı unutmadın herhalde. Dikkatli sür!”

 Peşimizdeki iki arabayı atlatmak için gaza bastım. Büyük ihtimalle alkollüydüler ve işi inada bindirmişlerdi. Son sürat dar, toprak yola saptım. Araçlardan biri yolu ıskalayıp düz devam etti ama diğer araç tam arkamdaydı. Neredeyse çarpacak kadar tampona yanaşmıştı. Ben ağzıma geleni sayarken onun durmaya niyeti yoktu. Kaçış devam ederken birden direksiyonun hakimiyetini kaybettim. Araba defalarca takla atıp şarampole yuvarlandı.

 Bu anı tekrar yaşamak canımı yakıyordu. Ailemin kaybına ben sebep olmuştum. Meğer acıya katlanamayıp hissettiğim suçluluk duygusu ile anılarımı bastırmışım. Aynada kendime baktığında mavi gözlerimin etrafındaki kırışıklıkların biraz daha arttığını fark ettim. On beş yıl olmuştu. Ellerimin titremesini önleyemiyordum, sonunda ellerimi kucağımda birleştirdim. Hakan gaza bastıkça kanım çekiliyor gibi oluyordu.

 Bir saat sonra hastane koridorunda ameliyathanenin önünde bekliyorduk. Sandalyeye kendimi zor atmıştım. Hakan çaresiz halde volta atıyordu. Bir personel bana yaklaşıp konuşunca dikkatimi zar zor ona verebildim. Ellerimi işaret etti. “Siz de yaralanmışsınız. Muayene odasına alalım sizi, isminiz neydi?”

  “Hamit Çelik.”

 Ellerimi bir yere sürmemeye çalışarak yerimden kalktım ve personelin gösterdiği odaya geçtim. Duvarlar bembeyazdı, içerisi rahatsız edici derecede aydınlıktı. Cama bakınca yağmurun durmuş olduğunu fark ettim. Üşüyordum, çökmüştüm ve kendimi doğrultacak gücüm yoktu. Zamanı geri alma imkanım olmadığına göre buna katlanmak zorundaydım. Nasıl unutabilmiştim olanları? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl amaçsız, gamsız yaşayabilmiştim? Şu an oltaya takılmış bir balık gibiydim, hala suda olan ama hızla yukarıya çekildiği için hiçbir umudu kalmamış... O an sol yanıma şiddetli bir ağrı girince kalbimden yakalandığımı anladım. Nefes almakta zorlanıyordum, göğüs kafesim daralmış gibiydi. Sesimi duyurmaya çalışırken yere kapaklandım. Kalkmak için uğraşırken birinin odaya girip bana doğru koştuğunu gördüm. “Kalp krizi geçiriyor, doktor beyi çağırın hemen!” Kısa süre sonra sesler uzaklaştı, her şey karardı.

24 Temmuz 2022 Pazar

BCP Temmuz - Arte(Anime)

 


 Blogları Canlandırma Projesinin bu ayki teması İspanyol kültürü ya da romantik-drama. Bu ay katılmayı düşünmüyordum ama kısa bir animeye denk gelince izleyim dedim. Aslında konu doğrudan romantik değil ama etiketlerde romantizmi görünce başlamış oldum. Belki devamı gelirse daha romantik ağırlıklı ilerleyecektir. Animenin ilk sezonu 12 bölümden oluşuyor.

 Arte, Rönesans Dönemi'nde Floransa' da yaşayan genç bir kızdır. Hayali ressam olmaktır ama dönemin koşulları nedeniyle annesi buna karşı çıkar. Annesine göre mutlu olmasının yolu asil bir bey ile evlenebilmesidir. Arte hayallerinin peşinden koşup evini terk eder ve çırak olarak bir atölyede iş bulmaya çalışır. Bu süreçte çok zorluk çeker çünkü sadece erkekler atölyelerde çalışmaktadır ama Arte hiç yılmaz.

 Anime zaten kısa olduğu için konuyu daha fazla uzatmayım. Arte azimli ve güçlü biri olmasına rağmen bazen saflık boyutunda hareketler sergileyebiliyor. Bazı karakterleri pek sevemedim. En sevdiğim karakter Arte'nin ustası oldu. Bence hep düşünerek hareket eden ve Arte'yi kollayan biriydi. O dönemde kız olduğu için zaten hep gözler Arte'nin üstündeydi. Usta Leo da gerektiği kadar sert ve mesafeli davranarak en iyisini yaptı. 

 Anime boyunca olayların biraz hızlı geliştiğini düşünüyorum. Finalini sevdim, insanlar arasındaki iş birliği güzel işlenmişti. Devam sezonu gelirse usta için izleyeceğim. Romantizmin düşük dozda kalması karakterlerin ruhuna daha uygun olacaktır. Bekleyip göreceğiz artık. :) Mangası da varmış, ilgililere duyurulur. Dönem animeleri ve günlük hayattan kesitler sevenlere tavsiye ederim. 

 


15 Temmuz 2022 Cuma

Geç Kalan (Kitap)

 


 Merhabalar, bu aralar pek aktif olamasam da blogları takip etmeye çalışıyorum. İçimden pek bir şey yapmak gelmiyor. İnce bir kitap olduğu için Geç Kalan'ı okuyup aradan çıkardım.

 Kitap, çevresi ve ailesinden sıkılan yaşlı bir adamın huzurevine düşmek için bunamış numarası yapmasını anlatıyor. Karakterin değindiği, eleştirdiği bazı noktalarda haklılık payı vardı ama mizah kısmını pek sevemedim ben, yani bana hitap eden mizah türü bu değil. Desire sürekli başkalarından şikayetçi ama kendisinin de pek mükemmel olduğunu söyleyemeyiz. Karakterleri sevemedim, o yüzden zaman zaman sıkıldım okurken. Bir şeylerden bunalmış insanların bulundukları ortamı terk etmek için çeşitli yollara başvurabileceği, iç dünyaları ise güzel aktarılmış. Altını çizdiğim bazı kısımları paylaşayım:

"Yaşıtlarımın yalnızlığı oyuna getirmek için ne Facebookları ne de bilgisayarla yapabilecekleri başka sosyal bilmem neleri var, hayır, bizler birbirimizle gerçek hayatta cenazelerde korkutucu bir sıklıkla karşılaşıyoruz ve bu sayede dış dünyada giderek seyrekleşen ilişkilerimizi sürdürüyoruz." 

"Bir isim arıyor ve boş yere bir çekmeceyi karıştırıyorsan henüz bir sorun yok demektir. Özünde bütün isimleri ve verileri kaydettiğin o çekmeceye sahipsin hâlâ. Alzheimer veya bunaklıkta dolabın kendisi kayıptır."


4 Temmuz 2022 Pazartesi

Solmayan Ümit (Kitap Tanıtım)

 


 Blog arkadaşlarımızdan Sevgili Sibel'in kitabını oldukça merak ediyordum. Kendisi hem sevdiğimiz biri olduğu hem de yazılarının kalitesini bildiğim için kitabını okuma fırsatı bulduğuma sevindim. İçinizden bazılarının kitabı okuduğunu biliyorum ama ben de bir şeyler karalamak istiyorum. :)

 Kitap çeşitli hikayelerden oluşuyor. Dram, zorlu koşullar, hayat mücadelesi, hayal kırıklıkları gibi konuların yanında güldüren ve güldürürken düşündüren öyküler de vardı. Sibel'in kelimeleri kullanmaktaki gücüne ve insanın içine işleyen anlatımına hayran kaldım. Hikayeleri genel olarak ders verici nitelikte. Bazılarının sonu biraz klasik gelse de şaşırdıklarım da oldu. Karakterleri başarıyla yansıttığını düşünüyorum. Kitapta en sevdiğim öyküler Dilek Kutusu, Solmayan Ümit ve Kırık Ayna oldu. Hatta bunlar roman olsa da karakterleri daha uzun uzun okusam ne güzel olurdu diye geçirdim içimden. :))


Altını çizdiklerim:

 "Mehmet sunturlu bir tokat yemiş gibiydi. Şaşkınlığını ve üzüntüsünü yatıştırdıktan sonra kendini topladı ve yere düşüp kırılan kristal bardakların parçalarını toplamak istercesine etrafa saçılan kelime kırıklarını nasıl toparlayacağını düşünmeye başladı."


 "İnsan kendi sorunları ile meşgulken en büyük derdin kendisinde olduğuna dair büyük bir yanılgıya kapılabiliyormuş, yüzdeki acı sadece doğuştan gelerek olmuyormuş, gam ve keder de yüzde kocaman görünmez bir lekeye dönüşebiliyormuş, bazı insanlar yaşamaya devam ederken bazıları da ölmeye devam ediyormuş meğer."


 "Cümle kümecikleri içinden, ayıklanıp atılabilse sert ifadeler, yumuşak ve nazik olanlara daha fazla yer açılsa. Kelime kırıkları toplansa yerden, tek bir harf bile zayi olmasa, hiçbir can yanmasa."


 Sibel'in bloguna buradan ulaşabilirsiniz. Kendisine hayatta başarılar diliyor, sevgilerimi yolluyorum. 😊😊🌺💐🌷


Drizzt Efsanesi 13. Kitap (Kılıçlar Denizi)

   Drizzt Serisi'nin elimdeki son kitabını okudum. Bu bölümde yine bir yolculuğu okuyoruz. Drizzt ve diğerleri yakın dostları için bir k...