28 Mayıs 2021 Cuma

Savaş Çığırtkanı- 14. Bölüm (Roman)



BÖLÜM 14

 

Beklenmedik Misafir-Libmons

 

Benay diğer gruptan ayrıldıklarından beri at sürüyordu. Uykusuzluktan gözleri kapanmasına rağmen durmamakta kararlıydı. Bir an önce görevi yerine getirmek ve ülkesine dönmek istiyordu. Libmons sınırları içinde Alev Soluyanlarla bir daha karşılaşma fikri onu korkutuyordu. Onların alevle yaptıkları şovu unutmamıştı.

Grup üyelerinden Elarin yirmili yaşlarının başında, biraz çekingen biriydi. Kestane rengi saçları bukleler halinde omzuna dökülüyordu. Creyn otuzlu yaşlardaydı. Esmer tenli en belirgin fiziksel özelliğiydi. Podal renkli bir kişiliğe sahipti. Saçını her zaman farklı renklere boyayarak çevresindeki insanları şaşırtırdı. Göreve çıkmadan hemen önce kömür karası olan saçlarını, kiremit rengine boyamıştı. Boyalar kendi el yapımıydı.

At arabası aniden sarsılmaya, yolda zikzaklar çizerek ilerlemeye başladı. Benay kendisini bir rüyanın içinde sanıyordu. Şu an bir atın üstünde hızla ilerliyor, sağdan soldan yolunu kesen süvarilerden kaçmaya çalışıyordu. Sonra fark etti ki süvariler onu değil bir kaçağı kovalıyorlardı. Benay nasıl olup da bu karmaşanın göbeğine düştüğünü anlamıyordu, her şey gerçek gibiydi. Atlı adamların kıyafetlerine bakınca onların eski döneme ait olduğunu gördü. Herkesin zırhında akrep sembolü vardı. Benay şok içinde atını sürmeye çalışırken birden yoldan çıktığını fark etti.

“Olamaz, rüya değilmiş,” diye söylendi kendine.

“Benay! Ne oluyor? Kendine gel,” diye bağırdı Creyn.

Benay çılgına dönmüş atı dizginlemeye çalıştı. Tüm gücünü kollarına verdiğinde atı bir köprünün üstünde durdurmayı başardı. Şaşkınlık içinde aşağıya indi.

“Neler oluyor Benay? Sen iyi misin?” dedi Creyn.

“Ben de anlamadım. Uykudan gözlerim kapanmak üzereyken kendimi birden süvarilerin arasında buldum. Rüya olduğunu sanmıştım, farklı bir boyutta gibiydim. Ancak kendimi tekrar bu noktada at arabasını sürerken buldum.”

Geniş köprüyü adımlayan Podal aşağıdan geçen azgın nehre baktı: “Neyse ki aşağıya düşmeden durumu toparladın.”

“Bu, sarayda toplandığımız sırada Kartalıların bahsettiği zaman kayması olmasın,” dedi Elarin.

“Benim aklıma da ilk o geldi,” dedi Benay.

“Buna karşı dikkatli olmalıyız. Bir dahaki sefere ölümcül bir durumla karşılaşabiliriz,” dedi Elarin sessiz bir şekilde.

“Peki, bunu kim, nasıl yapıyor olabilir?” dedi Podal havadan sudan bahsedermişçesine.

“Zaten herkesin merak ettiği de bu. Şu ana kadar kimse böyle bir durumla karşılaşmamıştı. Farkındaysanız Lider Canova' nın ölümünden sonra başladı her şey,” dedi Benay.

Kendini toparlayan grup köprüyü aşıp yürüyerek eğimli yolda ilerledi. Podal gözlerini kısarak aşağıya doğru uzanan ağaçlarla dolu yeşil alana baktı. Tek bir patikanın çevresinde sıralanmış birkaç tane kulübe vardı. Ağaçlar küçük, bembeyaz çiçeklerle doluydu. Çimlerin içinden aşağıya doğru indiler. Benay atı yularından çekerek dikkatle ilerliyordu.

Patikanın dibindeki ilk kulübenin önünden geçiyorlardı ki içeriden birisi fırladı. Esmer, hafif iri yapılı bir adamdı.

“Hey, durun bir dakika.”

Benay atı durdurup şaşkınlık içinde adama baktı. “Bir şey mi oldu?”

“Nereye gidiyorsunuz?”

Benay ve diğerleri bir an duraksadılar. Benay bir süre adamı süzdü. Adam kahverengi bol bir pantolon ve üstüne de yeşil bir gömlek giymişti.

“Önce kendini tanıtmalısın,” dedi Benay şüpheci bir tavırla.

“Ah, affedersiniz, ben Bermalt. Uzun süredir burada yaşıyorum.”

“Peki, bizden ne istiyorsun?”

“Düşündüm de burada ömrümü boş yere harcıyorum. Artık farklı maceralara atılmam gerektiğine karar verdim.”

“Yani?” dedi Benay sıkkın bir tavırla.

“Sizi buradan geçerken görünce aranıza katılmaya karar verdim. Tabi siz de isterseniz.”

Adam öyle bir hevesli konuşuyordu ki Benay ne bahane uydurabileceğini düşünmeye başladı.

“Emin ol bize katılmak istemezsin,” diye araya girdi Podal.

“Neden?” diye ısrarla sordu Bermalt.

“Çünkü bizler savaşçıyız. Bize ayak uyduramazsın sen,” dedi Benay. Doğrudan adamı reddederse adamın şüpheleneceğinden korkuyordu.

“Vay canına. Demek sizler Lider Alaz’ ın şu çok övülen şu savaşçılarısınız,” adam büyük bir hayranlıkla.

“Eh öyle de denebilir. Mütevazı olmaya gerek yok değil mi arkadaşlar,” dedi Podal sırıtarak.

Benay’ ın ise sinirden rengi atmıştı. Adamı bir türlü başından savamıyordu. En azından adam onları Libmonslu sanmıştı.

“Harika. Size katılmak için neler vermezdim ki,” dedi adam büyük bir hevesle.

Benay iyice sabırsızlandı: “Dinle, bizim acelemiz var. Yolumuzdan çekil.”

Adam ağlamaya başlayınca herkes donup kaldı.

“Hey, ne oldu birden?” dedi Creyn.

“Ben artık burada, gözlerden uzakta yaşamaktan bıktım. Kimsem yok. En azından şehre kadar size eşlik etmeme izin verin. Aylardır buradan geçen olmadı.”

Benay derin bir nefes alıp adama onlara katılabileceğini söyledi. Bir süre de olsa onu idare edebilirlerdi. Kadından onayı alan Bermalt havalara uçtu. “Bir dakika bekleyin lütfen. Hazırlanmam lazım,” dedi ve koşarak eski kulübeye girdi.

“Sence doğru bir karar mı bu?” diye sordu Elarin sakin bir ses tonuyla.

“Bilemiyorum. Baksana yakamızı bırakacak gibi görünmüyor ve zararsız birine benziyor. Saklı Mekân’ a varmadan bir yerde bırakırız onu,” dedi Benay.

Podal neşeli bir ıslık çalınca Benay kulübeye döndü. Ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Bermalt sırtında bir çuval, bir elinde bavul, diğer elinde birkaç bıçakla çıkageldi.

“Vay be adama bak. Uzun zamandır bu anı bekliyor olmalı,” dedi Podal sırıtarak.

“O bıçaklar da neyin nesi?” dedi Creyn.

“Savaş aletim olmadığı için bunların işe yarayacağını düşündüm. Gerçi bir baltam vardı ama geçenlerde kırıldı.” Bermalt izin bile istemeden eşyalarını at arabasına yığdı.

“Bir ekmek, bir tane kemik sıyırma, bir tane de et bıçağı… Harika görünüyor,” dedi Podal.

“Teşekkürler,” dedi Bermalt onun sesindeki alayı anlamayarak.

Herkes at arabasına yerleşmiş, Benay ve Elarin öne oturmuştu. Benay arkadaki adama doğru seslendi. “Uslu durmazsan seni aşağıya atarım!”

“Emirlerinize uyacağıma emin olabilirsiniz!”

Benay geç de olsa yaptığı hatanın farkına vardı. Adam o kadar meraklıydı ki soru sormadan duramıyordu. “Yeteneklerinden söz eder misin? Herkes öyle kolayca savaşçı olmaz herhalde,” dedi Bermalt Podal’ ı süzerek.

“Benim yeteneklerim saymakla bitmez. Anlatmayım da bir dövüşüme şahit olduğunda kendi gözlerinle görürsün,” dedi Podal, sözleri ciddiyetten çok uzaktı.

“Peki, saçlarını bu şekilde boyaman da bir dövüş taktiği mi?”

Podal derin bir nefes aldı. “Taktik mi?” dedi kaşlarını kaldırarak. “Şaka mısın dostum?”

Bermalt bu kez Creyn’ e döndü. “Hep savaşçıların yaşamını merak etmişimdir. Zor olmalı. Daha önce hiç ağır bir yara aldın mı?”

Creyn Podal’ a göre daha sabırlıydı ve daha ciddi cevaplar veriyordu. “Tam beş yıl önce üç kişi ile dövüşmek zorunda kaldım,” dedi. Bermalt ilgiyle onu dinliyordu. “Hepsi de çok iyi kılıç kullanıyordu. Uzun süre dirensem de yara almaktan kurtulamadım. Aslında ölümcül olmayan darbeler aldım, rakiplerim öldürmektense acı çektirmek istiyorlardı.”

“Gerçekten acımasızlarmış. Sonra ne oldu peki?”

“Sonrasında ayakta zorlukla durmama rağmen birini yaralamayı başardım. Arkadaşları yere yığılınca diğer ikisi üstüme çullandı. Son bir çabayla kendimi savunmaya çalışırken karnıma giren kılıçla donakaldım.”

Bermalt’ ın gözleri duyduklarına inanamıyormuşçasına açıldı. Podal bile Creyn’ in hikâyesini dinlemeye başlamıştı.

“Acı tüm bedenime yayılmıştı. Artık kurtulamayacağımı düşünmeye başlamıştım ki birisi çıkageldi. Elindeki oklarla iki adamı vurdu. Ve beni atına bindirip şehre kadar taşıdı. Onun sayesinde kurtulmuş oldum.”

“Kimdi o peki?” diye sordu Bermalt heyecan içinde.

“O da benim gibi bir savaşçıydı. Ve gelecekteki eşim olacak kişi Yusan’ dı.”

“İnanılmaz bir aşk hikâyesi,” dedi Bermalt gülümseyerek.

Bu kez Podal da şaşırdı. Creyn’ in bahsettiği kişi sarayda gördüğü ve Dazzap grubuna katılan kadından başkası olamazdı. Creyn’ i o kadının yanında gördüğünü hatırlıyordu.

“Yusan’ ın eşin olduğundan hiç bahsetmemiştin,” dedi Podal.

“Sırası gelmediği içindir.”

“Gerçekten iyi bir çift olmuşsunuz,” dedi Podal içtenlikle. Creyn de ona gülümsedi.

“Peki, şimdiki göreviniz ne?” diye araya girdi Bermalt.

“Niye bu kadar çok soru soruyorsun?” dedi Podal ona ters ters bakarak.

“Sadece anlamaya çalışıyorum,” dedi Bermalt masum bir ifade takınarak.

“Neyi?” dedi iyice sabırsızlanan Podal.

“Bir savaşçının yaşayış şeklini, hislerini, maceralarını…”

“O zaman sen niye bir savaşçı olmadın?” dedi Podal daha sakin bir şekilde. Bermalt' ın suratı asıldı, konuşmayı bıraktı.

Akşam olmak üzereyken göl kenarına vardılar. Gölün etrafı ağaçlarla kaplıydı. İki tane tekne kenardaki kazıklara halatlarla bağlanmıştı. Bir süre etrafı gözlediklerinde gölün çevresinde kimsenin bulunmadığını anladılar. Bu yüzden bir süre burada kalmaya karar verdiler.

“Ben balık avlayabilirim,” dedi Bermalt.

“Peki, o halde hava kararmadan işinizi bitirmiş olun,” dedi Benay.

Benay Bermalt’ la birlikte Creyn’ i de yolladı. Geri kalanlar da çadırları kurmaya başladı. Bermalt ve Creyn ayakkabılarını çıkartıp, paçalarını sıvayıp göle girdi. Balık bulana kadar iç kesime doğru ilerlediler. Gölün tabanı çok net görünüyordu. Fazla olmasa da belli aralıklarla çeşitli balıklar yüzerek ve sıçrayarak geçiyordu. Bermalt iyice yoğunlaştıktan sonra hızla bıçağını fırlattı ve bir alabalık yakaladı. Elindeki torbaya balığı koydu ve tekrar ayaklarının dibinden geçen balıklara döndü. Birkaç balık daha avladı.

Creyn de aynı şekilde atış yaptı fakat hiçbir balığı vuramadı. Balıklar sanki onun aklını okuyormuşçasına hızlıca hareket edip kurtuluyordu.

“Balıklar seni sevmedi sanırım,” dedi Bermalt gülümseyerek.

Creyn tam cevap verecekti ki ilginç bir şeyler olmaya başladı. Aniden ortaya çıkan piranalar ayaklarını kemirmeye başladı. İkisi şok olmuş halde sıçramaya başladı. Bermalt dengesini kaybedip suya düştü. Onların telaşla sudan çıkmalarını izleyen diğerleri ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Karaya ayak basan Creyn soluk soluğa kalmıştı. Ayaklarına baktığında en küçük bir sıyrık bile göremedi. Halbuki canı yanmıştı ve ayaklarının kanadığını hatırlıyordu. Bermalt da aynı şekilde şaşkındı: “Biz ne yaşadık az önce?”

Olanları açıkladıklarında Benay başını iki yana salladı. “Artık hiçbir şeye şaşırmıyorum. Ne desem bilmiyorum.”

Bir saat kadar sonra balıklar pişti. Hava karardığında hepsi ateşin başına kurulmuş yemeğin tadını çıkarıyordu. Bir ara herkes sessizce ateşi izlemeye koyuldu.

Ateş rüzgârın etkisi ile biraz güçlendi. Sanki körüklenmişçesine büyüdü de büyüdü. Her taraf kızıla büründüğünde Creyn ve Elarin donup kalırken, diğerleri kendilerini geriye attı. Herkes az önce gördüğünün hayal olduğuna dair kanıt bulmak maksadıyla birbirine baktı. Ancak herkesin yüzünde şaşkınlık ve endişe vardı.

“Az önce aynı şeyi mi gördük?” dedi ilk konuşan Podal.

“Alevler sanki bir anda her yeri kaplamıştı ama şu an normal görünüyor,” dedi Bermalt yavaşça önündeki ateşe yaklaşarak.

“Ne tür bir oyunun içindeyiz merak ediyorum,” diye söylendi Benay.

Elarin endişe ile etrafına baktı. Her an kötü bir şey olacakmış gibi gergindi. Bir yerden birilerinin ortaya çıkıp saldırabileceğini düşünüyordu.

“Neler oluyor burada cidden?” Creyn çileden çıkmak üzereydi.

“Off, bu ne? Hepimiz aynı anda delirmiş olamayız değil mi?” diye söylendi Podal.

“Tüm bunlar göz yanılması gibi,” dedi Elarin. “Ama sebebi ne anlamıyorum. Kafam çok karışık.”

“Evet, gerçek olmadığı kesin. Sanki birileri burayı terk etmemizi istiyor,” dedi Creyn.

Benay' ın canı iyiden iyiye sıkıldı. “Burada daha fazla kalamayız. Bermalt üzgünüm fakat seni en kısa zamanda bir yerleşim yerine bırakmalı ve olabildiğince hızlı şekilde yolumuza devam etmeliyiz.”

“Neden ama? Size ayak bağı olmam ben,” dedi Bermalt hüzünlü bir şekilde.

“Üzgünüm, yapabileceğim başka bir şey yok.”

“İstersen yapamayacağın şey yoktur.”

“Anlamıyorsun. Bizimle olursan senin de canın tehlikeye girer. O yüzden dediğimi yap.”

“Sizinle kalmakta inat edersem bir şansım olur mu peki?”

“En başından beri inat ediyorsun zaten! Düş yakamızdan,” diye çıkıştı Benay.

Bermalt üzgün bir şekilde gözlerini yere indirdi. Artık yapabileceği bir şey kalmamıştı. Creyn onun gitmesini istemese de bir şey demedi. Bermalt at arabasına doğru yürüdü ve eşyalarını toparlamaya başladı. Çuvalını ve bavulunu yüklendi, bıçaklarını eline aldı. Benay bir şey diyecek oldu ama adam hiç oralı olmadı. Son bir veda edercesine gruba dönüp baktı ve karanlığa doğru ilerledi. “Acaba şimdi nereye gidebilirim? İstenmediğim bir yerde bu kadar kalmamalıydım,” diye düşündü.

Bermalt gözden kaybolunca Creyn suçlarcasına Benay’ a baktı. Podal bile üzgün görünüyordu. “Bu, biraz sert olmadı mı?” dedi Podal.

“Onu en başında aramıza almam hataydı. Şehre kadar bırakabilirdik ama şimdi ayrılmak istiyorsa bırakalım gitsin,” dedi Benay soğuk bir ses tonuyla.

“Hadi üzülmeyin artık. Böylece daha güvende olmuş olacak. Kendi yolunu çizebilmeli,” dedi Elarin.

“Başına bir şey gelmez umarım,” dedi Creyn. Hâlâ Bermalt' ın gözden kaybolduğu noktaya bakıyordu.

 

25 Mayıs 2021 Salı

Savaş Çığırtkanı- 13.Bölüm (Roman)


 

BÖLÜM 13

 

Vadideki Gerginlik-Melmor

 

Okyanusta yol alan grup gorpa saldırısından başka bir macera yaşamadı. Uzun yolculuk sonunda Melmor' a vardıklarında buna en çok sevinen Farak oldu. Gemi kıyıya yanaştıktan sonra diğerleri eşyalarını toplamakla uğraşırken Farak çoktan kendini kıyıya attı. Liman tüccarlarla ve balıkçı tekneleriyle doluydu. İnsan kalabalığını aşıp ilerlemek zordu.

İyice sabırsızlanan Farak bağırarak elini kolunu sallamaya başladı. “Çok yavaşsınız, acele edin biraz. Yapacak çok işimiz var daha.”

“Ne yaptığını sanıyor bu? Tüm dikkatleri üzerimize çekiyor,” diye söylendi Yenira. Sonra gözlerini Farak’ a dikerek elini boynuna götürdü ve ‘sen öldün’ dercesine bir hareket yaptı. Bunun üzerine Farak sessiz sedasız beklemeye başladı.

“Uğraşma şu çocukla,” diye güldü Berzab, bir yandan da taşıdığı bavulla cebelleşiyordu.

Ceddil sırtına attığı çantayla hemen Farak' ın yanına vardı. Diğerleri de onlara yetiştiğinde Farak Yenira ile göz temasında bulunmaktan kaçındı, onun korkutucu bir yanı olduğunu düşünüyordu. Her ne kadar deli gözüyle bakılsa da Ceddil Tiran' dan sonra en iyi anlaştığı kişiydi.

Saraydan at arabası ile ayrılmışlardı fakat gemiye binmeden önce at arabasını geride bırakmışlardı. O yüzden bir süre limanın çevresinde dolanıp satın alabilecekleri bir at arabası aradılar. Mallarını satıp da köyüne dönecek olan orta yaşlı bir adamla karşılaşınca onu ikna edip atını satın aldılar. Neyse ki at arabası herkesi alabilecek büyüklükteydi. Hemen eşyaları yükleyip yola düştüler.

Limanın kalabalığını aştıktan sonra sakin bir yola girdiler. Yolun sağ tarafında küçük kayalıklar yükseliyor, sol tarafında ise yeşil bir düzlük uzanıyordu. Sessizliğe bürünen Tiran Farak’ ın gözünden kaçmadı. “Böyle kara kara ne düşünüyorsun?”

“Şu an bunu söylemem doğru mu bilmiyorum ama içimde kötü bir his var.” Farak kolunu Tiran' ın omzuna koydu. “Hadi ama yapma böyle. İlk defa evinden bu kadar uzağa geldiğin içindir.”

“Belki öyledir,” dedi Tiran, gülümsemeye çalıştı.

Ceddil dirseğiyle Farak' ı dürttü. “Hey, duyduğuma göre gideceğimiz şehirde dövüş müsabakaları başlamış. Zorlu rakipler olacağına eminim.”

“Vayy, gerçekten mi? Biz de katılmalıyız.” Farak kendini kaptırıp ayağa kalktı. “Ortalığın tozunu attıralım!” Ceddil de ayağa kalktı, havaya yumruklar atıyordu. “Kesinlikle yapacağız. Gücümüzü gösterelim.”

Atı süren Yenira daha fazla kendini tutamadı: “Oturun be! Siz ikiniz ne saçmalıyorsunuz?” İkili sessizce oturunca Tiran gülmeye başladı, neşesi yerine gelmişti.

Herkes acıkmaya başladığında şehrin girişindeki ilk handa durdular. Hanın önünde bir kaç at arabası vardı. Atlar yalaktan su içip saman yiyordu. Başlarında bekleyen on beş yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuk Yenira ve diğerlerini görünce koşturarak yanlarına geldi.

“Hoş geldiniz efendim. Hanımız oldukça büyüktür. Çok rahat edeceğinize eminim. Atınız ile ben ilgilenirim.”

“Peki, at sana emanet. Fakat bir aksilik çıkarsa kendini ölmüş bil,” dedi Yenira soğuk bir sesle.

Çocuğun yüzündeki gülümseme anında soldu. İtaat edercesine başını hızlıca salladı. “Elbette efendim, çok dikkatli olacağım.”

Adamları içeriye buyur ettikten sonra çocuk koşarak atın yanına gitti. Yenira kocaman elleriyle ahşap kapıyı itti. Kapı açılır açılmaz içerinin tüm gürültüsü adeta dışarı taştı. Berzab yüzünü buruşturarak içeriye adım attı. Kuru gürültüden hiç hoşlanmazdı. Han gerçekten de çok büyüktü. Masaların üstünde güzel bir örtü vardı. Han sahiplerinin temizlik konusunda hassas oldukları belliydi. Masadaki cam sürahiler ve bardaklar parlıyordu. Birkaç kişi iştahla yemek yiyordu. Han sahibi kollarından yağ akıtarak yemek yiyenlere dik dik baksa da çenesini kapalı tutuyordu. Sonunda kapıda beliren yeni müşterileri fark edince hemen onları karşıladı.

“Buyurun, ne istersiniz? Çeşitli yiyeceklerimiz ve çok sayıda boş odamız var.”

“Odaya ihtiyacımız yok. Yemeklerinin tadına bakmaya geldik. Bakalım övüldüğü kadar var mıymış?” dedi Berzab.

Han sahibi buna gülümseyerek karşılık verdi. Sonra büyük masalardan birini onlara gösterdi. Adam uzaklaştıktan sonra genç bir oğlan gelip siparişleri aldı.

“Demek çok övülen yemeklerden yemeye geldin?” dedi Boratak dalga geçerek.

“Ne yapalım. Şu an çok açım ve eğer adam en güzel yemeklerini karşıma koymazsa çileden çıkabilirim,” dedi Berzab gülümseyerek.

“Zaten sadece acıktığında bu kadar haşin oluyorsun.”

Tezgahın yan kısmındaki sahnede birkaç kişi enstrüman çalıyordu. Arada bir müzik sesini bastıran kahkahalar yükseliyordu masalardan. Farak ise kendini müziğin ritmine kaptırmış çevresinde olanlardan habersizdi.

İskemleye oturmuş, ortadaki kadın keman çalıyordu. İnsanın içini titretecek bir melodi yayılıyordu etrafa. Onun sol tarafındaki delikanlı zaman zaman yükselen bir tonda piyano çalıyordu. Gözleri kapalı halde parmakları tuşlar üstünde gelip gidiyordu. Sağ tarafındaki genç ise tambur çalarak diğer ikisine eşlik ediyordu. Müzik bittiğinde Farak coşkuyla alkışlamış ve tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Tiran' ın içten gülümsemesi, diğerlerinin alaycı bakışları karşısında yüzü kızardı. Bir anlığına başını sahneye çevirdiğinde ise kadının kendisine gülümsediğini gördü. Daha da kızararak yüzünü başka tarafa çevirdi.

Buharı üstünde tüten, mis kokulu yemekler gelince Berzab ve Ceddil hızla yemeye başladı. Keçi eti yahnisi, kuzu çevirme, güveçte pişmiş hindiye özel olarak hazırlanmış acı ve baharatlı soslar eşlik ediyordu. Buz gibi acı şalgam eşliğinde herkes tıka basa yedi.

“Vay be, saraydan sonra hiçbir yerde bu kadar leziz yemekler yememiştim,” dedi Berzab.

“Al benden de o kadar,” dedi Ceddil.

“Hadi, yavaştan toparlanalım da yola koyulalım bir an önce,” dedi Yenira.

Yemeğin ardından ellerini yüzlerini iyice yıkadılar. Sonrasında ücreti ödeyip handan ayrıldılar. Kapıdan çıktıkları anda az önceki çocuk yanlarında bitti. “Efendim atınıza su ve yem verdim. Hiç bir aksilik çıkmadı,” dedi aceleyle.

“Aferin çocuk,” dedi Yenira ve elindeki bakır parayı ona uzattı.

Çocuğun yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. Yenira' ya teşekkür etti. Grup tekrar yollara düştü. Büyükçe bir şehre vardılar. Şehrin çok kalabalık olması gözlerini korkutmuştu. Çeşit çeşit malzemelerin satıldığı dükkânlar şehir sokaklarını kaplıyordu. Şehirdeki savaş okulu görkemli yapısı ile dikkatleri çekiyordu. Etrafı kalın ve yüksek duvarlarla çevrili olmasına rağmen içeriden kılıç çarpışmalarının sesi geliyordu.

Biraz ileride bir kalabalık toplanmıştı. Lider Saraç’ ı suçlayan bazı kişiler onun tahttan inmesi gerektiğini haykırıyordu. Her an bir kavga patlak verecek gibiydi. İçlerinden biri bağırdı. “Bir toplantıyı bile doğru düzgün idare edemeyen biri liderimiz olamaz!” İtirazlar da yükseldi hemen. Yenira atı durdurup izlemeye başladı.

“Burada işler oldukça karışmış. Biz bile Lider Saraç’ ı suçlayamazken bunlar nasıl bu kadar suçluyor anlamıyorum,” dedi Tiran.

“İnsanlar böyle işte. Aralarına bir kıvılcım atman yeter. Bu onları koca bir şehri bile yakabilecek bir yangına dönüştürür,” dedi Berzab sıkkın bir halde.

“Burada sinirler iyice gerilmiş anlaşılan, gevşetmek gerek değil mi Ceddil?” dedi Farak Ceddil’ e göz kırparak.

Ancak Berzab’ ın öfkeli bakışları Farak’ ın hemen çenesini kapatmasına neden oldu. Berzab bu iki deliyle buraya kadar bile gelebildiklerine hayret ediyordu. Acaba görevi tamamlayabilecekler miydi? Başını iki yana sallayarak “çok zor,” diye mırıldandı.

Yenira düşünceli halde olanları izliyordu. Meydandaki karmaşa iyice büyüdü. İnsanlar birbirine saldırmaya başladı. Sandalyeler, masalar havada uçuşuyordu. Adamlardan birinin rastgele fırlattığı taş Ceddil’ in başının dibinden geçti. Siniri hemen tepesine çıkan Ceddil adamlara dalmak üzere harekete geçecekti ki Berzab kolundan yakalad.

“Bu işe bulaşma sakın. Hemen şimdi buradan gidiyoruz.”

“Ama adamları görmüyor musun?”

“Boş ver onları. Gidiyoruz dedim, o kadar.”

Ceddil öfkeli bakışlarını bir süre Berzab’ a dikti. Yenira grubun lideri olarak gizli görevin önemini herkese hatırlatmak zorunda hissetti kendini. Ceddil' i bir kenara çekti.

“Seninle ne yapacağız biz böyle? Yapacağın hiç bir şeyin sonunu düşünmeden hareket ediyorsun.”

“Herkes hak ettiğini yaşamalı,” dedi Ceddil.

“Öyle mi beyefendi? Peki, kimin neyi hak ettiğine sen mi karar vereceksin?”

Ceddil bir şey demeyince Yenira sözlerini sürdürdü. “Lütfen biraz sakin kalabilmeyi dene. Neden bu kadar hırçınsın bilmiyorum ama gücünü gerçek dövüşlere sakla. Sen iyi bir savaşçısın.”

Ceddil sessizliğini korudu. İtaat etmek hoşuna gitmese de Yenira' nın haklı olduğunu biliyordu.

Her şeyi geride bırakarak at arabasına bindiler. Yenira kısa süre sonra bir dükkânın önünde durdu. Attan aşağıya atlayınca dükkân sahibi kapıda belirdi.

“İçeri buyurun efendim. Her çeşit silah bulunmaktadır dükkânımızda,” dedi adam yapmacık bir neşeyle.

Yenira hiçbir şey demeden dükkâna adım attı. Diğerleri de arkasından içeriye girdi. Yenira duvarda asılı kılıçlara yöneldi. Bazılarını eline alıp inceledi. Kimisi çok uzundu, kimisi çok hafifti, kimisinin de kabzası daha kolay kavrayabilmek için kıvrımlıydı. Farak bir köşede sıralanmış mızrakları inceliyordu. Dükkân sahibi mızraklar hakkında ona bilgi verdi.

“Bu son model bir mızraktır. Daha çok hasar vermek amacıyla yapıldı. Ucunun ne kadar sivri ve uzun olduğunu görüyor musunuz?” dedi adam mızrağı Farak' ın burnunun ucuna tutarak. Farak kafasını geriye doğru çekip anladığını belirtti.

Yenira eline aldığı bir kılıca etkilenmiş gibi bakıyordu. Kılıcı uzun süre elinde evirip çevirdi. Kılıç çok keskindi ve kabzasındaki küçük düğme dikkatini çekti.

“Bu düğme de neyin nesi?”

“O düğme sayesinde kabzadan zehirli iğneler fırlar. Rakibi öldürmez fakat bayıltır,” dedi satıcı.

Yenira bir süre daha inceledi kılıcı. Kabzasının iç tarafında, metalin hemen üst kısmında küçük bir delik vardı. Anlaşılan zehirli iğneler buradan çıkıyordu.

“Anlıyorum. O halde onu satın alıyorum.”

Satıcı yedek iğne ve zehir de verdi. Adam elindeki en iyi kılıçlardan birini sattığı için memnundu. Farak da yeni bir ok takımı aldı. Dükkân sahibi neşe içinde onları uğurladı.

Aradan geçen bir saatin ardından yemyeşil bir vadiye vardılar. İki tarafta kıvrılarak uzanan yeşil tepelerin arasındaki dar bir geçitte ilerliyorlardı. Çeşit çeşit ağaçlar tepeleri süslüyordu. Uzaklardan su sesi işitiliyordu. Birkaç kartal havada süzüldükten sonra gözden kayboldu. At arabasını bu kez Boratak kullanıyordu ve Berzab da yanına oturuyordu. Farak arabanın arkasında ayaklarını aşağıya sarkıtmış, ellerini başının altında kenetlemiş yatıyor, Ceddil ve Tiran sohbet ediyordu. Farak' ın yanında oturan Yenira' nın gözleri ise çok uzaklara dalmıştı. Kollarını dizlerinin üstüne koymuş kıpırtısız bir halde duruyordu. At aniden kişneyerek durunca Yenira’ nın bakışları Boratak' a kaydı.

“Eşkıyalar, yanlış yerde avlanıyorlar,” dedi Berzab arkada oturanlara dönerek.

On kişilik bir grup yan yana sıralanıp yolu kapatmıştı. Hepsinin de yüzünde siyah peçe vardı. Kimisi balta, kimisi kırbaç, kimisi kılıç taşıyordu. Tehditkâr bir şekilde at arabasının karşısında dikiliyorlardı. Bol pantolonlarının paçaları siyah çizmelerinin içine sokuşturulmuştu. Dizlerine kadar uzanan mavi entarileri bel hizasından siyah kuşaklarla bağlanmıştı. Bileklerinden dirseklerine kadar uzanan siyah kollukları vardı.

“Anlaşılan bunlar yanlış kişilere çattıklarının farkında değiller,” dedi Yenira at arabasından aşağıya atlayarak.

“Tam on kuş avucumuza düştü,” dedi Ceddil gözlerini kısarak.

Şimdi hepsi aşağıya inmiş ve silahlarına sarılmıştı. Farak rakiplerin kalabalık olması yüzünden yayını kullanmaya karar verdi. Ne kadar kısa sürede onlara zarar verebilirse durum lehlerine dönerdi. Peçeli adamlar at arabasına doğru ilerledi. Sanki ayakları ile yeri delecekmiş gibi bir havada yürüyorlardı. Berzab sessizce onları izlerken, Ceddil bir an önce saldırıya geçmek için dişlerini sıkıyordu. Peçelilerden en önde olanı konuşmaya başladı.

“Mallarınız ve canlarınızı bize bırakmadan buradan geçemezsiniz,” dedi alaycı bir sesle.

Sesi ne kadar alaycı çıksa da gözleri bunun tam tersini anlatıyordu. Ölümü çağıran bakışları vardı ve kolay bir rakip olmadığını gösteriyordu herkese. Farak işin ciddi olduğunu biliyordu. Yayını gerip hazır vaziyette beklemeye başladı. Kara peçeli adam onu görmezden gelip konuşmasına devam etti.

“Tabii, eğer korkup kaçmayı seçmezseniz,” diye devam ettiğinde ses tonu daha kalın ve yırtıcı çıkıyordu.

Peçeli adamın ten rengi hafif esmerdi. İri, kara gözleri zalimce parlıyordu. Zift karası dağınık saçlarının bir tutamı alnına düşüyordu. Adamların tek isteklerinin ölümcül bir dövüş olduğu belliydi. Ancak karşı taraf da geri adım atmamakta kararlıydı. Çünkü alttan almaya çalışsalar bile peçelilerin dövüşten vazgeçmeyeceğine emindiler.

“Ben de aynı şeyi sizlere söyleyecektim. Eğer aklınız varsa hemen buradan toz olursunuz. Karşımıza çıkma cesaretini gösterdiğinize göre sizi temin ederim ki kaçınılmaz bir son sizi bulacak,” dedi Yenira.

Peçeli adam ürkütücü bir kahkaha attı. Yanındakiler ise daha şimdiden çıkacak olan büyük dövüşe odaklanmış gibi sessizce bekliyordu.

“Seni sevdim yabancı. Şimdi daha da sabırsızlanmaya başladım. Uzun zamandır dişimize göre rakipler bulamadık. Bu vadiden geçmek de sizin kör talihiniz olsa gerek. Çünkü daha önce bizle dövüşme cesaretini gösteren kimseyi sağ bırakmadık.”

“Hadi başlayalım o halde,” diye bağırarak ileri atıldı daha fazla sabredemeyen Ceddil.

23 Mayıs 2021 Pazar

BCP Mayıs- Romantik Animeler, Ek Villain, Hasan Boğuldu

 



    Blogları Canlandırma Projesi kapsamında bu ayın teması olan aşk ve sevgi üzerine izlediklerimi sizlerle paylaşacağım. Bu ay yeterince romantik şeyler izledim, biraz fazla geldi bana. Hatta gaza gelip saçımı kestim, baktım ki Kimi ni Todoke animesindeki Ayane karakterine benzemişim. 😄 Uzatmadan listeye geçeyim.

Weathering With You

    Tokyo' ya gelip iş arayan Hodaka' nın yolu Hina ile kesişir. İkisi de geçimlerini sağlamak için çalışmak zorundadır. Hina, Gün Işığı Kızı denen gizemli biridir ve ikili bunu kullanarak internette iş ilanı verirler. Kim isterse kısa süreliğine o bölgede güneş açacaktır. Tabi pek çok insan talepte bulunur. Düğünü olan, önemli bir anı bekleyen vs. herkes güneşli bir gün için sıraya girer. İkili bu şekilde para kazanırken Hina güneş açılması için dua ettikçe bedeninin yok olmaya başladığını fark eder.
    Bu kısa anime tek kelimeyle harikaydı. Sırf mükemmel çizimleri için bile izlenir. Güneş öyle bir doğuyor, yağmur öyle bir yağıyor ki ağzım açık izledim diyebilirim. Ders verici nitelikteki güzel sözleri ve Hodaka' nın çabaları insanı çok etkiliyor. Şu sözü çok beğenmiştim. "İnsanların yüreğinin gökyüzüne ne kadar bağlı olduğunu ilk kez fark ettim." Finalini de çok beğendim ben. Çoğu yönden Senin Adın ve Kelimelerin Bahçesine benzese de puanım 9,5/10

Kimi ni Todoke 

    



    Halka filmindeki kıza benzediği için dış görünümü yüzünden dışlanan Sawako bir gün Kazehaya ile karşılaşır. Onun kendisine normal biri gibi davranması sonucunda mutlu olur. Sonrasında Kazehaya' yı örnek alarak onun gibi pozitif biri olup arkadaş edinmek ister. Bunun çok uğraşır ve başarır da.
    Anime iki sezondan oluşuyor. Kızın çok saf olması ve karakterler arasında sürekli yanlış anlaşılmalar yaşanması saç baş yoldurtsa da son birkaç bölümü görünce izlediğime değdi dedim. Bu animede diğerlerinden farklı olarak yan karakterleri çok sevdim, hatta bu ikiliden fazla sevdim diyebilirim. Kendi halinde takılan ve umursamaz görünen Ryu, sürekli onla didişen erkek gibi olan kavgacı Chizu, zeki ve düşünceli Ayane animenin renkli karakterleriydi. Romantik anime olsa da bu beşlinin dostluklarını çok sevdim. 😊 Puanım 8/10

Ao Haru Ride



    Futaba ortaokulda çok güzel ve sevimli olduğu için diğer kızlar onu kıskanıyordu. Erkeklerin de kendisine çok ilgi göstermesi yüzünden bunalıyordu. Kendi halinde olan sessiz Kou' yu görünce ondan hoşlanır. İkili birbirine açılamadan Kou hiç bir haber vermeden ortadan kaybolur. Yıllar sonra Kou geri döndüğünde ikisi de birbirinin değiştiğini fark eder. Futaba kaba saba biri olmuşken Kou soğuk ve ağır abi havalarındadır.
    Anime boyunca ikisinin de gelgitleri beni deli etti. Açıkça düşüncelerini söylememeleri sonucu pek ilerleme kaydedemediler. Kou' nun değişmesindeki sebebi zamanla öğreniyoruz. Bu animede yan karakterleri pek sevemedim, olmasalar da olurmuş. Anime yarıda bırakıldığı için kalan yerden mangasını da okudum. Klişe şeyler olsa da benim için izlemesi keyifliydi. Puanım 7/10 

Ek Villain 

    


    Bir Hint filmi ile devam edeyim. Guru gaddar ve acımasız biridir, cinayetler işler. Bir gün Aisha ile tanışır. Kız uzun süre adamın peşini bırakmaz çünkü karanlık yüzünü gördüğü bu adamı değiştirmek istemektedir. Kader ağlarını örerken beklenmedik bir durum yaşanır ve Guru intikam için uğraşır.
    Konu hakkında daha fazla açıklama yapmayım, heyecanı kaçmasın. Filmde güzel ve etkileyici bir aşk hikayesi olsa da eleştireceğim bazı noktalar var. Guru başlangıçta o kadar kötü, cani gibi gösterildi ki Aisha' nın kolayca ona yakınlaşması, arkadaş olmaya çalışması mantıksız geldi. İnsan doğal olarak korkar yani. Bir de öyle bir adamın hemen yumuşaması ne kadar gerçekçi olmuş? Yine Aisha' nın çok fazla konuşup yerli yersiz gülmesi bana yapmacık geldi. Tamam ikisi de çok iyi oynuyor ama abartılı bulduğum noktalar vardı. Bunlara rağmen ikiliyi çok yakıştırdım ve aşk hikayeleri çok güzeldi. Puanım 7.5/10

Hasan Boğuldu

    Hülya Avşar ve Yalçın Dümer' in oynadığı Türk filmi. Küçükken izleyip çok etkilenmiş, Emine karakterine sinir olmuştum. Aklıma gelince tekrar izledim. Film bir kaymakamın obalı kızla (Hülya Avşar) karşılaşması ve yolda kızın anlattığı aşk hikayesi ile ilerliyor. Aşk hikayesinde tabi yine ikisi oynuyorlar.
    Hasan, Emine' yi ilk görüşte sever. Ancak biri köyde biri dağlarda yaşamaktadır. Yaşamları, kültürleri çok farklı. Ne olursa olsun sevdiğine kavuşmak isteyen Hasan 'sen gelemezsen ben sizin yanınıza geleyim' der. Oba halkı toplanıp karar alır. Hasan' ın bir çuval tuzu saatlerce süren dağ yolunda hiç dinlenmeden taşımasını isterler. Aksi takdirde kızı vermeyeceklerdir. Emine kararı iletince Hasan kabul eder. Ancak dağ yaşamına alışkın olmayan Hasan' ın işi hiç kolay değildir. Gerisini anlatmayım, merak ederseniz izleyin. :) Puan vermeyeceğim, sinirliyim hala. 😅


Bonus: Anime dünyasının en sevdiğim çifti ise Naruto animesinden Minato (sarı şimşek) ve Kushina ikilisi. 😍 Minato nasıl mükemmel düşünülmüş bir karakter ya. Adam yürüse, konuşsa hayran kalıyorum. Sevgi dolu, fedakar, cesur, güçlü, zeki, saygılı, anlayışlı... Kushina deli dolu, güçlü, sabırsız, geveze... İkisinin uyumu harika. Ne zaman onları görsem hüzünlenirim. Neyse daha fazla sizi yormayım burada bitiriyorum. :))


21 Mayıs 2021 Cuma

Savaş Çığırtkanı- 12. Bölüm (Roman)


 

BÖLÜM 12

 

Dostluk Bağı-Dazzap

 

Lider Zorkan en yakın dostunun öldürüldüğüne hâlâ inanamıyordu. Lider Canova’ ya saygısı büyüktü, daha da önemlisi ona bir can borcu vardı. Yıllar öncesinde aralarında başlayan kuvvetli bir bağ şimdi tamamen yok olmuştu. Bunun sorumlusu her kimse gerekeni yapacaktı. Toplantıda söylediklerinin sonuna kadar arkasındaydı, onlar öylesine göz korkutmak için edilmiş laflar değildi.

Katilin kim olabileceği günlerdir içini kemiriyordu. Tüm liderleri gözünün önüne getirdi ve aralarında tam olarak güvenebileceği kimse yoktu. Tüm bunları bir kenara bırakıp Canova ile ilk karşılaştığı ana odaklandı. O zamanlar on altı yaşındaydı.

 

26 yıl önce…

 

Canova, Butah’ ın lideri olan babasıyla birlikte Dazzap’ ı ziyaret etmek için hazırlıklarını tamamlamıştı. Henüz yirmi iki yaşında olan Canova ele avuca sığmaz bir gençti. Babası ve yardımcılarla birlikte Dazzap’ a adım attıkları sırada herkesi atlatıp izini kaybettirdi. Onun huyunu bilen babası yardımcılarının önerisini geri çevirdi.

“Bırakın ne yaparsa yapsın. Bu şekilde ortadan kaybolmayı göze alıyorsa kendi başının çaresine bakabilecek kadar kendisine güveniyor demektir. Nasıl olsa burada onu tanıyacak kimse yok,” dedi Lider Cansar gayet rahat bir şekilde.

Dazzap’ ın lideri Butahlı misafirlerini sarayın girişinde dostane bir şekilde karşılarken Canova çoktan halkın arasına karışmıştı. Dondurucu havayı iliklerinde hissetse de buna aldırmadı. Arada bir şiddetini artıran rüzgâr yerdeki karları havaya savuruyor ve göz gözü görmez oluyordu. Canova savaş okulundan çıkan çocuklarla antrenman yaptı bir süre. Gücünü fark eden çocuklar onu ilgiyle izledi. Daha sonra sokaktaki küçük çocuklarla kartopu savaşına girişti. Son olarak da yaşlı bir kadının çantasını kapıp kaçan birinin peşine düştü. Hırsız o kadar hızlıydı ki onu yakalamak imkânsız gibiydi. Pes etmeyen Canova ise onun peşini bırakmaya niyetli değildi.

O gün Zorkan savaş okuluna gitmedi, canı fena halde sıkkındı. Bir liderin oğlu olmak can sıkıcıydı. Babasının gözüne girmek ve onun gibi olmak için aşırı derecede çabalıyordu. Ancak bu durum babasını rahatsız ediyordu. Sebebini sorduğunda babası şu yanıtı vermişti.

“Lider olmak gözü kara ve çok güçlü olmak demek değildir. Lider olmak halkına bağlı olmak ve bunu yüreğinin en derinliklerinde hissederek yaşamına yön vermek demektir. Daha bu yaşta hırsının esiri olan sen söyler misin bana, halkın için ne yapabileceksin? Halkına canından fazla değer verebilecek misin?”

Babasının bu sözleri Zorkan’ ın içine oturmuştu. Babasına söyleyecek bir şey bulamadığı için öfke içinde yanından ayrılmıştı. Kendisinin neler yapabileceğini, neler hissettiğini babası nereden bilebilirdi ki? Günün birinde kendini ona kanıtlayacak ve  dünyaya nasıl bir lider olduğunu gösterecekti.

Zorkan bembeyaz bir kurdun üstünde dağ yoluna doğru hızla ilerliyordu. Yaşıtlarına göre daha iri bir cüssesi vardı ve kurdun çevik hareketlerine rağmen sabit durabilmeyi başarıyordu. Ayaz nedeniyle yüzü buz kesmişti ama o bunun farkında değildi. İçindeki öfkeyi bastırmaya, sakinleşmeye çalışıyordu. Savaş okulunun şu ana kadarki en başarılı öğrencisiydi. Her geçen gün gücüne güç katıyordu ve kendinden büyüklerle baş edebilecek seviyeye gelmişti. Daha şimdiden diğer savaşçılar gibi göreve çıkıyordu. Son görevinde uzun süredir aranan, onlarca kişiyi katletmiş bir adamı yakalamış ve saraya teslim etmek yerine adamı elleriyle öldürmüştü. İşte o andan sonra babası ile arasındaki mesafe giderek açıldı.

“Hâlbuki o pislik bunu fazlasıyla hak etmişti. Öldürmeyip ne yapacaktım?” diye söylendi. Tüm bunları düşünürken kurdu durdurup aşağı indi. Zorkan’ ın masmavi gözleri kurdun gözlerine kenetlenmişti. Kurt yavaşça Zorkan’ a yaklaştı ve burnunu onun yanağına değdirdi. Zorkan’ ın canı ne zaman sıkkın olsa bunu yapardı. Zorkan gülümsedi ve iri kurdun boynuna sarıldı.

“Hadi git artık. Benim için endişelenmene gerek yok.”

Kurt bunun üzerine dağa doğru koşmaya başladı. Vahşi doğa yaşamından kopmaması için Zorkan onu sık sık serbest bırakırdı ve genellikle dağ yoluna kadar kurduna eşlik ederdi. Kurt gözden kaybolana kadar onu izledi. O sırada etrafta bir hareketlilik sezip dikkat kesildi. Görüş alanına giren yedi silahlı kişi vardı. Çember içine alınan Zorkan iki kılıcını birden çıkarıp savunma pozisyonuna geçti.

“Derdiniz ne sizin?” diye bağırdı Zorkan.

“Sen bize lazımsın,” dedi sarışın adam.

“Ne demek oluyor bu?”

“Liderden bir takım isteklerimiz var. Sen elimizde olursan bizi reddedemeyecektir,” dedi esmer adam sinsi bir şekilde sırıtarak.

Zorkan bir an gülümsedi. “Hıh, ben olsam o kadar emin olmazdım. O adam öleceğimi bilse yanlış bir şey yapmaz. Dahası siz kim oluyorsunuz da beni alıkoyabileceğinizi sanıyorsunuz?” Öfkeden köpürerek adamların üstüne atıldı Zorkan.

Bu tepkiyi beklemeyen adamlar ise şaşkınlıktan birkaç saniye kalakaldı. Zorkan iki elindeki kılıçla arasından geçtiği iki adamı bacaklarından yaraladı. Adamlar acı içinde çökünce kılıçlarını bu kez onların karnına sapladı. Her şey birkaç saniyede olmuştu ve durumun ciddiyetini anlayan diğer beş adam Zorkan’ ın üstüne çullandı.

Sarışın adam kılıcını savurduğunda Zorkan elindeki kılıçları önünde çapraz halde tutarak onu durdurdu. Tüm gücüyle adamı geriye itip dövüşe devam etti. Dört bir yanından saldırıyordu adamlar. Zorkan sert tekmesi ile birini geriye fırlattı. Üzerine atılan adamı da kolundan tuttuğu gibi diğerlerinin üzerine savurdu.

Sarışın adam Zorkan’ ın bu kadar kuvvetli çıkmasına şaşırmıştı. Dikkatsizlik edip rahat davrandıkları için dağılmışlardı adeta. Ancak Zorkan’ ı kaçırma niyetinden vazgeçemezdi. Dazzap’ ın lideri ile aralarındaki sorun gittikçe büyüyordu ve lider onlarla anlaşma yapmaya yanaşmıyordu. Kurdukları taşımacılık şirketi liderin katı kuralları yüzünden batmak üzereydi. Maddi kayıpları çok büyüktü. Şimdi Zorkan' ı kaçırırlarsa liderin geri adım atacağını düşünüyorlardı. Zorkan' ın bu kadar direnmesi sinirlerini bozmuştu. Hiç de sandığı gibi dövüş olmayacaktı.

Zorkan iyiden iyiye yorulmuştu. Dövüş uzamaya başladığında bir kılıçla baldırından yaralandı. Başka bir adam tarafından da hançerlenmek üzereyken adamı son anda elinden yakaladı. Adam kuvvetle hançeri iterken Zorkan direndi ama eli yavaşça kayıyordu. Bir anda omzuna girdi hançerin ucu. Kesik fazla açılmadan tekmeleyerek adamı geri püskürttü. Zorkan baldırını tutarak acı içinde dizinin üstüne çöktü.

Sarışın adam rakibinin diğerleri ile dövüşmesinden yararlanıp geriden sinsice saldırmaya karar verdi. Zorkan’ ın sırtını hedef alıp uzun kılıcını tüm gücüyle indirdi. O anda Zorkan hemen arkasında bir inleme sesi işitti. Hızla geriye döndüğünde sırtı kendisine dönük bir genç gördü.

Canova hırsızı elinden kaçırmış geri dönerken olanlara tesadüfen şahit olmuştu. Genç bir delikanlının bu şekilde kıstırılmış olmasını içine sindirememişti. Sarışın adamın saldırısını engellemek için son anda kılıcın önüne atmıştı kendini. Anlık bir refleksle ellerini göğsüne doğru siper ederek araya girince kılıç iki elini yarıp bedenine saplanmıştı. Kılıç Canova’ nın düşündüğünden de derine saplanmış ve ağır yara almıştı.

“Sen? Sen ne yaptın?” dedi dehşete düşen Zorkan ve düşmemesi için hemen Canova’ yı yakaladı.

“Kaybetmene izin veremezdim,” dedi Canova gülümsemeye çalışarak.

O anda Canova kan kusmaya başladı. Durumu hiç iyi görünmediğinden Zorkan telaşlanmıştı. Çılgına dönmüş halde Canova’ yı sırt üstü yere yatırıp ayağa fırladı. “Sizi mahvedeceğim!” diye adamlara dönerken hiç olmadığı kadar ciddiydi. Mavi gözlerindeki nefret o kadar gerçekçiydi ki sarışın adam korkuya kapıldı. O sırada yakınlarda bir kurt uluması duyuldu. Geri dönen kurt Zorkan’ ın öfkesini hissetmişçesine hırlayarak ileri atıldı. İkisi birlikte  saldırganları etkisiz hale getirmeye başladı.                          

Kaçmaya çalışan sarışın adam kurdun keskin dişlerinden kurtulamadı. Boğazından yakalayan kurt adamı sağa sola sallayıp iyice hırpaladı. Sonra adamı cansız bir şekilde yere bıraktı. Sonunda tüm adamları yere serdiklerinde Zorkan Canova’ nın yanına koştu. O hala yaşıyordu ve onu kurtarmak için bir şansı vardı. Kılıcı yavaşça saplandığı yerden çıkardı ve bildiği kadarıyla ilk yardım yapmaya çalıştı. Zorkan’ ın yanı başından ayrılmayan kurt da yardım etmek istercesine Canova’nın yaralı ellerini yaladı. Kanamayı biraz olsun durdurabilen Zorkan Canova’ nın ellerini de sardı.

“Aferin sana dostum, tam zamanında yetiştin. Şimdi onu kurtarmamız gerek.”

Kurt tüm söylenenleri anlamışçasına yere eğildi. Zorkan zonklayan bacağının acısını unutmaya çalışarak Canova’ yı kolları arasına alıp kaldırdı ve kurdun sırtına yatırdı. Kendisi de kurdun üstüne bindi ve yola koyuldular. Canova’ nın aşağı sarkan ellerindeki sargılar ala boyanmıştı ve karın üstünde beliren kan damlaları arkalarında iz bırakıyordu.

“Kahretsin, kan kaybediyor. Yetişemeyeceğiz!” diye söylendi Zorkan.

Şiddetlenen tipi kurdun daha hızlı ilerlemesini engelliyordu. Zorkan bir yandan Canova’ yı tutarken bir yandan da kurdun yumuşak tüylerine sıkıca yapışmıştı. Kurt acele etmeye çalışıyor, karşılaştığı engellerin üzerinden atlayıp geçiyordu. Ancak avcılar tarafından hazırlanan tuzaklardan birine yakalandılar. Kurdun bir ayağı ağaçların arasına gerilmiş olan ipe değdiğinde nereden geldiği belli olmayan bir ok fırlayıp kurdun boynuna saplandı.

“Hayır!” diye acı içinde bağırdı Zorkan. Sesi adeta dört bir yanda yankılanmıştı. “Olamaz, olamaz!” diye tekrarladı şoka girmiş halde. Kurt birkaç saniye içinde yere yığılırken Zorkan çoktan onun üstünden atlamıştı. Canova’ yı kurdun üstünden çekip bir kenara yatırdı ve hemen kurda döndü.

“İyi olacaksın. Kurtaracağım seni,” dedi gözyaşlarına boğulan Zorkan.

Kurdun beyaz boynundan akan kan karın üstünde birikmeye başlamıştı. Kurt acısını belli etmemek istercesine inlemedi bile. Sadece Zorkan’ a bakarken gözlerinden yaş akmasına engel olamadı. “Bu lanet tuzağı kim kurduysa buraya onu doğduğuna pişman edeceğim,” dedi Zorkan içi sızlayarak. Bir yandan da kurdun başını okşuyordu. Kurt hafifçe başını çevirip Canova’ ya baktı. Sanki Zorkan’ ın dikkatini ona çekmeye çalışıyor, onu kurtarması gerektiğini hatırlatmaya çalışıyordu. Zorkan ne yapacağını bilemez haldeydi. Gözlerini silerek doğruldu ve kurda seslendi.

“Senin için yardım getireceğim, bekle,” dedi ve Canova’ yı sırtına alıp en yakındaki yola doğru koşmaya başladı. Zorkan’ ın bacağındaki yara gittikçe açılırken o canı pahasına koşmaya devam etti. Yaralı genci de kurdunu da kurtaracaktı, yavaşlamasının imkânı yoktu. O kadar koştu ki artık zorlukla nefes alıyordu. Nefes almanın bu kadar zorlaşabileceğini hiç tahmin etmemişti. Daha önce hiç bu kadar çaresiz bir duruma düşmemişti. Tüm enerjisi hızla çekiliyor gibiydi.

Sonunda yola çıktığında oradan geçmekte olan at arabasının önüne atladı. Neyse ki babasının yardımcılarından biri ile karşılaştı.

“Navon yardım et!” diye bağırdı zorlukla. Adam şaşkınlık ve dehşeti bir arada yaşarken hemen aşağı atladı ve Zorkan’ ın yanına koştu. Navon' un kardeşi de onu izledi.

“Zorkan Bey bu nasıl oldu? Siz de kötü yaralanmışsınız,” dedi Navon şok içinde.

Zorkan’ da açıklama yapacak hal kalmamıştı. Navon ve kardeşi Canova’ yı dikkatle arabaya taşırken Zorkan ise öylece kalakaldı. Nefes alırken boğuluyormuşçasına hırıltılar çıkarıyordu, göğsü hızla inip kalkıyordu. Bu soğukta bile yüzünden ter akıyordu. Navon Zorkan’ a yardım etmek için geri döndü. Daha önce onu hiç bu halde görmemişti.

“Kurt Koçar Bölgesi civarında yaralandı. Hemen kurtarın onu,” diye emir verdi Zorkan zor anlaşılır bir sesle.

“Tamam, ben giderim hemen,” dedi Navon' un kardeşi. At arabasından tıbbi malzemeleri alıp koşarak gitti. Navon’ un kardeşi kurtların bakımıyla özel olarak ilgilenen saray görevlisiydi ve kurdu kurtarabilecek yeteneğe sahipti. Ona rastladığı için kendini şanslı hissetti Zorkan ve biraz olsun morali düzeldi. Ancak daha fazla ayakta duramayacaktı ve her an yıkılacak gibi bir hali vardı.

“Dinlenmeniz gerekiyor, çok zorlamışsınız kendinizi. Kolunuza gireyim.” Navon' un koluna girip ilerledi Zorkan.

At arabasının arkasına yatırılan Canova’ nın yanına uzandı. Hiç bu kadar yorulduğunu hatırlayamıyordu ve her yanı uyuşmuş gibiydi. Buna rağmen yol boyunca belli aralıklarla Canova’ nın yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Kendisi de kan kaybettiğinden bir süre sonra gözleri karardı ve bilinci kapandı. Kendine geldiğinde ilk olarak kurdun ve Canova’ nın durumunu sormuş ve ikisinin de hayati tehlikeyi atlattığını öğrenince rahat bir nefes almıştı.

Zorkan o günden sonra Canova’ nın yaptığı hareketi unutmadı. Onun Butahlı liderin oğlu olduğunu öğrendiğinde ise daha da sevinmişti. Çünkü o da kendisi gibiydi ve aynı zorlu yollardan geçiyordu. Yirmi altı yıla sığacak dostluk bu şekilde başlamıştı.

Lider Zorkan anıları hatırladıkça yerinde duramıyordu. Saraydakiler onun gerginliğini fazlasıyla üzerinde hissediyordu. Çünkü o daima katı bir lider olmuştu ve diğerlerinin aksine kimseyi kolay bir şekilde affetmezdi. Zamanında babası ile olan sert tartışmalarına şahit olanlar Lider Zorkan’ ın doğru bildiğinden şaşmayan ve yalakalıktan nefret eden biri olduğunu bilirlerdi. Lider Zorkan’ ın bu bağlılığının nedenini bilmeyenler ise onun Lider Canova’ nın ölümünü çok abarttığını düşünüyordu.

“Çok üzgünüm dostum. O gün beni kurtardığın gibi ben de seni kurtarmalıydım. Yapamadım ama unutma ki intikamını alacağım gün gelecek,” dedi Lider Zorkan öfke içinde volta atarken.

Kış Bahçesi (Kitap)

    Bir süredir okuma konusunda yavaşım, Ramazan ve bayram derken günler çabuk geçmiş. Yazardan okuduğum ilk kitaptı bu, oldukça sevdim ben....