30 Nisan 2022 Cumartesi

Totsukuni no Shoujo (Anime Tanıtım)

 


 On dakikalık diyalogsuz bir anime ne anlatabilir? Müzik ve görsel şölenden ibaret animeyi ben ilk kez konusundan bağımsız olarak kendimce yorumlamak istiyorum.

 

 Türkanime sitesinde yer alan konuyu aynen paylaşıyorum: "Dışarıdan olanların sana dokunmasına izin verme. Yoksa sonsuza kadar lanetlenirsin. Bir zamanlar, uzaklardaki bir yer iki diyara bölünmüştü... Dışarısı, dokundukları kişiyi lanetleme gücüne sahip olan teratomorfik yaratıklar tarafından kolaçan ediliyordu. İnsanlar sadece İçeride güvenli bir şekilde yaşayabilirdi. Fakat İçeriden Shiva adındaki kayıp bir küçük kız ve kısaca "Öğretmen" olarak bilinen şeytani bir canavar görünümlü yabancı, ormanın aynı tarafında birlikte sezzice yaşamaya başladıklarında, bağları, uyumsuz doğalarını aşıyor gibi görünüyor. Bu, geceyi gündüzden ayıran puslu alacakaranlıkta oyalanan, insan ile insan dışı olan iki kimsesiz hakkındaki halk masalının başlangıcıdır."


 Belli konusu olsa da izlerken istemsizce farklı çıkarımlar yaptım ve asıl bunlara değinmek istiyorum. :) Beyaz çocuk ve siyah varlık bana öncelikle zıtlıkları anımsattı. Siyah varlık masum çocuğa karşı korumacı davranıyor ve ona bakıyor. Çocuk, bir dokunuşla beyazdan siyaha dönüşen canlılar karşısında ürküyor ve kabus görüyor. Çocuğun dünyası renkli ve hareketli, hayal gücü geniş. Kendi dünyasında çok mutlu. 

 Anime, insanın çocukken masum olup büyüdükçe aydınlıktan karanlığa geçiş sürecini anımsattı bana ya da büyüdükçe hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşmesini. İnsan içten içe dirense de hayatına bir şeyler dokunuyor ve değişim başlıyor. Siyah varlık her şeyden haberdar ve beyazlığın kaybolmasını istemiyor, kendisini bile ona dokunmaktan uzak tutuyor. Bu belki içindeki çocuğa tutunup, onu yaşatmaya çalışan pişman birinin hikayesi olarak da düşünülebilir. 

 İzlerken ilk aklıma gelenler bunlardı. Mangası da varmış sanırım o daha detaylı. Görselliğe bayıldığımı söyleyebilirim. Kareler sanki ressamların elinden çıkmış tablolar gibiydi. Hem soluk hem canlı renklerin bir arada kullanılması daha dikkat çekici olmuş. Çok kısa olduğu için vakit ayrılabilir bence, masal gibiydi, hoştu. :)


28 Nisan 2022 Perşembe

BCP Nisan - Derman(Film)

 Nisan ayının teması 1900'de geçen eserler, nostalji, ya da siyah-beyazdı. Bu ay içimden bir şey izlemek gelmeyince geçen tvde denk gelip izlediğim Türk filmini paylaşmaya karar verdim. 



 Başrollerinde Hülya Koçyiğit(Mürvet) ve Tarık Akan(Şehmuz)'ın oynadığı film 1984 yapımı. Ebe olan Mürvet Ağrı'nın bir köyüne atanmıştır. Fakat kar yüzünden yollar kapalıdır bu yüzden başka bir köyde beklemek zorunda kalır. Başta soğuğa ve imkansızlıklara dayanamayan Mürvet zamanla durumu kabullenir. Zaten yollar da bir türlü açılmaz. O da bulunduğu yerde çalışmaya başlar, elinden geldiğince insanlara yardım eder. Şehmuz köpeğiyle birlikte dağ bayır dolaşan biri. Mürvet'e yardım etmek için elinden geleni yapar. Yavaş yavaş aralarında bir bağ oluşur.

 Film baştan sona kar manzarası ile dolu. İnsanların doğa karşısındaki çaresizliği çok iyi yansıtılmış. Köylüler şehirden gelen ebeyi çok merak ediyor, ilk kez şehirli birini görmüş gibi bir halleri vardı. Mürvet ve köylüler birbirine çabuk alışıyor, yardımlaşıyorlar hep. Hülya Koçyiğit'e bu rol yakışmış, herkes o kadar doğaldı ki film gerçek gibi geliyor. Özellikle uzaktan çekimleri çok sevdim, şimdiki dizi ve filmlerde insanların yüzlerine sürekli zoom yaptıkları için bıkmışız benzer çekim tekniklerinden. Filmde yer gök, her şey bembeyazdı. İzlerken üşüdüğümü hissettim. :) Filmdeki köpeğe ayrıca bayıldım, o nasıl bakış, duruş, çok akıllı bir köpek olduğu belliydi. Bazı sahneler bana mantıksız gelse de köy yaşamını ve zor hayat koşullarını anlatan bu filmi sevdim.

23 Nisan 2022 Cumartesi

Mushishi (Anime Tanıtım)

 


 Son zamanlarda izlediğim en ilginç animeydi, tek kelimeyle büyüleyici. İki sezondan oluşan animenin 26 bölümlük ilk sezonunu izledim. Anime mushi denilen ilkel yaşam formlarını konu alıyor. Çok az kişi tarafından görülebilen bu garip yaratıklar bana nedense virüsleri anımsattı. Mushiler değişik özelliklere sahip, kimileri insanların bedenine yerleşip ilginç sorunlara sebep oluyor. Bir kısmı ise zararsız şekilde doğada takılıyor.

 Ana karakterimiz Ginko isimli bir mushishidir. Kim bu mushishiler? Mushilerin çeşitlerini ve doğasını bilen, zararlı olanların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya çalışan kişilerdir. Ginko bir gezgin, mushilerin yol açtığı sıkıntılar nedeniyle insanlara yardım ediyor. Çok uğraşsa da bazen çözüm bulamıyor, eli kolu bağlı kalıyor. Mesela bedenine giren mushiye çok bağlanan kişi ondan kurtulmak istemeyebiliyor ve bu durumda Ginko'nun elinden bir şey gelmiyor. Kendisi zaten mushilerden pek şikayetçi değil, diğer canlılar gibi onların da yaşam hakkı olduğunu düşünüyor. Fazla sakin biri ve az konuşuyor. Olağanüstü şeylere şahit olsa bile çok tepki verdiğini göremiyoruz. Her şeyi o kadar doğal karşılıyor ki ne kadar görmüş geçirmiş biri olduğunu anlıyorsunuz. Yeri geldiğinde lafını esirgemeyen biri. Aslında insanların böyle birinden o lafları işitmesi de gerekiyor. Ginko başta soğuk biri gibi gelse de bölümler ilerledikçe onu daha çok sevdim. Çoğu bölümde bayağı anlamlı ve etkileyici laflar edip insanlara yol gösteriyor. 

 O kadar anlattım ama animenin asıl can alıcı kısmına geleyim. Büyüleyici bir atmosferi var, hayal gücü ve görselliğin müthiş şekilde harmanlanmasını hayretle izledim. Müzikleri de o kadar güzel ki hisleri iyi geçiriyor insana. Animenin psikolojik yanı ağır basıyor diyebilirim. İzleyen herkes kendine göre farklı anlamlar da çıkarabilir, o yüzden üzerinde kafa yorarak izlemek güzel oluyor. Günde iki bölüm izlemek yeterli olur sanırım. :) İzlerken insan kendini farklı bir boyuta geçmiş gibi hissediyor, dinginleşiyor. Hatta bir kere içim geçti izlerken ama sıkıcı olduğu için değil tabi. Anime hem huzur veren hem ürperten cinsten. Korku unsurlarına hayran kaldım, bunlardan güzel korku filmi çıkar.

 (Bu paragraf biraz spoiler içeriyor. Her bölüm farklı karakterlerin hikayelerini izliyoruz. İki çift göz kapağına sahip olmak, ormandan çıkamayan aileyi bekleyen son, kararsızları üstünden geçirmeyen tek gecelik köprü, kapıların kapanması ve açılmasının getirdiği felaket, annesini doğuran kadınlar, paslanmış insanlar...  Fedakarlık, sevgi, bağlılık, dışlanma gibi konuların işlendiği etkileyici hikayelerdi.)

 Mushishi kesinlikle kaliteli bir anime, farklılık arayanlara tavsiye ederim. Sıradışı olaylar yaşansa da bunlar günlük hayatın içine iyi yedirilmiş, göze batmıyor aksine baştan sona garip bir uyum içinde anime. Natsume Yuujinchou animesi ile benzeyen yönleri de var ama Mushishi daha karanlık ve gizemli, komedisi de yok. Ben ikisine de ayrı ayrı bayıldım tabi, anime listemde ilk ona girmeyi başardılar. :)) 

 Karakter tasarımlarının birbirine çok benzemesi bazen kafa karışıklığı yapıyor ama anime o kadar harika ki bunlara takılmıyorsunuz.  Her bölümle birlikte herkesin farklı kişiler olduğunu düşünerek başlarsanız sıkıntı olmuyor. :)

 Gifleri ve tanıtım videosunu görünce baştan beri ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. :) (Gifler tenor.com sitesine aittir.) 









19 Nisan 2022 Salı

Gokushufudo - Ev Erkeğinin Yolu (Anime Tanıtım)

 


 Manga serisinden uyarlanmış 5 bölümlük bir komedi. İnsanların korkulu rüyası olan bir yakuza her şeyi geride bırakıp ev erkeği olmaya karar verirse ne olur?

 Öncelikle şunu söyleyim animenin tarzı bayağı farklı, sanki giflerden oluşmuş gibi kesitler halinde ilerliyor. Yine de gülerek izledim. Karakterin karısı işe giderken kendisinin ev işleriyle ilgilenmesi, özenerek yemek yapması ve markette indirim reyonundan ürün kapmak için kadınların içine karışması iyiydi. Renklilerle beyazları yıkarken ayırmayı bile biliyor ve inatçı lekeleri kesinlikle yok ediyor. Her eve lazım böyle bir koca. 😆 Karısı da aksine çok beceriksiz ve tersi de pis ama ikisinin uyumu harika, çok tatlı bir çift olmuşlar. 😀

 Karakter geçmişini bırakmış olsa da duruşu, bakışı ve konuşması yakuza olduğu dönemlerden izler taşıdığı için hep yanlış anlaşılıyor. Nazik olmaya çalışsa da insanlar ondan korkuyor, bu kısımlar komikti. Doğum günü kutlarken bile dövecek gibi happy birthday diyor. Eğlenceli bir anime, biraz argo var ama konusu nedeniyle normal sayılır. Pek beklentiye girmeden eğlenmek için izlenebilir. Müziği de hep komik geliyor bana, o nasıl ses ya? :))

 


15 Nisan 2022 Cuma

Huzur Veren Anime Müzikleri

 Anime müziklerini çok severim. Kurgu ve karakterlere uygun olan müzikler insanı daha bir etkiliyor. Sevdiklerimden birkaçını paylaşıyorum. :)

 

Monster - Make it Home

 Ne zaman dinlesem içim bir garip oluyor. Hele de animeyi bitirdikten sonra daha bir anlamlı geliyor dinlerken.

 


Naruto - Sadness and Sorrow

 Naruto ile özdeşleşmiş bir müzik. Seri boyunca dramatik sahnelerde çalar hep, yalnızlık vurgulanmaktadır.




Natsume Yuujinchou- Ending 1

 Natsume'nin bütün müziklerini seviyorum, hepsi ayrı güzel ama bu müzikteki ses özellikle dinlendirici geliyor. :)

 



Violet Evergarden - Ending

 Çok sevdiğim animelerden biri. Etkileyici bir hikayesi var. Dram ve romantik konulu anime severlere kesinlikle tavsiye ederim. :)





10 Nisan 2022 Pazar

Ölüm Neferi Ceddil (Kelime Oyunu 71)


 Merhabalar. Her hafta verilen 5 kelime ile ilgili öykü, şiir, deneme yazabiliyoruz. Bu haftanın kelimeleri: Çığ, çekmece, rüya, avuç, oda



 Güneş dağların ardında batıyor, bulutlar bir ressamın elinden çıkmışçasına kızıla bürünüyordu. Akşam meltemi tepelerde esiyordu. Ceddil atları ağaca bağladıktan sonra Azaka onların su ve yemlerini verdi. Yorgun halde çimlere oturan Azaka bir şişe suyu başına dikti, kana kana içti. Ardından ağzını silip şişeyi çantaya koydu. “Bir şey mi oldu? Bugün fazla durgunsun.”

 “Son günlerde  garip rüyalar görüyorum. Şu şeyle ilgili...” dedi Ceddil ellerine bakarak.

 “Anlıyorum. Bilinçaltına işleyen bir şeyden kurtulman kolay olmaz. Hepsinin geride kaldığına inanıyorum artık korkman için bir sebep yok.”

 “Tekrar etmesinden korkuyorum, ne zaman ne olacağını bilememek çok yıpratıcı.”

 “Daha önce nasıl üstesinden geldiysen yine gelirsin. Ve ben seni yanlış bir şey yapmaktan uzak tutacağım. Hadi takma artık kafana, hava iyice kararmadan yerleşelim.”

 Ceddil neşelenmek için zorladı kendini, Azaka’dan daha fazla öğüt dinlemek istemiyordu. Eskiden ele avuca sığmaz biriyken içinde bulunduğu çıkmaz onu zamanla ehlileştirmişti. Karamsarlık ruhuna tersti ama Ölüm Neferi olduğu gerçeğiyle yüzleştiğinden beri hayatı alt üst olmuştu. Sırt çantasındaki uyku tulumunu ve diğer malzemeleri çıkarırken ağaçların arasındaki bir şey gözüne çarptı. Hızla dönüp baktığında herhangi birini göremedi. “Yorgunluktan galiba,” diye mırıldandı. Sabahtan beri çok yol kat etmişken kim onları takip edebilirdi? Yine de gecenin geri kalanında huzursuzluk yakasını bırakmadı.

 Uzaktaki yırtıcı hayvanların ulumaları geceye ses katan tek şeydi. Uyku tulumunun içinde sırt üstü uzanmış halde uyuyakaldı Ceddil. Rüya aleminin dolambaçlı sokaklarında kaybolmuştu. Yolunu bulmaya çalışırken ardından gelen ayak sesleri hiç kesilmemişti. Etrafta kimse olmamasına rağmen çok yakından gelen sesler onu rahatsız ediyordu. Karşısına çıkan boş kulübeye attı kendini. Oda sanki hiç terk edilmemişçesine tertemizdi. Ceddil ne aradığını bilmiyordu fakat içinden gelen sesin onu yönlendirmesine izin verdi. Karanlıkta aceleyle dolapları, çekmeceleri karıştırmaya başladı. Ansızın gaz lambaları yanınca her yer aydınlandı. Odanın dört duvarı da boydan boya aynayla kaplıydı. Gördüğü kendi görüntüsü Ceddil’i şoka uğrattı. Yüzündeki korkunç ifadenin önce başkasına ait olduğunu sandı, geriye doğru seğirtince tökezledi. Gözlerindeki vahşi, delilik dolu ifadeyle birleşen, alnından çenesine kadar uzanan ağ şeklindeki kırmızı damarlarla insan olmaktan çok uzak görünüyordu. Ellerinden cızırdar gibi çıkan kara dumanlar adeta sıradaki kurbanını arıyordu. Nefesini tutmuş halde irkilerek uyanan Ceddil ciğerlerine hızla oksijeni çekti. Hemen kalkıp suyla yüzünü yıkadı.

 “Kabus mu gördün?” Azaka da uyanmış, esniyordu.

 “Dönüştüğümde böyle göründüğümü bilmiyordum.”

 “Eh, pek de sevimli göründüğün söylenemez. O şekilde seni kim görse ödü kopar.” Azaka ortamı yumuşatmak istiyordu ama birden dikkat kesildi. Ayağa kalkarak etrafa bakındı. Sesleri olduğundan yüksek işitmek sahip olduğu özel gücün en önemli faydasıydı. “Ayak sesleri duyuyorum, üç kişiler.” Hemen kılıcını çıkardı. Ceddil de dikenli topuzunu uzandı. “Benim için geliyorlar,” dedi kaşlarını çatarak.

  “Anlamadım, bu ne demek oluyor?”

 “Son günlerde gördüğüm rüyalarda peşimde birileri vardı. Kontrolümün dışına çıkan özel gücüm birilerinin kulağına gitmiş olmalı.”

 Azaka sessizliğini korudu. Seslerin ne yönden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Bir okun havayı yararak ilerlediğini fark ettiği anda sıçradı ve Ceddil’i devirdi. Ok, hemen arkalarındaki ağacın ince gövdesine saplanıp kaldı. “Durumu anladılar, uzaktan saldırıyorlar,” dedi Azaka. Başlarını aşağıda tutarak gizlenmeye çalışırlarken ok yağmuru başladı. Atlar korkuya kapılarak kişnedi, kaçmaya çalıştı. Bir süre sonra saldırıların sonu geldi. Konuşmaları dinleyen Azaka hareketlendi. “Hadi gidelim. Adamlar seni öldürmeye gelmiş, peşini bırakmayacaklar. Şu an başka bir plan hakkında tartışıyorlar.”

 “Niye kaçalım ki onları alt edebiliriz. Gelecekleri varsa görecekleri de var,” dedi Ceddil. Yabancıların niyetinin farkındaydı ama kaçıp gidemezdi. Her ne kadar başkalarının lanet olarak adlandıracağı bir güce sahip olsa da bu sayede büyük bir düşmanı yenmişti. Öne doğru çıkınca Azaka kolundan tuttu. “Dur, ne yapıyorsun?”

 “Sakin ol sadece onlarla konuşmak istiyorum.”

 “Bunun işe yarayacağını sanmıyorum. Geliyorlar bile, ne yapmaya çalışıyorsun?”

 Kısa süre sonra üç kişi ağaçların arasında belirdi. Silahları ellerinde, tetiktelerdi. Koyu renk kıyafetler içinde seçilmeleri pek kolay olmuyordu. Hepsi de cüsseliydi, güçlü görünüyordu. Hiçbir şey demeden doğrudan saldırıya geçtiler. Topuzunu savurarak karşılık verdi Ceddil. Baltalı olan kolayca bu hamleyi savuşturdu. “Ne istiyorsunuz benden?” dedi Ceddil. Tüm gücüyle bir kez daha vurmaya yeltenince rakibi yana sıçradı.

 “Sen varlığınla tehlike saçıyorsun, yaşamana izin veremeyiz,” dedi kalın sesli adam.

 “Buna siz mi karar vereceksiniz?” dedi Azaka. Bir yandan dövüşürken bir yandan laf yetiştirmeyi ihmal etmiyordu. Arada ses saldırıları ile düşmanları sersemletiyordu.

 “Bakın canınızı yakmak istemiyorum, buna hemen bir son verin,” dedi Ceddil.

 Adamlar onun sözüne aldırmadı. Dakikalar süren kapışma sonucunda iki taraf da üstün gelememişti. Ceddil alnında biriken teri elinin tersiyle sildi. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Topuzu sıkıca kavradığından avucu sızlamaya başlamıştı. İki taraf da bir anlığına durunca adamlardan biri pes etmiş halde lafa girdi. “Bizim aile bu işe asırlar önce başladı. Ölüm Neferleri tespit edildiğinde yok edilir. Büyük bir savaş patlak vermişse bir Ölüm Neferinin ortaya çıkması muhtemeldir. Seni gördük, neler yaptığını...”

 Ceddil’in rengi atmıştı. Savaşta kendine geldiğinde ellerindeki kanı, üstüne sıçrayan et parçalarını hatırladı. Midesi kalkar gibi oldu, elleri titremeye başladı. Kendini savunacak sözler bir türlü ağzından dökülmüyordu. Onun yerine Azaka konuştu. “Hatırlatırım, o savaş Ceddil’in sayesinde sonlandı. Onu böyle suçlamaya hakkınız yok.”

 “Her şeye rağmen o, patlamaya hazır bir bombadan farksız. Kötü niyetli kişiler onu safına katarsa başımıza gelecek felaketleri düşün.”

 “Arkasında ben varken Ceddil kontrolden çıkmayacak. Hem o kimse tarafından kullanılacak biri değil.”

 Adamlardan en kısa olanı devam etti. “Sesin Muhafızı olmana çok güveniyorsun anlaşılan. Neredeyse seni de öldürüyordu değil mi? Büyük bir risk aldığının farkında mısın?” Azaka yumruğunu sıktığında Ceddil omzuna dokundu.

 “Sizi ikna etmek imkansız, farkındayım. Böyle olmayı ben seçmedim, buna rağmen yaptıklarımın yükünü fazlasıyla üzerimde hissediyorum. Sizin açınızdan bakınca nasıl göründüğünün farkındayım ama ben bu sorunu aşacağıma inanıyorum. Öncekiler gibi intihar etmeye de...” Ceddil bir an durdu, olanlar yüzünden geçmişte ne kadar da sarsıldığını, Yenira sayesinde aklını başına aldığını anımsadı. “sizin elinizde ölmeye de niyetim yok. Bu güç bana bahşedildiğine göre gerektiğinde ve doğru şekilde kullanmak için elimden geleni yapacağım.”

 Azaka gururlu bir anne edası ile Ceddil’i dinliyordu, sonunda özüne döndüğü için mutluydu. Az önce saldırgan şekilde konuşan adamın bakışları az da olsa yumuşamıştı ama işini bitirme konusunda kararlıydı hâlâ. “Böyle olmasını istemezdim. Gerçekleri gör, kimse bu çapta bir güçle başa çıkamaz. Önünde sonunda bir katliam makinesine döneceksin.” Sözlerini bitirdiğinde acıyarak baktı Ceddil’e.

 “Son sözünüz bu mu?” dedi Ceddil. Yüzü alev alev yanıyordu. Öfkesini dindirmek için ağır ağır nefes aldı. Bu kadar kolayca yargılanması ve hayatına son verilmek istenmesi gururunu incitiyor, duyduğu hayal kırıklığı içinde çığ gibi büyüyordu.

 Bir süre sonra yer çatırdamaya, patlamalar olmaya başladı. Gürültü kulakları sağır edebilecek kadar yüksekti. Ceddil ayaklarının altındaki titreşimi hissedince şaşkınlıkla etrafa bakınmaya başladı. Saldırganlar bağırarak telaş içinde ortadan kayboldu. “Yanardağ faaliyete geçmiş olmalı. Kaçalım!”

  Azaka ayakta donmuş gibi duruyor, hiçbir bir tepki vermiyordu. Ceddil endişeyle onu sarstı. “Hadi gidelim, ne yapıyorsun?” Ciddi görünen Azaka hayatı buna bağlıymış gibi son derece konsantre olmuş, alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Gürültüler yavaş yavaş kesilince gözlerini açtı. Ceddil’in gergin bakışlarıyla karşılaşınca gülmeye başladı. “Yapamayacağım sandım ama adamları iyi korkuttum değil mi?”

 “Off ya, sen miydin? Kendini çok aştın söyleyim sana. Bir an ben bile deprem oluyor sandım.” Azaka umursamaz ama yorgun bir halde omuz silkti. “Hak ettiler ama. Hadi onlar anlamadan uzaklaşalım, burada daha fazla olay çıkmasını istemiyorum.”

 “Delisin sen,” dedi Ceddil başını iki yana sallayarak.

 “Daha önce de söylemiştin. Bir delinin yanında olduğuna göre sen de pek akıllı sayılmazsın.” Ceddil istemsizce gülümsedi ve ikisi birlikte ipini koparıp kaçmış olan atların ardından koştu. Geceye karıştılar.


3 Nisan 2022 Pazar

Canas'ın Düşüşü (Kelime Oyunu 70)

 

 Kelime Oyununun bu haftaki kelimeleri: çember, sır, beden, deli, bilinç. Uygun kelimeler denk gelince yine eski karakterlerime ait bir öykü yazdım. Savaş Çığırtkanı'nı daha önce okumamış olanlar için spoiler içerir. :))




 Ay ışığının vurduğu sokakta hızlı adımlarla ilerliyor, insanların dikkatini çekmemeye çalışıyordu.  Pelerini sırtında dalgalanırken yüzünü saklamak için kapüşonunu iyice indirdi. İnsanların simalarına bile bakmıyor, bakışlarını aşağıda tutuyordu. Tanıdık yüzlerle karşılaşmaya şu an hazır değildi.

 Son olanlardan sonra aradan iki yıl geçmiş, düşünmek için çok vakti olmuştu. Geçmişi bir enkazdı onun için, bu yüzden kendine yeni bir gelecek inşa etme niyetindeydi. Geçirdiği o buhranlı vakitlerde zaman zaman delirmenin eşiğine geldiği olmuştu. Ayağa tekrar kalkmayı her zaman yanında olan genç kadına borçluydu. Dönüp ona baktığında endişeli olduğunu gördü.

 “Bunu yapmak istediğine emin misin? İçim pek rahat değil,” dedi Ezva.

 Her ne kadar yüzünü gizlemeye çalışsa da parlak yeşil gözleri dikkat çekiciydi. Ve Canas bu gözlere ne zaman baksa huzuru, yanlız olmadığını hissediyordu. Canas kararlı bir şekilde konuştu. “Sormana gerek var mı? Emin olmasam buraya gelmezdim.”

 “Eğer yakalanırsan her şey biter.”

 “Buna asla izin vermeyeceğim.”

 Uzun süredir peşinde oldukları adam onları bu şehre kadar getirmişti. Saraya bu kadar yakınken Canas’ın pek iyi hissettiği söylenemezdi ama kendine biçtiği görevi her şeyden çok önemsiyordu. Yıktıklarının bir telafisi  olarak görüyordu bunu. Kalabalığı aşarken tek derdi burada vakit kaybetmemekti. Farkında olmasa da suçluluk hissi tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Hele de babasının ölümü aklına gelince sıcaklamaya başladı, boğazına bir yumru oturmuş gibiydi. Hislerini bastırmaya çalıştı.

 Kendisine çizdiği yol gereği bir süredir gizli çalışıyor, ülkeye sızan casusların, suçluların izini sürüyordu. Ezva’nın da yardımı ile onları etkisiz hale getiriyordu. Fakat kimliği açığa çıkacak olursa bu, ülke sınırlarının bile dışına taşacak büyük bir soruna sebep olurdu.

 “Puruna elindeki sahte elçilik belgesi ile saraya girmeye çalışacaktır. Bu iş için bir Algı Bozucu’nun seçilmesi manidar. Bir rastlantı sonucu bunu fark etmesem anlayamazdım.”

 “O Galnas’ın elçisi olarak görünüyor. Bunda hâlâ oranın eski liderinin parmağı olduğunu mu düşünüyorsun?”

 “Galnas’ın yeni lideri barışçı ve uzlaşmacı biri. Böyle bir işe kalkışacağını sanmam. Olsa olsa bir süre önce zindandan kaçtığını duyduğumuz eski lider yapmıştır bunu. Kardeşleriyle tekrar taht kavgasına girmek için güç toplama niyetinde olabilir.”

 “Onu yakalayıp sorgulamadan bundan emin olamayız ve Algı Bozucuları konuşturmak hiç kolay değildir.”

 Canas’ın yüz hatları gerildi, bakışları sertleşti. Farkında olmadan parmaklarıyla kılıcının kabzasını sıkmaya başlamıştı. “Ne olursa olsun onu konuşturacağım.” Ezva, onun bu konuda biraz duygusal davrandığının farkındaydı. Canas, geçmişteki ihaneti hiç unutmamıştı ve onlardan nefret ediyordu. “İstersen bugünlük bırakalım. Gece geç vakitte göze çarpmak istemeyiz. Kalacak bir yer bulalım,” dedi genç kadın. Canas istemese de onu dinledi.

 Puruna ertesi sabah konakladığı handan ayrılınca atına atlayıp saraya doğru yola koyuldu. Yolu yarılamışken etrafı saran sis tabakası dikkatini çekti. Önce aldırış etmese de iyice yoğunlaşan sis yüzünden hiçbir şey göremez oldu. At kişnemeye başlayınca eli hemen kınındaki kılıcına gitti. Silahını çekip aşağı atladı. Yaklaşan ayak seslerini işitiyordu. “Kim var orada?”

 “Tekrar karşılaştık Puruna.”

 Adam yüzünü göremese de sesin sahibini tanımıştı. “Beni mi takip ettin, ne istiyorsun? Hem adımı daha önce söylediğimi hiç hatırlamıyorum.”

 Birkaç adım daha attıktan sonra Canas’ın bedeni sislerin arasında açığa çıktı. Yüzü yine kapüşon ile yarı yarıya kapalıydı. Buna rağmen Puruna onun keskin yüz hatlarını unutmamıştı. Canas bir sır veriyor gibi gizemli ve tane tane konuştu.

 “Gemide ayak üstü sohbet ettiğimiz anı hatırladın mı? Bir eğitmen olduğunu ve yeni görev yerine gitmekte olduğunu söylemiştin.”

 “Doğru, ben de Sarmav Şehri’ne bu yüzden geldim.” Adam Canas’ın lafı daha da uzatacağını anlayıp sabırsızlanmıştı.

 “Yalan söyleyen bir insanı gözlerinden anlarım. Dahası o gün seni izlerken bir olaya şahit oldum. Gemide kavga çıkaran bir sarhoşa haddini bildirmek istedin ve onun aklıyla oynadın. Adam geminin batmakta olduğunu sanıp feryat etmeye başladı. Can simidine sarılıp aşağı atlayacakken zor durdurdum onu.”

 “Adam kafayı bulmuş, bunun benim suçum olduğunu nereden çıkardın? Hem bu sis de ne böyle, yoksa sen?” Puruna gerilmeye başlamıştı.

 “Daha bitirmedim. Şüphelendiğim için seni izlemeye başladım. Bil bakalım ne buldum?” Cebinden damgalı bir kağıt parçası çıkardı. “Bunu posta kuşuyla gönderdin. Durdurmak için onu avlamak zorunda kaldım, yazık oldu kuşa.”

 İyice öfkelenen Puruna boğmak istercesine Canas’a bakıyordu. O ise hiç aldırmadan devam etti. “Bir casussun sen. Eşyaların arasında belgeleri de gördüm. Lider Duve’nin adını kullanarak Butah’a dair bilgi toplamaya geldin. Araştırdığımda yolcu listesinde de gözükmüyordun, gemiye kaçak binmiştin. Seni yakalamak için gemiden inmeni bekledim fakat sen yine kurnazlık edip kimseye belli etmeden ortadan kayboldun.”

 “Bu saçmalıkları dinlemek istemiyorum. Çekil yolumdan!” Puruna hızla kılıcını savurdu, yakalandığı için küplere binmişti. “Kimsin sen?” Kılıç darbesinden kolayca sıyrılan Canas’ın dudakları yukarı kıvrıldı. “Yaşayan bir ölüyüm ben,” dedi kılıcını kendine siper ederek.

 İkisi de oldukça hızlı dövüşüyordu. Yerdeki nemli, toprak zeminde derin ayak izleri belirmişti. Bir süre sonra Canas ayaklarının altındaki toprakla birlikte yükseldiğini görünce şaşırmadı. Bunun sadece göz yanılması olduğunu biliyordu. Öne doğru bir adım attığında yine yerde olduğunu gördü. İkili arasındaki mücadele devam ederken Canas bu kez gökten üzerine büyük bir alev topunun düştüğünü gördü. Geçen her saniyede sıcaklık o kadar artıyordu ki kılıcı tutan eli gevşedi. Geçmişin anısı zihnine hücum etti, yine yanıyordu. Ateşi hızla yükseldi, elleri titriyordu. Nefes almakta bile zorlanıyordu. Baskıya daha fazla dayanamayıp kendini yana attığında bacağını bir şeyin kestiğini hissetti. Acıyla yerde yuvarlandığı sırada Ezva’nın atını süratle sürdüğünü gördü. Ters bir durumla karşılaşırsa müdahale etmek üzere geride bekliyordu. Saldırısı ile Puruna’yı bayılttı.

 Canas’ın yüzü acıyla kasıldı. Bacağındaki kesiğe eliyle bastırdı, kanı durdurması gerekiyordu. Sis yavaş yavaş etkisini kaybediyorken saray savaşçılarının yaklaştığını fark etti. “Kahretsin!” Etrafları sarılmış, çember içine alınıyorlardı. Atın üstünde ilerleyen Yenira okuyla nişan almıştı. Canas doğrudan ona saldırılmadığı sürece Yenira’nın karşılık vermeyeceğini iyi biliyordu. “Teslim olun!” diye bağırdı savaşçı.

 Ezva, Canas’ın uzattığı elini tuttu ve onu yukarı çekti. Hızla oradan uzaklaştılar fakat savaşçılar peşlerini bırakmaya niyetli değildi. Birkaç uyarı oku yanlarından fırlayıp geçti. Canas arkaya bir bakış attığında Puruna’nın yakalandığını gördü. Yine de içi rahat değildi, onun kim olduğunu bilmedikleri için kandırılmaları kaçınılmazdı. İzlerini kaybettirmeyi başardıklarında Canas düşüncelere daldı. “O adamı öylece bırakamam. Bir şekilde saraya girmem lazım.”

 “Bu çok riskli, ne söylediğinin farkında mısın? Hem yaralısın, bir yere gidemezsin.” Ezva hemen bez çantasından ilk yardım malzemelerini çıkarmaya başladı. Canas’ın başına buyruk, gözü kara hallerine alışmıştı. Yine de gerektiğinde onu dizginlemeye çalışırdı.

 Görkemli sarayda rutin işler devam ederken Puruna sorguya çekildi. Elçi olduğu anlaşılınca Lider Boratak’ın huzuruna çıkarıldı. Elçi sıfatıyla Butah’a geldiğini ve saldırıya uğradığını anlattı. Boratak o konuşurken sessizce dinledi, mavi gözlerinde şüphe vardı. “Saldırganın kim olduğunu söyleyebilir misin?”

 “Üzgünüm efendim, hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Fakat onun Sisle Yıkananlardan biri olduğunu düşünüyorum. Dövüş öncesinde aniden etrafımızda sis belirmişti.”

 “Demek öyle. Bu önemli bir konu.” Lider daha sonra yardımcısına döndü. “Onun kim olduğunu bulmalısın Yenira. Niyeti neymiş öğrenelim.”

 “Elimden geleni yapacağım.” Yenira o ikisini ellerinden kaçırdığı için kendine kızıyordu. Liderden izin isteyip huzurundan ayrıldı.

 Gece odasına çekilen Boratak durgundu. Odadaki göz alıcı, özel işlemeli eşyalar üstüne geliyordu adeta. Altın varaklı aynadaki yansımasına baktı. Kendi yüz hatlarında Canas’ı görür gibi oldu. Şu ana kadar tanıdığı tek bir Sisle Yıkanan vardı. O da savaşta gözlerinin önünde gitmişti. “Neden Canas?” diye fısıldadı. Bulunduğu konum sandığından da elini kolunu bağlıyordu. Sorumluluğun ağır yükünü alacağı her kararında hissediyordu. Üzerinde baskı olmadan, rahatça hareket edebildiği eski günlere özlem duyuyordu.

 İki gün sonra...

 Canas gece yarısından sonra sarayın yüksek duvarlarının karşısında dikiliyordu. Görünmez hale geçmişti ama ilk adımı atmak zor geliyordu. Yaşadığı yere dönmek hislerini pek de olumlu etkilememişti. Kendi hayatıyla birlikte pek çok şeyi mahvetmişken şimdi içeriye nasıl girebileceğini düşünüyordu. Sonunda ne amaçla buraya geldiğini anımsayıp harekete geçti.

 Sessizce içeriye girmeyi başardığında özel misafirlerin ağırlandığı batı kanadına yöneldi. Adımlarının ses çıkarmamasına özen göstererek karanlık koridorda ilerledi. Puruna’yı yatağında uyurken buldu. Kuvvetle ağzına bastırdı ve hançerini çıkardı. “Ses çıkarmadan beni dinle. Şimdi seninle dışarı çıkacağız. Bir hileye başvuracak olursan ölürsün.” Şok içindeki Puruna başını salladı hemen. Boynuna bastırılan soğuk hançerin derisine girmesine ramak kalmıştı. Canas adamın ağzını ve ellerini bağladı. Onun da zoraki yardımı ile kısa sürede dışarı çıktılar. “Sorgu zamanı,” dedi Canas. Sesinden bu anı sabırsızlıkla beklediği anlaşılıyordu. Soğuk terler döken Puruna içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın yollarını düşünüyordu. Ezva’nın beraberinde getirdiği ata binip uzaklaştılar.

 “Çabuk izleyelim onları! Lider Boratak’a da haber verin,” dedi dürbününü indiren Yenira. Yabancıyı içeriye girerken görememişti ama Puruna’yı sürüklercesine dışarı çıkarışını fark etmişti. Bu kez izlerini kaybetmeyecekti.

 Ormanın içlerine kadar ilerlediklerinde Canas takip edildiklerini anladı. Çok sayıda atlı savaşçı peşlerindeydi. Canas işini riske atmamak için kılıcının kabzasıyla sertçe Puruna’nın ensesine vurdu. Bilinci kapanan adamı atın sırtına yatırdı.

 Uçsuz bucaksız ormanın içindeki kovalamaca uzun sürdü, Canas iyice köşeye sıkışmıştı. Rotasını mecburen uçuruma doğru sürdü. Artık kaçış noktası kalmayınca atından indi, kılıcını çekti. Ezva da aynısını yaptı. “Ne yapacağız?” dedi kararsız halde.

 “Vakit kazanmalıyız, onlarla dövüşmeyi ben de istemiyorum.”

 Onlara yaklaşan Yenira atını durdurdu. Kapüşonluları süzdü, gece vakti yüzlerini görmek de zordu. Bir elinde meşale diğerinde kılıç ile ikisine yaklaştı. “Gizlice saraya girmenin suçunu biliyorsunuzdur sanırım. Yüzlerinizi açın hemen!”

  Canas sessizliğini korudu. Onun yerine Ezva konuştu. “Puruna bir casus, o hepinizi kandırıyor.” Yenira atın üstünde yatan adama baktı. “Siz kimsiniz peki? Bildiklerinizi paylaşmak yerine neden böyle bir yol seçtiniz?”

 “Size daha fazla şey anlatamam,” dedi Ezva çaresizce.

 “Puruna’yı bırakın, durumu araştıracağız. Yüzünüzü görmedikçe size güvenemem, gitmenize izin veremem.” Yenira meşaleyi yüzlerine doğru tuttu. Bir işaretiyle yanındaki savaşçı kapüşonu açmak için elini kaldırdı. Canas o anda kılıcını savurup saldırıya geçti. Ortalık bir anda karıştı. Yenira Canas’ın hamlesini durdurup onu geri püskürttü. Kısa süre önce yaralanmış olan Canas dengesini sağlamakta zorlanıyordu. Bacağına yiyeceği yeni bir darbeden zor kurtuldu. Rakiplerinin sayısı giderek artıyordu. “Daha nereye kadar bunu sürdüreceksin?” dedi Yenira. Dakikalar süren çarpışma sonunda Ezva da Canas da nefes nefese kalmıştı. İki tarafın da birbirine ölümcül darbeler indirmek istememesi dövüşü uzatıyordu.

 Canas’ın kafasından pek çok şey geçiyordu, özel gücünü kullansa çok daha fazla göze batacaktı. Yorgun halde dövüşürken az ileride beliren Boratak’ı görünce durdu. Kuzeni ile burada karşılaşmayı beklemiyordu. Boratak’ın sert bakışlarında meydan okuyan bir ifade vardı. Son gördüğünden beri pek az değişmişti. Sadece yüzündeki eski rahat ifade yoktu.

 İçi bir türlü rahat etmeyen Boratak bahsedilen gizemli kişiyi gelip kendi görmek istemişti. Ülkede çok sayıda Sisle Yıkanan olduğunu bilse de takıntısından kurtulamıyordu. Karşısındakinin yüzünü görse rahata erecekti. Atından atlayıp Canas’a doğru yürüdü. Savaşçılar da Canas’ın etrafını sardı. Boratak az önce onun yüzünü göstermemek için ne kadar çabaladığını görmüştü. Okunu çıkarıp göğsüne nişan aldı. “Kim olduğunu göster bana.” Canas’ın eli kapüşonuna gidince yüzünü açacağını düşünen  Boratak silahını biraz indirdi.

 Canas her şeyin burada sonlanmasına izin veremezdi. İnsanlar varlığından haberdar olduğu anda tekrar ruhsal bir yıkıma gireceğini biliyordu. Nefret dolu ve sorgulayıcı bakışlara maruz kalmayı, hayatının geri kalanını bir hiçliğin içinde yaşamayı istemiyordu. Yüzünü açtığı anda tüm savunma mekanizması çöker, yaşama arzusu biterdi.

  Çevik bir hareketle yanındaki Ezva’yı elinden yakaladı. Onun ne yapacağını anlayan Ezva direnmedi, onla koştu ve birlikte uçurumdan aşağı atladılar. Yukarıdakiler arkalarından ateşli oklar atarken Boratak bir anlığına Canas’ın rüzgarda açılan yüzünü gördü. “Ateşi durdurun!” diye bağırdı. Lider şaşkındı, hayal gördüğünü düşünüyordu. Bir süredir kafasına bunu taktığı için yanlış görmüş olmalıydı.

“Bir şey mi oldu, iyi misin?” dedi Yenira. Boratak uçurumdan atlayan ikilinin gözden kayboluşunu şok içinde izledi. Sonra kendini toparlamaya çalıştı. “İyiyim, bir sorun yok. Buradan düşen hiç kimse kurtulamaz zaten gidelim.”

 Yüzlerce metre yükseklikten aşağı düşerlerken Canas, Ezva’yı kaybetmemek için ona sıkıca tutunmuştu. “Üzgünüm!” diye bağırdı. Ezva korkusunu kontrol altına almaya çalışıyordu. Rüzgarın uğultusu kulaklarını doldurduğu için Canas’ı zor anlayabildi. Onun gözlerindeki şefkati, pişmanlığı görünce biraz olsun cesareti yerine geldi. Gücüne odaklandı ve düşmelerine az bir zaman kala etraflarında saydam tabaka oluşturmayı başardı. Yine de şiddetli çarpma yüzünden zırh hasar gördü. Canas sırt üstü düşmüştü, acı yüzünden birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra gözleri hemen Ezva’yı aradı. Onun birkaç metre ötede yattığını gördü, kımıldamıyordu. “Ezva!” Telaşla doğruldu, sendeleyerek yanına gitti. “Uyan lütfen!” Canas ne yapacağını bilemez haldeydi. Ezva’ya bir şey olduğu gerçeğini kabullenmek istemiyordu. Bir süre sonra yeşil gözlerin aralandığını görünce derin bir nefes aldı. Genç kadının başını yerden kaldırıp bağrına bastırdı. “Çok şükür yaşıyorsun. Affet beni.” Nemli gözlerini elinin tersiyle sildi.

  Ezva güçlükle konuştu. “Her zaman yanında olmaya söz vermiştim. Affedilecek bir şey yok.”

 “Sana çok şey borçluyum. Söz veriyorum bir daha hayatını tehlikeye atmayacağım.”

 Ezva Canas’ın yardımı ile doğruldu. “Ben her şeyin farkında olarak yanında yer aldım. Sen cesur, tutkulu bir savaşçısın. Yapman gerekeni yapıyorsun ve buna kimse engel olamaz. Ben bile...”

 “Ama ben seninle yeniden doğruldum. Şu hayatta tek dayanağım sensin, seni de kaybedersem bir daha toparlanamam. Hırsımın ve korkumun gözlerimi kör etmesine izin vermemeliydim. Sen her şeyden değerlisin benim için, bunu geç anladığım için affet beni.”

 Canas’ın bu içten sözleri Ezva’nın onca zamandır beklediği şeydi. Heyecandan kalbi küt küt atarken ne diyeceğini bilemiyordu. Sırf onu bunaltmamak için hiçbir zaman karşılık beklediğine dair bir imada bulunmamıştı. Ezva sevdiği için çabalarken onun tarafından sevilmeyi beklememişti. Bu durumu o kadar kabullenmişti ki şimdi şaşkındı. Ufukta beliren gün ışığı adeta içinde açmış gibiydi. Sanki kalbinden dışarı bir şeyler taşıyordu. “Bunları senden duymak rüya gibi geliyor. Sen benim için hep ulaşılması imkansız bir noktadaydın. Aklın, ruhun hep başka yerdeydi. Buna rağmen seni sevmekten hiç vazgeçmedim.”

 Canas yaklaşıp Ezva’yı başından öptü. Kahverengi saçlardan yayılan çiçek kokusu içine doldu. En son ne zaman gerçek anlamda gülümsediğini hatırlamıyordu bile. Mutluluk ona çok uzak bir kavramdı ama şu an tüm dertlerini geride bırakmış gibiydi. Sahip olduğu güzelliklerin değerini anlamak için ellerinden kayıp gitmesini beklemeyecekti artık. “Hadi uzaklara gidelim, saklanmamızın gerekmediği yerlere.”


Rüya Günlükleri 4 (Hikaye)

 Merhabalar, seriye biraz ara vermiştim, devam edeyim dedim. İyi okumalar dilerim. 😊 (Selin, öğrenci, 14 yaşında)   Ormanda yürüyorum, hava...