BÖLÜM
3
Top Atışları-Butah
Yıldızların ışıltıyla parladığı, gökyüzünün
açık olduğu bir geceydi. Lider Canas kamelyalardan birine oturmuştu. Geçmişi zihninde
canlandı. Kara Elçi’ den başka her şeyini paylaşabileceği biri olmamıştı
hayatta. Benzer bir amaç uğruna birlik olmuş, çok çalışmışlardı. Yıllardır bir
ağ gibi ördükleri tuzağa liderler ve savaşçıları teker teker takılıyordu.
Uzun zaman önce Butah’ ta düzenlenen liderler
toplantısını anımsadı. Liderler birer birer gelip selamlarını sunmuştu. Onları
dikkatle dinleyen Canas nasıl da birbirlerine üstünlüklerini kanıtlamaya
çalıştıklarına, kendilerini daima kusursuz gördüklerine; seslerinin zaman zaman
hırs ve öfkeyle dolduğuna, kimisinin de soğuk kanlı görünümünün altında karşısındakini
küçümseyen tavırlarına şahit olmuştu. Tabi babası Canova her zamanki gibi
uzlaşmacı, sağduyulu lider pozisyonundaydı. Canas onları izledikten aklından geçen
şunlardı: “Oyun nasıl oynanırmış size göstereceğim.”
Canas dönüp saraya bakınca donuk bakışları
sertleşti. Şu an istediği güce sahipti. Herkesi peşinden sürüklüyor, her şeye
yön veriyordu. Yumruklarını sıktı. “O çok güvendiğiniz sağlam duvarlarınız bir
bir yıkılacak, tutunacak tek bir dal bulamayacaksınız. Sahte ilişkilerinizi,
bencil düşlerinizi, kökleşmiş otoritenizi yok edeceğim. Yemin ediyorum hepinize
çaresizliği yaşatacağım,” diye geçirdi içinden.
Sulna liderin yanına geldi. “Efendim, her şey
hazır. Limana gidebiliriz, savaşçılar çoktan yerlerini aldı. Yalnız Valyon’ dan
hâlâ bir haber çıkmadı. Hiç böyle yapmazdı, başına bir şey gelmiş olmasından
endişeleniyorum.”
Canas yavaşça yerinden kalktı. Yüzünde ciddi
bir ifade vardı. “Şu an bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok. Gidelim, vakit
kaybetmeyelim. Düşmanın ne zaman saldırıya geçeceğini bilemeyiz.”
“Atınızı dışarı çıkardılar. Libmons’ tan
gelen savaşçılarımızı da isteğiniz doğrultusunda limana yönlendirdik.”
“Güzel. Diğerleri de vardığında Şeyad
ilgilenecektir.”
Lider Canas birkaç kişiyle sabahın ilk ışıklarıyla
birlikte yola çıktı. Yüzüne vuran rüzgâr onu daha da hırslandırıyordu. Bir an
önce savaş başlamalıydı. Her şeyi, geçmişini, taşıdığı sırları geride bırakmak
istiyordu. O sadece Avcıydı, kimliği olan Canas’ ı daha 17 yaşında gömmüştü.
Oyun bitiyordu artık.
Ağaçların arasından aniden bir geyik fırladı.
Canas’ ın bir refleksle atını geyiğin üstünden atlatması herkesi şaşırttı.
Sulna bir kaza yaşanacağını düşündüğünden gerilmişti, sonra derin bir nefes
aldı. Canas at yere iner inmez ardına bile bakmadan hayvanı mahmuzladı.
***
“Ben de bu görev sonrasında başıma daha kötü
ne gelebilir diye düşünüyordum,” diye sızlandı Podal.
Benay ciddi görünüyordu. “Her zaman daha
kötüsü olabilir. Ülkeye girer girmez savaş alanına gitmemiz söylendi. Elimizden
geleni yapacağız. Varmamıza az kaldı.”
Podal hayattan bezmiş gibi konuştu. “Bundan
kötüsü senin daha fazla kahrını çekecek olmamızdır.”
“Kapa çeneni! Ben de seninle çalışmaktan
memnun değilim.”
“Benay, laf yetiştirmekte üstüne yok. Hiç
hatasını kabullenmeyecek tiplerdensin.”
“Ortada bir hata olsa kabullenirdim. Sen de boş
laf etmekte gördüğüm en başarılı kişisin.”
Podal gülümsedi. Benay’ ı sinirlendirmek çok
kolaydı ancak uzatmamaya karar verdi. Durum gerçekten ciddiydi ve henüz
ailesini bile görememişti. Rüzgarda oradan oraya savruluyor gibi hissediyordu.
“Çok sıkıcı, yılın bu zamanında güzel bir tatile çıkmış olmalıydım,” diye
düşündü.
Creyn, Dazzap grubunun döndüğünü öğrenmişti.
Yusan’ ın iyi olduğunu biliyordu ama hâlâ
onu göremediği için endişeliydi.
Elarin hiçbirini dinlemiyordu, gergindi. Uzun
zamandır bir savaşa girmemişti Butah, sonucun ne olacağını kestirmek güçtü.
Sabah olduğunda limana vardılar. Büyük gemiler kıyıda bekliyor, hazırlıklar
devam ediyordu.
“Ben karada savaşmayı tercih ederdim,” dedi
Podal devasa gemiye bakarak.
“Seçme şansımız yok. Gemide yer almamız gerektiği
söylendi,” dedi Benay.
“Biliyorum, biliyorum.”
Yelkenli gemilerin uzun iskeleti ve dayanıklı
gövdesi vardı. Sıradan gemilerden daha hızlıydılar. Üzerinde geyik sembolü olan
yeşil bayraklar direklerde dalgalanıyordu. Hava yavaşça bozulmaya başladı,
dalgalar kıyıya vuruyordu.
***
Lider Canas limana vardığında gökyüzü
bulutlarla kaplanmış, rüzgar şiddetini artırmıştı. Kızıl Şimşek isimli savaş
gemisine çıkınca zırhını giydi. Metal zırh sadece omuzlarını ve gövdesini
kapatıyordu. Pelerini arkasında dalgalanırken başlığını elinde tutuyordu.
Ufuktan bakışlarını çekip savaşçılara döndü. “Vakit geldi artık. Onları yenecek
güç ve cesaret sizde fazlasıyla var. Ne olursa olsun pes etmek yok. Göreyim
sizi! Gidelim!” dedi yumruğunu havaya kaldırarak.
Savaşçılar coşup naralar atarken gemiler
harekete geçti. Kızıl Şimşek suları yararak ilerlerken Canas, Lider Alaz ile
bir an önce kapışmanın hayalini kuruyordu. “Rüzgar bizden yana,” diye mırıldandı.
Direğe tırmanan bir gözcü dürbün ile etrafı
izliyordu. Yelkenler açılmış gemiler hızla Libmons’ a doğru ilerliyordu. Fuban
deniz konusunda tecrübeliydi. Büyük bir deniz haritası açıp izlenecek rotaları
lidere gösterdi. “Lider Alaz’ ın ne taraftan yaklaşacağını bilmiyoruz. Donanma
şu bölgede ayrılacak, ilk çatışma anında birbirimize haber verecek kadar da
mesafemizi korumalıyız.”
“Güzel. Büyük ihtimalle onlar da yola
çıkmıştır.”
“Topçularımız hazır bekliyor. Uzun mesafeli
toplarımız sayesinde ilk anda düşman gemilerine verebildiğimiz kadar hasar
vereceğiz. Tabi ki savaşçılar da
düşmanla yakınlaştığımız anda devreye girecek.”
“Anlaşıldı. Şimdilik beklemekten başka
çaremiz yok,” dedi Canas. Güverteye çıkmaya hazırlanıyordu ki durdu. Ses tonu
gayet sakindi. “Ne olursa olsun Lider Alaz’ ı bana bırakın. Kimse ona
dokunmasın.”
“Anlaşıldı efendim,” dedi Fuban.
Aradan uzun saatler geçti. Gözcü, kaplan
sembollü bayraklar taşıyan gemileri fark ettiğinde olanca gücüyle aşağıdakilere
bağırdı. “Tam karşıda düşman gemileri göründü!” Herkes hızla yerini alırken
genç, boynuz borazanı üfleyip diğer gemilere işaret gönderdi.
İlk top atışları karşı taraftan geldi. Henüz
uzakta oldukları için ıskalamışlardı. “Ateş!” diye bağırdı Canas. İki taraf
birbirine doğru ilerlerken top atışları hızlandı. Patlayan toplar geride
dumanlar bırakıyordu. İlk isabetli atışı Kızıl Şimşek yaptı. Düşman
gemilerinden biri yan kısımdan vurulmuştu. Etrafa dağılan ahşap parçalar denize
döküldü. Toplardan biri de açılan oyuktan denize düştü. Hasar alan gemideki bir
topçu bağırdı. “Durmayın! Saldırıya
devam!”
Serenay top atışlarını duyunca irkildi. Ses
çok uzaktan geliyordu. Janef hemen bir dürbün alıp sesin geldiği yöne baktı.
“Oradan dumanlar yükseliyor. Savaş başlamış olmalı.”
Verda da koşup baktı. “Ne yapacağız peki?
Öylece geçip gidemeyiz.”
“Kaptanı ve tüccarı ikna etmek zor olabilir
ama konuşmayı deneyeceğim. Bir an önce oraya gitmemiz lazım.” Sözlerini bitiren
Janef hemen harekete geçti.
Rembar
küpeşteye çıktı, bir şey görebilecek gibi uzaklara bakıyordu. “Endişeli
misin? İstemezsen gelmek zorunda değilsin,” dedi Akbar. “Ben gideceğim, sen
burada kalacaksın. Bu halinle dövüşmeyi düşünmüyorsun herhalde,” dedi Rembar
abisine dönüp.
“Yine de elimden bir şeyler gelir.”
“Olmaz dedim. Sen doğruca karaya çıkacaksın.
Hem yüzme bile bilmiyorsun.”
“O, eskidendi.”
İkisi arasındaki tartışma devam ederken
Serenay da Yazel ile konuşuyordu. “Sen gelmiyorsun. Akbar ile birlikte burada
kalırsın, tamam mı?” Yazel geri bırakılacak olmaktan hoşlanmamıştı. “Ama abla?”
“Savaş için yaşın uygun değil. Sana bir şey
olsa ne yaparız biz. Annemin ne kadar endişeli olduğunu bilmiyor musun? Zaten
çok geç kaldık, dönmediğimiz için delirmiştir.”
“Off, tamam. Dikkatli olun ama.”
Janef döndüğünde suratı asıktı. “Kaptan böyle
anlaşmadığımızı, savaş alanına girmeyeceğini söylüyor. Ama çok istiyorsak
filikayı alıp kürek çekerek gidebilirmişiz.”
Elbruz umutsuzca başını salladı. “Yine geç
kalacağız ama yapacak başka şey yok gibi görünüyor.”
“Silahlarınızı unutmayın,” dedi Verda. Önemli
birkaç parça eşyasını da ceplerine sokuşturdu. “Hadi, gidelim o halde.”
Geride Yazel, Akbar ve bir savaşçı olmayan
Ayda’ yı bırakan grup filikaya bindi. Güçlü kişiler küreklere asılmaya başladı.
Savaş alanına geriden yaklaşacaklar, gemilerden birine çıkacaklardı. Verda her
ihtimale karşı yanına çubuklu bayrak almıştı. Kendi gemilerine yaklaşınca
sallayacaktı. Eğer kim oldukları hemen fark edilmezse vurulabilirlerdi. Yazel
endişe içinde arkalarından bakıyordu.
İki taraf da kayıplar vermeye başlamıştı.
Birkaç gemi ağır hasar almıştı, yaralılar vardı. Bir top sesi daha duyulduğunda
Podal yıkıntılarla birlikte geriye savruldu. Creyn toz bulutunun içinden geçip
Podal’ ın yanına koştu. Podal yerde yan yatmış, acıyla dişini sıkıyordu.
Bacağına tahta parçası girmiş ve çarpmanın etkisi ile omzu yerinden çıkmıştı.
“Dayan Podal, yardım edeceğim. Sağlık
ekibinden biri gelene kadar cismi sabitlemem lazım,” dedi Creyn. Sırt
çantasından bandaj çıkarıp yaranın etrafını sardı, kanamayı durdurdu.
Podal hâlâ dişlerini sıkıyordu. “Çok acıyor.”
“Sabret. Kımıldama olur mu?”
Podal ortamın havasızlığından ve ağrılardan bunalmış,
zor nefes alıyordu. “Tamam.”
Benay ve Elarin güverteydi. Emir gelince
okları serbest bıraktılar. Aynı anda onlarca ok havada kavis çizerek karşıdaki
gemiye doğru ilerledi. Birkaç kişi yaralanmaktan kurtulamamıştı.
Kızıl Şimşek ve Lider Alaz’ ın bulunduğu
Sonsuzluk birbirine yaklaşmıştı. İki lider de emirler yağdırıp rakibini
püskürtmeye çalışıyordu. Canas geminin yüksek platformundan Alaz’ a bağırdı.
“Teslim ol! Ancak o zaman sana merhamet
edebilirim.”
“Merhametine ihtiyacım yok! Sana karşı
kaybetmeyeceğim. Saldırın!”
Alaz’ ın savaşçıları halatları kullanarak
rakip gemilere tırmanmaya başladı. Kızıl Şimşek’ e tırmanışlarını gemidekiler
ok ve mızraklarla önledi. İki tarafın da kayıpları gittikçe arttı. Birkaç gemi
batmaya başlamıştı.
Benay omzundan okla vurulmuş, geri
çekilmişti. Elarin kılıcını savurup küpeşteye kadar tırmanan kadını yaraladı.
Kadın suya düşüp gözden kayboldu. Elarin o sırada yaklaşan filikayı gördü.
“Bunlar Janefler değil mi? Dönmüşler!”
Benay omzunu tutuyor, dayanmaya çalışıyordu.
“Git, birilerine haber ver. Onları gemiye alalım.”
Janef ve Elbruz kürek çekmekten yorulmuştu.
Komtav ise alışkın görünüyordu. Verda o sırada ayağa kalktı. “Bizi fark
ettiler, bakın. Oraya doğru çekin kürekleri.”
Gemiyi ıskalayan bir top yakınlarına düşünce
filika ters döndü. Herkes suyu boyladı, sonra gemiye doğru yüzmeye başladılar.
Serenay iyi yüzerdi, hızla kulaç atıp herkesten önce aşağı sarkıtılan halat
merdivene vardı. Bir süre sonra herkes güverteye çıkmıştı. “Sonunda başardık,”
dedi Verda ıslak saçlarını gözünün önünden çekerek.
Elarin hemen bir açıklama yaptı. “Onlar daha
fazla hasar aldı ama pes etmeye niyetleri yok. Emir geldiğinde düşman gemilerine
geçip kaptanları etkisiz hale getireceğiz. Şimdi yerlerinizi alın.”
Etrafı bir sis tabakası sardı. Herkes ne
olduğunu anlamaya çalışıyordu. Serenay neredeyse hiçbir şey göremiyordu. Rembar’
a döndü. “Yine sen mi yaptın bunu?”
“Hayır, ben değilim.” Rembar etrafına bakındı.
Sis yavaş oluşuyordu ama pek doğal sayılmazdı. “Bu işte bir iş var,” dedi. Gemileri
biraz arkada kaldığı için ön tarafta ne olduğunu bilemiyordu.
Canas koşarak ileri atıldı. Sonsuzluk
atlayabileceği bir mesafedeydi. Küpeştenin korkuluğuna basıp sıçradı ve sıradan
bir insanın alacağı mesafenin çok daha fazlasını kat etti. Alaz üzerine atlayan
Canas’ ı son anda fark edebildi. Kılıcını bile kaldıramadan kendini yerde
buldu. Canas, Alaz’ ı kaldırıp kılıcını boynuna dayadı. “Kımıldarsanız
lideriniz ölür!”
“Sen normal biri değilsin değil mi?” dedi
Alaz öfke içinde. Boğazına değen kılıcın baskısından kımıldayamıyordu. Gemideki
herkes donup kaldı. Lider Alaz’ ın rehin alındığına inanamıyorlardı. Canas’ ın savaşçıları
ise sisten bir şey göremiyordu.
Canas gülümseyerek Alaz’ ı yanıtladı. “Normal
olan siz misiniz, yoksa ben miyim acaba?”
“Amacın ne? Beni öldürsen bile savaş devam
edecek. Lider Lazinka’ nın desteği her an gelebilir.”
“Gelsin gelsin, ne güzel. Ortam iyice
kızışıyor.”
Alaz hayrete düştü. Canas’ ın delicesine sözlerine
anlam veremiyordu. Görünenin arkasında farklı bir şey olduğunu hissediyordu. Bulutlar
yoğunlaşmış, gökyüzü kararmaya başlamıştı. Gemiler beşik gibi sallanıyordu
artık. Bordaya sertçe bir dalga vurunca Canas dengesini kaybedecekti. Son anda
toparladı, Alaz’ ı elinden kaçırmadı. Ürkütücü şekilde gülüp Alaz’ ın kulağına
fısıldadı. “Görüyor musun yaklaşan karanlığı? Ok yaydan çıktı artık, bedel
ödeme vakti geldi.”
“Ne demek istiyorsun?” diye bağırdı Alaz.
Endişe ve korkuya kapılmıştı.
O sırada Canas yoğun ve rahatsız edici bir
gürültü işitti. Bir sürü bozuk müzik aleti sesini işitirken beyni uyuşuyor
gibiydi. Düşünceleri dağılıp giderken öfkeyle bağırdı. “Kes şunu! Çık karşıma
Sesin Muhafızı. Biraz daha uzatırsan onu öldürürüm.”
Alaz ne olduğunu anlamıştı. “Krazu dur. Onu
kışkırtma.”
Sesler anında kesildi. Krazu yavaşça öne
çıktı. Her an saldıracak gibi duruyordu, öfkeliydi. Canas kılıcını yavaşça
indirdi. Son ana kadar gelmişken risk almamaya karar verdi. Eğer Alaz’ ı şimdi
öldürse Sesin Muhafızı ile başı belaya girecekti. Geriye çekilirken kılıcını hızla
Alaz’ ın hayati olmayan bir noktasına sapladı. En azından bunu yapabilirdi,
gülümsedi. Aynı anda Krazu ileri atılınca Canas çevik bir hareketle Kızıl
Şimşek’ e doğru sıçradı. Atlayışının ardından ayakları ahşap zemine değince
yuvarlandı. Hemen doğruldu ve sis tabakasını yavaş yavaş kaldırdı.
Fuban şaşkındı. Lider Alaz’ ın yaralandığını
ve yardımcılarının onu götürdüğünü gördü. Bir anda Lider Canas’ ın bunu nasıl
yapabildiğini bilmiyordu. O, fiziksel açıdan düşündüğünden daha güçlüydü.
Canas' ın emri ile Sonsuzluk’ u ele geçireceklerdi ki Lider Lazinka’ nın destek
kuvvetleri ufukta göründü. Oldukça kalabalıktılar.
Canas havadaki artan kötü enerjiyi
hissediyordu. Her şey istediği gibi ilerliyordu. “Geri çekiliyoruz. Çok
kalabalıklar,” dedi. Niyeti herkesi Butah’ a çekmekti.
***
Beyaz ev işleriyle meşgulken canı sıkkındı.
Çocuklarından hâlâ bir haber alamamak onu kahrediyordu. Bahçeye çıkmıştı ki bir
tanıdığı ile karşılaştı.
“Beyaz duydun mu? Denizde savaş başlamış.
Savaşçıların çoğu oraya gönderilmişken bir kısmı da güneye gönderilmiş. Durum
hiç iyi değil.”
“Olamaz! Bu kadar çabuk mu? Çocuklarım
Libmons üzerinden geleceklerdi. Denizi nasıl aşacaklar şimdi?”
“Benimki döner dönmez savaşa gönderilmiş.
Korku içinde beklemek düşüyor bize hep. Gitmem gerekiyor, sonra görüşürüz.”
Beyaz telaşla evden çıkıp Karan’ ın yanına
gitti. Dükkanda çalışan adam eşinin halini görünce endişeye kapıldı. Beyaz her
şeyi anlattı. Tüm bunları Karan da yeni işitmişti. Kötü haber çabuk yayılırdı.
“Karan işi gücü bırak şimdi. Senin hemen
oraya gitmeni istiyorum. Çocukları bulmalısın, Yazel daha çok küçük.”
Karan karısının gözlerindeki kararı ve inancı
görünce direnmedi. “Peki, sen buraya göz kulak ol. Onları bulacağım. Eski
günlerime geri döneceğim aklıma gelmezdi.” Dolaptan uzun ince bir kutu çıkardı.
Kutuyu açıp içindeki kılıcı eline aldı. “Onları bulmadan dönmeyeceğim.”
“Sana güveniyorum. Kendine dikkat et. Burayı düşünme.”
Beyaz’ ın içi içini yiyordu. Daha önce bir silah bile almamıştı eline. Ayak bağı
olmayacağını bilse o da eşiyle gitmek isterdi. Vedalaştılar, ikisi de endişeyle
birbirlerinin gözlerine baktı. “Bekle bizi, umudunu kaybetme,” diyerek yola çıktı
Karan.
Durum, o söze uyuyor gerçekten de. :) Geçmişten günümüze devam eden sorun.
YanıtlaSilOlayların akışına bırakıyorum genelde, aslında ölüm listesi hazırlamıştım da değiştirdiğim oluyor. 😅 Canas iyice psikopata bağladı. :))
YanıtlaSilhımmms canas geyikin üzerinden atla atladı, at yarışlarına katılabilir yani baksana ne yüsek engeli bile aştı :) benaaay oleeey, my second best hero :) anaaa yani canas savaş başlattı yaaa başlarda hiç beklemiyoduk yani. oleeey serenay my first hero, benay vuruldu olmaaz olmasııın :) bu canasa noldu yaa böyle biri değildi, hırs kapladı için, gözü döndü, krazuuuu, yazık alaza :) (burda harf hatası olmuş, geriye çekilirken kızla değil hızla olcak dey mi :) ay karan bulsun hadiii :) heycanlıydı yineee :)
YanıtlaSilCanas güçlü bayağı, her şeyi yapabilir. 😄 Kendini kaybetmeye başladı artık. Son ana geldiği için sabırsız diyeyim. :) Benay vurulsa da pek önemli değil benim için. 😅 Krazu olmasa Alaz ölecekti orası kesin. :) Harf hatasını düzelttim sağol. Yorumun için teşekkür ederim deep. :)
SilKapsamlı bir tanıtım olmuş, ellerine sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. :)
SilKrazu'yu seviyorum ben, hatta Serenay'dan da çok ahaha. Serenay'ı pek sevemedim nedense.
YanıtlaSilCanas favorilerimden biri bildiğin gibi. Havalı, kötü karakter...ama seviyorum. Kitabın bel kemiği zaten o. Hepsinin ötesinde duruyor. :P
Macera da her zamanki tadında ilerliyor. Bizi içine çekiyor. Ah ah ...:)
Devamını da çabucak paylaşman dileğiyle beklemelerdeyim Duyguu. Kalemine, hayal gücüne kuvvet. :D
Krazu' yu ben de seviyorum. :)
SilCanas' ı en başından beri severek yazıyorum zaten. Kitabın bel kemiği diyebiliriz evet. :)
Sağol Merve desteğin ve yorumun için. Sayende biraz hızlı ilerliyorum. Senin romanını hızlı yazdığını görünce ben de hevesleniyorum. 😀
Bir süredir yazıları okuyamamıştım ama yeni bölümü görünce çok mutlu oldum :-)) Canasın, Alaza saldırısını çok güzel anlatmışsınız, kaleminize sağlık 🙏 ☺️
YanıtlaSilBir süredir gözükmüyorsunuz, merak etmiştik. :) Ben de yorumunuzu görünce mutlu oldum, teşekkür ederim. Saldırı kısmını da beğenmenize sevindim. 😊
Sil