BÖLÜM
5
Özel Güçlülerin İzinde
Lider Cender’ in yönlendirmesi ile Meguan’
dan ayrılan ekip ikiye bölündü. Savaşçıların bir kısmı kuzeye, diğer kısmı Melmor
ve Kanyul gibi ülkelere yöneldi. Hızlı şekilde hareket edip özel güçlülere ulaşmaları
gerekiyordu.
Kuzeye giden grup ilk olarak Teulon’ a vardı.
Alev Soluyanların bulunabileceği yerlere odaklandılar. Dış görünüşleri farklı
olduğu için onları tespit etmek kolay olacaktı. Sırat yolculuk boyunca onlarla
nasıl iletişim kurması gerektiğini düşündü. Haklarında yeterince bilgi
toplamıştı ama olumsuz bir gelişme yaşanma ihtimali de vardı.
Sırat haritada ormanlık alanlara göz attı.
Teulon’ daki büyük ormanlık alanlar sınırlı sayıdaydı ve Alev Soluyanları bulana kadar hepsine
bakmaları gerekecekti.
“Onları ikna edebilecek miyiz? Elimizdeki
bilgilere göre sanki biraz yabaniler,” dedi Colevis.
“Elimizden geleni yapmalıyız. Muhakkak
olanları duymuşlardır, kayıtsız kalamazlar,” dedi Sırat.
“Başka çaremiz de yok zaten. Bir aksilik çıkmasın
da başka şey istemiyorum.”
“Biraz gergin olduğumu kabul ediyorum ben de.
Onlara ne kadar güvenebiliriz bilmiyorum.”
Bölgede nem ve rüzgar hakimdi. Gökyüzü
parçalı bulutlu olsa da sıcak hava kendini belli ediyordu. Sırat mendille
alnını ve boynunu sildi. Meguan’ ın savaşçıları
ile zorunlu olmadıkça çok da konuşmuyorlardı. Herkes görevini bir an önce
bitirip dönme niyetindeydi. Zaman zaman içlerinden bazılarının mola isteği ile
duruyor, bir şeyler yiyip dinleniyorlardı.
Güzergahları üzerindeki ilk ormana
vardıklarında Sırat kalabalık olmamaları konusunda diğerlerini uyardı. “Buradan
sonrasını Zebbar ile gidelim. Siz bizi bekleyin,” dedi.
“Peki, öyle istiyorsan bize uyar,” dedi Ura. Ura
orta boylarda, atletik yapılı biriydi. Hızlı bir savaşçı olarak bilinse de ağır
silahlar kullanmazdı. Cender’ in önemli adamlarından biriydi.
Onay alan Sırat ve Zebbar nemli toprakta ayak
izleri bırakarak ilerlemeye başladılar. Sincaplar ağaçlarda bir şeyler
kemiriyor, çeşitli çeşit kuşlar oradan oraya uçuşuyordu. Bir kaplumbağa ters dönmüş
kurtulmaya çalışıyordu. Onu gören Sırat hemen hayvanı çevirdi. Sonra Zebbar’ a
döndü.
“Baltanı saklamalısın. Böyle tehditkâr
görünürsen düşman olduğunu sanabilirler.”
Uyarı üzerine Zebbar baltasını bir kılıfa
sardı ve aşağıda tutarak yürüdü. Ormanı baştan sona geçen ikili çok yorulmuş, herhangi bir Alev Soluyanın izine de rastlamamıştı.
Geri dönmek zorunda kaldılar.
Zebbar sıkıntısını dışa vurdu. “Savaş
başlamışken burada boşuna vakit kaybediyoruz gibi geliyor.”
“Bir şeyler yapmasak savaş aleyhimize dönecek
zaten. Şu an Butah’ ta olmasak da bu yaptığımız ileride herkesi koruyabilmek
adına önemli.” Sırat aldığı görevin sorumluluğunun farkındaydı. “Hadi, acele
edelim.”
Yaklaşık yarım gün ilerledikten sonra sıradaki
ormana vardılar. Meşe ağaçlarının önemli ölçüde yer kapladığı orman biraz
tepede kalıyordu. Sırat eğimli patikada ilerledi. Bu kez tek başına gitmeyi
tercih etmişti. Zebbar’ ın olumsuz bir durum karşısında fevri davranacağını
düşünüyordu. Colevis onla gitmekte ısrar etse de onu da reddetti.
Tepeyi aşıp uzun bir süre iç kesimlere doğru ilerledi.
Hayvanlar dışında herhangi bir yaşam belirtisi gözüne çarpmayınca umutsuzluğa
kapılmıştı. Yapraklar hışırdıyor, çok sayıda kuş koro halinde ötüyordu. Sırat
ansızın başının dibinden ıslık çalarcasına geçen okla donup kaldı. Şu ana kadar
kimseyi fark edememişti ve şimdi karşısında onlarca insan belirmişti. Kapüşonlu
pelerinleri yüzlerini kapattığı için bir şey göremiyordu ama onların kim
olduğunu anlamıştı. Teslim oluyormuş gibi ellerini hafifçe havaya kaldırdı.
“Kötü bir niyetim yok. Sizden yardım istemek
için buradayım. Beni Lider Cender gönderdi.”
İçlerinden birinin yüzünde belirgin bir kesik
izi vardı. Onun işareti ile mızraklar ve oklar fırladı. Sırat irkildi ve
mantığı tam tersini söylese de kımıldamadı. Silahların her biri yakınından
geçip giderken öylece bekledi. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Sonunda herkes
durduğunda tuttuğu nefesini bıraktı.
“Keskin nişancı olduğunuzu biliyorum.
İsteseniz beni çoktan vururdunuz. Sanırım beni sınıyorsunuz,” dedi heyecanını
gizlemeye çalışarak.
Aynı adamın işareti ile hepsi başlıklarını
geriye attı. Sırat ilk kez karşılaştığı bu insanların karşısında bir kez daha şaşkına
döndü. Özellikle gözleri ürkütücü görünüyordu, sanki bu dünyaya ait değil
gibiydiler. Kadınlar da erkekler kadar cüsseliydi.
“Neden buradasın yabancı? Bize yaklaşacak
kadar cesur olduğuna göre mesele önemli olmalı.”
“Onun söyleyeceklerine neden inanalım ki?”
dedi kadınlardan biri. Bakışlarındaki öfke ve küçümseme hissediliyordu.
“Bu işe karışmayın. Ben onu dinlemek
istiyorum.”
“Başlayan savaşları duymuşsunuzdur. Lider
Cender gerçekleşeceğine inandığı bir kehanet nedeniyle sizi bulmamı istedi.”
“Neymiş o kehanet?”
“7. Lider savaşı çıktığı anda Lider Harula
tüm gücüyle aramıza dönecek ve dünyaya hükmedecek.”
“Bu çok gülünç bir şey. Sırf bu yüzden mi
geldin buraya kadar?” Bu kez arka sıralardan bir adam konuştu.
“Size karışmayın dedim. Lider Harula’ yı
duymamış kişi yoktur içimizde ama neden yüzyıllar önce ölmüş birinin dünyaya geleceğini
düşünüyorsunuz?”
Sırat bildiği her şeyi anlattı. “Bu yüzden o
geldiğinde sizlerin de bizim yanımızda yer almanız gerekiyor.”
“Yani Butah’ a gitmemizi mi istiyorsunuz?”
“Evet, Harula’ nın orada ortaya çıkacağına
dair işaretler var.”
“Anlattıkların akıldışı gibi görünse de bizlerin
varlığı da olağan kabul edilemez. O yüzden seni dikkate almam gerektiğini
düşünüyorum. Belki de güçlerimizin bu zamana kadar devam etmesinin sebebi
görevimizin henüz bitmemesiydi.”
“Yani kabul ediyor musunuz?” dedi Sırat.
Sesindeki şüpheyi belli etmemeye çalışıyordu.
“Şunu belirteyim ki biz sizin kavganıza karışmayız.
Liderlerin ne yaptığı umurumuzda değil. Gelir savaşı uzaktan izleriz, ne zaman
ki Harula açığa çıkar o zaman savaşa dahil oluruz. O da kendi geleceğimizi
garanti altına almak için. Öyle tehlikeli birinin rahatça hareket etmesine izin
veremeyiz.”
“Anlıyorum, bu da bizim için yeterli. Size
minnettar kalacağız.”
“Minnet duymanız için söylemedim bunları. Sebeplerimi
yeterince açık ifade ettim. Ayrıca onu yenip yenemeyeceğimiz bile belli değilken
erkenden konuşma.”
“O vakte kadar herkesi toplamaya çalışacağız.
Başka çaremiz yok. Peki, Teulon’ da ne kadar Alev Soluyan varsa siz onlarla
iletişime geçebilir misiniz? Kaybedecek vaktimiz yok.” Sırat çok şey
istediğinin farkındaydı ama elinden başka şey gelmiyordu.
Karşısındaki adam bir süre düşündükten sonra
yanıt verdi. “Tamam, o işle ilgilenirim. Hepsi bize katılır mı bilmiyorum ama
olabildiğince kişiye ulaşırım.”
Adamın yanındakiler pek onla aynı fikirde
değil gibiydiler. İçlerinden birkaçı Sırat’ a gelip huzurlarını kaçıran bir böcekmiş
gibi bakıyorlardı. Yine de yüzünde yara izi olan adama saygı gösterdikleri ve
onu dinleyecekleri her hallerinden belliydi.
“O zaman biz Libmons’ a doğru yola çıkalım.
Oradaki Alev Soluyanlara da ulaşmamız gerekiyor.”
Sırat oradan ayrılmadan önce adam ondan eski arkadaşı
Barsuk’ u bulmasını istedi. “Orada büyük bir ekibi var. Emrindekiler biraz saf
ama onu ikna edersen işin kolaylaşır,” demiş ve onların bulunduğu bölgeyi tarif
etmişti. Sırat diğerlerinin yanına dönünce olanları anlattı. Colevis iş tatlıya
bağlandığı için rahatlamıştı. Ura da başarısı için Sırat’ ı takdir etmeyi
unutmadı. Hava kararmak üzere olduğu için uygun bir yere çadırları kurup
yerleştiler.
Zebbar yorgun hissettiği için çabuk uykuya
daldı. Onun horultusu çevredekileri rahatsız edecek kadar gürültülüydü. Sırat
iç geçirdi. Hem sesten hem de Alev Soluyanların dediklerini yapacağından emin olmadığı
için uykusu tamamen kaçmıştı.
***
“Bu Sisle Yıkananların yoğun olarak yaşadığı
hiçbir yer görünmüyor kitapta. Dağınık halde yaşıyor olmalılar,” dedi Katra.
“Biz de aramaya Algı Bozuculardan başlayabiliriz.
Kanyul’ da şu bölgede yaşadıkları düşünülüyor,’ dedi Yula haritayı göstererek. “Sesin
Muhafızları da zamanında Kanyul’ da birkaç kasaba inşa etmişler. Bir şekilde onlara
ulaşabiliriz. Bizim Garnap da yıllar önce oradan göç etmiş,” diye devam etti.
Yula genç ve güzel bir kadındı. Esmer tenli, yeşil gözlüydü. Kıvırcık siyah
saçları karmakarışık görünüyordu. Birkaç yıldır Cender’ in yardımcısı olarak
çalışıyordu.
“Peki, öyle yapalım,” dedi Katra. Daha iyi
bir önerisi yoktu. Elyama da her nereye gideceklerse kendisi için fark
etmeyeceğini söyledi.
Denizi aşıp Kanyul’ a varmaları iki günü buldu.
Kanyul, Dazzap kadar soğuk olmasa da güneye ilerledikçe hava sıcaklığı belirgin
şekilde düşüyordu. Buranın insanları kendi halinde, samimi, dost canlısı
kişilerdi. Yol boyunca birkaç lokantada durup yemek yemiş, bölge hakkında
çeşitli bilgiler edinmişlerdi. Algı Bozucular hakkında insanların pek bilgisi
olmasa da birkaç kişi onların dağların arasında izole bir yerde yaşadıklarından
söz etmişti. Son gittikleri lokantada bir adam gizemli şekilde konuştu. “Söylentilerin
aksine ben onların özel insanlar olduğunu düşünmüyorum. Belki de yalandan bir
söylenti yaydılar rahatsız edilmemek için. Bir keresinde gizlice onları uzaktan
izledim. Senin benim gibi insanlar işte. Anormal olan hiçbir şey görmedim.”
“Anlıyoruz beyefendi. Bilgiler için teşekkür
ederiz,” dedi Elyama. Adam bu kadınların neden o insanları aradığını merak
ediyordu. Şüpheli bakışlarla Elyama’ yı süzdü. “Bir başka duyduğum şey de
onların önemli bir hazine sakladığıydı. Yoksa siz de hazinenin peşinde
misiniz?”
“Ne münasebet?” dedi Elyama. Sanki bir
hakaret yemiş gibi hissediyordu. “Yoksa sizin oraya esas gitme sebebiniz hazine
söylentisi yüzünden miydi?” Adam hemen bakışlarını kaçırıp inkar etti. Gülmeye
başladı. “Yok canım, böyle bir şeye kim inanır zaten.”
“Gidelim, bu kadar yeter. Kimlerle muhatap
oluyoruz,” dedi sabrı taşan Katra. Adam öfkeyle ona baksa da kadınların güçlü
görüntüsü karşısında bir şey demeye çekindi. Daha önce bir kadına sataştığı
için az daha canından oluyordu, dersini almıştı.
Kadınlar lokantadan ayrılmadan önce yanlarına
fazladan yiyecek aldı. Dikkat çekmemek için diğer savaşçılar gelmemişti. “Neyse
ki bahsedilen o dağlar çok uzakta değil. Tahminime göre yarın oraya varabiliriz,”
dedi Yula.
Katra bıkkın halde konuştu. “Hemen çıksak iyi
olur. Biraz planımızın gerisinde kaldık sanki.”
“Yeterince bilgi toplamasaydık onlara
ulaşmamız zorlaşırdı,” dedi Elyama.
Kadınlar diğer savaşçılarla buluştu. Günün
geri kalanında oyalanmadan yola çıktılar. Ertesi gün akşam üstü dağların
yamacına vardılar. Dört taraf dağlarla çevriliyken geçitlerin birinden geçmek
zorundaydılar. Güneş oldukça alçalınca rüzgar çıktı. Yine de temiz hava Elyama’
ya çok iyi hissettirdi. Atlarla birlikte yavaşça engebeli geçidi aştılar. Yula
etrafı süzüyordu ama gözcülük yapan bir kişiye bile rastlamadı. Algı
Bozucuların davetsiz misafirleri pek umursamadıklarını düşündü. Saatler sonra
iç kısma vardıklarında etrafı tamamen çitlerle çevrili çiftlik benzeri
yapılarla karşılaştılar. İnsanların bir kısmı hayvanlarla ilgileniyor, bir
kısmı da bahçe işleriyle uğraşıyordu.
Kilolu bir adam savaşçıları görünce çitlerin
ardından onlara seslendi. “Merhaba. Buraya geliş sebebiniz nedir?”
“Sizlerle önemli bir konu hakkında konuşmak
istiyoruz,” dedi Katra.
Adam çitin kapısını aralayıp onları davet
etti. “Gelin o zaman. Size ayıracak biraz vaktimiz var.”
Savaşçılar içeri girdiğinde adam hepsine
bitki çayı ikram etti. “Uzun süredir misafirimiz olmamıştı. Arada sırada
uzaklardan bizi izleyip kaçanlar oluyor ama bunlara aldırmıyoruz artık. İnanabiliyor
musunuz, burada hazine olduğunu düşünüyorlar.”
“Evet, bir süre önce öyle biriyle karşılaştık,”
dedi Yula. Kadın çayını yudumlarken nereden ve neden geldiklerini anlattı, özel
güçleri hakkında detaylı bilgi almak istedi. Eski ama temiz kıyafetler içindeki
adam onu yanıtladı. “İnsanların gözlerini boyamak ya da onların zihinlerini
karıştırmak bizim için kolaydır. Açıkçası bir tehlikeyle karşı karşıya
kalmadıkça biz bunu kullanmayız. Tabi başka yerlerde yaşayan türdeşlerimiz
nasıldır bilemem ama biz yıllardır burada huzurlu, sakin bir yaşam sürüyoruz.”
“Peki, sakin yaşamınızın yakında
bozulabileceğini söylesem ne yapardınız?” dedi Yula. Adam bunu tehdit olarak
algıladığı için kaşları çatıldı. “Bu ne demek oluyor?”
“Dünyanın çeşitli yerlerinde savaşlar çıkmaya
başladı. Eğer büyük kehaneti işittiyseniz...”
Adamın yüzü endişeyle kasıldı. “Karanlığın gelişi
konusundan mı bahsediyorsun?”
“Evet. Tam olarak bunun için buradayız.
Yardımınıza ihtiyacımız var,” dedi Yula samimi biçimde.
“Bu, çok zor bir karar. Böyle bir riske
girmeye değer mi bilmiyorum.” Adamın keyfi kaçmıştı.
Yula ikna çabalarına devam etti. “Eğer
kaybedersek dünya bir daha eskisi gibi olmayacak. İyi düşünün. Hepimiz
birbirimize muhtacız.”
Diğer savaşçıların da katkısı ile adam bir
süre sonra pes etti. Uzun yıllardır yerinden ayrılmadığı için Butah’ a yapılacak
yolculuk gözünde büyüyordu. Kırlaşmaya başlayan sakalını sıvazladı. “Gençlerimizin
çoğuna bu güçler aktarılmadığı için biz yaşı ilerlemişler olarak katılmak
zorundayız. Ne dersin hanım?” dedi yanındaki kadına dönerek.
“O kadar da yaşlı sayılmayız. Kendini
küçümseme. Elbette gidip onlara destek olacağız.” Kadının tatlı dilli oluşu
Elyama’ yı gülümsetti. Çift herkesle konuşacaklarını söyledi.
Çiftçiler akşam olduğu için savaşçılara orada
konaklamalarını teklif etti. Yula herkes adına teşekkür edip memnuniyetle kabul
etti. Gece iyice çökmeden sofralar hazırlandı, yemekler yendi. Elyama herkesin
bu kadar misafirperver olmasını beklemiyordu. Böyle güzel bir yerde yaşamanın
keyifli olabileceğini düşündü. Gece boyunca durumu işitip gelen herkese
açıklamalar yapıp, onları ikna etmeye çalıştılar.
Sabah dağların arasından vuran gün ışığı her
yeri aydınlattığında horozlar ötmeye başladı. Savaşçılar çiftçilerle birlikte kahvaltı
yaptıktan sonra oradan ayrıldı. Sesin Muhafızlarına ulaşabilmek için Koraz
Kasabası’ nın yolunu tuttular. Bir sürü çorak arazi ve birkaç dereyi aştıktan
sonra oraya vardılar.
Kasabadaki evler birbirine çok da yakın sayılmazdı.
Evler bir iki katlıydı ama oldukça geniş görünüyordu. Kimilerinin çok güzel
bahçesi vardı. Elyama ilgiyle etrafı izlerken bir kadın yanlarında belirdi. “Sizleri
ilk kez görüyorum burada. Ben herkesi tanırım. Kimsiniz?”
Yula, genç kadını süzdü. Şık giyimliydi ve belirgin
yüz hatları onu ciddi gösteriyordu. Upuzun, gri saçları beline kadar
uzanıyordu.
“Acaba Sesin Muhafızı olma ihtimalin var mı?”
dedi Yula merakla. Kadın şaşırsa da belli etmemeye çalıştı. “Öyleysem ne
olacak?”
“Önce kendimi tanıtmalıyım. Ben Yula, Lider
Cender’ in yardımcısıyım.”
“Ah, şu güç ve otorite meraklısı liderler... Kolları
da her yere uzanıyor. Neyse tanışma faslını geç de esas meseleye gel.” Yula
derin bir nefes aldı. “Öncelikle söylediklerini duymazdan geleceğim. Bildiğim
kadarıyla sizden biri olan Garnap burada yaşıyordu. Kendisi arkadaşım olur.”
“Burayı yıllar önce terk eden Garnap mı? Hangi
cehennemde o?”
“Meguan’ da yaşıyor. O da Lider Cender' in
yardımcısı aynı zamanda.”
“Bak sen, bizim sessiz Garnap büyük işlere
girişmiş. Ne halt yiyor orada? Hiç haber vermeden çekip gider mi insan?” Kadın
yumruklarını sıkıyor ve söylenip duruyordu. Sonra sakinleşti ve Yula’ ya döndü.
“Bu arada ben de Mara. Evet, neden gelmiştiniz?”
“Garnap hakkındaki sorularına yanıt veremem
ama son sorunu yanıtlayım: kehanet.”
“Kehanet mi?” Mara elini çenesine atmış
düşünüyordu. Kafası karışmış gibiydi.
“Önce bir yere oturalım. Herkesi ilgilendirecek
bir konu bu. Ve bizim çok vaktimiz kalmadı.”
Mara karşısındaki kadının ne kadar ciddi
olduğunu görünce iyice meraklandı. “Peki, kasabanın ileri gelenlerini hemen
toplayım ben.”
Yula memnuniyetle gülümserken Mara’ nın güçlü
sesi ile donup kaldı. Kadının sesi bir savaş borazanı kadar yüksek çıkıyor, tüm
kasabada yankılanıyordu. “Kasaba sakinleri ben Mara. Az önce çok önemli
misafirlerimiz kasabaya teşrif etti. Onları bekletmek istemeyiz. Durum acilmiş.
Bir yerlerinizi kaldırın da hemen meydana gelin.”
Ses kesildiğinde Yula sersemlemiş gibi
hissetti. Mara’ nın ileri gelenleri çağırmaktan kastının bu olduğunu kesinlikle
tahmin edemezdi. “Teşekkürler,” diyebildi sadece.
Halk kısa sürede meydana akın etti. Herkes
gelen ilginç kişileri merak ediyordu. Yaşı geçmiş birkaç kişi Mara’ yı
ayıplamadan edemedi. “O nasıl üsluptu Mara? Doğru düzgün konuşmayı bir
öğrenemedin,” dedi yaşlı bir kadın. Mara ise hiç oralı olmadı. Garnap’ ın nasıl
bir hayat yaşadığını merak ediyor, neden kasabayı terk etmiş olduğunu
düşünüyordu. “Bir aileye sahip olmayan biri için gitmek kolay olmalı,” diye düşündü.
Savaşçılar oturup Sesin Muhafızlarına durumu
anlatmaya başladı. Şimdi herkesin yüzünde endişe vardı. Az önceki yaşlı kadın
araya girdi. “Diğerleri de savaşa katılacak mı?”
Katra yanıtladı. “Herkese ulaşmaya
çalışıyoruz. Hepsi gelir mi bilemeyiz ama çoğunun geleceğine inanıyoruz.”
“Hem Garnap da savaşta olacakmış,” diye
atıldı Mara.
Yaşlı kadın hüzünlendi. “Garnap iyi biriydi. Sen
zamanında onla çok uğraştığın için gitmiş olmalı. Sana katlanmak kolay değil
tabi.”
“Küçüktüm
o zamanlar. Şimdi niye bu konuyu açıyorsun milletin önünde?” Mara öfkelenmiş ve
utanmıştı.
“Sen az önce bangır bangır bangır bağırırken
iyiydi. Ödüm koptu, sallanan sandalyemden düşüyordum.”
Elyama hayret içinde onları izliyordu.
Gördüğü bu insanlar ile kitaptaki bilgiler hiç uyuşmuyordu. Sesin
Muhafızlarının az konuştuğu bilinirdi. İkisinin tartışması bitince herkes
tekrar durumu konuşmaya başladı. İçlerinde savaşa katılmaları gerektiğini
söyleyenler de temkinli davrananlar da vardı. Savaşçılar bir kez daha durumun
ciddiyetini belirttikten sonra seçimi onlara bıraktı.
Mara'yı gördüğüme çok sevindim çok komik konuşmaları. Garnap ile karşılaşmalarını sabırsızlıkla bekliyorum canım. Kalemine, hayal gücüne sağlık. :D
YanıtlaSilSenin yakıştırman sayesinde Garnap ve Mara' yı çift yapmaya karar verdim. Hiç aklımda yoktu. Bakalım sonu nereye gidecek. 😅 Güzel yorumun için teşekkür ederim Mervecim. :)
SilBence çok iyi yaptın Garnap'ın Mara'ya tepkilerini merak ediyorum. :D
SilŞu an ben de merak ediyorum. 😆
SilKafam karıştı sanırım:) Özel güçleri olanlar, Harula ortaya çıkarsa ona karşı savaşmaya hazırlanıyorlar ama Cender zaten Harula'nın yanında değil miydi:) Cender niye bunları toplamaya çalışıyor şimdi.
YanıtlaSilCender ve Canas' ı karıştırdınız sanırım. Cender iyi tarafta. İlk kitapta Sırat ve diğer savaşçıları ikna edip özel güçlüleri bulmaya göndermişti. :) Esas savaş çıktığında hepsinin birleşip Harula' yı yeneceğini düşünüyor. Çünkü geçmişte de özel güçlüler karanlık orduyu yenebilmişti.
SilEvet ya... Benim sanırım bu yazıların tamamını toplayıp çıktı almam lazım:) Arada git geller olmaya başladı:)
SilÇıktı almak masraflı olur. :) İsterseniz mail atabilirim ilk kitabın word dosyasını ama mail adresinizi bilmiyorum.
Silİnanın çok güzel olur, çünkü daha bugün oğlumda çok sever bu romanı diye aklımdan geçirmiştim:) Belki biraz ağır gelebilir ama ilgisi var bu tarz romanlara:) (sezgin_besli@hotmail.com)
SilO da seviyorsa bu tür ne güzel, biraz ağır olabilir evet. :) Gönderdim dosyayı, mailin gözükmesini istemezseniz mesajınızı silebilirim. :)
SilMaili aldım ve çok teşekkür ederim. Mail kalabilir sıkıntı değil:) Tekrardan sağolun:)
SilRica ederim. :)
SilEğlenceli bulmana ve öyle düşünmene sevindim. Övgün için de mutlu oldum. Teşekkür ederim. :) Bu bölüm biraz durağandı, belki sıkıcı bulunur sandım. :)
YanıtlaSilAllah Allaaah ne ilginç bölümdü, şimdilik bu romanın en iyi bölümlerinden biri bu oldu sanıyorum. bir dolu şey sanki daha açıklığa kavuştu, heyecanlı olaylar, hatta o tuhaf insanların olduğu yerler biraz da korkunçtuuu :) ayrıca, harula ve özel güçler hakkında da bilgi sahibi olduk :) yakınlarda fena şeyler olcak gibi :)
YanıtlaSilBu bölümde çok şey açığa çıktı denemez, önceki kitapta açıkladığım şeylerdi, şimdi sadece özel güçlüleri arıyorlar. :) Yeni insanlar var, bakalım yeterince ikna olacaklar mı.? :) Yorumun için teşekkür ederim deep. :)
Silevet, yani özel güçlüleri arayacaklarını düşünmemiştim, yeniler eveet, zaten bol karakterli metin oldu :)
SilYine heyecan dolu bir bölüm🤩
YanıtlaSilTeşekkür ederim. :)
SilSeni tanıdığıma sevindim. Roman yazmak daha kapsamlı bir çalışmayı gerektiriyor olmalı. Takibime aldım bloğunu. Başarılar dilerim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, ben de sevindim seni tanıdığıma. :) Roman yazmak biraz fazla detay gerektiriyor. Yine de eğlenceli. :)
SilGüzel ve kapsamlı bir tanıtım, teşekkürler Duygu.:)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim. :)
Sil