Babasıyla arası her zaman kötü olmuştu. Ancak bir gün, adam
eve körkütük sarhoş geldiğinde oğlu
neler olabileceğini bilmiyordu. Onu en basit şeylerle suçlayan bir babası
vardı. Bu defa sofradaki yemekler soğuk
diye kızdı. Sadece sözler öfkesini dindirmeyecekti. O yüzden, içindeki tüm kötü
duygularla birlikte oğluna vurmaya başladı.
Gencin yüzünden akan oluk oluk kanlara aldırış etmedi.
Hırsı daha geçmemişti. Her şey oğlun doğmasıyla başlamıştı. Adam biricik
karısını o şeytan çocuk yüzünden kaybetmişti. Oğlu, babasının gözünde bir
caniden fazlası olamazdı. Nefret ediyordu ondan. Ne kadar dövse azdı. Hak
ediyordu ve hatta daha fazlasını hak ediyordu.
“Keşke annen yerine sen ölseydin!” diye haykırdı adam.
Yerde iki büklüm
yatan oğul, babasının sözleri üzerine kahroldu. Ama yine de sustu ne de olsa
babasıydı.
Her yeri yara bere
içinde sızım sızım sızlıyordu. kanı durmadan aktı, aktı, aktı... Vücudu uyuştu.
Karıncalandı. Babası ağzındaki birkaç dişi çok önceden kırmıştı ve şimdi
yenilerini ekliyordu. Çocuk kendisini döven adama bakarken çelik gibi
sertleşiyordu.
“Nefret ediyorum senden!”
“....”
“Nefret ediyorum!”
Oğlu yine susuyordu.
“Neden varsın sen, neden, neden?”
Histeri krizine giren adam aynı sözleri tekrar edip durdu.
Ama oğlu çoğunu babasının sözlerinin geri kalanını duyamadı. Gözleri sonsuza
dek kapandı. Babası şimdi oğlunu daha fazla dövüyordu öyle ki onu dövdükten
epey zaman sonra ölmüş olduğunu anladı. Yüreği soğuk bir taş gibiyken cesedi
bırakıp bir kenara çekildi. Aradan geçen zamanda adam elleriyle öldürdüğü gence
bir mezarlık yaptırdı. Kendisi de bu olanlardan sonra çok yaşamadı.
Oğlun dünyadayken huzur bulmamış ruhu mezarında rahat
değildi. Kendisinden ölesiye nefret eden adamı, babasını, düşünüyordu. Onunla
yüzleşmeden rahata ermeyeceğini
biliyordu ama onu geceleri hiç bir yerde, yeryüzünde bulamıyordu. Ümitsizliğe
düşünce bir kere ruhunu karanlık sarmaya başladı. Kötü düşünceler onu git gide
ele geçirdi. Bir kere, intikam ister olmuştu. Onu dünyadayken rahatsız eden
adamın yaptıklarını ödemesi gerekirdi.
Ruh, yeryüzünde geceleri dolaşıp sabah olduğunda eski mezarın
içine girerken ne kadar zaman geçtiğini, bilmedi. Asırlar asırlar geçti.
Başıboş dolanan ruh yeryüzünde ne aradığını unuttu. İntikamı hala vardı ama
babası yerine tüm insanlardan intikam alma arzusu taşıyordu. Mezarı zamana
dayanamayıp yıkılınca üstüne bir okul inşa ettiler. Ruh onlara rahat
vermeyince, insanlar ne olduğunu pek anlamasa da, okul boşaltıldı. Kendi
kendisine bir isim koydu ruh: o artık Melanetti. Bir geçmişi var mıydık yok
muydu, onu hatırlamaz oldu. Sadece varlığını sarıp sarmalayan karanlıkla
yeryüzüne çökmüştü.
***
İsmet -çam ağaçlarının arasında kalan ve epey ıssız bir
yerde olan- derme çatma evden çıktı. Suratı, beyazdan kırmızıya dönmüştü çünkü yiyecek bir şeyler alması
gerekiyordu. Bunun için çocuğa kasabanın uzun, taşlık yolu görünmüştü. Kasabaya
olur olmadık gidip durmak İsmet’i bunaltırdı. İnsanlardan hoşlanmıyordu açıkça. Zaten kasabalılar
kendisini hep hor görüyordu. Başıboş bir
serseri olduğunu söyleyenler epey fazlaydı. Tüm bunlar yetmezken Yılkan ve kız
başına dert olmuştu. Tek kişilik yiyecek çalmak varken şimdi üç kişi için
çalması gerekecekti. Elbette onlar bunu bilmiyordu. Bir hırsız- İsmet gerçekten
yiyecek ve bazen de para çalardı- insanların yüzüne bakıp ne yaptığını
söyleyemezdi.
“Seninle ben de gelsem olur mu?”
Bu ses üzerine bir
an yerinden sıçradı çocuk. Başını arkaya çevirdiği zaman, evin önünde dikilen
kızı gördü. Gri dudakları tek çizgi halinde birleşmişti.
Çocuk açık bir küstahlık göstererek sırıttı. “Yiyecekleri
çalıp çalmadığımı kontrol edeceksin sanırım,”
“Sadece eşlik etmek diyelim,” dedi Zeynep, yumuşak sesiyle.
İsmet itiraz etmek için ağzını açacaktı. Birden aklına
gelen düşünceyle bundan vazgeçti. “Eğer gelirsen tüm yiyecekleri kendin almak
zorunda kalırsın ve ben de bir kuruş vermem ona göre, sonuçta çok az param
var,” Bu düşünceden memnun olan İsmet keyiflenmişti.
Zeynep’in kabul etmesiyle kasabaya kısa sürede vardılar.
Bir miktar hazır gıda ve su alıp yola koyuldular. Genç kız, yolda yürürken
özellikle insanlara görünmemeye çabalıyordu. Acelesi çocuğun gözünden
kaçmamıştı. Bunu şüphe uyandırıcı bulan İsmet düşüncelere daldı. Kasaba
sokaklarında nedense çok insan olmadığını fark edemedi.
Eve vardıklarında neredeyse ikindi vakti olacaktı. İsmet,
bu kadar zaman geçtiğine inanamıyordu. Yorgunluktan bitap düşmüş bir şekilde
kendini kanepeye attı. Bir gözü kızın üzerinde, onun yiyecekleri özenle
kaldırmasını seyretti. Diğer gözü kanepenin bir köşesinde sessizce oturan genç
adamdaydı. Yılkan ve kız, tuhaf bir ikili haline gelmişlerdi çocuğun gözünde.
Hem birbirlerine yakın, hem uzak duruyorlardı. İkisinin de üzerinde belli bir
keder, hüzün vardı. Yüzü ciddi ifadeye bürünen İsmet hayretler içindeydi.
Yılkan’a -kendine göre güçlü sesiyle ama daha çok
ciyaklamaya benzeyen sesle- aklındakini
pat diye sordu.
“Hey,” dedi çocuk gözlerini kısıp. “Sen Zeynep'i kaçırdın
mı?”
Yılkan’ın kara gözleri bu soru üzerinde bir an irileşti.
“Ne?”
“Babası sana kızı vermedi mi?”
“Hayır,” dedi genç adam, bir anda tuhaf bir surat ifadesi
takınıp. İsmet ona aksi aksi bakarken Yılkan hava almak bahanesiyle kendisini
dışarıya attı. Olanları işitmiş olan genç kız, küçük çocuğa doğru yürüdü.
Kahverengi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “O beni kaçırmadı. Sen olayları yanlış
anladın sanırım.”
Çocuk, Zeynep’e cevap vermeden burnunu çekmekle yetindi.
Karnı yine acıkmak üzere olduğundan dikkatini dışarıdaki hayvanlara verecekti.
Kasabadan epey uzakta olan bu yeri
sevmişti. Ona sataşan insanlar burada yoktu. Sadece hayvanlar ve doğa
vardı, onlar İsmet’e yeterdi artardı. Çam ağaçların gövdesinden birine sırtını
dayamışken dışarıya temiz hava almaya çıkan kızı gördü.
Zeynep bir kaç gündür başına gelen olaylara anlam
veremiyordu. Melanet ve şimdi Yılkan’ın bahsettiği varlıklar olan gölgeler.
Belki düşünmese her şey iyi olacaktı.
Rüzgar deli deli eserken gülümsedi. Uzak tepelere ve vadiye bir bakış
attı. Manzara onu buradan alıp götürecek kadar güzeldi. Yine de buradan gitmek
istemediğini itiraf etti.
Zeynep ne kadar zamandır dışarıda öylece dikilip hülyalara
daldı bilmiyordu ama epey zaman geçmiş olmalıydı. Uzaklardan, yükselip gelen
kurt ulumalarıyla irkilerek kendine geldi. Yine de uzun, çamların arasından
beliren sureti göremedi. Kızın arkasından ilerleyen adam bir hamlede önüne
geçince göz göze geldiler.
Zeynep korku ve hayret içinde ağabeyine baktı. Onu burada
görmeyi beklemiyordu. “Abi?” dedi zayıf bir sesle.
Uğur kara gözlerini kardeşinin gözlerine dikti. Yüzü
ifadesizdi, önce bir maske gibi görünüyordu. Sonra çehresi git gide kararmaya
başladı. Her şey bir kabusa dönüyordu.
“Abin ya,” dedi Uğur
tükürürcesine. Adam elinde bir defter tutuyordu. Defteri neredeyse parçalamak
ister gibi bir hali vardı. Genç kız onun eskiz defteri olduğunu fark etti ama
neden defteri sinirle tutuyordu ki anlamamıştı.
Ağabeyinden bir adım uzaklaşmaya karar verdi. Yürürken bir
yandan derin nefesler alıp veriyordu. “Beni nasıl buldun?”
“Kasabaya indiğinde, seni bir güzel takip ettim. Ne iyi
ettin de kasabaya indin, burayı yoksa asla bulamazdım. Ama burada soru sorması
gereken benim. Sen ne yapıyorsun kardeşim?”
“Hiç bir şey yapmıyorum,” dedi genç kız, Uğur’un deli gibi
bakan gözlerinin içine bakarak. İsmet’in hala orada olup olmadığını merak etse
de başını çeviremiyordu. Vücudu kaskatı kesilmişti.
“Bu ne?!” dedi Uğur, elindeki eskiz defterini yere çarparak.
Kızın saf saf baktığını görünce öfkeyle kaşlarını çatan ağabey yerdeki
defterden bir çizim çıkarıp Zeynep’e gösterdi.
“Resimdeki adam da teşrif etmiş,” dedi Uğur, evden çıkan
genç adamı kastederek.
Zeynep çizmiş olduğu Yılkan resmine bakış attı. Yüzü
kıpkırmızı oluvermişti.
“Aptal...” dedi Uğur buz gibi sesle. “Sen bu adama mı
kaçtın?”
“Abi!” dedi kız.
“Eve gidiyoruz,”
“Ben gelmiyorum!”
“Yürü çabuk. Yürü beni daha fazla delirtmeden yürü!” dedi
Uğur öfkeden titreyerek. Bir eliyle kızı kolundan kavradı ve sürüklemeye
başladı. Zeynep gitmemek için debelenirken Uğur ‘un yüzüne bir tokat atmasıyla
ne olduğunu şaşırdı.
Öfkeyle “Bırak beni!” diye haykırdı kız. “Asla gelmem o
eve,”
“Hadi oradan!”
“Onu seviyorum!”
Uğur tiksintiyle kız kardeşini süzdü. Ne diyeceğini
bilememiş bir hali vardı şimdi.
Yılkan olanları görünce hemen yanlarına koştu. Uğur’ un
kendini kaybetmiş haldeki tavırlarına ne kadar öfkelenmişse Zeynep’ in
sözlerine de bir o kadar şaşırmıştı. Olsa olsa abisini sinir etmek için
düşünmeden söylediği sözler olabilirdi. Bunları düşünürken bir anda Uğur’ un
üstüne atıldı, zira o laftan anlayacak bir halde değildi.
Uğur sertçe itip Yılkan’ ı kendinden uzaklaştırdı. “Kardeşimi
burada alıkoymanın bedelini ödeyeceksin.” Son kelimeyi vurgularken etkili
olabileceği düşündüğü bir noktaya yumruğunu savurdu. Yılkan çenesine yönelen
hamleyi eliyle durdurdu ve parmaklarını Uğur’ un yumruğuna kenetledi. Onu
bırakmaya niyeti yoktu, öfkeyle fısıldadı. “Nasıl ele geçirildiğini biliyorum. Ruhun
çaresizce kıvranıyor, aklını başına almazsan tamamen onun kölesi olacaksın.
Zeynep’ e bir daha zarar verirsen bedel ödeyecek sen olursun.”
Uğur sinirden köpürüyor, karşısındaki gence haddini
bildirmek istiyordu. Yılkan’ ın elinden sıyrılıp art arda ona saldırmaya
başladı. Hırsla tekme ve yumruk savurdu. Refleksleri iyi olan Yılkan ona
karşılık vermekte gecikmedi.
İkisinin dövüşünü izleyen Zeynep korku içindeydi. Sesini
bir türlü onlara duyuramıyordu. İsmet ağzı açık halde olanları izlerken Zeynep’
in onu uzaklaştırma çabalarına aldırmıyordu.
Kısa sürede Yılkan da Uğur da oldukça hırpalanmıştı. İkisi
de kolay pes edecek gibi görünmüyordu. Yılkan dudağından sızan kanı sildi. O
sırada Uğur’ un yumruğu çenesine isabet edince sendeledi, geriledi. Sonraki
saldırının geldiğini fark edince hemen toparlandı. Karaciğerine gelen dairesel
tekmeden sıyrıldı ve Uğur’ u bacağını yakalayıp kendine doğru çekti. Tam dizini
karnına gömmeye hazırlanıyordu ki üstlerine bir şey düştü. İkisi de ağa dolanıp
kalmıştı.
“Sonunda durdunuz,” dedi Zeynep. Gergin görünüyordu. “Bak
işe yarar demiştim sana,” dedi çocuk. İsmet’ in istiflediği eşyaların arasında
balık ağı da vardı. Zeynep son çare olarak onu kullanmak zorunda kaldı.
“Bu ne demek oluyor?” dedi Yılkan.
“Birbirinize daha fazla zarar vermenize müsaade edemem.”
Uğur burnundan soluyordu. “Hala onu mu koruyorsun? Bunun
için mi ailemize ihanet ettin?”
“Ben kimseye ihanet etmedim. Hem aile mi kaldı ortada? Şu
dönüştüğünüz şeye bakın, insanlıktan çıktınız.”
“Sen anlayamazsın. Biz gerçek huzuru efendimizle bulduk,
sonunda sen de bize katılacaksın.”
“O efendinizin kökünü kazıyacağız.” Yılkan’ ın sesi donuk
ve sertti. Uğur onun bakışlarından yansıyan buz gibi ifadeden hoşlanmamıştı. “Sen
sus soğuk nevale, sabrımı taşırıyorsun.” Uğur ağlara rağmen tekrar saldırmaya
çalıştı ama ayağa kalkamadan yere kapaklandı. “Zeynep çıkar beni buradan,
elimden bir kaza çıkacak.”
Abisini duymazdan gelen Zeynep Yılkan’ ı ağlardan çıkardı.
“Bunun için üzgünüm. Durumu biliyorsun, kendinde değil. Onu bırakalım gitsin.”
Yılkan istemese de kabul etti. Uğur serbest kalınca vurmak
üzere harekete geçtiğinde birden ayakları yerden kesildi. Zeynep şok içinde
abisinin ayaklarından çekilerek yerde sürüklendiğini gördü. “Gölgeler mi onlar?
Ne yapacaklar?” dedi endişeyle.
“Merak etme, bizden uzağa götürüp bırakacaklarmış sadece.” Uğur
ise dehşet içinde onların ellerinden kurtulmaya çalışıyor, haykırıyordu. Yılkan
ifadesiz şekilde onun gözden kaybolmasını izledi. İsmet yerdeki defteri almış
inceliyordu. Sessizce Yılkan’ ın dibinde bitiverdi. “Bu sen değil misin?” Zeynep
bir şey diyemedi, yüzü kızarmıştı. Yılkan ise şaşırmış halde kendi resmine baktı.
“Beni mi çizdin?”
“Olmamış mı?” dedi Zeynep mahcup halde.
“Hayır, çok iyi olmuş ama neden?”
“Sizi anlamak çok zor. Belli değil mi zaten?” dedi İsmet.
Zeynep çocuğu çekiştirip susturdu. “Beni o gün kurtardın ya teşekkür etmek istemiştim,
sana verecektim. Abimle konuşurken söylediğimi de yanlış anlama, birden
ağzımdan çıktı.”
Yılkan Zeynep’ i süzdü. Ne zaman zor durumda kalsa lafı
dolandırırdı, gözlerine doğrudan bakamazdı. Onu daha fazla utandırmamak için üstelemedi.
Yavaş yavaş Zeynep’ i daha iyi tanıyor, anlıyordu. Çocuğun gözünden bile
kaçmayan şeyi kendisi geç de olsa fark etmişti. “Anlıyorum. Bunu alıyorum o
zaman, çok teşekkür ederim.” Zeynep gülümseyerek bakınca o da gülümsedi.
Bir süre sonra Yılkan ustasını görmek istediği için yola koyuldu.
Son gördüğünden beri ne halde olduğunu merak ediyordu. Yürürken kendisine eşlik
eden gölgelerle sohbet ediyordu. Gölge düşünceli halde konuştu. “Onu da
kurtarmamız gerek. Seni kovduğuna inanamıyorum.” Naci’ nin bakışlarını ve
sözlerini unutması kolay olamayacağından Yılkan şimdi onun karşısına çıkma
konusunda tereddütlüydü. “İşe yarar mı gerçekten?” “Göreceğiz,” dedi gölge. Orman
yoluna yaklaşmışlardı ki koşan kilolu bir adam Yılkan’ a çarptı. Çok korkmuş
görünüyordu, nefes nefese kalmıştı. “Yardım et! Beni öldürecekler.”
“Neler oluyor?” dedi Yılkan. Adamı sakinleştirmeye çalışsa
da o geriye bakıp duruyor, yardım diliyordu. “Hepsi delirmiş gibi, peşimdeler.”
Görüş alanına birkaç kişi girince iyice beti benzi attı, hayalet görmüş
gibiydi. Yılkan dönüp gelenlere bakınca şaşkınlıkla geriledi. Birkaç yetişkinden
oluşan grup ellerinde kesici ve delici aletlerle ilerliyordu. Bakışları vahşiydi,
avına odaklanmış yırtıcı gibiydiler. “İşte orada,” diye bağırdı içlerindeki kadın
ve hepsi birden koşmaya başladı. Yılkan bu kadar insanın hakkından gelemezdi.
Adamı kolundan tuttuğu gibi ormana doğru koşmaya başladı. “Siz onları
engellemeye çalışın,” diye bağırdı gölgelere. Adam düşe kalka ilerlerken tek
düşündüğü peşindekilerden kurtulmaktı. “Şu taraftan!” dedi Yılkan. Bir süre
koştuktan sonra artık takip edilmediklerini fark etti. “Çok şükür atlattık.”
Yabancı hâlâ inanamıyor gibiydi, tedirgindi. “Birden
saldırdılar, ne olduğunu anlamadım. Canımı zor kurtardım.”
“Sakin ol. Kasabadaki insanlara pek gözükmemeye çalış.”
“Neden? Ne oldu ki?”
İkisi konuşurken yürümeyi sürdürdü. Yılkan o sırada
karşıdan gelen Naci’ yi fark edince durdu. Son gördüğünden beri yüzü solmuş,
gözleri göçmüştü. Yılkan’ ı görünce öfkesi geri geldi, gözü dönmüştü adeta. “Hâlâ
karşıma çıkacak yüzün var mı senin?” Naci bir anda hareketlenip bir şey fırlattı.
Yılkan ve yanındaki yabancı aralarından geçen balta yüzünden donup kaldı. Naci
üzerine doğru koşarken Yılkan hareketsiz bekledi. Ustasını kendini tamamen
kaybetmiş halde görmek onun için kolay değildi. Onun kin dolu bakışları altında
eziliyor gibiydi. Yanındaki adam söylenerek kaçıp gitmişti bile.
Ustası içindeki tüm öfkeyi kusarcasına saldırırken Yılkan
savunmada kaldı sadece, onu etkisiz hale getirme gibi bir girişimde bulunmadı.
Ne olursa olsun ustasına vuramazdı. Naci’ nin elleri bir anda Yılkan’ ın
boynuna kenetlendi. Her şey bir anda oldu. Yetişen gölgeler ihtiyarı kısılıp
kaldığı karanlıktan çekip aldılar. Naci ne yaptığının farkına varınca ellerini
hemen gevşetti. Nefessiz kalan Yılkan’ ın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Naci dizlerinin
üzerine çöktü, titreyen ellerini bedeninden uzakta tutuyordu. “Be-ben nasıl
böyle bir şey yaptım, affet.” Yılkan hızlı hızlı nefes alıp kendine gelmeye çalıştı.
Debelenip dursa da ustasının güçlü ellerinden kurtulması mümkün olmamıştı. Eğilerek
bitkin halde Naci’ nin yanına oturdu. “Affedecek bir şey yok. Geri dönmene
sevindim.”
“Bana ne oldu hiç anlamadım. Günlerdir kendi sebep olduğum bir
kabusta gibiydim.”
“Hepsi geçti.”
“Evine geri dönmelisin.” İhtiyar olanlar yüzünden hâlâ üzgündü.
“Elbette,” dedi Yılkan gülümseyerek. “Ama iki de misafirimiz
olacak.”
Teşekkür ederim, sizin de mübarek olsun.
YanıtlaSiloyyyy çok fena ya, oğlanın suçu yok, baba da anlaşılabilir yani, kim ki bu oğlan :) oyy babası döve döve öldürdü, anne mezarda ama ruh ölmemiş, aaa melanet bu muymuş, yazık ona, trajedi imiş hayatı, boşuna kötü olmamış :) ismet yılkan zeynep, hoş oldular, bakalım neler olcak, aaaa abisi geldi, o da melanetli bee :) hehe, uğur da ismet gibi yılkan için mi evden kaçtın dedi :) ooo uğur yılkan kavgası, ikisi de haklı yani, balık ağı fikri ne hoş :) oleey gölgeler geldiler, ben bu gölgeleri seviyorum, casper gibiler, hayaletler :) ay yaa naci deliiii :) neyse düzeldi, yılkan sempatikleşmeye başladı. nolcaaaak :)
YanıtlaSilEvet, melanet buydu, gerçekten trajedi dolu bir hayatı olmuş. :) İsmet' e gülüyorum ya çok bilmiş konuşuyor hep, Uğur da sorunlu bayağı. :) Gölgeleri sevmene sevindim, ben de çok seviyorum. :)) Naci geç olmadan düzeldi neyse ki. Yılkan yavaştan değişmeye başladı gerçekten. Güzel yorumun için teşekkürler. :)
Silen güzel bölümlerden biriydi, hikaye oldukça sürükleyici ve güzel yazılmış, tebrik ediyorum tekrar ve yeni bölümü bekliyorum :)
YanıtlaSilmelanet için üzüldüğümü de itiraf edebilirim :)
Güzel yorumun için teşekkür ederim. Sürükleyici olmasına sevindim. Melanetin yaşamı üzücüydü gerçekten. :)
SilGölgeler hazır Uğur'u ele geçirmişken onu da okuyup üfleselerdi keşke. Korkarım Uğur rahat durmayacak. Kasabalıyı da yanına alıp Yılkan'a geri dönüş yapabilir.
YanıtlaSilMelanetin doğumuna neden olan olay çok travmatik. Ruhun insanlara yaşattığı da keza öyle.
Hikaye güzel ilerliyor.
Emeklerinize sağlık :)
Evet, gölgeler Uğur' u da düzeltse iyi olurdu. Bakalım neler olacak başka? :)
SilGeçmişi kötü olsa da şimdi sebep oldukları da bayağı kötü. Güzel yorumum için teşekkürler. :)
Melanetin nasıl oluştuğunu öğrendik.. Yılkan' ın babasının kurtulmasına çok sevindim.. :)) Elinize sağlık arkadaşlar :)
YanıtlaSilMelanetin geçmişine yer vermek iyi oldu sanırım. Naci de kurtuldu artık, Yılkan rahatlar. Teşekkür ederiz güzel yorumun için. :))
SilEvet, biraz daha derinleşti hikaye. Melanet konusu aydınlandı. Naci' nin değişimi de iyi oldu, yanına yerleşirler artık. :) Çok teşekkür ederiz yorumun için. :))
YanıtlaSilOlayların sebebi Melanet'i tanımak güzel oldu:) Etkileyici bir bölümdü, tebrikler her ikinize de:)
YanıtlaSilTeşekkür ederiz güzel yorumunuz için. Etkileyici bulmanıza sevindim. :)
SilÇok etkileyici ve güzel bir bölümdü:))) Melanet'i merak ediyordum, çözüldü bu bölümde:))) Kaleminize sağlık:)))
YanıtlaSilTeşekkür ederiz kitapkesfi. Melanet aydınlandı iyice bu bölümde. :))
Sil