3 Nisan 2022 Pazar

Canas'ın Düşüşü (Kelime Oyunu 70)

 

 Kelime Oyununun bu haftaki kelimeleri: çember, sır, beden, deli, bilinç. Uygun kelimeler denk gelince yine eski karakterlerime ait bir öykü yazdım. Savaş Çığırtkanı'nı daha önce okumamış olanlar için spoiler içerir. :))




 Ay ışığının vurduğu sokakta hızlı adımlarla ilerliyor, insanların dikkatini çekmemeye çalışıyordu.  Pelerini sırtında dalgalanırken yüzünü saklamak için kapüşonunu iyice indirdi. İnsanların simalarına bile bakmıyor, bakışlarını aşağıda tutuyordu. Tanıdık yüzlerle karşılaşmaya şu an hazır değildi.

 Son olanlardan sonra aradan iki yıl geçmiş, düşünmek için çok vakti olmuştu. Geçmişi bir enkazdı onun için, bu yüzden kendine yeni bir gelecek inşa etme niyetindeydi. Geçirdiği o buhranlı vakitlerde zaman zaman delirmenin eşiğine geldiği olmuştu. Ayağa tekrar kalkmayı her zaman yanında olan genç kadına borçluydu. Dönüp ona baktığında endişeli olduğunu gördü.

 “Bunu yapmak istediğine emin misin? İçim pek rahat değil,” dedi Ezva.

 Her ne kadar yüzünü gizlemeye çalışsa da parlak yeşil gözleri dikkat çekiciydi. Ve Canas bu gözlere ne zaman baksa huzuru, yanlız olmadığını hissediyordu. Canas kararlı bir şekilde konuştu. “Sormana gerek var mı? Emin olmasam buraya gelmezdim.”

 “Eğer yakalanırsan her şey biter.”

 “Buna asla izin vermeyeceğim.”

 Uzun süredir peşinde oldukları adam onları bu şehre kadar getirmişti. Saraya bu kadar yakınken Canas’ın pek iyi hissettiği söylenemezdi ama kendine biçtiği görevi her şeyden çok önemsiyordu. Yıktıklarının bir telafisi  olarak görüyordu bunu. Kalabalığı aşarken tek derdi burada vakit kaybetmemekti. Farkında olmasa da suçluluk hissi tekrar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Hele de babasının ölümü aklına gelince sıcaklamaya başladı, boğazına bir yumru oturmuş gibiydi. Hislerini bastırmaya çalıştı.

 Kendisine çizdiği yol gereği bir süredir gizli çalışıyor, ülkeye sızan casusların, suçluların izini sürüyordu. Ezva’nın da yardımı ile onları etkisiz hale getiriyordu. Fakat kimliği açığa çıkacak olursa bu, ülke sınırlarının bile dışına taşacak büyük bir soruna sebep olurdu.

 “Puruna elindeki sahte elçilik belgesi ile saraya girmeye çalışacaktır. Bu iş için bir Algı Bozucu’nun seçilmesi manidar. Bir rastlantı sonucu bunu fark etmesem anlayamazdım.”

 “O Galnas’ın elçisi olarak görünüyor. Bunda hâlâ oranın eski liderinin parmağı olduğunu mu düşünüyorsun?”

 “Galnas’ın yeni lideri barışçı ve uzlaşmacı biri. Böyle bir işe kalkışacağını sanmam. Olsa olsa bir süre önce zindandan kaçtığını duyduğumuz eski lider yapmıştır bunu. Kardeşleriyle tekrar taht kavgasına girmek için güç toplama niyetinde olabilir.”

 “Onu yakalayıp sorgulamadan bundan emin olamayız ve Algı Bozucuları konuşturmak hiç kolay değildir.”

 Canas’ın yüz hatları gerildi, bakışları sertleşti. Farkında olmadan parmaklarıyla kılıcının kabzasını sıkmaya başlamıştı. “Ne olursa olsun onu konuşturacağım.” Ezva, onun bu konuda biraz duygusal davrandığının farkındaydı. Canas, geçmişteki ihaneti hiç unutmamıştı ve onlardan nefret ediyordu. “İstersen bugünlük bırakalım. Gece geç vakitte göze çarpmak istemeyiz. Kalacak bir yer bulalım,” dedi genç kadın. Canas istemese de onu dinledi.

 Puruna ertesi sabah konakladığı handan ayrılınca atına atlayıp saraya doğru yola koyuldu. Yolu yarılamışken etrafı saran sis tabakası dikkatini çekti. Önce aldırış etmese de iyice yoğunlaşan sis yüzünden hiçbir şey göremez oldu. At kişnemeye başlayınca eli hemen kınındaki kılıcına gitti. Silahını çekip aşağı atladı. Yaklaşan ayak seslerini işitiyordu. “Kim var orada?”

 “Tekrar karşılaştık Puruna.”

 Adam yüzünü göremese de sesin sahibini tanımıştı. “Beni mi takip ettin, ne istiyorsun? Hem adımı daha önce söylediğimi hiç hatırlamıyorum.”

 Birkaç adım daha attıktan sonra Canas’ın bedeni sislerin arasında açığa çıktı. Yüzü yine kapüşon ile yarı yarıya kapalıydı. Buna rağmen Puruna onun keskin yüz hatlarını unutmamıştı. Canas bir sır veriyor gibi gizemli ve tane tane konuştu.

 “Gemide ayak üstü sohbet ettiğimiz anı hatırladın mı? Bir eğitmen olduğunu ve yeni görev yerine gitmekte olduğunu söylemiştin.”

 “Doğru, ben de Sarmav Şehri’ne bu yüzden geldim.” Adam Canas’ın lafı daha da uzatacağını anlayıp sabırsızlanmıştı.

 “Yalan söyleyen bir insanı gözlerinden anlarım. Dahası o gün seni izlerken bir olaya şahit oldum. Gemide kavga çıkaran bir sarhoşa haddini bildirmek istedin ve onun aklıyla oynadın. Adam geminin batmakta olduğunu sanıp feryat etmeye başladı. Can simidine sarılıp aşağı atlayacakken zor durdurdum onu.”

 “Adam kafayı bulmuş, bunun benim suçum olduğunu nereden çıkardın? Hem bu sis de ne böyle, yoksa sen?” Puruna gerilmeye başlamıştı.

 “Daha bitirmedim. Şüphelendiğim için seni izlemeye başladım. Bil bakalım ne buldum?” Cebinden damgalı bir kağıt parçası çıkardı. “Bunu posta kuşuyla gönderdin. Durdurmak için onu avlamak zorunda kaldım, yazık oldu kuşa.”

 İyice öfkelenen Puruna boğmak istercesine Canas’a bakıyordu. O ise hiç aldırmadan devam etti. “Bir casussun sen. Eşyaların arasında belgeleri de gördüm. Lider Duve’nin adını kullanarak Butah’a dair bilgi toplamaya geldin. Araştırdığımda yolcu listesinde de gözükmüyordun, gemiye kaçak binmiştin. Seni yakalamak için gemiden inmeni bekledim fakat sen yine kurnazlık edip kimseye belli etmeden ortadan kayboldun.”

 “Bu saçmalıkları dinlemek istemiyorum. Çekil yolumdan!” Puruna hızla kılıcını savurdu, yakalandığı için küplere binmişti. “Kimsin sen?” Kılıç darbesinden kolayca sıyrılan Canas’ın dudakları yukarı kıvrıldı. “Yaşayan bir ölüyüm ben,” dedi kılıcını kendine siper ederek.

 İkisi de oldukça hızlı dövüşüyordu. Yerdeki nemli, toprak zeminde derin ayak izleri belirmişti. Bir süre sonra Canas ayaklarının altındaki toprakla birlikte yükseldiğini görünce şaşırmadı. Bunun sadece göz yanılması olduğunu biliyordu. Öne doğru bir adım attığında yine yerde olduğunu gördü. İkili arasındaki mücadele devam ederken Canas bu kez gökten üzerine büyük bir alev topunun düştüğünü gördü. Geçen her saniyede sıcaklık o kadar artıyordu ki kılıcı tutan eli gevşedi. Geçmişin anısı zihnine hücum etti, yine yanıyordu. Ateşi hızla yükseldi, elleri titriyordu. Nefes almakta bile zorlanıyordu. Baskıya daha fazla dayanamayıp kendini yana attığında bacağını bir şeyin kestiğini hissetti. Acıyla yerde yuvarlandığı sırada Ezva’nın atını süratle sürdüğünü gördü. Ters bir durumla karşılaşırsa müdahale etmek üzere geride bekliyordu. Saldırısı ile Puruna’yı bayılttı.

 Canas’ın yüzü acıyla kasıldı. Bacağındaki kesiğe eliyle bastırdı, kanı durdurması gerekiyordu. Sis yavaş yavaş etkisini kaybediyorken saray savaşçılarının yaklaştığını fark etti. “Kahretsin!” Etrafları sarılmış, çember içine alınıyorlardı. Atın üstünde ilerleyen Yenira okuyla nişan almıştı. Canas doğrudan ona saldırılmadığı sürece Yenira’nın karşılık vermeyeceğini iyi biliyordu. “Teslim olun!” diye bağırdı savaşçı.

 Ezva, Canas’ın uzattığı elini tuttu ve onu yukarı çekti. Hızla oradan uzaklaştılar fakat savaşçılar peşlerini bırakmaya niyetli değildi. Birkaç uyarı oku yanlarından fırlayıp geçti. Canas arkaya bir bakış attığında Puruna’nın yakalandığını gördü. Yine de içi rahat değildi, onun kim olduğunu bilmedikleri için kandırılmaları kaçınılmazdı. İzlerini kaybettirmeyi başardıklarında Canas düşüncelere daldı. “O adamı öylece bırakamam. Bir şekilde saraya girmem lazım.”

 “Bu çok riskli, ne söylediğinin farkında mısın? Hem yaralısın, bir yere gidemezsin.” Ezva hemen bez çantasından ilk yardım malzemelerini çıkarmaya başladı. Canas’ın başına buyruk, gözü kara hallerine alışmıştı. Yine de gerektiğinde onu dizginlemeye çalışırdı.

 Görkemli sarayda rutin işler devam ederken Puruna sorguya çekildi. Elçi olduğu anlaşılınca Lider Boratak’ın huzuruna çıkarıldı. Elçi sıfatıyla Butah’a geldiğini ve saldırıya uğradığını anlattı. Boratak o konuşurken sessizce dinledi, mavi gözlerinde şüphe vardı. “Saldırganın kim olduğunu söyleyebilir misin?”

 “Üzgünüm efendim, hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Fakat onun Sisle Yıkananlardan biri olduğunu düşünüyorum. Dövüş öncesinde aniden etrafımızda sis belirmişti.”

 “Demek öyle. Bu önemli bir konu.” Lider daha sonra yardımcısına döndü. “Onun kim olduğunu bulmalısın Yenira. Niyeti neymiş öğrenelim.”

 “Elimden geleni yapacağım.” Yenira o ikisini ellerinden kaçırdığı için kendine kızıyordu. Liderden izin isteyip huzurundan ayrıldı.

 Gece odasına çekilen Boratak durgundu. Odadaki göz alıcı, özel işlemeli eşyalar üstüne geliyordu adeta. Altın varaklı aynadaki yansımasına baktı. Kendi yüz hatlarında Canas’ı görür gibi oldu. Şu ana kadar tanıdığı tek bir Sisle Yıkanan vardı. O da savaşta gözlerinin önünde gitmişti. “Neden Canas?” diye fısıldadı. Bulunduğu konum sandığından da elini kolunu bağlıyordu. Sorumluluğun ağır yükünü alacağı her kararında hissediyordu. Üzerinde baskı olmadan, rahatça hareket edebildiği eski günlere özlem duyuyordu.

 İki gün sonra...

 Canas gece yarısından sonra sarayın yüksek duvarlarının karşısında dikiliyordu. Görünmez hale geçmişti ama ilk adımı atmak zor geliyordu. Yaşadığı yere dönmek hislerini pek de olumlu etkilememişti. Kendi hayatıyla birlikte pek çok şeyi mahvetmişken şimdi içeriye nasıl girebileceğini düşünüyordu. Sonunda ne amaçla buraya geldiğini anımsayıp harekete geçti.

 Sessizce içeriye girmeyi başardığında özel misafirlerin ağırlandığı batı kanadına yöneldi. Adımlarının ses çıkarmamasına özen göstererek karanlık koridorda ilerledi. Puruna’yı yatağında uyurken buldu. Kuvvetle ağzına bastırdı ve hançerini çıkardı. “Ses çıkarmadan beni dinle. Şimdi seninle dışarı çıkacağız. Bir hileye başvuracak olursan ölürsün.” Şok içindeki Puruna başını salladı hemen. Boynuna bastırılan soğuk hançerin derisine girmesine ramak kalmıştı. Canas adamın ağzını ve ellerini bağladı. Onun da zoraki yardımı ile kısa sürede dışarı çıktılar. “Sorgu zamanı,” dedi Canas. Sesinden bu anı sabırsızlıkla beklediği anlaşılıyordu. Soğuk terler döken Puruna içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın yollarını düşünüyordu. Ezva’nın beraberinde getirdiği ata binip uzaklaştılar.

 “Çabuk izleyelim onları! Lider Boratak’a da haber verin,” dedi dürbününü indiren Yenira. Yabancıyı içeriye girerken görememişti ama Puruna’yı sürüklercesine dışarı çıkarışını fark etmişti. Bu kez izlerini kaybetmeyecekti.

 Ormanın içlerine kadar ilerlediklerinde Canas takip edildiklerini anladı. Çok sayıda atlı savaşçı peşlerindeydi. Canas işini riske atmamak için kılıcının kabzasıyla sertçe Puruna’nın ensesine vurdu. Bilinci kapanan adamı atın sırtına yatırdı.

 Uçsuz bucaksız ormanın içindeki kovalamaca uzun sürdü, Canas iyice köşeye sıkışmıştı. Rotasını mecburen uçuruma doğru sürdü. Artık kaçış noktası kalmayınca atından indi, kılıcını çekti. Ezva da aynısını yaptı. “Ne yapacağız?” dedi kararsız halde.

 “Vakit kazanmalıyız, onlarla dövüşmeyi ben de istemiyorum.”

 Onlara yaklaşan Yenira atını durdurdu. Kapüşonluları süzdü, gece vakti yüzlerini görmek de zordu. Bir elinde meşale diğerinde kılıç ile ikisine yaklaştı. “Gizlice saraya girmenin suçunu biliyorsunuzdur sanırım. Yüzlerinizi açın hemen!”

  Canas sessizliğini korudu. Onun yerine Ezva konuştu. “Puruna bir casus, o hepinizi kandırıyor.” Yenira atın üstünde yatan adama baktı. “Siz kimsiniz peki? Bildiklerinizi paylaşmak yerine neden böyle bir yol seçtiniz?”

 “Size daha fazla şey anlatamam,” dedi Ezva çaresizce.

 “Puruna’yı bırakın, durumu araştıracağız. Yüzünüzü görmedikçe size güvenemem, gitmenize izin veremem.” Yenira meşaleyi yüzlerine doğru tuttu. Bir işaretiyle yanındaki savaşçı kapüşonu açmak için elini kaldırdı. Canas o anda kılıcını savurup saldırıya geçti. Ortalık bir anda karıştı. Yenira Canas’ın hamlesini durdurup onu geri püskürttü. Kısa süre önce yaralanmış olan Canas dengesini sağlamakta zorlanıyordu. Bacağına yiyeceği yeni bir darbeden zor kurtuldu. Rakiplerinin sayısı giderek artıyordu. “Daha nereye kadar bunu sürdüreceksin?” dedi Yenira. Dakikalar süren çarpışma sonunda Ezva da Canas da nefes nefese kalmıştı. İki tarafın da birbirine ölümcül darbeler indirmek istememesi dövüşü uzatıyordu.

 Canas’ın kafasından pek çok şey geçiyordu, özel gücünü kullansa çok daha fazla göze batacaktı. Yorgun halde dövüşürken az ileride beliren Boratak’ı görünce durdu. Kuzeni ile burada karşılaşmayı beklemiyordu. Boratak’ın sert bakışlarında meydan okuyan bir ifade vardı. Son gördüğünden beri pek az değişmişti. Sadece yüzündeki eski rahat ifade yoktu.

 İçi bir türlü rahat etmeyen Boratak bahsedilen gizemli kişiyi gelip kendi görmek istemişti. Ülkede çok sayıda Sisle Yıkanan olduğunu bilse de takıntısından kurtulamıyordu. Karşısındakinin yüzünü görse rahata erecekti. Atından atlayıp Canas’a doğru yürüdü. Savaşçılar da Canas’ın etrafını sardı. Boratak az önce onun yüzünü göstermemek için ne kadar çabaladığını görmüştü. Okunu çıkarıp göğsüne nişan aldı. “Kim olduğunu göster bana.” Canas’ın eli kapüşonuna gidince yüzünü açacağını düşünen  Boratak silahını biraz indirdi.

 Canas her şeyin burada sonlanmasına izin veremezdi. İnsanlar varlığından haberdar olduğu anda tekrar ruhsal bir yıkıma gireceğini biliyordu. Nefret dolu ve sorgulayıcı bakışlara maruz kalmayı, hayatının geri kalanını bir hiçliğin içinde yaşamayı istemiyordu. Yüzünü açtığı anda tüm savunma mekanizması çöker, yaşama arzusu biterdi.

  Çevik bir hareketle yanındaki Ezva’yı elinden yakaladı. Onun ne yapacağını anlayan Ezva direnmedi, onla koştu ve birlikte uçurumdan aşağı atladılar. Yukarıdakiler arkalarından ateşli oklar atarken Boratak bir anlığına Canas’ın rüzgarda açılan yüzünü gördü. “Ateşi durdurun!” diye bağırdı. Lider şaşkındı, hayal gördüğünü düşünüyordu. Bir süredir kafasına bunu taktığı için yanlış görmüş olmalıydı.

“Bir şey mi oldu, iyi misin?” dedi Yenira. Boratak uçurumdan atlayan ikilinin gözden kayboluşunu şok içinde izledi. Sonra kendini toparlamaya çalıştı. “İyiyim, bir sorun yok. Buradan düşen hiç kimse kurtulamaz zaten gidelim.”

 Yüzlerce metre yükseklikten aşağı düşerlerken Canas, Ezva’yı kaybetmemek için ona sıkıca tutunmuştu. “Üzgünüm!” diye bağırdı. Ezva korkusunu kontrol altına almaya çalışıyordu. Rüzgarın uğultusu kulaklarını doldurduğu için Canas’ı zor anlayabildi. Onun gözlerindeki şefkati, pişmanlığı görünce biraz olsun cesareti yerine geldi. Gücüne odaklandı ve düşmelerine az bir zaman kala etraflarında saydam tabaka oluşturmayı başardı. Yine de şiddetli çarpma yüzünden zırh hasar gördü. Canas sırt üstü düşmüştü, acı yüzünden birkaç saniye hareketsiz kaldıktan sonra gözleri hemen Ezva’yı aradı. Onun birkaç metre ötede yattığını gördü, kımıldamıyordu. “Ezva!” Telaşla doğruldu, sendeleyerek yanına gitti. “Uyan lütfen!” Canas ne yapacağını bilemez haldeydi. Ezva’ya bir şey olduğu gerçeğini kabullenmek istemiyordu. Bir süre sonra yeşil gözlerin aralandığını görünce derin bir nefes aldı. Genç kadının başını yerden kaldırıp bağrına bastırdı. “Çok şükür yaşıyorsun. Affet beni.” Nemli gözlerini elinin tersiyle sildi.

  Ezva güçlükle konuştu. “Her zaman yanında olmaya söz vermiştim. Affedilecek bir şey yok.”

 “Sana çok şey borçluyum. Söz veriyorum bir daha hayatını tehlikeye atmayacağım.”

 Ezva Canas’ın yardımı ile doğruldu. “Ben her şeyin farkında olarak yanında yer aldım. Sen cesur, tutkulu bir savaşçısın. Yapman gerekeni yapıyorsun ve buna kimse engel olamaz. Ben bile...”

 “Ama ben seninle yeniden doğruldum. Şu hayatta tek dayanağım sensin, seni de kaybedersem bir daha toparlanamam. Hırsımın ve korkumun gözlerimi kör etmesine izin vermemeliydim. Sen her şeyden değerlisin benim için, bunu geç anladığım için affet beni.”

 Canas’ın bu içten sözleri Ezva’nın onca zamandır beklediği şeydi. Heyecandan kalbi küt küt atarken ne diyeceğini bilemiyordu. Sırf onu bunaltmamak için hiçbir zaman karşılık beklediğine dair bir imada bulunmamıştı. Ezva sevdiği için çabalarken onun tarafından sevilmeyi beklememişti. Bu durumu o kadar kabullenmişti ki şimdi şaşkındı. Ufukta beliren gün ışığı adeta içinde açmış gibiydi. Sanki kalbinden dışarı bir şeyler taşıyordu. “Bunları senden duymak rüya gibi geliyor. Sen benim için hep ulaşılması imkansız bir noktadaydın. Aklın, ruhun hep başka yerdeydi. Buna rağmen seni sevmekten hiç vazgeçmedim.”

 Canas yaklaşıp Ezva’yı başından öptü. Kahverengi saçlardan yayılan çiçek kokusu içine doldu. En son ne zaman gerçek anlamda gülümsediğini hatırlamıyordu bile. Mutluluk ona çok uzak bir kavramdı ama şu an tüm dertlerini geride bırakmış gibiydi. Sahip olduğu güzelliklerin değerini anlamak için ellerinden kayıp gitmesini beklemeyecekti artık. “Hadi uzaklara gidelim, saklanmamızın gerekmediği yerlere.”


27 yorum:

  1. Canas sonunda güzel bir sona kavuşmuş oldu. Bunu hak ediyordu. Ezva'yı da çok sevdim. Güzel, hareketli ve heyecanlı bir bölümdü. Eski dostlarla yeniden karşılaşmışım gibi hissettirdi. Hayal gücüne sağlık canım. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun için teşekkür ederim canım. Beğenmene sevindim. :)) Canas da mutlu olsun artık istedim. Ezva çok anlayışlı ve iyiydi ona karşı. Geç olsa da sonunda hislerini açıkladı Canas. :)

      Sil
  2. oyyyy, eski dostlar, canası seviyorduk zaten, hım gizlice casus avcısı olmuş yani, canas ile ezva maraşlı ile mahur olsunlar :) seeen algı bozarsın haaa yakaladım seniiii purunaaa :) ayy yeniraaa :) oy canas ile ezva atladı, yüzünü göstermemek için ana boratak şüphelenmişti zaten :) ayyy iyi oldu, onlar erdi muradınaaa :) teşekkür yaaa nostalji yaptık valla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canas'ı yazmayı özlemişim ya ben de. :)) Casus avlıyorlardı evet. Maraşlı ve Mahur iyiymiş, pek izlememiştim ama onu. :) Boratak gördü ama hayal olduğunu sandı, kimseye bahsetmedi zaten. Sonunu havada kalmasın bari diye mutlu, romantik şekilde bitirdim. Ben teşekkür ederim güzel yorumun için. :)

      Sil
  3. böyleee daha kimlerin öyküleri gelcek ki acebası :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Henüz pek düşünmedim ama Ceddil'in de maceralarını yazmak istiyorum. En son yollara düşmüştü. :)

      Sil
    2. pekiii güzeeel onu da sevdiydik :)

      Sil
  4. XD Sihirbaz bir karakterin vardı ya onu da sevmiştim. Ben de bir istek alayım ehehe.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kısa öyküleri pek devam ettirmiyorum, orada bitti o. :))

      Sil
  5. Hikaye çok güzeldi, Savaş Çığırtkanı da çok güzeldi ama ah işte başlayamadım bir türlü en başından. Emeklerine sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, beğenmene sevindim. :) Savaş Çığırtkanı uzundu bayağı, baştan başlamak zor olur. :)

      Sil
  6. ilerde belki yine undine ile yazarsınız bişeyler, seviniriz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakalım kısmet belki Yılkan ve Zeynep yazarız bir ara. :))

      Sil
  7. Emeğinize sağlık, çok emek vermiş, göz nuru dökmüşsünüz.

    YanıtlaSil
  8. Çok güzeldi ya bu hikayeyi hala bitiremediğime çok hayıflanıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim. Uzun oldu roman o yüzden tüm bölümleri okumak zaman alır. Yazmak güzeldi yine de. :)

      Sil
  9. Çok akıcı yazıyorsun gerçekten Duygu'cum heyecanlı ve çok güzeldi yine, eline sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun için teşekkürler Erencim, beğenmene sevindim. :)

      Sil
  10. Çok güzel yazmışsın, çok beğendim, keyifle ve heyecanla okudum:))) Savaş Çığırtkanı'nı okumamıştım, bir ara onu da okuyayım:))) Kalemine sağlık:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun mutlu etti, çok teşekkür ederim. :)) Savaş Çığırtkanı uzun bir seriydi, çok karakter olunca şimdi ek bölümler yazıyorum. :)

      Sil
  11. Ne güzel yazmışsın, yorumun mutlu etti. :)) Canas'ı yazarken çok kararsızdım zaten, ölsün mü ölmesin mi derken ikinci bir şansı olsun istedim. Bu kadar bağlanmasam ölmüş olurdu ama. :))
    Ezva'ya çok şey borçlu Canas, mutlu bir sona kavuştular sonunda. :) Güzel yorumun için teşekkür ederim. 😊

    YanıtlaSil
  12. Ne kadar akıcı bir anlatım tebrikler 👏☺️

    YanıtlaSil

Rüya Günlükleri 4 (Hikaye)

 Merhabalar, seriye biraz ara vermiştim, devam edeyim dedim. İyi okumalar dilerim. 😊 (Selin, öğrenci, 14 yaşında)   Ormanda yürüyorum, hava...