9 Eylül 2021 Perşembe

Savaş Çığırtkanı 2 - 9.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 9

 

Hayat Kurtarmak- Butah

 

Birkaç yıl önce...

Canas için bir doğum günü kutlaması tertip edilmişti. Masalar donatılmış, her yer çiçeklerle süslenmişti. İnsanlar açık havada, büyük bir alana yayılmıştı. Herkes yüzünde gülümseme ve hayranlıkla Canas' ı izliyor, ağzından çıkan her sözü alkışlıyorlardı. Canas gördüğü ilgi karşısında mutluydu. Saygılarını sunan herkes etrafını hediye paketleriyle doldurmuştu. Birden tüm atmosfer değişti. Güneş sanki sönükleşmiş, ortam puslanmıştı. Aynı hızla bir tedirginlik sardı Canas’ ı. Tüm hediye paketleri ansızın yanmaya başladı. Sonra masalar, çiçekler her şey yandı. Kaçmak için uğraşan Canas yükselen kahkahalar karşısında irkildi, herkes onunla alay ediyordu. İnsanların kötücül bakışları içine kadar işliyordu. Sert sözler karşısında afalladı.

“Gördün mü nasıl da kandı sahte sözlerimize?

Kim onu gerçekten sevebilir ki?

Buraya sadece onun acizliğini görmeye geldik.

Bakın ne kadar da zavallı görünüyor.”

Donup kalan ve adeta olduğu yere çakılan Canas uyandığında hâlâ titremeye devam ediyordu. Öfkeden ve hissettiği korkunç utanç duygusundan...

Lider Canova o akşam yemeğe önemli kişileri davet etmişti. Ekonomi konusunda yetkin kişilerle görüşüp yeni kararlar almaya niyetliydi. Yeni uygulamalar konusunda diğer ülkelerin gerisinde kalmak istemiyordu. Herkes çoktan masaya geçmişken Canas içeriye girdi. “Affedersiniz geciktim,” diyerek masadaki yerini aldı. Yüzüne mahcup bir gülümseme yerleştirmişti. Misafirler de gülümseyerek onu selamladı. Birkaç saniye bekleyen Canova sanki hiçbir şey olmamış gibi sözlerine devam etti. “Anlayacağınız dar gelirli halkın toparlanmasına fırsat vermek istiyorum. Onlara çeşitli kolaylıklar sağlamalıyız.”

Konuşmayı bir süre dinleyen Canas söz aldı. “Eğer kabul ederseniz benim bir önerim var.” Tüm bakışlar ona döndü. “Önerini duymak isteriz,” dedi Canova. “Kırsal kesimde yaşayan insanların çoğu tarım ya da çeşitli zanaatlarla geçiniyor. Ancak kısıtlı kazanç elde edebiliyorlar. Düşük gelirlilerden vergi almayı keselim. Dışarıda ticaret yapmalarını kolaylaştıracak uygulamalar başlatalım. Ulaşım ve taşımacılıkta destek ödemeleri yapabiliriz. Hayvancılıkla uğraşanlar için de salgınlara karşı gerekli önlemleri alalım. Bu aralar salgınlar sıklaştı ve insanların kaybı çok oluyor.”

Herkes bir anlığına Canas’ ın teklifini düşündü. Canova sonunda gülümsedi. “Bir durum değerlendirmesi yapalım. Yıllık bütçemize ve imkanlarımıza uyarsa dediklerini yapabiliriz.”

Canas, babasının onayını alabildiğine sevindi. Bir süre daha sohbetle geçen yemeğin ardından herkes dağıldı. Misafirler dönüş yolunda Canas hakkında konuşuyorlardı. Bir süredir babasının izinden gittiği için onu takdir ediyorlardı. “Lider Canova güçlü bir lider yetiştiriyor. Canas hakkındaki olumsuz söylentiler geride kalacak gibi,” dedi içlerinden biri.

Eskiye nazaran baba oğul daha iyi anlaşıyordu. Tüm bunlar Canas’ ın babasının gözüne girmeye çalışmasının bir sonucuydu. Canas vaktini sık sık saray dışında geçiriyordu. Alasır, yani Kara Elçi eğitmenliği bırakalı çok olmuştu. Canas hem onla buluşmak hem de halkın arasına karışıp dedikoduları dinlemek için kılık değiştiriyordu. Canova’ ya ise halkı yakından tanımak ve sıkıntılarına çözüm bulabilmek için bu şekilde hareket ettiğini söylemişti. Babası da durumu hoş karşılayıp onu desteklemişti.

Bir akşamüstü Canas atını ormana sürdü. Gözlerden uzakta antrenman yapmak istiyordu. Mevsimin dönmesi ile kızıla bürünmüş ağaç yaprakları yerlere dökülüyordu. Etrafta kimsenin olmadığını görünce atını bir ağaca bağladı, yürümeye başladı. Yaprakların hüzünlü düşüşü, rüzgarın ıslık çalarak ilerlemesi yalnızlık hissini artırıyordu. Boynundan hiç çıkarmadığı kolyesini avucunun içine aldı. Ne zaman canı sıkılsa farkında olmadan bunu yapardı. Sonra düşünceleri kafasından attı.

Karşısındaki ağaca odaklanıp görünmez oldu. Uzun süredir çalıştığı için görünmezlik konusunda bayağı yol kat etmişti. Kılıcını yere bıraktı ve birbirine yakın duran iki ağaca doğru koştu. Ayaklarına verdiği güçle ilk ağacın gövdesinde iki adım yükselip kendini diğer ağaca attı. Çapraz şekilde oradan oraya atlayarak ve dallara tutunarak birkaç saniyede ilk ağacın tepesine ulaştı. Her zamankinden daha hızlı olduğunu fark edince rahatladı. Saraydan gizlice kaçmak artık onun için kolaylaşmıştı.

Ağacın tepesinden etrafı izlerken garip bir hareketlilik gözüne ilişti. Genç bir kız düşe kalka koşuyordu, yorgunluktan bitmiş haldeydi. Elinde sıkıca tuttuğu bir kese vardı. Kızın arkasından da haydut kılıklı birkaç adam koşuyordu. Adamlardan en önde olanı bağırdı. “Dur dedim sana! Daha ne kadar kaçabileceğini sanıyorsun?” Kız nefes nefese kalmıştı, bacakları onu daha fazla taşıyamayacaktı. Sonunda bir ağacın dibine çöktü. Terden sırılsıklam olan kahverengi saçları yüzüne yapışmıştı, yeşil gözleri korkuyla doluydu. Adamlar kısa sürede etrafını sardı. Kılıksız adam kızı saçından tuttu. “Hadi, ver onu bize. İşleri zorlaştırma.”

Kız keseyi avuçlarının arasında sıkıca tutuyordu. “Hayır, olmaz!” Adam kıza tam elinin tersiyle vuracakken yüzüne yediği darbe ile şaşkına döndü. Dudağının kenarı kanıyordu. Kızın saçlarını bırakınca karnına da bir tekme yedi ve diğer adamların üstüne savrulunca herkes korkuya kapıldı. “Bu kız bir cadı olmalı. Kaçalım!” diye bağırdı biri. Beti benzi atan adamlar arkalarına bile bakmadan kaçtı. Olan biteni şaşkınlıkla izleyen kız Canas görünür olduğunda daha da şaşırdı. “Bu nasıl olur?”

Canas kıza görünmek istememişti ama gücünü kısıtlı süre kullanabiliyordu. Adamların gözden kaybolduğunu görünce arkasını dönüp kıza baktı. “İyi misin?”

“Ama siz...”

Canas’ ın ifadesi ciddileşti. “Beni tanıyorsun demek. Lütfen bu aramızda kalsın.”

“Ta-tamam, kimseye söylemem. Hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim.”

Canas ifadesiz şekilde konuştu. “Kimdi onlar, senden ne istiyorlar?”

Kız keseyi açıp içindeki madalyonu çıkardı. “Bu, aile yadigarımız. Dünyada çok az kişide var. Söylentiye göre gizli bir yeraltı şehrinin kapısını açıyormuş. Orada ne olduğunu ise kimse bilmiyor, henüz keşfeden olmadı. Eğer bu, kötü insanların eline geçerse felaket olabilirmiş, yani dedem öyle söylerdi. O adamlar bir şekilde bu madalyondan haberdar oldu. Yaşadığım çiftliğe saldırdılar, yangın çıkardılar. Ailem son anda çıkabildi oradan ve onların başına daha fazla iş açılmasın diye saldırganları peşime taktım. Tam yakalandığım sırada siz karşıma çıktınız.”

“İlginç bir hikaye. Bir söylenti için hayatını böyle tehlikeye atman daha da ilginç.” Canas gözlerini kısarak adamların gözden kaybolduğu yere bir kez daha baktı.

“Dedem ölmeden önce bunu bana bırakırken ne olursa olsun kimsenin eline geçmemesi gerektiğini söylemişti.”

“Anlıyorum. Dikkatlice evine dön. Ben onları yakalarım, bir daha kimseyi rahatsız edemeyecekler.”

“Teşekkür ederim. Ama siz nasıl...”

Canas kıza döndü, bakışları yumuşamıştı. Konuşmasını kızın gözlerinin içine bakarak sürdürdü. “Bana daha fazla soru sorma olur mu? Unutma burada karşılaştığımızdan bir kişinin bile haberi olmayacak. Sana güvenebilir miyim?”

“Tabi efendim, bana güvenebilirsiniz.” Kız, Canas’ ın nazik tavrı karşısında etkilenmeden edemedi. Zaten o istemese bile insanların sırrını açığa çıkarabilecek biri değildi, hele de kendisine yardım eden birinin. Canas kızın sözleri üzerine gülümsedi ve atına doğru ilerlerken durdu. “Adın ne senin?”

“Ezva,” dedi kız. Canas’ ın gidişini izlerken hayranlıkla ona bakıyordu. Onu daha önce defalarca uzaktan görmüşken ilk kez konuşma fırsatı bulduğu için şanslı hissediyordu. Canas’ ın kaçan adamları yakalaması çok sürmedi. Hepsini etkisiz hale getirip çiftlik kundaklama ve hırsızlığa teşebbüsten zindana attırdı.

İlerleyen günlerde Canas daha fazla halk içine karışır oldu. Gözünde kalın çerçeveli bir gözlük, başında eski moda bir şapka ile tanınması zordu. Üzerinde de dizlerine kadar uzanan koyu renk, ince bir palto vardı. Pazar alanında dolaşırken çıkan rüzgardan sık sık eliyle şapkasını tutması gerekmişti. Sesini değiştirerek satıcıya para uzattı.

“Bayım aradığım birisi var. Son zamanlarda bu çevrede elinde satılık antikalar olduğundan bahseden birine rastladın mı?”

Satıcı paranın üstünü ve meyve torbasını uzatırken yanıt verdi. “Ben öyle birini görmedim fakat bir arkadaşım onun hakkında konuşulanları duymuş. Adamın elinde çok çeşitli antikalar varmış ve yerini gizliyormuş.” Satıcı Canas’ ı süzerek devam etti. “Sanırım siz de antikalarla ilgileniyorsunuz. Ama bu işe bulaşmanızı tavsiye etmem, o adamın kaçakçı olduğundan şüpheliyim.”

“Anlıyorum, dikkat edeceğim. Teşekkürler.”

Elindeki torbalarla ilerleyen Canas araştırmasına devam etti. Bir süredir aradığı bir suçlu vardı, tarihi eserleri kaçırıp, zenginlere satmaya çalışıyordu. İzini kolayca kaybettirdiği için yakalanmıyordu. Canas’ ın geldiği üçüncü şehirdi bu. Bu kadar uğraşmasının nedeni aslında hem suçluyu yakalayarak babasının gözüne girmek hem de halkın kendisi hakkındaki görüşlerini öğrenebilmekti. İlerideki tezgahta sohbet eden birkaç kişi vardı. Yavaşça onlara yaklaştı.

“Artık işlerimiz biraz daha açılacak. Bu, güzel bir gelişme. Ürünlerimizin elde kalma derdi olmayacak.”

“Lider Canova’ nın oğlu sayesinde. Ondan bu kadarını beklemezdim. Babası gibi çok düşünceli biri.”

“Okuldan atıldığından beri hakkında olumsuz çok şey söylendi. Babasına isyan edeceğini ortaya atanlar bile oldu. Kısa sürede bu kadar değiştiğine göre demek ki sonunda aklı başına gelmiş. Lider Canova onu bir güzel yontmuş olmalı.”

Canas sonuncu adamın sözleri üzerine bir anlığına yumruğunu sıktı. Sonra derin bir nefes alıp ruhsuz bir şekilde konuştu. “Gözleriniz çok az şey görür, kulaklarınız çok az şey duyar. Yine de her şeye hakim olduğunuzu sandığınız için ağzınız gereğinden fazla çalışır.”

Tezgahın sahibi öfkeyle ona döndü. “Ne dedin? Haddini aşıyorsun.”

“Sadece gerçeklerin görünenlerden farklı olabileceğini izah etmeye çalışıyorum.”

Diğer adam araya girdi. “Bize laf yetiştirene bak. Sen ne biliyorsun ki?” Bu laflar üzerine Canas soğuk şekilde gülümsedi. “Doğru, ben ne biliyorum ki?” Adamlar Canas uzaklaşırken öylece arkasından bakakaldılar. Hâlâ sinirli olsalar da Canas’ ın sakin ve soğuk tavırları karşısında kavga çıkarma dürtüleri yok olup gitmişti.

Sarmav Şehri’ ne geri dönen Canas, Kara Elçi’ nin ziyaretine gitti. İkisi mağaranın girişinde oturup sohbete daldı. Canas yüzündeki maskeyle bütünleşmiş gibiydi. Önceleri tüm yüzünü kapatan bu maske ona boğucu gelirdi. Şimdiyse maske taktığı anlarda kendisini daha güçlü, kararlı hissediyordu. Kara Elçi gururla Canas’ a baktı. “Yavaş yavaş herkesi ikna etmeyi başarıyorsun Avcı.”

“Başka şansım yok biliyorsun. Saygınlık elde etmeden ilerlemem zor. İnsanlara yaklaştıkça da onları daha iyi tanıyorum. Onların beklentilerine göre şekil almak, tüm olay burada bitiyor.”

“İnsanlar sadece beklentilerine yanıt bulduğunda saygı duyar, itaat eder. Biraz daha sabredersen büyük işler başaracağız. Canova’ nın yerini ne zaman alacağın çok önemli.”

“Biliyorum, planım hazır bile. Tüm liderleri iyi tanıdığımız için elimizde bir koz var. Herkesi birbirine düşürmek için en uygun liderler toplantısını beklemeliyiz. Çok vakit alacak olsa da Melmor’ da yapılacak toplantıyı beklemek en mantıklısı olacak.”

Kara Elçi sinsice gözlerini kıstı. “Demek öyle? Lider Saraç’ ın suçluluk duyacağı için iplerinin senin eline geçeceğini, Zorkan ve diğerlerinin zaten anlaşmazlık yaşayacağını öngörmüşsün. Lider Cender konusunda ne düşünüyorsun peki?”

“Onun aklını okumak zor. Bence göründüğünden zeki biri ama o bir şeyler fark etse bile diğerlerini ikna etmesi imkansız olacaktır. Yani imkansız olması için elimden geleni yapacağım.”

Kara Elçi beyaz bulutları izlerken düşüncelere daldı. “İşi aceleye getirip planların bozulmasını istemem. Dediğin gibi o günü bekleyelim, olacakları görmek için sabırsızlanıyorum.”

“Sabırsız olduğunun farkındayım ama her şeyi bana bırak. Adım adım zafere ilerleyişimi izle.”

***

Gece yarısı tüm sokaklar karanlıktı. Antikacı sokak arasındaki, üzerinde  nalbur yazan küçük dükkanına girdi. Bodrum katında çeşitli tarihi eserleri saklıyordu. Bu gece önemli bir satış gerçekleştirecekti. Bir müşterisi için önemli bir tabloyu eline geçirmişti. Şimdi tabloyu yüksek fiyata satacağı için zenginlik hayalleri kuruyordu. Tabloyu bir kumaşa dikkatle sarıp yukarı çıktı. Cebinden anahtarları çıkardı, dükkanı tam kapatacakken yüzündeki gülümseme soldu. Dükkanın camına birinin siluetinin yansıdığını görmüştü. Anahtarları bırakarak tabloyla birlikte sokağın diğer ucuna doğru koşmaya başladı.

“Siz şu taraftan gidin, önünü kesin,” diye bağırdı Canas. Antikacının peşine takıldığında onun çok hızlı koştuğunu gördü. Bir fare gibi oradan oraya kaçıyor, yakalanmıyordu. Canas uzun uğraşlar sonucu onu bulunca elinden kaçırmamak için görünmez oldu ve adama gizlice yaklaştı. Bir duvara tırmanmak üzere olan antikacı endişeli gözlerle sağa sola bakıyordu. Kimseyi göremeyince dikkatle tırmanmaya başladı. O sırada biri kendisini sertçe çekince yere düştü. Ne olduğunu anlamadığı için şaşkındı. Tekrar koşmaya başladığı sırada ayağı bir şeye takıldı yere kapaklandı. Antikacı yüzüne ve karnına yediği darbeler ile yerden kalkamaz hale geldi. Korkudan yalvarmaya başladığı sırada Canas yaklaşan koşma seslerini işitince sert bir yumrukla adamı bayılttı ve tekrar görünür oldu.

“Efendim biz de gürültüye koştuk. Onu yakalamışsınız.”

“Çok uğraştırdı beni. Onu bu hale getirmek zorunda kaldım. Götürün.”

Savaşçılar adamı tutup, götürdüler. Canas yerdeki tabloyu alıp arkalarından yürüdü. Antikacı kendine geldiğinde korkuyordu. Elleri, ayakları bağlanmış, at arabasında yatıyordu. Endişe içinde kendisine bir şeylerin musallat olduğunu, iddia etti. “Başını mı çarptın ne yaptın? Ne saçmalıyorsun?” dedi savaşçılardan biri. “Doğruyu söylüyorum,” diye inat etti antikacı.

Canas soğuk şekilde adama baktı. “Suçundan sıyrılmak için ruh sağlığının bozuk olduğunu göstermeye çalışıyor anlaşılan. Ciddiye almayın.”

Adam zindana atıldı ve sözlerine kimseyi inandıramadı. Dükkanındaki önemli tarihi eserler ilgili yerlere iade edildi. Lider Canova yemek masasında oğlunu bir kez daha tebrik etti. “Ayrıca haftaya doğum günün. Bu kez halka açık bir kutlama düzenlemeyi düşünüyorum. Ne dersin?”

“Bunu düşünmen beni mutlu etti.” Bir doğum günü kutlamasını hiç istemese de Canas minnettar şekilde babasına baktı.

“Peki, o halde. Hazırlıklara yarından itibaren başlasınlar. Bunun, insanların ilgisini çekeceğine eminim. Hem de son zamanlarda güzel işler başardın.” Canova’ nın içten gülümsemesine Canas’ ın sahte gülümsemesi eşlik ediyordu. Birkaç gün önce gördüğü rüyanın etkisi ile gerilen Canas bunu babasına belli etmemeye çalışıyordu. İnsanların alaycı sözleri zihninde canlanırken masanın altındaki yumruklarını sıktı.

Günler süren hazırlıkların ardından sarayın yakınındaki geniş, çimenlik alana insanlar akın etmeye başladı. Herkes lideri ve oğlunu yakından görebilmek için sabırsızlanıyordu. Büyük ziyafetin tadını çıkarmak için gelenler de vardı. Hediyelerini  sunduktan sonra büyük, yuvarlak masalara kuruldu herkes. Klasik müzik sesi alanı doldurdu. Canas ayağa kalkıp konuşma yaptı, geldikleri için misafirlere teşekkür etti. Konuşmasını bitirince herkes onu alkışladı. Tam o sırada Canas bir anlığına her yerin alevlerle sarılmış olduğunu gördü. Sadece bir anlığına... İrkildi ve gergin şekilde yerine oturdu. “İyi misin?” dedi Canova. “İyiyim baba,” dedi Canas. Geçen günkü rüyasını çoktan unutmuş, yıllar önceki anısına teslim olmuştu. Alevlerin sıcaklığını tüm bedeninde hissediyordu. Yüzünden soğuk terler boşaldı ve sessizce beklemeyi sürdürdü. O gün onun için zor geçti. Kimseye bir şey belli etmeden günü atlatabildiğinde rahatlamıştı.

10 yorum:

  1. Güzeldi anıları, eskiye dönük bölümler zevkli oluyor. Bir rüyayla başlangıç yapmışsın ya sondaki partide aynı o şekilde olsaydı? Canas'ın ifadesi yine bir tür maske olabilir miydi? Merak ettim şimdi bunu. :D Canas duygularını saklayan ifadeler kullandığı için her hareketi mi öyle diye düşünüyorum da ben. Ve kızı kurtarması hoştu. Kalemine, hayal gücüne sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Partiyi aynı şekilde yapmak istemedim ama öyle olsaydı sakinliğini koruyamazdı sanırım. :) Artık hayatı oyun gibi gördüğü için rol yapmayı içselleştirmiş. Biraz ürkütücü bir durum aslında. :) Yorumun için teşekkürler Mervecim. :)

      Sil
    2. Aslında sondaki ayrıntı(alevler) rüyasından öte annesinin acısını anımsatır türdendi ya bunu demeyi unutmuşum. Ah zavallı Canas...neyse. :D

      Sil
    3. Evet, sondaki alevler doğrudan geçmişi ile ilgiliydi. :)

      Sil
  2. hımms, her şey yanmaya başladı, hımms rüya imiş :) canas, canova, canas iyi bir teklif getirdi :) hım canas canovanın gözüne girmek istiyor :) ormanda görünmezlik çalışması :) ağacın tepesine oooo :) oleey canas kızı kurtardı :) madalyon hımmmm :) ezva ne güzel isim :) canas güzel plan, kaçakçıyı bulmak, halkın nabzını tutmak :) kara elçi, avcı, maskeli canas :) ooooo planlar planlar, ta önceden yani :)

    YanıtlaSil
  3. hımm antikacıyı güzel yakaladı, adam delirdi sandılar :) hımmm yine yangın hissi, hem rüya hem gerçek daha doğrusu geçmişin anısı :) sakin gibi ama gerilimli bölümdü :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu bölüm biraz daha sakindi aynen. :) Planların eskiye dayandığını, Canas' ın liderliğe doğru yavaş yavaş nasıl ilerlediğini göstermek istedim bu bölümde. :)
      Ezva ismini beğenmene sevindim. Birden aklıma geliverdi. :) Antikacıyı da deli yerine koydu Canas. Yorumun için teşekkür ederim. :))

      Sil
  4. Dizilerde yada filmlerde olduğu gibi aralarda geçmişe dönmek keyifli bir okuma sağlıyor:) Bu rüyanın nerede karşımıza çıkacağını da merak ediyorum:) Kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keyifli bulmanızı sevindim. Karakterlerin geçmişine yer verince hikayenin daha derinleştiğini düşünüyorum. Rüya kısmı daha çok Canas' ın sorunlu ruh halini göstermek içindi. Yorumunuz için teşekkür ederim. :)

      Sil
  5. Ezva' nın konuşmayacağına inandı Canas, yoksa susturmak için zarar verebilirdi. :) Canas biraz korkutucu gerçekten. Ne yapacağı belli olmuyor. :)

    YanıtlaSil

19 Dakika (Kitap)

   Kitap, çocukluğundan beri akran zorbalığına maruz kalan bir öğrencinin önceden tasarlayarak okul baskını yapması ve çok sayıda kişiyi öld...