BÖLÜM
9
Hayat Kurtarmak- Butah
Birkaç yıl önce...
Canas için bir doğum günü kutlaması tertip
edilmişti. Masalar donatılmış, her yer çiçeklerle süslenmişti. İnsanlar açık havada,
büyük bir alana yayılmıştı. Herkes yüzünde gülümseme ve hayranlıkla Canas' ı
izliyor, ağzından çıkan her sözü alkışlıyorlardı. Canas gördüğü ilgi karşısında
mutluydu. Saygılarını sunan herkes etrafını hediye paketleriyle doldurmuştu.
Birden tüm atmosfer değişti. Güneş sanki sönükleşmiş, ortam puslanmıştı. Aynı
hızla bir tedirginlik sardı Canas’ ı. Tüm hediye paketleri ansızın yanmaya
başladı. Sonra masalar, çiçekler her şey yandı. Kaçmak için uğraşan Canas
yükselen kahkahalar karşısında irkildi, herkes onunla alay ediyordu. İnsanların
kötücül bakışları içine kadar işliyordu. Sert sözler karşısında afalladı.
“Gördün mü nasıl da kandı sahte sözlerimize?
Kim onu gerçekten sevebilir ki?
Buraya sadece onun acizliğini görmeye geldik.
Bakın ne kadar da zavallı görünüyor.”
Donup kalan ve adeta olduğu yere çakılan
Canas uyandığında hâlâ titremeye devam ediyordu. Öfkeden ve hissettiği korkunç
utanç duygusundan...
Lider Canova o akşam yemeğe önemli kişileri
davet etmişti. Ekonomi konusunda yetkin kişilerle görüşüp yeni kararlar almaya
niyetliydi. Yeni uygulamalar konusunda diğer ülkelerin gerisinde kalmak
istemiyordu. Herkes çoktan masaya geçmişken Canas içeriye girdi. “Affedersiniz
geciktim,” diyerek masadaki yerini aldı. Yüzüne mahcup bir gülümseme
yerleştirmişti. Misafirler de gülümseyerek onu selamladı. Birkaç saniye
bekleyen Canova sanki hiçbir şey olmamış gibi sözlerine devam etti. “Anlayacağınız
dar gelirli halkın toparlanmasına fırsat vermek istiyorum. Onlara çeşitli
kolaylıklar sağlamalıyız.”
Konuşmayı bir süre dinleyen Canas söz aldı.
“Eğer kabul ederseniz benim bir önerim var.” Tüm bakışlar ona döndü. “Önerini
duymak isteriz,” dedi Canova. “Kırsal kesimde yaşayan insanların çoğu tarım ya
da çeşitli zanaatlarla geçiniyor. Ancak kısıtlı kazanç elde edebiliyorlar. Düşük
gelirlilerden vergi almayı keselim. Dışarıda ticaret yapmalarını kolaylaştıracak
uygulamalar başlatalım. Ulaşım ve taşımacılıkta destek ödemeleri yapabiliriz. Hayvancılıkla
uğraşanlar için de salgınlara karşı gerekli önlemleri alalım. Bu aralar
salgınlar sıklaştı ve insanların kaybı çok oluyor.”
Herkes bir anlığına Canas’ ın teklifini
düşündü. Canova sonunda gülümsedi. “Bir durum değerlendirmesi yapalım. Yıllık
bütçemize ve imkanlarımıza uyarsa dediklerini yapabiliriz.”
Canas, babasının onayını alabildiğine
sevindi. Bir süre daha sohbetle geçen yemeğin ardından herkes dağıldı. Misafirler
dönüş yolunda Canas hakkında konuşuyorlardı. Bir süredir babasının izinden
gittiği için onu takdir ediyorlardı. “Lider Canova güçlü bir lider
yetiştiriyor. Canas hakkındaki olumsuz söylentiler geride kalacak gibi,” dedi içlerinden
biri.
Eskiye nazaran baba oğul daha iyi anlaşıyordu.
Tüm bunlar Canas’ ın babasının gözüne girmeye çalışmasının bir sonucuydu. Canas
vaktini sık sık saray dışında geçiriyordu. Alasır, yani Kara Elçi eğitmenliği
bırakalı çok olmuştu. Canas hem onla buluşmak hem de halkın arasına karışıp
dedikoduları dinlemek için kılık değiştiriyordu. Canova’ ya ise halkı yakından tanımak
ve sıkıntılarına çözüm bulabilmek için bu şekilde hareket ettiğini söylemişti. Babası
da durumu hoş karşılayıp onu desteklemişti.
Bir akşamüstü Canas atını ormana sürdü. Gözlerden
uzakta antrenman yapmak istiyordu. Mevsimin dönmesi ile kızıla bürünmüş ağaç
yaprakları yerlere dökülüyordu. Etrafta kimsenin olmadığını görünce atını bir
ağaca bağladı, yürümeye başladı. Yaprakların hüzünlü düşüşü, rüzgarın ıslık
çalarak ilerlemesi yalnızlık hissini artırıyordu. Boynundan hiç çıkarmadığı kolyesini
avucunun içine aldı. Ne zaman canı sıkılsa farkında olmadan bunu yapardı. Sonra
düşünceleri kafasından attı.
Karşısındaki ağaca odaklanıp görünmez oldu. Uzun
süredir çalıştığı için görünmezlik konusunda bayağı yol kat etmişti. Kılıcını yere
bıraktı ve birbirine yakın duran iki ağaca doğru koştu. Ayaklarına verdiği
güçle ilk ağacın gövdesinde iki adım yükselip kendini diğer ağaca attı. Çapraz
şekilde oradan oraya atlayarak ve dallara tutunarak birkaç saniyede ilk ağacın
tepesine ulaştı. Her zamankinden daha hızlı olduğunu fark edince rahatladı. Saraydan
gizlice kaçmak artık onun için kolaylaşmıştı.
Ağacın tepesinden etrafı izlerken garip bir
hareketlilik gözüne ilişti. Genç bir kız düşe kalka koşuyordu, yorgunluktan
bitmiş haldeydi. Elinde sıkıca tuttuğu bir kese vardı. Kızın arkasından da haydut
kılıklı birkaç adam koşuyordu. Adamlardan en önde olanı bağırdı. “Dur dedim
sana! Daha ne kadar kaçabileceğini sanıyorsun?” Kız nefes nefese kalmıştı,
bacakları onu daha fazla taşıyamayacaktı. Sonunda bir ağacın dibine çöktü. Terden
sırılsıklam olan kahverengi saçları yüzüne yapışmıştı, yeşil gözleri korkuyla
doluydu. Adamlar kısa sürede etrafını sardı. Kılıksız adam kızı saçından tuttu.
“Hadi, ver onu bize. İşleri zorlaştırma.”
Kız keseyi avuçlarının arasında sıkıca
tutuyordu. “Hayır, olmaz!” Adam kıza tam elinin tersiyle vuracakken yüzüne
yediği darbe ile şaşkına döndü. Dudağının kenarı kanıyordu. Kızın saçlarını
bırakınca karnına da bir tekme yedi ve diğer adamların üstüne savrulunca herkes
korkuya kapıldı. “Bu kız bir cadı olmalı. Kaçalım!” diye bağırdı biri. Beti
benzi atan adamlar arkalarına bile bakmadan kaçtı. Olan biteni şaşkınlıkla
izleyen kız Canas görünür olduğunda daha da şaşırdı. “Bu nasıl olur?”
Canas kıza görünmek istememişti ama gücünü
kısıtlı süre kullanabiliyordu. Adamların gözden kaybolduğunu görünce arkasını
dönüp kıza baktı. “İyi misin?”
“Ama siz...”
Canas’ ın ifadesi ciddileşti. “Beni
tanıyorsun demek. Lütfen bu aramızda kalsın.”
“Ta-tamam, kimseye söylemem. Hayatımı kurtardığınız
için teşekkür ederim.”
Canas ifadesiz şekilde konuştu. “Kimdi onlar,
senden ne istiyorlar?”
Kız keseyi açıp içindeki madalyonu çıkardı. “Bu,
aile yadigarımız. Dünyada çok az kişide var. Söylentiye göre gizli bir yeraltı
şehrinin kapısını açıyormuş. Orada ne olduğunu ise kimse bilmiyor, henüz
keşfeden olmadı. Eğer bu, kötü insanların eline geçerse felaket olabilirmiş,
yani dedem öyle söylerdi. O adamlar bir şekilde bu madalyondan haberdar oldu. Yaşadığım
çiftliğe saldırdılar, yangın çıkardılar. Ailem son anda çıkabildi oradan ve onların
başına daha fazla iş açılmasın diye saldırganları peşime taktım. Tam
yakalandığım sırada siz karşıma çıktınız.”
“İlginç bir hikaye. Bir söylenti için
hayatını böyle tehlikeye atman daha da ilginç.” Canas gözlerini kısarak
adamların gözden kaybolduğu yere bir kez daha baktı.
“Dedem ölmeden önce bunu bana bırakırken ne
olursa olsun kimsenin eline geçmemesi gerektiğini söylemişti.”
“Anlıyorum. Dikkatlice evine dön. Ben onları
yakalarım, bir daha kimseyi rahatsız edemeyecekler.”
“Teşekkür ederim. Ama siz nasıl...”
Canas kıza döndü, bakışları yumuşamıştı. Konuşmasını
kızın gözlerinin içine bakarak sürdürdü. “Bana daha fazla soru sorma olur mu? Unutma
burada karşılaştığımızdan bir kişinin bile haberi olmayacak. Sana güvenebilir
miyim?”
“Tabi efendim, bana güvenebilirsiniz.” Kız,
Canas’ ın nazik tavrı karşısında etkilenmeden edemedi. Zaten o istemese bile
insanların sırrını açığa çıkarabilecek biri değildi, hele de kendisine yardım
eden birinin. Canas kızın sözleri üzerine gülümsedi ve atına doğru ilerlerken
durdu. “Adın ne senin?”
“Ezva,” dedi kız. Canas’ ın gidişini izlerken
hayranlıkla ona bakıyordu. Onu daha önce defalarca uzaktan görmüşken ilk kez
konuşma fırsatı bulduğu için şanslı hissediyordu. Canas’ ın kaçan adamları
yakalaması çok sürmedi. Hepsini etkisiz hale getirip çiftlik kundaklama ve
hırsızlığa teşebbüsten zindana attırdı.
İlerleyen günlerde Canas daha fazla halk
içine karışır oldu. Gözünde kalın çerçeveli bir gözlük, başında eski moda bir
şapka ile tanınması zordu. Üzerinde de dizlerine kadar uzanan koyu renk, ince
bir palto vardı. Pazar alanında dolaşırken çıkan rüzgardan sık sık eliyle
şapkasını tutması gerekmişti. Sesini değiştirerek satıcıya para uzattı.
“Bayım aradığım birisi var. Son zamanlarda bu
çevrede elinde satılık antikalar olduğundan bahseden birine rastladın mı?”
Satıcı paranın üstünü ve meyve torbasını
uzatırken yanıt verdi. “Ben öyle birini görmedim fakat bir arkadaşım onun
hakkında konuşulanları duymuş. Adamın elinde çok çeşitli antikalar varmış ve
yerini gizliyormuş.” Satıcı Canas’ ı süzerek devam etti. “Sanırım siz de
antikalarla ilgileniyorsunuz. Ama bu işe bulaşmanızı tavsiye etmem, o adamın kaçakçı
olduğundan şüpheliyim.”
“Anlıyorum, dikkat edeceğim. Teşekkürler.”
Elindeki torbalarla ilerleyen Canas araştırmasına
devam etti. Bir süredir aradığı bir suçlu vardı, tarihi eserleri kaçırıp,
zenginlere satmaya çalışıyordu. İzini kolayca kaybettirdiği için
yakalanmıyordu. Canas’ ın geldiği üçüncü şehirdi bu. Bu kadar uğraşmasının
nedeni aslında hem suçluyu yakalayarak babasının gözüne girmek hem de halkın
kendisi hakkındaki görüşlerini öğrenebilmekti. İlerideki tezgahta sohbet eden
birkaç kişi vardı. Yavaşça onlara yaklaştı.
“Artık işlerimiz biraz daha açılacak. Bu,
güzel bir gelişme. Ürünlerimizin elde kalma derdi olmayacak.”
“Lider Canova’ nın oğlu sayesinde. Ondan bu
kadarını beklemezdim. Babası gibi çok düşünceli biri.”
“Okuldan atıldığından beri hakkında olumsuz
çok şey söylendi. Babasına isyan edeceğini ortaya atanlar bile oldu. Kısa
sürede bu kadar değiştiğine göre demek ki sonunda aklı başına gelmiş. Lider
Canova onu bir güzel yontmuş olmalı.”
Canas sonuncu adamın sözleri üzerine bir
anlığına yumruğunu sıktı. Sonra derin bir nefes alıp ruhsuz bir şekilde
konuştu. “Gözleriniz çok az şey görür, kulaklarınız çok az şey duyar. Yine de her
şeye hakim olduğunuzu sandığınız için ağzınız gereğinden fazla çalışır.”
Tezgahın sahibi öfkeyle ona döndü. “Ne dedin?
Haddini aşıyorsun.”
“Sadece gerçeklerin görünenlerden farklı
olabileceğini izah etmeye çalışıyorum.”
Diğer adam araya girdi. “Bize laf yetiştirene
bak. Sen ne biliyorsun ki?” Bu laflar üzerine Canas soğuk şekilde gülümsedi. “Doğru,
ben ne biliyorum ki?” Adamlar Canas uzaklaşırken öylece arkasından
bakakaldılar. Hâlâ sinirli olsalar da Canas’ ın sakin ve soğuk tavırları
karşısında kavga çıkarma dürtüleri yok olup gitmişti.
Sarmav Şehri’ ne geri dönen Canas, Kara Elçi’
nin ziyaretine gitti. İkisi mağaranın girişinde oturup sohbete daldı. Canas
yüzündeki maskeyle bütünleşmiş gibiydi. Önceleri tüm yüzünü kapatan bu maske ona
boğucu gelirdi. Şimdiyse maske taktığı anlarda kendisini daha güçlü, kararlı
hissediyordu. Kara Elçi gururla Canas’ a baktı. “Yavaş yavaş herkesi ikna
etmeyi başarıyorsun Avcı.”
“Başka şansım yok biliyorsun. Saygınlık elde
etmeden ilerlemem zor. İnsanlara yaklaştıkça da onları daha iyi tanıyorum.
Onların beklentilerine göre şekil almak, tüm olay burada bitiyor.”
“İnsanlar sadece beklentilerine yanıt
bulduğunda saygı duyar, itaat eder. Biraz daha sabredersen büyük işler
başaracağız. Canova’ nın yerini ne zaman alacağın çok önemli.”
“Biliyorum, planım hazır bile. Tüm liderleri iyi
tanıdığımız için elimizde bir koz var. Herkesi birbirine düşürmek için en uygun
liderler toplantısını beklemeliyiz. Çok vakit alacak olsa da Melmor’ da
yapılacak toplantıyı beklemek en mantıklısı olacak.”
Kara Elçi sinsice gözlerini kıstı. “Demek
öyle? Lider Saraç’ ın suçluluk duyacağı için iplerinin senin eline geçeceğini, Zorkan
ve diğerlerinin zaten anlaşmazlık yaşayacağını öngörmüşsün. Lider Cender
konusunda ne düşünüyorsun peki?”
“Onun aklını okumak zor. Bence göründüğünden
zeki biri ama o bir şeyler fark etse bile diğerlerini ikna etmesi imkansız
olacaktır. Yani imkansız olması için elimden geleni yapacağım.”
Kara Elçi beyaz bulutları izlerken
düşüncelere daldı. “İşi aceleye getirip planların bozulmasını istemem. Dediğin
gibi o günü bekleyelim, olacakları görmek için sabırsızlanıyorum.”
“Sabırsız olduğunun farkındayım ama her şeyi
bana bırak. Adım adım zafere ilerleyişimi izle.”
***
Gece yarısı tüm sokaklar karanlıktı. Antikacı
sokak arasındaki, üzerinde nalbur
yazan küçük dükkanına girdi. Bodrum katında çeşitli tarihi eserleri saklıyordu.
Bu gece önemli bir satış gerçekleştirecekti. Bir müşterisi için önemli bir
tabloyu eline geçirmişti. Şimdi tabloyu yüksek fiyata satacağı için zenginlik
hayalleri kuruyordu. Tabloyu bir kumaşa dikkatle sarıp yukarı çıktı. Cebinden anahtarları
çıkardı, dükkanı tam kapatacakken yüzündeki gülümseme soldu. Dükkanın camına
birinin siluetinin yansıdığını görmüştü. Anahtarları bırakarak tabloyla birlikte
sokağın diğer ucuna doğru koşmaya başladı.
“Siz şu taraftan gidin, önünü kesin,” diye
bağırdı Canas. Antikacının peşine takıldığında onun çok hızlı koştuğunu gördü. Bir
fare gibi oradan oraya kaçıyor, yakalanmıyordu. Canas uzun uğraşlar sonucu onu bulunca
elinden kaçırmamak için görünmez oldu ve adama gizlice yaklaştı. Bir duvara
tırmanmak üzere olan antikacı endişeli gözlerle sağa sola bakıyordu. Kimseyi göremeyince
dikkatle tırmanmaya başladı. O sırada biri kendisini sertçe çekince yere düştü.
Ne olduğunu anlamadığı için şaşkındı. Tekrar koşmaya başladığı sırada ayağı bir
şeye takıldı yere kapaklandı. Antikacı yüzüne ve karnına yediği darbeler ile yerden
kalkamaz hale geldi. Korkudan yalvarmaya başladığı sırada Canas yaklaşan koşma
seslerini işitince sert bir yumrukla adamı bayılttı ve tekrar görünür oldu.
“Efendim biz de gürültüye koştuk. Onu yakalamışsınız.”
“Çok uğraştırdı beni. Onu bu hale getirmek
zorunda kaldım. Götürün.”
Savaşçılar adamı tutup, götürdüler. Canas
yerdeki tabloyu alıp arkalarından yürüdü. Antikacı kendine geldiğinde
korkuyordu. Elleri, ayakları bağlanmış, at arabasında yatıyordu. Endişe içinde
kendisine bir şeylerin musallat olduğunu, iddia etti. “Başını mı çarptın ne yaptın?
Ne saçmalıyorsun?” dedi savaşçılardan biri. “Doğruyu söylüyorum,” diye inat etti
antikacı.
Canas soğuk şekilde adama baktı. “Suçundan
sıyrılmak için ruh sağlığının bozuk olduğunu göstermeye çalışıyor anlaşılan. Ciddiye
almayın.”
Adam zindana atıldı ve sözlerine kimseyi inandıramadı.
Dükkanındaki önemli tarihi eserler ilgili yerlere iade edildi. Lider Canova
yemek masasında oğlunu bir kez daha tebrik etti. “Ayrıca haftaya doğum günün. Bu
kez halka açık bir kutlama düzenlemeyi düşünüyorum. Ne dersin?”
“Bunu düşünmen beni mutlu etti.” Bir doğum günü
kutlamasını hiç istemese de Canas minnettar şekilde babasına baktı.
“Peki, o halde. Hazırlıklara yarından
itibaren başlasınlar. Bunun, insanların ilgisini çekeceğine eminim. Hem de son
zamanlarda güzel işler başardın.” Canova’ nın içten gülümsemesine Canas’ ın
sahte gülümsemesi eşlik ediyordu. Birkaç gün önce gördüğü rüyanın etkisi ile
gerilen Canas bunu babasına belli etmemeye çalışıyordu. İnsanların alaycı
sözleri zihninde canlanırken masanın altındaki yumruklarını sıktı.
Günler süren hazırlıkların ardından sarayın yakınındaki
geniş, çimenlik alana insanlar akın etmeye başladı. Herkes lideri ve oğlunu
yakından görebilmek için sabırsızlanıyordu. Büyük ziyafetin tadını çıkarmak
için gelenler de vardı. Hediyelerini
sunduktan sonra büyük, yuvarlak masalara kuruldu herkes. Klasik müzik
sesi alanı doldurdu. Canas ayağa kalkıp konuşma yaptı, geldikleri için
misafirlere teşekkür etti. Konuşmasını bitirince herkes onu alkışladı. Tam o
sırada Canas bir anlığına her yerin alevlerle sarılmış olduğunu gördü. Sadece bir
anlığına... İrkildi ve gergin şekilde yerine oturdu. “İyi misin?” dedi Canova.
“İyiyim baba,” dedi Canas. Geçen günkü rüyasını çoktan unutmuş, yıllar önceki
anısına teslim olmuştu. Alevlerin sıcaklığını tüm bedeninde hissediyordu. Yüzünden
soğuk terler boşaldı ve sessizce beklemeyi sürdürdü. O gün onun için zor geçti.
Kimseye bir şey belli etmeden günü atlatabildiğinde rahatlamıştı.
Güzeldi anıları, eskiye dönük bölümler zevkli oluyor. Bir rüyayla başlangıç yapmışsın ya sondaki partide aynı o şekilde olsaydı? Canas'ın ifadesi yine bir tür maske olabilir miydi? Merak ettim şimdi bunu. :D Canas duygularını saklayan ifadeler kullandığı için her hareketi mi öyle diye düşünüyorum da ben. Ve kızı kurtarması hoştu. Kalemine, hayal gücüne sağlık.
YanıtlaSilPartiyi aynı şekilde yapmak istemedim ama öyle olsaydı sakinliğini koruyamazdı sanırım. :) Artık hayatı oyun gibi gördüğü için rol yapmayı içselleştirmiş. Biraz ürkütücü bir durum aslında. :) Yorumun için teşekkürler Mervecim. :)
SilAslında sondaki ayrıntı(alevler) rüyasından öte annesinin acısını anımsatır türdendi ya bunu demeyi unutmuşum. Ah zavallı Canas...neyse. :D
SilEvet, sondaki alevler doğrudan geçmişi ile ilgiliydi. :)
Silhımms, her şey yanmaya başladı, hımms rüya imiş :) canas, canova, canas iyi bir teklif getirdi :) hım canas canovanın gözüne girmek istiyor :) ormanda görünmezlik çalışması :) ağacın tepesine oooo :) oleey canas kızı kurtardı :) madalyon hımmmm :) ezva ne güzel isim :) canas güzel plan, kaçakçıyı bulmak, halkın nabzını tutmak :) kara elçi, avcı, maskeli canas :) ooooo planlar planlar, ta önceden yani :)
YanıtlaSilhımm antikacıyı güzel yakaladı, adam delirdi sandılar :) hımmm yine yangın hissi, hem rüya hem gerçek daha doğrusu geçmişin anısı :) sakin gibi ama gerilimli bölümdü :)
YanıtlaSilBu bölüm biraz daha sakindi aynen. :) Planların eskiye dayandığını, Canas' ın liderliğe doğru yavaş yavaş nasıl ilerlediğini göstermek istedim bu bölümde. :)
SilEzva ismini beğenmene sevindim. Birden aklıma geliverdi. :) Antikacıyı da deli yerine koydu Canas. Yorumun için teşekkür ederim. :))
Dizilerde yada filmlerde olduğu gibi aralarda geçmişe dönmek keyifli bir okuma sağlıyor:) Bu rüyanın nerede karşımıza çıkacağını da merak ediyorum:) Kaleminize sağlık:)
YanıtlaSilKeyifli bulmanızı sevindim. Karakterlerin geçmişine yer verince hikayenin daha derinleştiğini düşünüyorum. Rüya kısmı daha çok Canas' ın sorunlu ruh halini göstermek içindi. Yorumunuz için teşekkür ederim. :)
SilEzva' nın konuşmayacağına inandı Canas, yoksa susturmak için zarar verebilirdi. :) Canas biraz korkutucu gerçekten. Ne yapacağı belli olmuyor. :)
YanıtlaSil