BÖLÜM
10
Garnap’ ın Buhranı
22 yıl önce...
Gecenin karanlığı herhangi bir şey görmeyi
zorlaştırıyordu. Biri çocuk olmak üzere üç kişi izini kaybettirmeye
çalışıyordu. Günlerdir yoldaydılar ve çocuk sürüklenircesine götürülmekten yorulmuştu.
Annesinin elini bırakıp durdu. “Anne çok yoruldum. Daha ne kadar gideceğiz?”
Dilyan oğlunun başını okşadı. Endişeliydi. “Duramayız
oğlum, anlamalısın. Başımız dertte.”
“Peşimizde kim var?” dedi Garnap.
“Onlar kötü, çok kötü.” Kadının ağzından
başka şey çıkmadı. Elini Garnap’ ın omzuna attı. “Hadi canım, gidelim.”
Drah, ailesi için endişeliydi. Sık sık ardına
bakıyor takip edilip edilmediklerini kontrol ediyordu, sadece ay ışığı ve
yıldızların aydınlığında bu ne kadar mümkünse. Yolda saatlerdir bir kişiye bile
rastlamamışlardı. Yardım isteyebilecekleri kimse yoktu ve perişan haldeydiler. “Korkmayın.
Onları atlatıp tekrar huzurlu günlerimize döneceğiz,” dedi Drah.
İyice acıkan Garnap daha ne kadar
dayanacağını bilmiyordu. Tökezleyip yere düşünce babası elinden tutup kaldırdı.
Bir tarafı uçurum olan ıssız arazi Garnap’ ı ürkütüyordu. Uzaktan gelen yırtıcı
hayvanların uğultusu korkusunu artırdı. Etraftaki yapraksız, kurumuş ağaçların
dalları rüzgardan eğiliyordu. Drah eğilip Garnap’ ı sırtına aldı, karısının
elini tuttu. Bir süre daha ilerleyince karşılarına yıkık dökük, bir kısmı yanık
bir kulübe çıktı. Geceyi orada geçirmeye karar verdiler.
Daha içeri adım atar atmaz yanık ve küf
kokusu Garnap’ ın burnunu sızlattı. Drah, cama yaklaşıp perdenin aralığından
dışarı baktı. Belindeki hançeri sıkıca tutuyordu. Dilyan kendini oğlunun yanına
bıraktı, ayakları çok ağrımıştı. Sonra Garnap’ ın başını öptü. “Çok acıktın
değil mi? Sabah olur olmaz baban yiyecek bir şeyler bulur. Şimdi uyu, dinlen.”
“Tamam anne,” dedi Garnap esneyerek. Açlıktan
ölecek gibi hissetse de gözleri kapanıyordu. Yerdeki ince şiltenin üzerine
kıvrılıp yattı. “Sen de uyu, ben bekleyeceğim,” dedi Drah. Kadın da oğlunun
yanına uzandı. Her yeri sızlıyordu ama kısa sürede uykuya daldı. Bir süre sonra
dayanamayan Drah da oturdu ve ahşap duvara sırtını verip uyumaya başladı.
İlerleyen saatlerde Garnap ansızın uyandı.
Fısıltılar duyuyordu. Sesler hem uzaktan hem yakından geliyor gibiydi. “Bu
kulübede olabilirler, bakın içeriye. Yakaladığınız gibi öldürün o ikisini.” Ayak
sesleri giderek yaklaşıyordu. Kınından çıkan kılıçların sesini, adamların nefesi
alışverişini, rüzgarın uğultusunu, uzaktaki bir baykuşun ötüşünü, her şeyi
işitiyordu. Garnap’ ın gözleri dehşetle açıldı ve haykırdı. “Buldular bizi!
Geliyorlar, kalkın!”
Drah sıçrayarak uyandı ve silahına sarıldı.
Camdan dışarı bakınca birkaç adamın sinsice yaklaştığını fark etti. Telaşa
kapıldı. Hemen arka cama koşup eşini ve oğlunu oradan çıkardı. “Arkanıza bile
bakmadan koşun. Ben onları oyalarım.”
Kadın eşine hüzünle baktı ve Garnap’ ın elini
sıkıca tuttu. İkisi birlikte korku içinde koşmaya başladılar. Garnap endişeliydi.
“Anne babama ne olacak?” Annesinin teskin edici sözlerini işitmedi. O sırada kulübedeki
sesleri duyuyordu.
“Sonunda bulduk sizi. Daha ne kadar elimizden
kaçacağınızı sandınız?”
“Garnap sıradan bir çocuk. Rahat bırakın
bizi.”
“Yalan söyleme. Onun özel bir gücü olduğunu biliyoruz.”
“Yok öyle bir şey.” Drah, sonuna kadar inkar edecekti.
“Çocuğu bize verseydiniz canınızı bağışlayacaktık.
Artık çok geç.”
Garnap aralarında kısa bir mücadele olduğunu
ve ardından gelen kesilme seslerini işitti. Babasının acı içindeki haykırışları
yavaşça kesildi.
“Garnap ne oldu? Kendine gel, koş!”
Şok içindeki çocuk annesini duymuyordu.
Titreyen göz bebekleri ardına kadar açılmıştı. Korkudan konuşamıyordu. Titrek
dudaklarının arasından bir mırıltı işitildi sadece. “Her şeyi duydum.”
Dilyan kolundan tutup çekti. Neler olduğunu
anlamıştı. Hıçkırarak ağlarken bir yandan koşuyordu. Kısa sürede adamlar
peşlerine takıldı. Istıraplı kaçış sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Garnap birkaç
adım daha atabileceğini sanmıyordu. Ayağı takıldı yere kapaklandı. Birkaç
saniye sonra etrafları sarıldı. Kadın oğlunun elini tutup geri geri gitti.
Arkaları uçurumdu. Korku dolu gözlerle aşağıya baktı kadın, kaçacak yerleri
kalmamıştı.
“Çocuğu bize ver!” dedi adam elini uzatarak. Ufukta
günün ilk ışığı belirmeye başlamıştı. “Hayır!” Kadın daha sıkı tuttu oğlunun
elini ve biraz daha uçuruma yaklaştı. İri yarı adam iyice onlara yaklaştı ve zorla
çocuğu kadının elinden aldı. Bir başkası kadının direnmesine fırsat vermeden
onu sertçe itti. Dilyan uçurumdan aşağı yuvarlanırken Garnap kendini kaybetmiş
halde feryadı bastı. Sesin şiddetinden sanki içlerine bomba atılmış gibi
adamlar geriye savrulup yere düştü. Birisi başını çarptığı için hareketsiz yatıyordu,
birisi artık hiç işitmiyordu. Adamlar toparlanmadan Garnap kaçmaya başladı.
Olanlar tekrar tekrar gözünde canlanırken ayaklarının götürdüğü yere gidiyordu.
Saatler sonra bir balıkçı onu bir ağacın
dibinde otururken buldu. Adamı birden karşısında gören Garnap endişe içinde
yerinden fırladı, ağaca yaslandı. Onun bakışlarındaki ifadeyi gören adam kötü
bir şeyler olduğunu anlamıştı.
“Tek başına burada ne yapıyorsun? Kimsen yok
mu?”
Korkudan titreyen Garnap cevap vermedi. Annesinin
yere düşene kadar geçen sürede tüm çığlığını işitmişti. Sonra sert bir çarpma
sesi ile her şey susmuştu. Zihni o anda kalan çocuk karşısındaki kişiye
odaklanmakta zorlanıyordu. Balıkçı, Garnap’ ın haline çok üzüldü. Yavaşça elini
tutup onu götürdü. Tek başına yaşayan balıkçının o gün uzak yoldan gelen bir
misafiri vardı. Balıkçı güzel bir sofra hazırladı ama Garnap hiçbir şeye
dokunmuyordu. “Aç olmalısın. Ye bir şeyler.”
Misafir, çocuğa dikkatle baktı. “Şoka girdiği
belli. Sakinleşene kadar başından ayrılmayalım. Belki sonra olanları anlatır.”
“Bu civarda sadece birkaç balıkçı yaşıyor. Bu
çocuk nereden, nasıl gelmiş bilmiyorum. Bir şeyden kaçmış olmalı.”
Aradan günler geçti. Misafirin dönme vakti
gelmişti. Garnap hala ürkek davransa da birkaç kelime ediyordu artık. Adam
balıkçıdan izin istedi. “O, bizim kasabadakiler gibi özel bir çocuk. Peşine
yine biri takılabilir, o yüzden Garnap’ ı da götürmek istiyorum. Eğer ailesi ve
bir yakını gelirse adresimi biliyorsun zaten.”
Balıkçı çocuğa alıştığı için biraz
buruklaştı. “O, daha güvende olacaksa götür.”
Aradan yaklaşık beş yıl geçti. Garnap on beş
yaşına girmişti. Getirildiği kasabada sakin bir hayat yaşıyor, okuluna
gidiyordu. Kasabadakiler onu sevse de Garnap içine kapanıktı. Buradaki
insanların kendisi gibi olduğunu fark etmesi uzun sürmemişti. Bu durum onu
rahatlatmak yerine tam tersine acısını hatırlatıyordu. O adamlar gücü yüzünden
peşine düşmüş, ailesini katletmişti. Kaçtığı o günden beri gücünü kullanmadı. İstemsizce
kimseyi de duymuyordu artık, Astaz onu eğitmişti. Bu yüzden kendisini kasabaya
getirip ona destek olan Astaz’ a minnettardı.
Bir gün dalgın halde kasabanın çıkışına kadar
yürüdü. Her yer çiçek tarlalarıyla sarılıydı. Rengarenk çiçeklerin kokusunu
alabiliyordu. Yavaşça çimenlerin üzerine oturdu. O sırada bir kızın kendisine yaklaştığını
fark etti.
“İsmin ne? Seni çok görüyorum ama hiç konuşma
fırsatımız olmadı. Çiçek toplamaya hep buraya gelirim.”
Garnap kızın kısa, gri saçlarına, ışıltılı
gözlerine baktı. Gülümsüyordu da. Garnap ne yanıt vereceğini düşünürken kız
birden elindeki çiçek buketini uzattı. “Al, bunlar senin olsun. Ben bir daha
toplarım.” Garnap eline tutuşturulan çiçeklerle kalakaldı. “Neden?” dedi.
“Çünkü hep yalnızsın.”
“Kimsin sen?”
“Ben Mara.”
Garnap yavaşça doğruldu, pantolonunu
silkeledi ve elindekileri kıza geri uzattı. “Çiçekler bana çare olmaz. Kuruyup
gitmesinler, al bunları.” Mara şaşkın halde bakarken Garnap yürüyüp gitti. Kız
sevimli şekilde gülümsedi. Onla arkadaş olmayı kafasına koymuştu, pes etmeyecekti.
Garnap, Astaz ve oğlu ile yaşıyordu. Alt kattaki
küçük oda ona verilmişti. Bir yatak, halı ve küçük gardıroptan başka şey yoktu
odada. Garnap yatağına uzandı. Geceler ona soğuk ve ürpertici geliyordu. Uykuya
dalınca bir kez daha kabuslarla boğuşmaya başladı. “Hayır! Hayır!”
Astaz’ ın oğlu telaşla merdivenlerden indi,
içeri girdi. “Yine mi?” Koşup Garnap’ ı sarstı. “Uyan hadi!” Çırpındığı için kollarını
sıkıca kavradığı sırada Garnap onu itti. Genç, gürültüyle yere düşünce Garnap
da uyandı. Nerede olduğunu görünce rahatladı.
“Ben mi düşürdüm seni. Çok üzgünüm,” dedi
mahcubiyet içinde. Kafasını ovan genç gülümsemeye çalıştı. “Önemli değil, bu
ilk sefer değildi sonuçta. Hadi uyu sen, daha sabaha çok var.”
Onun gidişini izleyen Garnap yatağa tekrar
uzandı. Bunun olmasından nefret ediyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen arada
sırada hâlâ kabus görüyordu. Başkaları da öğrenecek diye kötü hissediyor,
utanıyordu. Kimsenin kendisine acımasını istemezdi. Uykusuz geçen gecenin
ardından sabah diğerleriyle kahvaltı yaptı ve okulun yolunu tuttu. Okuldaki
herkesin özel gücü yoktu, dolayısıyla gücünü kullanmak istemediği için kendisi
de sıradan bir insan gibi savaş eğitimi alıyordu. İlk kılıcını ona Astaz hediye
etmişti.
“Hey, beklesene. Adını bile söylemedin daha
bana.”
Garnap göz ucuyla kendisine doğru koşan Mara’
ya baktı. Onu duymamış gibi yürümeye devam etti. Kız ona yetişti. “Okula
gidiyor olmalısın. Benim savaş okulunda henüz ilk yılım. O yüzden çok
heyecanlıyım. Özel gücümü bile düzgünce kullanabiliyorum.” Durup Garnap’ a
baktı ancak bir yanıt alamadı. “Yoksa sen de Sesin Muhafızı mısın benim gibi?”
“Hayır.”
“Ama duydum ki...”
“Her duyduğuna inanma.”
Mara somurtup sessizce yürümeyi sürdürdü. Ne
yapsa da olmuyor, onu konuşturamıyordu. Okula da varmışlardı.
Günler su gibi akıp giderken Garnap’ ın
içindeki sıkıntı dinmek bilmiyordu. Geçmişin gölgesi üstünden çekilmiyordu. O
gün sınıfça eğitmenin gözetiminde dağlık bir alana gittiler. Bu, çalışmalarının
bir parçasıydı. Düz bir alan yerine burada kılıç talimi yapacak ve doğal engellere
uyum sağlamayı öğreneceklerdi. Herkes alana yayıldı ve ikili grup oluşturdu. Garnap
kılıcını çekti, rakibi ile dövüşmeye başladı. Tabi bu tür müsabakalarda aşırıya
kaçmıyorlardı ve yaralanmamak için gerekli tedbirleri de almışlardı. Garnap ve arkadaşı
dövüş sırasında küçük bir kaya parçasının üstüne çıkmıştı. Garnap hamlesini
yapınca nasıl olduysa ayağı takılan rakibi geriye doğru savruldu. Sadece üç dört
metrelik yükseklikten toprak zemine düşmesine rağmen Garnap donup kaldı.
Gözlerinin önünde yaşanan bu düşüş onu sarstı. Gözleri dehşetle açılmış, elleri
titriyordu.
Yere düşen öğrencinin bileği burkulmuştu.
Onun başına toplananlar Garnap’ ın daha kötü bir durumda olduğunu fark etti.
Eğitmen Garnap’ ı sakinleştirmeye çalıştı. “Ne oldu Garnap, kendine gel.” Adeta
ayakta kabus görüyordu Garnap, yine kimseyi duymuyordu. Diğer öğrenciler endişe
ile onu izliyordu. Eğitmen ve bir kişi koluna girip onu yavaşça aşağı indirdi.
“Kötü bir şey olmadı, o iyi bak. Sakin ol.” Eğitmen sonra öğrencilere dönüp
onları uzaklaştırdı. Bir süre sonra normale dönen Garnap kendini çok kötü
hissetti. Utanıyordu ve kimsenin yüzüne bakmak istemiyordu. Eğitmeni her ne
kadar nazikçe davransa da izin isteyip oradan ayrıldı. Yürürken tüm gözleri üzerinde
hissediyordu. Sessizlik içinde kasabaya doğru yürüdü. Mara’ nın çiçek
topladığını görünce adımlarını hızlandırdı. Ancak gözünden bir şey kaçmayan kız
onu fark edip yanına koştu.
“Bir şey mi oldu? Canın sıkkın gibi,” dedi
merak içinde. Garnap ona bakmadı bile. “Senin dersin yok mu?”
“Vardı ama ders erken bitti bugün.”
“Benden uzak dur.”
Mara’ nın tüm neşesi silindi gitti. İlk defa
onun bu kadar soğuk davrandığını görüyordu, zaten bu da onu son görüşü olmuştu.
O gün Garnap eşyalarını yanına alarak kasabayı terk etti.
Kanyul’ dan ayrılan Garnap ufak tefek işlerde
çalışarak biriktirdiği para ile Meguan’ a geçti. Orada sıradan bir yaşam
sürebileceğine inanıyordu. Astaz, Meguan’ ı sürekli över, orada yaşamak
istediğinden söz ederdi. Gemiden indiğinde ne yapacağını bilmez haldeydi, şehir
çok kalabalıktı. Boş gözlerle etrafa bakınarak ilerledi. Uzun ve zayıf oluşu
nedeniyle dikkatleri çekiyordu. Bakışlardan rahatsız olduğu için adımlarını
hızlandırdı. Şehirden çıkana kadar kimseyle tek bir kelime konuşmadı. Sırt çantasından
eski bir harita çıkardı. Bunu evden ayrılmadan önce yanına almıştı. En yakın
kasabaya varması iki günü bulabilirdi. Yanındaki yiyecek ve su stokunun
yeteceğini düşündü. Haritaya göre en kısa güzergahı izlemeye başladı.
Uzun süre yürüdü, ta ki hava kararana kadar. Gecenin
tekinsizliği ve baskın sessizlik onu geriyordu. Her adımını kararsızca atarken sık
sık yıldızlara bakıyordu. Taşlı, engebeli yollarda güçlükle ilerliyordu.
Karanlık yüzünden bir kaç kez ayağı kaydı ve yamaçtan ağaçların arasına kadar
yuvarlandı. Tekrar doğrulunca haritayı kaybettiğini anladı. Gömleğinin cebi
boştu. Zaten saatlerdir amaçsız şekilde ilerliyordu. Her zaman yalnızlığı arzulardı
fakat içten içe insanları görmenin ona iyi geldiğini anlamıştı. Hayal ettiği bu
kadar ıssızlığın içinde kaybolmak değildi.
O ilerledikçe bulutlar gökyüzünü kapatmaya
devam etti. Bir kez daha ayağı kayan Garnap yolun kenarından metrelerce aşağı
yuvarlandı. Başını bir taşa çarpmıştı. Gözlerini açtığında sabah olmuştu. Kalkıp
yola kadar tırmandı. Etrafa bakındığında kaybolduğunu anladı. Buradan her hangi
at arabası geçemezdi, yol çok bozuktu. Gece yanlış yola sapmış olduğunu fark
etti. Bir şeyler yedi, su içti, yolculuğuna kaldığı yerden devam etti.
Sonunda
düzgün ve geniş bir yola çıktığında akşam olmak üzereydi. Yorgunluktan
bitmişti, birilerinin geçebileceğini umarak yolun kenarına oturdu. Saatler
geçse de kimse gelmedi, güneş gözden kayboldu. Birden sinsi bir takıntı düşüncelerinde
kendine yer buldu. “Sen değersizsin. Ailen senin yüzünden öldü. Acizin tekisin,
kendine bile hayrın yok.” Garnap iç sesini susturmaya çalıştı. “Yeter
artık!” diye bağırdı kafasını tutarak. Her yer zifiri karanlığa büründü. Sanki
bedeni de karanlıkla birlikte hiçliğe karışmıştı. Rüzgarın fısıltısı bile
yoktu, en küçük ses yoktu etrafta. “Sen buna yaşamak mı diyorsun? Varlığının
kanıtı var mı? Bu dünyada hiç iz bırakabildin mi? Herhangi birinin hafızasında yer
edinebildin mi?”
“Sus!” Garnap öfke içinde bağırmaya başladı. Başı,
titreyen ellerinin arasındaydı.
Liderin oğlu Cender ve birkaç savaşçı o
sırada bir görevden dönüyordu. Sabah olmak üzereydi. Yolun kenarında bağıran
genci fark edince durdular. Cender atından indi Garnap’ a doğru yürüdü.
“Efendim dikkat edin,” dedi bir savaşçı. Cender
ilerlemeye devam etti.
“Sus diyorum! Yeter!”
Cender’ in yüz ifadesi ciddileşti. Ne
olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Onlar ölmedi ki. Her gün rüyama geliyorlar, beni
bırakmadılar. Beni önemsiyor onlar.” Garnap elindeki şeyi daha sıkı kavradı. Öfke
ve kırılganlık arası bir tonda konuşuyordu.
Cender tereddüt içinde yavaşça eğildi. Karşısındakinin
kendisiyle nasıl bir yüzleşme içinde olduğunu görebiliyordu. Belki de aklını kaçırmıştı.
Yine de onu öylece bırakamayacağına karar verdi. Omzuna dokunduğu anda bunu beklemeyen
Garnap bir refleksle elindeki hançeri savurdu. Hançerin Cender’ in karnına
girerken çıkardığı ses bu kez babasını hatırlattı. Onun öldürüldüğü andaki hisleri
tekrar yaşamaya başladı. Cender acıyla dizlerinin üzerine çökerken Garnap' ın gözlerindeki
saf korku ve endişeyi gördü. Onun için üzüntü hissetti. Savaşçılar yanına
koştuğunda bir elini kaldırdı. “Durun, indirin silahlarınızı.”
Cender bir eliyle karnını tutarken diğer
elini Garnap’ a uzattı. Acısını bastırıp şefkatle konuşmaya çalıştı. “Her zaman
doğrulmanın bir yolu vardır. Hadi kalkmayı dene.” Garnap içinden gelen bir
dürtü ile kendisine uzanan eli tuttu. Yükselmeye başlayan güneş artık gözlerine
vuruyordu. Cender daha fazla direnemeyip yana doğru yıkıldı. Garnap yaptığı
şeyi fark edince büyük pişmanlık duydu. “Özür dilerim. Özür dilerim.”
Savaşçılar Cender’ i arkadaki at arabasına yerleştirip
ilk yardımı yaptılar. O sırada zorlukla gözünü aralayan Cender mırıldandı. “Onu
da getirin.” Saraya vardıklarında herkes gergindi, Garnap itiraz etmeden onlarla
gitmişti. Başından iki kişi hiç ayrılmıyordu. Cender kendine gelince herkes
rahatladı. Cender yanı başında endişeyle bekleyen lideri görünce gülümsedi. “Merak
etme, ben kolay kolay ölmem, hem de henüz tahta çıkma zevkini tatmadan.”
Babası zorlukla gülümsedi. “Delisin sen. Onu
da getirmişsin, amacın ne?”
Cender bir süre sessizliğini korudu. “Bilmem,
sadece o an içimden gelen şeyi yaptım. O çaresizlik içinde, yardım etmek
istiyorum.”
“Sen nasıl istersen. Yine de dikkatli ol.”
“Bilerek yapmadı,” diye üsteledi Cender.
Cender bir süre daha toparlandığında Garnap’
ı yanına çağırdı. Garnap üzgün ve mahcup halde içeri girdi. “İsteyerek olmadı,”
dedi. “Biliyorum, ben de o şekilde sessizce yaklaşmamalıydım. Şu an çok daha iyi
görünüyorsun. Neler olduğunu anlatmak ister misin?”
Bir süre sessizce bekledi Garnap. Cender onun
konuşmak için hazır olmadığını anlamıştı, üstelememeye karar verdi. O sırada bir
takım sesler işitmeye başladı. Garnap anılarındaki sesleri Cender’ in zihnine
aktarıyordu. Şaşkın halde, ses çıkarmadan sonuna kadar dinledi Cender. “Demek
bu, senin geçmişin?” diye fısıldadı. Garnap’ ın Sesin Muhafızı olduğunu hemen anlamıştı.
O günden sonra Cender Garnap’ a hep destek
oldu. Ona adeta yeni bir hayat sundu. Verdiği cesaret ve güven sayesinde Garnap
güçlü bir savaşçı oldu. Özel gücünü de gerekli olduğu anlarda kullanmaktan
çekinmiyordu. Yavaş yavaş geçmişinin gölgesinden kurtuldu, yeni hayatına uyum
sağladı. Garnap kendisine inanmaktan bir an olsun vazgeçmeyen Cender’ in
sayesinde kendini keşfetti. Değişmeyen tek şey ise hâlâ az konuşan biri olmasıydı.
İlk yorum benden olsun. :)
YanıtlaSilGarnap'lı harika bir bölüm...Ah Garnap ah, neler gelmiş senin başına yahu...Yaşadıkları büyük bir travma, sessizliğini anlıyorum onun. :/
Mara'yla ilk karşılaştığı bölüm çok tatlıydı bu arada ama giderken kötü davrandı ona, tabi bunu düşünemezdi öfkeliyken, nasıl davrandığını...:) Kaçıp gitti ki gitmesi gerekliydi de zaten Cender'le nasıl karşılaşabilirdi öbür türlü...(Cender de deli ve babası da öyle. İçimde kalmasın. Garnap'ın yaptığı affedilemezdi normalde. Xd)
Bu bölümde Garnap'ın geçmişini okumak çok güzeldi,onun gerçekliği daha da arttı gözümde. Hayal gücüne sağlık canım. :))
Güzel yorumun için teşekkür ederim Mervecim. :)
YanıtlaSilGarnap travması yüzünden insanlardan uzaklaştı. Mara' nın da çabaları boşa gitti.
Cender gerçekten biraz deli ama Garnap' ın bilerek yapmadığının farkında. 😀 Bölümü beğenmene sevindim canım, teşekkür ederim. :)
Karakterlerin geçmişine yer vermeyi seviyorum. Bir de bu romanda sadece belli başlı kişilere değil de yan karakter olabilecek kişilere yoğunlaşmayı da istiyordum. Sırası geldiği için Garnap' a özel bölün yaptım. :) Dediğin gibi genelde acı oluyor geçmişleri, sıradan olmaması için uğraşıyorum diyeyim. :) Güzel yorumun için teşekkür ederim İlkay.
YanıtlaSildilyan, drah, garnap ın kaçış yolculuğu, hımms :) amanin geldiler bile :) insanın özel gücü olması da bir dert demek ki bir yandan da :) ayy annesi de uçurumdan gitti, yazık garnapa, neyse hadi kaçtı :) hımm balıkçıya geldi, iyi adammış :) öbürü götürdü, oleey kurtuldu büyüdü :) ooo mara peki güzeeel :) astaz iyiymiş :) garnap huysuz çıktı :) napsın ya neler de yaşadı ama :) hımm eğitimde kendi gücünün farkına varmış gibi biraz, bu onu ürküttü gibi :) aa gitti kasabadan :) yolculuğu da zor geçti :) garnap cender karşılaşması, cender ne soylu davrandı yaa :) cender garnapı yanına aldı, garnap savaşçı oldu, sessiz bir ses muhafızı olduuu :) ne lezzetli bir bölümdü :)
YanıtlaSilİnsanın özel gücü olması dert gerçekten. Çocukları kaçıran bir çeteydi onlar. :)
SilGarnap eğitimde sınıf arkadaşı düşünce annesinin düşüşünü hatırladı, o yüzden çok gerildi. :)
Cender biraz rahat bir insan, kendi başına gelen şeyleri çok umursamıyor. :) Beğenmene sevindim Deep, yorumun için sağol. :)
Etkileyici ve hüzünlendiren bir geçmiş.. Çok güzel kaleme almışsınız, her duygu karşınızdakine geçiyor, tebrik ederim 👏👏👏
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim, öyle düşünmeniz mutlu etti. Güzel yorumlar aldıkça daha şevkle yazıyorum. :)
Siloleyy yeni bölüm gelmişş, yeni bölümü okurken hala kafamda anime canlandırıyorumm. Bütün senaryo kafamda canlanıyor Duygu :))
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim Esra. :) Ben de anime benzeri yazmaya çalışıyorum, o yüzden öyle düşünmene sevindim. :))
Sil