15 Eylül 2021 Çarşamba

Savaş Çığırtkanı 2 - 10.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 10

 

Garnap ın Buhranı

22 yıl önce...

Gecenin karanlığı herhangi bir şey görmeyi zorlaştırıyordu. Biri çocuk olmak üzere üç kişi izini kaybettirmeye çalışıyordu. Günlerdir yoldaydılar ve çocuk sürüklenircesine götürülmekten yorulmuştu. Annesinin elini bırakıp durdu. “Anne çok yoruldum. Daha ne kadar gideceğiz?”

Dilyan oğlunun başını okşadı. Endişeliydi. “Duramayız oğlum, anlamalısın. Başımız dertte.”

“Peşimizde kim var?” dedi Garnap.

“Onlar kötü, çok kötü.” Kadının ağzından başka şey çıkmadı. Elini Garnap’ ın omzuna attı. “Hadi canım, gidelim.”

Drah, ailesi için endişeliydi. Sık sık ardına bakıyor takip edilip edilmediklerini kontrol ediyordu, sadece ay ışığı ve yıldızların aydınlığında bu ne kadar mümkünse. Yolda saatlerdir bir kişiye bile rastlamamışlardı. Yardım isteyebilecekleri kimse yoktu ve perişan haldeydiler. “Korkmayın. Onları atlatıp tekrar huzurlu günlerimize döneceğiz,” dedi Drah.

İyice acıkan Garnap daha ne kadar dayanacağını bilmiyordu. Tökezleyip yere düşünce babası elinden tutup kaldırdı. Bir tarafı uçurum olan ıssız arazi Garnap’ ı ürkütüyordu. Uzaktan gelen yırtıcı hayvanların uğultusu korkusunu artırdı. Etraftaki yapraksız, kurumuş ağaçların dalları rüzgardan eğiliyordu. Drah eğilip Garnap’ ı sırtına aldı, karısının elini tuttu. Bir süre daha ilerleyince karşılarına yıkık dökük, bir kısmı yanık bir kulübe çıktı. Geceyi orada geçirmeye karar verdiler.

Daha içeri adım atar atmaz yanık ve küf kokusu Garnap’ ın burnunu sızlattı. Drah, cama yaklaşıp perdenin aralığından dışarı baktı. Belindeki hançeri sıkıca tutuyordu. Dilyan kendini oğlunun yanına bıraktı, ayakları çok ağrımıştı. Sonra Garnap’ ın başını öptü. “Çok acıktın değil mi? Sabah olur olmaz baban yiyecek bir şeyler bulur. Şimdi uyu, dinlen.”

“Tamam anne,” dedi Garnap esneyerek. Açlıktan ölecek gibi hissetse de gözleri kapanıyordu. Yerdeki ince şiltenin üzerine kıvrılıp yattı. “Sen de uyu, ben bekleyeceğim,” dedi Drah. Kadın da oğlunun yanına uzandı. Her yeri sızlıyordu ama kısa sürede uykuya daldı. Bir süre sonra dayanamayan Drah da oturdu ve ahşap duvara sırtını verip uyumaya başladı.

İlerleyen saatlerde Garnap ansızın uyandı. Fısıltılar duyuyordu. Sesler hem uzaktan hem yakından geliyor gibiydi. “Bu kulübede olabilirler, bakın içeriye. Yakaladığınız gibi öldürün o ikisini.” Ayak sesleri giderek yaklaşıyordu. Kınından çıkan kılıçların sesini, adamların nefesi alışverişini, rüzgarın uğultusunu, uzaktaki bir baykuşun ötüşünü, her şeyi işitiyordu. Garnap’ ın gözleri dehşetle açıldı ve haykırdı. “Buldular bizi! Geliyorlar, kalkın!”

Drah sıçrayarak uyandı ve silahına sarıldı. Camdan dışarı bakınca birkaç adamın sinsice yaklaştığını fark etti. Telaşa kapıldı. Hemen arka cama koşup eşini ve oğlunu oradan çıkardı. “Arkanıza bile bakmadan koşun. Ben onları oyalarım.”

Kadın eşine hüzünle baktı ve Garnap’ ın elini sıkıca tuttu. İkisi birlikte korku içinde koşmaya başladılar. Garnap endişeliydi. “Anne babama ne olacak?” Annesinin teskin edici sözlerini işitmedi. O sırada kulübedeki sesleri duyuyordu.

“Sonunda bulduk sizi. Daha ne kadar elimizden kaçacağınızı sandınız?”

“Garnap sıradan bir çocuk. Rahat bırakın bizi.”

“Yalan söyleme. Onun özel bir gücü olduğunu biliyoruz.”

“Yok öyle bir şey.” Drah, sonuna kadar inkar edecekti.

“Çocuğu bize verseydiniz canınızı bağışlayacaktık. Artık çok geç.”

Garnap aralarında kısa bir mücadele olduğunu ve ardından gelen kesilme seslerini işitti. Babasının acı içindeki haykırışları yavaşça kesildi.

“Garnap ne oldu? Kendine gel, koş!”

Şok içindeki çocuk annesini duymuyordu. Titreyen göz bebekleri ardına kadar açılmıştı. Korkudan konuşamıyordu. Titrek dudaklarının arasından bir mırıltı işitildi sadece. “Her şeyi duydum.”

Dilyan kolundan tutup çekti. Neler olduğunu anlamıştı. Hıçkırarak ağlarken bir yandan koşuyordu. Kısa sürede adamlar peşlerine takıldı. Istıraplı kaçış sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Garnap birkaç adım daha atabileceğini sanmıyordu. Ayağı takıldı yere kapaklandı. Birkaç saniye sonra etrafları sarıldı. Kadın oğlunun elini tutup geri geri gitti. Arkaları uçurumdu. Korku dolu gözlerle aşağıya baktı kadın, kaçacak yerleri kalmamıştı.

“Çocuğu bize ver!” dedi adam elini uzatarak. Ufukta günün ilk ışığı belirmeye başlamıştı. “Hayır!” Kadın daha sıkı tuttu oğlunun elini ve biraz daha uçuruma yaklaştı. İri yarı adam iyice onlara yaklaştı ve zorla çocuğu kadının elinden aldı. Bir başkası kadının direnmesine fırsat vermeden onu sertçe itti. Dilyan uçurumdan aşağı yuvarlanırken Garnap kendini kaybetmiş halde feryadı bastı. Sesin şiddetinden sanki içlerine bomba atılmış gibi adamlar geriye savrulup yere düştü. Birisi başını çarptığı için hareketsiz yatıyordu, birisi artık hiç işitmiyordu. Adamlar toparlanmadan Garnap kaçmaya başladı. Olanlar tekrar tekrar gözünde canlanırken ayaklarının götürdüğü yere gidiyordu.

Saatler sonra bir balıkçı onu bir ağacın dibinde otururken buldu. Adamı birden karşısında gören Garnap endişe içinde yerinden fırladı, ağaca yaslandı. Onun bakışlarındaki ifadeyi gören adam kötü bir şeyler olduğunu anlamıştı.

“Tek başına burada ne yapıyorsun? Kimsen yok mu?”

Korkudan titreyen Garnap cevap vermedi. Annesinin yere düşene kadar geçen sürede tüm çığlığını işitmişti. Sonra sert bir çarpma sesi ile her şey susmuştu. Zihni o anda kalan çocuk karşısındaki kişiye odaklanmakta zorlanıyordu. Balıkçı, Garnap’ ın haline çok üzüldü. Yavaşça elini tutup onu götürdü. Tek başına yaşayan balıkçının o gün uzak yoldan gelen bir misafiri vardı. Balıkçı güzel bir sofra hazırladı ama Garnap hiçbir şeye dokunmuyordu. “Aç olmalısın. Ye bir şeyler.”

Misafir, çocuğa dikkatle baktı. “Şoka girdiği belli. Sakinleşene kadar başından ayrılmayalım. Belki sonra olanları anlatır.”

“Bu civarda sadece birkaç balıkçı yaşıyor. Bu çocuk nereden, nasıl gelmiş bilmiyorum. Bir şeyden kaçmış olmalı.”

Aradan günler geçti. Misafirin dönme vakti gelmişti. Garnap hala ürkek davransa da birkaç kelime ediyordu artık. Adam balıkçıdan izin istedi. “O, bizim kasabadakiler gibi özel bir çocuk. Peşine yine biri takılabilir, o yüzden Garnap’ ı da götürmek istiyorum. Eğer ailesi ve bir yakını gelirse adresimi biliyorsun zaten.”

Balıkçı çocuğa alıştığı için biraz buruklaştı. “O, daha güvende olacaksa götür.”

Aradan yaklaşık beş yıl geçti. Garnap on beş yaşına girmişti. Getirildiği kasabada sakin bir hayat yaşıyor, okuluna gidiyordu. Kasabadakiler onu sevse de Garnap içine kapanıktı. Buradaki insanların kendisi gibi olduğunu fark etmesi uzun sürmemişti. Bu durum onu rahatlatmak yerine tam tersine acısını hatırlatıyordu. O adamlar gücü yüzünden peşine düşmüş, ailesini katletmişti. Kaçtığı o günden beri gücünü kullanmadı. İstemsizce kimseyi de duymuyordu artık, Astaz onu eğitmişti. Bu yüzden kendisini kasabaya getirip ona destek olan Astaz’ a minnettardı.

Bir gün dalgın halde kasabanın çıkışına kadar yürüdü. Her yer çiçek tarlalarıyla sarılıydı. Rengarenk çiçeklerin kokusunu alabiliyordu. Yavaşça çimenlerin üzerine oturdu. O sırada bir kızın kendisine yaklaştığını fark etti.

“İsmin ne? Seni çok görüyorum ama hiç konuşma fırsatımız olmadı. Çiçek toplamaya hep buraya gelirim.”

Garnap kızın kısa, gri saçlarına, ışıltılı gözlerine baktı. Gülümsüyordu da. Garnap ne yanıt vereceğini düşünürken kız birden elindeki çiçek buketini uzattı. “Al, bunlar senin olsun. Ben bir daha toplarım.” Garnap eline tutuşturulan çiçeklerle kalakaldı. “Neden?” dedi. “Çünkü hep yalnızsın.”

“Kimsin sen?”

“Ben Mara.”

Garnap yavaşça doğruldu, pantolonunu silkeledi ve elindekileri kıza geri uzattı. “Çiçekler bana çare olmaz. Kuruyup gitmesinler, al bunları.” Mara şaşkın halde bakarken Garnap yürüyüp gitti. Kız sevimli şekilde gülümsedi. Onla arkadaş olmayı kafasına koymuştu, pes etmeyecekti.

Garnap, Astaz ve oğlu ile yaşıyordu. Alt kattaki küçük oda ona verilmişti. Bir yatak, halı ve küçük gardıroptan başka şey yoktu odada. Garnap yatağına uzandı. Geceler ona soğuk ve ürpertici geliyordu. Uykuya dalınca bir kez daha kabuslarla boğuşmaya başladı. “Hayır! Hayır!”

Astaz’ ın oğlu telaşla merdivenlerden indi, içeri girdi. “Yine mi?” Koşup Garnap’ ı sarstı. “Uyan hadi!” Çırpındığı için kollarını sıkıca kavradığı sırada Garnap onu itti. Genç, gürültüyle yere düşünce Garnap da uyandı. Nerede olduğunu görünce rahatladı.

“Ben mi düşürdüm seni. Çok üzgünüm,” dedi mahcubiyet içinde. Kafasını ovan genç gülümsemeye çalıştı. “Önemli değil, bu ilk sefer değildi sonuçta. Hadi uyu sen, daha sabaha çok var.”

Onun gidişini izleyen Garnap yatağa tekrar uzandı. Bunun olmasından nefret ediyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen arada sırada hâlâ kabus görüyordu. Başkaları da öğrenecek diye kötü hissediyor, utanıyordu. Kimsenin kendisine acımasını istemezdi. Uykusuz geçen gecenin ardından sabah diğerleriyle kahvaltı yaptı ve okulun yolunu tuttu. Okuldaki herkesin özel gücü yoktu, dolayısıyla gücünü kullanmak istemediği için kendisi de sıradan bir insan gibi savaş eğitimi alıyordu. İlk kılıcını ona Astaz hediye etmişti.

“Hey, beklesene. Adını bile söylemedin daha bana.”

Garnap göz ucuyla kendisine doğru koşan Mara’ ya baktı. Onu duymamış gibi yürümeye devam etti. Kız ona yetişti. “Okula gidiyor olmalısın. Benim savaş okulunda henüz ilk yılım. O yüzden çok heyecanlıyım. Özel gücümü bile düzgünce kullanabiliyorum.” Durup Garnap’ a baktı ancak bir yanıt alamadı. “Yoksa sen de Sesin Muhafızı mısın benim gibi?”

“Hayır.”

“Ama duydum ki...”

“Her duyduğuna inanma.”

Mara somurtup sessizce yürümeyi sürdürdü. Ne yapsa da olmuyor, onu konuşturamıyordu. Okula da varmışlardı.

Günler su gibi akıp giderken Garnap’ ın içindeki sıkıntı dinmek bilmiyordu. Geçmişin gölgesi üstünden çekilmiyordu. O gün sınıfça eğitmenin gözetiminde dağlık bir alana gittiler. Bu, çalışmalarının bir parçasıydı. Düz bir alan yerine burada kılıç talimi yapacak ve doğal engellere uyum sağlamayı öğreneceklerdi. Herkes alana yayıldı ve ikili grup oluşturdu. Garnap kılıcını çekti, rakibi ile dövüşmeye başladı. Tabi bu tür müsabakalarda aşırıya kaçmıyorlardı ve yaralanmamak için gerekli tedbirleri de almışlardı. Garnap ve arkadaşı dövüş sırasında küçük bir kaya parçasının üstüne çıkmıştı. Garnap hamlesini yapınca nasıl olduysa ayağı takılan rakibi geriye doğru savruldu. Sadece üç dört metrelik yükseklikten toprak zemine düşmesine rağmen Garnap donup kaldı. Gözlerinin önünde yaşanan bu düşüş onu sarstı. Gözleri dehşetle açılmış, elleri titriyordu.

Yere düşen öğrencinin bileği burkulmuştu. Onun başına toplananlar Garnap’ ın daha kötü bir durumda olduğunu fark etti. Eğitmen Garnap’ ı sakinleştirmeye çalıştı. “Ne oldu Garnap, kendine gel.” Adeta ayakta kabus görüyordu Garnap, yine kimseyi duymuyordu. Diğer öğrenciler endişe ile onu izliyordu. Eğitmen ve bir kişi koluna girip onu yavaşça aşağı indirdi. “Kötü bir şey olmadı, o iyi bak. Sakin ol.” Eğitmen sonra öğrencilere dönüp onları uzaklaştırdı. Bir süre sonra normale dönen Garnap kendini çok kötü hissetti. Utanıyordu ve kimsenin yüzüne bakmak istemiyordu. Eğitmeni her ne kadar nazikçe davransa da izin isteyip oradan ayrıldı. Yürürken tüm gözleri üzerinde hissediyordu. Sessizlik içinde kasabaya doğru yürüdü. Mara’ nın çiçek topladığını görünce adımlarını hızlandırdı. Ancak gözünden bir şey kaçmayan kız onu fark edip yanına koştu.

“Bir şey mi oldu? Canın sıkkın gibi,” dedi merak içinde. Garnap ona bakmadı bile. “Senin dersin yok mu?”

“Vardı ama ders erken bitti bugün.”

“Benden uzak dur.”

Mara’ nın tüm neşesi silindi gitti. İlk defa onun bu kadar soğuk davrandığını görüyordu, zaten bu da onu son görüşü olmuştu. O gün Garnap eşyalarını yanına alarak kasabayı terk etti.

Kanyul’ dan ayrılan Garnap ufak tefek işlerde çalışarak biriktirdiği para ile Meguan’ a geçti. Orada sıradan bir yaşam sürebileceğine inanıyordu. Astaz, Meguan’ ı sürekli över, orada yaşamak istediğinden söz ederdi. Gemiden indiğinde ne yapacağını bilmez haldeydi, şehir çok kalabalıktı. Boş gözlerle etrafa bakınarak ilerledi. Uzun ve zayıf oluşu nedeniyle dikkatleri çekiyordu. Bakışlardan rahatsız olduğu için adımlarını hızlandırdı. Şehirden çıkana kadar kimseyle tek bir kelime konuşmadı. Sırt çantasından eski bir harita çıkardı. Bunu evden ayrılmadan önce yanına almıştı. En yakın kasabaya varması iki günü bulabilirdi. Yanındaki yiyecek ve su stokunun yeteceğini düşündü. Haritaya göre en kısa güzergahı izlemeye başladı.

Uzun süre yürüdü, ta ki hava kararana kadar. Gecenin tekinsizliği ve baskın sessizlik onu geriyordu. Her adımını kararsızca atarken sık sık yıldızlara bakıyordu. Taşlı, engebeli yollarda güçlükle ilerliyordu. Karanlık yüzünden bir kaç kez ayağı kaydı ve yamaçtan ağaçların arasına kadar yuvarlandı. Tekrar doğrulunca haritayı kaybettiğini anladı. Gömleğinin cebi boştu. Zaten saatlerdir amaçsız şekilde ilerliyordu. Her zaman yalnızlığı arzulardı fakat içten içe insanları görmenin ona iyi geldiğini anlamıştı. Hayal ettiği bu kadar ıssızlığın içinde kaybolmak değildi.

O ilerledikçe bulutlar gökyüzünü kapatmaya devam etti. Bir kez daha ayağı kayan Garnap yolun kenarından metrelerce aşağı yuvarlandı. Başını bir taşa çarpmıştı. Gözlerini açtığında sabah olmuştu. Kalkıp yola kadar tırmandı. Etrafa bakındığında kaybolduğunu anladı. Buradan her hangi at arabası geçemezdi, yol çok bozuktu. Gece yanlış yola sapmış olduğunu fark etti. Bir şeyler yedi, su içti, yolculuğuna kaldığı yerden devam etti.

 Sonunda düzgün ve geniş bir yola çıktığında akşam olmak üzereydi. Yorgunluktan bitmişti, birilerinin geçebileceğini umarak yolun kenarına oturdu. Saatler geçse de kimse gelmedi, güneş gözden kayboldu. Birden sinsi bir takıntı düşüncelerinde kendine yer buldu. “Sen değersizsin. Ailen senin yüzünden öldü. Acizin tekisin, kendine bile hayrın yok.” Garnap iç sesini susturmaya çalıştı. “Yeter artık!” diye bağırdı kafasını tutarak. Her yer zifiri karanlığa büründü. Sanki bedeni de karanlıkla birlikte hiçliğe karışmıştı. Rüzgarın fısıltısı bile yoktu, en küçük ses yoktu etrafta. “Sen buna yaşamak mı diyorsun? Varlığının kanıtı var mı? Bu dünyada hiç iz bırakabildin mi? Herhangi birinin hafızasında yer edinebildin mi?”

“Sus!” Garnap öfke içinde bağırmaya başladı. Başı, titreyen ellerinin arasındaydı.

Liderin oğlu Cender ve birkaç savaşçı o sırada bir görevden dönüyordu. Sabah olmak üzereydi. Yolun kenarında bağıran genci fark edince durdular. Cender atından indi Garnap’ a doğru yürüdü.

“Efendim dikkat edin,” dedi bir savaşçı. Cender ilerlemeye devam etti.

“Sus diyorum! Yeter!”

Cender’ in yüz ifadesi ciddileşti. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Onlar ölmedi ki. Her gün rüyama geliyorlar, beni bırakmadılar. Beni önemsiyor onlar.” Garnap elindeki şeyi daha sıkı kavradı. Öfke ve kırılganlık arası bir tonda konuşuyordu.

Cender tereddüt içinde yavaşça eğildi. Karşısındakinin kendisiyle nasıl bir yüzleşme içinde olduğunu görebiliyordu. Belki de aklını kaçırmıştı. Yine de onu öylece bırakamayacağına karar verdi. Omzuna dokunduğu anda bunu beklemeyen Garnap bir refleksle elindeki hançeri savurdu. Hançerin Cender’ in karnına girerken çıkardığı ses bu kez babasını hatırlattı. Onun öldürüldüğü andaki hisleri tekrar yaşamaya başladı. Cender acıyla dizlerinin üzerine çökerken Garnap' ın gözlerindeki saf korku ve endişeyi gördü. Onun için üzüntü hissetti. Savaşçılar yanına koştuğunda bir elini kaldırdı. “Durun, indirin silahlarınızı.”

Cender bir eliyle karnını tutarken diğer elini Garnap’ a uzattı. Acısını bastırıp şefkatle konuşmaya çalıştı. “Her zaman doğrulmanın bir yolu vardır. Hadi kalkmayı dene.” Garnap içinden gelen bir dürtü ile kendisine uzanan eli tuttu. Yükselmeye başlayan güneş artık gözlerine vuruyordu. Cender daha fazla direnemeyip yana doğru yıkıldı. Garnap yaptığı şeyi fark edince büyük pişmanlık duydu. “Özür dilerim. Özür dilerim.”

Savaşçılar Cender’ i arkadaki at arabasına yerleştirip ilk yardımı yaptılar. O sırada zorlukla gözünü aralayan Cender mırıldandı. “Onu da getirin.” Saraya vardıklarında herkes gergindi, Garnap itiraz etmeden onlarla gitmişti. Başından iki kişi hiç ayrılmıyordu. Cender kendine gelince herkes rahatladı. Cender yanı başında endişeyle bekleyen lideri görünce gülümsedi. “Merak etme, ben kolay kolay ölmem, hem de henüz tahta çıkma zevkini tatmadan.”

Babası zorlukla gülümsedi. “Delisin sen. Onu da getirmişsin, amacın ne?”

Cender bir süre sessizliğini korudu. “Bilmem, sadece o an içimden gelen şeyi yaptım. O çaresizlik içinde, yardım etmek istiyorum.”

“Sen nasıl istersen. Yine de dikkatli ol.”

“Bilerek yapmadı,” diye üsteledi Cender.

Cender bir süre daha toparlandığında Garnap’ ı yanına çağırdı. Garnap üzgün ve mahcup halde içeri girdi. “İsteyerek olmadı,” dedi. “Biliyorum, ben de o şekilde sessizce yaklaşmamalıydım. Şu an çok daha iyi görünüyorsun. Neler olduğunu anlatmak ister misin?”

Bir süre sessizce bekledi Garnap. Cender onun konuşmak için hazır olmadığını anlamıştı, üstelememeye karar verdi. O sırada bir takım sesler işitmeye başladı. Garnap anılarındaki sesleri Cender’ in zihnine aktarıyordu. Şaşkın halde, ses çıkarmadan sonuna kadar dinledi Cender. “Demek bu, senin geçmişin?” diye fısıldadı. Garnap’ ın Sesin Muhafızı olduğunu hemen anlamıştı.

O günden sonra Cender Garnap’ a hep destek oldu. Ona adeta yeni bir hayat sundu. Verdiği cesaret ve güven sayesinde Garnap güçlü bir savaşçı oldu. Özel gücünü de gerekli olduğu anlarda kullanmaktan çekinmiyordu. Yavaş yavaş geçmişinin gölgesinden kurtuldu, yeni hayatına uyum sağladı. Garnap kendisine inanmaktan bir an olsun vazgeçmeyen Cender’ in sayesinde kendini keşfetti. Değişmeyen tek şey ise hâlâ az konuşan biri olmasıydı.

9 yorum:

  1. İlk yorum benden olsun. :)

    Garnap'lı harika bir bölüm...Ah Garnap ah, neler gelmiş senin başına yahu...Yaşadıkları büyük bir travma, sessizliğini anlıyorum onun. :/

    Mara'yla ilk karşılaştığı bölüm çok tatlıydı bu arada ama giderken kötü davrandı ona, tabi bunu düşünemezdi öfkeliyken, nasıl davrandığını...:) Kaçıp gitti ki gitmesi gerekliydi de zaten Cender'le nasıl karşılaşabilirdi öbür türlü...(Cender de deli ve babası da öyle. İçimde kalmasın. Garnap'ın yaptığı affedilemezdi normalde. Xd)

    Bu bölümde Garnap'ın geçmişini okumak çok güzeldi,onun gerçekliği daha da arttı gözümde. Hayal gücüne sağlık canım. :))

    YanıtlaSil
  2. Güzel yorumun için teşekkür ederim Mervecim. :)
    Garnap travması yüzünden insanlardan uzaklaştı. Mara' nın da çabaları boşa gitti.
    Cender gerçekten biraz deli ama Garnap' ın bilerek yapmadığının farkında. 😀 Bölümü beğenmene sevindim canım, teşekkür ederim. :)

    YanıtlaSil
  3. Karakterlerin geçmişine yer vermeyi seviyorum. Bir de bu romanda sadece belli başlı kişilere değil de yan karakter olabilecek kişilere yoğunlaşmayı da istiyordum. Sırası geldiği için Garnap' a özel bölün yaptım. :) Dediğin gibi genelde acı oluyor geçmişleri, sıradan olmaması için uğraşıyorum diyeyim. :) Güzel yorumun için teşekkür ederim İlkay.

    YanıtlaSil
  4. dilyan, drah, garnap ın kaçış yolculuğu, hımms :) amanin geldiler bile :) insanın özel gücü olması da bir dert demek ki bir yandan da :) ayy annesi de uçurumdan gitti, yazık garnapa, neyse hadi kaçtı :) hımm balıkçıya geldi, iyi adammış :) öbürü götürdü, oleey kurtuldu büyüdü :) ooo mara peki güzeeel :) astaz iyiymiş :) garnap huysuz çıktı :) napsın ya neler de yaşadı ama :) hımm eğitimde kendi gücünün farkına varmış gibi biraz, bu onu ürküttü gibi :) aa gitti kasabadan :) yolculuğu da zor geçti :) garnap cender karşılaşması, cender ne soylu davrandı yaa :) cender garnapı yanına aldı, garnap savaşçı oldu, sessiz bir ses muhafızı olduuu :) ne lezzetli bir bölümdü :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsanın özel gücü olması dert gerçekten. Çocukları kaçıran bir çeteydi onlar. :)
      Garnap eğitimde sınıf arkadaşı düşünce annesinin düşüşünü hatırladı, o yüzden çok gerildi. :)
      Cender biraz rahat bir insan, kendi başına gelen şeyleri çok umursamıyor. :) Beğenmene sevindim Deep, yorumun için sağol. :)

      Sil
  5. Etkileyici ve hüzünlendiren bir geçmiş.. Çok güzel kaleme almışsınız, her duygu karşınızdakine geçiyor, tebrik ederim 👏👏👏

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkür ederim, öyle düşünmeniz mutlu etti. Güzel yorumlar aldıkça daha şevkle yazıyorum. :)

      Sil
  6. oleyy yeni bölüm gelmişş, yeni bölümü okurken hala kafamda anime canlandırıyorumm. Bütün senaryo kafamda canlanıyor Duygu :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim Esra. :) Ben de anime benzeri yazmaya çalışıyorum, o yüzden öyle düşünmene sevindim. :))

      Sil

Kış Bahçesi (Kitap)

    Bir süredir okuma konusunda yavaşım, Ramazan ve bayram derken günler çabuk geçmiş. Yazardan okuduğum ilk kitaptı bu, oldukça sevdim ben....