BÖLÜM
11
Cender' in Adımı
Zorkan’ ı ikna edemeyerek Saraya dönen Cender
bir durum değerlendirmesi yaptı. Özel güçlülerin izini süren savaşçılardan
mektup gelmişti. Mektupta pek çok kişiye ulaştıkları ve büyük bir kesimi ikna
etmeyi başardıkları yazıyordu. “Alev Soluyanlar yola çıkmış bile, bu çok iyi. Onlardan
fazla umudum yoktu. Sesin Muhafızları ve Algı Bozucular da geliyor.” Son kağıdı
da alıp okuduğunda şaşkına döndü. Mektubu yazan kişi Lider Saraç’ ın ölümü
hakkında söylenti yayıldığından, yerine eşinin lider olarak geçtiğinden
bahsediyordu. “Ah Saraç, Lazinka’ ya karşı kaybettin demek,” diye mırıldandı.
Bunu beklemiyordu, kaşları çatıldı. Kötü bir haber aldığında hep eli alnına
gider, parmaklarıyla şakaklarına baskı yapardı. Fakat alışkanlıktan yaptığı bu harekette
sinirlerini kaybetmiş olan kolu ona eşlik etmedi. Kolunun eksikliği hissetse de
düşünmemeye çalıştı. Bu kez diğer kolunu kaldırdı.
Cender
daha önce Saraç’ ın eşi ile tanıştığını anımsadı. Sağduyulu ve dürüst biriydi. Cender
hemen eline bir kalem alıp mektup yazmaya girişti. Mazal’ ı olanlar konusunda
bilgilendirmesi ve onun desteğini alması önemliydi. O sırada Garnap içeriye
girdi. “Efendim bahsettiğiniz kadınların izine rastladım. Küçük bir köyde
yaşıyorlar. Başta tereddüt ettiler ama birkaçı sizle görüşmeyi kabul etti.”
“Teşekkürler Garnap. Onları bekletmeyelim,
hemen içeri al.”
Eski kıyafetler içindeki ve bakımlı olduğu
söylenemeyecek kadınlar sessizce içeriye girdi. Genel olarak uzun boylu, esmer tenlilerdi.
“Sizi neden çağırdığımı merak ediyor
olmalısınız?”
Kadınlardan biri bir adım öne çıktı. “Tahmin
edebiliyorum. Bizden yardım isteyeceksiniz değil mi?”
Cender gülümsedi ve şiirsel bir şekilde
konuştu. “Büyüleyici bir gücünüz olduğunu kabul etmeliyim. Sizi hiçbir şey için
zorlayamam. Sadece durumu izah etmeme izin verin. Gerisi size kalmış.”
Kadınlar onu dinlemek istediklerini
belirtince lider lafı çok uzatmadan konuşmasını sürdürdü. Kehanetten, kaçınılmaz
savaştan, dünyanın değişecek olan dengesinden bahsetti. Konuşması sonlanınca
kadınların vereceği yanıtı bekledi. Liderden kısa bir süre izin isteyip kendi
aralarında konuştular. Ardından içlerinden biri kararlarını bildirdi.
“Daha önce hiç bir savaşa katılmadık. Bu
bizim için riskli bir durum. Gücümüzü kullandığımız sırada kendimiz hedef
haline gelebiliriz. Eğer gerekli korumayı sağlarsınız yanınızda yer alabiliriz.”
“Anlıyorum, çok haklısınız. Savaş boyunca size
kalkan olacak kişileri görevlendireceğim. Sizlerin can güvenliği önceliğimiz
olacak.” Anlaşmak kolay oldu.
Cender bir grubu daha kazandığı için
memnundu. Kadınlara teşekkür etti. “Garnap, hanımefendilere eşlik et. Hazırlıklarını
tamamladıklarında hep birlikte Butah’ a doğru yola çıkın. Onların güvenliğini sağlamalısın.
Ben gelene kadar savaşa katılmasınlar, beklemede kalın.”
“Peki efendim ama siz?”
“İşlerimi bitirir bitirmez savaş alanına
geleceğim. Tamamlamam gereken işler var. Orada buluşuruz.”
“Anlaşıldı efendim.”
Garnap kadınları alarak köye döndü. Kadınlar
da konuşkan olmadığı için sessiz bir yolculuk olmuştu. Onlar eşyalarını
hazırlarken ve tanıdıkları ile vedalaşırken Garnap bekledi. Köy eski yaşadığı
kasabayı anımsattı ona. Astaz’ ı bir kez olsun görmeye gitmemişti. Hâlâ yaşayıp
yaşamadığını merak etti. Meguan’ a gelişiyle tekrar hayata dönmüş gibi
hissettiği için geçmişini anımsatacak şeylerden uzak durmayı tercih etmişti
hep. Yine de zaman zaman aklına düşüyordu anılar. Etrafı saran çiçeklerin
kokusu da ona birini anımsattı, gri saçlı kızı. Düşündü ama adını bir türlü çıkaramadı.
“Biz hazırız, gidebiliriz.” Kadınların
toplandığını gören Garnap üstü kapalı at arabasına doğru yürüdü. “Binin.”
Cender en kısa sürede Butah’ a ulaşıp savaşı durdurmak istiyordu. Zorkan’
ın şu an ne yaptığını, ne kadar ileri gittiğini merak ediyordu. Savaşçıları çağırıp
gerekli talimatları verdi. Onlar harekete geçene kadar aradan iki koca gün geçti.
Garnap neredeyse savaş alanına varmak
üzereydi. Cender gelene kadar kadınları savaştan uzak tutacaktı. Ruh
Bağlayıcılar ara sıra kendi aralarında sohbet ediyordu ve ilerledikçe
gerginlikleri de artıyordu. Garnap atı sürerken yanlarından geçen kapüşonlu
grubu fark etti. Kısa bir göz teması yaşadığı adamın Alev Soluyan olduğunu
anlamıştı. Alev Soluyanlar sanki onları hiç görmemiş gibi atlarını hızlandırdı.
Fırtına gibi yanlarından geçip gittiler. “Güzel, herkes toplanıyor,” dedi Garnap
kendi kendine. Bir süre sonra atın dinlenmesi için bir ormanın kenarında durdu.
“Ne kadar yolumuz kaldı?” dedi aşağı inen kadın.
“Birkaç saat daha sürer yolumuz. Lider Cender
gelmeden savaşa girmeyeceksiniz. O yüzden endişelenmeyin.”
“Anlıyorum, peki.”
Akşamüstü savaş alanına çok yakın bir yerde
durdular. Garnap daha fazla ilerlemek istemiyordu. Nehrin kıyısına çadır kurdu.
Kadınların başını beklerken etraftaki seslere odaklandı. Aşağıdan hızla akan
nehir duyuşunu biraz zorlaştırsa da dikkati elden bırakmıyordu. Hava soğuktu, bulutlar
dolunayı tamamen örtmüştü. Gece boyunca az uyuyan Garnap sabah işittiği sesler
üzerine yola doğru yürüdü. Birileri yaklaşıyordu.
“Dur dedim sana! Sakin ol!”
Koşarak gelen bir at ve arkada tıkırdayan
arabanın sesine endişeyle bağıran kadınların sesi karışıyordu. Garnap atın bir
şeyden korktuğu için kontrolden çıktığını anladı. Kısa süre sonra at göründü.
“Aşağı atlayın! Düşeceğiz.”
Kadınlar aşağı atladı ama atı zapt etmeye çalışan
kişi hâlâ bekliyordu. Garnap önünden geçmek üzere olan ata doğru koştu. Dizginlere
tutunup atın üstüne kendini attı. Ne kadar uğraşsa da at durmuyor, doğruca
nehre doğru koşuyordu. Bu yükseklikten, azgın nehre düşmek ölüm demekti. Garnap
son anda kadını belinden kavrayıp çekti ve birlikte yere yuvarlandılar.
Garnap, bir yere vurmaması için bir eliyle
kadının başını korurken yuvarlanma anında omzunu incitmişti. Durduklarında
kadın hemen başını kaldırınca göz göze geldiler. Kadının gözleri hayretle
açıldı.
“Garnap!”
“Mara.” Garnap aniden onun adını nasıl
hatırladığını anlamamıştı. Az önce olayın heyecanı ile ikisi de birbirinin
yüzünü görememişti.
Garnap şaşkınlıkla bakakaldı. Mara hızla
ayağa kalktı. “Sen bunca zaman ne yapıyordun? Seni ne kadar merak ettik biliyor
musun?” Sesi hem meraklı hem kırılmış gibi çıkıyordu. Garnap bakışlarını
uzaklaştırdı. “Üzgünüm.”
“Üzgünüm mü? Sadece bu kadar mı?”
O sırada Elyama yanlarına gelince Garnap cevap
vermekten kurtulduğu için rahatladı. Elyama hafifçe tebessüm etti, bir yandan
da üstünü başını çırpıyordu. “Eski dostlar sonunda karşılaştı demek. Garnap
seni burada görmeyi ummuyordum.”
“Lider Cender’ in isteği. Beni önden
yolladı.” Garnap omzunu tutuyordu.
“Omzunu mu incittin? Dur bakayım,” dedi Mara.
Adam bir adım geri çekildi. “Önemli bir şey
değil, geçer.”
“Hâlâ inatçısın, insan hiç mi değişmez?” diye
söylendi Mara.
“Astaz nasıl?” Garnap düşünceli haldeydi.
“Uzun süre senden bir iz aradıktan sonra
peşini bıraktı. Yine de seni unutmadığına eminim. Şu an pek sağlıklı değil,
gözleri az görüyor. Kasabaya dönmeyecek misin hiç?”
“Bilmiyorum.”
“Bölmek istemem ama benim bir an önce gitmem
gerek,” dedi Elyama. Endişeli gözlerle savaş alanından yükselen toz bulutuna bakıyordu.
Mara kalmak ve gitmek arasında kararsızdı. “Biz
gidelim o halde. Seni yalnız bırakamam Elyama,” dedi. Garnap yürürken dönüp
dönüp arkasına bakan Mara’ yı izliyordu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu.
“Kendinize dikkat edin,” diye bağırdı. Mara tekrar döndü ve gülümseyerek el
salladı.
***
Yenira
dövüşürken sırtını Ceddil’ e vermişti. Bir yandan ona laf yetiştirmeye
çalışıyordu. “Vazgeç diyorum sana. Seni pek çok kişi fark etti. Açığımızı
yakaladıkları anda akbaba gibi üstüne çullanırlar.”
“Kaçıp gidemem şimdi. Kendime geldim artık
dikkatli olacağım.” Ceddil düşünecek vakit bulamadan tekrar dövüşe başladığı
için normalden daha sakin görünüyordu. Sadece ortaya çıkardığı manzarayı
gözünün önüne getirmemeye çalışıyordu. Midesine kramp girmiş gibi hissetse de
bir şeyler onu savaş alanına bağlıyor gibiydi. Uzaklaşmaya, kaçmaya niyeti
yoktu. “Kötü bir şeyler olacak, hissediyorum.”
“Farkındasın yani başına iş açtığının,” diye
söylendi Yenira.
“Hayır. Bu çok farklı bir his, tarif edemeyeceğim
bir şey. Burada kimse güvende değil.”
Azaka endişeli halde gittikçe kapanan gökyüzüne baktı. “Ben de aynı şeyi
hissediyorum.”
Yenira rakibinin hamlesinden kurtulmak için
eğildi. Kılıcını savurup Alaz’ ın adamını yaraladı, ardından ikiliye döndü. “İçinde
bulunduğumuz durumdan daha kötü ne olabilir acaba?”
Ceddil’ in durumu kısa süre içinde Canas' ın
da kulağına gitti. Bunu beklemediği için şaşırmıştı. Onu öylece bırakmaya karar
verdi. Ortalığı karıştırdığı sürece gerisinin önemli olduğunu düşünmüyordu. Korkutucu
yıldırımlar yakınlara düşmeye başlamıştı. Sert rüzgarda savrulan bir dal
parçası yanağını kesti. Krazu’ yu da gözden kaybetmiş olan Canas ara vermek
üzere geri çekildi.
Loravn aceleyle Canas’ ın yanına koştu. Canas
uzaktan savaşı izliyordu. Manzara ona büyüleyici geliyor, yüz ifadesini sabit
tutmaya çalışıyordu. Eline aldığı mendille yanağındaki kanı sildi.
“Efendim acil bir durum var. Lider Zorkan,
Lider Cender’ i atlatıp Butah’ a girmiş. Sizinle savaşmak için ilerlemeye
başlamış. Saraydan gelen mektupta liderin kararlı olduğu yazıyor. Bu durumda ne
yapabiliriz?”
Loravn kısa bir anlığına Canas’ ın
gülümsediğini gördüğüne yemin edebilirdi. Tekrar baktığında ciddi ve endişeli
yüz ifadesiyle karşılaşınca gerginlikten yanlış gördüğünü düşündü.
“Bırakalım gelsin. Şu an burayı terk
edebilecek durumda değiliz. O gelene kadar Alaz ve Lazinka’ nın ordusunu yenmeliyiz.
Herkes elinden geleni yapsın. Zorkan’ ı oyalamak için de bir şeyler yapın.”
“Lider Canas sayımız çok fazla değil. Üç
ordunun ortasında sıkışıp kalacağız. Bu ağır bir yenilgi demek olur. Başka bir
yol bulmalıyız.”
Canas’ ın buz gibi soğuk bakışları Loravn' ın
daha fazla konuşmasını önledi. “Ben kaybetmem Loravn.” Canas atına atladı ve savaş
meydanına daldı. Kana susamışçasına dövüşüyor, karşısına çıkanı deviriyordu. Loravn
içinde bir sıkıntı ile kalakaldı. Canas’ ta bir değişim olduğunu görüyor ve
bunu iyiye yormuyordu, gidip Fuban ile konuşmaya karar verdi.
Kılıcını savuran Canas izlendiği hissine
kapılarak ilerideki ormanlık alana bakınca karartılar gördü. Onların Alev
Soluyanlar olduğunu anlamıştı. “Burada ne işleri var,” diye mırıldandı. Onları
birinin oraya çağırdığına emindi ve öfkeliydi. Daha fazla düşünecek vakti
yoktu, saldırıya devam etti.
Elbruz ayağı sarılı halde yatıyordu. Annesi
Hezel onunla yakından ilgileniyordu. Savaştan kısa bir süre sonra
görevlendirilmişti. Oğlunu o halde ilk gördüğünde içi yansa da hâlâ yaşadığı
için sevinmişti. Ayda kadına yardım ediyor, yaralılarla ilgileniyordu. Bir süre
sonra ortalıkta dolanıp birini arayan bir adama rastladı. “Demek Serenay' ın
babasısınız. Kızınız savaşa döndü, oğlunuz da şu an güvenli bir yerde,
endişelenmeyin.” Karan, Ayda’ ya teşekkür etti, Yazel' in güvende olduğunu
öğrenince rahatladı. Hem kızını görmek hem de insanlara yardım edebilmek amacıyla
dövüşe katılmaya karar verdi.
Sertçe esen rüzgar neredeyse çadırları
yerinden sökecekti. Sağlık görevlileri endişe içindeydi. Havanın hiç bu kadar
kötü olduğunu hatırlamıyorlardı. Kara bulutlar sanki akşam olmuş gibi bir
görüntü ortaya çıkarmıştı.
Fuban ve Loravn’ ın konuşmasına şahit olan
Boratak’ ın kaşları çatıldı. Canas’ ın çıldırmış olduğunu düşünüyordu. “Bu
kadar insanı göz göre göre ölüme götüremeyiz. Bir şey yapmalıyız,” dedi Fuban’
a. “Ben Lider Zorkan’ ın karşısına çıkıp onunla konuşacağım. Siz burayla
ilgilenin.” Boratak bir ata atlayıp yola düştü. “Canas, ne oluyor böyle? Amacın
ne senin?” diye söylenip durdu.
Krazu, Ceddil’ i göz hapsine almıştı. Şimdi
anlıyordu bir süre önce ikisinin ne hakkında konuştuğunu. Bir Ölüm Neferinin
var olduğuna hiç inanmamıştı, söylenenlerin uydurma olduğunu düşünmüştü. Şimdi bu
kan dökücü, canlı halde karşısındaydı. Azaka’ nın onu kontrol altında
tutabildiğini de anlamıştı. Niyetlerinin katliam olmadığının farkındaydı ama bu
kadar tehlikeli biri bir an önce durdurulmazsa başları belaya girebilirdi. Aklı
Canas ve Ceddil arasında gidip geliyordu. Önce hangisini durdurması gerektiğine
karar vermeye çalışıyordu. Canas’ ın canla başla dövüştüğünü görünce ona
yöneldi.
Boratak saatlerdir ilerliyordu, at
yorulmuştu. Durup dinlenmeyi düşündüğü sırada kalabalık halde ilerleyen Zorkan
ve savaşçıları ile karşılaştı. Yolun iki tarafındaki topraklı, ağaçlı alanda da
kurtlar koşuyordu. Boratak bekledi ve yaklaşmalarını izledi. Zorkan atını durdurunca
güçlü bir ses tonuyla konuştu.
“Lider Zorkan, sizinle konuşmam lazım. Ben,
Butahlı savaşçı Boratak, aynı zamanda Lider Canova’ nın yeğeniyim.”
Zorkan öfke ile onu süzdü. “Lider Canas neden
karşıma çıkmıyor?”
“Biliyorsunuz ki şu an büyük bir savaşın
içindeyiz. Eğer siz de dahil olursanız kimsenin eline bir şey geçmez. Tüm
liderler kendini kaybetmiş gibi davranıyor. Lütfen durun.”
“Her şeyi başlatan Canas’ tı. Bunu kendisi
istedi. Butah halkı ile alıp veremediğim yok ama Canas’ a yaptığını
ödetmeliyim.”
“İşler bu noktaya geldiği için çok üzgünüm. Bir
süreliğine öfkenize hakim olup soğukkanlı olamaz mısınız?”
“Endişeni anlıyorum. Canas’ ın karşısına
çıkmakta kararlıyım ama o başkası ile dövüşürken alacağım zafere zafer diyemem.
Sonucu bekleyeceğim, hesaplaşmamı sonraya saklayacağım.”
Zorkan Boratak’ ı daha fazla dinlemedi, tekrar
harekete geçti ve geride toz bulutu bıraktılar. Boratak çaresizce arkalarından
baktı. Atın daha fazla ilerleyecek durumu olmadığı için dinlenmeye karar verdi.
Düşüncelere dalmış halde beklerken uzaktan birilerinin geldiğini fark etti. Mir,
Holant ve Markos’ u görünce hemen tanıdı. Onların arkasından güneye gönderilmiş
olan bazı şavaşçılar da geliyordu.
Holant, Boratak' ı görünce hemen onun yanına
sürdü atını. “Durum nasıl? Lider Zorkan’ ı durdurmayı başaramadık.” Boratak son
durum hakkında onları bilgilendirdi. Holant da ona Zorkan’ ın açtığı savaşın
detaylarını anlattı.
“Demek bu yüzden sinirliydi. İntikam istediği
her halinden belli.” Boratak onlarla birlikte savaş alanına yöneldi.
Savaş hava şartları yüzünden güçlükle devam
ediyordu. Canas emirler yağdırıp herkesi daha sert çarpışmaya davet etse de daha
fazlası kimsenin elinden gelmiyordu.
Verda çok yorulmuştu. Şu ana kadar sırf şans
eseri pek çok yara almaktan kurtulmuştu. Janef ve diğerleri birbirini korumaya
çalışıyordu. Serenay, Verda' ya nişan alan birini fark edip okunu fırlattı. O sırada
Karan’ ı görünce şaşkına döndü.
“Baba! Burada ne işin var?”
“Seni iyi gördüğüme çok sevindim. O kadar korktuk
ki.” Karan, kızının ellerini tutuyordu.
“Dostlarım sayesinde iyiyim. Burada durmamalısın.”
Serenay, babası için endişeliydi.
“Eski bir savaşçı olduğumu unuttun galiba. Size
destek olacağım.”
Zorkan ve kurtlar tüm heybetiyle alanın
etrafını sardı. Geride ve biraz tepede kaldıkları için geniş açıdan, neredeyse
her yeri görebiliyorlardı. Kan kokusu ve gergin ortam kurtların hırlamasına ve
ulumasına neden oldu. Zorkan harekete geçmediği için onlar da sabırsızlık içinde
bekliyordu.
Kurt ulumalarını işiten Janef endişe ile
seslerin geldiği yöne baktı. Uzakları net göremese de gelenlerin kim olduğunu
anlamıştı. Enerjisi çekilmiş gibi hissetti, daha ne kadar devam edeceğini
bilmiyordu. Kılıç savurmaktan elleri ve eklemleri acımaya başlamıştı. Hamleleri
de savruktu. Sonunda kolundan yaralandı. Karan’ ın araya girmesini fırsat bilip
geri çekildi. Kolunu beceriksizce sararken alnından süzülen ter gözlerini
yakıyordu. Nefesini kontrol etmeye çalıştı.
Yorum yapamadım hata verdi ya. :(
YanıtlaSilHadi ya, hep oluyor sende. 🤔
SilHarikasın Duygu zevkle okudum eline sağlık, yazarken karakterleri karıştırmamak için bir tablo falan kullanıyor musun?
YanıtlaSilTeşekkür ederim Eren, beğenmene sevindim. :) Karakterler için bir liste hazırlamıştım. Çoğu kişiyi hatırlasam da ismi az geçenleri unutabiliyorum. :)
YanıtlaSilmektuplar, özel güçlüler, hımm özel kadınlar, korumalar, butah'a :) gri saçlı kız, anılaar :) yoldaki alev soluyanlar :) kadınlar, cenderi bekliycek :) hımm atlı kadın, mara :) garnap ve mara, astaz :) burası hoştu :)
YanıtlaSilyenira ceddil, zorkan canas hımms :) oooo canas iddialı, zorkan alas lazinka onu yenemez diye düşünüyor hımms :) haydi serenaaay :) boratak, evet bu canasa bişiler oldu :) ölüm neferi oooo :) boratak zorkan, zorkan canas ile teke tek dövüşmek istiyor galiba :) yoruldular biraz :) serenay karan :) kurtlar anneeee :) savaşlı bölümler keyifli oluyor :) tenk yuuuu :) bastır canas bastır serenay :)
YanıtlaSildüşüncelere dalmışken halde beklerken uzaktan birilerinin geldiğini farketti (orayı düzeltiver) :)
YanıtlaSilDüzelttim Deep sağ ol. :)
SilBu bölüm biraz yoğundu. Garnap, Mara kısımlarını beğenmene sevindim. :) Canas çok iddialı konuşuyor ama asıl istediği de savaşın daha büyümesi zaten. Zorkan teke tek dövüşten yana. :) Savaşlı kısımları keyifli bulmana sevindim. Yazmak biraz zor ama keyifli oluyor. Yorumun için teşekkür ederim. :)
ya baksana, david eddings romanları var, mesela belgariad serisi, onu seversin sanırım :)
SilOnu hiç okumamıştım, bakayım. Merak ettim. :)
SilZorkan da duramıyor evet. :) Azar azar herkese yer vermeye çalışıyorum da bütünlük bozulmuyordur umarım. :) Canas' ı yavaş yavaş çözmeye başlıyorlar ama iş işten geçecek gibi. :) Mara ve Garnap' ın karşılaşmalarını beğenmene sevindim. Pek romantik anları yazamayan biriyim, bakalım nereye gidecek onların durumu da. :))
YanıtlaSilGarnap ve Mara'nın karşılaşması çok keyifli, vedaları ise hüzünlüydü:) Zorkan'ın direk saldırıya geçmemesi, herşeye rağmen dürüst olması da ayrıca hoşuma gitti:) Ellerinize sağlık, harika olmuş yine:)
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim. Keyifli bulmanıza sevindim. :) Zorkan öfkeli ve sabırsız biri olsa da kendi doğrularından hiç vazgeçmez. :)
Sil