Tiran elinde kılıcıyla koşarken Ceddil aniden durdu. Tiran' ın haykırışı
kafasını karıştırıyordu. Bedenine söz geçiremiyordu, ilerlemek ile durmak
arasında kararsız kalmıştı. Tiran da durmuş, olanları izliyordu. Ceddil bir
anda kafasını tutup acı içinde bağırmaya başladı. Kendi içinde bir savaş
veriyor, öldürme arzusunu bastırmaya çalışıyordu. Zihninin derinliklerinde
anılar belirmeye başladı, dostlarının yüzü bir bir gözünün önüne geldi. Butah'
tan ayrılışları, görev sırasında eğlendiği anlar, Yenira' nın kendisine verdiği
öğüt... Onun sözleri kafasında yankılandı. “Lütfen biraz sakin kalabilmeyi
dene. Neden bu kadar hırçınsın bilmiyorum ama gücünü gerçek dövüşlere sakla.
Sen iyi bir savaşçısın.”
Ellerini saran kara dumanlar yok oldu, yüzündeki damarlar normale
döndü. Ceddil o an eskisi gibi Yenira' nın yüzüne baktı ve bilincini kaybedip
aniden yere kapaklandı. Yenira ilk şoku atlatınca derin bir nefes aldı.
Tüm sesler kesilmiş, vadi
yeterince kana doymuştu. Yenira üzüntü içinde etrafına göz attı. Çocuk ruhlu Farak'
ın ölümü içini sızlattı. Diğerlerinin akıbetini ise bilmiyordu. Tiran' ın yanına
koştu. “O iyi mi?”
“Çok yara almış ama atlatacak gibi görünüyor. Hemen götürelim
onları.”
Yenira hemen at arabasını yanaştırdı. Farak’ ı taşırlarken içi
burkuldu Tiran' ın. Onun kahkahalarını bir daha duyamayacaktı. “O güçlü ve mert
biriydi. İsmini daima yaşatacağız,” dedi Yenira ve bir örtü çıkarıp Farak' ın
üstüne örttü. İç geçirdi. Herkesi yerleştirdiklerinde Yenira hızla atı sürmeye
başladı. Yakınlarda bir kasaba vardı, geç olmadan oraya ulaşmalıydı.
“Ceddil’ e ne olduğunu konusunda bir fikrin var mı?” dedi Yenira.
“Bilmiyorum, ben de çok şaşkınım. Kendini tamamen kaybetmiş
gibiydi. Neredeyse sana saldıracaktı.”
“Belki de senin seslenişin ona ulaştı. O an gerçekten Ceddil' in
beni öldüreceğini düşündüm.”
“Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Şimdilik bilmiyorum. Öncelikle bir hastaneye yetişelim. Off,
nereden karşılaştık şu peçelilerle.” Tiran düşüncelere dalmıştı, bir şey demedi.
Boş gözlerle yola baktı.
Beyt isimli kasabada her şey bir düzen içindeydi. Kulübeler ip gibi
sıralanmıştı. Kimisi iki kimisi de tek katlıydı. İki katlı olanların küçük birer
balkonu vardı. Kulübelerin etrafı çitlerle çevriliydi.
Küçük bir çocuk dedesiyle birlikte kulübenin önünde sohbet ediyordu.
Çocuğun gözleri bir an kasabanın girişindeki toprak yola takıldı. “Dede baksana,
şu taraftan birileri geliyor,” dedi heyecanını gizleyemeyerek.
Yaşlı adam zor gören gözlerini yola çevirdi. Yüzünde bir
tedirginlik vardı. Gelenlerin kim olduğunu merak etti. Zira bu yol peçeli eşkıyaların
kol gezdiği Muzek Bölgesi' ne kadar uzanıyordu. Eğer gizlice kaçmamışlarsa
kimse onları alt edip de buraya kadar gelemezdi. Tabii, bu yabancılar civar
kasabalardan gelmiş de olabilirlerdi. Anlamanın tek yolu gidip sormaktı. At
arabası kasabaya girdiğinde yaşlı adam onları karşıladı.
“Kasabamıza hoşgeldiniz,” dedi misafirperver bir şekilde.
Tiran aşağı atladığı gibi adamın yanına koştu. Yaşlı adam onun bir
an kendisine saldıracağını sanarak geriye çekildi.
“Lütfen yardım edin. Arkadaşlarımız yaralı.”
İhtiyar kafasını eğip at arabasına baktı. “Yoksa peçelilerle mi
kapıştınız?” dedi nefesini tutarak.
“Evet. Nereden anladınız?” dedi Tiran şaşkınlık içinde.
“Halinize bakarak onların bulunduğu
bölgeden geçtiğinizi düşündüm.”
Yaşlı adam daha sonra kulübenin önünde oturan torununa seslendi. “Pell,
hemen hastaneye gidip görevlilere haber ver. Birkaç yaralı var.”
Çocuk koşarak gitti. Uçmaması için de hasır şapkasını tutuyordu. Tiran
gözlerini çocuktan ayırıp yaşlı adama döndü tekrar.
“At arabası ile hemen gidebiliriz. Bize yerini söyleyin lütfen.”
“Yüz metre ileriden sağa dönün. Sonra ilk sokaktan sola sapın.
Biraz daha ilerlerseniz orayı görürsünüz.”
“Teşekkürler,” dedi Tiran ve aceleyle at arabasına koştu.
Yaşlı adam onların haline üzülmüştü. Arkalarından gidip durumlarını
öğrenmeye karar verdi.
Sağlık merkezinin önünde durduklarında hemen görevlilere haber verdiler.
Görevliler yaralıları sedyeyle içeriye taşımaya başladı. Kadınlardan biri
Farak' ı fark edince yüzü soldu, telaşla Tiran' ın yüzüne baktı. Tiran onun
ölmüş olduğunu bildiğini belirten bir bakış attı. Ağzı beyaz bir maske ile
kapalı olan kadın Farak' ı bırakıp Boratak' a geçti. Herkes içeriye taşındı.
Pell dışarıda bekliyor ve endişeli gözlerle olup biteni izliyordu.
Görevliler onu biraz uzaklaştırmıştı. Çocuk, topallayarak gelen dedesini fark
edince yanına koştu ve her şeyi anlatmaya başladı.
“Dede, yaralıları içeriye taşıdılar. Hepsi de baygındı. İyi
olacaklar mı sence?”
Adam çocuğa sarıldı ve başını öptü. Torunu hayatta en sevdiği
kişiydi. Torununun yaralı adamlara üzüldüğünün farkındaydı. Aklına oğlu ve
gelini geldi. Lider Saraç' ın verdiği bir görev için ülkeden ayrıldıklarından
beri onlardan haber alamamışlardı. Onların yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu.
“Elbette iyi olacaklar,” dedi yumuşak bir ses tonuyla.
Doktorlar hemen savaşçılarla ilgilendi. Yaralılar oldukça kan kaybetmişti.
Berzab ve Ceddil’ e kan verildi, yaraları sarıldı. Boratak, iç organları zarar gördüğü için operasyona
alındı.
“Neyse ki ülkemiz sağlık konusunda çok gelişti. Biraz daha
gecikselerdi kurtulamayabilirlerdi,” dedi doktor, meslektaşına.
“Gerçekten öyle. Hepsi iyi olacaktır. Diğeri ise olay anında ölmüş
gibi görünüyor.”
Dışarıda endişe içinde bekleyen ikili, yaşlı adamla sohbet etmeye
başladı. Bir şekilde kafalarını dağıtmaya ihtiyaçları vardı.
“Arkadaşlarınızın kurtulacağına inanıyorum,” dedi yaşlı adam.
“Umarım öyle olur, teşekkürler,” dedi Yenira.
“Peçelilerle karşılaşmanız kötü olmuş. Onlardan kurtulduğunuza göre güçlü savaşçılar
olmalısınız.”
Yenira başını yere eğdi, cevap vermedi. Yaşlı adam sözlerini
sürdürdü. “O karanlık adamlardan bir türlü kurtulamadık. Sürekli birilerini
katlediyorlardı. Durumu lidere iletmemize rağmen bunu çözemediler. Çünkü
sarayın görevlendirdiği savaşçılar daha gelmeden ortadan kayboluyorlar, bir süre
gözükmüyorlar.”
O sırada içeriden bir görevli çıktı. Tiran hemen arkadaşlarının
durumunu sordu. Görevli durumlarının iyiye gittiğini, zamanla kendilerini
toparlayabileceklerini söyledi. Boratak' ın da operasyonunun iyi geçmekte
olduğunu bildirdi.
“Siz de yaralısınız, gelin bir bakalım,” dedi kadın görevli Tiran' a.
Sonra Yenira' ya döndü. “Aynı şekilde siz de pek iyi görünmüyorsunuz.”
“Hayır, ben iyiyim. Tiran sen git, muayene ol,” dedi Yenira emir
verircesine.
Pell gözlerini Tiran' ın yüzündeki yaradan alamıyordu. Torununu
fark eden yaşlı adam başını okşadı. “Endişelenme, sadece küçük bir yara. Bak
konuşuyor ve yürüyor. Sağlığı gayet iyi,” diye kulağına fısıldadı.
Tiran ve görevli içeri girince Yenira ihtiyara döndü. “Arkadaşlarımız
iyileşene kadar kalabileceğimiz bir yer var mı burada? Bir de bu peçelilerle
olan mücadelemiz kimse tarafından duyulmasa sevinirim. Olayın büyümesini istemiyorum.”
“Tamam, endişelenme sen. Bizden laf çıkmaz. Kasabamızda bir
misafirhanemiz var. Orada istediğiniz kadar kalabilirsiniz.”
“Teşekkürler.”
“Bu arada ben Herves. Ne zaman bir şeye ihtiyacınız olursa
söyleyin. Kasabanın girişindeki ilk ev benim. Biz artık gidelim Pell.”
“Ben de Yenira Tanıştığımıza memnun oldum,” dedi Yenira. Herves de
gülümseyerek başını eğdi hafifçe ve torunu ile oradan uzaklaştı.
Kafası dolu olan Yenira ne yapacağını bilmez haldeydi. Vadideki
dövüş her şeyi mahvetmişti. Grup dağılmış, bir dostlarını kaybetmişlerdi.
Dahası Ceddil' in her an o korkunç haline dönme ihtimali onu geriyordu. Şimdilik
herkesin kendine gelmesini beklemekten başka yapacağı bir şey yoktu. Eşyaları arasından
gerekli malzemeleri çıkarıp kendi yaraları ile ilgilendi. Merhem de sürünce sızlayan
yerler yavaş yavaş geçti.
Tiran muayene sonrası odada yalnız kalınca duvarın dibine çöktü. Başını
soğuk duvara dayadı. Olanlara inanmakta güçlük çekiyordu. İçindeki yangın
giderek büyüyünce duvarı yumruklamaya başladı. “Kahretsin!” Gözyaşları çenesine
doğru süzülürken bir kısmı yanağındaki gazlı beze karışıyordu. Sesler üzerine
odaya girenler onu yatıştırmaya çalıştı. Tiran' ın sakinleşmesi biraz zaman
aldı.
Ertesi gün Ceddil kendine geldi. Berzab da diğer yatakta yatıyordu
ama bilinci açıktı. Ceddil dövüşü hatırlayınca yanı başında oturan Yenira' ya
döndü.
“Neler oldu? Fa- Farak nasıl? En son hatırladığım onun...” Devamını
getiremedi.
“Üzgünüm, onu kaybettik.”
Ceddil' in gözleri hayretle açıldı. Onun gerçekten ölmüş olduğuna
inanamıyordu. Yumruklarını sıktı. “O an inanmak istememiştim. Bir an öfkeye
kapıldım ama sonrasını hiç hatırlamıyorum.”
Yenira, sıkıntı ve hayret içinde ona baktı. “Gerçekten hiçbir şey
hatırlamıyor musun?”
“Hayır. Galiba o sırada bir darbe yiyip bilincimi kaybettim. Tiran
nerede? Yıkılmış olmalı.” Ceddil’ in sesi fısıltıya dönmüştü.
Yenira konunun değişmesi üzerine rahatladı. “Yıkıldı tabi ki.
Dünden beri ruh hali çok kötü. Toparlanmasına yardım etmeliyiz.”
“Anlıyorum. Boratak nasıl peki?” dedi Ceddil nefesini tutarak.
“İyi. Bir süre dinlenmesi gerekiyor. Biraz ağırdı yaraları.”
İkisini sessizce dinliyordu Berzab. Çok üzgündü ama elinden bir şey
gelmiyordu.
İlerleyen saatlerde Boratak da kendine geldi. Gözlerini açar açmaz
da sorularını sıraladı. Yenira her zamanki gibi bilgi vermek zorunda kalan
kişiydi.
“Na-nasıl
oldu?” dedi Boratak, sesine hâkim olmaya çalışarak.
“Peçelilerden biri onu mızrağı ile ağır yaraladı.”
“Bu nasıl olur? Ben yaralandığımda Tiran ve ikisi sırt sırta
vermiş, cesur bir şekilde dövüşüyorlardı.”
Yenira oturduğu sandalyede başını yere eğdi. Ellerini birbirine kenetlemişti.
“Senin vurulman Tiran’ ın dikkatini dağıtmış. Onu saldırıdan korumak isteyen
Farak da önüne atladı. Ölümcül bir yara aldı.”
Boratak daha fazla konuşamadı. Gözlerinden akan yaşlara engel olamadı.
Sonraki sabah Boratak biraz daha kendine gelince kasabadaki gölün
yakınında toplandılar. Uzun, yemyeşil ağaçlarla çevrili mekan huzur doluydu. Farak
için küçük bir anma töreni düzenlediler. Tiran topladığı rengarenk çiçekleri
mezarın başına koydu. Mezar taşına da Farak' ın ismini kazıdı.
Hüzünlü vedanın ardından Yenira
Boratak' ın koluna girdi. Doktor kendini zorlamadan biraz yürüyebileceğini
söylemişti. Berzab da şimdilik bir değnekle yürümek zorundaydı. Oradan
ayrıldılar.
Hastaneye döndüklerinde Yenira toparlanmaları halinde göreve hemen
devam edeceklerini söyledi. Daha fazla gecikmelerinin iyi olmayacağını belirtti.
Tiran dalgın halde pencereden dışarıyı izliyordu.
Ertesi gün Yenira erkenden hastaneye geldi. Tiran
günlerdir uykusuz olduğu için onu uyandırmadan misafirhaneden ayrılmıştı.
Ceddil uykusunda mırıldanıp duruyor, terliyordu. Sıçrayarak uyandı.
“Kötü bir rüya mı gördün?” dedi Yenira.
Ceddil yutkundu. “Garip şeyler gördüm.” Ellerini kaldırdı yavaşça. “Ellerim
kanlıydı ve ellerimden duman çıkıyordu. Öfkeyle bir peçeliyi havaya
kaldırdığımda benim Ölüm Neferi olduğumu söyledi. Sonra...” Sözlerinin devamını
getiremedi. Beti benzi atmıştı.
Ne diyeceğini bilemedi Yenira. “Rüya işte, üzerinde durma.” Ölüm
Neferi demekle peçelinin neyi kastettiğini düşünmeye başlamıştı bile.
“Gerçek gibiydi,” dedi Ceddil. Huzursuzluk içinde yataktan kalktı. Omzunu
hareket ettirmekte biraz zorlanıyordu. Gövdesi de mumyalanmışçasına sargılar içindeydi.
Yenira giyinmesine yardım etti. Sonra diğerleri ile ilgilendi. Yavaş yavaş herkes
toparlanıyordu.
Yola çıkma vakti gelip çattı. Doğrudan Saklı Mekan' a varıp görevi
sonlandıracaklardı. Kaybedecek vakitleri yoktu artık.
İlk bölümden bugün başladım :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim, İnşallah beğeneceğin bir seri olur. :)
SilEn heyecanlı yerde bitmiş :)
YanıtlaSil"Yenira" çok değişik geldi bu isim... Ama hoş ve güzel bence.
Kaleminize sağlık.
18.bölümü heyecanlı yerde kesmiştim, sonunu da getirdim. :) Yenira' nin söylenişi kulağa hoş geliyor gibi. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama aklıma gelen ilk isimleri kullanıyorum genelde. Yoksa çok düşünsem işim zorlaşacak. :) Yorumunuz için teşekkür ederim.
SilYenira erkek İlkay. Bu gruptaki herkes erkek. :))
SilGüzel bir bölüm sonu, kaleminize sağlık 🙏 Heyecanla bekliyorum yeni bölümleri ☺️
YanıtlaSilYorumunuz için çok teşekkür ederim. En başından beri azimle okumaya devam ediyorsunuz. 😊
Silİnanın büyük bir keyifle okuyorum ve heyecanla bekliyorum yeni yayınları 🙏 Daha hiç kaçırmadım, ki bu kadar uzun soluklu yazı takip etmem zordur genelde 😅 Tekrardan kaleminize sağlık ☺️
SilÖyle düşünmenize ve yeni bölümleri beklemenize sevindim. :) Çok uzun olunca ben de başta endişeliydim ama buraya kadar gelebildim. Tekrar teşekkür ederim. 😀
Silhımms yine heyecanlı aksiyonlu devam etmiş bölüm. Peçeliler daha hep önümüze çıkcaklar gibi :) ceddil de değişik özel biri demek ki :) bu romanda bayağı çok kahraman oldu ve en hoşu da isimleri :)
YanıtlaSilPeçeliler daha çıkmayacak, dağıldılar zaten. 😀 Ceddil önceden bahsettiğim listedeki özel güçlülerden biri. :)
SilÇok kişi olması biraz kafa karıştırıcı ama ben her birini birbirinden farklı şekilde oluşturmayı seviyorum. Karaktere uygun isim, diyalog, tavır düşünmek hoşuma gidiyor. 😊 Sen de başından beri azimle okuyorsun, teşekkürler. :))
Güzel bölümdü. Zorlu görevde can kayıpları kaçınılmaz. Aklıma takılan bu savaşçıları bir sürü ülkeye gidiyorlar ve yerel halkla diyaloga giriyorlar, bütün ülkeler aynı dili mi konuşuyor?
YanıtlaSilBir gün bu sorunun geleceğini biliyordum. 😀 Kurgudaki açık olarak düşünebiliriz. Herkesin farklı dil kullanması daha mantıklı olurdu tabi ama bir sürü karakter farklı yere gidiyor ve gittiği yerin dilini oranın halkı kadar iyi konuşabilmeleri biraz zorlama olacaktı. Herkes aynı dili konuşuyor gibi kurguladım. Fakat Lider Harula' nın yaşadığı dönem eski olduğu için onların dili daha değişik gibi yansıtmak zorunda kaldım. Bu konulardaki eleştirileri kabul ediyorum. Yorum için teşekkür ederim. :)
SilYenira anlatmak istese de bir türlü yapamıyor. Bakalım anlatabilecek mi? Ceddil' in bilmemesi tabi ki büyük sıkıntı. :))
YanıtlaSil