Zebbar iki gün boyunca yol kat ettikten sonra bir şelaleye, daha
doğrusu Saklı Mekân’ a ulaştı. Haritaya göre şelalenin dibinde gizli bir geçit
vardı. Zebbar atından atladı ve kaçmaması için atı bir ağaca bağladı. Neredeyse
elli metre yüksekten akan ve çarptığı yerde köpükler oluşturan şelaleye baktı. Ancak
yorgun hissettiği için biraz dinlenme gereği duydu. Çünkü yüzerek gizli geçide
ulaşmaktan başka çaresi yoktu. Bu da oldukça kuvvet gerektiriyordu. Yine de iyi
bir yüzücü olduğu için çok fazla zorlanacağını sanmıyordu. Ağaçlardan birinin gölgesine
oturdu ve yanındaki azığı çıkardı. Bir gün önce uğradığı bir şehirden bir çanta
dolusu yiyecek satın almıştı. Sonuçta yolculuğun ne kadar süreceğini tahmin
etmek zordu. İştahı oldukça açık olduğu için aç kalmaya tahammülü yoktu.
İyice dinlenip kendine gelen Zebbar ceketini ve ayakkabısını
çıkardı. Haritayı önce ezberledi ve sonra yere bıraktığı ceketinin cebine
tıktı. İçeride neyle karşılaşacağını bilmediği için baltasını bırakmadı. Kıyıdaki
eşyalarını ise görülmeyecek şekilde bir ağacın kovuğuna sakladı. Suya atlamadan
önce derin bir nefes aldı ve kendini aşağı bıraktı.
Şelalenin altına doğru yüzerken heyecanı giderek artıyordu. Acaba
burada belgelere ulaşabilecek miydi? Diğerlerinden önce ulaşırsa takdiri
kendisinin kazanacağını düşünüyordu. Yüksekten akan suyun şiddeti ise Zebbar' ın
ilerleyişini güçleştiriyordu. Buna rağmen dev cüssesi ile kulaçlarını
hızlandırdı. Yeterince hızlı olmasa da gücü sayesinde engeli aşmayı başardı.
Sonunda kendini mağaradan içeriye atabildi. Bir süre mağaranın
ağzını kapatan şelaleyi izleyerek dinlendi, nefes nefese kalmıştı. Mağaranın
yüksekliği neredeyse başı tavana değecek kadardı. Yerde su birikintisi bırakarak
mağaranın iç kesimlerine doğru ilerledi. Mağara tahmininden çok daha büyüktü ve
ilerledikçe karanlığa gömülüyordu. Bir süre sonra koridorun aydınlandığını gördü.
Duvarlardaki çıkıntılarda duran kandiller yanıyordu. Kısa bir şaşkınlığın
ardından yoluna devam etti. Duvarlar Meguan’ ın tarihini gösteren resimlerle
doluydu.
Zebbar temkinli şekilde adımlarını atarken bir yandan da resimleri
inceliyordu. Bir elini şekillerin üzerinde gezdirdi. Asırlar öncesinde yaşanmış
savaşlar resmedilmişti. Atlı süvariler mızrakları ile düşmana doğru
ilerlemekteydi. Parlayan ışıklar altında birden duvardaki şekiller dalgalanmaya
başladı. Zebbar korku içinde geri çekildi ve etrafına bakındı. Hayal gördüğünü
düşünerek gözlerini ovuşturdu. Ancak duvardaki şekiller, hatta duvar eğilip
bükülerek soluklaşmaya başladı. Zebbar kendini birden korkunç bir mahzende
buldu ve birilerinin kendisine saldıracağını düşünüp baltasını savurdu. Fakat
kendisine hamle yapan kimse yoktu. Bunun üzerine sakinleşip etrafı incelemeye
başladı. Ortam o kadar pis görünüyordu ki kirden kimsenin yüzü tam olarak seçilmiyordu.
Mahzen kolları kalın zincirlerle bağlanmış insanlarla doluydu. Her
birinin işkenceye maruz kaldığı belliydi. Kiminin sırtındaki kıyafetler
dökülüyorken kiminin ise çıplak sırtındaki kırbaç izleri belli oluyordu.
Herkesin saçı sakalı birbirine karışmıştı. Yüzü yara ve yanık içinde olan kişiler
ise tanınmaz hale gelmişti. Zebbar acıma ve endişe içinde onlara baktı.
İçlerinden birinin sırtında adeta yarıklar oluşmuştu. Kanı soğuk ve
sert zemine akan adam yüzüstü yatıyordu. Zebbar bir an için onun ölmüş olduğunu
sandı, ta ki adam acı içinde inleyene kadar.
Mahzenin hemen dışındaki işkence aletleri gözüne çarptı. İçlerinde
insanın derisini yüzmeye, etini koparmaya yarayan aletler, iç tarafı demir
dikenlerle kaplı tabut benzeri düzenekler, zehir dolu şişeler... Önce
şaşkınlıktan hareketsiz kaldıysa da kısa sürede kimse tarafından fark
edilmediğini anladı. Çünkü birkaç dakikadır mahzenin ortasında dikiliyordu ve
bir kişi bile dönüp bakmamıştı ona. Sarayda Serenay ve diğerlerinin
anlattıkları aklına geldi.
“Bekleyip olacakları görmekten başka çarem yok. Sakin olmalıyım,”
diye mırıldandı kendi kendine.
“Harula' ya güvenmekle hata yaptık. Bizi sadece kötü amaçları için
kullandı. Ordularımızı onun emrine sunduk ama o bulduğu ilk fırsatta bizi
buraya tıktı,” dedi esirlerden birisi öfke içinde.
“Buradan kurtulup yaptıklarını ona ödetmeliyiz Jarlon,” dedi bir
diğer adam.
“Son zamanlarda imkânsız işlerin ardına düştü, resmen kafayı
sıyırmış. Karanlık bir ordu toplayıp gelecekten bir döneme gitmeyi
düşünüyormuş. Buna inanabiliyor musun Zugant? Güya tüm dünyaya savaş açacakmış,”
dedi Jarlon.
“Büyük ordumuzu boş yere heba edecek bu deli.”
“Mutlaka onu önlemenin bir yolunu bulacağız.”
İki adam da iri yapılıydı ve konuşmalarına bakılırsa asil bir
soydan geldikleri belli oluyordu. Diğer esirler birer ölüyü andırsa da bu iki
adamın gözleri büyük bir öfkeyle parlıyordu. Her an patlamaya hazır bomba
gibiydiler. Aralarındaki hararetli sohbete bakılacak olursa pes etmemişlerdi.
Dahası, diğerlerinden farklı olarak bedenlerinden sisi andıran bir enerji
yayılıyordu. Bu adamların nasıl olup da tutsak edilebildiklerine anlam veremiyordu
Zebbar. Açıkçası adamlarda hissettiği güç ve karanlık enerjiden ürkmüştü. Adamların
bahsettiği ordunun nasıl bir güce sahip olduğunu merak etti.
Kendini tekrar mağarada bulduğunda konuşmalara kendisini öyle
kaptırmıştı ki irkildi. İki adamın sözleri kafasının içinde dolanıp duruyordu. Lider
Harula karanlık planını gerçekleştirecek miydi? Mahzendeki adamlar
kurtulabilmişler miydi? Zebbar tüm bunları merak ediyordu. Sonra görevini hatırlayınca
tüm soruları kafasından atmaya çalıştı. Karşısına çıkan üç yoldan sağdakine saptı.
Yol giderek aşağıya doğru kıvrılıyordu. Kimi yerde geçit daralırken kimi yerde
çok genişliyordu. Aradan geçen bir saatin ardından tünelin sonuna varabildi.
Parlak, taş salonu görebiliyordu uzaktan. Şu ana kadar karşısına bir engel
çıkmadığı için salonun içinde tuzaklar olabileceğini düşündü. Zaten sonuna kadar
gelmişken önlem almamak delilik olurdu.
Baltasını daha sıkıca kavrayarak salona doğru koşmaya başladı.
Salon o kadar parlaktı ki ışık gözünü alıyordu. Salonun girişine kadar tüm gücüyle
koşup o hızla sıçrayarak içeri daldı. Tam arkasındaki girişe onlarca ok yağdı. Zebbar
bu tür oyunlara karşı hazırlıklıydı. Gerçi içine giydiği zırh sayesinde önemli
bir yara almayacaktı.
“Ne yani liderin aldığı tüm önlem sadece bu kadar mı?” dedi kendi
kendine.
Yavaşça ortadaki taş bloğa yaklaştı. Bir yandan da etrafı kolaçan
etmeyi unutmuyordu. Hedefine yaklaşmak bu kadar basit olmamalıydı. Yoksa Lider
Cender gerçekten de buranın güvenliğini fazla önemsemiyor muydu? Piramit
şeklindeki taş bloğun üst kısmını avucu ile kavradı ve çevirdi. Duyulan klik
sesiyle birlikte üst kısım yukarıya doğru kalktı. Oluşan boşluğa elini soktu.
Mühürlü parşömenleri eline aldığında gülümsedi. İşte görevi başarı ile
tamamlamıştı.
O anda arkadan gelen bir müzik sesi ile irkildi. Suçüstü
yakalandığı için telaşlandı, kalp atışı hızlandı. Yakalandığına göre öldürülür
müydü, yoksa mahzene mi atılırdı? Bunu düşünmekten kendisi alamıyordu. Lider Cender’
in insancıl yanına güvenmekten başka sığınacağı bir şey yoktu şu an.
Parşömenleri bir kenara bıraktı. Baltasını sıkıca tutarak arkasına
döndü. Kesinlikle direnecek ve sonuna kadar savaşacaktı. Gördüğü manzara
karşısında ise şaşkına döndü. Pelerinli bir adam gözlerini kapatmış, oturduğu
taşın üstünde keman çalıyordu. Taşın hemen yanında ise yay ve ok kılıfı vardı.
Adam tüm dünyadan habersizmişçesine sakince çalıyordu. Sanki bıraksalar sonsuza
kadar çalacaktı. Yüzünde masum ve nazik bir ifade vardı. Melodi odada
yankılanırken Zebbar' ı da içine çekiyordu. Zebbar elinde baltası ile öylece
ayakta beklerken bedeni gevşemeye başladı.
Sonra gözleri yavaşça kapandı. Gevşeyen elindeki balta gürültüyle yere düştü.
Fakat Zebbar kemanın sesinden başka bir şey duymuyordu. Tuzağa düştüğünden
habersiz kendini uykunun kollarına bıraktı. Gürültüyle yere düştüğünde müzik
sesi de kesildi. Taşın üstünde oturan adam kemanını yere bıraktı. Silahlarını
kuşandı ve Zebbar' ın yerdeki hareketsiz bedenine doğru yürüdü. Bu kez
gülümsemiyordu.
“Ne kadar irisin böyle? Neyse ki müziğimin etkisine çabuk kapıldın da
dövüşmek zorunda kalmadık,” dedi ve isteksizce onu yerden kaldırıp sırtına
attı. Bir eliyle düşmemesi için Zebbar' ı tutarken diğer eline de kemanını aldı
ve ağır aksak yürüyerek salondan ayrıldı.
*****
Colevis, Sırat' ın ardından gittiği arazide diğer adamların cansız
bedenleri ile karşılaştı. Sırat' ın o kadar adamla başa çıkmasının mümkün
olmadığını biliyordu. Çaresizce ondan bir iz ararken Sırat’ ın kılıcını ve elbisesinden
kanlı bir parça buldu. Kılıcı yerden alıp temizledi. Sırat eğer yaralanmışsa o
halde çok uzaklaşmış olamazdı.
Colevis atına atladığı gibi her yerde onu aramaya başladı. En
yakından başlayarak kasabaları, şehirleri dolaştı. Hiç kimse Sırat' ı görmemiş
ve onun hakkında bir şey duymamıştı. Son uğradığı şehirde ise doğruca bir
sağlık merkezine gitti. Oradaki en yetkili doktorla tanışıp biraz vaktini
alacağını söyledi.
“Pekala, söyle bakalım. Derdin nedir?” dedi yaşı biraz ilerlemiş
olan doktor.
“Aslında mesele bir arkadaşım hakkında. Bir şekilde onu kaybettim
fakat yaralandığına dair kanıtlar geçti elime. Belki birisi onu bulup bir
sağlık merkezine götürmüş olabilir.”
“Anlıyorum. Sen de o yüzden buradasın.”
“Bu konu benim için önemli olmasaydı gerçekten vaktinizden almak
istemezdim. Şehir dışından gelmiş böyle birini tedavi ettiniz mi acaba?” dedi
Colevis umutsuzluk içinde.
Colevis Sırat’ ın fiziksel özelliklerini, dövüş sırasında ne giydiğini,
yaralanmış olduğu bölgeye kadar her şeyi anlattı.
“Anlıyorum bayan. Fakat bahsettiğiniz şekilde şehir dışından yaralı
biri gelmedi buraya.”
“Onu nerede bulabileceğimi bilmiyorum. Hiçbir yerde yok,” diye
söylendi Colevis.
“Üzgünüm, yapabileceğim bir şey yok. Artık işime dönmem gerekiyor.”
Colevis çaresizlik içinde oradan ayrılmıştı ki bir kadın koşturarak yanına
geldi.
“Az önce doktorla konuştuklarınıza şahit oldum. Bence aradığınız
kişi sarayda tutsak edilmiş olabilir,” dedi beyaz önlüklü kadın.
“Sizi bu düşünceye sevk eden nedir?” dedi şaşıran Colevis.
“Kardeşim kervan ticareti ile ilgileniyor ve daha geçenlerde
bahsettiğiniz bölgenin yakınlarında bulunmuş. Hatta bana yaralı birisinin
düzgün giyimli biri tarafından bir at arabasına yerleştirilip götürüldüğünü
söylemişti. Emin olmasa da o kişiyi saray savaşçılarından birine benzetmiş.”
“Gerçekten görmüş mü onu? İyi mi acaba?” dedi heyecanlanan Colevis.
“Bilmiyorum fakat bir saray savaşçısı boş yere onu götürmez. Ciddi bir
şey olmalı.”
Colevis her şeyi öğrenmiş olabileceklerini düşünüp birden telaşlandı.
Yaralanan adamları hatırladı. Sırat ok kullanmazdı ve birisi kesinlikle onu
kurtarıp saraya götürmüştü.
“Gerçekten çok yardımcı oldunuz. Ben daha fazla oyalanmadan yola
düşeyim o halde. Kolay gelsin size,” dedi Colevis.
“Umarım arkadaşınızı bulursunuz.”
Colevis hiç düşünmeden saraya doğru yola koyuldu. Sırat’ ın sarayda
ne gibi bir muameleye maruz kalacağını bilmiyor ve içi içini yiyordu. Dahası yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu.
Bunun tek yolu bir şekilde saraya sızmaktı.
İki gün boyunca hiç bir aksilik yaşamadan yoluna devam etti ve
sonunda saraya ulaştı. Sarayın bu kadar ihtişamlı ve büyük olmasını
beklemiyordu. Saraya giden yol düz taşlarla döşenmiş ve yolun iki tarafı
rengârenk çiçeklere sahip küçük ağaçlarla süslenmişti. Hayvan heykelleri bahçenin
her tarafına yerleştirilmişti.
Colevis yorgun olmasına rağmen acele etmesi gerektiğini biliyordu.
Bir süre gizlice saraya nasıl girebileceği konusunda kafa yordu. Kılık
değiştirip de bir şekilde saraya girmesi gerekecekti. O sırada mutfak işleri
için gelen köylü kadınlar aradığı fırsatı verdi ona. Ara sokaklardan birinden
çaldığı eski bir eteği ve tuniği giydi. Yüzünün bir kısmını saklayacak şekilde
başına da bir şal geçirdi. Dikkat çekmemeyi başararak bekleyen kadınların
arasına karıştı. Hiç konuşmuyor ve göz temasında bulunmuyordu. Sarayın arka
kısmında bulunan kapıdan girdiler ve mutfağa giden, gaz lambalarıyla aydınlatılmış
taş koridorları aştılar. Mutfak olabildiğince büyüktü. Herkes sarayda verilecek
büyük ziyafet için hazırlanırken Colevis gizlice mutfaktan çıkmaya çalışıyordu.
Ancak biri ona seslendiğinde donup kaldı, yavaşça arkasına döndü.
“Sen de şunları al ve yemek salonuna götür,” dedi aşçılardan birisi
tepsiyi uzatarak.
“Ta-tamam,” dedi Colevis.
Aşçının elinden tepsiyi aldığı gibi hızla mutfaktan ayrıldı.
Koridorlar işlerini yetiştirmek için koşuşturan insanlarla doluydu. Ne de olsa
bugün önemli bir gündü. Lider Cender akşama ülkenin ileri gelen iş adamları ile
bir görüşme yapacaktı. Her şey kusursuz olmalıydı.
Colevis bir an önce mahzenlerin yerini öğrenmek zorundaydı. Bir
süre koridorlarda dolandıktan sonra iki muhafızın bir adamı yaka paça sürüyerek
götürdüğünü gördü. Tepsiyi bir kenara bıraktı ve adamın zindana kapatılacağını
düşünerek onları takip etti. Dönerek inen merdivenlerde uzun süre ilerlediler.
Karanlığı muhafızların ellerindeki meşaleler dağıtıyordu. Colevis karanlıkta
kalmamak için sessizce hemen arkalarından ilerliyordu. Muhafızlar zindana adamı
kapattıktan sonra Colevis' i fark etmeden geçip gittiler. Adamlar gidince kadın
saklandığı yerden çıktı. Zindanların olduğu kısım loş bir ışıkla
aydınlatılmıştı. Kadın esirlerin şaşkın bakışları arasında koşturup Sırat' ı
arıyordu.
“Sırat burada mısın? Seni almaya geldim,” dedi telaşlı bir şekilde.
“Aradığın isimde biri yok burada,” dedi parmaklıkların diğer
tarafındaki yaşlı adam. Saçı sakalına karışmış çelimsiz ihtiyar parmaklıklara dayanmıştı.
Colevis onun yanına doğru ilerledi.
“Nasıl olur bu? Mutlaka bir yanlışınız olmalı.”
“Buraya girip çıkan herkesi bilirim ben. Dediğin isimde biri
gelmedi daha önce.”
“Boşuna mı geldim buraya kadar?” diye kendi kendine söylendi kadın. Hayal kırıklığına uğramıştı. Sonra
demir parmaklıkları tutarak yere çöktü.
“Muhafızlar tarafından yakalanmak istemiyorsan hemen git buradan. Pes
etmenin sırası değil,” dedi yaşlı adam, kızı kollarından tutup kaldırmaya
çalışarak.
Colevis başını sallamakla yetindi. Parmaklıklara tutunmayı bıraktı
ve ayağa kalkıp merdivenlere doğru ilerledi. Tam karşısında meşaleli biri
belirince irkildi. Adamın boyu ise onu daha da germişti, bu adamla kesinlikle
baş edemezdi.
“Sırat' ı arıyorsun demek?” dedi adam sırıtarak. “Benimle
geliyorsun o halde.” Adam kocaman elleri ile Colevis' i kolundan yakaladı.
“Bırak beni!” dedi Colevis belindeki hançeri çıkararak.
Adam Colevis' in saldırı hamlesini anında durdurup hançeri uzağa
fırlattı. Colevis gitmemek için çırpınırken adam onu sürüklercesine yukarı
doğru çıkardı.
“Şimdi Lider Cender' in huzuruna çıkacaksın. Uslu dursan iyi olur.”
Colevis korkuyla adama baktı. Sözlerindeki ciddiyeti görünce direnmemeye
karar verdi. “Buraya gelmemeliydim. Şimdi tüm sırlar ortaya dökülecek,” diye
düşündü endişe içinde. İki muhafızın beklediği bir kapıya vardıklarında
durdular. Uzun adamı gören muhafızlar geriye çekilip dev kapıyı ardına kadar
açtı.
Colevis adamın arkasından ağır adımlarla içeriye girdi. Tahtında oturan
sarışın adamı görünce kalbi deli gibi atmaya başladı. Lider Cender' in
kendisine ne tür bir ceza vereceği konusunda endişeliydi. Başını eğip beklemeye
başladı. Lider kadını süzdükten sonra yavaşça ayağa kalktı.
“Ooo, Garnap son kaçağı da yakaladın demek?” Liderin yumuşak sesi ahenkli
çıkıyordu.
Garnap' ın yüzünde bir gülümseme belirdi. Cevap vermeden lideri
selamladı ve odadan ayrıldı.
“Sen Colevis olmalısın. Sırat her şeyi anlattı bana,” dedi lider
gülümseyerek.
“Sırat iyi mi? Şimdi nerede o?” dedi Colevis duyduklarına
inanamayarak.
“Colevis,” dedi geriden gelen bir ses.
Kadın heyecan içinde, tanıdığı sese doğru döndü. “Sırat sen
yaşıyorsun,” dedi yarı ağlamaklı bir sesle ve ona sarıldı.
“Ah, dur. Yaralarım tam iyileşmedi.” Kadın hemen geri çekildi. Sırat
gerçekten de pek iyi görünmüyordu. Saçı başı dağınık, göz altları morarmış, halsizdi.
“Garnap son anda beni kurtardı. Ağır yaralıydım ve neredeyse ölmek
üzereydim. Uzun süren bir tedavi sürecinden sonra ancak kendime gelebildim.” Sırat
gülümseyerek kadına baktı.
“Eveeeeet,” diyerek araya girdi Lider Cender. “Kaçakları
yakaladığımıza ve herkes iyi olduğuna göre söyleyin bakalım Butahlılar Meguan' da
ne işiniz var?” dedi tehditten uzak bir ses tonuyla. Daha çok meraklı bir hali
vardı.
“Ama nasıl öğrendiniz?” dedi Colevis şaşkın bir şekilde.
“Garnap benim sağ kolumdur adeta. Ülkeye gizlice giriş yapanları ve
de Saklı Mekân’ a sızmaya çalışanları tespit eder. Emrine verdiğim adamlar da çok
hünerlidir. Lider Canas' ın bir gün Meguan' a da adamlarını yollayacağını
biliyordum. Sadece belirli önlemler aldık diyelim. Diğerlerini getirin,” diye
emir verdi lider yardımcılarına.
Colevis şaşkınlık içinde salona Zebbar, Katra ve Elyama' nın
getirilişini izledi. Zebbar öfkeli, Katra yakalandığı için utanmış, Elyama ise
herkesi sağ salim gördüğü için mutlu görünüyordu.
Lider tekrar tahtına kuruldu. Karşısındaki savaşçılarla değil de daha
çok kendi kendine konuşuyor gibiydi: “Bildiğiniz üzere bir ülkenin gizli
belgelerini çalmak büyük bir suçtur. Size nasıl bir ceza vermem gerekiyor
acaba?”
Ortam birden gerildi, kimseden çıt çıkmıyordu. Lider kurnaz bir
sırıtışla tüm kaçakları süzdü. Hepsinin birbirinden farklı karakterlerde
olduğunu onlara bakarak bile anlayabiliyordu. Kesinlikle ortak bir karar
alabilecek tiplere benzemiyorlardı. Bu, liderin gülümsemesinin daha da
yayılmasına sebep oldu. Sonra birden ciddileşti.
“Sizlere bir önerim var. Siz bana tüm olan biteni anlatın ben de
sizi serbest bırakayım.” Bu kez ses tonunda bir farklılık vardı. Eğer söylediği
yapılmazsa bunun cezasının ağır olacağını ima ediyordu.
Herkes tereddütle birbirine baktı. Konuşsalar da konuşmasalar da
başları derdi girecekti. Colevis Lider Cender’ in gerçekten de bahsedildiği
gibi tuhaf bir karaktere sahip olduğunu görüyordu. Dost mu düşman mı olduğunu
hiç belli etmeyen tehlikeli birisiydi. Sırat ise Lider Cender’ e
güvenebileceğini biliyordu. Çünkü başka hiçbir lider kendisine bu şekilde
davranmazdı. Liderin ne düşündüğünü anlamıştı ve onun yanında olacaktı.
Diğerlerinin şaşkın bakışları arasında öne doğru bir adım attı.
“Lider Cender size her şeyi anlatacağım,” dedi kendinden emin bir
şekilde.
“Peki, öyleyse seni dinliyorum.” Liderin memnuniyeti bakışlarından okunuyordu.
Baştan başlamam gerekli öyküne. Önümüzdeki hafta evde olunca başlayayım.Birkaç gün tarla olayımız olacak.
YanıtlaSilYorum için teşekkür ederim. Umarım beğenirsin. Kolaylıklar dilerim ben de işinizde. :)
Silİlgin için teşekkür ederim. Çok uzun olunca okumak da zor oluyordur. :) İsim bulmak bazen zorlasa da eğlenceli. Karakterin cinsiyeti ve kişiliğine uygun isim bulmak gerekiyor. :)
YanıtlaSilİlk ekip yolun sonuna geldi sanırım... Yalnız Katra ve Elyama'nın yakalanışlarını sanırım kaçırdım...Onlar için bi geri dönmem lazım.. Bölümler arka arkaya gelmeyince arada kaçan detaylar olabiliyor. Kaleminize sağlık, büyük bir keyifle okumaya devam ediyorum.
YanıtlaSilKatra ve Elyama' nın yakalanışlarını yazmadım, atladım sadece. Bir şey kaçırmadınız. :)) Bu ekibi çok uzatmak istemedim, hepsinin yakalandığını göstermek önemliydi. :) Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.
SilLider Cender sözlerinde samimi mi, yoksa dost görünümlü bir sinsi mi? Mağara macerasını özellikle beğendim. Kalemine sağlık. 😂
YanıtlaSilBakalım nasıl birisi çıkacak Lider Cender? 😃 Yorumun için teşekkür ederim, beğenmene sevindim. :))
Silhımms, zabbar, mahzen, yine zaman kaymasıı :) harula ve pelerinli adam :) sonra da colevis, sırat ve cender, hımms, ne anlatcak bakalım, neler dönüyormuş anlayalım, şimdilik bu ekipler var bir de neydi o avcı vardı, lım lım nolcak bakalım :) serenay nerdeee :)
YanıtlaSilEvet bu gruplar, liderler ve avcıyla kara elçi genel olarak ön planda.
SilBu grup mu lider cender mi bir şeyler açıklayacak görelim. :) Serenaylar yolculuğa devam ediyor. :)
Itiraf etmem gerekiyorsa okurken bazen kafam karışıyor ama aynı bir tarih filminin içindeymişim gibi hissettiriyor.Basarilar diliyorum, yine çok sürukleyiciydi:)
YanıtlaSilGüzel yorumun için teşekkür ederim. Tarih filminde gibi hissettirdiğime sevindim. :)) Kafan karışabilir, doğrudur. Çok karakter ve olay olunca. İleride daha oturur her şey umarım. :)
SilSırat Cender'e her şeyi anlatacağını söyleyip arkadaşlarını tehlikeye atacak korkarım. Başladığı gibi gayet güzel gidiyor, eline sağlık. Katra ve Elyama'nın yakalanışını ben de merak edip kaçırdım mı acaba diye düşündüm:)
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim. Cender' in gerçekte nasıl biri olduğu anlaşılacak. :) Katra ve Elyama' nın nasıl yakalandıkları pek önemli değildi, bölümün gereksiz yere uzamasını istemedim. :)
SilDediğin gibi güçlerini birleştirmeleri daha mantıklıydı. Anlık bir kararla yanlış yolu seçti Sırat. Biraz da değişiklik olsun diye bu şekilde yazıyorum. :) Lider Cender bakalım nasıl biri? :)
YanıtlaSil