BÖLÜM 11
Alev Soluyanlar-Libmons
Yolculuğun kalan kısmında ya geniş vadiden geçeceklerdi ya da dağ
eteğinden. Boş arazide ilerleyip hedef olmamak için dağ yolunu tercih ettiler.
Dağın eteklerine vardıklarında, ormanın içine yerleştiler. Ağaçlar birkaç metre
uzunluğunda ve kalın gövdeliydi. Yerlere kadar sarkan dallar yemyeşil örtüyle
kaplıydı. Toprak kokusu dört bir yanı sarmıştı. Ormanda dikkat çekici bir
sessizlik hâkimdi. Kısa sürede çadırlar kuruldu, ateş yakıldı, şehirden alınan
yiyecekler pişirildi.
Serenay kütüphaneden aldığı kitapları okumak için sabırsızlansa da karanlık
buna pek izin vermiyordu. Kitaplar çok eski olduğundan kapakları yıpranmış,
sayfalarının bir kısmı kopmuş ve yazılar yer yer silinmişti.
“Artık uyku vakti geldi. İçinizden nöbet tutmak isteyen biri varsa
söylesin yoksa ben seçeceğim,” dedi Janef.
“Benim uykum yok. İlk nöbeti ben alıyorum,” dedi Elbruz.
“Peki, öyleyse bir şey olursa bizi uyandırırsın,” dedi Janef.
Elbruz fazla uyumadığından nöbetlerin çoğunu tutardı. Kütüphanede
saatlerce kitapları karıştırdığı için gözleri iyice yorulan Serenay’ ın ise
feci derecede uykusu gelmişti. Yazel ve Serenay Elbruz’ a iyi geceler dileyip
onu geceyle baş başa bıraktılar.
Diğerleri uykuya daldığında Elbruz ormanı dinliyordu. Bu orman
diğerlerine nazaran daha karanlıktı. Zaten bu karanlıkta yaklaşan birini fark
etmesi de zor olacaktı. O yüzden hiç kımıldamadan seslere odaklanmıştı. Birisi
yaklaşırsa en azından küçük bir çıtırtıyı bile duyabilirdi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bir takım sesler işitti. Sanki
birileri tartışıyordu. Meraklanan Elbruz seslerin kaynağını araştırmak üzere
yavaşça yerinden kalktı. Çadırdakilere gittiğini haber vermeyi düşündü fakat
vazgeçti. Durduk yere onları uykularından etmek ve endişelendirmek istemiyordu.
Nasıl olsa hemen bir bakıp dönecekti. Ses çıkarmadan ormanın derinliklerine
doğru yürüdü. Sonra ağaçların arasından bir ışık sızdığını fark etti. Işığa
doğru ilerlediğinde boş bir alanda üst üste dizilmiş kütüklerin yandığını
gördü. Beş kişi ateşin etrafında oturuyorken, dört kişi de ayakta durmuş
hararetli bir şekilde tartışıyordu. Sesleri çok kalın ve çatallı çıktığı için ne
dediklerini pek anlamıyordu.
Geniş gövdeli ağaçlardan birinin arkasına saklanıp onları izlemeye
başladı. Hepsi de siyah pelerinler içindeydi ve bulunduğu noktadan yüzlerini
seçemiyordu. Pelerinin kapüşonları adamların yüzlerini kapatıyordu. Silahlı
olmaları Elbruz' u germişti. Gerçi bu görünümdeki insanlardan silah
taşımamalarını beklemek saçmalıktı.
Adamlardan biri sohbeti kesip yana doğru bir adım attı. Sanki daha
önce fark etmesi gereken bir şeyi fark edememiş gibi sinirlenmiş, dikkat
kesilmişti. Diğerleri ise onun ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Adam iki
metre uzunluğundaki kalın, sivri mızrağı kaldırıp ani bir hareketle fırlattı.
Mızrak Elbruz' un ardına saklandığı ağacın gövdesine çarpıp ağacı yardı. Elbruz
bir anlık refleksle geriye doğru sıçradı ve yere düştü. Beklemediği bu hamle
karşısında donup kalmıştı. Fark edilmiş olması imkânsızdı. Ne yapacağını
bilemeyerek birkaç saniye öylece kalp atışlarının yavaşlamasını bekledi.
Mızrağı fırlatan adam Elbruz' un yanında belirdi ve onu kolundan
yakaladı. “Burada ne arıyorsun? Neyse ki seni ilk fark eden ben oldum.
Diğerleri fark etseydi şimdiye ölmüştün,” dedi boğuk bir sesle.
“Benim kötü bir niyetim yoktu. Burada birilerinin olduğunu fark
edince bakmaya geldim.”
Şimdi diğer adamlar da yanlarına gelmiş, tehditkâr bir şekilde
Elbruz' u süzüyorlardı. Elbruz sayıca bu kadar üstün olan topluluğun karşısında
hiç şansı olmadığını biliyordu. Onları kızdıracak bir şey yapmamalı ve bir an
önce diğerlerini uyarmanın bir yolunu bulmalıydı. Kolunu sımsıkı tutan adam
tekrar aynı soruyu sordu.
“Burada ne arıyorsun? Sen kimsin?”
Elbruz başını kaldırıp kendisine dik dik bakan adamın yüzünü
sonunda gördü. Bembeyaz bir ten ve tamamı kapkara gözler… Bir an irkilse de
bunu belli etmemeye çalıştı. Daha önce böyle bir şey görmemişti. Neyle karşı
karşıya olduğunu merak ediyordu. Ne kadar tehditkâr davranışlar sergileseler de
onlarla anlaşmanın bir yolunu bulmalıydı.
“Ben Elbruz. Arkadaşlarımla
bir araştırma gezisine çıkmıştık ve hava kararınca bu ormanda gecelemeye karar
verdik.”
“Demek burada başkaları da var?” dedi adam gözlerini kısarak.
Elbruz dikkatsizlik sonucu arkadaşlarından bahsettiğine pişman
oldu. Boş bulunup da nasıl böyle bir hata yapabilmişti? Birkaç saniye sonra adamın
kolunu tutan eli gevşedi. Elbruz’ un kolu hemen kızarmıştı. Şimdi kara kara ne
yapması gerektiğini düşünüyordu.
“Hadi arkadaşlarının yanına gidelim. Eğer doğruyu söylüyorsan sizi
serbest bırakırız.”
“Yalan söylüyorsa onu bana bırakabilirsiniz efendim,” dedi
adamlardan en kısa olanı. Elbruz’ u öldürmek için can attığı belli oluyordu.
“Başka derdin yok mu senin? Liderimize karışma,” dedi uzun olan.
Liderleri ise bir el işareti ile onları susturdu. Diğerlerinin
üzerinde güçlü bir hâkimiyete sahip olduğu belliydi. Elbruz’ un tahminine göre
gruptaki en güçlü kişiydi. Bu yüzden diğerleri de ona itaat etmek zorundaydı.
“Gidip göreceğiz bakalım. Ne yapacağımıza sonra karar veririz,”
dedi adam.
Elbruz' un korktuğu başına gelmişti. Adamları atlatmak imkânsız
gibi bir şeydi. Onları arkadaşlarının yanına götürmeye karar verdi. Eğer
dediklerini yapmazsa zaten bu adamlar kısa sürede diğerlerinin yerini tespit
ederdi.
“Peki, sizi götüreceğim. Fakat merak ettiğim bir şey var. Siz
kimsiniz?” Elbruz bunu sormakla önemli
bir hata yapıp yapmadığını düşündü. Sorusu üzerine adam gülümsedi. “Öncelikle
kendimi tanıtayım, ben Barsuk. Bizi tanıyan kişi sayısı azdır. İnsanlardan
uzaklarda, küçük topluluklar halinde yaşarız. Fakat az da olsa belli dönemlerde
sıradan insanlarla yaşamışızdır. Anlayacağın dış görünüşümüz haricinde sizlerden
pek farklı sayılmayız.”
“Tabi bir de özel gücümüz dışında…” diye araya girdi liderin hemen
yanındaki adam.
Lider başını çevirip ters ters lafını bölen adama baktı. Adam
sessizliğe bürününce konuşmasını sürdürdü. “Biz alevlerin efendisi, ateşin hâkimiyiz.
Bizi tanıyanlar ise bize Alev Soluyanlar diye hitap eder.”
Elbruz işittikleri karşısında şaşırıp kaldı. Alev Soluyanları daha
önce hiç işitmemişti. Ayrıca az önce sözü kesilen adam özel güç derken ne demek
istemişti? Aşağı yukarı güçlerinin alevle ilgili olduğunu kestirebiliyordu
fakat bu vakte kadar nasıl onlardan bir haberi olmamıştı. Elbruz' un
şaşkınlığını fark eden adam onun etrafında tur atarak konuşmasını sürdürdü.
“Neden şaşırdın bu kadar? Bilmediğiniz, görmediğiniz şeylere
inanmama gibi huyunuz var sizlerin. Daha nice özel güçlere sahip insanlar var
aramızda. Gerçi bir kısmı geçmişte yok olup gitti. Günümüze kadar ulaşan
toplulukların sayısı azdır ve biz rahatsız edilmek istemediğimiz için herkesten
uzak durmayı tercih ederiz. Bir bakıma karşımıza çıkan herkesi düşmanımız
olarak görürüz, ta ki onlar güvenimizi kazanana dek,” dedi adam son kelimeleri
vurgulu söyleyerek.
Adam şimdi Elbruz’ un karşısında durmuş onun gözlerinin içine
bakıyordu. Elbruz gözlerini kaçırmamak için zor tuttu kendini. Adamın kara
gözlerine baktığında dipsiz kuyuya çekiliyormuş gibi hissediyordu ama onun
samimi konuşması Elbruz' u biraz olsun rahatlattı. Fakat herkesi düşmanı olarak
gördüğünü söylemesi ise ona güvenmesini engelliyordu. Arkadaşlarının canını
tehlikeye atmaktan korkuyordu.
Serenay uykusunda dönüp duruyordu. Kâbuslarla boğuşurken sıçrayarak
uyandı. O sırada dışarıdan gelen ayak seslerini duydu. Sadece Elbruz’ un ayakta
olması gerekiyordu. Duyduğu sesler ise çok daha fazla kişiye aitti. Merak
içinde çadırın fermuarını indirip dışarıya adım attı.
Elbruz’ un yanında pelerinli adamları görünce ilk şoku atlatması
birkaç saniyesini aldı. Adamların fiziksel görünüşü, özellikle zift karası
gözleri onu korkutmuştu. Sorarcasına Elbruz' un gözlerine baktı. Elbruz, etrafı
adamlarla çevrili olduğundan konuşmamayı tercih etti. Fakat bakışlarından bir
şeylerin ters gittiği anlaşılıyordu.
“Şimdi herkesi buraya toplayın,” dedi Barsuk.
Serenay ne yapacağına karar veremese de Elbruz başını sallayınca
beti benzi atmış bir halde çadıra girip ikizleri uyandırdı. Elbruz da aceleyle
diğerlerini kaldırdı. İki dakika sonra herkes çadırların önünde toplandığında
Serenay' ın az önce yaşadığı şoku yaşadılar. İkizler birbirlerine korku dolu
gözlerle bakarken Yazel de merak içinde gizemli adamları süzüyordu. Janef' in
yüzü gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Akbar' ın yüz ifadesinden ise hiçbir şey
anlaşılmıyordu.
Benay şaşırmamış gibi görünmeye çalışıyor, gözlerini bir an olsun yabancılardan
ayırmıyordu. Podal hoş bir sürprizle karşılaşmışçasına şaşkın ve rahat görünüyordu.
Zaten hayatı pek de ciddiye aldığı söylenemezdi. Elarin ve Creyn ise ne
olduğunu anlamaya çalışıyordu. Orman o kadar sessizleşmişti ki biri kımıldasa
sanki tüm sessizlik bozulacaktı.
“Burada ne arıyorsunuz? Gizlice bizi mi izliyorsunuz? Sizden bir
açıklama bekliyorum ve yanlış bir hareket yaparsanız mızraklarımızın tadına
bakarsınız,” dedi Barsuk.
Elbruz az önce bu mızrağın ağacı bile yardığına şahit olduğu için
adamların çok güçlü ve iyi nişancı olduklarını biliyordu. Öyle ki karanlıkta
bile hedeflerini vurabilecek kadar yetenekliydiler.
“Ben Janef. Biz bir araştırma için bu bölgeye geldik. Günlerdir
yoldayız ve geceleri ormanlara sığınıyoruz. Sizin buradaki varlığınıza dair hiç
bir bilgimiz yoktu. Sizi rahatsız etmek istemezdik.”
Az önce çadırda Elbruz’ un onu uyarması sayesinde bu yalanı
uydurmuştu. Yoksa ikisi farklı şeyleri söylemiş olsaydı başları ciddi şekilde
derde girecekti.
“Ne araştırıyorsunuz ki?”
Janef bir an diğerleri ile göz göze geldi. Hemen bir şey uydurmalıydı.
Düşünecek vakti yoktu. Adamları ikna edemezse bir saldırı ile karşı karşıya
kalacaklarını biliyordu. Janef geçmişteki pek çok durum hakkında bilgi
sahibiydi. Karşısındaki insanları daha önce duymuştu. Aksi ve güvenilmez
varlıklardı ve pek zeki oldukları söylenemezdi. Birçok insanı bir anda
öldürebilecek hız ve kuvvete sahiptiler.
“Bizler buraya doğal yaşam ve yeni bitki türleri hakkında bilgi
toplamaya geldik.”
Grup üyeleri şaşkınlık içinde birbirlerinin yüzüne baktı. Janef’ in
böyle bir yalanı söylemesini beklemiyorlardı. Daha doğrusu çok rahat bir
şekilde yalan söylemesine şaşırmışlardı. Barsuk arkadaşlarına döndü.
“Sizce ona inanmalı mıyız dostlarım?”
“Bence yalan söylüyorlar, gerekeni yapalım,” dedi içlerinden biri.
“Yalan söylediklerinin bir kanıtı yok. O yüzden onları serbest
bırakmalıyız,” dedi uzun olan.
Bir süre düşünen Barsuk kararını açıkladı. “Güneş doğar doğmaz
buradan gitmeniz koşulu ile sizi bırakıyorum. Bir daha karşımıza çıkmayın.”
Herkes rahat bir nefes aldı. Alev Soluyanlar arkalarını dönüp
giderken bir süre onları izlediler. “Nöbeti ben devralayım. Sabaha çok kalmadı
zaten,” dedi Geyul. Kimse itiraz etmedi. Gerilimli bir gecenin ardından uykuya
dalmak zordu. Akbar’ ın içindeki sıkıntı geçmiyordu. Dışarı çıktığında Geyul' un
ortalarda olmadığını fark etti. Arkadan gelen bir çıtırtının ardından aniden
alevler yükseldi. O tarafa döndüğünde Geyul' u kaçarken gördü.
“Kahretsin!”
Yangın hızla etraflarını sararken Akbar herkesi kaldırdı. Sanki
benzin dökülmüşçesine bir anda büyüdü alevler.
Serenay şok içindeki kardeşine sarıldı. “Korkma, kurtulacağız.”
Buna kendisi de inanmıyor, korkulu gözlerle yanan ağaçları izliyordu.
“Bunu o yabancılar mı yaptı? Onlara güvenmemeliydik,” dedi Benay.
Dumandan öksürmeye başlamıştı. Janef ve Elbruz ellerine geçirdikleri örtülerle
yangına müdahale etmeye çalışıyordu ama nafile. Herkes oradan oraya koşuyor bir
çıkış yolu arıyordu. Atlar korkuyla kişniyordu. Serenay sonlarının geldiğini
düşündü. Alevler arasında kapana kısılmışlardı. Ne yapacağını bilemez haldeydi,
nefes almakta zorlanıyordu. Verda ve Elarin yoğun dumandan yere yığıldı. Cehennem
gibi bir sıcak yayılıyordu.
O sırada alevlerin gerisinde birer birer Alev Soluyanlar belirdi. Neredeyse
dokunacak kadar alevlerin yakınına geldiler. Serenay şaşkınlık içinde onları
izliyordu. “Bunlar yanmak mı istiyor? Ne yapmaya çalışıyorlar?”
O anda Barsuk kapüşonunu geriye attı. Esniyormuşçasına ağzını açıp havayı içine
çekti. Alevler denizin ortasındaki girdaba doğru sürüklenir gibi daireler
çizerek onun ağzından içeriye çekildi. Adamları da onu izledi. Herkes bu manzarayı
nefesini tutmuş izlerken kısa sürede alevler tükendi. Ateş pelerinlileri
yakmıyor, onları daha güçlü kılıyordu. Geriye sadece yanmış ot ve ağaçlar kaldı.
“Hayatımızı kurtardınız,” dedi Janef. Hâlâ şaşkınlık içindeydi.
“Böyle bir yangını fark etmememiz imkânsızdı. Ne oldu burada?” Barsuk
şüphe içinde Janef' i süzüyordu.
“Açıklamayı ben yapayım,” diye araya giren Akbar. “Geyul' un o
yangını çıkarıp kaçtığını gördüm. Bakın şimdi aramızda da değil kendisi. Bizi öldürmeyi
planladığı çok açık.”
Yaşanan kargaşadan sonra gerçekten de kimse Geyul' un orada
bulunmadığını fark edememişti. “Bu nasıl olur? Neden böyle bir şey yapsın,”
dedi Janef şaşkınlık içinde.
Yaklaşan iki yabancı üzerine sohbet sonlandı. Adamlar Geyul’ u yakalamış,
sürüklüyorlardı. Beti benzi atmıştı Geyul' un. Barsuk onu ensesinden tutup
sarstı. Sesi tıslar gibi çıkıyordu. Çok öfkeliydi.
“Yangını sen mi çıkardın?”
“Be-ben sadece size yardım etmek istedim. Efendim, onlar size yalan
söyledi. Niyetleri Alev Soluyanları yakalamak ve üzerlerinde incelemeler
yapmaktı.”
“Ne dedin sen?” diye bağırdı Janef. O kadar sinirlenmişti ki Geyul'
un boğazına yapıştı. İşlediği suç yetmiyor gibi bir de paçasını kurtarmak için
iftira atıyordu.
Barsuk öfkeyle Geyul' u yakasından
tutup yukarı kaldırdı, onu Janef' in ellerinden kurtardı. “Tamam, geri çekil
biraz.” Onun bir çocuğu kaldırıyormuş gibi koca adamı kolayca havaya
kaldırmasını hayretle izledi Yazel. “Ne kadar problemlisiniz. Ben kime inanayım
şimdi,” dedi Barsuk.
“Efendi Barsuk, bu adam bir suç işlemiş gibi kaçıyordu. Eğer
dedikleri doğru olsa daha ilk karşılaştığımızda olanları bize anlatırdı. Yalan söylediği
çok belli.”
Barsuk yakın adamını haklı buldu. Ekip arkadaşlarını öldürmeye
çalışan birine güvenemezdi. Geyul' u sertçe yere fırlattı.
“Söyle bakalım, senin bizle derdin ne? Seni kim tuttu da üstümüze
saldı?” diye bağırdı Janef.
Alev Soluyanlar hiç karışmadan öylece onları izliyordu. Geyul artık
pes etmişti. “Görevde başarısız oldum. Maskeli efendim saraya sızmama ve
aranıza katılmama yardım etti. Sizi yolunuzdan etmemi ve öldürmemi istedi
benden.”
Janef adamın yakasına yapışıp öfkeyle bağırdı. “Kimmiş o efendin
söyle. Nasıl böyle bir şey yaparsın? Bizi öldürecektin ha?” diye bağırdı Janef.
“O beni sefaletten çekip aldı, ölümden kurtardı beni. Yüzünü hiç
görmedim. Onu tanımasam da ona itaat etmeyi seçtim. Zaten tanıyor olsam da onun
sırrını açığa çıkarmazdım.”
“Akılsız, seni kullanmış görmüyor musun?”
Geyul yanıt vermedi. Alev Soluyanlar onu kolundan tutup kaldırdı. “Onun
cezasını biz vereceğiz. Siz hemen burayı terk edin. Yeterince can sıkıcı bir
gün oldu,” dedi Barsuk.
Herkes at arabaları ile yola koyulduğunda Geyul' un sessizliği
yırtan çığlığı her yeri inletti. Serenay' ın tüyleri diken diken oldu.
“Ona ne yaptılar acaba?” dedi Yazel.
“Orasını boş ver sen. Onun yerinde biz de olabilirdik,” dedi
Serenay.
“Sence bir daha onlarla karşılaşacak mıyız?” diye sordu Yazel.
“Şansımız yaver giderse karşılaşmayız.”
“Ama gerçekten çok güçlü görünüyorlardı, etkilendim,” dedi
gülümseyen Yazel.
“Evet, hepimizi öldürebilecek kadar güçlü görünüyorlardı,” dedi
Serenay ters ters bakarak.
Ön tarafta ilerleyen Janef de Elbruz ile konuşuyordu. “Geyul' un
bahsettiği şu maskeli kim acaba? Bizden ne istiyor olabilir?”
“Çok şaşkınım, bilemiyorum.”
“Maskeli her kimse, yüzünü bile Geyul' a göstermediğine göre işini
ciddi yapıyor demektir. Bence ya gizli görevlerimizi öğrenip diğer devletler
tarafından tutulmuş birisi ya da Lider Canas' ı kabullenmeyen Butahlı bir
haindir.”
“Bence haberci kuşlarla saraya bir mesaj yollamalıyız. Liderin
bundan haberi olmalı,” dedi Elbruz.
“Bak, bu iyi fikir. En azından Lider Canas bu konuda bir önlem
alabilir. Geyul' u göreve getiren her kimse saraya sızmış biri belli.”
Gün ağarmaya başlamıştı. Güneş gökyüzünü aydınlatarak, tepelerin
ardından yüzünü gösterdi. Uykusuz ve yorucu geçen bir gecenin ardından kimsede
dayanacak güç kalmamıştı. At arabalarının tekerinden çıkan gürültü bile ninni
gibi geliyordu herkese. Yazel çoktan, bir kenara kıvrılıp uyumuştu. Bir kolu
arabadan aşağıya sarkıyordu. Serenay' ın gözleri ise bir kapanıyor bir
açılıyordu. Elbruz haritaya baktığında yakınlarda bir göl bulunduğunu söyledi
Janef' e. Dinlenmek ve temizlenmek için güzel bir fırsattı.
Yaklaşık iki saat sonra göl kenarına vardılar. Civarda hiçbir kimse
yoktu. Gölün biraz ilerisinde sisli tepeler uzanıyordu. Serenay eteğini
toplayıp suya adım attı. Ayakları soğuk suya değdiğinde kendine geldi adeta.
Sonra avucuna aldığı suyu yüzüne çarptı. Yorgundu ve başı biraz ağrıyordu.
Janef at arabasından kuş kafesini çıkardı. Kafeste bir tane haberci
kuş vardı. Eğitimi zor olan bu kuşlar, çok sessiz ve gösterişli olurdu.
Bembeyaz kanatları uzun, gagası sivriydi. Çok hızlı uçar ve gerektiğinde
saldırırdı. Janef herkese danıştıktan sonra Geyul hakkında rapor niteliğinde,
kısa bir yazı yazıp kuşun ayağına bağladı. Canını yakmamak için zarifçe tuttuğu
kuşu öptü ve havaya saldı. Kuş birkaç kanat çırpışın ardından metrelerce
yükseğe havalanıp gözden kayboldu. Günün sonunda iki grubun ayrılma vakti
gelmişti. Birbirlerine şans dilediler ve Janef' in grubu Galnas' a gitmek üzere
batıya doğru yol almaya başladı.
Bu grupta yarı yolda kalacak sandım bir an :-)) en azından bir kayıpla, ki kayıp dememek lazım, yola devam ediyorlar 🙏 Kaleminize sağlık ☺️ 🙏
YanıtlaSilYarı yolda kalmasınlar dedim. Rakipler güçlü bu kez, bir dövüş olsa kurtulmaları pek mümkün değildi. 😀 Yorumunuzu esirgemediğiniz için teşekkür ederim. :)
Siloyy serenay a bişi olacak diye endişelendim :) alev soluyanlar iyimiş ya, kötü gibi değiiler, bir çete gibiler herhalde, maskeli hımmm, neler olcak bakalım, geyul ya hain ya, cezasını buldu, yolculuk devam ediyor :)
YanıtlaSilAlev Soluyanlar iyi ama pek sağı solu belli olmuyor onların. Çete gibiler denebilir evet. :)) Geyul' dan kurtulmuş oldular. Yorumun için teşekkür ederim.
Sil:)
Evet hain çıkacağını tahmin etmiştin. :)) Alev soluyanlar aslında iyi ama biraz dengesizler. Şu an dövüş çıkmasını istemedim, onları başka şeye saklıyorum. :))
YanıtlaSilHeyecanlı bir bölüm olmuş bu:) Gruplar hedeflerine doğru cesaretle ilerliyorlar. Aralarındaki hainleri de bir bir ortaya çıkarmaları lazım. Haberci kuş belki onlara yeni haberlerle döner. Serenay ismi de çok güzel bu arada:)
YanıtlaSilHeyecanlı bulmanıza sevindim. Artık yavaş yavaş fantastik kısımlar artıyor. :) Haberci kuş geri döner mi bilmiyorum. Sürekli seyehat halinde oldukları için zor gibi. :) Serenay ismi bu roman için biraz garip duruyor aslında ama hep kafama göre takıldım zaten isim konusunda. :)
Sil