BÖLÜM 13
Vadideki
Gerginlik-Melmor
Okyanusta yol alan grup gorpa saldırısından başka bir macera
yaşamadı. Uzun yolculuk sonunda Melmor' a vardıklarında buna en çok sevinen Farak
oldu. Gemi kıyıya yanaştıktan sonra diğerleri eşyalarını toplamakla uğraşırken
Farak çoktan kendini kıyıya attı. Liman tüccarlarla ve balıkçı tekneleriyle
doluydu. İnsan kalabalığını aşıp ilerlemek zordu.
İyice sabırsızlanan Farak bağırarak elini kolunu sallamaya başladı.
“Çok yavaşsınız, acele edin biraz. Yapacak çok işimiz var daha.”
“Ne yaptığını sanıyor bu? Tüm dikkatleri üzerimize çekiyor,” diye
söylendi Yenira. Sonra gözlerini Farak’ a dikerek elini boynuna götürdü ve ‘sen
öldün’ dercesine bir hareket yaptı. Bunun üzerine Farak sessiz sedasız
beklemeye başladı.
“Uğraşma şu çocukla,” diye güldü Berzab, bir yandan da taşıdığı
bavulla cebelleşiyordu.
Ceddil sırtına attığı çantayla hemen Farak' ın yanına vardı.
Diğerleri de onlara yetiştiğinde Farak Yenira ile göz temasında bulunmaktan
kaçındı, onun korkutucu bir yanı olduğunu düşünüyordu. Her ne kadar deli
gözüyle bakılsa da Ceddil Tiran' dan sonra en iyi anlaştığı kişiydi.
Saraydan at arabası ile ayrılmışlardı fakat gemiye binmeden önce at
arabasını geride bırakmışlardı. O yüzden bir süre limanın çevresinde dolanıp
satın alabilecekleri bir at arabası aradılar. Mallarını satıp da köyüne dönecek
olan orta yaşlı bir adamla karşılaşınca onu ikna edip atını satın aldılar.
Neyse ki at arabası herkesi alabilecek büyüklükteydi. Hemen eşyaları yükleyip
yola düştüler.
Limanın kalabalığını aştıktan sonra sakin bir yola girdiler. Yolun
sağ tarafında küçük kayalıklar yükseliyor, sol tarafında ise yeşil bir düzlük
uzanıyordu. Sessizliğe bürünen Tiran Farak’ ın gözünden kaçmadı. “Böyle kara
kara ne düşünüyorsun?”
“Şu an bunu söylemem doğru mu bilmiyorum ama içimde kötü bir his
var.” Farak kolunu Tiran' ın omzuna koydu. “Hadi ama yapma böyle. İlk defa
evinden bu kadar uzağa geldiğin içindir.”
“Belki öyledir,” dedi Tiran, gülümsemeye çalıştı.
Ceddil dirseğiyle Farak' ı dürttü. “Hey, duyduğuma göre gideceğimiz
şehirde dövüş müsabakaları başlamış. Zorlu rakipler olacağına eminim.”
“Vayy, gerçekten mi? Biz de katılmalıyız.” Farak kendini kaptırıp
ayağa kalktı. “Ortalığın tozunu attıralım!” Ceddil de ayağa kalktı, havaya
yumruklar atıyordu. “Kesinlikle yapacağız. Gücümüzü gösterelim.”
Atı süren Yenira daha fazla kendini tutamadı: “Oturun be! Siz
ikiniz ne saçmalıyorsunuz?” İkili sessizce oturunca Tiran gülmeye başladı, neşesi
yerine gelmişti.
Herkes acıkmaya başladığında şehrin girişindeki ilk handa durdular.
Hanın önünde bir kaç at arabası vardı. Atlar yalaktan su içip saman yiyordu.
Başlarında bekleyen on beş yaşlarında bir çocuk vardı. Çocuk Yenira ve
diğerlerini görünce koşturarak yanlarına geldi.
“Hoş geldiniz efendim. Hanımız oldukça büyüktür. Çok rahat
edeceğinize eminim. Atınız ile ben ilgilenirim.”
“Peki, at sana emanet. Fakat bir aksilik çıkarsa kendini ölmüş
bil,” dedi Yenira soğuk bir sesle.
Çocuğun yüzündeki gülümseme anında soldu. İtaat edercesine başını
hızlıca salladı. “Elbette efendim, çok dikkatli olacağım.”
Adamları içeriye buyur ettikten sonra çocuk koşarak atın yanına
gitti. Yenira kocaman elleriyle ahşap kapıyı itti. Kapı açılır açılmaz içerinin
tüm gürültüsü adeta dışarı taştı. Berzab yüzünü buruşturarak içeriye adım attı.
Kuru gürültüden hiç hoşlanmazdı. Han gerçekten de çok büyüktü. Masaların
üstünde güzel bir örtü vardı. Han sahiplerinin temizlik konusunda hassas
oldukları belliydi. Masadaki cam sürahiler ve bardaklar parlıyordu. Birkaç kişi
iştahla yemek yiyordu. Han sahibi kollarından yağ akıtarak yemek yiyenlere dik
dik baksa da çenesini kapalı tutuyordu. Sonunda kapıda beliren yeni müşterileri
fark edince hemen onları karşıladı.
“Buyurun, ne istersiniz? Çeşitli yiyeceklerimiz ve çok sayıda boş
odamız var.”
“Odaya ihtiyacımız yok. Yemeklerinin tadına bakmaya geldik. Bakalım
övüldüğü kadar var mıymış?” dedi Berzab.
Han sahibi buna gülümseyerek karşılık verdi. Sonra büyük masalardan
birini onlara gösterdi. Adam uzaklaştıktan sonra genç bir oğlan gelip
siparişleri aldı.
“Demek çok övülen yemeklerden yemeye geldin?” dedi Boratak dalga
geçerek.
“Ne yapalım. Şu an çok açım ve eğer adam en güzel yemeklerini
karşıma koymazsa çileden çıkabilirim,” dedi Berzab gülümseyerek.
“Zaten sadece acıktığında bu kadar haşin oluyorsun.”
Tezgahın yan kısmındaki sahnede birkaç kişi enstrüman çalıyordu.
Arada bir müzik sesini bastıran kahkahalar yükseliyordu masalardan. Farak ise
kendini müziğin ritmine kaptırmış çevresinde olanlardan habersizdi.
İskemleye oturmuş, ortadaki kadın keman çalıyordu. İnsanın içini
titretecek bir melodi yayılıyordu etrafa. Onun sol tarafındaki delikanlı zaman
zaman yükselen bir tonda piyano çalıyordu. Gözleri kapalı halde parmakları
tuşlar üstünde gelip gidiyordu. Sağ tarafındaki genç ise tambur çalarak diğer
ikisine eşlik ediyordu. Müzik bittiğinde Farak coşkuyla alkışlamış ve tüm
dikkatleri üzerine çekmişti. Tiran' ın içten gülümsemesi, diğerlerinin alaycı
bakışları karşısında yüzü kızardı. Bir anlığına başını sahneye çevirdiğinde ise
kadının kendisine gülümsediğini gördü. Daha da kızararak yüzünü başka tarafa
çevirdi.
Buharı üstünde tüten, mis kokulu yemekler gelince Berzab ve Ceddil
hızla yemeye başladı. Keçi eti yahnisi, kuzu çevirme, güveçte pişmiş hindiye
özel olarak hazırlanmış acı ve baharatlı soslar eşlik ediyordu. Buz gibi acı şalgam
eşliğinde herkes tıka basa yedi.
“Vay be, saraydan sonra hiçbir yerde bu kadar leziz yemekler
yememiştim,” dedi Berzab.
“Al benden de o kadar,” dedi Ceddil.
“Hadi, yavaştan toparlanalım da yola koyulalım bir an önce,” dedi Yenira.
Yemeğin ardından ellerini yüzlerini iyice yıkadılar. Sonrasında ücreti
ödeyip handan ayrıldılar. Kapıdan çıktıkları anda az önceki çocuk yanlarında bitti.
“Efendim atınıza su ve yem verdim. Hiç bir aksilik çıkmadı,” dedi aceleyle.
“Aferin çocuk,” dedi Yenira ve elindeki bakır parayı ona uzattı.
Çocuğun yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. Yenira' ya teşekkür etti.
Grup tekrar yollara düştü. Büyükçe bir şehre vardılar. Şehrin çok kalabalık
olması gözlerini korkutmuştu. Çeşit çeşit malzemelerin satıldığı dükkânlar
şehir sokaklarını kaplıyordu. Şehirdeki savaş okulu görkemli yapısı ile
dikkatleri çekiyordu. Etrafı kalın ve yüksek duvarlarla çevrili olmasına rağmen
içeriden kılıç çarpışmalarının sesi geliyordu.
Biraz ileride bir kalabalık toplanmıştı. Lider Saraç’ ı suçlayan bazı
kişiler onun tahttan inmesi gerektiğini haykırıyordu. Her an bir kavga patlak
verecek gibiydi. İçlerinden biri bağırdı. “Bir toplantıyı bile doğru düzgün
idare edemeyen biri liderimiz olamaz!” İtirazlar da yükseldi hemen. Yenira atı durdurup
izlemeye başladı.
“Burada işler oldukça karışmış. Biz bile Lider Saraç’ ı suçlayamazken
bunlar nasıl bu kadar suçluyor anlamıyorum,” dedi Tiran.
“İnsanlar böyle işte. Aralarına bir kıvılcım atman yeter. Bu onları
koca bir şehri bile yakabilecek bir yangına dönüştürür,” dedi Berzab sıkkın bir
halde.
“Burada sinirler iyice gerilmiş anlaşılan, gevşetmek gerek değil mi
Ceddil?” dedi Farak Ceddil’ e göz kırparak.
Ancak Berzab’ ın öfkeli bakışları Farak’ ın hemen çenesini
kapatmasına neden oldu. Berzab bu iki deliyle buraya kadar bile
gelebildiklerine hayret ediyordu. Acaba görevi tamamlayabilecekler miydi?
Başını iki yana sallayarak “çok zor,” diye mırıldandı.
Yenira düşünceli halde olanları izliyordu. Meydandaki karmaşa iyice
büyüdü. İnsanlar birbirine saldırmaya başladı. Sandalyeler, masalar havada uçuşuyordu.
Adamlardan birinin rastgele fırlattığı taş Ceddil’ in başının dibinden geçti.
Siniri hemen tepesine çıkan Ceddil adamlara dalmak üzere harekete geçecekti ki
Berzab kolundan yakalad.
“Bu işe bulaşma sakın. Hemen şimdi buradan gidiyoruz.”
“Ama adamları görmüyor musun?”
“Boş ver onları. Gidiyoruz dedim, o kadar.”
Ceddil öfkeli bakışlarını bir süre Berzab’ a dikti. Yenira grubun
lideri olarak gizli görevin önemini herkese hatırlatmak zorunda hissetti
kendini. Ceddil' i bir kenara çekti.
“Seninle ne yapacağız biz böyle? Yapacağın hiç bir şeyin sonunu
düşünmeden hareket ediyorsun.”
“Herkes hak ettiğini yaşamalı,” dedi Ceddil.
“Öyle mi beyefendi? Peki, kimin neyi hak ettiğine sen mi karar
vereceksin?”
Ceddil bir şey demeyince Yenira sözlerini sürdürdü. “Lütfen biraz
sakin kalabilmeyi dene. Neden bu kadar hırçınsın bilmiyorum ama gücünü gerçek dövüşlere
sakla. Sen iyi bir savaşçısın.”
Ceddil sessizliğini korudu. İtaat etmek hoşuna gitmese de Yenira' nın
haklı olduğunu biliyordu.
Her şeyi geride bırakarak at arabasına bindiler. Yenira kısa süre
sonra bir dükkânın önünde durdu. Attan aşağıya atlayınca dükkân sahibi kapıda belirdi.
“İçeri buyurun efendim. Her çeşit silah bulunmaktadır
dükkânımızda,” dedi adam yapmacık bir neşeyle.
Yenira hiçbir şey demeden dükkâna adım attı. Diğerleri de arkasından
içeriye girdi. Yenira duvarda asılı kılıçlara yöneldi. Bazılarını eline alıp
inceledi. Kimisi çok uzundu, kimisi çok hafifti, kimisinin de kabzası daha
kolay kavrayabilmek için kıvrımlıydı. Farak bir köşede sıralanmış mızrakları
inceliyordu. Dükkân sahibi mızraklar hakkında ona bilgi verdi.
“Bu son model bir mızraktır. Daha çok hasar vermek amacıyla yapıldı.
Ucunun ne kadar sivri ve uzun olduğunu görüyor musunuz?” dedi adam mızrağı
Farak' ın burnunun ucuna tutarak. Farak kafasını geriye doğru çekip anladığını belirtti.
Yenira eline aldığı bir kılıca etkilenmiş gibi bakıyordu. Kılıcı
uzun süre elinde evirip çevirdi. Kılıç çok keskindi ve kabzasındaki küçük düğme
dikkatini çekti.
“Bu düğme de neyin nesi?”
“O düğme sayesinde kabzadan zehirli iğneler fırlar. Rakibi öldürmez
fakat bayıltır,” dedi satıcı.
Yenira bir süre daha inceledi kılıcı. Kabzasının iç tarafında, metalin
hemen üst kısmında küçük bir delik vardı. Anlaşılan zehirli iğneler buradan
çıkıyordu.
“Anlıyorum. O halde onu satın alıyorum.”
Satıcı yedek iğne ve zehir de verdi. Adam elindeki en iyi
kılıçlardan birini sattığı için memnundu. Farak da yeni bir ok takımı aldı.
Dükkân sahibi neşe içinde onları uğurladı.
Aradan geçen bir saatin ardından yemyeşil bir vadiye vardılar. İki
tarafta kıvrılarak uzanan yeşil tepelerin arasındaki dar bir geçitte
ilerliyorlardı. Çeşit çeşit ağaçlar tepeleri süslüyordu. Uzaklardan su sesi
işitiliyordu. Birkaç kartal havada süzüldükten sonra gözden kayboldu. At
arabasını bu kez Boratak kullanıyordu ve Berzab da yanına oturuyordu. Farak
arabanın arkasında ayaklarını aşağıya sarkıtmış, ellerini başının altında
kenetlemiş yatıyor, Ceddil ve Tiran sohbet ediyordu. Farak' ın yanında oturan
Yenira' nın gözleri ise çok uzaklara dalmıştı. Kollarını dizlerinin üstüne
koymuş kıpırtısız bir halde duruyordu. At aniden kişneyerek durunca Yenira’ nın
bakışları Boratak' a kaydı.
“Eşkıyalar, yanlış yerde avlanıyorlar,” dedi Berzab arkada
oturanlara dönerek.
On kişilik bir grup yan yana sıralanıp yolu kapatmıştı. Hepsinin de
yüzünde siyah peçe vardı. Kimisi balta, kimisi kırbaç, kimisi kılıç taşıyordu.
Tehditkâr bir şekilde at arabasının karşısında dikiliyorlardı. Bol
pantolonlarının paçaları siyah çizmelerinin içine sokuşturulmuştu. Dizlerine
kadar uzanan mavi entarileri bel hizasından siyah kuşaklarla bağlanmıştı. Bileklerinden
dirseklerine kadar uzanan siyah kollukları vardı.
“Anlaşılan bunlar yanlış kişilere çattıklarının farkında değiller,”
dedi Yenira at arabasından aşağıya atlayarak.
“Tam on kuş avucumuza düştü,” dedi Ceddil gözlerini kısarak.
Şimdi hepsi aşağıya inmiş ve silahlarına sarılmıştı. Farak rakiplerin
kalabalık olması yüzünden yayını kullanmaya karar verdi. Ne kadar kısa sürede
onlara zarar verebilirse durum lehlerine dönerdi. Peçeli adamlar at arabasına
doğru ilerledi. Sanki ayakları ile yeri delecekmiş gibi bir havada
yürüyorlardı. Berzab sessizce onları izlerken, Ceddil bir an önce saldırıya
geçmek için dişlerini sıkıyordu. Peçelilerden en önde olanı konuşmaya başladı.
“Mallarınız ve canlarınızı bize bırakmadan buradan geçemezsiniz,”
dedi alaycı bir sesle.
Sesi ne kadar alaycı çıksa da gözleri bunun tam tersini
anlatıyordu. Ölümü çağıran bakışları vardı ve kolay bir rakip olmadığını
gösteriyordu herkese. Farak işin ciddi olduğunu biliyordu. Yayını gerip hazır vaziyette
beklemeye başladı. Kara peçeli adam onu görmezden gelip konuşmasına devam etti.
“Tabii, eğer korkup kaçmayı seçmezseniz,” diye devam ettiğinde ses
tonu daha kalın ve yırtıcı çıkıyordu.
Peçeli adamın ten rengi hafif esmerdi. İri, kara gözleri zalimce
parlıyordu. Zift karası dağınık saçlarının bir tutamı alnına düşüyordu.
Adamların tek isteklerinin ölümcül bir dövüş olduğu belliydi. Ancak karşı taraf
da geri adım atmamakta kararlıydı. Çünkü alttan almaya çalışsalar bile peçelilerin
dövüşten vazgeçmeyeceğine emindiler.
“Ben de aynı şeyi sizlere söyleyecektim. Eğer aklınız varsa hemen
buradan toz olursunuz. Karşımıza çıkma cesaretini gösterdiğinize göre sizi
temin ederim ki kaçınılmaz bir son sizi bulacak,” dedi Yenira.
Peçeli adam ürkütücü bir kahkaha attı. Yanındakiler ise daha
şimdiden çıkacak olan büyük dövüşe odaklanmış gibi sessizce bekliyordu.
“Seni sevdim yabancı. Şimdi daha da sabırsızlanmaya başladım. Uzun
zamandır dişimize göre rakipler bulamadık. Bu vadiden geçmek de sizin kör
talihiniz olsa gerek. Çünkü daha önce bizle dövüşme cesaretini gösteren kimseyi
sağ bırakmadık.”
“Hadi başlayalım o halde,” diye bağırarak ileri atıldı daha fazla
sabredemeyen Ceddil.
Bu grubun başına bir şey geleceği belli :-) Her ne kadar peçeli adamlar şansa ortaya çıkmış gibi olsalarda, bu grup çok heyecanlı, başlarını belaya sokma potansiyelleri çok yüksek :-))
YanıtlaSilEvet haklısınız. Bu grubun başlarını belaya sokma potansiyeli vardı. 😀 Kendi ayaklarıyla gitmiş oldular bu sefer. İki taraf da çok güçlü bakalım neler olacak? :) Güzel yorumunuz mutlu etti, teşekkür ederim. :)
SilSonunda dövüşecekleri an geldi. Bu grubu tabi ki dövüşsüz bırakmazdım. 😀
YanıtlaSilBeğendiğin kısmı detaylı anlattığın için teşekkür ederim. Genelde hikayenin akışına göre yazım değişiyor. Bazen olaylar ön planda, bazen betimlemeler, bazen karakterlerin iç dünyası...
Akıcı bulmana sevindim. Dövüşün devam bölümünü paylaşmak için sabırsızlanıyorum ben de ama diğer grupları da anlatmak zorundayım. 😃
sakin bir bölümdü, sona doğru arttı tansiyon, peçeliler bakalım nolcak, bizimkiler döver onları :) iyi gidiyooo :) toplam kaç word sayfası oldu şimdiye dek :) 30 filan oldu mu :)
YanıtlaSilBakalım kim kimi dövecek. :)) Beğenmene sevindim Deep. :) Şu ana kadar Word sayfası olarak 80 sayfa paylaşmışım, ne 30u. 😀 İlk kitabın çoğu bitti yani. İkinciye geçersem daha yavaş paylaşım yapacağım malesef.
Silhımm o zaman yayınladığın her bölüm dört beş word sayfası filan, anladım :) ikinci kitap anladım, ikinci kitabın tamamını yazmadın çünküüüü dahaa :)
SilBazı bölümler on sayfa falandı. Ama düzenlerken de bir 10 sayfa azaltmışım, gereksiz gördüklerimi çıkardım hep. :) İkinci kitabın az bir kısmı hazır ama değişikliğe gideceğim biraz. Plan değişikliği yaptım. Her şey kafama iyice oturunca devam ederim. :) Yorumun ve desteğin için teşekkür ederim deep. :))
Silhımmm ikinci kitapta beklivcez yanii :)))) keyifle okuyom ki yaa destek olmak için değil kendi keyfim için okuyom keyifle hehehe :)
SilÖyle düşünmene mutlu oldum. Keyifli olması benim için önemli. :))
SilEvet, bu bölümdeki betimlemeler çok güzel. Baştaki ilk cümleyi mişli zamanla bitirsen daha hoş gelir kulağa sanırım. Bir de koşturarak yerine koşarak daha doğru bir kullanım bence. Tam heyecanlı yerinde bırakmışsın. Sonuç belli ama olayların nasıl gelişeceğini merak ediyorum. Bizimkiler kazanır muhtemelen. İkinci kitapta da fantezi türünde mi çalıştın?
YanıtlaSilUyarılarına dikkat edeceğim, dosyamdan düzenlerim. Dövüşün devam kısmında değişikliğe gittim. Yayınladığımda beğenilir umarım. :) İkinci kitap dediğim bunun devamı, çok uzayacağı için seri olarak düşündüm. Aslında bu şekilde devam da ederim ama ilk ve ikinci kitap bazı farklılıklar içeriyor olacak. Ayrı yazmak daha iyi olur diye düşündüm.
SilYetişmene sevindim. Vakit ayırdığın için teşekkürler. :)
Bugünün sonuna doğru aksiyon geldi. Tam heyecanlı yerinde bırakmak keyifli oluyor. (Hoş ben sonradan okuduğum için bir sonrakini hemen okuyabilirim ya. Bu dönemin yoğunluğundan yarına bırakıyorum) Kalemine sağlık...
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim. :) Alışkanlık oldu biraz, heyecanlı yerde kesmeyi seviyorum. Araya başka bölümler giriyor gerçi. Yine de geriden geldiğiniz için beklemek zorunda olmamak daha iyi sanırım. :)
Sil