29 Nisan 2021 Perşembe

Savaş Çığırtkanı- 8.Bölüm (Roman)


 

BÖLÜM 8

 

Fırtınanın Ardından-Libmons

 

Gemi demir aldıktan sonra Janef kocaman bir haritayı yere açtı, bağdaş kurup oturdu. Eline aldığı bir kalemle geçecekleri yerleri işaretledi. Herkesin onu dinlediğinden emin olunca söze girdi.

“İşte, ulaşmamız gereken nokta burası. Öncelikle büyük vadiyi aşmalıyız. Yolu kısaltmak istiyorsak şuradaki dağları da  aşabiliriz, yükseltisi fazla görünmüyor. Hava koşullarını şu an bilmediğimiz için izleyeceğimiz güzergâh duruma göre değişebilir.”

“Peki, şu Saklı Mekan’ daki gizli belgelere nasıl ulaşacağız? Bilirsiniz ki Saklı Mekânlar gerçekten büyük sürprizlerle doludur. Adının aksine yerlerinin biliniyor olması da tuhaf,” dedi Benay.

Janef onu onayladı: “Her ülkenin gizli antlaşmalarını, ortak projelerini, sırlarını gizlediği bir Saklı Mekân var. Bunların yerleri liderler ve yardımcıları gibi pek çok kişinin el altında bulundurduğu haritalarda mevcut. Her ülke diğerlerin Saklı Mekânının yerini bilir. Benim görüşüme göre bu, liderler arasında bir meydan okuma. Her şeyim apaçık ortada, cesareti olan buyursun gelsin demek istiyorlar bir bakıma.”

“Kulağa mantıklı geliyor. Elbette bunun sonucunda sırlarına ulaşmak istediğimiz lider tarafından yakalanırsak bu da savaş sebebi sayılacak. Böylece lider tüm dünyaya haklılığını gösterip saldırıya geçecektir.”

“Aynen öyle, işin riskli yanı da bu. Topraklarını genişletmek isteyen liderlerin daima bu tarz bahanelere ihtiyacı vardır. Saklı Mekânlar ulaşılması kolay yerlerdir ama içinde ne gibi tehlikelerin ya da sürprizlerin olduğunu bilmiyoruz. Yakalanırsak sadece biz değil ülkemiz de tehlikeye girecek. O yüzden hepimiz çok dikkatli olmalıyız,” dedi Janef soğukkanlı bir şekilde.

Bir süredir sessizce onları dinleyen Verda araya girdi: “Peki, yapacağımız uzun yolculuk için her şey hazır mı? En azından Galnas’ a ulaşmadan eksikleri temin etmeliyiz.”

“Yanımızda bize gerekecek malzemelerin birçoğu var zaten,” dedi Janef elindeki listeye bakarak. “Yine de birkaç eksiğimiz var. Bu sorunu kısa sürede halledeceğimize eminim.”

“Öyle görünüyor ki bir süre daha birlikte seyahat edeceğiz. Bu süreç boyunca birbirimize destek olalım,” dedi Benay kendi haritasını katlayarak.

“Elbette iş birliği yapacağız. Libmons sınırlarına varana kadar olumsuz bir şeyle karşılaşacağımızı hiç sanmıyorum zaten,” dedi Verda.

Kısa toplantı sona erince Elbruz bir kenara çekilip bıçağını bilemeye başladı. Onun için silahlarının keskinliği çok önemliydi. Tabi dövüşürken bazen durum tersine dönebiliyordu.  Eli boynundaki yara izine gitti. Kendi keskin kılıcının sebep olduğu bir kesikti. Bunu fark eden Ayda böyle bir yaraya neyin sebep olduğunu sordu.

“Bir haydut ile dövüşüyordum, yere düştüğüm sırada kılıcını boynuma doğru savurdu. Ben de kılıçla onun hamlesini durdurdum ancak haydut o kadar güçlüydü ki kılıcını sertçe ittiğinde kendi kılıcım boynumu kesti. Çok da keskindir.”

“Savaşçılar daima ölümle burun buruna geliyor. Ben de en azından onların yaralarını sarmak istediğim için tıbbi alanda da bir şeyler öğrenmeye çalıştım,” dedi Ayda.

“Seni çok iyi anlıyorum. Savaşın karanlık yüzünü inkar edemem. Keşke savunma için daha kalıcı, zararsız yöntemler bulabilsek.”

“Savaşmak insanın kaderi sanırım,” diye iç geçirdi Ayda. Diyecek bir şeyi olmayan Elbruz sessiz kalmayı tercih etti. Bıçağını bilemeye devam etti.

Ertesi gün kara bulutlar gökyüzünü sardı. Esinti gittikçe şiddetini artırıyordu. Kaptan çıkabilecek bir fırtınaya karşı herkesin uyarılmasını tembihledi.

“Umarım fırtınaya yakalanmadan varırız Libmons' a. İşimizin aksamasını istemiyorum. Bu arada şu zaman kayması mıdır nedir tekrar yaşayan oldu mu? Bu durum kafamı çok kurcalıyor,” dedi Janef Serenay ve Elbruz’ a bakarak.

“Hayır, bir daha aynı şeyi yaşamadık. Fakat ben her ihtimale karşı Tilkar tarihini ve Lider Harula' yı araştıracağım. Libmons' ta büyük bir kütüphane bulabiliriz sanırım. Ne de olsa Tilkar Devleti geçmişte o coğrafyaya yakın bir yerde kurulmuştu,” dedi Serenay.

“Haklısın, iyi fikir. Belki ilginç bir şeyler bulabilirsin,” dedi Janef.

“Ben Lider Canas' ın bunlarla pek ilgileneceğini sanmıyorum. Kendisi daha çok gizli belgelerin peşinde. Belgeler elimize ulaştığında daha sonra neler olacak gerçekten merak ediyorum. Çünkü yaptığımız bir suç ve eğer yakalanırsak iyi şeyler olmayacağı kesin,” dedi Elbruz.

“Bunu daha önce de konuştuk Elbruz. Lider Canas' a en başından beri yeterince güvenemedin. Bizim iyiliğimiz için elinden geleni yapacağına eminim,” dedi Serenay.

“Fazla iyimsersin.”

“Seni tanımasam bu görevden çekindiğini düşüneceğim,” dedi Serenay.

“Hiçbir görevden çekinmediğimi bilirsin. Sadece kafama takılan şeyler var ve bundan dolayı beni suçlayamazsın,” dedi artık öfkelenmeye başlayan Elbruz.

“Bak Elbruz, işin tehlikesi konusunda ne kadar haklı olsan da ben Lider Canova' nın katillerinin yakalanması ve cezalandırılması için elimden geleni yaparım, bedeli ne olursa olsun. Lider Canas' ın da bu görevi bizlere vermesi çok doğal. Lütfen bu konu hakkında daha fazla tartışmayalım,” dedi Janef.

“Peki, öyle olsun,” dedi sonunda pes eden Elbruz.

Elbruz kafasındaki kuşkulardan bir türlü kurtulamazken diğerlerinin kendisinden farklı düşünmesi daha da moralini bozuyordu. Buna rağmen görevi bırakmak aklının ucundan geçmezdi. En azından gruptakileri korumak istediği için sonuna kadar devam edecekti.

“Bu asık suratlar ne böyle? Canlanın biraz. O kadar yol böyle geçer mi?” diye söylendi Geyul.

Geyul’ a bir cevap veren olmadı, herkes kendi âlemine dalmıştı. İkizler kendi aralarında birini çekiştiriyordu. Serenay Yazel’ e savaş okulundayken aldığı önemli dersleri aktarmakla meşguldü. Akbar ise kara kara bir şeyler düşünüyor, yanındaki küçük deftere bir şeyleri not alıyordu.

Diğer grup da bir kenara çekilmiş kendi aralarında görev hakkında konuşuyordu. Podal’ ın Creyn’ e bir şeyler fısıldadığını gören Benay sinirlendi.

“Off, Podal şurada bir şey anlatıyorum, dinlesene. Sonra başın belaya girerse benden yardım isteme yine.” Benay otoriter biriydi ve kendi sözlerinin hafife alınması canını sıkardı. Podal’ ın rahat tavırlarına hâlâ alışamamıştı.

“Geçmişte alt tarafı küçük bir iyilik istedim diye bunu kafama mı kakıyorsun? Aşk olsun. Hem bu kadar uzun konuşan birinin karşısında bir süre sonra sıkılmam normal değil mi?” dedi Podal alaycı bir ses tonuyla.

“Kapa çeneni!” Konuşma burada sonlandı.

Gemi ekibinden birisi gelip tüm yolculara fırtınanın yaklaşmakta olduğunu ve sakince aşağıda beklemeleri gerektiğini söyledi. “Hadi o zaman toparlanalım. Çünkü buranın fırtınaları gerçekten çok zorlu olur,” dedi Janef. Haritayı düzgünce katlayıp ceketinin iç cebine koydu. Herkes her ihtimale karşı eşyalarını toplamaya başladı. Fırtına yaklaşırken atları sakinleştirmek zor olacağından Janef, Elbruz ve Benay atların bulunduğu bölüme gitti.

Benay güçlü bir kadındı. Savaş okulundan ikincilikle mezun olmuştu. Atkuyruğu yaptığı upuzun, siyah saçları beline kadar geliyordu. Yeşil gömlek ve bol bir pantolon giymişti. Belindeki hançeri hiç çıkarmazdı. Mızrak kullanımında da çok iyiydi. Hemcinslerine göre kol kasları oldukça gelişmişti.

Atlar huysuzlanmaya başlamıştı. Benay atlardan birinin başını okşayıp ve kulağına bir şeyler fısıldayıp atı biraz olsun yatıştırmayı başardı. Janef ile Elbruz da diğer atları sakinleştirmeye çalıştı.

Serenay havanın son durumu hakkında bilgi almak amacıyla kamarasından ayrıldı. Merdivenlerden güverteye çıktığında  şiddetli bir rüzgâr karşıladı kendisini. Adım atmakta zorlanıyor,  kıyafeti uçuşuyordu. Tayfalar güvertede bulunan kişileri aşağı inmeleri konusunda uyarıyordu.

 Hava gittikçe kötüleşiyordu ve kıyıdan çok uzaklaşmışken kısa sürede geri dönemezlerdi. Kaptan fırtınaya direnecek ve gemiyi en az hasarla kurtarmaya çalışacaktı.

“Hanımefendi, uzaklaşın lütfen. Burada durmanız güvenliğinizi tehlikeye atar,” dedi görevlilerden birisi.

“Fırtınayı atlatabilecek miyiz?” diye sordu Serenay endişe içinde.

“Bundan daha kötüsünü de atlattık. O yüzden sadece sakin olun ve aşağıya inin.”

Serenay hiçbir şey demeden kafasını hızlıca salladı ve o anda dalgalar gemiye vurduğunda Serenay ıslanmaktan kurtulamadı ve merdivenlerden inmeye başladı. Önünde aniden beliren görüntü yüzünden az daha düşecekti. Şu an uçsuz bucaksız, kurak bir vadideydi ve geceydi. Bir an bile gözlerini kırpmadan karanlık siluetlere odaklandı. Vücut hatlarını seçemediği, neredeyse yüz binlerce karanlık siluet ellerinde meşalelerle savaş naraları atıyordu.

Karanlık pelerinin içinde Lider Harula göründü. Ordunun başına geçmişti ve sıradan bir insanınkinden birkaç kat daha gür çıkan sesi tüm vadide yankılanıyordu. Harula karşısındaki orduyu savaşa davet ediyor, onlara kendi elleriyle inşa edebilecekleri yeni bir dünya vaat ediyordu. Konuşması bittiğinde atılan savaş çığlıkları Serenay’ ın tepeden tırnağa ürpermesine neden oldu. Ne uğursuz bir uğultuydu bu. Sonra Lider Harula hemen önünde bulunan dev meşaleyi yaktı ve simsiyah alevler göğü kapladı. Yer ve gök karanlığa büründüğünde Serenay’ ın gözleri hiçbir şeyi seçemez oldu.

“Serenay iyi misin?” diye seslendi Verda endişeli bir halde.

Kendini tekrar gemide bulan Serenay ne diyeceğini şaşırmıştı. Fırtınanın yaklaştığını ve dalgalar nedeniyle ıslandığını söyledi. Verda, Serenay için kuru giysiler getirmeye gittiğinde Serenay az önce gördüklerini düşünüyordu. Korkunç bir ordu vardı karşısında. Ölümcül ve tehlikeli görünüyorlardı. Tek bildiği yüz binlerce kişiden oluşan acımasız bir ordunun büyük bir savaş için hazırlanmış olduğuydu. Tüm ülkelerin ordusu toplansa bile o karanlık orduyu asla yenemezdi. Arkasından birinin yaklaştığını hisseden Serenay hızla geriye döndüğünde Geyul ile burun buruna geldi.  

“Seni korkuttum mu? Affedersin. Halini görünce yardıma ihtiyacın olabileceğini düşündüm,” dedi.

“İyiyim, teşekkürler,” dedi Serenay konuyu kapatmak istercesine.

Geyul daha konuşmaya fırsat bulamadan Benay geldi yanlarına. Atların şimdilik bir sorun çıkarmadığını söyledi ve kamarasına doğru yürüdü. O sırada Yazel geldi: “Abla nerede kaldın?”

“Buradayım işte. Merak edecek bir şey yok.”

“Peki, bu halin ne?” dedi Yazel endişe içinde.

“Dalgalar…” dedi Serenay, az önce gördüğü şeyin etkisini üzerinden atmaya çalışırken. “Fırtına çok yaklaştı, sakın yukarıya çıkayım deme.”

Serenay ve Yazel koridor boyunca yürürken kamaralarından çıkan bazı insanlarla karşılaştılar. Herkes fırtına hakkında birbirine bir şey soruyor, sağ salim kıyıya varabilmeyi umuyordu. Serenay' ı ıslak halde gören yaşlı bir kadın telaşlanmıştı.

“Kızım dalgalar şiddetlendi değil mi? Gemi de iyice sallanmaya başladı. Ne yapacağız şimdi?”

“Korkmayın teyzecim. Bu gemi çok daha beterlerini atlatmış. Sağ salim kıyıya varacağımıza emin olabilirsiniz.”

Biraz olsun rahatlamış görünen yaşlı kadın ve eşi birlikte kamarasına girdi. Artık üşümeye başlayan Serenay Verda’ nın getirdiği kıyafetleri hemen giydi.

Bir ara korkulan oldu, gemiden aşağıya sular sızmaya başladı. Görevliler hemen müdahale etmesine rağmen suyun birikmesine engel olamıyorlardı. Yolculardan bir kısmı kovalarla suyu tahliye etme çalışmalarına katıldı. Kimileri  de eşyalarını sudan kurtarmanın derdine düşmüştü.

Gemiye vuran sular merdivenden aşağıya oluk oluk akıyordu. Janef dalgalarla tek başına mücadele eden kaptanı görünce hemen yanına vardı ve dümeni idare etmesinde ona yardım etti. İkisi birlikte dümeni çevirdiklerinde gemi artık daha az su alıyordu. Kaptan bir süre soluklandıktan sonra Janef’ e teşekkür etti. Kaptan emirler yağdırmaya devam etti.

Elbruz güvertedeki yaralı bir tayfayla ilgileniyordu. Orta yaşlardaki adam kayıp düşmüş ve başını yere fena çarpmıştı. Geyul da Elbruz' a adamı taşımasında yardım etti. Yaralı adamı aşağıya taşıyıp emniyetli bir yere bıraktılar. Ayda adamın yarasına bakarken diğer ikisi tekrar güverteye çıktı. O anda gemi direklerinden birisi ortadan ikiye ayrıldı. Elbruz çıkan çıtırtı nedeniyle başını kaldırıp yukarıya baktı. Kırılan direk üstüne doğru düşerken Elbruz öylece kalakaldı. Geyul kendisinden beklenmeyecek bir hamleyle ileriye atıldı. Direğin altında kalmaktan son anda kurtuldular. Elbruz şaşkın halde doğruldu ve Geyul’ u yerden kaldırıp kendisini kurtardığı için ona teşekkür etti. Geyul' un sadece bileği burkulmuştu.

Geçmek bilmeyen iki saatin ardından geminin sallanması iyiden iyiye azaldı. Sonunda fırtına dinince yolcular rahat bir nefes aldı. Yolculuk sona erdiğinde savaşçılar daha dikkatli davranmaya çalıştı. Ne de olsa Libmons’ a ayak basmışlardı. Önlem olarak buranın yerli halkından biriymiş gibi davranmaları gerekiyordu. Bu yüzden Libmons halkının hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardı.

At arabalarına binip limanı terk ettiler. Fırtınayı sağ salim atlattıkları için kendilerini şanslı hissediyorlardı. Karaya ayak basmak herkese iyi geldi. Geyul yaptığı esprilerle herkesi güldürüyordu. Ancak Akbar, Geyul' dan en başından beri hoşlanmamıştı. Fakat bunu dile getirmek istemedi. Akbar insanları iyi gözlemlerdi ve bu adamda bir terslik olduğunu seziyordu. Diğerlerinin göremediği şeyleri görmüş fakat sessiz kalmıştı. Sadece adamı uzaktan izlemekle yetinecek, yanlışını yakaladığı bir anda da onu ele verecekti.

Gemide günlerce tıkılı kalmaktan huzursuzlaşan atlar şimdi özgürlüğe koşarcasına hızla ilerliyordu. Toynaklarının çıkardığı ses sokaklarda yankılanıyordu. Dışarıda oynayan yaramaz çocuklar yorulana kadar bir süre atların peşinden koşuyordu.

Gecenin ilerleyen saatlerinde bir vadide mola verdiler. Yemeklerini yedikten sonra herkes dinlenebilmek için bir köşeye çekildi. Akbar bir ağacın gövdesine yaslanmış yıldızları izliyordu. Derin bir iç çekti farkında olmayarak.

“Canını sıkan şey nedir? Sana baktığımda hep hüzünlü bir adam görüyorum,” dedi Ayda.

Ayda’ nın sorusu üzerine Serenay ve Verda' nın bakışları Akbar’ a kaydı. Doğrusu onlar da bu konuyu merak ediyordu.

“Anlatmamı istiyor musunuz gerçekten? Boş yere canınızı sıkmayım sizin de?”

“Elbette istiyoruz. Yapabileceğimiz bir şey varsa çekinmeden söylebilirsin,” dedi Verda.

Akbar’ ın anlatacaklarını dinlemek için kızlar onun daha yakınına oturdu. Akbar tereddüt yaşasa da sonunda anlatmaya başladı.

“Yıllar önce Libmons’ un bir casusu aramıza sızıp önemli bilgiler edinmişti. Durumu fark ettiğimizde o çoktan Butah’ tan ayrılmış ve Libmons’ a doğru yola çıkmıştı.  Lider Canova benimle birlikte birkaç kişiyi daha görevlendirip o casusu bulmamızı emretti. O zamanlar yaptığım işe ilgi duymaya başlayan kardeşim de bana katılmak istedi ve onu kıramayıp kabul ettim. Hiç oyalanmadan yola düştük. Uzun ve zorlu bir takip sonucu Libmons’ a vardığımızda casusun ilerlediği güzergâhı belirledik, artık onu yakalamamız an meselesiydi.”

Kızlar merak içinde onu dinliyordu. Ancak Akbar anlatmayı keserse diye bir şey sormaya cesaret edemediler.

“Biz tam casusu kıstırdığımız anda olanlar oldu. Saray tarafından gönderildiğini tahmin ettiğim bazı adamlar etrafımızı sardı. Casusun yüzündeki pis sırıtışı hiç unutmam. O an sayımız diğerlerine göre çok azdı ama teslim olmaktansa dövüşmeyi seçtik. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama karşı tarafın direncini az da olsa kırdığımızda geri çekilmeye başladık. Çünkü biz zaman kaybettikçe onlara yeni savaşçılar eklenecekti. Bir de yaralanan arkadaşlarımızı düşünmek zorundaydık. Neyse işte, o geri çekilme anında kardeşimin ortalıkta olmadığını fark ettim. Onu göremeyince çılgına döndüm. Bizim ekip hızla uzaklaşırken ben bir yere gizlendim. Düşman dağıldıktan sonra her yerde kardeşimi aradım ama hiçbir yerde ondan bir iz bulamadım. Belki de kaçmaya çalışırken bir yere düşüp kalmıştı. Çukurlara, kuyulara, her yere baktım. Sanki yer yarılmış, içine girmişti.” Akbar yine karanlık gökyüzüne daldı.

“Kardeşinden bir daha haber alamadın mı?” dedi Serenay sessizce.

“Alamadım. Bir gün onu bulacağım ümidiyle yaşadım hep. Herkes bu vakitten sonra onu beklememem gerektiğini söyleyip duruyor. Ailem bile ondan ümidini kesmiş durumda. Yaşasaydı muhakkak gelirdi diyorlar. Ama içimde bir yerlerde bir ses onun hala yaşadığını söylüyor. ”

Kızların üçü de onu anladığını gösterircesine başını salladı. Beklemek, hem de bunca yıl, sabır isteyen bir işti. Akbar için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorlardı.

“O Libmons’ ta kaybolmuştu. O zamanlar on iki yaşındaydı. Ben altı yıldır onu hala arıyorum. Bu görevi aldığımda sevinmiştim. Çünkü Libmons topraklarından geçecektik. Tüm dikkatime, gözlemlerime rağmen ondan bir iz yok. Onun kaçırılmış olabileceğini de düşündüm elbette. Ama kim, neden böyle bir işe kalkışsın ki?” dedi Akbar sabırsızlık içinde ve yarı öfkeli bir halde.

“Sen kendini mi suçluyorsun?” dedi Ayda bir anda.

Bu soruyu beklemeyen Akbar şaşırmıştı. İlk başta ne diyeceğini bilemedi. Ama evet, gerçekten de hep kendisini suçlamıştı. Onun kaybolmasının tek suçlusu kendisiydi. Suçluluk duygusunu bir an olsun bastırmak için elinden geleni yapıyor, kardeşinden hiç ümidini kesmiyordu.

“Bence bu günlük bu kadar konuşma yeter,” dedi Akbar zoraki gülümseyerek. Kızların yüzündeki hayal kırıklığını görmezden geldi. Yavaşça ayağa kalktı. “İyi geceler,” diyerek uzaklaştı.

Akbar’ ın diğer insanlardan farklı olmasının, kendisini dış dünyaya kapatmasının nedeni de buydu. Hislerini açıklamayı pek sevmez, insanlardan uzak durmaya çalışırdı.

“Aferin çeneni tutamadın yine,” diye söylendi Verda.

“Besbelli kendini suçluyor ama bunu dile getiremiyor,” dedi Ayda kendini savunurcasına.

“Bazı şeyleri bilsen de susman gerek bazen,” dedi Verda.

“Yapmayın kızlar. Kimsenin bir suçu yok. Herkesin düşüncesine saygı duymalıyız. Akbar hassas biri ve hislerini paylaşmayı pek sevmiyor, o kadar,” dedi Serenay.

Bir süre sonra herkes uykuya daldı. Hava sıcak olduğundan çimlerin üstüne örtü atıp uyumuşlardı. Bu gece uykusu kaçan tek kişi Akbar’ dı. Gece boyunca yerinde dönüp durdu.

Sabah bir şey atıştırdıktan sonra tekrar yola düştüler. Geçtikleri yolun her iki tarafı ağaçlarla kaplıydı. Uzun ağaçlar göğe uzanıyor gibiydi. Geniş yolda pek çok at arabası gelip geçiyordu. Saatler sonra yol ıssızlaşmaya başladı. Mola verdiklerinde eksik malzemeleri almak için Janef ve Benay kasabaya gitti. Bu sırada diğerleri ise ormanın iç kısımlarına ilerleyip yerleştiler. Zorunlu olmadıkça gece yolculuk yapmamaya karar vermişlerdi. Yiyecekler piştiğinde Janefler de geldi. Ateşin başında leziz yiyeceklerden yiyip birbirlerine korku hikayeleri anlattılar. İlerleyen saatlerde herkes çadırlara çekildiğinde ilk nöbet sırasını Akbar aldı.

Janef şimdiden çocuğunu özlemişti. O kadar küçüktü ki onu geride bırakıp gittiği için pişmanlık duyuyordu. Görevi bitirir bitirmez ailesinin yanına dönecekti. Serenay ise annesini düşünüyordu. Onu geride , üzgün şekilde bırakmışlardı.

Verda yorgun olduğu için anında uykuya daldı. İşinden uzak kalan Ayda biraz sıkılmaya başlamıştı. Şehirde tablolar yapıp sergi açar, çizdiği insan portrelerini satardı. İşini çok seviyordu.

Ertesi sabah hava günlük güneşlikti. Yemyeşil yaprak ve meyvelerle dolu ağaçlar ormana canlılık katıyordu. Çadırları toplayıp, her şeyi at arabalarına yerleştirdiler. Haritaya göre yolları kalabalık bir şehirden geçiyordu ve dikkat çekmemek için ayrı yol alacaklardı. Bir kısmı şehirde duracak, diğerleri hiç beklemeden yoluna devam edecek, sonunda daha küçük ve ticaretle uğraşılan başka bir yerleşim yerinde buluşacaklardı.

Şehre vardıklarında Elbruz atlara yem verirken diğerleri şehrin çeşitli yerlerine dağıldı. Serenay kardeşiyle birlikte şehir kütüphanesine gitti. İkizler panayır alanına gidip bir süre etrafı ve halkı gözlemlemeye karar verdiler.

Panayır alanında bile insanlar Lider Canova' nın ölümünü konuşuyordu. Halkın bir kısmı Melmor' un liderinin asla böyle bir şeyde parmağı olamayacağına inanırken bir kısmı ise kimseye güvenilmemesi gerektiğini düşünüyordu. Kendi liderleri dâhil tüm liderlere suçlu gözüyle bakanlar da vardı.

İkizler önemli bir bilgi edinememişti. Kimse bir şey bilmiyor sadece varsayımlardan yola çıkarak birilerini suçluyordu. Satıcılardan biri ikizlere dokuma bir halı satmaya çalışırken Verda satıcının ağzını aramaya çalıştı. İkizlerin yabancı olduğunu anlamayan adam zaten dünden konuşmaya razı olduğu için bildiği her şeyi anlatmaya başladı.

“Hanımefendi duyduğuma göre son toplantıda liderler anlaşmazlığa düşmüş. Galnas ve Dazzap' ın liderleri arasındaki gerilim hat safhaya çıkmış. Hatta Dazzap' ın lideri Lider Alaz' ı bile suçlamış. Bizim liderin öyle dalavere çevireceğini sanmıyorum ama ben en başından beri Lider Lazinka' ya güvenmiyorum,” dedi kısa boylu, şişman adam.

Adam konuşurken bir yandan da halıları tek tek yere seriyor müşterilere gösteriyordu. Ayda halılarla ilgiliymiş gibi “Bunun deseni gerçekten daha önce gördüklerime benzemiyor. Dünya' nın pek çok yerini dolaştım fakat bu kalitede bir mala rastlamadım. Kaça satıyorsunuz peki?” diye sordu.

“Elli bakır paraya veririm,” dedi satıcı.

“Oldukça pahalıymış. Bizim bütçemiz buna yetmez,” dedi Ayda hayal kırıklığına uğramış bir şekilde.

“Sizin gibi değerli müşterimize daima bir güzellik yaparız. Pazarlıkta anlaşırsak size bu halıyı satmaktan memnuniyet duyarım,” dedi adam hevesle.

Verda ikizinin kulağına fısıldadı. “Bu adam bizi kazıklamaya çalışıyor.”

“Şşşt! Sessiz ol, duyacak şimdi. Ben pazarlık yapma bahanesiyle adamı oyalarken sen de ağzından laf almaya devam et,” dedi Ayda gülümseyerek.

Serenay, Yazel ile birlikte kalabalık bir meydanda yürüyordu. Kütüphanede oyalanmak için sadece birkaç saatleri vardı. Meydanı geçip sağa saptıklarında tarihi bina ile karşılaştılar.

“İşte geldik Yazel. Şansımız varsa aradığımız kitapları burada bulabiliriz. Burası tahminimden de büyükmüş,” dedi Serenay koca binayı tepeye kadar süzerek.

Kütüphane on binlerce kitabı içinde barındıran bir hazineydi adeta. Dev kitaplıklar insanların rahatça dolaşabileceği şekilde yerleştirilmişti. Yukarıdaki raflara erişmek içinse görevlilerden yardım istemek gerekiyordu. Serenay kütüphanenin kalabalığına şaşırmıştı. Öğrenmeye hevesli insan çoktu Libmons’ ta.

“Abla bütün gün buradan çıkamayabiliriz. Ne kadar büyük olduğunun farkında mısın?”

“Olmazsa yardım isteriz Yazel. Hadi tarih kitaplarının olduğu bölüme gidelim.”

Serenay Tilkar Tarihi, Tilkar Devleti' nin Sırları ve Dünya Devletleri Arasında Tilkar' ın Yeri adlı kitaplara ulaştı. Harula hakkında ise Lider Harula Efsanesi isimli bir kitap buldu. Kitapları hemen başlıklarına göre inceledi. Aradığı kitabın Tilkar Devleti' nin Sırları olduğuna karar verdi. Her ihtimale karşı Lider Harula Efsanesi’ ni de yanına aldı. Bir süre dil dökerek görevlilerden bu iki kitabı satın almayı başardı. Bu kitapların orijinalleri başka bir yerde muhafaza ediliyor olmasaydı onları alamazdı. Serenay rahatlamış bir halde oradan ayrıldı.

Herkes geri döndüğünde tekrar yola düştüler. Bir süre sonra arkalarında hızla ilerleyen silahlı atlıları fark ettiler. Takip edildiklerini düşünen Janef telaşlanmıştı. Atı daha hızlı sürmeye karar verdi ancak sakin görünmeye çalışmak daha mantıklıydı. Ne olduğunu anlamadan yanlış bir hareket yapıp dikkat çekmemeliydi.

Serenay korkulu gözlerle hızla üzerlerine doğru gelen atlılara bakıyordu. Acaba Lider Alaz onlardan haberdar mı olmuştu? Akbar ne yapacağını bilemiyordu fakat Janef’ in küçük bir tepki bile vermediğini görünce onu izlemeye karar verdi. Atların nal sesi giderek artarken Ayda’ nın kalp atışı hızlanıyordu. İşte o anda bir düzine savaşçı yanlarından geçip gitti. Anlaşılan başka bir mesele vardı ve adamlar oraya yetişmeye çalışıyordu.

En arkadaki atı süren gri saçlı adamın gözleri ise Serenay’ ın gözleriyle buluştu. İçi ürperse de bakışlarını çekmedi kız. Bu birkaç saniye içinde bülbül sesi kulaklarını doldurdu. Ses sanki bir kuş Serenay’ ın omzunda duruyormuş gibi yakından geliyordu ama görünürde hiçbir kuş yoktu. Gri saçlı adam bakışlarını çekip yola odaklandığında bülbül sesi de kesildi. Serenay şaşkınlık içinde kalakaldı. Adamın gülümsemesi de dikkatinden kaçmamıştı.

Diğer grupla buluşacakları yerleşim birimine varmışlardı ki olayın gerçek yüzü anlaşıldı. Burada bazı kişiler arasında kavga çıkmış ve dükkânlar ateşe verilmişti. Lider Lazinka’ yı destekleyen dükkân sahiplerine saldırı düzenlenmişti.

Lider Alaz' ın görevlendirdiği adamlar olaya müdahale ediyordu. Serenay’ ın gözleri az önce gördüğü gri saçlıya takıldı. Diğer savaşçılar herkese bağırıp çağırırken o ağzını dahi açmıyordu. İlginç olan ise saldırganları anında etkisiz hale getirmesiydi. Sanki görünenden fazla bir güç uyguluyordu. Kısa sürede herkes etkisiz hale getirildi, yangınlara müdahale edildi. Karmaşadan geriye yanık ahşap kokusu ve rüzgârın savurduğu küller kalmıştı. Dükkânı yanan insanlar dövünüp duruyordu.

“Acınası bir haldeler,” dedi Verda.

“İnsanlar kendi doğrularında direttikleri sürece asla bir yere varamayacaklar,” dedi Ayda.

“Herkesin gergin olduğunu görüyorum. Bunun engellemeyecek bir hal almasından korkuyorum. Neyse biz işimize bakalım, burada yakalanmak istemeyiz,” dedi Janef.

Gizlendikleri yerden çıktılar ve ekibin geri kalanında buluşup hızla oradan ayrıldılar.

 

 

22 yorum:

  1. Bu görev sanırım en zorlu olanı ve Geyul'dan ne çıkacak çok merak ediyorum:-)) Bu arada gemiyi farklı yöne çevirince gerçekten denizden, dalgalardan daha az etkilenir, bilenler için güzel ve ince bir detay olmuş:-) Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bunların görevi zorlu bayağı. Yolları uzun, Libmons' u aşıp Galnas' a ulaşmaları gerekiyor. Geyul bakalım neler yapacak? :)
      Geminin farklı yöne çevirilmesi nereden aklıma geldi hatırlamıyorum. Tahmin mi yürüttüm yoksa ilk yazdığımda bir filmde falan mı gördüm bilmiyorum. Doğru olmasına sevindim. :) Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

      Sil
  2. Tıpkı yukarıdaki Saezn arkadaşının yorumu gibi, geminin pruvasını çevirdiğini yazış biçimine hayran kaldım .., cümle dizileri sanki gerçek olaylar kendini gemide yansıtıyordu.
    Sahip olduğunuz kelime işlem sanatıyla selamlaşın.
    Dostluktan selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Okumanız ve gerçekçi bulmanız beni mutlu etti. Selamlar. :)

      Sil
  3. sevdiğim kahramanlar vardı bu bölümde :) gemi yolculuğu ve vardılar bakalım nolcak, gri saçlı kim, akbarın kardeşi ilerde ortaya çıkacak demekkisi :) serenay tilkar ve harula yı araştırıyor, hayırlısı :) ayrıca serenayda yine zaman kayması oldu, güzeeel gidiyooo :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Akbar kardeşini bulacak mı bakalım. :) Gri saçlıya öyle bir değindim, sahip olduğu özel güç nedeniyle. İleride bu güçlere değineceğim de gri saçlıyı yazmaya devam ettiğimde, çok ileride tekrar kullanabilirim. :) Tüm gariplikler de Serenay' ı buluyor gibi oldu. 😀 Yorumun için teşekkürler deep. :))

      Sil
  4. Bilgilendirme için teşekkürler. Yolculukta dikkat etmek gerekli tabii, dua önemli.

    YanıtlaSil
  5. heyecanlı bir hikaye. Çok sürükleyici ama bir çırpıda okudum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Sürükleyici bulmanıza sevindim. :)

      Sil
  6. Macera devam ediyor. Oldukça sürükleyici bir dil. Karakterleri takip etmekte zorlanmaya başladım. Bir sonraki bölümde buluşma yerine ulaşacaklar sanırım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sürükleyici bulmana sevindim. Devam bölümlerini yazmak için sabırsızlandığımdan bir an önce hazır bölümleri paylaşmak istiyorum aslında. Karakterleri takip etmek zor oluyordur kabul ediyorum, belki aralıksız okunsa (bir basılı roman gibi) daha anlaşılır gelirdi. Kim bilir kaç bölüm sonra bu grubun devamı gelecek? :)) Bölümleri takip ettiğin ve yorumun için teşekkür ederim. :)

      Sil
  7. Serenay'da gemide zaman kayması oldu yine, daha önce bunun sadece gittikleri sarayda olduğunu sanıyordum ben:) Gri saçlı adam Akbar'ın kardeşi olmasın;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaman kaymasının belli bir yerle sınırı yok. :) Gri saçlı daha büyük birisi, Akbar' ın kardeşi değil yani. :)) Yorumun için teşekkürler Gülten. :)

      Sil
  8. Gizemli suçlumuz Lider Canas ya da Akbar ın kardeşi olabilir diye düşünüyorum. Ve hemen gidip sonraki bölümü okuyorum. Kalemine sağlık. Güzel devam ediyor. 😍

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim, beğenmene sevindim. :) Tahminin hakkında her şey olabilir diyeyim. Bakalım ne çıkacak? 😀

      Sil
  9. Ayda' yı ben de seviyorum. :) Bakalım hain var mı içlerinde?

    YanıtlaSil
  10. Akbar' ın kardeşi hakkında çok tahminler vardı. Bakalım ortaya çıkacak mı? :)) Yorumun için teşekkür ederim. :)

    YanıtlaSil
  11. Gemi, yolculuklar, görevler. Biraz arkadan da olsa takip etmeye devam ediyorum hikayeni. Şimdi aklıma geldi. Benim küçük fantastik hikayeleri sever ona da önereyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim, takip etmeniz güzel. Zaten romanı tamamlayınca da kaldırmayı düşünmüyorum. :) Kaç yaşında bilmiyorum ama senin küçük de beğenir umarım. :))

      Sil
  12. Kim kim kim o gri saçlı kim yahu o bülbül sesi nerden geldi?? Valla dizilerin final sahneleri gibi bitiyor bölümler, öbür bölümü açmak istiyorum hemen. :D Ama artık biraz çalışmam lazım. Başka bölümlerde görüşürüz. Ellerine sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi çalışmalar dilerim, kolay gelsin. :))
      O gri saçlı Lider Alaz' ın yardımcısı. Şu kadarını söyleyim hemen değil ama ileride bahsedeceğim bayağı. :) Değerli yorumun için teşekkür ederim. 😊

      Sil

Gidilemeyen Gezi 🙄

   Bugün için bir ay önceden bir turla görüşmüş yer ayırtmıştım. Çok da hevesliydim ama ben ne zaman bir şey istesem en küçük şeyler bile ol...