BÖLÜM 8
Fırtınanın
Ardından-Libmons
Gemi demir aldıktan sonra Janef kocaman bir haritayı yere açtı,
bağdaş kurup oturdu. Eline aldığı bir kalemle geçecekleri yerleri işaretledi. Herkesin
onu dinlediğinden emin olunca söze girdi.
“İşte, ulaşmamız gereken nokta burası. Öncelikle büyük vadiyi
aşmalıyız. Yolu kısaltmak istiyorsak şuradaki dağları da aşabiliriz, yükseltisi fazla görünmüyor. Hava
koşullarını şu an bilmediğimiz için izleyeceğimiz güzergâh duruma göre değişebilir.”
“Peki, şu Saklı Mekan’ daki gizli belgelere nasıl ulaşacağız?
Bilirsiniz ki Saklı Mekânlar gerçekten büyük sürprizlerle doludur. Adının
aksine yerlerinin biliniyor olması da tuhaf,” dedi Benay.
Janef onu onayladı: “Her ülkenin gizli antlaşmalarını, ortak
projelerini, sırlarını gizlediği bir Saklı Mekân var. Bunların yerleri liderler
ve yardımcıları gibi pek çok kişinin el altında bulundurduğu haritalarda mevcut.
Her ülke diğerlerin Saklı Mekânının yerini bilir. Benim görüşüme göre bu,
liderler arasında bir meydan okuma. Her şeyim apaçık ortada, cesareti olan
buyursun gelsin demek istiyorlar bir bakıma.”
“Kulağa mantıklı geliyor. Elbette bunun sonucunda sırlarına ulaşmak
istediğimiz lider tarafından yakalanırsak bu da savaş sebebi sayılacak. Böylece
lider tüm dünyaya haklılığını gösterip saldırıya geçecektir.”
“Aynen öyle, işin riskli yanı da bu. Topraklarını genişletmek
isteyen liderlerin daima bu tarz bahanelere ihtiyacı vardır. Saklı Mekânlar
ulaşılması kolay yerlerdir ama içinde ne gibi tehlikelerin ya da sürprizlerin
olduğunu bilmiyoruz. Yakalanırsak sadece biz değil ülkemiz de tehlikeye
girecek. O yüzden hepimiz çok dikkatli olmalıyız,” dedi Janef soğukkanlı bir
şekilde.
Bir süredir sessizce onları dinleyen Verda araya girdi: “Peki,
yapacağımız uzun yolculuk için her şey hazır mı? En azından Galnas’ a ulaşmadan
eksikleri temin etmeliyiz.”
“Yanımızda bize gerekecek malzemelerin birçoğu var zaten,” dedi
Janef elindeki listeye bakarak. “Yine de birkaç eksiğimiz var. Bu sorunu kısa
sürede halledeceğimize eminim.”
“Öyle görünüyor ki bir süre daha birlikte seyahat edeceğiz. Bu
süreç boyunca birbirimize destek olalım,” dedi Benay kendi haritasını
katlayarak.
“Elbette iş birliği yapacağız. Libmons sınırlarına varana kadar
olumsuz bir şeyle karşılaşacağımızı hiç sanmıyorum zaten,” dedi Verda.
Kısa toplantı sona erince Elbruz bir kenara çekilip bıçağını
bilemeye başladı. Onun için silahlarının keskinliği çok önemliydi. Tabi
dövüşürken bazen durum tersine dönebiliyordu. Eli boynundaki yara izine gitti. Kendi keskin
kılıcının sebep olduğu bir kesikti. Bunu fark eden Ayda böyle bir yaraya neyin sebep
olduğunu sordu.
“Bir haydut ile dövüşüyordum, yere düştüğüm sırada kılıcını boynuma
doğru savurdu. Ben de kılıçla onun hamlesini durdurdum ancak haydut o kadar
güçlüydü ki kılıcını sertçe ittiğinde kendi kılıcım boynumu kesti. Çok da keskindir.”
“Savaşçılar daima ölümle burun buruna geliyor. Ben de en azından
onların yaralarını sarmak istediğim için tıbbi alanda da bir şeyler öğrenmeye
çalıştım,” dedi Ayda.
“Seni çok iyi anlıyorum. Savaşın karanlık yüzünü inkar edemem.
Keşke savunma için daha kalıcı, zararsız yöntemler bulabilsek.”
“Savaşmak insanın kaderi sanırım,” diye iç geçirdi Ayda. Diyecek
bir şeyi olmayan Elbruz sessiz kalmayı tercih etti. Bıçağını bilemeye devam
etti.
Ertesi gün kara bulutlar gökyüzünü sardı. Esinti gittikçe şiddetini
artırıyordu. Kaptan çıkabilecek bir fırtınaya karşı herkesin uyarılmasını
tembihledi.
“Umarım fırtınaya yakalanmadan varırız Libmons' a. İşimizin aksamasını
istemiyorum. Bu arada şu zaman kayması mıdır nedir tekrar yaşayan oldu mu? Bu
durum kafamı çok kurcalıyor,” dedi Janef Serenay ve Elbruz’ a bakarak.
“Hayır, bir daha aynı şeyi yaşamadık. Fakat ben her ihtimale karşı
Tilkar tarihini ve Lider Harula' yı araştıracağım. Libmons' ta büyük bir
kütüphane bulabiliriz sanırım. Ne de olsa Tilkar Devleti geçmişte o coğrafyaya
yakın bir yerde kurulmuştu,” dedi Serenay.
“Haklısın, iyi fikir. Belki ilginç bir şeyler bulabilirsin,” dedi
Janef.
“Ben Lider Canas' ın bunlarla pek ilgileneceğini sanmıyorum.
Kendisi daha çok gizli belgelerin peşinde. Belgeler elimize ulaştığında daha
sonra neler olacak gerçekten merak ediyorum. Çünkü yaptığımız bir suç ve eğer
yakalanırsak iyi şeyler olmayacağı kesin,” dedi Elbruz.
“Bunu daha önce de konuştuk Elbruz. Lider Canas' a en başından beri
yeterince güvenemedin. Bizim iyiliğimiz için elinden geleni yapacağına eminim,”
dedi Serenay.
“Fazla iyimsersin.”
“Seni tanımasam bu görevden çekindiğini düşüneceğim,” dedi Serenay.
“Hiçbir görevden çekinmediğimi bilirsin. Sadece kafama takılan
şeyler var ve bundan dolayı beni suçlayamazsın,” dedi artık öfkelenmeye
başlayan Elbruz.
“Bak Elbruz, işin tehlikesi konusunda ne kadar haklı olsan da ben
Lider Canova' nın katillerinin yakalanması ve cezalandırılması için elimden
geleni yaparım, bedeli ne olursa olsun. Lider Canas' ın da bu görevi bizlere
vermesi çok doğal. Lütfen bu konu hakkında daha fazla tartışmayalım,” dedi
Janef.
“Peki, öyle olsun,” dedi sonunda pes eden Elbruz.
Elbruz kafasındaki kuşkulardan bir türlü kurtulamazken diğerlerinin
kendisinden farklı düşünmesi daha da moralini bozuyordu. Buna rağmen görevi
bırakmak aklının ucundan geçmezdi. En azından gruptakileri korumak istediği için
sonuna kadar devam edecekti.
“Bu asık suratlar ne böyle? Canlanın biraz. O kadar yol böyle geçer
mi?” diye söylendi Geyul.
Geyul’ a bir cevap veren olmadı, herkes kendi âlemine dalmıştı.
İkizler kendi aralarında birini çekiştiriyordu. Serenay Yazel’ e savaş
okulundayken aldığı önemli dersleri aktarmakla meşguldü. Akbar ise kara kara
bir şeyler düşünüyor, yanındaki küçük deftere bir şeyleri not alıyordu.
Diğer grup da bir kenara çekilmiş kendi aralarında görev hakkında
konuşuyordu. Podal’ ın Creyn’ e bir şeyler fısıldadığını gören Benay sinirlendi.
“Off, Podal şurada bir şey anlatıyorum, dinlesene. Sonra başın
belaya girerse benden yardım isteme yine.” Benay otoriter biriydi ve kendi
sözlerinin hafife alınması canını sıkardı. Podal’ ın rahat tavırlarına hâlâ
alışamamıştı.
“Geçmişte alt tarafı küçük bir iyilik istedim diye bunu kafama mı
kakıyorsun? Aşk olsun. Hem bu kadar uzun konuşan birinin karşısında bir süre
sonra sıkılmam normal değil mi?” dedi Podal alaycı bir ses tonuyla.
“Kapa çeneni!” Konuşma burada sonlandı.
Gemi ekibinden birisi gelip tüm yolculara fırtınanın yaklaşmakta
olduğunu ve sakince aşağıda beklemeleri gerektiğini söyledi. “Hadi o zaman
toparlanalım. Çünkü buranın fırtınaları gerçekten çok zorlu olur,” dedi Janef.
Haritayı düzgünce katlayıp ceketinin iç cebine koydu. Herkes her ihtimale karşı
eşyalarını toplamaya başladı. Fırtına yaklaşırken atları sakinleştirmek zor olacağından
Janef, Elbruz ve Benay atların bulunduğu bölüme gitti.
Benay güçlü bir kadındı. Savaş okulundan ikincilikle mezun olmuştu.
Atkuyruğu yaptığı upuzun, siyah saçları beline kadar geliyordu. Yeşil gömlek ve
bol bir pantolon giymişti. Belindeki hançeri hiç çıkarmazdı. Mızrak
kullanımında da çok iyiydi. Hemcinslerine göre kol kasları oldukça gelişmişti.
Atlar huysuzlanmaya başlamıştı. Benay atlardan birinin başını
okşayıp ve kulağına bir şeyler fısıldayıp atı biraz olsun yatıştırmayı başardı.
Janef ile Elbruz da diğer atları sakinleştirmeye çalıştı.
Serenay havanın son durumu hakkında bilgi almak amacıyla kamarasından
ayrıldı. Merdivenlerden güverteye çıktığında
şiddetli bir rüzgâr karşıladı kendisini. Adım atmakta zorlanıyor, kıyafeti uçuşuyordu. Tayfalar güvertede
bulunan kişileri aşağı inmeleri konusunda uyarıyordu.
Hava gittikçe kötüleşiyordu
ve kıyıdan çok uzaklaşmışken kısa sürede geri dönemezlerdi. Kaptan fırtınaya
direnecek ve gemiyi en az hasarla kurtarmaya çalışacaktı.
“Hanımefendi, uzaklaşın lütfen. Burada durmanız güvenliğinizi
tehlikeye atar,” dedi görevlilerden birisi.
“Fırtınayı atlatabilecek miyiz?” diye sordu Serenay endişe içinde.
“Bundan daha kötüsünü de atlattık. O yüzden sadece sakin olun ve
aşağıya inin.”
Serenay hiçbir şey demeden kafasını hızlıca salladı ve o anda
dalgalar gemiye vurduğunda Serenay ıslanmaktan kurtulamadı ve merdivenlerden
inmeye başladı. Önünde aniden beliren görüntü yüzünden az daha düşecekti. Şu an
uçsuz bucaksız, kurak bir vadideydi ve geceydi. Bir an bile gözlerini kırpmadan
karanlık siluetlere odaklandı. Vücut hatlarını seçemediği, neredeyse yüz
binlerce karanlık siluet ellerinde meşalelerle savaş naraları atıyordu.
Karanlık pelerinin içinde Lider Harula göründü. Ordunun başına
geçmişti ve sıradan bir insanınkinden birkaç kat daha gür çıkan sesi tüm vadide
yankılanıyordu. Harula karşısındaki orduyu savaşa davet ediyor, onlara kendi
elleriyle inşa edebilecekleri yeni bir dünya vaat ediyordu. Konuşması
bittiğinde atılan savaş çığlıkları Serenay’ ın tepeden tırnağa ürpermesine
neden oldu. Ne uğursuz bir uğultuydu bu. Sonra Lider Harula hemen önünde
bulunan dev meşaleyi yaktı ve simsiyah alevler göğü kapladı. Yer ve gök
karanlığa büründüğünde Serenay’ ın gözleri hiçbir şeyi seçemez oldu.
“Serenay iyi misin?” diye seslendi Verda endişeli bir halde.
Kendini tekrar gemide bulan Serenay ne diyeceğini şaşırmıştı.
Fırtınanın yaklaştığını ve dalgalar nedeniyle ıslandığını söyledi. Verda,
Serenay için kuru giysiler getirmeye gittiğinde Serenay az önce gördüklerini
düşünüyordu. Korkunç bir ordu vardı karşısında. Ölümcül ve tehlikeli
görünüyorlardı. Tek bildiği yüz binlerce kişiden oluşan acımasız bir ordunun
büyük bir savaş için hazırlanmış olduğuydu. Tüm ülkelerin ordusu toplansa bile
o karanlık orduyu asla yenemezdi. Arkasından birinin yaklaştığını hisseden
Serenay hızla geriye döndüğünde Geyul ile burun buruna geldi.
“Seni korkuttum mu? Affedersin. Halini görünce yardıma ihtiyacın
olabileceğini düşündüm,” dedi.
“İyiyim, teşekkürler,” dedi Serenay konuyu kapatmak istercesine.
Geyul daha konuşmaya fırsat bulamadan Benay geldi yanlarına.
Atların şimdilik bir sorun çıkarmadığını söyledi ve kamarasına doğru yürüdü. O
sırada Yazel geldi: “Abla nerede kaldın?”
“Buradayım işte. Merak edecek bir şey yok.”
“Peki, bu halin ne?” dedi Yazel endişe içinde.
“Dalgalar…” dedi Serenay, az önce gördüğü şeyin etkisini üzerinden
atmaya çalışırken. “Fırtına çok yaklaştı, sakın yukarıya çıkayım deme.”
Serenay ve Yazel koridor boyunca yürürken kamaralarından çıkan bazı
insanlarla karşılaştılar. Herkes fırtına hakkında birbirine bir şey soruyor,
sağ salim kıyıya varabilmeyi umuyordu. Serenay' ı ıslak halde gören yaşlı bir
kadın telaşlanmıştı.
“Kızım dalgalar şiddetlendi değil mi? Gemi de iyice sallanmaya
başladı. Ne yapacağız şimdi?”
“Korkmayın teyzecim. Bu gemi çok daha beterlerini atlatmış. Sağ
salim kıyıya varacağımıza emin olabilirsiniz.”
Biraz olsun rahatlamış görünen yaşlı kadın ve eşi birlikte kamarasına
girdi. Artık üşümeye başlayan Serenay Verda’ nın getirdiği kıyafetleri hemen
giydi.
Bir ara korkulan oldu, gemiden aşağıya sular sızmaya başladı. Görevliler
hemen müdahale etmesine rağmen suyun birikmesine engel olamıyorlardı.
Yolculardan bir kısmı kovalarla suyu tahliye etme çalışmalarına katıldı.
Kimileri de eşyalarını sudan kurtarmanın
derdine düşmüştü.
Gemiye vuran sular merdivenden aşağıya oluk oluk akıyordu. Janef dalgalarla
tek başına mücadele eden kaptanı görünce hemen yanına vardı ve dümeni idare
etmesinde ona yardım etti. İkisi birlikte dümeni çevirdiklerinde gemi artık
daha az su alıyordu. Kaptan bir süre soluklandıktan sonra Janef’ e teşekkür
etti. Kaptan emirler yağdırmaya devam etti.
Elbruz güvertedeki yaralı bir tayfayla ilgileniyordu. Orta
yaşlardaki adam kayıp düşmüş ve başını yere fena çarpmıştı. Geyul da Elbruz' a
adamı taşımasında yardım etti. Yaralı adamı aşağıya taşıyıp emniyetli bir yere
bıraktılar. Ayda adamın yarasına bakarken diğer ikisi tekrar güverteye çıktı. O
anda gemi direklerinden birisi ortadan ikiye ayrıldı. Elbruz çıkan çıtırtı
nedeniyle başını kaldırıp yukarıya baktı. Kırılan direk üstüne doğru düşerken
Elbruz öylece kalakaldı. Geyul kendisinden beklenmeyecek bir hamleyle ileriye
atıldı. Direğin altında kalmaktan son anda kurtuldular. Elbruz şaşkın halde doğruldu
ve Geyul’ u yerden kaldırıp kendisini kurtardığı için ona teşekkür etti. Geyul'
un sadece bileği burkulmuştu.
Geçmek bilmeyen iki saatin ardından geminin sallanması iyiden iyiye
azaldı. Sonunda fırtına dinince yolcular rahat bir nefes aldı. Yolculuk sona
erdiğinde savaşçılar daha dikkatli davranmaya çalıştı. Ne de olsa Libmons’ a
ayak basmışlardı. Önlem olarak buranın yerli halkından biriymiş gibi
davranmaları gerekiyordu. Bu yüzden Libmons halkının hal ve hareketlerine
dikkat ediyorlardı.
At arabalarına binip limanı terk ettiler. Fırtınayı sağ salim
atlattıkları için kendilerini şanslı hissediyorlardı. Karaya ayak basmak
herkese iyi geldi. Geyul yaptığı esprilerle herkesi güldürüyordu. Ancak Akbar,
Geyul' dan en başından beri hoşlanmamıştı. Fakat bunu dile getirmek istemedi.
Akbar insanları iyi gözlemlerdi ve bu adamda bir terslik olduğunu seziyordu.
Diğerlerinin göremediği şeyleri görmüş fakat sessiz kalmıştı. Sadece adamı
uzaktan izlemekle yetinecek, yanlışını yakaladığı bir anda da onu ele
verecekti.
Gemide günlerce tıkılı kalmaktan huzursuzlaşan atlar şimdi
özgürlüğe koşarcasına hızla ilerliyordu. Toynaklarının çıkardığı ses sokaklarda
yankılanıyordu. Dışarıda oynayan yaramaz çocuklar yorulana kadar bir süre atların
peşinden koşuyordu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bir vadide mola verdiler. Yemeklerini
yedikten sonra herkes dinlenebilmek için bir köşeye çekildi. Akbar bir ağacın
gövdesine yaslanmış yıldızları izliyordu. Derin bir iç çekti farkında
olmayarak.
“Canını sıkan şey nedir? Sana baktığımda hep hüzünlü bir adam
görüyorum,” dedi Ayda.
Ayda’ nın sorusu üzerine Serenay ve Verda' nın bakışları Akbar’ a kaydı.
Doğrusu onlar da bu konuyu merak ediyordu.
“Anlatmamı istiyor musunuz gerçekten? Boş yere canınızı sıkmayım
sizin de?”
“Elbette istiyoruz. Yapabileceğimiz bir şey varsa çekinmeden söylebilirsin,”
dedi Verda.
Akbar’ ın anlatacaklarını dinlemek için kızlar onun daha yakınına oturdu.
Akbar tereddüt yaşasa da sonunda anlatmaya başladı.
“Yıllar önce Libmons’ un bir casusu aramıza sızıp önemli bilgiler
edinmişti. Durumu fark ettiğimizde o çoktan Butah’ tan ayrılmış ve Libmons’ a
doğru yola çıkmıştı. Lider Canova
benimle birlikte birkaç kişiyi daha görevlendirip o casusu bulmamızı emretti. O
zamanlar yaptığım işe ilgi duymaya başlayan kardeşim de bana katılmak istedi ve
onu kıramayıp kabul ettim. Hiç oyalanmadan yola düştük. Uzun ve zorlu bir takip
sonucu Libmons’ a vardığımızda casusun ilerlediği güzergâhı belirledik, artık
onu yakalamamız an meselesiydi.”
Kızlar merak içinde onu dinliyordu. Ancak Akbar anlatmayı keserse
diye bir şey sormaya cesaret edemediler.
“Biz tam casusu kıstırdığımız anda olanlar oldu. Saray tarafından
gönderildiğini tahmin ettiğim bazı adamlar etrafımızı sardı. Casusun yüzündeki
pis sırıtışı hiç unutmam. O an sayımız diğerlerine göre çok azdı ama teslim
olmaktansa dövüşmeyi seçtik. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama karşı tarafın
direncini az da olsa kırdığımızda geri çekilmeye başladık. Çünkü biz zaman kaybettikçe
onlara yeni savaşçılar eklenecekti. Bir de yaralanan arkadaşlarımızı düşünmek
zorundaydık. Neyse işte, o geri çekilme anında kardeşimin ortalıkta olmadığını
fark ettim. Onu göremeyince çılgına döndüm. Bizim ekip hızla uzaklaşırken ben
bir yere gizlendim. Düşman dağıldıktan sonra her yerde kardeşimi aradım ama
hiçbir yerde ondan bir iz bulamadım. Belki de kaçmaya çalışırken bir yere düşüp
kalmıştı. Çukurlara, kuyulara, her yere baktım. Sanki yer yarılmış, içine
girmişti.” Akbar yine karanlık gökyüzüne daldı.
“Kardeşinden bir daha haber alamadın mı?” dedi Serenay sessizce.
“Alamadım. Bir gün onu bulacağım ümidiyle yaşadım hep. Herkes bu
vakitten sonra onu beklememem gerektiğini söyleyip duruyor. Ailem bile ondan
ümidini kesmiş durumda. Yaşasaydı muhakkak gelirdi diyorlar. Ama içimde bir
yerlerde bir ses onun hala yaşadığını söylüyor. ”
Kızların üçü de onu anladığını gösterircesine başını salladı.
Beklemek, hem de bunca yıl, sabır isteyen bir işti. Akbar için ne kadar zor
olduğunu anlayabiliyorlardı.
“O Libmons’ ta kaybolmuştu. O zamanlar on iki yaşındaydı. Ben altı
yıldır onu hala arıyorum. Bu görevi aldığımda sevinmiştim. Çünkü Libmons
topraklarından geçecektik. Tüm dikkatime, gözlemlerime rağmen ondan bir iz yok.
Onun kaçırılmış olabileceğini de düşündüm elbette. Ama kim, neden böyle bir işe
kalkışsın ki?” dedi Akbar sabırsızlık içinde ve yarı öfkeli bir halde.
“Sen kendini mi suçluyorsun?” dedi Ayda bir anda.
Bu soruyu beklemeyen Akbar şaşırmıştı. İlk başta ne diyeceğini
bilemedi. Ama evet, gerçekten de hep kendisini suçlamıştı. Onun kaybolmasının
tek suçlusu kendisiydi. Suçluluk duygusunu bir an olsun bastırmak için elinden
geleni yapıyor, kardeşinden hiç ümidini kesmiyordu.
“Bence bu günlük bu kadar konuşma yeter,” dedi Akbar zoraki
gülümseyerek. Kızların yüzündeki hayal kırıklığını görmezden geldi. Yavaşça
ayağa kalktı. “İyi geceler,” diyerek uzaklaştı.
Akbar’ ın diğer insanlardan farklı olmasının, kendisini dış dünyaya
kapatmasının nedeni de buydu. Hislerini açıklamayı pek sevmez, insanlardan uzak
durmaya çalışırdı.
“Aferin çeneni tutamadın yine,” diye söylendi Verda.
“Besbelli kendini suçluyor ama bunu dile getiremiyor,” dedi Ayda
kendini savunurcasına.
“Bazı şeyleri bilsen de susman gerek bazen,” dedi Verda.
“Yapmayın kızlar. Kimsenin bir suçu yok. Herkesin düşüncesine saygı
duymalıyız. Akbar hassas biri ve hislerini paylaşmayı pek sevmiyor, o kadar,”
dedi Serenay.
Bir süre sonra herkes uykuya daldı. Hava sıcak olduğundan çimlerin üstüne
örtü atıp uyumuşlardı. Bu gece uykusu kaçan tek kişi Akbar’ dı. Gece boyunca
yerinde dönüp durdu.
Sabah bir şey atıştırdıktan sonra tekrar yola düştüler. Geçtikleri
yolun her iki tarafı ağaçlarla kaplıydı. Uzun ağaçlar göğe uzanıyor gibiydi.
Geniş yolda pek çok at arabası gelip geçiyordu. Saatler sonra yol ıssızlaşmaya başladı.
Mola verdiklerinde eksik malzemeleri almak için Janef ve Benay kasabaya gitti.
Bu sırada diğerleri ise ormanın iç kısımlarına ilerleyip yerleştiler. Zorunlu
olmadıkça gece yolculuk yapmamaya karar vermişlerdi. Yiyecekler piştiğinde
Janefler de geldi. Ateşin başında leziz yiyeceklerden yiyip birbirlerine korku hikayeleri
anlattılar. İlerleyen saatlerde herkes çadırlara çekildiğinde ilk nöbet sırasını
Akbar aldı.
Janef şimdiden çocuğunu özlemişti. O kadar küçüktü ki onu geride
bırakıp gittiği için pişmanlık duyuyordu. Görevi bitirir bitirmez ailesinin
yanına dönecekti. Serenay ise annesini düşünüyordu. Onu geride , üzgün şekilde bırakmışlardı.
Verda yorgun olduğu için anında uykuya daldı. İşinden uzak kalan Ayda
biraz sıkılmaya başlamıştı. Şehirde tablolar yapıp sergi açar, çizdiği insan
portrelerini satardı. İşini çok seviyordu.
Ertesi sabah hava günlük güneşlikti. Yemyeşil yaprak ve meyvelerle
dolu ağaçlar ormana canlılık katıyordu. Çadırları toplayıp, her şeyi at arabalarına
yerleştirdiler. Haritaya göre yolları kalabalık bir şehirden geçiyordu ve
dikkat çekmemek için ayrı yol alacaklardı. Bir kısmı şehirde duracak, diğerleri
hiç beklemeden yoluna devam edecek, sonunda daha küçük ve ticaretle uğraşılan başka
bir yerleşim yerinde buluşacaklardı.
Şehre vardıklarında Elbruz atlara yem verirken diğerleri şehrin
çeşitli yerlerine dağıldı. Serenay kardeşiyle birlikte şehir kütüphanesine
gitti. İkizler panayır alanına gidip bir süre etrafı ve halkı gözlemlemeye
karar verdiler.
Panayır alanında bile insanlar Lider Canova' nın ölümünü
konuşuyordu. Halkın bir kısmı Melmor' un liderinin asla böyle bir şeyde parmağı
olamayacağına inanırken bir kısmı ise kimseye güvenilmemesi gerektiğini düşünüyordu.
Kendi liderleri dâhil tüm liderlere suçlu gözüyle bakanlar da vardı.
İkizler önemli bir bilgi edinememişti. Kimse bir şey bilmiyor
sadece varsayımlardan yola çıkarak birilerini suçluyordu. Satıcılardan biri
ikizlere dokuma bir halı satmaya çalışırken Verda satıcının ağzını aramaya
çalıştı. İkizlerin yabancı olduğunu anlamayan adam zaten dünden konuşmaya razı
olduğu için bildiği her şeyi anlatmaya başladı.
“Hanımefendi duyduğuma göre son toplantıda liderler anlaşmazlığa
düşmüş. Galnas ve Dazzap' ın liderleri arasındaki gerilim hat safhaya çıkmış.
Hatta Dazzap' ın lideri Lider Alaz' ı bile suçlamış. Bizim liderin öyle
dalavere çevireceğini sanmıyorum ama ben en başından beri Lider Lazinka' ya güvenmiyorum,”
dedi kısa boylu, şişman adam.
Adam konuşurken bir yandan da halıları tek tek yere seriyor
müşterilere gösteriyordu. Ayda halılarla ilgiliymiş gibi “Bunun deseni
gerçekten daha önce gördüklerime benzemiyor. Dünya' nın pek çok yerini dolaştım
fakat bu kalitede bir mala rastlamadım. Kaça satıyorsunuz peki?” diye sordu.
“Elli bakır paraya veririm,” dedi satıcı.
“Oldukça pahalıymış. Bizim bütçemiz buna yetmez,” dedi Ayda hayal
kırıklığına uğramış bir şekilde.
“Sizin gibi değerli müşterimize daima bir güzellik yaparız.
Pazarlıkta anlaşırsak size bu halıyı satmaktan memnuniyet duyarım,” dedi adam
hevesle.
Verda ikizinin kulağına fısıldadı. “Bu adam bizi kazıklamaya çalışıyor.”
“Şşşt! Sessiz ol, duyacak şimdi. Ben pazarlık yapma bahanesiyle
adamı oyalarken sen de ağzından laf almaya devam et,” dedi Ayda gülümseyerek.
Serenay, Yazel ile birlikte kalabalık bir meydanda yürüyordu. Kütüphanede
oyalanmak için sadece birkaç saatleri vardı. Meydanı geçip sağa saptıklarında tarihi
bina ile karşılaştılar.
“İşte geldik Yazel. Şansımız varsa aradığımız kitapları burada
bulabiliriz. Burası tahminimden de büyükmüş,” dedi Serenay koca binayı tepeye
kadar süzerek.
Kütüphane on binlerce kitabı içinde barındıran bir hazineydi adeta.
Dev kitaplıklar insanların rahatça dolaşabileceği şekilde yerleştirilmişti.
Yukarıdaki raflara erişmek içinse görevlilerden yardım istemek gerekiyordu. Serenay
kütüphanenin kalabalığına şaşırmıştı. Öğrenmeye hevesli insan çoktu Libmons’ ta.
“Abla bütün gün buradan çıkamayabiliriz. Ne kadar büyük olduğunun farkında
mısın?”
“Olmazsa yardım isteriz Yazel. Hadi tarih kitaplarının olduğu bölüme
gidelim.”
Serenay Tilkar Tarihi, Tilkar Devleti' nin Sırları ve Dünya
Devletleri Arasında Tilkar' ın Yeri adlı kitaplara ulaştı. Harula hakkında ise
Lider Harula Efsanesi isimli bir kitap buldu. Kitapları hemen başlıklarına göre
inceledi. Aradığı kitabın Tilkar Devleti' nin Sırları olduğuna karar verdi. Her
ihtimale karşı Lider Harula Efsanesi’ ni de yanına aldı. Bir süre dil dökerek
görevlilerden bu iki kitabı satın almayı başardı. Bu kitapların orijinalleri
başka bir yerde muhafaza ediliyor olmasaydı onları alamazdı. Serenay rahatlamış
bir halde oradan ayrıldı.
Herkes geri döndüğünde tekrar yola düştüler. Bir süre sonra
arkalarında hızla ilerleyen silahlı atlıları fark ettiler. Takip edildiklerini
düşünen Janef telaşlanmıştı. Atı daha hızlı sürmeye karar verdi ancak sakin
görünmeye çalışmak daha mantıklıydı. Ne olduğunu anlamadan yanlış bir hareket
yapıp dikkat çekmemeliydi.
Serenay korkulu gözlerle hızla üzerlerine doğru gelen atlılara
bakıyordu. Acaba Lider Alaz onlardan haberdar mı olmuştu? Akbar ne yapacağını
bilemiyordu fakat Janef’ in küçük bir tepki bile vermediğini görünce onu
izlemeye karar verdi. Atların nal sesi giderek artarken Ayda’ nın kalp atışı
hızlanıyordu. İşte o anda bir düzine savaşçı yanlarından geçip gitti. Anlaşılan
başka bir mesele vardı ve adamlar oraya yetişmeye çalışıyordu.
En arkadaki atı süren gri saçlı adamın gözleri ise Serenay’ ın
gözleriyle buluştu. İçi ürperse de bakışlarını çekmedi kız. Bu birkaç saniye içinde
bülbül sesi kulaklarını doldurdu. Ses sanki bir kuş Serenay’ ın omzunda
duruyormuş gibi yakından geliyordu ama görünürde hiçbir kuş yoktu. Gri saçlı
adam bakışlarını çekip yola odaklandığında bülbül sesi de kesildi. Serenay
şaşkınlık içinde kalakaldı. Adamın gülümsemesi de dikkatinden kaçmamıştı.
Diğer grupla buluşacakları yerleşim birimine varmışlardı ki olayın
gerçek yüzü anlaşıldı. Burada bazı kişiler arasında kavga çıkmış ve dükkânlar ateşe
verilmişti. Lider Lazinka’ yı destekleyen dükkân sahiplerine saldırı düzenlenmişti.
Lider Alaz' ın görevlendirdiği adamlar olaya müdahale ediyordu.
Serenay’ ın gözleri az önce gördüğü gri saçlıya takıldı. Diğer savaşçılar herkese
bağırıp çağırırken o ağzını dahi açmıyordu. İlginç olan ise saldırganları
anında etkisiz hale getirmesiydi. Sanki görünenden fazla bir güç uyguluyordu.
Kısa sürede herkes etkisiz hale getirildi, yangınlara müdahale edildi. Karmaşadan
geriye yanık ahşap kokusu ve rüzgârın savurduğu küller kalmıştı. Dükkânı yanan
insanlar dövünüp duruyordu.
“Acınası bir haldeler,” dedi Verda.
“İnsanlar kendi doğrularında direttikleri sürece asla bir yere
varamayacaklar,” dedi Ayda.
“Herkesin gergin olduğunu görüyorum. Bunun engellemeyecek bir hal almasından
korkuyorum. Neyse biz işimize bakalım, burada yakalanmak istemeyiz,” dedi Janef.
Gizlendikleri yerden çıktılar ve ekibin geri kalanında buluşup hızla
oradan ayrıldılar.
Bu görev sanırım en zorlu olanı ve Geyul'dan ne çıkacak çok merak ediyorum:-)) Bu arada gemiyi farklı yöne çevirince gerçekten denizden, dalgalardan daha az etkilenir, bilenler için güzel ve ince bir detay olmuş:-) Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilEvet, bunların görevi zorlu bayağı. Yolları uzun, Libmons' u aşıp Galnas' a ulaşmaları gerekiyor. Geyul bakalım neler yapacak? :)
SilGeminin farklı yöne çevirilmesi nereden aklıma geldi hatırlamıyorum. Tahmin mi yürüttüm yoksa ilk yazdığımda bir filmde falan mı gördüm bilmiyorum. Doğru olmasına sevindim. :) Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.
Tıpkı yukarıdaki Saezn arkadaşının yorumu gibi, geminin pruvasını çevirdiğini yazış biçimine hayran kaldım .., cümle dizileri sanki gerçek olaylar kendini gemide yansıtıyordu.
YanıtlaSilSahip olduğunuz kelime işlem sanatıyla selamlaşın.
Dostluktan selamlar.
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Okumanız ve gerçekçi bulmanız beni mutlu etti. Selamlar. :)
Silsevdiğim kahramanlar vardı bu bölümde :) gemi yolculuğu ve vardılar bakalım nolcak, gri saçlı kim, akbarın kardeşi ilerde ortaya çıkacak demekkisi :) serenay tilkar ve harula yı araştırıyor, hayırlısı :) ayrıca serenayda yine zaman kayması oldu, güzeeel gidiyooo :)
YanıtlaSilAkbar kardeşini bulacak mı bakalım. :) Gri saçlıya öyle bir değindim, sahip olduğu özel güç nedeniyle. İleride bu güçlere değineceğim de gri saçlıyı yazmaya devam ettiğimde, çok ileride tekrar kullanabilirim. :) Tüm gariplikler de Serenay' ı buluyor gibi oldu. 😀 Yorumun için teşekkürler deep. :))
SilBilgilendirme için teşekkürler. Yolculukta dikkat etmek gerekli tabii, dua önemli.
YanıtlaSilheyecanlı bir hikaye. Çok sürükleyici ama bir çırpıda okudum
YanıtlaSilGüzel yorumunuz için teşekkür ederim. Sürükleyici bulmanıza sevindim. :)
SilMacera devam ediyor. Oldukça sürükleyici bir dil. Karakterleri takip etmekte zorlanmaya başladım. Bir sonraki bölümde buluşma yerine ulaşacaklar sanırım.
YanıtlaSilSürükleyici bulmana sevindim. Devam bölümlerini yazmak için sabırsızlandığımdan bir an önce hazır bölümleri paylaşmak istiyorum aslında. Karakterleri takip etmek zor oluyordur kabul ediyorum, belki aralıksız okunsa (bir basılı roman gibi) daha anlaşılır gelirdi. Kim bilir kaç bölüm sonra bu grubun devamı gelecek? :)) Bölümleri takip ettiğin ve yorumun için teşekkür ederim. :)
SilSerenay'da gemide zaman kayması oldu yine, daha önce bunun sadece gittikleri sarayda olduğunu sanıyordum ben:) Gri saçlı adam Akbar'ın kardeşi olmasın;)
YanıtlaSilZaman kaymasının belli bir yerle sınırı yok. :) Gri saçlı daha büyük birisi, Akbar' ın kardeşi değil yani. :)) Yorumun için teşekkürler Gülten. :)
SilNeyse öğreniriz:)
SilGizemli suçlumuz Lider Canas ya da Akbar ın kardeşi olabilir diye düşünüyorum. Ve hemen gidip sonraki bölümü okuyorum. Kalemine sağlık. Güzel devam ediyor. 😍
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim, beğenmene sevindim. :) Tahminin hakkında her şey olabilir diyeyim. Bakalım ne çıkacak? 😀
SilAyda' yı ben de seviyorum. :) Bakalım hain var mı içlerinde?
YanıtlaSilAkbar' ın kardeşi hakkında çok tahminler vardı. Bakalım ortaya çıkacak mı? :)) Yorumun için teşekkür ederim. :)
YanıtlaSilGemi, yolculuklar, görevler. Biraz arkadan da olsa takip etmeye devam ediyorum hikayeni. Şimdi aklıma geldi. Benim küçük fantastik hikayeleri sever ona da önereyim.
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim, takip etmeniz güzel. Zaten romanı tamamlayınca da kaldırmayı düşünmüyorum. :) Kaç yaşında bilmiyorum ama senin küçük de beğenir umarım. :))
SilKim kim kim o gri saçlı kim yahu o bülbül sesi nerden geldi?? Valla dizilerin final sahneleri gibi bitiyor bölümler, öbür bölümü açmak istiyorum hemen. :D Ama artık biraz çalışmam lazım. Başka bölümlerde görüşürüz. Ellerine sağlık. :)
YanıtlaSilİyi çalışmalar dilerim, kolay gelsin. :))
SilO gri saçlı Lider Alaz' ın yardımcısı. Şu kadarını söyleyim hemen değil ama ileride bahsedeceğim bayağı. :) Değerli yorumun için teşekkür ederim. 😊