14 Nisan 2021 Çarşamba

Savaş Çığırtkanı- 5.Bölüm (Roman)



BÖLÜM 5

 

Lider Harula-Butah

 

Serenay elinde bavul, yanında silahlarıyla ilerlerken bir yandan da kardeşini uyarıyordu. Ona asla sözünden çıkmamasını tembihliyordu. Eğer Yazel ablasıyla gidecekse savaş okuluna bir süre ara vermek zorunda kalacaktı. Fakat bu yaşta böyle bir göreve gideceği için şanslıydı. Savaş okulunda öğrenebileceğinden daha fazla şey öğrenebilir, tecrübe edinebilirdi.

“Tamam abla, iki saattir aynı şeyi söylüyorsun. Merak etme,” dedi Yazel.

Etraftaki görüntü yavaş yavaş değişmeye başlayınca sohbet sonlandı. Serenay bir kez daha bunu yaşayacağını tahmin etmemişti. Korkuyla elindeki bavulu yere bıraktı. Şimdi bir sarayın avlusundaydı. İhtişamlı, olağanüstü işlemeleri ve mozaikleriyle bu saray tarihte bilinen en önemli saraylardan biriydi. Genç kız burayı savaş okulunda anlatılanlardan hemen tanımıştı.

Haykare Sarayı’ nın beş asır öncesinde yapıldığı biliniyordu. O zamanlarda Tilkar Ülkesi dünyanın en güçlü devletlerinden biriydi. Ülkenin lideri Harula’ nın çok hırslı, zeki ve gözü kara olduğu, bu yüzden hiçbir riskten kaçınmadığı söylenirdi. Zaten Tilkar Ülkesi en tepe noktaya onun döneminde ulaşmıştı.

Serenay şaşkınlık içinde bunları düşünürken yanında Yazel’ i görünce irkildi. Onun da aynı şeye maruz kalmasına şaşırmıştı. Yazel de korkmuş görünüyor ve gözlerini bile kırpmadan etrafı inceliyordu.

“Buraya nasıl geldik? Hangi zamandayız biz böyle?” dedi Yazel şaşkınlık içinde.

İleriye doğru bir adım atacaktı ki Serenay onu kolundan yakaladı ve gereken açıklamayı hızlıca yaptı.

“Beş asır öncesindeyiz sanırım. Neler olduğunu ben de bilmiyorum. Bu, daha önce de başıma gelmişti ve sadece bir yanılsama. Şu an hala son konumumuzda bulunuyoruz. O yüzden çok hareket etmezsen iyi olur. Ayrıca buradaki kimse bizi göremiyor ve duyamıyor.”

O anda sarayın bahçesinin dev kapısı ardına kadar ağır ağır açıldı. Korumalar ve atlı askerler eşliğinde birisi saraydan çıktı. Üstünde zırhlı bir kıyafet, sırtında siyah bir pelerin, başında da demir bir başlık vardı. Pelerin rüzgârsız havada tuhaf bir şekilde dalgalanıyordu. Hatta lider kolunu hareket ettirdiğinde eli pelerinin içinden geçmiş ve Serenay hayretler içerisinde kalmıştı. “Pelerin sanki dumandan yapılmış gibi,” diye düşündü. Bu görkemli ve ürkütücü kişinin Lider Harula olduğunu tahmin ediyordu. Diğer herkes de en az onun kadar ürkütücü görünüyordu. Serenay Lider Harula’ nın tarih derslerinde anlatılanlardan da tehlikeli olduğunun farkına varmıştı.

Harula atına atlarken öfkeli görünüyor ve etrafa emirler yağdırıyordu. Sıraya dizilmiş adamlarının önünden atla geçti. Bir insan ancak bu kadar mağrur görünebilirdi. Adamın çizdiği tek tablo adeta savaş için doğmuş olduğuydu. Zırhının göğüs kısmında Tilkar’ ı temsil eden akrep sembolü vardı. Serenay sembolü gördüğünde o kişinin Lider Harula olduğuna emin oldu. Bu sembolü tarihte ilk kullanan kişi Lider Harula olarak bilinirdi. İhtişamlı ve tehlikeli yanını herkese kanıtlamak istercesine -ki zaten davranışlarıyla bunu fazlasıyla kanıtlıyordu- bu sembolü seçmişti kendisine. Sonraki yüzyıllarda ise onu taklit etmeye çalışan ya da ondan daha güçlü olduğunu göstermek isteyenler de bu sembolü kullanmaya başlamıştı.

Yazel ise çıt çıkarırsa sanki ölüm fermanı imzalanacakmışçasına kıpırtısız, sessiz duruyordu.  Gözleri Lider Harula’ ya kenetlenmişti. Sadece onu izliyor, başka bir şeye odaklanamıyordu.

“Tez zamanda özel orduyu hazırlayın. Hiçbir aksilik çıkmamalı. Yakında en büyük emelimize ulaşacağız. Butah bize yapılanların hesabını verecek. Artık dünyaya kim olduğumuzu göstermenin vakti geldi!”

Sesi öyle gürdü ki sanki sesiyle dünyayı yok etmeye çalışır gibiydi. Bağırarak öfkesini dünyaya kusuyordu. Onun öfkesi diğerlerine de yansımış gibiydi. Hep bir ağızdan bağırdılar: “Emredersiniz Lider Harula!”

Her şey eski haline döndüğünde Serenay şaşkınlık içinde kalakaldı. Lider Harula az önce ne demişti? Beş asır öncesinde Butah zaten yoktu. Demek ki, gördükleri her neyse gerçek tarihi yansıtmıyordu. Yazel şaşkınlıkla çevresine bakındı. Neyse ki etrafta kimse yoktu. Eşyalarını tekrar yüklenip yola düştüler.

“Sence bunun sebebi ne? Bilmediğimiz bir düşmanımız mı var?” dedi Yazel endişeli bir şekilde.

“Bilemiyorum ama ortada anormal bir durumun olduğu kesin. Belki bizden başka bu durumu tecrübe edenler de vardır. Bize inanır mı bilmiyorum ama ne olursa olsun bunu Lider Canas’ a bildirmeliyiz.”

Bir süre sonra dükkâna vardılar. Karan çocuklarını eşyaları ile birlikte kapıda görünce durumu anladı hemen. Savaşçılara yollanan özel mektuplar hakkındaki söylenti hemen yayılmıştı. “Siz de mi gidiyorsunuz?” dedi gülümseyerek.

Yazel, başını sallayınca Karan onun saçlarını okşadı. Çocuklarıyla gurur duyuyordu. Onlar yetenekli ve azimli çocuklardı. Serenay hemen az önce başlarından geçeni anlattı. Karan bunu ciddiye alıp almama konusunda kararsız kalmıştı fakat ikisinin de aynı anda aynı şeyi görmesi rastlantı olamazdı.

“Bu olanlara bir açıklama getiremem. Yine de çok tedbirli davranmalısınız. Büyüklerimizden duyduğumuza göre günümüzde rastlanmasa da eskiden değişik güçler kullanabilen insanlar varmış. Bu hikâyenin ne kadarına inanmak doğru olur bilmiyorum ama her an her şeyin olabileceğini düşünerek hareket etmelisiniz,” diye uyardı çocuklarını.

“Elimizden geleni yaparız. Sen endişelenme baba,” dedi Serenay.

“Durun, ben bırakayım sizi,” dedi Karan.

Karan acil işi çıktığında komşususun at arabasını ödünç alırdı. Çocuklar eşyalarını at arabasına yerleştirdi. Serenay babasının yanına geçti. Yazel ise arkada, eşyaların arasına oturdu.

Birkaç saat sonra şehre yaklaştıklarında Yazel’ in içini bir heyecan kapladı. Sarmav Şehri kalabalığı ile meşhurdu ve daha şehre girer girmez bu, göze çarpıyordu. Şehir, ticaretin yoğun olarak yapıldığı bölgenin merkezindeydi. Panayır ve haller bütün gün insan akınına uğrardı. Tezgâhlar el emeği ürünlerle ve yiyeceklerle doluydu.

Karan arabayı saraya giden yola çevirdiğinde, saray civarında çok fazla at arabası olduğunu fark etti. Bu kadar çok insana görev verilebileceğini tahmin etmemişti. Kısa bir şaşkınlıktan sonra arabayı uygun bir yerde durdurdu. Serenay eşyalarını alırken Karan da yakınlarıyla vedalaşanları izliyordu. Az ileride otuzlu yaşlarında bir kadın, kucağında bebeğiyle eşini uğurluyordu. Kadın metanetli durmaya çalışsa da üzgün olduğu her halinden belliydi. Eşi onu alnından öptü: “Söz veriyorum, döneceğim. Daha fazla endişelenme.”

“Baba, bak Aztek amcalar da burada,” dedi Yazel.

Karan, Aztek ve Elbruz’ u görünce gülümsedi. Elbruz da görev için çağrılmıştı. Serenay’ dan çok daha fazla göreve çıkmış ve daima başarılı olmuştu. Uzun süre göreve çıkmadığı zamanlarda huzursuz olurdu. Kendisini yeterince yetenekli bulmadıklarını düşünürdü.

Ayaküstü bir sohbetin ardından gitme vakti gelmişti. Babaları ile vedalaşan çocuklar saraya doğru kendinden emin adımlarla yürüdü. Sarayın kapısındaki görevliler isimlerini alarak onları içeriye kabul etti. Serenay avluya doğru adımlarını atarken eşsiz manzara karşısında bir kez daha büyülendi. Kuşlar tepede daireler çizerek dönüyor, oradan oraya uçuşuyordu. Dört bir yanı saran yeşillik ise insanın ruhuna canlılık katıyordu. Saray, herkesin ilgisini çekecek kadar göz alıcı bir yapıya sahipti. 

Herkes saraya ulaştığında sarayın büyük salonuna, Lider Canas' ın huzuruna alındılar. Yuvarlak salon olabildiğince gösterişliydi. Tavandan sarkan taşlı, ışıl ışıl avizeler duvarları altın sarısı rengine boyuyordu. Kenarları altın yaldızlı tablolar boydan boya duvarları süslüyordu. Serenay dikkatli adımlarla yürüdü ve Lider Canas' ın karşısında diğerleriyle birlikte yerini aldı. Herkes meraklı gözlerle birbirlerine ve lidere bakıyordu.       

Tahtında oturan Lider Canas yavaşça ayağa kalktı ve herkesi baştan aşağıya süzdü. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Sonra geldikleri için minnettar olmuş gibi baktı herkese. Yavaşça ve tok bir sesle konuşmaya başladı.

“Öncelikle bu kadar kısa sürede geldiğiniz için teşekkür ederim. Vereceğim görevde hepinize büyük sorumluluk yüklenecek. Her şeyden önce, tehlikeli bir durumla karşılaşırsanız ilk önce kendinizi korumanızı istiyorum. Çünkü sizin gibi yetenekler ülkemize hep lazım olacaktır. Hepinizin geçmişini tek tek araştırdım. Savaş okulunu iyi derecelerle bitirmişsiniz. Hepinize güveniyorum. Eminim size verilecek görevlerin ne olduğunu merak ediyorsunuzdur. Az sonra yardımcım Şeyad size gerekli açıklamayı yapacak. Lider Canova’ nın cinayeti çözülürse Butah için her şeyin değişeceğine inanıyorum. Bir liderin öldürülmesi affedilmez bir suçtur ve karşılıksız kalamaz.”

Lider Canas bir süre sessiz kaldı. Yazel çıt çıkarmıyor, gözleriyle Lider Canas’ ı izliyordu. Serenay Butah’ ın düşmanının kim olabileceğini, Elbruz ise katil bulunursa en azından bir ülkenin kesinlikle suçlanacağını ve bunun sonucunda ne olabileceğini düşünüyordu. Herkesin kafasında onlarca soru vardı ama sadece bir kişi bunu dile getirebildi.

“Ben Bozak Şehri’ nden Janef. İzninizle size bir şey söylemek istiyorum.”

Bu, az önce eşi ve bebeğine veda eden adamdı. Kısa kesimli saçları ve gergin yüzüyle bir savaşçıyı andırıyordu. Pek çok konuda tecrübe sahibiydi. Butah için yıllarını vermişti. Belki de bu yüzden kendinde bir soru sorabilme hakkını görüyordu. Liderle konuşurken en ufak bir çekingenlik göstermemişti. Lider Canas izin verdiğini belirtircesine kafasını sallayınca konuşmasına devam etti.

“Lider Canova için elimizden geleni yaparız. Suçluları bulmak bizim de en büyük amacımız. Bu cinayetin altında ülkeleri kışkırtmak için düzenlenmiş bir tuzak olabilir. Bu yüzden acele bir kararla savaşa sürüklenmek istemeyiz. Her şeyden önce sizin sağduyulu olacağınıza ve elde edeceğimiz bilgileri en iyi şekilde değerlendireceğinize inanıyorum,” dedi her hangi bir ima yapmamaya çalışarak.

Lider Canas birkaç saniye düşündü. Yüz ifadesi ne düşündüğüne dair hiçbir ipucu vermiyordu. Serenay liderin, Janef’ in sözleri karşısında kızmış olabileceğini düşünüyordu ki liderin dudakları hafifçe yukarı doğru kıvrıldı.

“Elbette, Bozak' tan Janef, hepimizin isteği bu yönde. Boş yere kimsenin canını yakmak istemeyiz. Sadece babamın katillerinin yakalanmasını istiyorum,” dedi yumuşak bir ses tonuyla ve salonu süzdükten sonra konuşmasına devam etti: “Başka bir şey söylemek isteyen var mı?”

O anda Serenay’ ın aklına Yazel ile şahit oldukları an geldi. Heyecanlanarak izin istedi. Lider Canas ilgi içinde onu dinlemeye başladı ve her şeyi dinledikten sonra yanıt verdi.

“Böyle bir şey olası gözükmüyor. Zira şimdiye kadar ne duydum ne de şahit oldum. Fakat değişik ilimler konusunda bilgili kişilere bunu bir danışacağım. Belki yaşadıklarınızın önemli bir sebebi vardır. Eğer bu düşmanlarımızın bir hilesiyse gerekli tedbirleri almalıyız. Siz canınızı sıkmayın,” dedi Lider Canas Serenay’ ın gözlerinin içine bakarak.

“İlginiz için teşekkürler efendim,” dedi utanan Serenay bakışlarını ondan uzaklaştırarak.

Elbruz ise kaşları çatılmış halde Serenay’ a bakıyordu. Böyle bir şeyi herkesten önce duyan ilk kişi olmadığı için canı sıkılmıştı.

Lider Canas daha sonra herkese şans dileyip odasına çekildi. Lider gidince birkaç kişinin yüzünde bir rahatlama belirdi. Anlaşılan konuşma boyunca heyecandan dolayı gergin bir şekilde beklemişlerdi. Serenay ise en azından Lider Canas kendisini anlayışla karşıladığı ve ilgileneceğini söylediği için rahatlamıştı. Fakat Yazel ve kendisinden başka kimsenin böyle bir olaya şahit olmamış olması da canını sıkmıştı. Belki de lider söylediklerine sadece nezaketen inanmış gibi yapmıştı.

Şeyad ve birkaç kişi herkesi büyük salondaki yuvarlak masanın etrafına topladı. Öncelikle, belirlenmiş olan gruplar açıklandı. Her bir grup farklı bir ülkeye gidecekti. Serenay, Elbruz, Janef, Akbar, Geyul ve Verda aynı grupta yer almıştı. Galnas’ a gidecek grup olarak en uzun yolculuk onlara kalmıştı. Her ülkenin haritası grup liderlerine verildi. Gidilecek yerler belli olduğu için işleri biraz daha kolay sayılırdı. Görev dağılımı ve yapılacak açıklamalar bitince herkes serbest bırakıldı.

Serenaylar avluda yürümeyi tercih etmişlerdi. Görev hakkında konuşuyorlardı. Görev çok zor görünmese de asıl mesele gerçek amaçlarını kimseye bildirmemekti. Zira bir öğrenilirse her hangi bir lider  casus oldukları gerekçesiyle onları hapse atabilirdi. Hatta tehlikeli bir ülke olarak bilinen Galnas’ ın lideri onları öldürtebilirdi. Şeyad özellikle onları bu konuda uyarmıştı.

“Lider Lazinka bunu öğrenirse sağ salim dönebileceğinizi garanti edemem. O adam işkenceci ekibi ile ün yapmıştır. Bu yüzden ne olursa olsun yakalanmayın,” demişti Şeyad.

Yazel bu yüzden gerilmişti. Onun huzursuzluğunu anlayan Serenay isterse geri dönebileceğini söyledi. Yazel ise bunu kesinlikle kabul etmedi. Bu onun için yenilgi demek olurdu.

Elbruz ve Serenay ekip arkadaşları hakkında konuşmaya başladılar. Elbruz’ a göre Janef inanılmaz bir dövüşçüydü. Konuşmasından, duruşundan, kendine olan güveninden bunu çıkarmıştı. Janef’ ten çok şey öğrenebileceğini düşünüyordu. Onunla aynı grupta olduğu için memnundu.

“Akbar fazla sessizken, Geyul cana yakın birine benziyor. En azından insanlarla iyi geçinmeye çalışıyor,” dedi Serenay.

“Haklısın, o konuda benim de dikkatimi çekti. Sanki herkesi uzun zamandır tanıyormuş gibi davranıyordu.”

“Maalesef benim yaşlarımda başka kimse yok grupta. Har da başka bir gruba düştü,” dedi Yazel.

“Şu geçen sınavlarda gördüğümüz çocuk değil mi?” dedi Serenay.

“Ben Har’ ı tanıyorum. Şimdiye kadar savaş okulunu birincilikle bitirmiş tek kız olan Dorma’ nın kardeşi o,” dedi Elbruz.

“Vay canına, bunu bilmiyordum,” dedi Yazel heyecan içinde.

“Yani ablasından çok şey öğrenmiş olmalı. Gördüğüm kadarıyla sınavda çok başarılıydı. Belki de döneminin birincisi olur o çocuk,” dedi Serenay ve Yazel’in asılmış olan suratını görünce gülümsedi. “Amaaa sende onu geçebilecek cesaret ve kararlılık var. Hiç endişelenme o yüzden,” dedi gülümseyerek.

Yemek vakti geldiğinde saray büyük ziyafet için hazırdı. Masa çeşitli etlerle, sebzeli yemeklerle ve tatlılarla donatılmıştı. Daha önce hiç tatmadığı lezzetleri bulanlar tıka basa yemişlerdi. Sadece, yiyeceklerle dolu masayı görmek bile herkesin gözünü doyurmuştu. Yemek esnasında kaynaşmak için aynı grubun üyeleri yan yana oturmuşlardı. Verda, ikizi ile birlikte derin bir sohbete dalmıştı. Birinin gözleri iri, diğerinin ise biraz çekikti. Verda ne kadar sıcakkanlı görünüyorsa Ayda da o kadar soğuk görünüyordu. Dış görünüşlerinin aksine kişiliklerinin hiç benzemediği aşikârdı.

“Merhaba, ben Karta’ dan Serenay. Bu da kardeşim Yazel. Bana refakat etmek için geldi,” dedi Serenay Verda’nın yanına oturarak.

Verda neşe içinde Serenay’ a gülümsedi. Verda çok güzel görünüyordu. Siyah ve dümdüz saçları çenesine kadar geliyordu. Ela gözleri parlıyordu adeta. Üzerindeki beyaz gömlek, dizlerine kadar uzanan siyah, kumaş eteği ile zıtlık oluşturuyordu. Ayda ise krem rengi, dizlerine kadar uzanan bir tunik ve beyaz bir pantolon giymişti. Saçları uzun olduğu için atkuyruğu yapmıştı. İkizler otuz yaşlarında gösteriyorlardı.

“Merhaba canım, ben de Verda. Bu da ikizim Ayda, sanat okulu mezunu. Tanıştığımıza memnun oldum. Yolculuk boyunca çok iyi anlaşacağımıza eminim.”

Serenay da aynı şekilde gülümsedi. Verda’ ya kanı ısınmıştı hemen. Elbruz ise yanına oturduğu Janef ile konuştu yemek boyunca. Ona daha önce katıldığı görevler hakkında onlarca soru sordu. Janef de onun ilgisini anladığından memnuniyetle sorularına yanıt verdi. Janef’ in diğer yanına ise Geyul oturdu. Yemeğe biraz geç kalmıştı. “Nasılsınız millet?” diye araya girdi.

“İyiyiz sen?” dedi Janef. Akbar ise gözlerini Geyul’ a dikmişti.

“Harikayım. Uzun zamandır böyle bir görev için bekliyordum. Galnas’ a gidip şu çok methedilen güzel kızlarını görmek için sabırsızlanıyorum.”

Janef ve Elbruz şaşkınlıkla onun yüzüne baktı. Geyul bu görevi ne kadar umursuyordu acaba?

“Haha! Şaka yapıyorum ya rahatlayın biraz,” dedi Geyul gülerek.

Akbar ise huzursuz bir şekilde yerinde kıpırdandı. Ciddiyetsiz insanlardan hoşlanmazdı. Akbar’ ın sessizliği de Janef' in dikkatini çekmişti. Sonunda dayanamayan Janef ona döndü: “Neden sohbetimize katılmıyorsun? Başından beri herkese mesafelisin.”

Akbar önce irkildiyse de sonra elindeki bardağı masaya bırakıp konuşmaya başladı. “Fazla konuşmak adetim değildir. Ben sadece yapacağım işe bakarım. Ayrıca insanlarla çok da anlaşabildiğim söylenemez,” dedi sakin bir tavırla.

Elbruz bir şey diyecekti vazgeçti. Onun yerine Janef konuştu. “Peki, öyle olsun bakalım. Zamanla alışırız belki birbirimize.”

“İçine dönük insanlar en tehlikeli insanlardır,” dedi Geyul espri yaptığını düşünerek. Fakat kimse gülmedi buna.

Akbar’ ın grimsi renkte, dalgalı, kısa saçları ve zeytin yeşili gözleri vardı. Orta boylu ve normal kiloda biriydi. Ses tonu ise dikkat çekici derecede güzeldi. Geyul ise kısık, kara gözlere sahipti. Saçları hafif ağarmıştı, biraz da kiloluydu. Yüzündeki tuhaf ifade ondaki tüm ciddiyeti alıp götürüyor gibiydi.

Günün ilerleyen saatlerinde Şeyad herkese sarayı gezdirdi. Müze büyüklüğü ile dikkatleri çekmişti. Yüzyıllar öncesinden kalma savaş aletleri ve zırhlar olağanüstüydü.               Ünlü savaşçıların zırhları, kaftanları insanı adeta geçmişe götürüyordu.

Elbruz eski bir kılıcın üzerindeki yazıları okuyabilmek için camekânlardan birine yaklaşmıştı ki cama doğru uzattığı eli havada asılı kaldı. Elini koymak üzere olduğu cam bir girdabı andırırcasına dönmeye başladı ve sonunda yok oldu. Elbruz kendini bir anda bir kütüphanede buldu. Bir süre şaşkınlıktan kımıldayamadı. Hayal görmeye başladığını düşünüyordu. Şimdi uçsuz bucaksızmış gibi görünen kütüphanenin orta yerinde duruyordu. Heyecanla etrafına bakındı, kendi ekseni etrafında dönmeye başladı. Kitap rafları metrelerce yükseğe uzanıyordu. Elbruz en yakınındaki kitaba göz attığında üstünde “Tilkar Tarihi-Dünden Bugüne” yazıyordu. Kitap 1300’lü yıllara aitti.

Elbruz Serenay’ ın anlattıklarını hatırlamıştı ki kendini tekrar sarayda buldu. Durumundaki tuhaflığın farkına varan birkaç kişi Elbruz’ un etrafında toplanmıştı. Janef elini Elbruz’ un omzuna attı.

“İyi misin sen? Aniden tuhaf şekilde davranmaya başladın. Az önce sanki bizi duymuyor ve görmüyor gibiydin,” dedi endişeli bir şekilde.

Elbruz ilk şaşkınlığı üstünden atınca gördüklerini anlattı. Herkes artık bu hikâyeye inanmaya başlamıştı. Tüm olanların tesadüf olamayacağı ortadaydı. Kısa sürede sarayda yayılan bu gelişme, şehirde de duyulmaya başlanmıştı. Kötü haberler kadar çabuk yayılan bir şey varsa o da gizemli söylentilerdir. Lider Canas da kaygılanmaya başlamıştı. Ona göre uykuda bile düşmana karşı hazırlıklı olmak gerekirdi.

Gece herkes kendileri için ayarlanmış odalara çekildi. Odalar çok büyük ve gösterişliydi. Altın kaplama pencereler bol dökümlü, en iyi kumaştan perdelerle süslemişti. Yataklar bembeyaz, ipek örtülerle kaplanmıştı. Rengârenk ve az bulunan çiçeklerin kokusu odayı dolduruyordu. Odada her şey o kadar harikaydı ki Serenay kendisini rüyada gibi hissetti bir an. Fakat kendi odasını ve geride bıraktığı annesini düşününce hüzünlendi biraz. Serenay odayı ikizlere paylaşıyordu. Kısa bir muhabbetin ardından üçü de uykuya çekildi.

Serenay, o gece uykusunda dönüp durdu. Rüyasında Lider Harula’ nın Butah’ a savaş açtığını, tüm şehirleri yakıp yıktığını gördü. Harula’ nın karanlık ordusu bir kâbus gibi şehri sarıyordu. İnsanların gücü onları yenmeye yetmiyordu. Şehirler bir bir yok oluyordu. Kara alevler dört bir yandan yükseliyordu. Gökyüzü bile tamamen karanlık içinde kalmıştı. Serenay irkilerek uyandı ve doğruldu. Gün içinde olanlara kafasını çok taktığından gördüğü kâbusu doğal karşıladı. Biraz sakinleşince tekrar yattı.

Sabah bayan hizmetliler tarafından uyandırıldılar. Serenay hiç oyalanmadan giyindi ve ikizlerle birlikte kahvaltı için büyük salona geçti. Bazı kişiler çaylarını keyifle yudumlayıp kahvaltının tadını çıkarırken bazıları ise iştahsız görünüyordu. Yakınlarından ayrıldığı için keyifsiz olanlar da vardı. Son hazırlıklar da tamamlanınca Lider Canas herkesin önünde kısa bir konuşma daha yaptı. “Hepinize bol şans diliyorum. Yolunuz açık olsun,” diyerek de sözlerini tamamladı lider.

“Açık olacağını pek sanmıyorum,” diye mırıldandı Holant.

Serenay adamın sözlerini işitti. Bu, Dazzap’ a gidecek olan gruptan biriydi. Görev konusunda pek istekli olmadığı anlaşılıyordu. Gerçi kim Dazzap’ ın soğuk diyarlarında yola düşmek isterdi ki? Serenay bile en zorlu yolculuğun Dazzap’ ta yaşanacağını biliyordu.

Herkes hazır olduğunda at arabaları ile bir konvoy halinde yola çıktılar. Saray savaşçılarını uğurlarken, savaşçılar şehre bakışlarıyla veda etti.


20 yorum:

  1. Yalnız Harula, nasıl yazdıysanız beni bile etkiledi:-)) Bu gece bu roman ile ilgili rüya görürsem hiç şaşırmam:-))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Harula, çok baş belası biri. Rüyanıza girmez İnşallah. :)) Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. :)

      Sil
  2. Mükemmel:) Olaylar, kurgu, karakterler, kişi ve yer adları hepsi çok güzel. Tebrik ediyorum. Bütün yazı boyunca küçük bir nokta haricinde gözüme takılan bir olumsuzluk yok. "Yazel bu yüzden gergin olmuştu." demek yerinde "Yazel bu yüzden gerilmişti." sanki daha güzel dururdu. Bunun dışında takdire şayan çok güzel bir anlatım, son derece başarılı:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun için teşekkür ederim. Kurguyu ve isimleri beğenmene sevindim. Devam etmeden önce not tutmayı düşünüyorum. Yazdıktan sonra unuttuğum detaylar olabiliyor, karakterlerin fiziksel özellikleri gibi. :)
      Uyarı için teşekkür ederim, hemen düzeltiyorum. :)

      Sil
    2. Yorumum geldi mi bilmiyorum, herşey çok başarılı şekilde devam ediyor,özellikle gizemli olaylar.Cok detaylı ve güzel anlatıyorsun.Basarilarinin devamını dilerim Duygu...

      Sil
  3. Sürükleyici bir şekilde devam ediyor hikaye. Merakla devamını bekliyorum. Şu geçmişe gitme meselesinin aslını merak ediyorum. 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sürükleyici bulmana sevindim. Geçmişe gitme meselesi biraz karışık. :)) Yorumun için teşekkür ederim. 😊

      Sil
  4. Çok güzel bir kurgu gerçekten, karakterler, gizemli olaylar hepsi mükemmel, kalem ine sağlık, başarılarının devamını dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumların için teşekkür ederim Gülten, çok mutlu oldum. Kurguyu ve karakterleri beğenmene sevindim, iyi dileklerin için de sağ ol. 😊

      Sil
    2. Bence o kadar başarılı ki, biraz daha denersen bunu yayınlayacak yayın evi bulursun bence;)

      Sil
    3. Hep destekliyorsun beni sağ ol Gülten. Yayınevi meselesi de kısmet artık. Burada okunması, yorumlanması bile fazlasıyla mutlu ediyor beni. :)

      Sil
  5. hem heyecanlı hem gizemli devam ediyor. gözdelerim serenay ile yazel iyiler şimdilik. verda ile ayda yı da sevdim. serenay ın bu ikinci oldu, bir anda geçmişe gitti demekki. amam elbruz a da oldu, saray ve kütüphane, demekki olduları yerde birden değişiyor ortam ve aynı yerde başka dünya oluyor herhalde, geçmişten bir dönem. bakalım neymiş görcez :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim Deep. :) Nedense Serenay ve Yazel favorim değil. Aslında ana karakter kim dersen ona da bir şey diyemem, çok kişi var. 😀 Gizemli olaylara yavaş yavaş değineceğim. :)

      Sil
    2. sen yazansın tabii öyle olmayabilir, okur olarak bana en yakın sıcak gelen iki karakter onlar, belki farkında olmadan onları daha hoş yazdın seeen :)

      Sil
    3. Öyle olabilir tabi, liderlerden sonra yazdığım ilk karakterlerdi. :))

      Sil
  6. Karakterlerin isimlerini sevdim ben. Biraz geriden gelsem de yavaş yavaş tamamlayacağım hikayeyi bakalım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim. İsimleri beğenmene sevindim. :) Ben bölümleri biraz hızlı paylaşıyorum. Şimdi vaktim varken hepsini düzenleyip seriyi tamamlayım istiyorum.

      Sil
  7. Güzel yorumlarına ve analizlerine hayran kaldım. :)) Serenay ilk başta şaşırmıştı da biraz alıştı sonra. İleride geçmişle ilgili bu detaylara değineceğim. :) Evet Elbruz belli etmemeye çalışsa da Serenay' dan hoşlanıyor. Tek bahseden sen oldun. :D Elbruz o yüzden Canas' a gıcık oldu. :) Canas ilginç biri evet, bakalım yeni gelişmelerde neler olacak? Hızla okuman ve yorumlaman beni mutlu etti. Demek ki kurgu sürükleyici olmuş. :)

    YanıtlaSil
  8. Çok heyecanlı devam ediyor. Şimdilik favorim Serenay. İlkay'ın yorumunda gördüm Elbruz'la çift olmasını istemiyorum ama imkansız aşka okeyim. :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkes de Serenay' ı seviyor. :)) Bakalım kimle olacak Serenay, spoiler vermeyim. :)

      Sil

Gidilemeyen Gezi 🙄

   Bugün için bir ay önceden bir turla görüşmüş yer ayırtmıştım. Çok da hevesliydim ama ben ne zaman bir şey istesem en küçük şeyler bile ol...