BÖLÜM 2
İkinci
Aşama Sınavı-Butah
Güneş, ışıltısını yeryüzüne yayarken beyaz bulutlar gökte yer yer
kümelenmişti. Bir kartal engin sonsuzlukta süzülürken kanatları arasından
yansıyan güneş ışınları Serenay’ ın yüzüne zarif gölgeler düşürüyordu. Uzandığı
yeşil çimenler Serenay’ ın burnunda hoş bir koku bırakırken gözleri kartalın
ihtişamla açılıp kapanan kanatlarında geziniyordu. Bir gürültü koptuğunda
daldığı manzaradan hızla sıyrıldı. Erkek
kardeşi Yazel, ağaçtan atlamıştı. Kendini tutamayarak bağırdı:
“Ne yapıyorsun? Ödümü patlattın! Düştüğünü sandım.”
“Sana ikinci aşama sınavı hakkında soru sordum, sense beni
duymuyorsun,” dedi Yazel.
“Dikkat çekmek için yapmayacağın şey yok.”
Açıkçası Yazel ablasının tepkisini pek umursamadı. Şu anki tek
derdi önünde bir duvar misali dikilen aşılması zor sınavdı. Daldan kopardığı bir yaprağın sapını
çiğnemeye başladı.
“Hangi okula gideceğini kendi yeteneklerin gösterecek,” dedi
Serenay bıkkınlık içerisinde.
“Sen de biliyorsun ki ben sadece savaş okuluna yazılmak istiyorum. Hazırlanmam
ve geçmem için bana yardım etmelisin.”
“Sana yardım etsem bile bu geçebileceğin anlamına gelmez.”
“Yine de yardım etmeni istiyorum,” dedi Yazel ısrarla.
“Peki, o halde çalışmalara yarın erkenden başlarız. Artık eve
dönmemiz gerek. Burada fazlasıyla oyalandığımızdan annem yine çılgına dönmüş
olmalı.”
Kuşların uğrak yeri olan yemyeşil tepeden aşağıya doğru yürümeye
başladılar. Dağın zirvesinden başlayan bir dere kıvrıla kıvrıla aşağı iniyordu.
Engebeli alan pek çok patika ile bölünmüştü.
Upuzun, kumral saçları Serenay hızlıca yürürken arkasında
dalgalanıyordu. Neredeyse yere değecek kadar uzun kloş eteği yürüdüğü sırada
çalılara takılıp duruyordu. Serenay bir ay önce yirmi yaşına girmişti. Tek
kardeşi olan Yazel ise ondan sekiz yaş küçüktü. Yazel’in ela gözleri tıpatıp
ablasınınki gibiydi. Fiziksel olarak birbirlerine çok fazla benziyorlardı.
Serenay on iki yaşındayken annesinin karşı çıkmasına rağmen savaş
okuluna kayıt olmuştu. Zorlu eğitimlerden geçmiş ve birkaç kez ölümden
dönmüştü. Altı yıllık eğitim süreci ona çok şey katmıştı. İki yıl önce mezun
olmuş olmasına rağmen sürekli eğitimlerine devam ederdi.
Şehir sınırlarının dışında, bir dağ eteğinde, temiz havayla iç içe
yaşıyorlardı. Serenay gözünü alan güneş ışınları nedeniyle bir elini yüzüne
siper ederek aşağıya, yaşadıkları kulübeye baktı. Kulübenin arka tarafında
geyiklerin bakımı ile ilgilendikleri bir ahır vardı. Şehir dışında yaşadıkları
için, geyik sahibi olmak onlar için bir zorunluluk haline gelmişti. Kestikleri kurumuş
ağaçları geyiklerin çektiği kızaklarla eve taşırlardı.
Anne Beyaz, bahçede çamaşırları asmakla meşguldü. İpe astığı
çamaşırların mis gibi kokusunu içine çekti. O sırada tepeden inen çocuklarını
fark edince öfkeyle kaşlarını çattı. Kendisi sabahtan beri evi çekip çevirirken
onlar dolaştığı için öfkelenmişti. İşini bırakıp elini beline attı: “Yine
benden gizli kaçmışsınız.”
Kadın onlara söylendiğinde kardeşler çiti geçip bahçeye girdi. Serenay
tartışmak istemediği için annesinden hemen özür dileyip yemek pişirmek için
içeriye girdi. Beyaz ise bir süre daha söylenmeye devam etti:
“Sen nasıl bir kızsın böyle? Senin yaşındakiler evlenip yuva
kuruyor. Seni bıraksak savaş okuluna tekrar döneceksin. Şu küçük de sana çekmiş
zaten.”
“Benim hayallerim büyük anne ve bunu kabullensen iyi olacak,” dedi oğlan
somurtarak.
“Hayalmiş. Ne hayali? Savaş sanatını öğreneceksin de ne olacak? Bir
gün savaş çıkarsa sizi yollayacaklar.”
“Anne, hiç anlamıyorsun. Savaş okuluna girmek kahramanlık yolunda
atılan ilk adımdır.” Yazel bunları söylerken kendiyle gurur duyuyordu.
“Hadi oradan. Boş konuşmayı bırak da babanın unuttuğu şu alet torbasını
dükkâna götür,” dedi kadın yarı öfkeli halde. Ardından oğlunun eline torbayı
tutuşturdu. Yazel homurdanarak evden ayrıldı. Annesi her zamanki gibi onu
anlamama konusunda inat ediyordu. Ona göre ilim okulunu tercih etmeliydi. Ancak
oradan mezun olursa geleceği parlak olabilirmiş.
Yazel kerpiç evleri geçip şehre adımını attığında insan sayısı
gözle görülecek derecede arttı. Çocuk ağır adımlarla ilerlerken dalgın halde elindeki
torbayı ileri geri sallıyordu. Annesinin fikirlerini değiştirebilmeyi ne de çok
isterdi.
Beyaz, doğduğundan beri bembeyaz, kıvırcık saçlara sahipti. Lakabı
olan Beyaz’ı uzun yıllar önce adı gibi benimsemişti. Gerçek adını pek
hatırlayan da yoktu zaten. Kadın kırklı yaşlarının başında, hafif toplu ve
düzgün yüz hatlarına sahip biriydi. İnatçı yapısı ile zaman zaman
çevresindekileri çileden çıkarabiliyordu.
Yazel, babası Karan ile birlikte eve döndüğünde akşam olmak
üzereydi. Herkes bahçedeki yemek masasının etrafında toplanmıştı. Tavuk
çorbasının üstünde duman tütüyordu. Tepelerin ardında batmak üzere olan güneşin
kızıllığı dört bir yanı sarmıştı. İzlenmeye doyum olmayacak bu manzara bile
Karan’ın dikkatini çekmeye yetmiyordu. O kadar yorgun hissediyordu ki bir an
önce yemeği yiyip rahatça yatağına uzanmak istiyordu. Her gün yarım saat şehre
yürüyor ve dükkanda çalışıyordu. Kırklı yaşlarında olmasına rağmen daha genç
gösteriyordu. Yeşil gözleri yosun renginden bir parça daha açıktı. Hızlıca
yemeğini yiyip masadan kalktı. Gün, yoğun şekilde çalışan insanlar için çabuk
biterdi.
Ertesi sabah Yazel erkenden kalktı. Ahşap dolaptan bir gömlek ve
pantolon çıkarıp hızla üstünü değiştirdi. Çalışma masası her zamanki gibi henüz
okunmamış kitaplarla doluydu. İç sıkıntısı ile gözlerini devirip sarı renkli
odadan dışarı attı kendini. Ablasının odasına koştu.
“Abla hadi kalk. Söz vermiştin.”
“Tamam, hazırlanıp geliyorum” dedi uykulu ses.
Ahır pek dayanıklı sayılmazdı, yenilenmesi gerekiyordu. Ancak bir
süre daha idare edebilirdi. Serenay ahıra gelince etrafa saçılan hayvan
yemlerini topladı, geyiklerin bitmek üzere olan suyunu doldurdu. Yazel ise
heyecan içinde geyikleri izliyordu. İkisi uzun süredir ahırda yaşamasına
rağmen, birisi yeni getirilmişti ve biraz hırçındı.
“İçlerinden birini seçmen gerekecek,” dedi Serenay.
Geyiklerden biri oldukça iri, çatal boynuzları da uzun ve sivriydi.
Aynı zamanda içlerindeki en saldırgan geyikti. Onu zapt etmek biraz zordu. Bir
diğeri zayıftı fakat hız kabiliyeti çoğu geyiğin ötesindeydi. Sadece ağır
yükleri taşımakta zorlanırdı. Sonuncu geyik ise hafif toplu ama çok güçlüydü.
Yazel daha önce hiçbiri ile tek başına yolculuk yapmamıştı. Elini uzatıp bir
şeyler yemekle meşgul olan üçüncü geyiğin başını okşadı. Serenay öncelikle
birincinin bağlarını çözdü ve onu ahırdan dışarıya çıkardı. Hayvan şimdiden
huysuzlanmaya başlamıştı. Serenay, Yazel’in kaygılandığını gözlerinden okuyabiliyordu:
“Korkmana gerek yok. Biraz zorluk çıkarır ama sana alıştığında sakinleşecektir.
Hadi şimdi bin bakalım,” dedi sevecen bir ses tonuyla.
Serenay kardeşini ikna etmeye çalışırken bir yandan da geyiği yatıştırmaya
çalışıyordu. Sakinleşen geyik sessizce beklemeye başladı.
“İşte böyle, aferin sana,” dedi Serenay geyiğin burnuna bir öpücük
kondurarak.
Yazel, tereddüt içerisinde öne doğru birkaç adım attı. Serenay’ın
yardımı ile geyiğin üstüne çıkmayı başardığında korkusunu atmaya çalışıyordu.
Sanki bunu sezmişçesine hareketlenen geyik neredeyse Yazel’i düşürüyordu. Yazel
ani bir refleksle kendini öne atıp sıkıca tutundu geyiğin boynuna. Kısa bir
süreliğine geyik sakinleşene kadar pozisyonunu bozmadı. Serenay ise yüzünde
anlayışlı bir gülümseme ile kardeşine bakıyordu.
“Şu karşıdaki dev ağacı görüyorsun değil mi? Onun etrafında dolanıp
buraya geleceksin.”
“Tamam, başlıyorum öyleyse,” dedi heyecanlanan Yazel.
Şimdi geyiğin üstünde doğrulmuş ve hazır bir halde bekliyordu. Tahmininden
de erken adapte olmaya başlamıştı. Ayaklarını açtı ve geyiğin gövdesine yavaşça
vurdu. Geyik anında hızlandı ve hedefe doğru koşmaya başladı. Ağaca giden yol
biraz engebeli olduğu için Yazel birkaç kez geyiğin üstünden düşme tehlikesi
atlattı. Geyik sekerek ilerliyordu ve üstünde durmak oldukça zordu. Az sonra ağacın
etrafından dönüp aksi yönde ilerlemeye başladılar. Yazel düşmemek için o kadar
sıkmıştı ki kendini kan ter içinde kalmıştı. Bitiş noktasına yaklaştıklarında hâkimiyetini
yitirdi ve kendini bir anda yerde buldu. Serenay, yerde sırt üstü yatan Yazel’i
elinden tutup kaldırdı. Yazel üstünü başını silkeledi. Ardından ikinci geyiği
ve üçüncüyü de denedi. İkisinde de başarılı bir şekilde bitiş yerine vardı.
“Şimdi söyle bakalım hangisine bindiğinde daha rahat hissettin?”
dedi Serenay.
“Kesinlikle son bindiğimde daha rahattım. Biraz hantal gibi
görünmesine rağmen hızı ve gücü yerindeydi.”
“Pekâlâ, bundan sonra bu geyiğin bakımı sana ait. Bana şimdiden pes
ettiğini söylemeyeceksin değil mi” dedi Yazel’in asılan suratını fark edince.
Yazel hemen başını sağa sola salladı. “Tamam, hallederim. Ne kadar
zor olabilir ki?”
Kısa süre sonra eve döndüklerinde çay demlenmiş, ekmekler
pişirilmişti. Serenay çayları doldururken Karan aceleyle kahvaltı yapmaya
başladı. Biraz daha uyuyabilmek için geç kalkar ve her gün aceleyle evden
çıkardı.
“Biraz da erken kalkıp doğru düzgün yapsan şu kahvaltını,” diye
söylendi Beyaz.
“Tamam, yarın erken kalkmaya çalışırım.”
“Bunu her zaman söylüyorsun ama hiçbir gün vaktinde kalktığını
görmedim.”
Karan son lokmasını da ağzına atıp masadan kalktı. Beyaz' ın şikayetlerine
çok alıştığı için artık aldırmıyordu dediklerine. “Görüşürüz hayatım,” dedi evden
ayrılırken.
Yazel sonraki günlerde de çalışmaya devam etti. Bir gün ablası onu
evden oldukça uzakta bulunan bir dağ eteğine götürdü. Diğer yerlerin aksine
burası çoraktı. Rüzgâr hâkimiyetini ilan etmişçesine sertçe esiyordu. Yazel zor
da olsa burada saatlerce geyik üstünde alıştırmalar yaptı. Güneşin yakıcı
ışınları ve rüzgârın hırçın darbeleri yüzünden yüzü kızarmıştı. Birkaç gün
içinde en azından geyiği istediği gibi yönlendirebilmeyi ve dilediği anda
durdurabilmeyi öğrenmişti. Serenay, kardeşinin başını okşadı.
“Aferin. Bence şimdilik bu kadar çalışma yeter. Bundan sonra atıcılık
ve kılıç kullanımı konusuna ağırlık vermelisin. Tüm bunlardan sınava tabi
tutulacaksın ve yeteneklerine göre puan alacaksın. Eğer puan ortalaman belli
seviyenin üstünde olursa sınavı geçtin demektir. Zorlandığın anda da kalbine kulak
ver.”
“Elimden geleni yapacağım merak etme abla.”
“İyi bakalım, düş önüme hadi.”
Yorgun bir şekilde eve doğru yola çıktılar. Yürüdükleri patika
oldukça ıssızdı. Bir saattir iki üç kişiden başka kimseye rastlamamışlardı. Rastladıkları
kişiler de Karta Şehri’nden av için gelmiş kişilerdi. Giyim kuşamlarına
bakılırsa pek varlıklı sayılmazlardı. Ellerinde ok, mızrak, hançer gibi
silahlar vardı. Karta’dan gelen bazı insanlar dağlardaki hayvanları avlar, sonra
şehre inip satarlardı. İnsanların geçimlerini sağlamak için seçtiği türlü
yollardan sadece biriydi avcılık. Eve vardıklarında Beyaz bahçeden geyiklerden
biri ile çıkıyordu. Kızağa bir sürü kereste yüklemişti.
“Ben babanızın yanına gidiyorum. Yazel, Aztek seni yanına
çağırıyormuş.”
“Ne yapacakmış ki beni?” diye sordu Yazel. O kadar yorgundu ki
hiçbir yere gidecek hali yoktu.
“Ne bileyim oğlum, git öğren. İşim başımdan aşkın zaten. Hadi
beraber çıkalım. Serenay akşam için yemek hazırlamak da sana kaldı. Ben babanla
birlikte dönerim artık.”
“Tamam, anne.”
Anne oğul yola düştükten yaklaşık kırk beş dakika sonra Karta’daki dükkâna
vardılar. O sırada Karan birkaç müşterisi ile ilgileniyordu. Birisi yemek
masası takımı yaptırmak istiyordu. Bir diğeri de ahşap bir sandık için gelmişti.
Müşteriler hem yapılan işten memnun olduğu hem de şehirdeki tek marangoz olduğu
için Karan’ın işleri hep yoğun olurdu. Son yıllarda para biriktiren Karan ahırı
büyütmeyi ve birkaç at ile küçükbaş hayvan almayı da planlıyordu.
Müşteriler taburede oturmuş kendi aralarında muhabbet ederken Karan
dışarıda bekleyen eşi ile yükleri indirmeye başladı. Yazel ise Aztek’e uğramak
için çoktan oradan ayrılmıştı. Adamın evine vardığında kapıyı çaldı. Elli yaşlarındaki
adam kapıyı açtı. Kocaman çerçeveli gözlükleri gözlerini olduğundan iri
gösteriyordu. Saçının neredeyse yarısı dökülmüştü. Buna karşılık dinç bir
görünümü vardı. Yazel’i görünce geniş bir gülümseme yerleşti yüzüne.
“Sen miydin? Geç içeri, sana anlatacaklarım var.”
Yazel adamın arkasında içeriye girdi. Üst kattaki misafir odasına
çıktılar. Aztek burada eşi Hezel, iki oğlu ve bir de kızıyla yaşardı. Beş kişi
için ev oldukça büyüktü.
“Aztek Amca benimle ne konuşmak istiyorsun?” diye sordu Yazel sabırsızlanarak.
“Duydum ki savaş okuluna girmek için hazırlık yapıyormuşsun. Sana
yardımcı olmak istedim.”
“Gerçekten mi? Eğer yardımcı olursan sana minnettar kalırım.”
“Benim büyük oğlan Elbruz da oradan mezun oldu. Elbette okurken pek
çok zorlukla karşılaştı. Eee, savaş sanatını öğrenmek ve pratiğe dökmek o kadar
kolay olmuyor.”
Yazel adamın ona ne gibi bir yardımda bulunacağını merak ederken
Aztek yerinden kalktı ve odadan çıktı. Çocuk hiç kımıldamadan sert koltukta oturdu.
Birkaç dakika sonra Aztek elinde bir bezle geldi. Sonra da bezi açıp içindeki
hançeri çıkardı. Hançer normal büyüklükteydi ve kabzasına ilginç bir motif
işlenmişti. Yazel kalkıp yakından baktığında bunun bir geyik motifi olduğunu
gördü. Geyik, Butah’ın sembollerinden biriydi. Ancak Yazel bu hançerin
kendisine yararının ne olacağını anlayamadı. Ondaki şaşkın bakışları fark eden
Aztek açıklamaya başladı.
“Bu hançer diğerlerine benzemez, özel şekilde üretilmiştir. Hedefi
tutturma oranı diğerlerinin çok üstündedir. Kabzasının detayları da kullanımı
oldukça kolaylaştırıyor.” Aztek daha sonra kalın parmağını hançerin keskin
yüzeyinde gezdirdi. “Ve çok keskindir, dikkatli kullanmalısın,” dedi
gülümseyerek.
Aztek hançeri gözlerini ondan alamayan çocuğa uzattı. Yazel bir
süre hançeri elinde evirip çevirdikten sonra adamın yanına oturdu. “Bu,
gerçekten olağanüstü bir şey. Hem çok hafif hem de kullanışlı. Bana verdiğin
için teşekkür ederim Aztek Amca.” Yazel’in heyecanı gözlerine ve sesine
yansımıştı.
“Evde boş boş duracağına birinin işine yarasın bari,” dedi Aztek
gülerek.
Yazel oradan ayrılıp dükkâna doğru yürüdü. Şehir bugün oldukça
kalabalıktı. İnsanlar alışveriş yapıyor ve tarihi yerleri geziyordu. Kerpiç ve
ahşap evlerin art arda sıralanmasıyla oluşmuş sokaklar artık şehre dar gelmeye
başlamıştı. Meydana giden yollar ise daha genişti. Halk günlerinde herkes
meydanda toplanır ve değişik merasimlere katılırdı.
Aztek’in verdiği hançeri görünce Karan sevinmiş, Beyaz ise
somurtmuştu. “Bunun için mi çağırmış
yani seni?” dedi kadın. Yazel heyecanla konuştu: “Bu inanılmaz bir şey. Bir an
önce eve gidip atış çalışmalarına başlamalıyım.”
Karan ise hançeri oğlundan alıp merakla inceledi bir süre.
Parmağını hançerin kabartmalı kabzasında dolaştırdı. Karan bu tarz silahlara
çok meraklıydı. “Vay, sen Aztek’e bak. Kaç yıldır arkadaşız bana elinde böyle
bir şey olduğundan bahsetmemişti,” dedi Karan hayranlık içinde ve hançeri
tekrar oğluna uzattı. Dükkânı kapatıp eve vardıklarında hava kararmak üzereydi.
Ertesi sabah Serenay ve Yazel ellerinde sepetlerle evden ayrıldı. Sadece
yılın belli aylarında yetişen ve pek çok derde deva bitkileri toplamanın vakti
gelmişti. Yazel hançerini, Serenay da yay ve sadağını aldı yanına. Bitki
toplama işinden sonra ağaçlıklı bir alanda atış yapacaklardı. Sepetlerin
birinde de azık vardı. Eve ancak akşamüstü dönebilirlerdi.
Serenay şalvar tarzında kahverengi bir altlık ve üstüne de krem bir
gömlek giymişti. Topuz yaptığı saçlarının üstüne bir örtü bağlamıştı.
Kardeşinin boyu ancak omzuna geliyordu. Yazel yaşıtlarına göre biraz kısaydı.
Renk renk çiçeklerin kokusu dalga dalga yayılmaya başlamıştı. İki
kardeş çiçek tarlalarını aşıp daha yukarı kesimlere çıktı. Serenay sevdiği mor
ve kırmızı renklerdeki çiçeklerden bir kısmını toplayıp kokladı ve sepete attı.
Birkaç dakika sonra yere çömelmiş gerekli olan bitkileri toplamaya
başlamışlardı. Bazı bitkilerin sadece yapraklarını topluyorlardı. Bazılarının
ise sapları gerekiyordu. Saplar genelde kaynatılır ve içilirdi. Hazımsızlığa ve
zehirlenmelere iyi geldiği bilinen bir şeydi. Yapraklar ise ezilir ve merhem
kıvamına getirilirdi. Bu, çok da derin olmayan yaraların iyileşmesini sağlardı.
“Abla bunlar birbirine benziyor. Hangisini toplayacaktım ben?” dedi
Yazel bezgin bir halde.
“İşte, şu alt kısmı kahverengiye dönmüş bitkileri toplayacaksın,”
dedi Serenay elindeki küçük bir bıçakla bitkiyi sapından keserek.
Tüm sepetler dolunca, bir şeyler yediler. Yemeğin ardından Serenay nişan
alabileceği bir ağaç aradı. Ağaçlardan biri kıpkırmızı elma doluydu. Serenay
arka arkaya nişan alıp okları fırlattı. Havada ıslık çalarak ilerleyen her ok
bir elmaya saplandı. Serenay’ın hiç ıskalamaması Yazel’i şaşırtmıştı:
“Sen gerçekten yeteneklisin.”
“Sen de elindeki hançer ile elmaları düşürmeyi dene,” dedi Serenay.
Yazel nefesini tutarak nişan aldı ve hançeri fırlattı. Keskin
hançer elmayı tam ortadan ikiye böldüğünde ise Yazel’in ağzı açık kaldı. Önce
bunun bir tesadüf olabileceğini düşündü. Daha sonra birkaç kez daha hançeri
fırlattı ve her defasında elmalar ikiye bölünüp yere düştü. Hançer hakkında
söylenenler sadece bir abartı değildi anlaşılan. Bunu fark eden Yazel’in
yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Serenay ise bundan hoşlanmadığı için
Yazel’e kendi hançerini uzattı.
“Bir de bununla dene. Günün birinde onu kaybedebilirsin. Bu yüzden
başka bir hançer ile atışlarını geliştirmelisin,” dedi Serenay yumuşak bir ses
tonuyla.
Yazel ablasının uzattığı kısa saplı hançeri aldı. Kabzasını sıkıca
kavrayıp yukarıdaki elmalara doğru fırlattı. Hançer hedef aldığı elmanın yirmi
santim kadar yukarısından geçti. Bir sonraki atışında ise yirmi beş santim
sağından geçti. Yazel’in suratının asıldığını gören Serenay onu teselli etmeye
çalıştı.
“Elinden geleni yaparsan daha iyi nişan almaya başlayacaksın. Sana
güveniyorum. İlk başladığımda ben daha kötüydüm, inan bana.”
“Peki, anlıyorum. Hadi devam edelim o zaman,” dedi morali az da
olsa yerine gelen Yazel.
Konu tamamen değişti ama öldürülen Canova ile belli ki bir bağ var:-)) Ama nasıl bağlanacak, hikaye nasıl devam edecek çok merak ediyorum. Kaleminize sağlık, çok güzel.
YanıtlaSilEvet, konu değişti. Artık daha çok Butahlı karakterler üzerinden ilerleyecek konu. O yüzden böyle sakin bir bölüm yazmak, halkı tanıtmak istedim. :) Yorum için çok teşekkür ederim.
SilHayal gücüne hayran kaldım, gayet güzel ilerliyor. Karakterler oldukça fazla, bakalım Yazel iyi bir savaşçı olabilecek mi?:)
YanıtlaSilBeğenmene sevindim, teşekkür ederim. Şu ana kadar yazdıklarımdan çok daha fazla karakter eklenecek. :)
SilDuygu, karakterler, olaylar, kurgu hepsi çok başarılı, kalemine sağlık:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim Gülten. Vakit ayırıp okumana sevindim. :)
SilYaa yeni bölüm gelmiş ve tabii ki ben buradayım :D Gerçekten çok başarılı yazıyorsun Duygucum :) emeğine sağlık umarım bu hikaye güzel yerlere ulaşır.
YanıtlaSilGüzel yorumun çok teşekkür ederim Gamzeli Kız. Gerisini de beğenirsin umarım. :)
Silhımmm bu bölüm pek tatlı, serenay, yazel, anne babası, aztek amca, geyikler, çiçekler, şifalı otlar. diğer kahramanları tanıyoruz demekki. bu hançer büyülü galiba :)
YanıtlaSilEvet, yavaş yavaş diğerlerini de ekliyorum. Bayağı geniş bir dünya anlatmak istediğim için de çok karakter olacak. Hançer değişik bir şey, evet. :) Yorumun için teşekkürler deep.
SilHikaye güzel gidiyor. Hemen gidip sonraki bölümü okuyayım. 😍
YanıtlaSilTeşekkür ederim, beğenmene sevindim. 😀
Silokurken bir anime bölümünü izliyor gibi okuyorum her bölümde :) biraz joseon dönemi kore dizilerine biraz da naruto tarzı animelere benziyor atmosfer olarak ve çok hoş ilerliyor :)
YanıtlaSilBen Naruto' yu izledikten sonra bunu yazmaya karar vermiştim zaten. Ufak esinlenmeler vardır. :) Tabi animeye göre zor yanı dövüş sahnelerini anlatabilmek. :)
Siltabi ki de zor animelerde her şeyi görüntülerle anlatabiliyorlar ama yazmak başka bir şey :) bir şey yazdığında öyle bir anlatmalısın ki hiç var olmamış bir nesneyi bile insanlar kendi gözleriyle görmüş, kendi elleriyle dokunmuş ve kokusunu tadını alabilmiş olmalı. yani bunu bir hocamız arkeolojik eserleri nasıl tanımlayacağımızı anlatırken söylemişti ama yazarken de çok gerekli bir tespit bu :) o yüzden hikayeni çok sevdim biraz daha üzerinden geçip detayları artırarak bir kitap yapabilirsin bunu :)
SilEvet gerçekten öyle. :)
SilBayağı düzenlemeye çalışıyorum ama detaylar eksik sanırım. Hedefim kitaplaştırmaktı ama şimdilik gittiği yere kadar yazayım. :)
Yorumun için teşekkür ederim İlkay. Betimlemeleri beğenmene sevindim. :)
YanıtlaSilÇok güzel gidiyor birinci bölümle alakalı değildi pek. Karakterleri tanıtımda harika ilk fırsatta bir sonraki bölüm için tekrar gelicem :))
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim. :) İkinci bölümden itibaren konunun akışı değişiyor. Sonraki bölümleri seversin umarım. :)
SilKarakterlerin hepsi gerçekten üstüne çok düşünülmüş ve tasarlanmış ve bunu okurken hissetmek çok güzel. Hiçbiri sahneyi doldursun diye konulmamış. Süpersin. :)
YanıtlaSilYorumun mutlu etti. Öyle düşünmene sevindim. Karakterleri kendim o anı yaşıyor gibi olabildiğince gerçekçi anlatmaya çalışıyorum. :)
Sil