28 Mart 2021 Pazar

Savaş Çığırtkanı - 2.Bölüm (Roman)

 



BÖLÜM 2

 

İkinci Aşama Sınavı-Butah

 

Güneş, ışıltısını yeryüzüne yayarken beyaz bulutlar gökte yer yer kümelenmişti. Bir kartal engin sonsuzlukta süzülürken kanatları arasından yansıyan güneş ışınları Serenay’ ın yüzüne zarif gölgeler düşürüyordu. Uzandığı yeşil çimenler Serenay’ ın burnunda hoş bir koku bırakırken gözleri kartalın ihtişamla açılıp kapanan kanatlarında geziniyordu. Bir gürültü koptuğunda daldığı manzaradan hızla sıyrıldı.  Erkek kardeşi Yazel, ağaçtan atlamıştı. Kendini tutamayarak bağırdı:

“Ne yapıyorsun? Ödümü patlattın! Düştüğünü sandım.”

“Sana ikinci aşama sınavı hakkında soru sordum, sense beni duymuyorsun,” dedi Yazel.

“Dikkat çekmek için yapmayacağın şey yok.”

Açıkçası Yazel ablasının tepkisini pek umursamadı. Şu anki tek derdi önünde bir duvar misali dikilen aşılması zor sınavdı.  Daldan kopardığı bir yaprağın sapını çiğnemeye başladı.

“Hangi okula gideceğini kendi yeteneklerin gösterecek,” dedi Serenay bıkkınlık içerisinde.

“Sen de biliyorsun ki ben sadece savaş okuluna yazılmak istiyorum. Hazırlanmam ve geçmem için bana yardım etmelisin.”

“Sana yardım etsem bile bu geçebileceğin anlamına gelmez.”

“Yine de yardım etmeni istiyorum,” dedi Yazel ısrarla.

“Peki, o halde çalışmalara yarın erkenden başlarız. Artık eve dönmemiz gerek. Burada fazlasıyla oyalandığımızdan annem yine çılgına dönmüş olmalı.”

Kuşların uğrak yeri olan yemyeşil tepeden aşağıya doğru yürümeye başladılar. Dağın zirvesinden başlayan bir dere kıvrıla kıvrıla aşağı iniyordu. Engebeli alan pek çok patika ile bölünmüştü.

Upuzun, kumral saçları Serenay hızlıca yürürken arkasında dalgalanıyordu. Neredeyse yere değecek kadar uzun kloş eteği yürüdüğü sırada çalılara takılıp duruyordu. Serenay bir ay önce yirmi yaşına girmişti. Tek kardeşi olan Yazel ise ondan sekiz yaş küçüktü. Yazel’in ela gözleri tıpatıp ablasınınki gibiydi. Fiziksel olarak birbirlerine çok fazla benziyorlardı.

Serenay on iki yaşındayken annesinin karşı çıkmasına rağmen savaş okuluna kayıt olmuştu. Zorlu eğitimlerden geçmiş ve birkaç kez ölümden dönmüştü. Altı yıllık eğitim süreci ona çok şey katmıştı. İki yıl önce mezun olmuş olmasına rağmen sürekli eğitimlerine devam ederdi.

Şehir sınırlarının dışında, bir dağ eteğinde, temiz havayla iç içe yaşıyorlardı. Serenay gözünü alan güneş ışınları nedeniyle bir elini yüzüne siper ederek aşağıya, yaşadıkları kulübeye baktı. Kulübenin arka tarafında geyiklerin bakımı ile ilgilendikleri bir ahır vardı. Şehir dışında yaşadıkları için, geyik sahibi olmak onlar için bir zorunluluk haline gelmişti. Kestikleri kurumuş ağaçları geyiklerin çektiği kızaklarla eve taşırlardı.

Anne Beyaz, bahçede çamaşırları asmakla meşguldü. İpe astığı çamaşırların mis gibi kokusunu içine çekti. O sırada tepeden inen çocuklarını fark edince öfkeyle kaşlarını çattı. Kendisi sabahtan beri evi çekip çevirirken onlar dolaştığı için öfkelenmişti. İşini bırakıp elini beline attı: “Yine benden gizli kaçmışsınız.”

Kadın onlara söylendiğinde kardeşler çiti geçip bahçeye girdi. Serenay tartışmak istemediği için annesinden hemen özür dileyip yemek pişirmek için içeriye girdi. Beyaz ise bir süre daha söylenmeye devam etti:

“Sen nasıl bir kızsın böyle? Senin yaşındakiler evlenip yuva kuruyor. Seni bıraksak savaş okuluna tekrar döneceksin. Şu küçük de sana çekmiş zaten.”

“Benim hayallerim büyük anne ve bunu kabullensen iyi olacak,” dedi oğlan somurtarak.

“Hayalmiş. Ne hayali? Savaş sanatını öğreneceksin de ne olacak? Bir gün savaş çıkarsa sizi yollayacaklar.”

“Anne, hiç anlamıyorsun. Savaş okuluna girmek kahramanlık yolunda atılan ilk adımdır.” Yazel bunları söylerken kendiyle gurur duyuyordu.

“Hadi oradan. Boş konuşmayı bırak da babanın unuttuğu şu alet torbasını dükkâna götür,” dedi kadın yarı öfkeli halde. Ardından oğlunun eline torbayı tutuşturdu. Yazel homurdanarak evden ayrıldı. Annesi her zamanki gibi onu anlamama konusunda inat ediyordu. Ona göre ilim okulunu tercih etmeliydi. Ancak oradan mezun olursa geleceği parlak olabilirmiş.

Yazel kerpiç evleri geçip şehre adımını attığında insan sayısı gözle görülecek derecede arttı. Çocuk ağır adımlarla ilerlerken dalgın halde elindeki torbayı ileri geri sallıyordu. Annesinin fikirlerini değiştirebilmeyi ne de çok isterdi.

Beyaz, doğduğundan beri bembeyaz, kıvırcık saçlara sahipti. Lakabı olan Beyaz’ı uzun yıllar önce adı gibi benimsemişti. Gerçek adını pek hatırlayan da yoktu zaten. Kadın kırklı yaşlarının başında, hafif toplu ve düzgün yüz hatlarına sahip biriydi. İnatçı yapısı ile zaman zaman çevresindekileri çileden çıkarabiliyordu.

Yazel, babası Karan ile birlikte eve döndüğünde akşam olmak üzereydi. Herkes bahçedeki yemek masasının etrafında toplanmıştı. Tavuk çorbasının üstünde duman tütüyordu. Tepelerin ardında batmak üzere olan güneşin kızıllığı dört bir yanı sarmıştı. İzlenmeye doyum olmayacak bu manzara bile Karan’ın dikkatini çekmeye yetmiyordu. O kadar yorgun hissediyordu ki bir an önce yemeği yiyip rahatça yatağına uzanmak istiyordu. Her gün yarım saat şehre yürüyor ve dükkanda çalışıyordu. Kırklı yaşlarında olmasına rağmen daha genç gösteriyordu. Yeşil gözleri yosun renginden bir parça daha açıktı. Hızlıca yemeğini yiyip masadan kalktı. Gün, yoğun şekilde çalışan insanlar için çabuk biterdi.

Ertesi sabah Yazel erkenden kalktı. Ahşap dolaptan bir gömlek ve pantolon çıkarıp hızla üstünü değiştirdi. Çalışma masası her zamanki gibi henüz okunmamış kitaplarla doluydu. İç sıkıntısı ile gözlerini devirip sarı renkli odadan dışarı attı kendini. Ablasının odasına koştu.

“Abla hadi kalk. Söz vermiştin.”

“Tamam, hazırlanıp geliyorum” dedi uykulu ses.

Ahır pek dayanıklı sayılmazdı, yenilenmesi gerekiyordu. Ancak bir süre daha idare edebilirdi. Serenay ahıra gelince etrafa saçılan hayvan yemlerini topladı, geyiklerin bitmek üzere olan suyunu doldurdu. Yazel ise heyecan içinde geyikleri izliyordu. İkisi uzun süredir ahırda yaşamasına rağmen, birisi yeni getirilmişti ve biraz hırçındı.

“İçlerinden birini seçmen gerekecek,” dedi Serenay.

Geyiklerden biri oldukça iri, çatal boynuzları da uzun ve sivriydi. Aynı zamanda içlerindeki en saldırgan geyikti. Onu zapt etmek biraz zordu. Bir diğeri zayıftı fakat hız kabiliyeti çoğu geyiğin ötesindeydi. Sadece ağır yükleri taşımakta zorlanırdı. Sonuncu geyik ise hafif toplu ama çok güçlüydü. Yazel daha önce hiçbiri ile tek başına yolculuk yapmamıştı. Elini uzatıp bir şeyler yemekle meşgul olan üçüncü geyiğin başını okşadı. Serenay öncelikle birincinin bağlarını çözdü ve onu ahırdan dışarıya çıkardı. Hayvan şimdiden huysuzlanmaya başlamıştı. Serenay, Yazel’in kaygılandığını gözlerinden okuyabiliyordu: “Korkmana gerek yok. Biraz zorluk çıkarır ama sana alıştığında sakinleşecektir. Hadi şimdi bin bakalım,” dedi sevecen bir ses tonuyla.

Serenay kardeşini ikna etmeye çalışırken bir yandan da geyiği yatıştırmaya çalışıyordu. Sakinleşen geyik sessizce beklemeye başladı.

“İşte böyle, aferin sana,” dedi Serenay geyiğin burnuna bir öpücük kondurarak.

Yazel, tereddüt içerisinde öne doğru birkaç adım attı. Serenay’ın yardımı ile geyiğin üstüne çıkmayı başardığında korkusunu atmaya çalışıyordu. Sanki bunu sezmişçesine hareketlenen geyik neredeyse Yazel’i düşürüyordu. Yazel ani bir refleksle kendini öne atıp sıkıca tutundu geyiğin boynuna. Kısa bir süreliğine geyik sakinleşene kadar pozisyonunu bozmadı. Serenay ise yüzünde anlayışlı bir gülümseme ile kardeşine bakıyordu.

“Şu karşıdaki dev ağacı görüyorsun değil mi? Onun etrafında dolanıp buraya geleceksin.”

“Tamam, başlıyorum öyleyse,” dedi heyecanlanan Yazel.

Şimdi geyiğin üstünde doğrulmuş ve hazır bir halde bekliyordu. Tahmininden de erken adapte olmaya başlamıştı. Ayaklarını açtı ve geyiğin gövdesine yavaşça vurdu. Geyik anında hızlandı ve hedefe doğru koşmaya başladı. Ağaca giden yol biraz engebeli olduğu için Yazel birkaç kez geyiğin üstünden düşme tehlikesi atlattı. Geyik sekerek ilerliyordu ve üstünde durmak oldukça zordu. Az sonra ağacın etrafından dönüp aksi yönde ilerlemeye başladılar. Yazel düşmemek için o kadar sıkmıştı ki kendini kan ter içinde kalmıştı. Bitiş noktasına yaklaştıklarında hâkimiyetini yitirdi ve kendini bir anda yerde buldu. Serenay, yerde sırt üstü yatan Yazel’i elinden tutup kaldırdı. Yazel üstünü başını silkeledi. Ardından ikinci geyiği ve üçüncüyü de denedi. İkisinde de başarılı bir şekilde bitiş yerine vardı.

“Şimdi söyle bakalım hangisine bindiğinde daha rahat hissettin?” dedi Serenay.

“Kesinlikle son bindiğimde daha rahattım. Biraz hantal gibi görünmesine rağmen hızı ve gücü yerindeydi.”

“Pekâlâ, bundan sonra bu geyiğin bakımı sana ait. Bana şimdiden pes ettiğini söylemeyeceksin değil mi” dedi Yazel’in asılan suratını fark edince.

Yazel hemen başını sağa sola salladı. “Tamam, hallederim. Ne kadar zor olabilir ki?”

Kısa süre sonra eve döndüklerinde çay demlenmiş, ekmekler pişirilmişti. Serenay çayları doldururken Karan aceleyle kahvaltı yapmaya başladı. Biraz daha uyuyabilmek için geç kalkar ve her gün aceleyle evden çıkardı.

“Biraz da erken kalkıp doğru düzgün yapsan şu kahvaltını,” diye söylendi Beyaz.

“Tamam, yarın erken kalkmaya çalışırım.”

“Bunu her zaman söylüyorsun ama hiçbir gün vaktinde kalktığını görmedim.”

Karan son lokmasını da ağzına atıp masadan kalktı. Beyaz' ın şikayetlerine çok alıştığı için artık aldırmıyordu dediklerine. “Görüşürüz hayatım,” dedi evden ayrılırken.

Yazel sonraki günlerde de çalışmaya devam etti. Bir gün ablası onu evden oldukça uzakta bulunan bir dağ eteğine götürdü. Diğer yerlerin aksine burası çoraktı. Rüzgâr hâkimiyetini ilan etmişçesine sertçe esiyordu. Yazel zor da olsa burada saatlerce geyik üstünde alıştırmalar yaptı. Güneşin yakıcı ışınları ve rüzgârın hırçın darbeleri yüzünden yüzü kızarmıştı. Birkaç gün içinde en azından geyiği istediği gibi yönlendirebilmeyi ve dilediği anda durdurabilmeyi öğrenmişti. Serenay, kardeşinin başını okşadı.

“Aferin. Bence şimdilik bu kadar çalışma yeter. Bundan sonra atıcılık ve kılıç kullanımı konusuna ağırlık vermelisin. Tüm bunlardan sınava tabi tutulacaksın ve yeteneklerine göre puan alacaksın. Eğer puan ortalaman belli seviyenin üstünde olursa sınavı geçtin demektir. Zorlandığın anda da kalbine kulak ver.”

“Elimden geleni yapacağım merak etme abla.”

“İyi bakalım, düş önüme hadi.”

Yorgun bir şekilde eve doğru yola çıktılar. Yürüdükleri patika oldukça ıssızdı. Bir saattir iki üç kişiden başka kimseye rastlamamışlardı. Rastladıkları kişiler de Karta Şehri’nden av için gelmiş kişilerdi. Giyim kuşamlarına bakılırsa pek varlıklı sayılmazlardı. Ellerinde ok, mızrak, hançer gibi silahlar vardı. Karta’dan gelen bazı insanlar dağlardaki hayvanları avlar, sonra şehre inip satarlardı. İnsanların geçimlerini sağlamak için seçtiği türlü yollardan sadece biriydi avcılık. Eve vardıklarında Beyaz bahçeden geyiklerden biri ile çıkıyordu. Kızağa bir sürü kereste yüklemişti.

“Ben babanızın yanına gidiyorum. Yazel, Aztek seni yanına çağırıyormuş.”

“Ne yapacakmış ki beni?” diye sordu Yazel. O kadar yorgundu ki hiçbir yere gidecek hali yoktu.

“Ne bileyim oğlum, git öğren. İşim başımdan aşkın zaten. Hadi beraber çıkalım. Serenay akşam için yemek hazırlamak da sana kaldı. Ben babanla birlikte dönerim artık.”

“Tamam, anne.”

Anne oğul yola düştükten yaklaşık kırk beş dakika sonra Karta’daki dükkâna vardılar. O sırada Karan birkaç müşterisi ile ilgileniyordu. Birisi yemek masası takımı yaptırmak istiyordu. Bir diğeri de ahşap bir sandık için gelmişti. Müşteriler hem yapılan işten memnun olduğu hem de şehirdeki tek marangoz olduğu için Karan’ın işleri hep yoğun olurdu. Son yıllarda para biriktiren Karan ahırı büyütmeyi ve birkaç at ile küçükbaş hayvan almayı da planlıyordu.

Müşteriler taburede oturmuş kendi aralarında muhabbet ederken Karan dışarıda bekleyen eşi ile yükleri indirmeye başladı. Yazel ise Aztek’e uğramak için çoktan oradan ayrılmıştı. Adamın evine vardığında kapıyı çaldı. Elli yaşlarındaki adam kapıyı açtı. Kocaman çerçeveli gözlükleri gözlerini olduğundan iri gösteriyordu. Saçının neredeyse yarısı dökülmüştü. Buna karşılık dinç bir görünümü vardı. Yazel’i görünce geniş bir gülümseme yerleşti yüzüne.

“Sen miydin? Geç içeri, sana anlatacaklarım var.”

Yazel adamın arkasında içeriye girdi. Üst kattaki misafir odasına çıktılar. Aztek burada eşi Hezel, iki oğlu ve bir de kızıyla yaşardı. Beş kişi için ev oldukça büyüktü.

“Aztek Amca benimle ne konuşmak istiyorsun?” diye sordu Yazel sabırsızlanarak.

“Duydum ki savaş okuluna girmek için hazırlık yapıyormuşsun. Sana yardımcı olmak istedim.”

“Gerçekten mi? Eğer yardımcı olursan sana minnettar kalırım.”

“Benim büyük oğlan Elbruz da oradan mezun oldu. Elbette okurken pek çok zorlukla karşılaştı. Eee, savaş sanatını öğrenmek ve pratiğe dökmek o kadar kolay olmuyor.”

Yazel adamın ona ne gibi bir yardımda bulunacağını merak ederken Aztek yerinden kalktı ve odadan çıktı. Çocuk hiç kımıldamadan sert koltukta oturdu. Birkaç dakika sonra Aztek elinde bir bezle geldi. Sonra da bezi açıp içindeki hançeri çıkardı. Hançer normal büyüklükteydi ve kabzasına ilginç bir motif işlenmişti. Yazel kalkıp yakından baktığında bunun bir geyik motifi olduğunu gördü. Geyik, Butah’ın sembollerinden biriydi. Ancak Yazel bu hançerin kendisine yararının ne olacağını anlayamadı. Ondaki şaşkın bakışları fark eden Aztek açıklamaya başladı.

“Bu hançer diğerlerine benzemez, özel şekilde üretilmiştir. Hedefi tutturma oranı diğerlerinin çok üstündedir. Kabzasının detayları da kullanımı oldukça kolaylaştırıyor.” Aztek daha sonra kalın parmağını hançerin keskin yüzeyinde gezdirdi. “Ve çok keskindir, dikkatli kullanmalısın,” dedi gülümseyerek.

Aztek hançeri gözlerini ondan alamayan çocuğa uzattı. Yazel bir süre hançeri elinde evirip çevirdikten sonra adamın yanına oturdu. “Bu, gerçekten olağanüstü bir şey. Hem çok hafif hem de kullanışlı. Bana verdiğin için teşekkür ederim Aztek Amca.” Yazel’in heyecanı gözlerine ve sesine yansımıştı.

“Evde boş boş duracağına birinin işine yarasın bari,” dedi Aztek gülerek.

Yazel oradan ayrılıp dükkâna doğru yürüdü. Şehir bugün oldukça kalabalıktı. İnsanlar alışveriş yapıyor ve tarihi yerleri geziyordu. Kerpiç ve ahşap evlerin art arda sıralanmasıyla oluşmuş sokaklar artık şehre dar gelmeye başlamıştı. Meydana giden yollar ise daha genişti. Halk günlerinde herkes meydanda toplanır ve değişik merasimlere katılırdı.

Aztek’in verdiği hançeri görünce Karan sevinmiş, Beyaz ise somurtmuştu.  “Bunun için mi çağırmış yani seni?” dedi kadın. Yazel heyecanla konuştu: “Bu inanılmaz bir şey. Bir an önce eve gidip atış çalışmalarına başlamalıyım.”

Karan ise hançeri oğlundan alıp merakla inceledi bir süre. Parmağını hançerin kabartmalı kabzasında dolaştırdı. Karan bu tarz silahlara çok meraklıydı. “Vay, sen Aztek’e bak. Kaç yıldır arkadaşız bana elinde böyle bir şey olduğundan bahsetmemişti,” dedi Karan hayranlık içinde ve hançeri tekrar oğluna uzattı. Dükkânı kapatıp eve vardıklarında hava kararmak üzereydi.

Ertesi sabah Serenay ve Yazel ellerinde sepetlerle evden ayrıldı. Sadece yılın belli aylarında yetişen ve pek çok derde deva bitkileri toplamanın vakti gelmişti. Yazel hançerini, Serenay da yay ve sadağını aldı yanına. Bitki toplama işinden sonra ağaçlıklı bir alanda atış yapacaklardı. Sepetlerin birinde de azık vardı. Eve ancak akşamüstü dönebilirlerdi.

Serenay şalvar tarzında kahverengi bir altlık ve üstüne de krem bir gömlek giymişti. Topuz yaptığı saçlarının üstüne bir örtü bağlamıştı. Kardeşinin boyu ancak omzuna geliyordu. Yazel yaşıtlarına göre biraz kısaydı.

Renk renk çiçeklerin kokusu dalga dalga yayılmaya başlamıştı. İki kardeş çiçek tarlalarını aşıp daha yukarı kesimlere çıktı. Serenay sevdiği mor ve kırmızı renklerdeki çiçeklerden bir kısmını toplayıp kokladı ve sepete attı. Birkaç dakika sonra yere çömelmiş gerekli olan bitkileri toplamaya başlamışlardı. Bazı bitkilerin sadece yapraklarını topluyorlardı. Bazılarının ise sapları gerekiyordu. Saplar genelde kaynatılır ve içilirdi. Hazımsızlığa ve zehirlenmelere iyi geldiği bilinen bir şeydi. Yapraklar ise ezilir ve merhem kıvamına getirilirdi. Bu, çok da derin olmayan yaraların iyileşmesini sağlardı.

“Abla bunlar birbirine benziyor. Hangisini toplayacaktım ben?” dedi Yazel bezgin bir halde.

“İşte, şu alt kısmı kahverengiye dönmüş bitkileri toplayacaksın,” dedi Serenay elindeki küçük bir bıçakla bitkiyi sapından keserek.

Tüm sepetler dolunca, bir şeyler yediler. Yemeğin ardından Serenay nişan alabileceği bir ağaç aradı. Ağaçlardan biri kıpkırmızı elma doluydu. Serenay arka arkaya nişan alıp okları fırlattı. Havada ıslık çalarak ilerleyen her ok bir elmaya saplandı. Serenay’ın hiç ıskalamaması Yazel’i şaşırtmıştı:

“Sen gerçekten yeteneklisin.”

“Sen de elindeki hançer ile elmaları düşürmeyi dene,” dedi Serenay.

Yazel nefesini tutarak nişan aldı ve hançeri fırlattı. Keskin hançer elmayı tam ortadan ikiye böldüğünde ise Yazel’in ağzı açık kaldı. Önce bunun bir tesadüf olabileceğini düşündü. Daha sonra birkaç kez daha hançeri fırlattı ve her defasında elmalar ikiye bölünüp yere düştü. Hançer hakkında söylenenler sadece bir abartı değildi anlaşılan. Bunu fark eden Yazel’in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Serenay ise bundan hoşlanmadığı için Yazel’e kendi hançerini uzattı.

“Bir de bununla dene. Günün birinde onu kaybedebilirsin. Bu yüzden başka bir hançer ile atışlarını geliştirmelisin,” dedi Serenay yumuşak bir ses tonuyla.

Yazel ablasının uzattığı kısa saplı hançeri aldı. Kabzasını sıkıca kavrayıp yukarıdaki elmalara doğru fırlattı. Hançer hedef aldığı elmanın yirmi santim kadar yukarısından geçti. Bir sonraki atışında ise yirmi beş santim sağından geçti. Yazel’in suratının asıldığını gören Serenay onu teselli etmeye çalıştı.

“Elinden geleni yaparsan daha iyi nişan almaya başlayacaksın. Sana güveniyorum. İlk başladığımda ben daha kötüydüm, inan bana.”

“Peki, anlıyorum. Hadi devam edelim o zaman,” dedi morali az da olsa yerine gelen Yazel.

 

21 yorum:

  1. Konu tamamen değişti ama öldürülen Canova ile belli ki bir bağ var:-)) Ama nasıl bağlanacak, hikaye nasıl devam edecek çok merak ediyorum. Kaleminize sağlık, çok güzel.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, konu değişti. Artık daha çok Butahlı karakterler üzerinden ilerleyecek konu. O yüzden böyle sakin bir bölüm yazmak, halkı tanıtmak istedim. :) Yorum için çok teşekkür ederim.

      Sil
  2. Hayal gücüne hayran kaldım, gayet güzel ilerliyor. Karakterler oldukça fazla, bakalım Yazel iyi bir savaşçı olabilecek mi?:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim, teşekkür ederim. Şu ana kadar yazdıklarımdan çok daha fazla karakter eklenecek. :)

      Sil
  3. Duygu, karakterler, olaylar, kurgu hepsi çok başarılı, kalemine sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Gülten. Vakit ayırıp okumana sevindim. :)

      Sil
  4. Yaa yeni bölüm gelmiş ve tabii ki ben buradayım :D Gerçekten çok başarılı yazıyorsun Duygucum :) emeğine sağlık umarım bu hikaye güzel yerlere ulaşır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun çok teşekkür ederim Gamzeli Kız. Gerisini de beğenirsin umarım. :)

      Sil
  5. hımmm bu bölüm pek tatlı, serenay, yazel, anne babası, aztek amca, geyikler, çiçekler, şifalı otlar. diğer kahramanları tanıyoruz demekki. bu hançer büyülü galiba :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, yavaş yavaş diğerlerini de ekliyorum. Bayağı geniş bir dünya anlatmak istediğim için de çok karakter olacak. Hançer değişik bir şey, evet. :) Yorumun için teşekkürler deep.

      Sil
  6. Hikaye güzel gidiyor. Hemen gidip sonraki bölümü okuyayım. 😍

    YanıtlaSil
  7. okurken bir anime bölümünü izliyor gibi okuyorum her bölümde :) biraz joseon dönemi kore dizilerine biraz da naruto tarzı animelere benziyor atmosfer olarak ve çok hoş ilerliyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben Naruto' yu izledikten sonra bunu yazmaya karar vermiştim zaten. Ufak esinlenmeler vardır. :) Tabi animeye göre zor yanı dövüş sahnelerini anlatabilmek. :)

      Sil
    2. tabi ki de zor animelerde her şeyi görüntülerle anlatabiliyorlar ama yazmak başka bir şey :) bir şey yazdığında öyle bir anlatmalısın ki hiç var olmamış bir nesneyi bile insanlar kendi gözleriyle görmüş, kendi elleriyle dokunmuş ve kokusunu tadını alabilmiş olmalı. yani bunu bir hocamız arkeolojik eserleri nasıl tanımlayacağımızı anlatırken söylemişti ama yazarken de çok gerekli bir tespit bu :) o yüzden hikayeni çok sevdim biraz daha üzerinden geçip detayları artırarak bir kitap yapabilirsin bunu :)

      Sil
    3. Evet gerçekten öyle. :)
      Bayağı düzenlemeye çalışıyorum ama detaylar eksik sanırım. Hedefim kitaplaştırmaktı ama şimdilik gittiği yere kadar yazayım. :)

      Sil
  8. Yorumun için teşekkür ederim İlkay. Betimlemeleri beğenmene sevindim. :)

    YanıtlaSil
  9. Çok güzel gidiyor birinci bölümle alakalı değildi pek. Karakterleri tanıtımda harika ilk fırsatta bir sonraki bölüm için tekrar gelicem :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim. :) İkinci bölümden itibaren konunun akışı değişiyor. Sonraki bölümleri seversin umarım. :)

      Sil
  10. Karakterlerin hepsi gerçekten üstüne çok düşünülmüş ve tasarlanmış ve bunu okurken hissetmek çok güzel. Hiçbiri sahneyi doldursun diye konulmamış. Süpersin. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun mutlu etti. Öyle düşünmene sevindim. Karakterleri kendim o anı yaşıyor gibi olabildiğince gerçekçi anlatmaya çalışıyorum. :)

      Sil

Kış Bahçesi (Kitap)

    Bir süredir okuma konusunda yavaşım, Ramazan ve bayram derken günler çabuk geçmiş. Yazardan okuduğum ilk kitaptı bu, oldukça sevdim ben....