28 Aralık 2024 Cumartesi

Shiplediğim Anime Karakterleri

  

Aslında yakıştırmak demeliyim de bu kelime çok dilime dolandı. 😅 Listem kabarık o yüzden en sevdiğim bir kaçına yer vereyim. (Can sıkıntısından yine garip şeylere sardım. 🤭 )


Kougami & Akane (Psycho Pass)



 Bu ikisi animede çift bile değil, aralarında romantizm de yok gel gör ki minnoş kalbim hep ikisi bir araya gelsin istedi. 😆 En azından animede birbirlerine ne kadar değer verdiklerini hissedebildik. Özellikle atarlı Kougamimizin her şeye ve herkese kızarken Akane kendisini kaç kere yaralamış, eleştirmiş olsa da ona zerre kızmaması bence gizli bir aşk ilanıydı. 😎💕 İki karakterde de kendimden bir şeyler gördüğüm için onları çok sevdim. Akane, infazcı Kougami'nin üstü bu arada. Kougami gibi biri çıkmıyor ki karşımıza, adam gibi adam. Bak yine izleyesim geldi. 🤭




Violet & Gilbert (Violet Evergarden)



 İkisinin de hayatları zor geçtiği için üzülmemek elde değil. Gilbert henüz çocuk yaştayken Violet ile karşılaşıyor, birlikte savaşlara giriyorlar. Gilbert'in Violet'e karşı olan merhameti, sevgisi zamanla suçluluk duygusuna dönüşüyor. Yıllar geçip Violet büyüdükçe Gilbert'i aklından atamaz oluyor.

 Romantik dram içerikli en iyi anime diyebilirim. İki karakterin de hisleri fazlasıyla izleyiciye geçiyor. Tabi başta Violet'in küçük yaşta olması ve aradaki yaş farkı göze batsa da kuvvetli bağların asla kopmayacağını bize gösteriyor anime. Aklıma geldikçe anime filmini izlerim. 🤧🤧


Minato & Kushina (Naruto)



  Çocuk yaşta tanışıp birbirine aşık olan çiftimiz. Minato fedakarlığın vücut bulmuş hali diyebiliriz. Eşini, çocuğunu, köyünü, halkını çok sevdi. Sonunda seçim yapmak zorunda kaldığında bir şeyleri geride bırakıp eşiyle gitmeyi tercih etti. Çünkü geride kalmak umudu yok etmek demekti. O hiç düşünmeden ölümü kucakladı. Nasıl güzel bir eş, baba ve lider olduğunu kanıtladı. Sevgi dolu güçlü Kushinamız da zor bir hayat yaşadı. Minato olmasa belki hayatı sadece yalnızlıktan, kötü anılardan ibaret olacaktı. Mükemmel çiftime burada veda ediyorum. 🥺💕


 Yuta & Rika (Jujutsu Kaisen)



 Yuta ve Rika da çocukluk aşıkları. Birbirlerine bir söz vermeleri onların laneti oldu. Yuta yıllarca bir lanetle yaşamak zorunda kaldı ve tam pes edeceği sırada bir şeylerin farkına vardı. Tek bir gerçek vardı, ikisinin de birbirine olan sevgisi bitmemişti. Beden değil ruhun önemli olduğunu ve ayrılmaz bağların varlığını bir kez daha görmüş olduk. Anime fantastik macera olunca biraz uçuk kaçık gelebilir ama İkisinin hikayesi beni etkilemişti. 🥰🌺


Mikasa & Eren (Attack on Titan)



 Ahh ahh bu ikisine ne desem bilmiyorum. Onların öyle bir ilişkisi vardı ki savaşmak gibi adeta. Mikasa çocukluktan beri Eren'i severdi ama hislerini hep içine attı. Onun Eren'in kalbindeki yerini ise çok sonra gördük. Onlar hem çok yakın arkadaş, hem ayrılmaz ikiliydi ama hayat ikisini birbirine hep tokuşturdu, çatladılar bir süre sonra. 😥🌺 Kim dayanabilirdi ki, Mikasa için de Eren için de çok zor oldu. Keşke her şey daha farklı olsaydı. İkisinin de hedefleri aşklarından önemliydi. 🤧🤧


Howl & Sophie (Yürüyen Şato)



 İkisini zaten tanımayan yoktur. Howl fantastik güçleri olan özel bir insan. Kendi görünümüne çok özen verse de sıradan görünüşlü, nahif kızımız Sophie ile aralarında güzel bir bağ oluşur. Howl Sophie sayesinde gerçek güzelliğin ne olduğunu anlar. İkisinin de birbiri için çabalaması, emek vermesi güzeldi. Kalp ısıtan bir sevgileri, bağlılıkları vardı. 💕🌸 


 Bayağı uğraştım, yorumlarınızı bekliyorum. Sizler de favori çiftlerinizi yazabilirsiniz. :) 


27 Aralık 2024 Cuma

Navillera (Dizi)

 

Diziye oyuncu Song Kang için başladım. My Demon dizisinde ilgimi çekmişti ama bu dizi ile gönlümde ayrı yer etti. İyi ki izlemişim dediğim bir dizi oldu Navillera.



  70 yaşındaki dede emekli olduktan sonra bale öğrenmeye merak salar. Zamanında babası karşı çıktığı için ve hep çalıştığı için fırsatı olmamıştır. Şimdi de yaşı yüzünden eşi ve çocukları karşı çıkar. 

 Dede bir gün kendini bale salonunda genç Chae Rok'u izlerken bulur ve hayran kalır. Bale hocası henüz kendini kanıtlama aşamasında olan ve yarı zamanlı işlerde çalışan Chae Rok'a dedeyi eğitmesi görevini verir. Aslında niyeti dedenin bale öğrenmesinden çok gencin odağını ve zamanını daha fazla baleye çekmektir.

 Chae Rok istemeyerek kabul eder ve dede ile aralarında kuvvetli bir bağ gelişir. İkisi de birbirini destekleyerek yükselişe geçer.



 Spor konusunda sanırım beni en etkileyen dizi oldu. Dedenin pes etmeden ve ağrılarına rağmen çalışmasının yanında etrafındaki herkesin kalbine dokunuşu çok hoştu. Başta Chae ve birçok kişiyi değiştirdiğini söyleyebilirim. Dedenin nahif yanı ve sevecenliği ile Chae'nin sessiz ve düşünceli yapısı beni diziye anında çekti. İkisi dede torun gibi oldu adeta. Açıkçası Song Kang'ı oynadığı bu karakter ile çok özdeşleştirdim. Gösterişten uzak, kendi halinde mücadele veren ve göründüğünden duygusal biriydi. Böyle karakterleri özlediğimi fark ettim. Keşke öyle bir dostum olsaydı. :) Dizide romantizme girilmemesi de ikili arasındaki bağı daha ön plana çekmiş, çok da iyi olmuş. 

 Diziyi çok sevdim. Bazen yavaş ilerlese de hayata dair çok şey gösteriyor bize. Spoiler olmasın diye sonlarını anlatmıyorum ama kişinin başarısının desteklenmek ve ciddiye alınmakla çok arttığını gördük. Dedeye üzüldüğüm anlar oldu, Chae'nin ona sahip çıkışını görmek de bana burukluk verdi. Çünkü yaşlılar genelde hayallerini gerçekleştirme konusunda, hele de hastaysa hiç desteklenmiyor. Hatta bazı aileler bakımını bile yapmak istemiyor, üzücü gerçekten. O yüzden bu diziyi izlemek bana iyi geldi. Hayatın içinden bir şeyler izlemek isteyenlere tavsiye ederim. (Not: şu bale kıyafetleri niye bu kadar çirkin olur ya, güzel bir şey tasarlayamıyorlar mı?)


9 Aralık 2024 Pazartesi

İslam Deklarasyonu ve Tarihi Savunma (Kitap)

 


Bu kitabı bir süredir merak ediyordum. Sonunda okuma fırsatı bulabildim. Herkesin okuyup özümsemesi gereken bir kitap.

Kitap genel olarak Müslüman halkların geri kalmışlığı, bunun sebepleri, çözüm yolları ve İslami nizam üzerinde duruyor. Eğitim sisteminden siyasete pek çok eleştiri var. Yazar muhafazakarlar ve yenilikçiler arasındaki anlaşmazlığı ve nedenlerini güzelce vurgulamış.

İslamın sadece inançta kalmaması gerektiği, İslamı yaşam tarzı haline getirmek gerektiği ve halkların bir olması gerektiğini vurguluyor. Kısaca halk ve yönetim arasındaki farklı görüş nedeniyle toplumda istenen motivasyon ve azmin sağlanamayacağını söylüyor. Yani Müslüman olmayan, yabancı kesimi yönlendiren, harekete geçiren şeyin bizde işe yaramayacağını anlatıyor.

Bence bir Müslümanın neye dikkat etmesi gerektiği konusunda çok faydalı bir kitap. Geçmişten beri bir şey değişmediğini görmek de üzücü gerçekten. Gücü elinde tutan ülkeler "böl, parçala ve kendine bağımlı hale getir" taktiğinde hâlâ başarılı malesef. Bu bahane ile milliyetçilik adı altında çok savaş çıkarttılar. Hâlâ da toplumlar bunun acısını çekiyor. Kitabın sonunda bu yazdıkları nedeniyle Aliya İzetbegoviç'in haksız yere mahkemede yargılanmasına ve kendi savunmasına da yer verilmiş. 

Çok fazla altını çizdiğim yer vardı ama birkaçını paylaşıyorum.


Nüfuzun bu yeni formuyla ulaşılmaya çalışılan hedef ise yine aynı: buradaki varlıklarını garanti altına almak ve Müslüman ulusları manevi açıdan zayıf, maddi ve siyasi açıdan kendilerine bağımlı vaziyette tutmaya devam etmek.

İslam'a yabancı olan hiçbir ideal ne kültür ne de devlet sahasında asla kayda değer bir tesir oluşturmayı başaramadı. Aslına bakılırsa, Müslüman halkların tarihinde büyük ve bahsetmeye layık ne varsa tamamı İslam nişanlarının gölgesinde gerçekleşmiştir.

İslam'ın sadece bir inanç olduğu düşüncesinden hareketle muhafazakârlar İslam'ın dış dünyayı tanzim etme gayesi olmadığı ve yenilikçiler de İslam'ın dış dünyayı düzenlemesinin mümkün olmadığı kanaatine varırlar.

Akıllara ziyan bir sığ görüşlülükle milletin mukaddesatını çiğnediler ve hakiki hayatı yok ederek yerine imitasyon bir yaşam koydular.

Halklarımızı boyunduruk altında tutmak için artık demir zincirlere ihtiyaç kalmadı zira bir milletin eğitimli kesiminin irade ve şuurunu felç eden bu yabancı "eğitimin" ipek iplikleri de aynı güce sahip.

Eskiden bu yana şahısların aşırı methine hem Doğu'da hem Batı'da sık rastlanır. Bu, bir çeşit putçuluğu temsil ettiği için İslam'a açık bir şekilde yabancıdır.

Yani yaptığımız bir şey yüzünden değil de yapmayacağımızdan emin olunmayan bir şey nedeniyle doksan yıl hapisle (!) yargılandık.



Mim

 

 Katılanları görünce heveslendim ben de bir şeyler karalayım dedim. :)

 

2025 Yılından Beklentilerin Neler?

Dünya ve toplumla ilgili hepimizin ortak beklentileri vardır elbette. O yüzden bunu geçip kendimle ilgili beklentilere yer vereyim. Benim için farklı bir yıl olacak gibi, tabii Allah izin verirse. Yaşam ve beslenme tarzımın değişeceğini düşünüyorum. Bu da ruh halimi ve fiziki yapımı daha olumlu etkileyecektir. Uzun bir bekleme sürecinden sonra hedefime ulaşmaya çok yaklaştım. Bu sayede düzenli ve planlı bir hayata da geçebilirim. Yeni şeyler öğrenmek, vaktimi daha yararlı şeylerle geçirmek ve görmek istediğim bazı yerleri gezip görmek istiyorum. Hakkımda hayırlısı olsun İnşallah. :)

2024 Yılı Nasıl Geçti?

2024 benim için dağılma döneminden sonra toparlanma sürecine girmek gibiydi. Kendime geldiğimi hissettim, belirsizlikler de ortadan kalkmaya başlayınca daha huzurlu ve gevşemiş hissettim. Eskisi kadar bir şeylere takılıp kalmıyorum, öfkemin azaldığı ve güzel şeylere odaklanabildiğim bir dönem de oldu. Bu halimi hep sürdürebilirim İnşallah. :) 



5 Aralık 2024 Perşembe

Sağlıklı Beslenmeye Başlıyorum

 

Selamlar, bu ara yeni bir karar aldım. Bugünden itibaren glutensiz beslenmeye geçeceğim. Pek çok üründe gluten bulunduğu için biraz zor olacak ama araştırınca alternatif ürünler de olduğunu gördüm.

Son yıllarda gıda terörü ve ilaç firmalarının dayatması yüzünden sağlığımız daha kötüye gider oldu. Sindirim sistemi çok şeyi etkiliyor, bu yüzden öncelikle glutensiz hayata alışmaya karar verdim. Bir düzeni oturtursam gerisi kolay olacaktır. Tabi hazır gıdalar, abur cuburu da bırakıyorum.

Her ne kadar yediklerimizin sağlıksız olduğunu bilsek de bunları bırakmak için şu an somut adım atma nedenim fibromiyalji. Duyanlar olmuştur belki insanın uyku düzenini bozan, yorgunluk hissi veren ve sık sık ağrı yaşamasına sebep olan bir rahatsızlık. Bende uyku düzensizliği ve yıllardır süren baş ense ağrısı ayrıca ev işi yaptıktan sonra başlayan eklem ağrıları vardı. Zaten sinir stresimin sebebi de buydu. Oysa doktora gidince bir çoğu psikolojik diye geçiştirdi, esas sorunu bulmaya çalışmadı. Yani sinir stresimin sebebi zaten tekrar edip duran ağrılardı.

Son gittiğim nöroloji doktoru sorular sordu ve fibromiyalji olduğumu söyledi. Yine ilaç yazdı, şimdi daha iyiyim şükür ama araştırınca kesin çözümün gluteni kesmek, beslenmeyi düzeltmek ve magnezyum, vitamin vb takviyelerin alınması ile olacağını öğrendim. Artık bunlara yoğunlaşacağım, olumlu bir sonuç alırım İnşallah. Zaten herkesin bir an önce sağlıklı yaşama dönmesi gerekiyor. Beslenme konusunda Canan Karatay'ın kitaplarını da almayı düşünüyorum. Doğruları söylüyor diye herkes kadına savaş açtı ama dinleyince çok da mantıklı dedikleri. Bize en iyi kendimiz bakarız, sağlık ve gıda sektörü işi ticarete dökmüş durumda. Bu kadar bozuk gıda ve gereksiz ilaçla sağlıklı kalmak mümkün değil zaten. 


29 Kasım 2024 Cuma

Ateş Ağacı (Kitap)

 


 Kitabı ikinci el almıştım ve eski bir kitap olduğu için dilinin zor olacağını düşünerek okumayı hep erteledim. Ancak düşündüğüm gibi anlaşılması zor değilmiş.

 Cemil Bey'in ağzından hayat hikayesini okuyoruz. Bulunduğu çevre zevk sefa düşkünü insanlar ve etrafını saran gösterişçi kadınlardan oluşuyor. Bunlardan bunalan Cemil son olarak amcası onu bu kadınlardan biriyle evlendirmeye çalışınca kaçarcasına oradan uzaklaşıyor. Hemen gidip bir akrabası ile evleniyor.

 Artık daha sakin ve mütevazi bir hayat yaşayan Cemil yine de etrafını saran ve ona ilgi gösteren insanlardan kurtulamaz. Sonunda beklenmedik bir durumun içinde kendini bulur. Seçim yapmak, bir karar vermek lazımdır ama Cemil için bu çok zor olur.

 Yazarın anlatımını çok sevdim. Karakter tahlilini öyle iyi yapıyor ki sanki karşınızda gerçek karakterler var. Eski kelimeler çok kullanılmış ama her sayfanın altında açıklamalar yer aldığı için okumayı sekteye uğratmıyor. Sonlara doğru Cemil'e sinir olsam da kitabın anlatmak istediği her şey okuyucuya geçiyor. Yazarın başka kitaplarını da okumayı düşünüyorum.


Eğlenceye, zevke, gençlik ihtiraslarına doymuş, bunları kanıksamış bir kimse, onlardan daha üstün bir zevk âlemi bulamayınca, muhtelif his buhranlarının ve rûhî dalganışların cezr ve meddinde âvâre bir çöp gibi çalkalanıp duruyor.

İşte ben, bu doğumla ölüm arasındaki kısacık ömrü, basit ve değersiz kıymetlere bağışlayan insanlardan kaçtım.

Tavuğu için döğüşen horoz mâzurdur; fakat üç santim boyundaki kalem için döğüşen çocukta, yirmi kuruş için katil olan bir adamın duygularının küçük çapta bir örneğini görür gibi olarak ürkerim.

Bence akıl, akla yakışmayan çirkinlikleri ezebilmekle sâbit olur.



22 Kasım 2024 Cuma

Elveda Gülsarı / Vicdan Sızlar (Kitap)

 


 Merhabalar. Bu aralar daha az kitap okur oldum, haliyle paylaşımlarım da azaldı. Buraya eskisi kadar uğramıyorum, artık daha çok 1000kitap'ta takılıyorum. Orada alıntıları okumak, beğendiğim kitapları not almak, ara ara sohbet etmek iyi oluyor. :)

 Elveda Gülsarı'yı arkadaşım hediye etmişti. Kitap Tanabay adlı bir karakterin yaşamını, zor çalışma koşullarını, yetiştirdiği ata olan bağlılığını anlatıyor. Ancak ne kadar çalışsa da işler istediği gibi yürümüyor. Adeta yalnız bırakılıyor ve başarısızlıkla suçlanıyor. Bir insanın gücü, dayanma sınırı da bir yere kadar. Atın zorluklarını okurken de üzülüyor insan. İnsan insana iyi davranmıyor ki hayvana davransın. :( 

Dönemin zorluklarını ve hayat mücadelesini çok iyi yansıtıyor kitap. Karaktere bazen sinir olsam da pes etmeden çalışıp didinmesi takdir edilesi. Okunması gereken kitaplardan.


Uzak yerlere gidip medeniyet öğrendiler ya, şimdi dağda at çobanlığı ağırlarına gidiyor.

Neden herkes böyle yapıyor, birilerine yaranmak için yapamayacağı şeyleri vaadediyor?

Kendini savunmak için söylemeyi düşündüğü şeyler, kabından dökülen cıva gibi bir anda dağılıp gitti kafasında. Bu sözlerin hiçbir önemi yoktu artık.



Yazardan birkaç kitap okumuştum. Bunu diğer kitapları kadar sevemedim ama kendine has üslubu ve düşündürücü yanı devam ediyor. Kitap kısa hikayelerden oluşuyor. Zaman zaman ne anlatılmak istendiğini çözemesem de bazı hikayeleri sevdim. Özellikle Küle Dön adlı hikaye etkileyiciydi, çok sevdim. Yazarı hiç okumamış olanlar bu kitaptan başlamasın bence. Zaten hikayeler de kısa kısa, tarzına aşina olmayınca tuhaf bulabilirsiniz. :)


Hulusi Kentmen'i alnından vurdular. Bize de ateş etmeye başladılar. Biz, annem, babam, kardeşim, abim ve ben Hulusi Kentmen'in alnında açılan delikten içeriye kaçtık. Kurtulduk.

Ben yine de bekledim, tiyatronun önünde, o yine de gelmedi. Elbet, gelmeyeceğim demişti kabul ama gelmeyeceğim dedi insan diye, bu kadar mı gelmezdi.

Ama daha gençtim. Değişebilirdim. Bu kendime devşirdiğim umut nedeniyle kendi kendime gülümseyerek açtım kapıyı.



12 Kasım 2024 Salı

Sınırları Kaldırmak (Hikaye)

 


Kafama esip de bir süre önce yazdığım bu Uzak Doğu esintili (😅) hikayemi paylaşmak istedim. Keyifli okumalar.


Her geçen saniye camı döven yağmur damlaları hızını artırıyordu. Bulunduğum mekâna göz atmak istedim ama camdan gelen patırtılar dikkatimi dağıttı. Neden tüm duyularımla buna odaklanıyordum ki? Darbeler sanki başıma iniyordu, şakaklarıma keskin bir sancı girdi. 

Boğazım çok kurumuştu, susamıştım. Camdan süzülen damlalara iştahla baktım, adeta suya çekiliyordum. Doğruldum, pencereye doğru ilerledim. Ferahlama umuduyla camı açıp elimi dışarı uzattım. Tenime değen her damla bir cızırtı eşliğinde geride yanık bırakınca dehşete kapılarak geri çekildim. Yoğun acıdan gözlerim sulandı.

Bir şeyleri feci halde yanlış algılıyor olmalıyım. Bu kez nerede hata yaptım bilmiyorum. Zihnim karmaşık, her şey anlamsızdı. Hava neden bu kadar sıcak? 

Çatlamaya başlayan camın yüzüme patlamasına ramak kala geriye sıçramayı başarabildim. Yağmur olanca şiddeti ile içeriye dolarken ahşap zemin itiraz edercesine gıcırdıyor, tütüyordu. Gözlerime inanamayarak tekrar baktım. Su, ateşin vasıflarına sahip olabilir miydi? Yerdeki döşemelerin tutuşmaması için dua üstüne dua ediyordum. 

Odanın görünürde bir kapısı yoktu. Bu nasıl bir mimari? Nereye düştüm böyle? Koşup ahşap duvarların arasında gizli bir kapı aradım. Yok, hiçbir şey yok! Bana bir çıkış lazım, odaklanmalıyım. Duvardaki deniz manzaralı tabloyu tedirginlikle yere attım, arkasını yokladım. Belki küçük bir işaret, bir çatlak yeterdi. Su gittikçe çoğalıp yer yatağı ıslanınca küçük sehpanın üstüne çıktım. Kaçıncı kattayım, camdan kaçabilir miyim? Hayır, buna cesaretim yok. Hâlâ acı içinde zonklayan elimi tuttum, derisi eriyip gitmişti. O sırada zeminde bir parlama oldu. Tahta parçaları uygun sıcaklığa erişince tutuşmaya başlamıştı. Su ve ateşin karışımından oluşan manzara beni ürpertti.

Nefes alamaz oldum, boğuluyordum. Duman gözlerimi yakıyordu. Görüşüm bulanıklaştı, alevler üzerime sıçrayınca istemsizce çığlık attım. O anda gözlerimi açtım. Tüm bedenim ter içindeydi, dizlerim titriyordu. Yutkundum. Buna daha ne kadar devam etmem gerekiyordu?

Karşımda dikilen hocamın kurnaz gülümsemesine mahcubiyetle baktım. Yenilgim karşısında keyiflenmiş gibiydi. Üzerindeki gri kimono ve at kuyruğu yaptığı saçları rüzgârda dalgalanıyordu. Açık hava beni sakinleştirdi. Mataradaki suyu kana kana içerken hocam konuştu. “Kolay olduğunu mu sandın evlat?” Elbette zor olduğunun farkındayım. Beni biraz cesaretlendirse ne olur yani. Pişmiş kelle gibi sırıtmanın anlamı ne şimdi? “Zihnini tamamen boşaltman lazım yoksa başarısız olursun. Bırak, imgeler üzerinden aksın gitsin.”

Bırakayım da beni ezip geçsin değil mi? Kolaydı sanki! Benden istenen, bedenime saplanmakta olan bir kılıç varken kaçma dürtümü bastırıp öylece beklemek gibi bir şeydi. Benim gibi hızlı refleksleri olan biri için bu imkânsızdı. Hocam da bunu biliyor olacak ki yüzüne asla başaramayacağıma dair bir ifade yerleşmişti. Sonunda bana bakarak omuz silkti. 

 “Tekrar deneyelim,” dedim kararlılıkla. Şu an yüz ifadesinden bir şey okunmuyor, bu gerçekten sinir bozucu. Keskin bakışları yüzümde dolandı, başını ileri geri sallamakla yetindi. 

Zihnimiz hep kendi kurduğumuz sınırlarla doludur. Kendimizi aşmak için öncelikle zihnimizdeki engellerden arınmamız gerekir. Dövüş sanatında ustalaşmanın temel şartı budur. Hocam hareketlerimi okumanın hep çok kolay olduğunu söylerdi. Gerçekten de daha ben saldırıya geçmeden aldığım pozisyondan ne yapacağımı rahatlıkla anlar, beni hemen alaşağı ederdi. Her yanım sıyrık ve çürüklerle doluydu. Anlaşılan şu zihin meselesini aşmadan bana rahat yoktu.

 Doğanın dinginleştirici etkisi nedeniyle dağa tırmanmıştık. Daha bitmek bilmez yolu aşarken sabrım tükenme noktasına gelmişken gerisini nasıl başaracaktım? Bir kez daha deneyeceğim, tek geride kalan ben olamam. 

Ayaklarımı omuz genişliğinde açıp, kollarımdan birini bir duvarı tutuyor gibi ileri uzattım. Diğer elimi yumruk yapıp belimin arkasına yasladım. Gözlerimi kapattım, zihnimi boşaltmaya çalıştım. Bu kez sabırla, derin nefesler aldım. Uzaktaki şelalenin sesi, tenimde hissettiğim rüzgâr, güneşin göz kapaklarımı zorlayan baskısı yavaş yavaş kayboldu. Artık tüm duyularım kapanınca gözlerimi araladım. Önümde çeşitli katmanların iç içe geçtiği sonsuz bir boşluk uzanıyordu. Karanlığı yarıp geçen ışık hüzmeleri katmanları aşarken eğip bükülüyor çeşitli renklerde yansıyor, ardından ses titreşimlerine dönüşüyordu. Sarmal çizen bu titreşimler etrafa tarifsiz koku dalgaları yayıyordu. Olmayan bedenimle bir adım atmak istediğimde ışık hızıyla ilerleyebildiğimi fark ettim. Bu büyüleyici deneyim, içimdeki enerjinin sınırsızlığı başımı döndürdü. Ben sonsuzluğun bir parçası gibiydim. 

Hayır. Beni aşan bir şeyler var. Rahatsızlık hissi küçük bir leke gibi içimde büyüdü. Zihnimi fazla mı boşaltmıştım? Hiçliğe doğru çekiliyordum bu kez. Dur, dön artık! Şiddetli bir yer çekimine yakalanmış gibi düşmeye başladım. Çırpınmak yerine kendimi çuval gibi serbest bıraktım, düşüşü kabullendim. Bu his gerçekten güzeldi.

Gözlerimi araladığımda nefes nefese kalmıştım. Yere kapaklanıp burnumu incittiğim yetmiyor gibi hocam önce şaşkınlıkla beni süzmüş sonra gülmeye başlamıştı. “Sıra dışı, tek kelimeyle mükemmel.” Benimle dalga mı geçiyor emin değilim ama geri döndüğüm için rahatlamıştım. “Bunun neresi sıra dışı? Beynim yanacaktı az daha,” diye homurdandım. Burnum çatlamış olabilir mi? Beni hiç işitmemiş gibi yerdeki kılıcı alıp uzattı. “Hadi, birlikte görelim.”

“Daha ne göreceğiz acaba?” Neyse ki aklımdan geçen diğer şeyleri içimde tutabildim. O ise hiç istifini bozmadı. “Başardın, inan bana. İyisin iyi, hadi kalk.” Burnumdan sızan kanı sildim, ayağa kalktım. Çatık kaşlarıma karşılık onun bakışları yumuşaktı. Az önceki alaycı halinden eser yoktu. Uzattığı kılıcı tuttum, sıkıca kavradım. 

İşaretiyle birlikte kılıç talimine başladık. Daha ilk anlarda bedenimin öngörülemez bir uyumla hareket ettiğini sezdim. Rüzgârın esiş yönü, zeminin eğimi, güneşin açısı, hangi kaslarımı nasıl kullanacağım, en uygun vücut duruşu, rakibin açığını hesaplama gibi tüm detaylar anında zihnime akıyor, bedenim kendiliğinden hareket ediyor gibiydi. Aklımdan geçenlerin hızına kendim de yetişemiyordum. Her şeyi akışına bıraktım, kusursuz bir dövüş ritmi tutturmuştum. Hocamı yavaş yavaş geri çekilmek zorunda bıraktım. Sonunda kılıcı elinden düştü. Gülümsedi, takdir dolu bakışları samimi görünüyordu. “Başardın,” dedi bir kez daha.


8 Kasım 2024 Cuma

İki Şehrin Hikayesi (Kitap)

 


 Okumam çok uzun sürdü. Başlangıçta kitaba odaklanmakta zorlandım. İlk yarısını sıkılarak okudum, sonra biraz daha ilgimi çekti neyse ki.

 Doktor Manette kızıyla karşılaştıktan sonra tekrar hayata bağlanır. Baba kız birbirine çok düşkündür. Ancak kızı Lucie evlenir ve bir süre sonra kocasının başına büyük bir dert gelir. Doktor damadını kurtarmak için çok çaba gösterir, tek isteği kızının mutlu olmasıdır.

 Kitap dönemi detaylarıyla iyi aktarıyor. Fransız Devrimi sonrası güç el değiştirir av avcı olur, mazlum zalim olur, yeni kurallar konur. Pek çok kişi suçlu olup olmadığına bakılmaksızın cumhuriyet düşmanlığı ile suçlanıp idam edilir. Kişi soylu biriyse hele de direkt kendini giyotin önünde buluyor. Adalet arayışından ziyade intikam savaşına dönüşen bir süreç.

 Yazarın anlatımı güçlü ve dikkat çekici. Yine de kitabı çok uzatılmış buldum, okurken çok da bağlananadım kitaba ve karakterlere. Kitabı, daha çok dönemin karmaşasını ve yeni adaletsizliği gözler önüne sermesi bakımından sevdim. Görüyoruz ki insan çoğu zaman mantıklı davranmıyor, zulme uğrayan eline geçen ilk fırsatta daha beterlerini yapıyor. Çok tanıdık geldi. Bunun dışında kanunların da hep insan çıkarına göre kullanıldığını görüyoruz. İnsanın koyduğu kural asla mükemmel olamaz. Finali etkileyici ve güzel buldum. Sonunun öyle olacağını tahmin etmiştim. Okumayanlara tavsiye ederim.


Şahsen hayattaki en büyük arzum bu dünyaya ait olduğumu tamamen unutmak.

... hiçbiri liyakat sahibi değildi fakat hepsi rezilce öyleymiş taklidi yapıyordu...

Onun, nadiren açığa çıkardığı bir yüreğinin olduğuna ve bu yürekte yaralarının olduğuna inanmanı istiyorum.

... bir yasa çıkarılıp şüphelilerin özgürlükleri ya da yaşamları ellerinden alınabiliyor, suçlu ve kötü insanların yanında iyi ve masum insanlar da yanabiliyor, at izi, it izine karışıyordu...

Nasıl ki günahkâr ve ihmalkâr yaşam tarzının sebep olduğu fiziksel hastalıklar her türden insanı vurursa, tarifsiz acıların, katlanılmaz zulmün, acımasızca görmezden gelinişin sebep olduğu o korkunç ahlaki yozlaşma da, ayrım gözetmeksizin herkesi kırıp geçiriyordu.


2 Kasım 2024 Cumartesi

Hayat

 


Şu sıralar boş boş takılıyorum. Eskisi gibi kitap okuyasım, yazasım vs yok. Yani hiçbir şey yapmak için, hobiler dahil kendimi zorlamak istemiyorum. Sanki içimde bir şeyler değişiyor gibi. Evin işi gücüyle uğraşmak, çıkıp dolaşmak beni daha hafifletiyor. İnsanları görmek, izlemek de güzel ama uzaktan. Fazla kişiyle muhatap olmama isteğim aynı devam ediyor.

Sıcaklar azalınca iştahım artmış biraz. Bir şeyler yapıp yiyesim var, daha çok hamur işi. 😅 Yeni insanlarla ama kendim gibi olanlarla tanışasım, muhabbet edesim, oturup kahve içesim var. Çevre olmayınca böyle insanlara rastlamak da pek kolay olmuyor. Şu an tek takıldığım Tefrika arkadaşımız var, o da hep yoğun. 🥲 Bu arada sosyal medyadan ve insanların olumsuz düşüncelerinden o kadar sıkıldım ki instagram hesabımı kapattım. Orada harcadığım vakti daha güzel ve olumlu şekilde kullanabilirim. Bir an önce hayatımı rayına oturturum İnşallah. Bu devirde her şey zor, birine güvenmek zor, o yüzden Allah daima iyi insanlarla karşılaştırsın hepimizi. :)


23 Ekim 2024 Çarşamba

Ben Efsaneyim Çünkü Öğrenciyim (Kitap)

 


  Geçen gün fuardan aldığım, yerli John Wick'in kitabı. Kendisini tanıyanlar öğrencileri ne kadar desteklediğini bilirler.

 Kitap öğrencilere dair kısa hikayeler ve motivasyon içerikli cümlelerden oluşuyor. Zor koşullar altında okumaya çalışan öğrencilerin çileli hayatı gözler önüne seriliyor. Pek çok insan onların bu sıkıntısından habersiz derslerde başarı göstermesini bekliyor. Öğrencilerini fark edip onlara el uzatan öğretmenler olduğu gibi tam tersi başarısız diye yaftalayıp sırt çevirenler de var. Bir öğretmenin ön yargılarından kurtulup önce öğrenciyi tanıması, anlaması gerekiyor. 

 Hikayeleri okurken herkesin aynı şartlara sahip olamamasının getirdiği çaresizliği hissediyorsunuz. Kimi zaman ilgisizlik ve sevgisizlik, kimi zaman fakirlik, şiddet beraberinde zorlukları getiriyor. Buna rağmen azmedip yılmayan ve yoluna devam edenler de takdir edilesi. Düşündürücü, farkındalık oluşturan ve gerçeğe ışık tutan güzel bir kitap. Herkese tavsiye ederim. 


Yüreğimdeki sekiz şiddetindeki depremin sesini duymayan bir babanın, ufacık kapı gıcırtısını duyması işin ayrı bir boyutu.

Acılarımın sessizliği atmosferi yırtarcasına güçlü, lakin duyan yok.

Bana "nasılsın" desene öğretmenim. Belki iyi değilimdir.

Kendini var etmeye çalışırken,

seni yok etmeye çalışacaklar.

Ve bunu seni tanımayanlar yapmayacak.


20 Ekim 2024 Pazar

Konya Kitap Günleri

 


 Bugün plan yapıp Tefrika ile kitap bakmaya gittik. Bazı istediğim yayınevleri yoktu ama yine de güzel bir etkinlik oldu. Fiyatlar ise pek uygun değildi o yüzden az kitap aldım. Böyle etkinliklerde biraz indirim olsa iyi olurdu.

 Tarık Tufan'ın imza günü vardı ama konuşma da yaptığı için geç vakte sarkınca imzalatmadan döndük biz. Neyse ki instagramdan takip ettiğim yerli John Wick'in (Ömer Aslan) imza günü de aynı saatlerdeydi. Sıraya girip kitap imzalattım, fotoğraf çekindik. Nazik, güler yüzlü biri. Ben de kendi kitabımı hediye ettim, mutlulukla karşıladı. Fazla kitap alamasam da güzel bir gün oldu. Benimle gelen canım arkadaşım tefrikaya da teşekkür ederim. ☺️🌺







17 Ekim 2024 Perşembe

Memories of the Alhambra (Dizi)

 


 Günümüzde teknolojinin geldiği yeri yansıtması açısından güzel bir dizi olmuş. Ben de severek izledim, sardı bayağı. Oyuncu kadrosu da iyiydi.

 Bir teknoloji şirketinin yatırımcısı Yoo Jin Woo aldığı bir telefon ve mail üzerine aceleyle İspanya'ya gelir. Kendisine söylenen pansiyona yerleşir. Telefon eden genç artırılmış gerçeklik oyunu tasarlamıştır ancak başı dertte olduğu için Yoo Jin Woo ile bir daha iletişime geçemez.

 Yatırımcı bu süreçte oyunu kendi test eder ve gözlerine inanamaz. Her şey o kadar gerçekçidir ki oyuna bayılır. Ancak bir sorunu vardır, eski arkadaşı, şimdiki düşmanı da oyunun peşindedir. Yoo Jin Woo oyunu tasarlayan genci bulup anlaşma yapmayı hırs haline getirir ve oyunda hızla ilerleyip seviye atlamaya başlar. En büyük sorunla da bu şekilde karşılaşır. Oyunda ölümcül bir hata vardır, Yoo Jin Woo'nun hayatta kalmak için çok çabalaması, oyunun detaylarına hakim olması gerekmektedir. Dahası iş hayatı da çıkmaza girer, kendisine inanacak birilerini bulmakta zorlanır.

 Dizi genel olarak heyecanlıydı, bazı kısımlar uzatılmış gibi gelse de kurguyu sevdim. Bu tarz oyunlar günümüzde gittikçe daha yaygın hale gelirken kişinin ruh sağlığı üzerindeki etkileri de azımsanmayacak seviyeye geldi. Dizide oyun bağımlılığı yanında, hatalı programların neye mal olabileceği ve çözümünün kolay olmadığı üzerinde de durulmuş. Tabii bazı sahneler abartılı olsa da karakterin çaresizliği ve çabası izleyiciye geçiyor. Defalarca ölümden dönüyor ama pes etmiyor. Sadece kendisinin şahit olduğu şeyleri kanıtlamanın zorluğuna rağmen akıllıca hareket etmesi dikkat çekiciydi. Dizide aşk hikayesi de vardı ama oyundan kurtulmak ön plandaydı. İspanya'da çekilen mekanları sevdim. Finali daha uzun olabilirdi, sanki devamı gelecek gibi bitirmişler. Yine de sevdiğim diziler içinde yerini aldı. 



14 Ekim 2024 Pazartesi

Yerdeniz Büyücüsü (Kitap)

 


 Seri olduğunu fark etmeden almıştım, neyse ki ilk kitabı almışım. :)

 Hikaye bir çocuğun, yaşadığı yerde büyücülerin ünlü olmasıyla da, bir takım yetenekler göstermesi ile başlıyor. Çocuk kısa sürede dikkatleri çekince bilge biri kendine gerçek isim verir. Kişinin gerçek ismini aldıktan sonra bunu herkesten saklaması çok önemlidir çünkü kendini ancak bu şekilde koruyabilir.

 Ged, öğrenmeye aç, azimli biridir. Gençlik hevesi ile bazı uyarıları görmezden gelir. Gittiği okulda hızla yükselir ancak başına büyük bir dert alır. Gururu ve kendini kanıtlama çabası yüzünden olmayacak bir işe kalkışmıştır. Bundan sonra korku ve tedirginlik içinde yaşar, kendisini kurtarmanın yollarını arar. Diyar diyar dolaşır, denizler aşar.

 Kitabı çok severek okudum. Biraz masalsı yanı vardı aynı zamanda gizemli ve ders verici. Ged karakterini çok sevdim. Sahip olduğu güçle ve öğrendiği her yeni büyüyle adeta başı dönüyor ve sonrasında hayatını karartacak bir pişmanlık yaşıyor. Her şeye rağmen direnmeyi ve çözüm aramayı sürdürdü. Yazarı ilk kez okudum ve üslubunu çok sevdim. Kitaba başladığım anda güzel atmosferi beni içine çekti hemen. Serinin kalan kitaplarını da okumak istiyorum. Kitapta daha fazla karakter ve macera görmek isterdim. Her şey Ged'in etrafında dönüyor. Bölüm başlarındaki tatlı resimleri de sevdim.


Büyücü olarak doğmuş birinin aklını karanlıkta bırakmak tehlikelidir.

O, senin kibrinin gölgesi, senin yarattığın bir gölge. Bir gölgenin adı olur mu?

Kim bir adamın ismini biliyorsa, onun hayatını avuçlarının içinde tutuyor demektir.

Ya tepeden aşağıya ölülerin ışıksız şehirlerine ve çorak topraklarına gidecek, ya da şekilsiz şeytani şeyin kendisini beklediği duvardan atlayarak, tekrar yaşama dönecekti.

Kötü niyet, kötü sonuç doğurur. Ben buraya çekilmedim; itildim. Beni buraya iten güç beni yok etmeye çalışıyor.

Kötülerin teslim olmamış ruhları ele geçirmeleri çok zordur.





3 Ekim 2024 Perşembe

Yılan Avı (Kitap)

  


 Yine John Verdon kitaplarından biriyle geldim. Geçen yıl çıkan bu kitabı oldukça merak ediyordum.

 Serinin baş kahramanı olan dedektifimiz Dave Gurney yine bir cinayeti çözmek uğruna başına olmadık dertler alır. Bir cinayet davasının sonucunda hata olduğunu ileri süren biri kendisiyle gelip konuştuğunda Dave durumu araştırmaya başlar. Suç geçmişi kabarık olan Ziko'nun bu cinayeti işlediğine dair o kadar delil vardır ki Ziko'nun avukatı bile onu doğru düzgün savunamamıştır.

 Dedektif araştırmasını genişlettikçe farklı tutarsızlıklar olduğunu ve gerçekten de yanlış kişinin suçlanıyor olabileceğini düşünür. İşini yürütürken bir yandan konumunu kaybetmek istemeyen hırslı savcı ile anlaşmazlık yaşar, bir yandan kendisini engellemeye çalışan gizemli kişiler ortaya çıkar. Tüm bunlar dedektifi korkutmak yerine onun gerçeği öğrenmeye yönelik çabasını artırır. Sonunda kendisi de suçlu konumuna düştüğünde evliliğinde de bazı çatırtılar yaşanır. Dave kendini ilk kez bu kadar çaresiz hisseder, adeta iğne ile kuyu kazıyordur.

 Yazarın önceki kitapları kadar heyecanlı bulmasam da kurgu yönünden sağlam bir kitap. Cinayet olarak görünen eylemin esas nedenlerini öğrenince gerçekten şaşırdım. Bu karanlık ve gizemli olayı çözmek için dedektifin çok şey feda etmesi çarpıcılığı artırmıştı. Adama acıdım cidden ama bir yandan gözü dönmüşçesine işine bağlı olması sinir bozucuydu. Karısına çok hak veriyorum, insan asla sevdiğini geri plana atmamalı. Dave ne kadar başarılı ve zeki bir dedektif olsa da asla iyi bir eş değil. Bence yalnızlığı hak ediyor.

 Finali çok beğendim ben, her şey çok detaylı işlenmişti. Ve gerçeklerin bu kadar zor açığa çıkması gerçek hayattan bir cinayet davasını takip ediyormuşum hissi uyandırdı. Yazarı tebrik ediyorum.


Bizim cezaevi sistemimiz ruhları toz haline gelene dek öğüten bir makine gibi. İnsanları küçültüyor, sertleştiriyor. Onları, büyük öfke nöbetlerine sadece bir hakaret uzaktaki bireyler haline dönüştürüyor.

Geçmişin aniden gündeme gelişi kağıttan bir evin çökmesi anlamına gelmiyorsa da zemin kesinlikle kaymıştı.

Hedeflediğin şeyin mantığını ya da takıntılarından dolayı başka insanları hedef haline getirmeye hakkın olup olmadığını asla sorgulamıyorsun.

Kim olduğunu, nereye ait olduğunu, kendini neden bu kadar kaybolmuş hissettiğini bulmaya kararlıydı.


29 Eylül 2024 Pazar

Queen of Tears (Dizi)

 


 Bu sıralar pek beni çekecek bir diziye denk gelemiyorken bu dizi karşıma çıktı. Düşündüğümden daha güzeldi, keyifle izledim. 

  Çok zengin bir iş kadını ve köy yaşamından gelen avukatın hikayesini izliyoruz. İkisinin yolları tatlı bir şekilde kesişmiş ve evlenmişlerdir ancak birkaç yıl içinde birbirlerinden tamamen soğurlar. Kadının evinde, kadının sülalesiyle yaşayan ve herkesin işine koşturan avukat artık boşanmak ister. Tam bu isteğini eşiyle paylaşacakken kadın beklenmedik bir şey söyler. Adam bunu başta krizi fırsata çevirmek olarak görüp rol yapsa da zamanla ikili yakınlaşmaya başlar ve eski günleri anımsarlar. İkisinin de kalbinin sesini dinlemeye başlaması, yavaş yavaş değişmesi güzeldi.

 Başta erkek karaktere gıcık olsam da zamanla aslında nasıl duygusal, düşünceli biri olduğunu görünce çok sevdim. Kadın karakter de soğuk görünüyordu ama yetiştirilme yapısından ötürü başka türlü davranmayı bilmiyordu bence. İletişimsizlik, yanlış anlaşılmalar, kendini doğru ifade etmemek, gereksiz alınganlık ve üçüncü kişilerin işe karışması derken güzel bir evliliğin nasıl sona yaklaştığını görmek şaşırtıcı olmuyor. İzlerken ister istemez bunların gerçek hayatta da ne kadar çok yaşandığını düşündüm. 

 Sonuna kadar ilgiyle izledim. Oyuncular çok uyumlu ve hoşlardı bence. Yan karakterlerin hikayesi de fena değildi. Sonlara doğru hikaye benim için daha anlamlı hale geldi. Umut hiç bitmemeli diyorum ve diziyi tavsiye ediyorum. :)


25 Eylül 2024 Çarşamba

Mihail (Kitap)

 


 Adrien çok iş değiştirdiği ve gezip tozduğu için çevresi tarafından eleştirilen bir genç. Toplum baskısı yüzünden annesi de üzgündür ama Adrien kimseye kulak asmaz, hayata farklı pencereden bakıyordur. Bir gün kitap okuyan üstü başı dağınık bir gençle karşılaşınca onunla dost olmak ister, onda görünenden farklı bir şeyler olduğunu sezer.

 Adrien bundan sonra Mihail'in peşini bırakmaz, onun sevgisini kazanmaya kararlıdır. Mihail ise bilgece lafları ve kendine has tarzıyla onu şaşırtmaktadır. Mihail, Adrien için eşi benzeri olmayan biridir ve onu daha iyi tanımak için elinden geleni yapar. Mihail'in tokat gibi çarpan lafları olsa da zamanla kendisine yakın davranmaya çalışan kişilere kendini açar.

 Kitabı çok sevdim, yazarı ilk kez okudum. Yazarın anlatımındaki nahifliği ve karakterlerin derinliğini sevdim. Özellikle Mihail karakteri çok farklı, merak uyandırıcı. Kitap boyunca onu Adrien gibi daha iyi tanımak için sabırsızlık hissettim ben de. Dostluk konusu gerçekten nakış gibi işlenmiş, böyle bir dostluğa imrenmemek elde değil. Herkese tavsiye ederim. 


Merak edilecek bir nesne gibi görmüyorum ki sizi, tam tersine, hayran olduğum bir insan sayıyorum...

Gözlerine bakarsınız, sizinkilerin aynıdır ve orada kendi arzularınızın sonsuzluğunu görürsünüz.

Siz, sakın sezdirmeyin onlara bir yaram olduğunu, yoksa hemen koşup ellerini daldırırlar bu yaraya.

Özgürlüğünü yitirmemiş insan, ruhunun yüce yanlarından da, zayıf yanlarından da habersizdir.


18 Eylül 2024 Çarşamba

Öfke Kin Haset ve Kurtuluş Yolları / Vampir (Kitap)

 

 Yine iki kitapla karşınızdayım. Kısa kısa anlatacağım. 


  Öfke, kin ve hasedi yenmenin yolları için ayet ve hadisler üzerinden öğüt veren bir kitap. Öfkenin gerekli olduğu anda nasıl kullanılacağına dair faydalı içerikler sunuyor. Tabii büyük oranda öfke tavsiye edilmiyor. Kişinin affedici olmasının ona sağladığı faydalar üzerinde duruluyor. Zor gibi görünse de öfkeyi yenmek ve affedici olmak düşünüldüğünden kolay. Bakış açımızı ve düşünce yapımızı değiştirip öfkenin zararlarını bilirsek zaten kendiliğinden bir şeyler değişiyor. Kitabın bana faydası olduğunu düşünüyorum. 


Şerri tanıyan kişi ise -ki sadece tanımakla yetinmeyip onunla mücadele yolunu bilirse- şerri engeller ve uzaklaşır.

Öfkelenme! Çünkü şeytanın âdemoğluna en fazla hâkim olduğu an, onun öfkelendiği andır.

Bu şekilde öfkeyi gurur ve cesaret olarak adlandırmak cehalettir.

Bir kişi uğradığı zulmü Allah rızası için affederse Allah (cc) Kıyamet günü o kişiyi izzet yönünden yüceltir.



 İlk kitabın ardından Vampir isimli ikinci kitabı okudum. Andrej yaşadığı değişimin ardından kendine ne olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan esir edilmiş köylülerini kurtarmaya çalışır ancak işler umduğu gibi gitmez. Yolu zalim Vlad Tepesch ile kesişir. Herkesi hiç düşünmeden katledebilecek bu kişi Andrej'in sırrını öğrenmek için çabalar, onu yanında tutar. Andrej her şeye rağmen onu öldürmekte kararlıdır, böylesi bir zalimin ölmesi gerektiğini düşünür.

 Kitabı severek okudum ama yine ilk kitaptaki gibi bir şeylerin eksik olduğu hissini atamadım. Hikaye daha derin olabilirmiş, aksiyon bol olsa da yeterince heyecan hissedemedim. Sonu şaşırtıcı bitti, Andrej'in kabusu daha yeni başlıyor gibi. Serinin devamı var mı bilmiyorum ama şimdilik yetti bana. Türkler de düşman olarak geçiyor, iki taraf arasında zaman zaman çatışmalar oluyor.


Ölümü biliyordu, yine de öldürmeye hiçbir zaman alışamayacaktı.

Yaralanmazlığını hiçbir zaman silah olarak kullanmamalısın, duydun mu? Hiç kimse bunu bilmemeli.

Dikkatli olmakla hastalıklı kuşku arasındaki çizgi inceydi.


17 Eylül 2024 Salı

Sonbahar

 

 Merhabalar, bugün sohbet edesim var biraz. :) Eylülü de yarıladık, havalar biraz serinlemeye başladı. Güzel oldu. Bu aralar internet yerine kitapçıdan kitap almaya başladım. Uzun süre rahat rahat dolaşıp kitap seçmek iyi oluyor. Dün de yine Enes Kitap Sarayına gittim. Bu iki kitabı aldım, daha fazla alabilirdim ama hem kararsız kaldım hem nedense kafam şişti, bunaldım birden. Sıcaktı belki.  John Verdon kitaplarını seviyorum, bu da son çıkan kitabı sanırım. Tabii ben hiç sırasına göre okumuyorum, ne denk gelirse. 😅 Abdülkadir Geylani de merak ettiğim isimlerden, bu kitaptan başlayım dedim.




 Bir önceki alışverişimde de yine aynı yerden şunları almıştım. Ursula'dan okuyacağım ilk kitap olacak. Gazali'nin kitabını da bitirdim, yakında yazısı gelir.



 Bunun dışında hobilerimle pek ilgilendiğim yok, kendimi bayağı saldım. Yazdığım romana kaç gündür hiç bakmadım. Pek bir şey yapasım yok, vakit geçsin diye ara ara ev işi yapıyorum, babaannemleri ziyaret ediyorum. Hiç hesapta yokken gelişen durum neticesinde yeni planlar yapmaya başladım ve buna odaklandığım için evde kendimi misafir gibi hissetmeye başladım. Bana yine yol görünecek gibi ama ne zaman nereye belirsiz. Allah'tan hayırlısını istiyorum o yüzden. 😊
 
 Bu sıralar Queen of Tears dizisini izliyorum. Beklediğimden güzel çıktı, sardı bayağı. 😊 Perşembe günleri İhh'nın sohbet günü, oraya gidiyorum. Manevi anlamda da öyle bir ortamda bulunmak iyi geliyor. Bu hafta piknik de var hatta, gider miyim bilmiyorum. Çalışmaları da kapsamlı ve güzel gerçekten. Kendi şehrinizde varsa gidebilirsiniz. 😊


7 Eylül 2024 Cumartesi

Vahşetin Çağrısı (Kitap)

 


 Yazarın doğa ve hayvanlar üzerine yazdığı kitapları daha seviyorum. Her şeyi çarpıcı bir gerçeklikle anlatıyor. Buck adlı köpek yaşadığı yerden koparılır ve bir yabancıya satılır. Sonra kızak çekmesi için çok sayıda köpekle birlikte yaşamaya itilir. Önceleri işleyişi bilmeyen Buck zekası sayesinde çoğu şeyi çabuk öğrenir ve yaşamak için mücadele etmek zorunda kalır. İnsanlardan çektiği yetmiyor gibi kendisine rahat vermeyen diğer köpeklere karşı da uyanık olmak zorundadır.

 Gittikçe güçlenir ve insanların gözdesi haline gelir. Buck en başından beri çok fazla değişim yaşar, hayatın zor koşullarıyla yılmadan mücadele eder.

 Yazarın yalın ve gerçekçi anlatımı sayesinde okurken her şey gözümde canlanabiliyor. Yazarın iyi bir gözlemci ve analizci olduğu belli. Anlatımındaki incelik ve detaylar dikkat çekici. Hayvanların çektiği sefalet ve acıyı fazlasıyla hissettiriyor. Hayvanların vahşi koşullar altında kim bilir daha neler çektiğini düşünmeden edemiyorsunuz.


Sadece ortama uyum sağlıyor, farkına bile varmadan kendini yeni hayat tarzına uyduruyordu.

Öfkesi acıydı ama kör değildi. İçindeki parçalayıp yok etme tutkusunun aynısına düşmanının da sahip olduğunu aklından çıkarmazdı.

O kadar ıstırap çekmiş, o kadar perişan olmuştu ki aldığı darbeler canını daha fazla yakmıyordu artık.


5 Eylül 2024 Perşembe

Adanın Fısıltısı 3 (Hikaye)

 


 Gece, rüzgarın uğultusu başladığında hemen kulaklarımı pamukla tıkadım. Gerçekten de işe yaramış, sesler kesilmişti. Bitkin halde yatağa uzandım. Gerginlikten gözüme uyku girmedi, rahatsız edici düşüncelerim geri gelmişti. Buradan çıkamama fikri beni ölesiye korkutuyordu. Sevdiklerimi bir daha hiç göremeyecek miydim? Sanki ikiye bölünmüştüm. Kaçmak isteyen yanımla burada kalmak isteyen yanım çarpışıyordu.

Bir gün ormana giderken geçmişime dair hiç özlem duymadığımı fark ettim. Fısıltıyla sohbet edip dururken ailem bile aklıma gelmez olmuştu. Bu ben olamazdım. Adadan önceki hayatım yoktu sanki. Önümden geçen alımlı kelebeğin dansına takılı kaldı gözlerim. Bir süre sonra kelebek yere düştü, ölmüştü. Geride hiç iç bırakmadan toprak onu içine çekti. O an kafama dank etti, adada hiç mezarlık görmemiştim. Sormak için ustamın yanına koştum. “Bu adada ölenlere ne oluyor?”

“Gömülüyorlar evlat, başka ne olacak?” Sorumu yadırgamıştı, tek kaşını kaldırdı. “Mezarlık nerede peki?” Düşünmeye başladı, bir süre ne diyeceğini bilemedi. “Şey, neredeydi ya? Şimdi çıkaracağım bekle.” Dediği gibi bekledim ama beni de sorumu da unutup işine döndü.

Çok garip. Sanki bir şey insanların kafasını karıştırıyordu. Birkaç gün sonra birinin ölüm haberini aldık. Yakınları üzgündü ve cenaze ile meşguldü. Gidip uzaktan izledim, adamı ormanın içinde bir yere gömdüler ve ağlayıp dağıldılar. Her şey normal görünüyordu yine de ertesi gün kimse yokken aynı yere gittim. Mezarın olması gereken yerde toprak dümdüzdü. Şaşkınlıkla bir süre toprağı kazdım ama içinde bir şey yoktu. Korkuyla geriye düştüm. Şaşkınlık ve endişeyi üzerimden atmam bayağı sürdü.

O gece bir kâbus gördüm. Adanın soğuk kumlarında yalınayak yürüyordum. Her yeri beyaz bir sis örtüsü kaplamıştı. Akbabalar birer birer gelip ağaçların dallarına konuyordu. Nereye gittiğim hakkında bir fikrim yoktu, her adımımda kalbimi saran korku büyüyordu. Üzerimdeki gözleri hissedince koşmaya başladım. Kuşlar da peşime takıldı. Kulakları sağır edecek gürültü vardı. Dengemi kaybedip bir ağacın dibine yuvarlandım. Yerden fırlayan sarmaşıklar bedenimi sardı, ben deli gibi çırpınırken beni toprağın içine doğru çekti. İnsanları öğüterek beslenen bir ada.

Bağırarak uyandım, terden sırılsıklam olmuştum. Ne olursa olsun buradan kurtulmalıyım. Ölü ya da diri benden haber alamamak ailemi mahveder. O an kalbimdeki tüm tereddütlerden sıyrıldım.

Sonra bir şey hatırladım. Buraya geldiğimde ilk karşılaştığım kişi yağmurlu günde durakta kayıp ilanında gördüğüm adamın ta kendisiydi. Halbuki bana henüz çocukken buraya geldiğini, kimsesinin olmadığını söylemişti. Tamamen yanılıyordu, onu arayan bir ailesi vardı. Her ne kadar konuşmak istesem de gerçeği ona söyleyemedim. İnanmazdı.

***

Kalemi bulduğumda derin bir nefes aldım, mumu geri yaktım. Hemen yazacaklarımı yazdım, yırtılmasından korkarak kağıdı özenle katladım. Çantamı alıp kendimden emin kulübeden çıktım. Daha ilk adımımda beni buraya bağlayan bağların gevşediğini hissettim. Bu kez başaracağımı biliyorum.

Kimseye görünmeden denize açıldığımda arkama bakmadan kürekleri çektim. Nefesimi tutmuş bekliyordum, öncekinin aksine adadan uzaklaşabildim. Dönüp ardıma baktığımda şok oldum, adanın eski görüntüsünden eser yoktu. Küf kokusu burnuma kadar geldi, çürümüşlüğü görebiliyordum. Adanın etrafı gri bir sis tabakası ve yer yer yükselen dumanla kaplıydı. Gözüme inen perde kalktı kalkmasına ama şimdi önümde yeni bir sorun var. Denizde kürek çekerek nereye kadar gidebilecektim? Adadan kurtulmaya o kadar odaklandım ki gerisini hesap etmemişim.

Saatlerce kürek çektikten sonra iyice yorgun düştüm. Çantama attığım azığı çıkarıp bir şeyler yedim. Kayık hafif hafif sallanırken içimdeki korku büyüyordu. Tek başıma ve savunmasızdım. Hava karardıktan bir süre sonra kürekleri içeri çektim, uyuyakaldım. Gün doğmaya başladığında başımı kaldırıp etrafa bakındım, her yer uçsuz bucaksız mavilikti. Bu sonsuzluk hissi beni sarstı. Vakit geçtikçe çöküyordum. Buradan kurtulamayacağım, bu düşünceyi kafamdan atmaya çalıştım. O anda bir tekne sesi geldi. Telaşla doğruldum, hırkamı sallamaya başladım. Tekne yaklaşınca sevincim dehşete döndü. “Aren!” 

İyice yaklaşan Aren yakınımda tekneyi durdurdu. Öne doğru çıktı, bakışlarından bir anlam çıkaramıyordum. “Yolunu kaybetmişsin, seni bulmam biraz vakit aldı.”

“Burayı nasıl buldun?”

“Her şeyi biliyor olmalısın, adadan çıkmayı başardığına göre.”

“Neden bunu yapıyorsun?” 

“Seni adaya zorla götürmedim. İnsanlar ve ada birbirinden karşılıklı fayda sağlar. Arzun seni oraya sürükledi. Kandırıldığını düşünüyorsun farkındayım ama adanın sözünden çıkacak iradem yok benim, ismimi bile o verdi.”

O anda öfkemi yanlış kişiye yönelttiğimi anladım. Aren ele geçirilmiş biriydi ve adanın hükmünden çıkamıyordu. Belki de o yüzdendi bana bakışlarındaki çözememişlik. Gözlerinde gerçek bir şaşkınlık ve kıskançlık vardı. “Sadece görevimi tamamlamaya geldim. Denizde ölüp gitmeni istemiyor ada. Eğer geri dönme gibi bir niyetin yoksa seni aldığım o kasabaya bırakacağım.”

“Adaya dönme gibi bir niyetim yok elbette. Hem sana ne diye güveneyim ben?”

“Yeterince vaktim var, sen ikna olana kadar buradayım. Bana seslenmen yeter.”

Ona aldırmadan kürekleri çekmeye başladım, ben uzaklaştıkça Aren de beni takip ediyordu. İki gün sonra direncim kırılmaya başladı, yiyeceğim ve suyum tükenmişti. Hafif sallantı midemi bulandırıyordu, çok acıkmıştım. Gözlerimi kapadığımda bir salıncakta ileri geri hareket ediyormuşum gibi geldi. Ne kadar öyle kaldım bilmiyorum. Uzaklarda adımı çağıran bir ses işittim. O kadar bitkin haldeydim ki yanıt veremedim. Boğazım tamamen kurumuştu, sesim çıkmıyordu. Sonra dudaklarıma değen suyu hissettim, kana kana içtim.

“İyi misin?” dedi Aren. Koluma girip beni tekneye çıkardı. Gözlerim karardığı için güçlükle ilerleyebildim. Bana biraz yiyecek ve ilaç verdi. Başım ağrıdan zonkluyordu. Bir süre sonra uykuya yenik düştüm. Sabah olup da uyandığımda teknenin hareket halinde olduğunu fark ettim. Üzerimdeki battaniyeyi atıp güverteye çıktım telaşla. “Sakin ol. Kasabaya yaklaştık bile.”

Dönüp baktığımda Aren’in doğruyu söylediğini gördüm. Kıyıya yaklaşıyorduk, kurtulmuştum. Ben indikten sonra Aren bir süre beni izledi, sonra bir şey demeden tekneyi çalıştırıp uzaklaştı. İlk işim yoldan geçen birinden telefonunu istemek oldu. Hemen babamın numarasını çevirdim. Birkaç kez çaldıktan sonra babam telefonu açtı. “Alo?” Cevap vermeden önce yutkundum, bu sesi tekrar duyabildiğime inanamıyordum.

Konuşma sonrasında telefonu sahibine iade ettim. Evdekilerin hayret nidaları, sevinçleri kulağımdan gitmiyordu. Onlar için hiç de kolay değildi biliyorum ancak olanları anlatamazdım. Eve varışım düşündüğümden duygusal oldu. Annem sıkıca sarıldı bana. Herkes neler olduğunu merak ediyordu. Annem dikkatle baktı bana. “Gözlerin bile göçmüş, zayıflamışsın. Neler oldu böyle?” Ellerini tuttum, zoraki gülümsedim.

“Hiç sorma anne. Sana en son denize açılacağımdan söz etmiştim. Yolda tekne bozuldu, mahsur kaldık. Telefonumun da şarjı bitti. Rüzgarda sürüklenip durduk ve ıssız bir adaya düştük. Günlerce birilerinin geçmesini bekledik. Sizi endişelendirdiğim için üzgünüm.”

Neticede büyük bir talihsizlik yaşadığıma inandılar ve kaygıları yavaş yavaş son buldu. Her şey rutin bir şekilde ilerlemeye başladı. Adadan kurtulabildiğim için üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. O hatıralar şimdi sadece canımı yakıyordu. Hele de kimseye anlatamıyor olmak...

Bir sabah kahvaltı yaparken annemin gözlerini bana diktiğini fark ettim. “Bir şey mi oldu anne?”

“Oğlum gerçekten iyi misin? Bizden bir şey mi saklıyorsun? Geldiğinden beri bir farklılık var sende.” Onu üzgün görmeye katlanamıyordum. Tüm içtenliğimle gülümsedim. “Her şey anlattığım gibi anne. Geçti gitti, gayet iyiyim.”

“Geceleri kâbus görüyorsun, sayıklıyorsun,” dedi düşünceli halde.

Ağzımdaki lokmayı güçlükle yuttum. Acaba uykumda neler saçmalamıştım? En kötü ne olabilir ki? Annem endişe içinde sözlerini sürdürdü. “Ait olduğum yerden kopamam. En kısa zamanda adaya dönmeliyim. Çağrını bekliyorum, duy beni. En son söylediklerin bunlardı.”

Dehşetle açıldı gözlerim. Çatal elimden düştü. “Hayır, hayır!” Bunları söylemiş olamam. Masadan fırladım, çünkü adaya dair anılarım silinmeye başlıyordu. Düşe kalka odama giderken annem de telaşla arkamdan koştu. Her şeyi yazdığım kağıt neredeydi? Gerçekleri aydınlatabilecek birilerine onu teslim etmeliyim. Belki de polise...

Annem bağırdı. “Rüzgar ne oluyor? Korkutuyorsun beni!” 

Dolabı açtım, içindekileri hızla boşalttım. Sonunda kutuyu buldum ama içi boştu, giysilerin içinde -adadaki kuşlardan birine ait olan- tüy vardı. Öfke içinde dolaba vurmaya başladım. “Kahretsin!” Her şey bulanıklaşıyordu, içimde büyük bir boşluk hissetmeye başladım. Annem endişe ile koluma yapışınca durdum. Dehşete kapılmıştı, pişmanlıkla yere çöktüm. Gözlerim dolmaya başladı. “Kurtuldum sanmıştım anne.” Eğilip bana sarıldı, yalvarırcasına konuştu. “Derdin neyse birlikte çözelim. Anlat bize.” 

Sessiz kalmayı seçtim. Aradan günler geçti, tüm çabalara rağmen kimse ağzımdan bir laf alamadı. Yaşadığım her şey rüya gibi geliyordu artık, gerçekten o adaya gitmiş miydim? Annem hâlâ uykumda konuştuğumu söylüyor, bir gün çekip gitmemden korkuyordu. Herkesin gözü üstümde. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissediyorum. Sonra bir gece ansızın uyandım, yine o sesi işittim.

“Kaçmakla eline ne geçti? Adanın dışında bir hayat yok artık senin için. Gerçeği gör diye seni durdurmadım. Sesin her gün bana ulaşıyor, kalbin burada kaldı, gel hadi.”

Bu kez konuşan adanın ta kendisiydi. Ağzımdan tek bir kelime çıktı. “Geliyorum.”


~Son~


3 Eylül 2024 Salı

Adanın Fısıltısı 2 (Hikaye)

 


 Sabahın erken saatlerinde garip hislerle uyandım. İçim içime sığmaz oldu, kalkıp pencereyi açtım. Güneş bir miktar yükselmişti, bulutlardan yağmur yerine yeşil tozlar düşmeye başlayınca şaşkınlıkla gözlerimi ovdum. Adanın üzerine yağan zerrelerle orman capcanlı bir renge büründü, sanki üzerindeki toz alınmıştı. İlerideki bir ağaç çiçeklerini döktü ve her bir çiçek girdap çizerek uzaklara savruldu.

 Kahvaltı için çağırılınca kendimi dışarının büyüsünden koparabildim. Kahvaltı boyunca sessizliğimi korudum. Ne düşünmem gerektiğinden emin değildim. Çocuklardan biri elindeki çatalı bırakıp bana döndü. “Kalbin derinlere kök salmış, adayla bağ kurmuşsun. O yüzden gelmişsin buraya.” Tam çayı yudumluyordum ki boğulur gibi oldum, öksürük tuttu. İhtiyar kalkıp sırtıma vurdu. Sonra çocukları azarlamaya başladı. “Kim anlatıyor bu zırvalıkları size? Bir daha böyle konuştuğunuzu duymayım.”

“Sana kim söyledi bunu?” dedim. Kalbim küt küt atıyordu. Azar işiten çocuğunsa gözleri dolar gibi oldu. “Of, büyüklerin nesi var anlamıyorum. Fısıltıları hiç dinlemiyorsunuz.”

“Fısıltıymış, rüzgârın sesi sadece o!” Konunun kapanışını çaresizce izledim.

O gün pek çok adalı ile tanıştım, benim için bir süredir kullanılmayan kulübeyi ayarladılar. Tek göz odası, küçük mutfağı vardı. Kıyafetlerimi eski, küçük dolaba yerleştirdim. Çalışma masası çok eskiydi ama iş görürdü. Rengi solmuş perdenin uçları yer yer yırtılmıştı. Yatağın iyi durumda olmasına sevindim, temiz çarşaf ve battaniye de vermişlerdi. Mutfakta da şömine benzeri taş ocak vardı.

O gece kulübede bir başımaydım, sonra birden fısıltılar yalnızlığıma eşlik etti. Adanın dört bir yanından gelen sesler boğuk bir uğultu gibiydi, anlaşılmazdı. Tüm dikkatim buna kayıyordu, başka şey düşünemez oldum. İzleniyor olduğum hissini üzerimden atamıyordum. Yine de yorgun hissettiğim için kısa sürede uykuya yenik düştüm.

Sabah ateş yakıp çay koydum. Hava öyle güzeldi ki bir şeyler atıştırdıktan sonra kendimi dışarı attım. Bir patikada yürürken mavi çiçekler ilgimi çekti. Bunlar evdeyken baş ucumda bulduğum çiçeklerdi. Bunu anımsayınca bir tuhaf oldum. Ayaklarımdan çıkan köklerin toprağın derinliklerine indiği hissi gelip geçti bir an. Tüylerim diken diken oldu.

 Burada insanlar geçimini sağlamak için ormancılık, tarım, marangozlukla falan uğraşıyordu. Ben de burada yaşamaya karar verdiğim için bir ormancının yanında çırak olarak işe başladım. Adam başta yaşımın büyük olduğunu söyleyip mırın kırın etse de diğerlerinin ısrarı ile kabul etti.

Geceleri ise ada bambaşka bir hal alıyordu. Rüzgârın uğultusuna karışmış fısıltılar etrafı sarıyordu. Buraya geldiğimden beri rahat uyuyabildiğimin, ruh halimin değiştiğinin, kaygılarımın azaldığının farkındayım fakat fısıltıların kaynağını merak ediyordum. Ertesi gün ustama geceleri garip sesler duyup duymadığını sorduğumda sakalını sıvazlayıp yanıt verdi. “Fısıltılardan bahsediyorsun sanırım. Adanın etrafında oluşan ani basınç değişimlerinin buna sebep olduğu söyleniyor.”

“Anlıyorum, yani herhangi bir anlamı yok.”

“Hayır, ne olabilir ki?” Omuz silkip yanımdan uzaklaştı. Benle konuşmaktan çok daha önemli işleri var gibiydi. Kuru ağaçları testere ile kesmeye başladık. Ustamın pes edip gitmemi bekler gibi bir hali vardı. Kolay kolay yılmayacağımı ona göstereceğim. Akşam üstü eve döndüğümde bitkindim. Kollarımı ve bileklerimi ovarak rahatlamaya çalıştım. Kendimi öylece yatağın üstüne bıraktım, dövülmüş gibiydim.

Çok iyi kapatmamış olacağım ki pencere bir anda açıldı, içeriye serin hava doldu. Dalgaların sesini net şekilde duyabiliyordum. Fısıltıları işitince hızla üstüme bir hırka geçirdim. Yalın ayakla dışarı çıktığımdan parmaklarım nemli kumlara gömülüp duruyordu. Sudaki mavi ışıltıların dansı, gökteki yıldızların havai fişek gibi dağılması, bulutların arasından yüzünü gösteren hilalin beşik gibi sallanışı... İnanılmaz görüntüler karşısında başım döndü. Daha neler! Çiçek kokuları mı bende kafa yapıyordu yoksa? 

Beni buraya getiren neydi? Buna bir yanıt vermem zordu. Dönüp geriye, kulübelerin olduğu yöne baktım. Uzaktan sadece karaltı olarak gördüğüm evlerde her hangi birilerinin yaşadığına dair iz yoktu. Evlerden çıt çıkmıyordu, hiç ışık yoktu. Burası sahte bir güzellikten mi ibaretti? Hislerimin sürekli değişmesi beni korkutuyordu. Telaşla ayağa kalktım. Gitmeliyim. Ya şimdi, ya hiç! Eşyalarımı toplama niyetiyle kulübeye doğru yönelmiştim ki o sesi işittim. “Gitme.” 

Yüreğim ağzıma geldi, oysa etrafta kimse yoktu. Kulübeye koşup çantamı topladım ve kıyıdaki bir kayığa atladım. Kürekleri çektim. Dakikalar birbirini kovaladı ama ben adadan hiç uzaklaşamadım. Sonra şok edici gerçeği kavradım, adanın etrafında daireler çizip duruyordum. Ne kadar kürek çeksem de kayığın burnu hep saat yönünde dönüyordu, buradan çıkamıyordum. Yüzerek kaçma fikri de fazla çılgınca geldi. Ellerim titremeye başlayınca boş yere uğraşmayı bıraktım. Başımı ellerimin arasına aldım, nefesim kesilecek gibi oldu. Çaresizlik içinde geriye döndüm. Kumlara ayak bastığımda gerginliğim biraz azaldı. Kendimi yere bıraktım, istemsizce güldüm. Aren! Hepsi senin yüzünden! Sonunda yılmış halde bağdaş kurup oturdum. O sırada etrafımda helezon çizerek döndü rüzgâr. “Ne düşünüyorsun böyle?”

 Birden fazla kişi aynı anda konuşuyor gibiydi, ses hem güçlü hem çocuksu hem de şiirseldi. “Kimsin sen?” dedim korku içinde.

 “Dilersen dostun olabilirim.”

 “Kendini göster bana.”

 “Bir görüntüm yok sadece sesim ben.”

 “Ama düşünüyor ve yanıt verebiliyorsun,” dedim kuşkuyla. Şaşkınlığım karşısında güldü. “Bu adada her şey alışılmışın dışındadır, hâlâ kavrayamadın mı? Seni buraya getiren de böyle bir yere ihtiyaç duymandı. Ruhun buraya uyum sağlamaya başladı bile.”

 “Kulağa korkunç geliyor. Ben deliriyorum galiba, başka açıklaması olamaz,” dedim kendi kendime.

 “Hayır, delirmedin sadece şahit olduğun gerçekler ile inkarcı mantığın çatışma halinde.” 

 Nereye bakmam gerektiğini bilemeyince denize çevirdim bakışlarımı. “Burada neler döndüğünü anlat bari.”

“Senin gibisi ilk kez geliyor buraya.” Bu, beklediğim yanıt değildi ama şaşırttı beni. “Ne demek istiyorsun?”

“Direniyorsun. Kendine, hislerine, arzularına... Kafanın içinde sanki başka birisi yaşıyor.”

Ses, hayal kırıklığına mı uğramıştı bana mı öyle geliyordu? Rüzgâr durunca fısıltı da kesildi oysa daha sormak istediğim çok şey vardı. Güçlükle yerimden kalktım, çantamı silkeleyip omzuma taktım, eve döndüm. İlginç bir şekilde yalnızlık hissim azalmıştı, konuşmanın devamı için bu kadar istekli olacağım aklıma gelmezdi. Kendimi tatlı bir rüyada gibi hissediyordum, az önceki korkum tamamen uçup gitmişti.

Ertesi sabah kalktığımda bir an önce gece olmasını istiyordum. Onunla tekrar konuşmam gerek. Hazırlanıp ormana gittiğimde ustam çoktan işe başlamıştı. Adadaki belli yaşın üstündeki herkes gibi onun da göz altlarında morluk vardı. Gençler ise daha enerjik ve neşeliydi. Çocuklar... Doğru ya çocuklar, onlarla hemen konuşmalıyım. Hava kararmadan işi bırakıp doğruca çocukların evine gittim. Neyse ki ikisi bahçede yalnızdı. Beni fark edince yanıma geldiler, başlarını okşadım. “Adadan çıkamayacağımı söylemiştiniz, bunu nereden biliyorsunuz? Fısıltıları siz de duyuyorsunuz değil mi?”

Büyük olanın gözleri ışıldadı. “Çocuklar fısıltıları duyar ama insanlar büyüdükçe duymaz hale geliyorlar ve unutuyorlar.”

“Ben buradan nasıl çıkabilirim peki? Bir şey biliyor musunuz?” 

“Gitmek mi istiyorsun? Burayı sevmedin mi?” 

“Bizimle kalabilirsin,” dedi küçük olan.

“Üzgünüm çocuklar ama benim evim, ailem uzakta. Onların yanına gitmem gerek, çıkışı bulamıyorum.”

Şimdi ikisi de daha anlayışlı görünüyordu. Sonunda büyük olan kulağıma bir şeyler söylemeye karar verdi. Eğildim. “Bizim dediğimizi söyleme. Adadan çıkmak için kalbinden burayı söküp atman gerekiyormuş.”

Bu yanıt beni hayal kırıklığına uğratmıştı, belli etmemeye çalıştım. “Bu önemli bir bilgi, teşekkür ederim, kimseyle paylaşmayacağım.”

İki çocuk da gülümseyerek bana bakıyordu. Bana yardımcı olabildikleri için mutlu görünüyorlardı. “Siz de bu konuştuklarımızı sır olarak saklayın olur mu?” Kararlı bir şekilde başlarını salladılar.

 O gece sabırsızlıkla fısıltıları duyacağım anı bekledim. Belki buradan nasıl çıkacağımı öğrenebilirim. Deniz kıyısına oturup bir dalla kumu eşelerken onu işittim. Ses bu kez orta yaşlarda, nazik bir kadına ait gibiydi.

“Yalnızlıktan korkuyorsun değil mi?”

 “Yalnızlık boğucu bir karanlığa dönüşürse gerçekten korkutucudur.”

 “Aklından geçenleri anlat bana.”

Ses öyle ikna ediciydi ki dilimin çözülmesinden korktum. Oldum olası kendimi açık etmekten sakınan biriydim. “Neden sustun?” dedi.

“Korkuyorum. Bu adada hayallerimin ötesinde bir yaşama kavuşmuşken bir gün aniden uyanarak aslında hiçbir şeye sahip olmadığımı görmekten korkuyorum. Gitmekle kalmak arasında bocalıyorum, bu gelgit beni bitiriyor.”

 “Yaşam böyledir. Kimse değer verdiği bir şeyin ellerinden kayıp gitmesini istemez. Gelecekten korkmak yerine içinde bulunduğun anın güzelliğini yaşa. Kara bulutlar yaklaşıyor mu diye hep uzaklara bakarsan beklediğin gün doğumunu göremezsin.”

“O gün doğumu sahteyse bile beklemeye değer mi?”

Birkaç saniye boyunca sessizlik sürdü. Gerçekten ne yanıt vereceğini mi düşünüyor? “Gerçek nedir peki? Görebildiğin mi, dokunabildiğin mi, duyabildiğin mi? Bırak duyguların sana ışık tutsun, yolunu bulmak istiyorsan kendini sınırlama.”

“Peki ya sen benim hayal ürünümsen?” 

“Kendini bırakmak yerine açık arıyorsun hep.”

“Direnme konusuna mı geleceksin yine?”

Sustu. Uzun sürdü sessizlik. “Tek fark eden sensin,” dedi. “Neyi?” dedim.

“Sabit bir ses tonum yok. O yüzden şu ana dek adadaki insanlar her seferinde farklı biriyle konuştuğunu sandı. Sen farklısın.”

“İltifat mı kabul etmeliyim bunu?”

“Hayır, öngörülemez birisin, tehlikelisin.”

 Ses yine kesildi, fark ettiğim şeyle boğazım düğümlenmişti. Ada beni tehdit olarak görüyorsa gitmeme asla izin vermezdi. Hissizce ilerleyip denize girdim. Ayaklarıma serin su çarpıyordu, yürümeyi sürdürdüm. Sular dizlerime, belime, son olarak boynuma kadar yükseldi. Dengemi kaybedip düşmemek için bayağı direniyordum. Birden yön duygum bozuldu, sular yüzüme çarpıp geçerken ne tarafa gideceğimi bilemedim. İki adım daha attığımda tamamen suyun içinde kaldım. Ansızın telaşlanıp çırpınmaya başladım. Soğuk canımı yakıyordu, nefes alamıyordum. 

Gözlerimi araladığımda kumların üzerinde yatıyordum. Dalgalar beni kıyıya vurmuş olmalıydı. Her şeyi hatırlayınca kalbim hızla çarpmaya başladı. Az kalsın ölüyordum. Titreyerek yerden kalktım, kulübeye zor attım kendimi. Uykuya daldığımda da sıkıntılı rüyalar gördüm. Annem endişeli halde beni arıyordu. “Rüzgar! Rüzgar!” Koluma birinin dokunması ile sıçrayarak uyanmam bir oldu. Alnımdaki ıslak havlu önüme düştü. 

“Sonunda uyandın,” dedi çatık kaşlı ustam. “Geç kalınca merak edip geldim, kapı açıktı.”

“Ah, üzgünüm,” dedim yataktan kalkmaya çalışarak. “Otur, otur. Birden ne oldu sana böyle? Eminim yemeğin de yoktur. Sen yat, ben bir çorba pişireyim.”

“Ama olur mu? Zahmet etmeyin.”

Ters bakışı ile susmak zorunda kaldım. “Çabuk iyileş de işine dön.” Başka şey demeden mutfağa geçti. Az sonra mis gibi kokular yayıldı etrafa. Acıkmışım, en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyorum. Sonra annem geldi aklıma ve gördüğüm rüyayı anımsadım. Suçluluk hissetmeye başladım, günlerdir ailemle iletişim kuramamıştım. 

Gün boyunca yatıp dinlendim. Akşamüstü çok daha iyiydim. Gece olup da fısıltılar başladığında dikkat kesildim. Dünkü hezimetten sonra bile gizemli bir sohbeti kaçıramazdım. Bir süre kumsalda yürüdüm. “Bugün benimle konuşmayacak mısın?” dedim boşluğa doğru.

Bir esinti gelip etrafımı dolaştı. “Kulak verdiğin sürece konuşmaya hazırım. Dünkü gibi bir delilik yapma.”

“Beni kurtaran ada mıydı?”

“Evet. Bazı şeyler dikkatinden kaçmıyor, kafanda çok soru işareti var değil mi?”

“Bu adadan nasıl çıkacağım?” dedim uzatmadan.

“Gitmeyi bu kadar istiyorsun demek. Her şey senin elinde, gitmek de kalmak da.

“Denedim ama olmadı.”

“Biliyorum. Hep böyle bir yerde yaşamayı arzuluyordun. Şimdi buna kavuşmuşken içindeki arzuyu kolayca söküp atabileceğini mi sanıyorsun? İnsanlar buraya kendi ayağıyla gelir. Tabii ada da bulunma konusunda onlara yardımcı olur. Kalbindekilerin yankısı uzun süredir buraya vuruyordu. Biz de seni ait olduğun yere çağırdık.”

Gözlerim hayretle açıldı. Evde ve işte duyduğum o sesler gerçekmiş demek. O sözleri duyduktan sonra beni buraya sürükleyecek adımları tek tek uygulamıştım. İstifa etmiş, yolculuğa çıkmış, ait olduğum yeri aramıştım.  Meğer hepsi buraya ulaşmam içinmiş.

“Gitmenin bir yolu varsa eğer muhakkak başaracağım,” diye söylendim.

“O halde ada bu cüretine karşılık verecektir.”

Beni karamsarlığa iten tehditkâr sözlerin ardı gelmedi. Anladığım bir şey varsa o da buradan kurtulmam için sağlam bir iradeye sahip olmam gerektiğiydi. Bu, hiç kolay olmayacak. Günler böylece geçip gitti. Bir gün ilk kez gözümün altında oluşan morlukları fark ettim. Bu iyi değildi, içimi bir korku kapladı. Diğerlerine dönüşmeye başlıyordum.

Sonraki gün odun keserken yaşlı bir kadın geldi. Onu daha önce iki kez görmüştüm. Bakışlarında endişe vardı. “Nasıl yardımcı olabilirim?” dedim nazikçe.

“Biraz odun alacaktım ama taşıyamam. Nasıl yapsak?” dedi ustama bakarak.

“Rüzgar sen götürüver.”

“Tamam usta,” dedim.

Yaşlı kadın için odunları küfeye doldurdum ve yola düştük. Onunla ilgili çözemediğim bir şey vardı, sonunda fark ettim. Adadaki diğer insanların aksine gözlerinin etrafında hiç morluk yoktu, gayet sağlıklı görünüyordu. 

O önde ben arkada yürürken ufuk çizgisi civarındaki bulutlar iyice kızıla döndü.  Anında bu güzelliğin çekimine kapıldım. Adada hayatı ağır çekimde yaşıyor gibiydim. Burada nefes almak bile farklı duygulara sürüklüyordu insanı.

 “Duyuyor musun beni?” Kadının tiz sesini duymamak pek mümkün değildi. Sert bakışları etrafımda oluşan toz pembe bulutları dağıttı. Ona baktığımı görünce tekrar önüne döndü, yürümeyi sürdürdü. “Fırsatın varken buradan ayrılman gerektiğini söylüyorum sana.” 

“Neden?” Birden böyle bir konu açmasını garipti.

“Bunlar kör, hiçbir şeyin farkında değiller,” dedi parmağıyla ötedeki insanları göstererek. “Geceleri burası farklıdır. Önce kişinin ruhuna sızar fısıltılar, usulca orada kozasını örer. Masal dünyasında yaşıyor gibi hissedersin, kaptırırsın kendini. Oysa hepsi yanılgıdan ibaret. Ada seni bırakmak istemez çünkü verdiklerine karşılık senden bir şey alır.” 

 Duyduklarım karşısında hayrete düştüm. Başından beri çekindiğim şeyler vardı ama gerçekle yüzleşmek istememiştim. Yutkundum, sesimin titremesine engel olamadım. “Ada bizden ne alıyor?”

 Kadın durdu, küfeyi yere bırakmamı işaret etti. Evine gelmiştik. “Uyarmakta geç mi kaldım yoksa? Bakıyorum da gözlerin bile değişmiş.” 

“Lütfen söyle.”

“Ada iradeni, gücünü elinden alıyor. İçten içe buradan kopmak istemiyorsun çünkü ada buna izin vermiyor. Yavaş yavaş tükeniyor insanlar burada ve böylece ada daha güçleniyor. Hiçbir yerde bu kadar canlı renklere sahip, insanı baştan çıkaran bir güzellik gördün mü? Bunu neye borçlu sence?”

 Derin bir iç çektim. Kafamdaki soruyu yönelttim. “Peki, sen bu olanlardan nasıl etkilenmiyorsun?”

“İlk zamanlarda, her şeyin farkına vardım. Geceleri kulaklarıma pamuk tıkayıp uyuyorum. İnsanları uyarsam da beni dinlemediler. Yıllardır burada hapis hepsi ama farkında değiller. Ben gençliğimden beri burada yaşadığım için burayı seviyorum. Gidebileceğim başka yer yok zaten. Ada hakkındaki söylentiler dışarıdaki insanları çekiyor ama onlar senin gördüğünü göremediği için bu topraklara adım atamazlar.”

 “Peki, neden ben? Diğerleri neden göremiyor?”

“Kim bilir? Belki ada sadece gerçek bir kaçışa ihtiyaç duyanları etkisi altına alıyor.”

“Bundan kurtulmanın bir yolu yok mu?”

“Bilmiyorum, gidebileni hiç görmedim. Yine de seni uyarmak istedim.” 

 Çaresizlik içinde kıvranıyordum. Gerginlikten midem bulanacak gibiydi, başım zonkluyordu. Kadının söylediklerini işitmiyordum artık. Kaçarcasına oradan uzaklaştım. 

Devam edecek...

Yıldız Düşüşü 2.Bölüm

  2.Bölüm Ertesi gün davetten birkaç saat önce Aden geldi. Oynayacakları rolde daha gerçekçi olmak için birbirlerini tanımaları gerektiğini ...