Sabahın erken saatlerinde garip hislerle uyandım. İçim içime sığmaz oldu, kalkıp pencereyi açtım. Güneş bir miktar yükselmişti, bulutlardan yağmur yerine yeşil tozlar düşmeye başlayınca şaşkınlıkla gözlerimi ovdum. Adanın üzerine yağan zerrelerle orman capcanlı bir renge büründü, sanki üzerindeki toz alınmıştı. İlerideki bir ağaç çiçeklerini döktü ve her bir çiçek girdap çizerek uzaklara savruldu.
Kahvaltı için çağırılınca kendimi dışarının büyüsünden koparabildim. Kahvaltı boyunca sessizliğimi korudum. Ne düşünmem gerektiğinden emin değildim. Çocuklardan biri elindeki çatalı bırakıp bana döndü. “Kalbin derinlere kök salmış, adayla bağ kurmuşsun. O yüzden gelmişsin buraya.” Tam çayı yudumluyordum ki boğulur gibi oldum, öksürük tuttu. İhtiyar kalkıp sırtıma vurdu. Sonra çocukları azarlamaya başladı. “Kim anlatıyor bu zırvalıkları size? Bir daha böyle konuştuğunuzu duymayım.”
“Sana kim söyledi bunu?” dedim. Kalbim küt küt atıyordu. Azar işiten çocuğunsa gözleri dolar gibi oldu. “Of, büyüklerin nesi var anlamıyorum. Fısıltıları hiç dinlemiyorsunuz.”
“Fısıltıymış, rüzgârın sesi sadece o!” Konunun kapanışını çaresizce izledim.
O gün pek çok adalı ile tanıştım, benim için bir süredir kullanılmayan kulübeyi ayarladılar. Tek göz odası, küçük mutfağı vardı. Kıyafetlerimi eski, küçük dolaba yerleştirdim. Çalışma masası çok eskiydi ama iş görürdü. Rengi solmuş perdenin uçları yer yer yırtılmıştı. Yatağın iyi durumda olmasına sevindim, temiz çarşaf ve battaniye de vermişlerdi. Mutfakta da şömine benzeri taş ocak vardı.
O gece kulübede bir başımaydım, sonra birden fısıltılar yalnızlığıma eşlik etti. Adanın dört bir yanından gelen sesler boğuk bir uğultu gibiydi, anlaşılmazdı. Tüm dikkatim buna kayıyordu, başka şey düşünemez oldum. İzleniyor olduğum hissini üzerimden atamıyordum. Yine de yorgun hissettiğim için kısa sürede uykuya yenik düştüm.
Sabah ateş yakıp çay koydum. Hava öyle güzeldi ki bir şeyler atıştırdıktan sonra kendimi dışarı attım. Bir patikada yürürken mavi çiçekler ilgimi çekti. Bunlar evdeyken baş ucumda bulduğum çiçeklerdi. Bunu anımsayınca bir tuhaf oldum. Ayaklarımdan çıkan köklerin toprağın derinliklerine indiği hissi gelip geçti bir an. Tüylerim diken diken oldu.
Burada insanlar geçimini sağlamak için ormancılık, tarım, marangozlukla falan uğraşıyordu. Ben de burada yaşamaya karar verdiğim için bir ormancının yanında çırak olarak işe başladım. Adam başta yaşımın büyük olduğunu söyleyip mırın kırın etse de diğerlerinin ısrarı ile kabul etti.
Geceleri ise ada bambaşka bir hal alıyordu. Rüzgârın uğultusuna karışmış fısıltılar etrafı sarıyordu. Buraya geldiğimden beri rahat uyuyabildiğimin, ruh halimin değiştiğinin, kaygılarımın azaldığının farkındayım fakat fısıltıların kaynağını merak ediyordum. Ertesi gün ustama geceleri garip sesler duyup duymadığını sorduğumda sakalını sıvazlayıp yanıt verdi. “Fısıltılardan bahsediyorsun sanırım. Adanın etrafında oluşan ani basınç değişimlerinin buna sebep olduğu söyleniyor.”
“Anlıyorum, yani herhangi bir anlamı yok.”
“Hayır, ne olabilir ki?” Omuz silkip yanımdan uzaklaştı. Benle konuşmaktan çok daha önemli işleri var gibiydi. Kuru ağaçları testere ile kesmeye başladık. Ustamın pes edip gitmemi bekler gibi bir hali vardı. Kolay kolay yılmayacağımı ona göstereceğim. Akşam üstü eve döndüğümde bitkindim. Kollarımı ve bileklerimi ovarak rahatlamaya çalıştım. Kendimi öylece yatağın üstüne bıraktım, dövülmüş gibiydim.
Çok iyi kapatmamış olacağım ki pencere bir anda açıldı, içeriye serin hava doldu. Dalgaların sesini net şekilde duyabiliyordum. Fısıltıları işitince hızla üstüme bir hırka geçirdim. Yalın ayakla dışarı çıktığımdan parmaklarım nemli kumlara gömülüp duruyordu. Sudaki mavi ışıltıların dansı, gökteki yıldızların havai fişek gibi dağılması, bulutların arasından yüzünü gösteren hilalin beşik gibi sallanışı... İnanılmaz görüntüler karşısında başım döndü. Daha neler! Çiçek kokuları mı bende kafa yapıyordu yoksa?
Beni buraya getiren neydi? Buna bir yanıt vermem zordu. Dönüp geriye, kulübelerin olduğu yöne baktım. Uzaktan sadece karaltı olarak gördüğüm evlerde her hangi birilerinin yaşadığına dair iz yoktu. Evlerden çıt çıkmıyordu, hiç ışık yoktu. Burası sahte bir güzellikten mi ibaretti? Hislerimin sürekli değişmesi beni korkutuyordu. Telaşla ayağa kalktım. Gitmeliyim. Ya şimdi, ya hiç! Eşyalarımı toplama niyetiyle kulübeye doğru yönelmiştim ki o sesi işittim. “Gitme.”
Yüreğim ağzıma geldi, oysa etrafta kimse yoktu. Kulübeye koşup çantamı topladım ve kıyıdaki bir kayığa atladım. Kürekleri çektim. Dakikalar birbirini kovaladı ama ben adadan hiç uzaklaşamadım. Sonra şok edici gerçeği kavradım, adanın etrafında daireler çizip duruyordum. Ne kadar kürek çeksem de kayığın burnu hep saat yönünde dönüyordu, buradan çıkamıyordum. Yüzerek kaçma fikri de fazla çılgınca geldi. Ellerim titremeye başlayınca boş yere uğraşmayı bıraktım. Başımı ellerimin arasına aldım, nefesim kesilecek gibi oldu. Çaresizlik içinde geriye döndüm. Kumlara ayak bastığımda gerginliğim biraz azaldı. Kendimi yere bıraktım, istemsizce güldüm. Aren! Hepsi senin yüzünden! Sonunda yılmış halde bağdaş kurup oturdum. O sırada etrafımda helezon çizerek döndü rüzgâr. “Ne düşünüyorsun böyle?”
Birden fazla kişi aynı anda konuşuyor gibiydi, ses hem güçlü hem çocuksu hem de şiirseldi. “Kimsin sen?” dedim korku içinde.
“Dilersen dostun olabilirim.”
“Kendini göster bana.”
“Bir görüntüm yok sadece sesim ben.”
“Ama düşünüyor ve yanıt verebiliyorsun,” dedim kuşkuyla. Şaşkınlığım karşısında güldü. “Bu adada her şey alışılmışın dışındadır, hâlâ kavrayamadın mı? Seni buraya getiren de böyle bir yere ihtiyaç duymandı. Ruhun buraya uyum sağlamaya başladı bile.”
“Kulağa korkunç geliyor. Ben deliriyorum galiba, başka açıklaması olamaz,” dedim kendi kendime.
“Hayır, delirmedin sadece şahit olduğun gerçekler ile inkarcı mantığın çatışma halinde.”
Nereye bakmam gerektiğini bilemeyince denize çevirdim bakışlarımı. “Burada neler döndüğünü anlat bari.”
“Senin gibisi ilk kez geliyor buraya.” Bu, beklediğim yanıt değildi ama şaşırttı beni. “Ne demek istiyorsun?”
“Direniyorsun. Kendine, hislerine, arzularına... Kafanın içinde sanki başka birisi yaşıyor.”
Ses, hayal kırıklığına mı uğramıştı bana mı öyle geliyordu? Rüzgâr durunca fısıltı da kesildi oysa daha sormak istediğim çok şey vardı. Güçlükle yerimden kalktım, çantamı silkeleyip omzuma taktım, eve döndüm. İlginç bir şekilde yalnızlık hissim azalmıştı, konuşmanın devamı için bu kadar istekli olacağım aklıma gelmezdi. Kendimi tatlı bir rüyada gibi hissediyordum, az önceki korkum tamamen uçup gitmişti.
Ertesi sabah kalktığımda bir an önce gece olmasını istiyordum. Onunla tekrar konuşmam gerek. Hazırlanıp ormana gittiğimde ustam çoktan işe başlamıştı. Adadaki belli yaşın üstündeki herkes gibi onun da göz altlarında morluk vardı. Gençler ise daha enerjik ve neşeliydi. Çocuklar... Doğru ya çocuklar, onlarla hemen konuşmalıyım. Hava kararmadan işi bırakıp doğruca çocukların evine gittim. Neyse ki ikisi bahçede yalnızdı. Beni fark edince yanıma geldiler, başlarını okşadım. “Adadan çıkamayacağımı söylemiştiniz, bunu nereden biliyorsunuz? Fısıltıları siz de duyuyorsunuz değil mi?”
Büyük olanın gözleri ışıldadı. “Çocuklar fısıltıları duyar ama insanlar büyüdükçe duymaz hale geliyorlar ve unutuyorlar.”
“Ben buradan nasıl çıkabilirim peki? Bir şey biliyor musunuz?”
“Gitmek mi istiyorsun? Burayı sevmedin mi?”
“Bizimle kalabilirsin,” dedi küçük olan.
“Üzgünüm çocuklar ama benim evim, ailem uzakta. Onların yanına gitmem gerek, çıkışı bulamıyorum.”
Şimdi ikisi de daha anlayışlı görünüyordu. Sonunda büyük olan kulağıma bir şeyler söylemeye karar verdi. Eğildim. “Bizim dediğimizi söyleme. Adadan çıkmak için kalbinden burayı söküp atman gerekiyormuş.”
Bu yanıt beni hayal kırıklığına uğratmıştı, belli etmemeye çalıştım. “Bu önemli bir bilgi, teşekkür ederim, kimseyle paylaşmayacağım.”
İki çocuk da gülümseyerek bana bakıyordu. Bana yardımcı olabildikleri için mutlu görünüyorlardı. “Siz de bu konuştuklarımızı sır olarak saklayın olur mu?” Kararlı bir şekilde başlarını salladılar.
O gece sabırsızlıkla fısıltıları duyacağım anı bekledim. Belki buradan nasıl çıkacağımı öğrenebilirim. Deniz kıyısına oturup bir dalla kumu eşelerken onu işittim. Ses bu kez orta yaşlarda, nazik bir kadına ait gibiydi.
“Yalnızlıktan korkuyorsun değil mi?”
“Yalnızlık boğucu bir karanlığa dönüşürse gerçekten korkutucudur.”
“Aklından geçenleri anlat bana.”
Ses öyle ikna ediciydi ki dilimin çözülmesinden korktum. Oldum olası kendimi açık etmekten sakınan biriydim. “Neden sustun?” dedi.
“Korkuyorum. Bu adada hayallerimin ötesinde bir yaşama kavuşmuşken bir gün aniden uyanarak aslında hiçbir şeye sahip olmadığımı görmekten korkuyorum. Gitmekle kalmak arasında bocalıyorum, bu gelgit beni bitiriyor.”
“Yaşam böyledir. Kimse değer verdiği bir şeyin ellerinden kayıp gitmesini istemez. Gelecekten korkmak yerine içinde bulunduğun anın güzelliğini yaşa. Kara bulutlar yaklaşıyor mu diye hep uzaklara bakarsan beklediğin gün doğumunu göremezsin.”
“O gün doğumu sahteyse bile beklemeye değer mi?”
Birkaç saniye boyunca sessizlik sürdü. Gerçekten ne yanıt vereceğini mi düşünüyor? “Gerçek nedir peki? Görebildiğin mi, dokunabildiğin mi, duyabildiğin mi? Bırak duyguların sana ışık tutsun, yolunu bulmak istiyorsan kendini sınırlama.”
“Peki ya sen benim hayal ürünümsen?”
“Kendini bırakmak yerine açık arıyorsun hep.”
“Direnme konusuna mı geleceksin yine?”
Sustu. Uzun sürdü sessizlik. “Tek fark eden sensin,” dedi. “Neyi?” dedim.
“Sabit bir ses tonum yok. O yüzden şu ana dek adadaki insanlar her seferinde farklı biriyle konuştuğunu sandı. Sen farklısın.”
“İltifat mı kabul etmeliyim bunu?”
“Hayır, öngörülemez birisin, tehlikelisin.”
Ses yine kesildi, fark ettiğim şeyle boğazım düğümlenmişti. Ada beni tehdit olarak görüyorsa gitmeme asla izin vermezdi. Hissizce ilerleyip denize girdim. Ayaklarıma serin su çarpıyordu, yürümeyi sürdürdüm. Sular dizlerime, belime, son olarak boynuma kadar yükseldi. Dengemi kaybedip düşmemek için bayağı direniyordum. Birden yön duygum bozuldu, sular yüzüme çarpıp geçerken ne tarafa gideceğimi bilemedim. İki adım daha attığımda tamamen suyun içinde kaldım. Ansızın telaşlanıp çırpınmaya başladım. Soğuk canımı yakıyordu, nefes alamıyordum.
Gözlerimi araladığımda kumların üzerinde yatıyordum. Dalgalar beni kıyıya vurmuş olmalıydı. Her şeyi hatırlayınca kalbim hızla çarpmaya başladı. Az kalsın ölüyordum. Titreyerek yerden kalktım, kulübeye zor attım kendimi. Uykuya daldığımda da sıkıntılı rüyalar gördüm. Annem endişeli halde beni arıyordu. “Rüzgar! Rüzgar!” Koluma birinin dokunması ile sıçrayarak uyanmam bir oldu. Alnımdaki ıslak havlu önüme düştü.
“Sonunda uyandın,” dedi çatık kaşlı ustam. “Geç kalınca merak edip geldim, kapı açıktı.”
“Ah, üzgünüm,” dedim yataktan kalkmaya çalışarak. “Otur, otur. Birden ne oldu sana böyle? Eminim yemeğin de yoktur. Sen yat, ben bir çorba pişireyim.”
“Ama olur mu? Zahmet etmeyin.”
Ters bakışı ile susmak zorunda kaldım. “Çabuk iyileş de işine dön.” Başka şey demeden mutfağa geçti. Az sonra mis gibi kokular yayıldı etrafa. Acıkmışım, en son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyorum. Sonra annem geldi aklıma ve gördüğüm rüyayı anımsadım. Suçluluk hissetmeye başladım, günlerdir ailemle iletişim kuramamıştım.
Gün boyunca yatıp dinlendim. Akşamüstü çok daha iyiydim. Gece olup da fısıltılar başladığında dikkat kesildim. Dünkü hezimetten sonra bile gizemli bir sohbeti kaçıramazdım. Bir süre kumsalda yürüdüm. “Bugün benimle konuşmayacak mısın?” dedim boşluğa doğru.
Bir esinti gelip etrafımı dolaştı. “Kulak verdiğin sürece konuşmaya hazırım. Dünkü gibi bir delilik yapma.”
“Beni kurtaran ada mıydı?”
“Evet. Bazı şeyler dikkatinden kaçmıyor, kafanda çok soru işareti var değil mi?”
“Bu adadan nasıl çıkacağım?” dedim uzatmadan.
“Gitmeyi bu kadar istiyorsun demek. Her şey senin elinde, gitmek de kalmak da.
“Denedim ama olmadı.”
“Biliyorum. Hep böyle bir yerde yaşamayı arzuluyordun. Şimdi buna kavuşmuşken içindeki arzuyu kolayca söküp atabileceğini mi sanıyorsun? İnsanlar buraya kendi ayağıyla gelir. Tabii ada da bulunma konusunda onlara yardımcı olur. Kalbindekilerin yankısı uzun süredir buraya vuruyordu. Biz de seni ait olduğun yere çağırdık.”
Gözlerim hayretle açıldı. Evde ve işte duyduğum o sesler gerçekmiş demek. O sözleri duyduktan sonra beni buraya sürükleyecek adımları tek tek uygulamıştım. İstifa etmiş, yolculuğa çıkmış, ait olduğum yeri aramıştım. Meğer hepsi buraya ulaşmam içinmiş.
“Gitmenin bir yolu varsa eğer muhakkak başaracağım,” diye söylendim.
“O halde ada bu cüretine karşılık verecektir.”
Beni karamsarlığa iten tehditkâr sözlerin ardı gelmedi. Anladığım bir şey varsa o da buradan kurtulmam için sağlam bir iradeye sahip olmam gerektiğiydi. Bu, hiç kolay olmayacak. Günler böylece geçip gitti. Bir gün ilk kez gözümün altında oluşan morlukları fark ettim. Bu iyi değildi, içimi bir korku kapladı. Diğerlerine dönüşmeye başlıyordum.
Sonraki gün odun keserken yaşlı bir kadın geldi. Onu daha önce iki kez görmüştüm. Bakışlarında endişe vardı. “Nasıl yardımcı olabilirim?” dedim nazikçe.
“Biraz odun alacaktım ama taşıyamam. Nasıl yapsak?” dedi ustama bakarak.
“Rüzgar sen götürüver.”
“Tamam usta,” dedim.
Yaşlı kadın için odunları küfeye doldurdum ve yola düştük. Onunla ilgili çözemediğim bir şey vardı, sonunda fark ettim. Adadaki diğer insanların aksine gözlerinin etrafında hiç morluk yoktu, gayet sağlıklı görünüyordu.
O önde ben arkada yürürken ufuk çizgisi civarındaki bulutlar iyice kızıla döndü. Anında bu güzelliğin çekimine kapıldım. Adada hayatı ağır çekimde yaşıyor gibiydim. Burada nefes almak bile farklı duygulara sürüklüyordu insanı.
“Duyuyor musun beni?” Kadının tiz sesini duymamak pek mümkün değildi. Sert bakışları etrafımda oluşan toz pembe bulutları dağıttı. Ona baktığımı görünce tekrar önüne döndü, yürümeyi sürdürdü. “Fırsatın varken buradan ayrılman gerektiğini söylüyorum sana.”
“Neden?” Birden böyle bir konu açmasını garipti.
“Bunlar kör, hiçbir şeyin farkında değiller,” dedi parmağıyla ötedeki insanları göstererek. “Geceleri burası farklıdır. Önce kişinin ruhuna sızar fısıltılar, usulca orada kozasını örer. Masal dünyasında yaşıyor gibi hissedersin, kaptırırsın kendini. Oysa hepsi yanılgıdan ibaret. Ada seni bırakmak istemez çünkü verdiklerine karşılık senden bir şey alır.”
Duyduklarım karşısında hayrete düştüm. Başından beri çekindiğim şeyler vardı ama gerçekle yüzleşmek istememiştim. Yutkundum, sesimin titremesine engel olamadım. “Ada bizden ne alıyor?”
Kadın durdu, küfeyi yere bırakmamı işaret etti. Evine gelmiştik. “Uyarmakta geç mi kaldım yoksa? Bakıyorum da gözlerin bile değişmiş.”
“Lütfen söyle.”
“Ada iradeni, gücünü elinden alıyor. İçten içe buradan kopmak istemiyorsun çünkü ada buna izin vermiyor. Yavaş yavaş tükeniyor insanlar burada ve böylece ada daha güçleniyor. Hiçbir yerde bu kadar canlı renklere sahip, insanı baştan çıkaran bir güzellik gördün mü? Bunu neye borçlu sence?”
Derin bir iç çektim. Kafamdaki soruyu yönelttim. “Peki, sen bu olanlardan nasıl etkilenmiyorsun?”
“İlk zamanlarda, her şeyin farkına vardım. Geceleri kulaklarıma pamuk tıkayıp uyuyorum. İnsanları uyarsam da beni dinlemediler. Yıllardır burada hapis hepsi ama farkında değiller. Ben gençliğimden beri burada yaşadığım için burayı seviyorum. Gidebileceğim başka yer yok zaten. Ada hakkındaki söylentiler dışarıdaki insanları çekiyor ama onlar senin gördüğünü göremediği için bu topraklara adım atamazlar.”
“Peki, neden ben? Diğerleri neden göremiyor?”
“Kim bilir? Belki ada sadece gerçek bir kaçışa ihtiyaç duyanları etkisi altına alıyor.”
“Bundan kurtulmanın bir yolu yok mu?”
“Bilmiyorum, gidebileni hiç görmedim. Yine de seni uyarmak istedim.”
Çaresizlik içinde kıvranıyordum. Gerginlikten midem bulanacak gibiydi, başım zonkluyordu. Kadının söylediklerini işitmiyordum artık. Kaçarcasına oradan uzaklaştım.
Valla hepsini okuyamadım ama okuduğum kısma kadar çok beğendim devamında olucam biraz heyecan olsun istedim merak edeyim diye☺️
YanıtlaSilVakit ayırdığın için teşekkür ederim Hümeyracım, umarım seversin gerisini de. ☺️🌺
Sil👍
Silhımm işte ada büyülü efsunlu gibi, sesler deee belki orda ölenlerin hayaletleri, adada mutsuz olanların sesleri onlar :) bakalımlım :)
YanıtlaSilAdanın büyülü gibi olduğu doğru, kendi iradesi var ve dilediğini yapabiliyor. Bakalım gerisini nasıl bulacaksın? 😊
SilAit olduğunu sandığın yer ait olduğun yer değilmiş be Rüzgar...
YanıtlaSilAda da Pamuk Prenses'in üvey annesi gibi mübarek güzel olmak için neler yapıyor öyle.
Yalnız bu baya korkunçlu oldu he, sadece fantastik değil. Rüya serisinde de geriliyordum burası da öyle oldu. Rüzgarı adaya bırakan amca gelsin bu gitsin. Değiş tokuş yapalım.
Maalesef canım, bu işte bir bit yeniği olduğunu geç anladı. 😅 Ehehe pamuk prenses benzetmesi iyiydi, ada işine yarayacakları çekmenin yolunu biliyor. Gerilim severiz, öyle bulmana sevindim ehehe. Bakalım neler olacak? Yalnız Rüzgar'ı adaya bırakan yaşlı değil, ondan biraz büyük sadece. 😆
SilAnaaa yaşlı bir amca tahayyül etmiştim puuu. Her neyse, ganbatte Rüzugaru Chan!
SilEhehe keşke dış görünümünü daha net anlatsaydım. :)) Teşekkürler.
SilRüya hikayelerinden sonra bunun da müptelası oldum :)) çok ilginç konu ve anlatımın da öyle.. Hadi bakalım bekliyorum devamını. :) bravo!
YanıtlaSilAyy çok memnun oldum, keyif almışsındır umarım. Devamını yakında koyarım. Teşekkürler yorumun için. 🥰
SilBu hikayenin ikinci kısmı mı?
YanıtlaSilOooo bu bölüm işler daha da karıştı. Yine merakla okudum ve senin ters köşe yapabileceğini de önceki hikayelerinden bildiğimden finali için merak içindeyim :) Klavyene, hayal gücüne sağlık.
YanıtlaSilGüzel yorumun için teşekkürler İlkay. Merakla okumana sevindim, finali de beğenirsin umarım. En kısa zamanda paylaşırım. :))
SilBiraz hızlı gidiyor hissine kapıldım, hemen iş bulma vs. Onun dışında adadan çıkabilecek mi sahiden ? bakalım bi :) Bir de pamuk tıkayarak kulaklara yolumuza bakabilmek güzel olurdu.
YanıtlaSilBiraz hızlı olmuş olabilir, aceleci yapım var. :) Bundan sonrası belirsiz bakalım ne olacak? Yorumun için teşekkürler. 😊
SilÇok teşekkürler canım güzel yorumun için, heyecanlı bulmana sevindim. Son bölümü de paylaşmıştım. 😊
YanıtlaSilSatırlar, bir çırpıda bitti Duygu Hanım. Adadaki o gerilimi hissetmemek mümkün değil. Önce adaya hayran kaldım, sonra da tırstım. :)) Hikayenin 3. bölümünü de kesin okuyacağım. Sonunu çok merak ediyorum. :)
YanıtlaSilAklınıza, kaleminize sağlık olsun. Bu bölümü de çok beğendim. Değerli paylaşımınıza teşekkür ediyorum. :)
Güzel yorumunuz ve desteğiniz için teşekkürler Nazlı Hanım. Beğenmenize çok sevindim. 😊 Ada göz alıcı olsa da bedeli ağır maalesef. :)) Finali de seversiniz umarım. Ben teşekkür ederim, çok incesiniz. :)
Sil