Güneşin ilk ışıkları kasabanın üzerine düştü. Dağlar, şu anda göz alıcı bir kızılla, sarı
tonuna sahipti. Orman, deniz ve masmavi
gökyüzü bu tonlardan payını almıştı. Sanki sihirli bir fırçayla doğanın üzerine
boya atılmıştı. Güneş yükseldikçe doğaya
yansıyan renk tonları değişip durdu. Zeynep bu değişimi izlemeyi oldum olası
severdi. Bu sabah tıpkı diğer günler gibi pencereden gün doğumuna baktı.
Pencere pervazına kollarını dayamışken hayaller kurmayı da ihmal etmedi.
Hızlıca yapılan kahvaltıdan sonra, genç kızın ailesinin
sessizliği dikkat çekiciydi. Annesi, babası ve ağabeyi garip ruh halleri içine
girmişlerdi. Üçünün gözleri kararıyor ve en ufak şeye öfkelenmek için hazır
olda bekliyorlardı. Bunu yaparlarken yanlarında bulunan kıza
bakmaktan geri durmuyordu. Sanki söyleyecek önemli bir şey vardı ama
kimse konuşmaya yanaşmıyor, sadece kaçıyordu. Zeynep üstüne gelen gözlerden usanıp
en sonunda evden çıkıp gitti. Kısa bir öğlen yürüyüşü ruh halini her zaman
tazelerdi. O hazırlanırken içeriden fısıldamalar geliyordu.
“Hala bizden değil,” dedi annesi büyük öfkesini yutarak.
Fincanı fırlatıp atmak ister gibi yapınca oğlu gelip elindekini alıp masaya
koydu. Engin ise karısına yanaşıp yavaşça konuştu. “En sonunda katılacak. Ancak
bunun konusunu açıp durmayın.”
“Umalım da kısa sürede olur,” dedi Uğur.
Zeynep işittiği şeylere hiç bir anlam vermeden köşkten
çıktı. Yol boyu dalgındı, ağaçların altında oturup biraz resim çizdi. Her
nedense bir anda o genç adamın resmini yapmak istemişti. Kız ona minnet duyduğu
için bunu yaptığını söyledi kendine. Ağaçların gölgeliğinde otururken yüzünü
bir an ormana çevirip gülümsedi. “Belki bugün karşılarım onunla,”
Ancak akşam olmadan eve gittiği için Yılkan’ı görememişti.
Yüzüne düşen bir buruklukla eve girdi. Ailesinin tuhaflığı devam ettiği için
kendisini onlardan uzaklaştırdı, günü odasında çizimlerle geçti. Akşamın
serinliğinde uyuklarken odasının önündeki sesleri hayal meyal hatırlıyordu.
“O daha fazla bizden ayrı kalmamalı,” diyordu abisinin
sesi. Annesi onu durmadan azarlıyor, anlam veremediği şeylerden bahsediyordu.
“Burada dikilme hadi!”
“Bu gece, ayinde ona Zeynep’i alması için yalvaracağım,”
dedi Uğur.
Zeynep bir an
kabustan irkilir gibi gözlerini araladı. Sesler duyduğuna emindi, annesi ve
abisi konuşuyordu. Sonra adım seslerini duyunca hem abisinin hem annesinin
uzaklaştığını anladı. Garip olan şey sadece ailesi değil miydi? Şimdi ayin
meselesi de çıkmıştı.
O gece kızın gözüne uyku girmedi, asla uyuyamazdı. Onların
kendisinden bahsettiklerini duymuştu ortada bir mesele vardı. Öğrenmek zorunluluğu hissediyordu. Bir ara
köşkün loş ışıklarının yandığını fark etti. Sonra hareketlilik oldu. İçeriden
hafif sesler duydu. Biri gelip odasını kontrol etti, o sırada kendisi uyama
numarası yapıyordu.
“Hala uyuyorsun,” dedi Uğur kızın kapısında durup. “Zavallı
kardeşim, umarım aramıza katılırsın...”
Kapıdan çıktığında Zeynep nefesini salıverdi. Biraz sonra
tekrar seslerini işitti.
“Bıçağı aldım, bu sefer ben kullanacağım,” dedi annesi.
Babası ve abisi kadına cevap vermeden çıktıklarında Zeynep karanlık duvara
yapışmış, sessizce dikiliyordu. Cama koştuğu zaman köşkten ayrılan ailesini
gördü. Dahası sokağa çıkan başka insanlar vardı. Zeynep gidip gitmemek korkusu
yaşasa da ailesine ne olduğunu bilmeliydi.
Sokağa doğruca fırlamak yerine köşkten uzaklaştı. Ana yol
yerine, biraz dar olan ağaçlık yola indi. Oradan pek kimse geçmediğinden -belki
de ay ışığı oraya iyi yansıyor diyeydi- sakinliğini geri kazandı. Sokağa inen
genç, yaşlı birçok erkek ve kadın vardı.
Zeynep ailesini göremiyordu ama sonra onları buldu. Usulca taşlık yolda,
ağaçların altında ilerlemeye başladı. Bazı insanların ellerinde bıçaklar vardı.
Zeynep onların ne yapacaklarına anlam veremedi. Ürperti içini sararken
insanların delilere benzediğini düşündü. Kesinlikle normal değillerdi. İnsan
seli git gide çoğalırken ağaçların arasına iyice sokuldu. O sırada biraz
uzağında gizlenmiş olan genci gördü. Onun yüzüne şaşkınlıkla bakmaktan kendini
alıkoyamadı, Yılkan’dı o.
***
Gecenin karanlığında gizlice insanları izliyordu Yılkan.
Gün içinde olanlar onu fazlasıyla yıpratmıştı. Tek çarenin kötülükle yüzleşmek
olduğunu düşündü. Her şeye bir son vermeliydi. Sokaklarda gezinirken hipnoz
olmuş gibi sessizce yürüyen insanları fark edince peşlerine takıldı. Neyle
karşılaşacağından emin değildi fakat boş boş oturamayacağını biliyordu. İnsanların
gittikçe artan sayısı gözünü korkutuyordu. Azımsayamayacağı kadar kişi onun
tarafına geçmiş görünüyordu. Hepsini birer kukladan farksızdı, ne zaman ne
yapacaklarını kestirmek güçtü.
Ay ışığı altında fark edilmeyecek kadar yakınlarına
sokuldu. Sonra farklı bir şey çarptı gözüne ve başını çevirdiğinde Zeynep’ i
gördü. Tavırlarına ve gözlerindeki endişeye bakarak onun da diğerlerini gizlice
izlediği kanısına vardı. Zeynep de kendisini fark etti ama yanına gelmeye
cesaret edemiyor gibi bir hali vardı. Eli bıçaklı insanlardan çekindiği
belliydi.
“Ne işin var burada?” diye söylendi kendi kendine. Eğer
kötü bir şey olursa bir de onun güvenliğini sağlaması gerekecekti. Sabırsızlıkla
burnundan soludu ve sessiz, seri adımlarla kızın olduğu tarafa geçti. Zeynep’
in yanına vardığında fısıldadı. “Ne yapıyorsun burada? Hemen dönmelisin.”
Zeynep onun ay ışığında parlayan kara gözlerine baktı. “Yüzüne
ne oldu?” dedi şaşkınlıkla. “Küçük bir kavga, beni boş ver. Burada olman tehlikeli.”
“Ailem de onların arasında. Başka ne yapabilirdim?” Yılkan
kızı dinlese de bakışları insanların üzerindeydi. “Anlamıyor musun, burası
tehlikeli. Onlar bu durumda seni tanımayacaktır.” Zeynep’ in kaşları çatıldı,
şüpheci bir halde Yılkan’ ı süzüyordu. “Sen onlara ne olduğunu biliyorsun değil
mi? Neden herkes delirmiş gibi davranıyor? Aileme ne olacak?” Zeynep’ in
sesindeki hüzün biraz olsun Yılkan’ ı yumuşattı. “Tamam, birlikte gidelim ama
hiçbir şeye karışma.”
Yılkan’ ın arada bir etrafı süzmesi Zeynep’ in dikkatinden
kaçmadı. “Nereye bakıyorsun öyle?”
“Yok bir şey,” diyerek konuşmayı noktaladı Yılkan. Takipleri
eski okula kadar devam etti. İnsanlar ağır adımlarla ürpertici binaya girerken Zeynep
adeta nefesini tutmuş olanları izliyordu. Yılkan’ ın yüzünde ise sert bir ifade
vardı. Kalabalığın arkasından binaya yaklaştıkça içini bir sıkıntı kapladı. İçeriden
yayılan kötü enerjiyi hissedebiliyordu. Bedeni bir ürpertiyle titreyince donup
kaldı.
“Ne oldu?” diye fısıldadı Zeynep. Yılkan’ ın boş bakışları
karşısında şaşkına dönmüştü. Sanki sesi ona ulaşmıyordu, endişelenmeye
başlamıştı. “Yılkan, iyi misin?”
Yılkan o sırada başka ses duyuyordu. “Bana gelin, sizi
bekliyorum.” Ses sürekli zihninde yankılanıyordu ve sese doğru ilerleme
konusunda müthiş bir istek duyuyordu. Daha fazla kendini tutamadı, öne doğru
bir adım attı.
“Hey, napıyorsun? Dur.” Zeynep Yılkan’ ın tesir altında
kaldığını anlamıştı. Ne yapacağını bilemeyerek gerginlikle kolundan tuttu. Onu
durdurabilmesi için oldukça direnmesi gerekti. Sinirlenen Yılkan onu sertçe
itti. Zeynep düşünce yere sürtünen bileği kanamaya başladı. Henüz pes etmiş
değildi, kalkıp tekrar Yılkan’ ın karşısına çıktı, kollarını iki yana açtı. “Bu
şekilde gitmene izin veremem.” Yılkan durunca hemen omuzlarından tutup onu şiddetle
sarsmaya başladı. Yılkan’ ı kendine getirememe endişesi yüzünden ne yaptığını bilmiyordu.
“Dayanmalısın, burada kal!”
“Yeter, başım döndü,” dedi Yılkan sakin bir ses tonuyla.
Zeynep rahatlayarak önce tuttuğu nefesini sonra Yılkan’ ı bıraktı. Dokunsan
ağlayacak gibi bir hali vardı. Yılkan bir süre onun gözlerine baktıktan sonra bakışlarını
çekti. “Teşekkür ederim.” Kız önemli olmadığını belirterek elini sallayınca bileğindeki
yarayı gördü. “Bunu ben mi yaptım?” Zeynep kolunu arkasına saklayıp
geçiştirmeye çalıştı. Yılkan cebinden beyaz bir mendil çıkarıp kızın elini
tuttu ve dikkatle bağladı. “Kusura bakma. Hadi gidelim içeri, ne olduğunu
görmemiz lazım. Bakma öyle, kafam yerinde şu an. Gayet iyiyim.” İkisi ses
çıkarmamaya çalışarak virane yapının içine girdi.
İçeriye girdikleri anda keskin koku ikisini karşıladı.
Yüzlerinin rengi kötü koku etkisiyle buruşmuştu. Bir adım geriledi Zeynep ve
neredeyse Yılkan’a çarpacak oldu. Doğru düzgün gördüğü söylenemezdi. Burada,
ışık adına dört bir yana dağılmış mumlar vardı. Titrek
mum ışıklarının gerisinden sadece karanlık uzanıyordu. Oradaki insanlar -Zeynep onların insan
olduklarını umdu- birer gölgeye benziyordu.
Kız tepeden tırnağa ürperdi. Okulun atmosferi üzerine hoş
olmayan duygular veriyordu. Soğuk rüzgarı hissetti, tenine değince gerilmişti.
Sonra hemen yanında duran genç adamın kendisi gibi gerildiğine şahit oldu.
Yılkan’ın yüz hatları da sertleşmişti. Zeynep bir an, onu tutup buradan çıkma
isteğiyle doldu.
Sessiz bir şekilde merdivenlerin boşluğuna gittiler. Genç
adam büyük bir merakla dairede duran insanlara bakıyordu. Zeynep onların
halkalar içinde olduğunu biraz sonra fark etmişti. Dikkati Yılkan’la insanlar
arasında gidip geldi, ancak kasabalıların sol ellerini yumruk yapıp göğüslerine
vurmaya başlamasıyla, dikkati tamamen onlara kaydı.
Ritim tutturan, sallanan insanlar. Dudaklarında tuhaf
tınılar. Sözler. Ardından kahkahalar, sürekli yükselen kahkahalar. Anlamsız
danslar. Zeynep yüzünü iyice asarak bu saçmalığın bitmesini diledi. Bir yandan
Yılkan’ın etkilenip etkilenmediğine baktı.
“O bizimle,” dedi yabancı bir ses.
“Vakit onun vakti,”
“Dünyaya yayılmalı,”
“O gecenin ebedi efendisi,”
“Bize gel efendimiz,”
Benzeri cümleleri neredeyse herkes söyledi. O dedikleri şeyi durmadan övdüler. Zeynep
ikinci bir ürperti duydu ve mumlar bir anda sönüverdi. Sesleri işitti.
Kulaklarına fısıldayan bir şey vardı. Ses cılız çıkıyordu ama genç kız korkudan
kaskatı kesilmişti. Göz bebekleri irileşti ve kalbine yayılan korku yüzünden
küçücük hissetti. O karanlığın insana verdiği kayıp gitme hissi korkunçtu,
kesinlikle çekici değildi ve asla olamazdı. Kendine gelince Yılkan’ın garipçe
karşıya baktığını gördü. Genç adamın tekrar onlara çekileceğinden korkarak
elini sıkıca tuttu. Yılkan kendisine bir bakış atsa da kız elini bırakmadı.
Zeynep ona doğru eğildi, fısıldayarak sordu. “İyi misin,
sen de bir ses duydun mu?”
Yılkan sersemlemişe benziyordu, kendisine gelmesi biraz
zaman aldı. “Ben de duydum.”
“Burada daha ne kadar kalacağız?”
“Bilmiyorum,” dedi genç adam.
“Gitmek istiyorum,”
“Geride kal demiştim,” dedi Yılkan biraz sert biçimde.
“Dinlemedin. Yine de hala gidebilirsin.”
“Hayır,” dedi kız gözlerindeki korkuyla. “Seni bu
karanlıkta yalnız bırakmam.”
Yılkan, gözlerini
kızdan alıp insanlara tekrar baktı. Her birinin sessizlik içinde kaldıklarını
fark etti, deli dansları da bitmişti. Mumlar az da olsa yine yanıyordu ama
ortada bir tuhaflık vardı. Ses bir kez daha duyuluyor, bu defa daha yüksek
sesle çıkıyordu. Bir gök gürültüsü gibi. Ancak hiç bir ışık parçası göğü
yaramazdı, her şey kapkaranlık olmaya doğru gidiyordu.
Zeynep, sahnenin tam merkezinde Uğur’u görünce bir ürperti
onu yeniden ele geçirdi. Biraz sonra ağabeyinin elindeki bıçakla bir başkasına
meydan okuduğunu gördü. Uğur’un karşısına geçen bu adam ona aşağılayıcı bir
şekilde bakıyordu.
“O meydan okuyan, benim abim,” dedi kız boğulur gibi bir
hisle. Genç adam kıza bakmasa da sözlerini dinliyordu.
“Bıçağımla efendimi memnun edeceğim,” demişti Uğur.
İki adam kısa sürede
boğuşurken çevrelerindeki insanlar hissizdi. Sadece bu dalaşmanın bitmesini
bekliyorlardı. Uğur’un anne ve babası da uzak bir köşeden boş gözlerle
oğullarına bakıyordu. Hiç bir his barındırmayan yüzleri onları ele veriyordu.
Bu insanların sanki iyi hisleri ölmüştü.
Sonunda iri yapılı rakibi Uğur’u bacağından yakaladı ve tek
hareketle yere devirdi. Gencin başını yerdeki pis zemine dayayıp
çevresindeki gözlere baktı. Dudakları
aralandı. Memnundu. “Kimse yerime göz dikmemeli.”
O sırada yerdeki
Uğur, kendisine gelen ani güçle doğrulabildi. Kendisini tutan adamın
ellerinden kurtulmuştu. Bakışlarındaki ürpertici hisle sadece rakibine
odaklanıyor, gözleri onu zır deli gibi gösteriyordu. Bir eli, yerden aldığı
bıçaktaydı, serbest olan eliyle adamın şah damarına bir yumruk geçirdi ve o
anda adam yere un çuvalı gibi düştü. Bilinci yumrukla kapanmıştı. Bununla
yetinmeyen Uğur, adamın sırtına
defalarca vurmaya başladı. Zeynep bir an şiddetle çarpan kalbinin yerinden
çıkacağını düşündü. Gözleri önünde, bir adama canavarca saldıran onun öz ağabeyiydi.
Yerdeki zavallıyı
insanlar umursamadılar, olağan bir durummuş gibi seyrettiler. Uğur, hırsını
alınca oradan uzaklaşırken duraksadı. “Ben size sonsuz geceyi veren el
olacağım, yeter ki bana itaat edin,” dedi.
Yılkan, bu olanlar üzerine derin düşüncelere dalmıştı.
Zeynep onun kolunu çekiştirdi. “Burada karanlık çoğalıyor.” Genç adam cevap
vermeyince usulca konuşmaya devam etti. “Delirmekten korkuyorum.” dedi ve bir
damla yaş gözlerinden düştü. “Neden konuşmuyorsun?”
“Sadece sakin ol, önce buradan çıkalım.”
Kalabalığın ortasında önce yoğun, siyah bir sis belirdi. Gittikçe
şekil almaya başlayan sis devasa bir yaratığı andırıyordu. Sonra kan kırmızısı
gözleri aralandı, bakışları Yılkan’ a kaydı bir anda. Dehşete kapılmış halde
onu izleyen Yılkan varlığın kendisini bir şekilde hissettiğini anlamıştı. Sisten
beden ikisine doğru ilerlemeye başlayınca Yılkan Zeynep’ i kolundan tuttuğu
gibi koşmaya başladı. “Durma sakın, koş!” Kendilerini virane yapının dışına
attıklarında nefes nefese kalmışlardı. “Ne oldu birden?” dedi Zeynep.
“Onu görmedin mi?”
“Neyi?”
Sakinleşmeye çalışan Yılkan bir süre yanıt vermedi. Zeynep’
e anlatmalı mıydı emin değildi. Gözleri hâlâ binadaydı, neyse ki arkalarından
gelen olmadı. “O fısıltıların sahibini gördüm. Korkunç bir görünümü vardı,
bizim peşimize düşmüştü.”
“Olamaz, hâlâ izliyor mu bizi?” Zeynep korkulu gözlerle
etrafa bakındı.
“Hayır, oradan çıkmadı.”
“Herkes o şeyin tesiri altında mı yani? Bu olamaz. O
insanları kurtarmalıyız, hem ailem de içlerinde. Jandarmaya mı haber versek?”
“Bize inanırlar mı sanıyorsun? İnansalar bile bir şey
yapamazlar.”
“Öylece bekleyecek miyiz?” diye itiraz edecek oldu Zeynep.
“Bu durumu çözmeye çalışan birileri var. Onlarla
konuşmalıyım.”
“Bizden başka bunu bilenler de mi var? Çabuk gidip
konuşalım onlarla.”
Yılkan gözlerini
karşısındaki kıza dikti. Gözlerini kısarak konuştu. “Sen onlarla konuşamazsın.”
Zeynep Yılkan’ ın kendisini bu işin dışında tutmak istediğini düşündü. “Size
ayak bağı olmam. Sadece yardım etmek istiyorum.”
“Şimdilik daha fazla şey anlatamam, kendi iyiliğin için.
Hadi, seni evine bırakayım.”
“Eve mi? Bu kesinlikle olmaz, o evde can güvenliğim yok.” Genç
adam başına bir dert daha açılmış gibi kıza baktı, omuzları düştü. “Bir sorunumuz
daha var yani. Sana kalacak yer bulmalıyız. Kötü haber şu ki bugün ben de evden
kovuldum. Bizim ihtiyar da kendinde değil gibiydi.”
Zeynep şaşkınlıkla ona baktı. “Bu çok kötü. Belki ustan sizde
kalmama izin verebilir diye düşünmüştüm.” Karadeniz’ de gemileri batmış gibi yere
çöktü. Yılkan o sırada aklına gelen fikri söyledi. “Bir yer biliyorum. Biraz
ıssız bir yerde ama güvenlidir.”
“Güvenli olduğuna emin misin? Bakışların tersini söylüyor gibi.”
Yılkan sabretmeye çalıştı. Hemen anıları zihninden sildi. Gölgelerin
orada olmamasını umuyordu. “Gelmek istemezsen sen bilirsin, ben gidiyorum.” Yılkan
yürümeye başlayınca kız da ardından ilerledi. Bir yandan etrafı izliyor, birisi
görecek diye korkuyordu. Genç adama ayak uydurmak için adımlarını hızlandırdı.
“Peki, şu bahsettiğin kişiler kim onu söyle bari.”
“Hayır dedim.”
Kasabanın dışına çıkıp bir süre daha ilerlediler. Derme
çatma, ahşap ev ürkütücü görünüyordu. Gıcırdayarak açılan kapıdan içeri
girerken Zeynep’ in tereddüt ettiğini gördü Yılkan. “Merak etme. Çocukluğumdan
beri boştur burası, kimse oturmuyor.” Ayağa kalkan toz ikisinin de öksürmesine
neden oldu. “Pek temiz olduğunu söyleyemem ama.”
Heyecanlı ilerliyor hikaye, kaleminize sağlık.Yılkan'ı fark eden sis neden çıkamadı ki viraneden acaba? Yeterli gücü yok mu daha ? Devamını bekleyelim bakalım hikayenin :)
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederiz Vakt-i Dem. Melanet şimdilik çıkmadı oradan, gerek duymadı. :)
Silaaaa, zeynepin ailesinde değişik bir şey var demekki :) anne ayin'de zeynebi almak mı olmaz hayır kimse almasın :) bıçak mı amanin bunlar manyak :) demekki bunlar büyülenmiş gibi yürüyolar ayin yerine :) yılkan çıktı ortaya :) ayyy yılkan da mı büyülendi yoksaa :) neyse yılkanı uyandırdı zeynep :) mumlar mı ayin işte, birilerini kurban etcekler amanin :) oooo uğur aman neyse bari ona bişey olmadı :) hımmm fısıldayan şey ortaya çıkmaya başladı :) oleey zeynep yılkan kaçtılar, herhalde yılkanın çocukluk evi orası, bakalım gölgeler nerde :) güzeldi, heycanlıydı, gizemli biraz da ürkünçlü :)
YanıtlaSilAyini yapanlar büyülenmiş gibi gerçekten, ne yaptıklarını bilmiyorlar. :) Fısıldayan şey de göründü ilk kez, güç topluyor. Uğur başa bela ya. :) Sondaki ev çocukken gölgelerin Yılkan' ı getirdiği evdi. Ürkütücü ve heyecanlı bulmana sevindim. Teşekkür ederiz Deep. :)
Sileveet o ev :)
Silteşekkürler okumakla key,*if aldım
YanıtlaSilBen teşekkür ederim.
Silİlginç bir şey oldu, Karadeniz'de gemileri batmış cümlesini okurken ayıktım. Hikayeyi okurken içten içe yabancı bir diyarı canlandırıyormuşum kafamda. Aynı hisse kapılan sadece ben miyim merak ettim.
YanıtlaSilMelanetin Yılkan'la göz göze geldiği an korkutucuydu, neyse ki uzaklaşabildiler.
Zeynep karanlığı çok farklı hissediyor. Neden çekici gelmediğini güzel ifade etmişsiniz.
Şimdi Zeynep'le Yılkan baş başa mı kaldılar? Böyle bir geceden sonra uyku da tutmaz onları.
:) Yine güzel bir bölüm hazırlamışsınız, kalemlerinize sağlık. :)
Bilerek yazdım onu, karakterler Türk olunca. :)) Biraz ilginç bir havası olduğu doğru öykünün.
SilZeynep şanslı, karanlıktan etkilenmiyor. Çoğu insan kapılıp gidiyor. Neyse ki kaçabildiler.
Evet yalnız kaldılar şimdilik. Gölgeler ziyaretlerine gider mi bilemiyorum. :)) Teşekkür ederiz.
anlatılan olaylar birbirleriyle ustaca bağlanıyor, severek okuyup merakla bekliyorum devamını :) tebrik ederim
YanıtlaSilTeşekkür ederim, merak uyandırıcı olmasına sevindim. Bu aralar biraz yavaş ilerliyoruz. :)
SilKarakterler Türk, arada geçen jandarma, Karadeniz'de gemilerin batması gibi cümle ve kelimeler anlık uyanmama sebep oluyor:))) O kadar alışmışız ki bu tarz hikayelerin yabancı karakterlerine değişik geliyor her seferinde:) Harika gidiyorsunuz, ellerinize sağlık, mutlu pazarlar:)
YanıtlaSilFantastik olduğu için garip geliyor sanırım. Karakterler de biraz değişik. :) Yorumunuz için teşekkür ederiz, mutlu pazarlar size de.
SilSüper! Her sahne canlanıyor adeta :) Elinize sağlık Duygu, Undine :)
YanıtlaSilTeşekkür ederiz, beğenmene sevindim Momentos. :)
SilHikayeyi yayınladığında mutlu oluyorum, bayağı kaptırmışım :)
YanıtlaSilİlgin için çok teşekkür ederim, mutlu oldum. :)
SilFantastik hikayeleri hep yabancı kalemlerden okumaya alışmışız ya isimleri yadırgıyor insan başta. Neden bizde bu tarz yaygın değil acaba?
YanıtlaSilBizde sanırım fantastik pek önemsenmiyor. Son zamanlarda yazarlar arttı ama yine de istenen seviyede değil. Kurgu olduktan sonra ha fantastik ha dram ha tarihi romanlar çok farklı değil bence. Gerçekçi değil diye iyi işlenen fantastik konuyu değersiz görebiliyorlar. Gerçekçi olan her şey de güzel ve değerli olacak diye bir kural yok. İnsanımız daha çok ya ağlatan ya bol sistem eleştirisi yapan kitapları seviyor.
SilKötülüğün kaynağına pek değinmedik, daha çok insanları nasıl etkilediği üzerinde duruyoruz. Gölgeler Yılkan' a bir şey olmasın diye böyleler. Zeynep şimdilik aynı, Yılkan zaten baskın bir karakter, birbirlerini dengeliyorlar. :)
YanıtlaSilÖncelikle yorumlarınız için teşekkür ederim, İlkay. Ben Zeynep'in güçlü bir karakter olduğunu düşünüyorum. Sadece sakin ve ağırbaşlı. Fiziksel gücünün zaten diğer ana karakter olan Yılkan kadar olamayacağı da malum. :D
YanıtlaSilBölümler ilerledikçe daha çok merak ediyorum:)))
YanıtlaSilMerak uyandırıcı bulmana sevindim. :)
Sil