Hiç. Hiçlik. Kocaman bir boşluk. Boşlukta yüzüyormuş gibi
bir his ve köklerine ulaşmaya çalışan şeyler. Karanlık odada uzanmış, yatan
birinin düşünceleriydi bunlar. Ellerini kafasının arkasında birleştirip
gözlerini tavana dikmişti. Bakışlarının
ardında yatan deliliği sakladığı için tam da şu anda karanlığa şükrediyordu. Evet, evet o deliydi ve bunu biliyordu. Gülmemek
için dudaklarını ısırmak zorunda kaldı. Diline kan tadı gelince yüzü buruştu.
Kendi kanını hiç sevmezdi.
Ayak seslerini işitince dikkat kesilerek bekledi. Kapı hafifçe
aralanıp içeriye bir parça ışık girdi. Işığın ardından bir adam yüzü belirdi.
Koridorun loş ışıkları, bu yüzü çok az aydınlatabilmişti. Adam, yatakta
tembelce yatmış olan karanlık surete donuk bir tavırla bakıyordu.
“Ayin için gitmek
zorundayız. Seni bekliyoruz. ”
Gözlerinden, sesinden hep nefret akıyordu. Kendisinden
ölesiye nefret ediyor olmalıydı. Ama o da bu adamdan tüm benliğiyle nefret
ediyordu.
“Senin bildiğinden daha iyi biliyorum bunu,” dedi yataktan
doğrulurken.
Gitmek üzere olan adam açıkça duraksıyordu. Yüzünü ona
çevirmeden sözcükleri tane tane seçerek sordu. “Sözlerinin anlamı nedir, ne
demek istiyorsun?”
“O benimle hep konuşuyor,”
dedi. Sesi kendisinin bile inanamayacağı bir neşeyle çıkmıştı.
“Bizlerle sadece geceleri konuşur,”
“O sizler için,”
“Ne?”
“O gündüz bile benimle konuşuyor. Buna ne dersin?”
“Yalan söylüyorsundur,”
Karanlık odada karşı karşıya duran iki adam arasında derin
bir sessizlik oldu. Genç olanı ona doğru bir adım attı. Gözlerine yansıyan
ışıkla birlikte yüz hatları göründü. Siyah gözlerini huzursuzca kısmıştı. Açık
bir küstahlıkla, tehditle yaşlıca olan diğer adama bakıyordu. “Ne zaman yalan
söylediğimi gördün?”
“İlaçlarını aldın mı sen?” diye sordu adam şüpheyle. Bu
soru genç adamın beynine kan sıçrattı. Burun delikleri büyüyüp küçülüyordu.
“Hasta değilim. Hasta değilim ben!”
“Ama...” dedi adam zayıf bir sesle. “İlaçlarını almazsan,
neler olur biliyorsun.”
“Kes dedim!”
Adam, göz bebeklerini karanlık bir suretten ibaretmiş gibi
görünen gencin üzerinde gezdirdi. İlaçları almazsa neler yapabileceğini
düşünmek istemiyordu.
Alnında birikmeye
başlayan terleri silmek üzere parmaklarını uzattı. Saç dipleri bile terden
yapış yapış olmuş ve bir de boğazı kurumuştu. Konuşmak için bir ara, ağzını
aralamaya çalıştı ama bunu yapamadı.
Çenesinin hakimiyetini saniyeler içinde yitirmiş gibiydi.
“O, beni farklı buldu. Hepinizden farklıyım ve bunu
biliyordum. En başından beri biliyordum...”
“Seninle...konuşuyor mu?” diyebildi adam, bir müddet sonra.
Genç adam, gözlerindeki delişmen bakışlarla başını evet
anlamında salladı bir süre. “Evet, evet. Kaç kez söylemem gerekiyor, hala
inanmıyorsan ona sor...ama soramazsın,”
Bir süre kesik kesik güldü, gülerken gözleri seğiriyordu.
“Nasılsa onu en çok ben memnun edeceğim. Beni istemeye istemeye takdir edecek.”
Nefes nefese devam etti. “Birçok insana
hak ettikleri acıyı vereceğim.” Bir kez daha güldü. Dişlerinin tümünü
gösterecek kadar sırıtıyordu. “Bundan haz alıyorum. Şiddetin düşüncesinden.
Öyle hoşuma gidiyor ki ve ben onları aşağılayacağım baba.”
Ruh hali birden sertleşince karşısında dikilmekte olan
babası geriye doğru yürüdü. Oğlu onun korkusunu kemiğini arayan bir köpek gibi
sezebiliyordu. “Ayin, bekliyor.” dedi yanından geçerken. “Ve ölümün kokusu bu
kasabanın üzerinde geziniyor, gezinecek.”
Loş ışık kara gözlerine yansıyınca bakışlarında yatan şey
deliliğe çok benziyordu. Sessiz adımlarla köşkten ayrıldığında oraya yalnız
gitmeyeceğini biliyordu. Şimdiden sokağa çıkan insanları görmüştü, ailesi de
hemen peşinden geliyor olmalıydı ama aileden sadece tek bir kişi eksikti.
“Zeynep’in de bizimle burada olmasını dilerdim,” dedi kendi kendine. “Onun bize
katılması önemli,”
Melanetin sesini kulaklarında hisseden Uğur, büyük bir memnuniyet hissiyle sarıldı. Melanet
arzularını dile getiriyordu, düşünceleri beyninde kendisine aitmiş gibi
duyabiliyordu. Bu his ona delice geliyordu ama gerçekten vardı; Melanet, şiddet
ve karanlık.
“Tamamen geceye bürüneceğiz,” demişti kötücül güç.
Uğur bunları kendisine mi yoksa herkese mi söylediğini
merak etti. Hayır, sadece kendisine söylemiş olmalıydı. Melanet onu özel olarak
görüyor olmalıydı...
“Daha çok insan,
daha çok karanlık getirin. Bu kasaba
içinde mide bulandırıcı güç, iyilik hala geziniyor oysa kalplerden tamamen
silinmesi gerekiyor. Biliyorsunuz, insanlar birbirlerine yardım etmemeli.
Fesatlık ve kin lazım, nefret ve karanlık lazım. Ben bir karabasan
yetiştireceğim. Sizler benim gözlerim ve ayaklarımsınız. Yüreğinizin
derinliklerinde yatan güçle bana hiç direnmediniz. Sizler de karanlığı
arzuluyorsunuz. Nefret ediyorsunuz bu saçma insan masallarından. Size sonsuz
geceyi vereceğim. Bana ruhunuzu verin.”
Bu sözlerle tamamen kendisinden geçer bir hale gelen genç
adam iyice gülümsüyordu. Sadece kendisine söylenen sandığı sözleri kötücül
varlığın ağına takılan herkes işitmişti. Burada özel olan kimse yoktu. Burada
sadece delilik vardı. Ayin için toplanan insanlar onun için mumlar yakıp
parmaklarını kesici aletlerle kesip kanlarını akıttılar. Ayinin ikincisi
halkasını tamamlamaya çalışıyorlardı.
Aynı zamanda gölgeler, gecenin kuytuluğunda sessizce
bekliyorlardı. Bir süredir kasabanın karanlık sokağını izlemişlerdi. Sokağa transa girmiş insan yığınları çıkınca
da onları terk edilmiş binaya kadar takip etmişlerdi. İçeriye girmek için hiç
düşünmemişlerdi ama içeriye girmeye
çalıştıklarında bir şey onlara engel oldu. Demek onlar giremesin diye
görülmeyen bir barikat kurulmuştu. Bunun anlamı, kötücül varlık onların
izlediğini fark etmiş olmalıydı.
“Bu insanlar orada ne yapıyor?” dedi gölgelerden biri. Diğerleri sessizce ona baktılar. “Keşke
içeriye girebilseydik,”
“Kötülüğünü yine yayma peşinde olmalı.”
“Bakın, insanlar çıkmaya başladılar!” dedi binayı işaret
eden bir gölge.
Gölgeler, her birinin ne yapacaklarını görmek istiyorlardı.
Ellerindeki boyaları ve fırçaları sallayan bir avuç insan, yakın çevredeki evlerin
kapılarına kırmızı boya vurdular.
“Evleri işaretliyorlar,” dedi onları izleyen gölge,
diğerlerine.
“Hepsini değil. Sadece yedisini.” Bir an sonra endişeyle
seslendi. “Yılkan’ın evini de işaretlediler.”
***
Yoğun hastane kokusu Yılkan’ a pek iyi gelmediğinden bir an
önce oradan ayrılmak istiyordu. Öğlen olduğunda çıkabilecekti, önceki güne göre
daha iyi hissediyordu. Çıkış işlemleri ile ilgilenen Naci’ yi beklerken pencereye
yaklaşıp dışarıyı izledi. Bahçedeki insanlar oldukça normal görünüyor, her şey
olağan seyrinde akıyordu. Camdaki yansımasına baktı, şişlik biraz inmişti.
“Daha iyi görünüyorsun.”
Yılkan dönüp arkada beliren iki gölgeye baktı. Gelmelerini
zaten bekliyordu, konuşmak istediği şeyler vardı.
“Neden olanları sakladın?”
“Onların bakışlarında farklı bir şey vardı, kendileri gibi
değillerdi. Ayrıca dövüş anında içimde kuvvetli bir hırsın varlığını hissettim.
Nasıl desem bir şey beni kötülüğe çağırıyordu. O an o kadar nefretle doluydum
ki dün öyle dayak yemiş olmasam belki ben onlara büyük zarar verecektim.”
Yılkan dalgın halde dışarıyı izlemeyi sürdürdü. “Siz haklıydınız, tuhaf bir
şeyler oluyor bu kasabada.”
“Biz de bunu konuşmak için gelmiştik. Düşündüğümüz gibi o varlığın
işi tüm bunlar.”
“Daha açıklayıcı olur musun?” dedi Yılkan.
“O olumsuz hislerle,
kötü enerjilerle beslenen bir varlık. İnsanın içindeki sevgiyi yok eder,
sömürür. Yine güç toplamaya çalışıyor, insanları kullanıyor. Yıllar önce bir
grup insan onu durdurmak için toplandı ancak başaramadılar.”
“Böyle bir şey nasıl mümkün olur? Söylediklerine inanmak çok
güç, aklım almıyor.” Yılkan’ ın kafası çok karışıktı.
Gölge bu tepkiyi bekliyor gibi istifini hiç bozmadan yanıtladı.
“Bizim varlığımız da pek normal sayılmaz değil mi? Dünyada açıklanamayan pek
çok şey oluyor.”
“O insanlara ne oldu peki?”
Diğer gölge devam etti. “Hepsi öldü ve onların gölgeleri
olan bizler de bir şekilde canlandık. Sanırım böyle bir şeyi o da beklemiyordu,
bize saldırmaya çalıştı ama elinden bir şey gelmedi.”
“Demek böyle var oldunuz? Daha önce bundan bahsetmediniz
bana. Kaç kez sorsam da sorularımı yanıtsız bıraktınız.” Yılkan’ ın suçlamaları
üzerine gölge yanında belirdi. O da dışarıyı izliyordu.
“İlk karşılaştığımız o gün sana söylemiştim ama sözlerimle ilgilenmemiştin.
Hem öğrensen ne olacaktı? Bizler için ne yapabilirdin ki? Hiçbir cansız varlık yaşam
denen tecrübeyi tatmak istemezdi ama biz buna alıştık, insanlar gibi olmak için
uğraştık.” Gölgenin sesindeki karamsarlık hissediliyordu. “Yaşam konusunda böyle
düşündüğünüzü bilmiyordum. Şu ana kadar sizin açınızdan hiç bakmamıştım, üzgünüm.”
Gölge omzuna dokundu. “Kendini suçlama, böyle bir şey hakkında
nasıl fikir sahibi olabilirdin ki? Hem işimize odaklanalım artık. Biz melaneti
bir şekilde durdurmalıyız. Yerini tespit ettik fakat içeriye giremedik.”
“Nasıl böyle tehlikeli şeyler yaparsınız? Ya size bir şey olursa.”
“Biz buraya ait değiliz zaten, yok olmayı umursamayız ama insanların
zarar görmesine de göz yumamayız.”
“Ama ben umursuyorum.” Dostu olarak gördüğü gölgenin
sözleri kötü hissettirdi. Onlarsız bir hayat düşünemiyordu, bu bencillik miydi?
Bakışları yere düştü.
“Nedeni bilmiyoruz ama dün insanlar bazı evlerin kapısını boyadı.
Sizin evi de işaretlediler, dikkatli olmalısınız.”
Yılkan’ ın kaşları çatıldı. “Bir bu eksikti,” diye mırıldandı.
O sırada Naci odaya girince gölgeler ortadan kayboldu. “Hadi gidelim,” dedi Naci.
Yılkan’ ı eve bırakan
Naci kamyoneti ormana doğru sürdü. Bahçeden içeri giren Yılkan kapıdaki işareti
görünce gerildi. Elini sürdü ama boya silinecek gibi durmuyordu. İçeriye girip kendi
düşünceleri ile baş başa kaldığında ne yapacağını bilemez haldeydi. Dalgın halde
dışarı bakarken bir karaltı gözüne çarptı. Cama yaklaşıp tülü araladığında gölgelerin
gelmiş olduğunu fark etti. Hepsi durgun ve ciddi görünüyordu. “Bir şey mi
oldu?” dedi endişeli halde.
Gölgelerin yanıtı bir anda yerden havalanıp açık pencereden
içeriye süzülmek oldu. Yılkan geri çekildiğinde büyük bir şok yaşadı, şimdi
hepsi kendi gölgesi olmuştu. Camdan vuran gün ışığının oluşturduğu gölgeler
ayaklarının ucunda yükseliyordu. Ellerini uzatarak her yandan Yılkan’ ı
kavradılar ve onu yere doğru çektiler. Yılkan ayağının yerden kesildiğini
hissetti.
Dehşetle sıçrayan Yılkan kendini yerde yatarken buldu.
Alnında biriken terleri sildi, kalbi hâlâ olanca şiddetiyle atıyordu. Gölgeler
varlığına artık hazmedemeyip kendisini yok etmeye çalışmıştı. Başını sağa sola
salladı. “Hayır hayır, bu doğru olamaz.” Tüm olanların sebebini biliyordu ama
gördükleri o kadar gerçekçiydi ki şoku üstünden atamıyordu.
Daha fazla evde duramayacağını düşünerek dışarı çıktı. Yüzünü
biraz olsun gizleyebilmek için başına bir şapka geçirdi. Gökyüzü bulutluydu, boş
boş dolanıyor, insanları gözlemliyordu. Acaba kimler kendisi gibi etki
altındaydı, evinin kapısı niçin işaretlenmişti?
Yol boyunca ilerlerken birisinin gizlice bir evi izlediğini
fark etti. Pek dostane bakışları yoktu, arkasında bir şey saklıyordu. Yılkan’ ı
henüz fark etmediği için gizlendiği köşeden çıktı ve eve doğru sinsice yürüdü. Sonra
fırçayı çıkarıp evin duvarına yazılar yazmaya başladı. Yılkan sessizce ona
yaklaştığında bu evin kapısının da işaretli olduğunu fark etti. Duvardaki
yazıyı okuyunca şaşkına döndü.
Onun çağrısına kulak verin, aksi halde kalbiniz sökülüp
alınacak.
“Kimsin sen? Bu ne demek oluyor?”
Yakalanmış olmanın verdiği telaşla genç adam kaçmaya
çalıştı. İri yapılıydı ve koşarken Yılkan’ ın omzuna çarpıp onu devirdi. Yılkan
kalkıp arkasından koştu ama izini kaybetti. Henüz tam iyileşmediği için nefes
nefese kalmıştı. Duvardaki yazının basit bir tehdit olmadığını düşünüyordu. İtaat
etmeyen kişileri böyle korkutarak belki de kasabayı terk etmelerini
istiyorlardı. Ustası şu ana kadar garip bir tavır sergilemediği için karanlık
varlığın etkisi altına girmemiş olduğunu düşündü. Diğer insanların ona zarar
verme ihtimali olduğu aklını kemirmeye başladı. Ona olanları anlatamazdı ama
yanında olup güvenliğinden emin olmalıydı. Hızlı adımlarla ormana doğru yürüdü.
Sık ağaçların arasındaki patikayı aştı, bir derenin
yakınından geçti. Ağaçlarda dolaşan sincaplar, saklanan tavşanlar gözüne
çarptı. Bir süre daha yürüdüğünde kamyoneti gördü. Ustası elinde baltayla bir
ağacı kesmekteydi. Etrafta kimsenin olmaması Yılkan’ ı rahatlattı.
“Ben geldim usta.”
Naci sesi duyunca durdu ve yavaşça başını çevirdi. “Ben de
seni bekliyordum.” Bakışlarındaki sertlik ve sesindeki tehditkâr ton Yılkan’ ı
şaşırttı. “İyi misin sen?” diyerek ona doğru yürüdü. Naci’ nin sanki kendini
tutmaya çalışır gibi bir hali vardı, çok gergin duruyordu.
“Hiç kimsesi olmayan bir zavallısın sen. Bunca yıl bana yük
olduğun yeter. Defol git artık evimden.”
Yılkan’ ın gözleri hayretle açıldı. Karşısındaki adam
yıllardır tanıdığı kişi olamazdı. “Bunların gerçek düşüncelerin olmadığını
biliyorum,” dedi sakinliğini koruyarak.
Naci iyice yaklaşan Yılkan’ a doğru döndü. Bakışları buz
gibiydi, çattığı kaşları yüzündeki kırışıklıkları daha fazla ortaya
çıkarıyordu. Bir anda ileri atılıp Yılkan’ ın yakasına yapıştı, onu sarsmaya
başladı. “Hiç kimse seni sevmiyor, başıma kaldın. Düş artık yakamdan!” Yılkan
karşılık vermemek için kendini zor tutuyordu. Kafasında Naci’ nin sözlerini
destekleyen anılar belirdi. Onun baştan beri kendisine değer vermediğini düşünmeye
başlıyordu. Kafasının içinde bir ses yankılandı.
“Şu hadsiz ihtiyara gününü göster, onu pişman et. Kimse seni
küçümseyemez.”
Yumruk yaptığı elleri titriyordu, kapana kısılmış gibiydi. Gözleri
kızarmıştı. Bir yanda Naci’ nin tavırları bir yanda kafasında beliren anlam
veremediği düşünceler... Naci yüzünde delice bir ifade ile kahkaha attı. “Ne o gerçekler
ağır mı geldi? Çok mu canın yanıyor?”
“Yeter!” diye bağırdı Yılkan. Ustasını itip onun ellerinden kurtuldu ve kaçarcasına oradan uzaklaştı.
devam edecek olması güzel :) kısa olmuş bu sefer, ama yine de çok güzeldi.
YanıtlaSilDaha devam edecek evet. Bu bölümü biraz kısa tuttuk, yorum için teşekkürler. :)
YanıtlaSilÇok zorlu bir durum Yılkan' ı bekliyor.. Heyecanla ben de devamını bekliyorum. :)) Elinize sağlık arkadaşlar.
YanıtlaSilEvet, iki arada bir derede kaldı. Heyecanlı bulmana sevindim, teşekkür ederiz. :)
SilGölgelerin var oluş nedeni aydınlık kazandı, Yılkan'ı bu kötü gidişten uzak tutmayı başarırlar umarım. Naci'ye üzüldüm. O da karanlık tarafa geçmiş. Şimdi Zeynep'in akibetini merak ediyorum...
YanıtlaSilHeyecanla okudum bu bölümü de. Emeklerinize sağlık. :)
Gölgeleri biraz daha açıklamanın zamanı gelmişti. Kasabadaki pek çok kişi etki altında, Yılkan' ın da işi zor. Zeynep neyse ki iyi durumda ama onun da ailesi dert. Yorumun için teşekkür ederiz. :)
Silamaniin, bölüm korkunçlu başladı, melanet hımmm uğur la konuşuyomuş ha, ayin, yani, kasaba halkı uyurgezer gibi ayine mi gidecek ki, hımmm bir yandan eski kültürel bir gelenekmiş gibi de olabilir, böyle örneğin bahar ayinleri var :) uğur ha, bu beklenmedik oldu, hımm bu resimdeki uğur da sanırım senin tarzın insan fiziği olsa gerek :) zeynep mi ne zeynepi, karıştırmasınlar onu :) oy karabasan melanet :) mum ve kan mı, iğrenç :) aaa kırmızı işaret mi, annee, yedi tane ev, niye 7 acaba :) 7 ölümcül günah gibiii :) gölgeler herhalde ilerde melanete karşı bişiler yapcaklar bakalım :) yılkanın evi de işaretlendi, demekki o da öldürülcek :) hımm gölge güzel konuştu bak, açıklanmayan şey çok, gölgeler gibi tabii :) hımm, ölenler demek hayalet oluyor, gölge oluyor :) hehe cansızlar için yaşamak kötü bir seçim demekki :) bu güzel buluştu yaaa :) bu melaneti kim koruyor, etrafında bir güç mü var ki, yoksa büyücü mü aynı zamanda :) aa noldu yılkana evde, gölgeler ona bişey yaptı, anlamadım, onu korumak için sanırım bişiler yapıyolar :) hımm, nacii, iki durum var, ya melanet yüzünden naciye bişey oldu, belki içine kötü ruh girdi :) ya da yılkanı korumak için onu uzaklaştırmak istoyor, bakalım bakalım nolcak :) bu arada, zeynebe bişey olmasııın :) bu öyküde favorim şimdilik o :)
YanıtlaSilKasabalıların bir kısmı Melanet etkisi altında gidiyorlar ayine. Yani gelenek değil bu, kötü varlığın işleri. Bu arada Uğur'u ben yapmıştım, Duygu yapmadı. :D 7 ölümcül günaha atıf yok orada, bir nevi uyarı görevi görüyor. İnsanlar katıldıkça güçlenecek melanet o yüzden daha çok insan istiyor. Zeynep'in favorin olmasına sevindim Deeptone, yorumların için de teşekkür ederim çok. :))
Silpikiki :)
SilGölgeler karanlık varlığın saldırısı sonucu oluştu. Sanki yanlışlıkla oldu gibi düşünebiliriz, saldırı ters tepti biraz. :) Şimdi gölgeler de onun peşinde. Yılkan' a bir şey yapmadılar o halüsinasyon gördü, etki altında çünkü. Naci ise gerçekten etki altına girdi. Gerisi ne olur bilmiyorum. :))
SilÇok güzel ilerliyor kurgu, kaleminize sağlık :)
YanıtlaSilBeğenmene sevindim, teşekkür ederiz. :)
Silİlginç olaylar başladı ve nereye gidecek çok merak ediyorum:) Kısa olmamasına sevindim hikayenin:) Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilBiraz daha gizemli oldu sanırım bu bölüm. :) Uzun öykü demiştim ama nereye kadar gideriz ben de kestiremiyorum. :) Teşekkür ederiz.
SilKime benzettin acaba, merak ettim. :)) Bu bölüm biraz karışıktı evet. Her an her şey olabilir gibi.
YanıtlaSilBu bölüm de çok güzel, kaleminize sağlık, keyifle okudum:)))
YanıtlaSilTeşekkür ederiz güzel yorumun için. :)
Sil