7 Ocak 2022 Cuma

Uyuyan Melanet - 2.Bölüm(Duygu&Undine)




Sakin bir yaz gecesiydi. Rüzgar, vadi üzerinde gürültüyle esmiyordu. Ağaçlar, onların yaprakları ve otlar çok az kıpırdanıyordu. Evlerin ışıkları ise tamamen sönmüştü. Sokaklar bu geç saatlerde tenhalaşır, her şey bir tür ölmeye yatardı. Ne var ki kasabanın girişindeki ilk evden bir adam dışarıya süzüldü. Orta yaşını geçkin bu adam pijamalı ve yalın ayaktı. Gözleri sonuna kadar açılmıştı. Bakışlarında bir donukluk vardı.

Adam yolda ilerlerken evlerden çıkıp ona katılanlar oldu. Kadın, erkek bir çok kişi. Bazılarının ellerinde küçük boya kutuları vardı. Ama aslında her biri, yataktan fırlayıp doğruca buraya gelmiş gibi görünüyordu. Sadece ellerindeki eşyalar tuhaftı. İnsanlar bir yandan birbirleriyle konuşmamaya dikkat ediyordu. Tek düze sırayı bozmadan yürüyorlardı.

 Rüzgar, üzerlerine yakıcılık getirerek onları sarmaladı. Boğulur gibi bir hisle kasıldılar. Hareket edemiyorlardı ama sonra esinti uzaklaşıp gitti. Onlar da serbestçe yürümeye devam ettiler. Küçük bir kasaba olduğu için fazla uzağa gitmediler. Eskiden okul olan izbe binanın önündeydiler. İlk evden çıkan adam -sanki doğal olarak bu gruba liderdi- kapıyı açtı. Keskin bir küf kokusu yüzlerine çarptı. Bir kaç kişi rahatsızlık duyarak geriledi ne var ki kimse gitmedi. Burada beklemek zorunda olduklarını hissediyorlardı. Hayır, bundan fazlasıyla emindiler. Buraya davet edilmişlerdi. Heyecan, merak ve biraz da korku; hissettikleri tam olarak buydu.

Bir uyaran duyduklarından olsa gerek erkekler, kollarını sıvadı. Yol kenarından buldukları değnekleri de ellerine aldılar. Kadınlar evlerden getirdikleri kutuları öne çıkarttı. Erkekler değnekleri kutuların içindeki boyalara batırdı. Toprak dolu, pis zemine garip şekiller çizdiler. Kadınlar bu desenleri çoğalttılar ve herkes aynı anda uğuldamaya benzer seslerle bir şeyler söyledi. Ne söyledikleri belli olmuyor, herhangi bir dilde söylenmişe benzemiyordu. Her şey sadece deli saçmasıydı.

Ne kadar öyle durup tuhaf sesler çıkardılar, belli değildi ama bu yaptıkları şey ayindi. Şimdi put gibi duran insanlar biliyordu ki ayinleri başarıya ulaşmıştı. Melanet bir kez daha dünyaya uğramıştı. Tek bir farkla o da. Melanet, sadece ama sadece karanlık çöktüğünde yeryüzüne uzanabilecekti. Gece olduğunda onun zamanıydı.

 Kasabanın üzerine çöken kötücül güç ilmek ilmek varlığını örüyordu. İnsanların kalplerine melanet tohumları ekilmeliydi. O gece, kasabadaki insanlar en korkunç kabuslarını göreceklerdi ve gördüler de. Bu korkular, o melun varlığa harika güç sunuyordu. Büyümeye başladığını hissetti, köklerini ruhlarının en derinine saplayacaktı. Kimse isyan edemesin diye bir şeyler de düşünmeye başlamıştı. Kendisini ayinle davet eden bir avuç insana neredeyse ironik bir biçimde baktı. Daha doğrusu eğer bir gözü olsa bakardı.

Neredeyse sabah olmak üzereydi. Gece silinip gün doğarken o gücünün bir kısmını kaybediyordu. Böyle olmasından nefret ederdi. Kendisinin sadece bir dokunuşla dahil olabildiği dünyadan da nefret ediyordu. Ama nefret etmesi iyiydi, bu güçlü duygusu sayesinde diğer herkes de aynı hisleri paylaşacaktı.  Sabah karanlık bir uykuya daldı. Gece uyandığında çok daha güçlenmiş olacaktı.

 

***

 

“Hadi, kalk. Bugün çok işimiz var.”

Yılkan, başında dikilen ihtiyarın sesiyle uyandı. Gece bir türlü uyuyamadığı için gözlerini açmakta zorlanıyordu, halsizdi. Bir süre kımıldamadan bekleyince ustası söylenmeye başladı. Yastıktan başını güçlükle kaldıran Yılkan birkaç kelime edebildi.

“Bugünlük sen önden gitsen olmaz mı? Söz, gelirim ben de.”

Naci onu süzdü, Yılkan her zamankinin aksine solgun görünüyordu. Ses tonundaki tükenmişlik endişelenmesine sebep oldu.  “İyi misin sen?” Eliyle Yılkan’ ın alnına dokundu. “Ateşin de yok ama pek iyi görünmüyorsun. Acele etme, dinlen güzelce. Bugün gelmek zorunda değilsin.”

Adamın mavi gözlerinde şefkat vardı. Nasırlaşmış eliyle Yılkan’ ın başını okşadı, gülümsemeye çalıştı. Naci Yılkan’ a çok değer verse de evladına sevgisini gösteremeyen babalardan farksızdı. Sadece Yılkan için endişelendiği anlarda böyle ilgili davranırdı. “Teşekkürler,” diye fısıldadı Yılkan. Naci bir şey demeden ışığı kapatıp sessizce odadan çıktı.

Ona karşı borçlu hisseden Yılkan biraz daha uyuyup toparlandıktan sonra ormana gitmeye karar verdi. Kısa sürede nefesi yavaşladı, uykuya teslim olmuştu. Gökyüzü yavaş yavaş aydınlanırken sokağın gürültüsü de artmaya başladı. Sesler bir uğultu halinde kulaklarına gelince Yılkan aniden gözlerini açtı. Gölgeleri görmeyi beklemediği için yerinden sıçradı. Onlardan biri çalışma masasına geçmiş bir şeyler karalıyor, ikisi yere oturmuş Yılkan’ ın cep telefonunu kurcalıyor, kalanlar da yatağın ucuna oturmuş bekliyordu.

“Ne yapıyorsunuz burada? Korkuttunuz beni. Hey, telefonumu verin.”

Yerde oturan gölge kafası karışık halde telefonu uzattı. “Demin bir kez çaldı. Uyanmaman için kapatmaya çalışıyorduk. Bu, yeni telefonuna da alışmak zor olacak.”

“Saat kaç oldu? Neden beni uyandırmadınız? Ustam meraklanmış olmalı.”

“Seslendik ama duymadın. Ne uykusuysa bu.” Yılkan yatağın ucunda oturan gölgenin trip atar gibi konuşmasına aldırmadı. Yataktan çıkıp üstüne başına çeki düzen verdi. “Sen dün neden çekip gittin? Ne olduğunu anlatacak mısın?”

Gölgelerin her zamanki gibi olduğunu düşünerek rahatladı, gömleğinin düğmelerini hızlıca ilikledi. O sırada tüm gölgeler ayaklanıp sessizce beklemeye başladı. “Önemli bir şey mi söyleyeceksiniz bana?”

“Dün gece tesadüfen garip şeylere tanık olduk.”

“İnsanlar yanlış işlere bulaşıyor.”

“Onlar sanki kontrol altına alınmış gibiydi.”

Şaşkınlık içinde onları dinliyordu Yılkan. “Tüm bunlar ne demek oluyor? Bir şey anlamadım sözlerinizden.”

Gölgelerden biri hızlıca olan biteni anlattı. Durumun gerçekten anormal olduğunu kabul eden Yılkan gerilmişti. İnsanlara ne olduğunu merak ediyordu. Herkes bir anda aklını yitirmiş olabilir miydi?

“Dahası...” dedi gölgelerden biri. Nasıl devam edeceğini bilemiyor gibiydi.

“Dahası ne?” dedi Yılkan sabırsızlanarak.

“Dahası dün geceden beri sende bir değişiklik var. Ruhunda leke görüyoruz.”

“Ne? Ne lekesi?” Yılkan şaşkınlık içinde bağırdı. Sesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Gördüğü o kâbustan sonra gerçekten de bir şeyler ters gittiğine inanmaya başladı. Aklı karman çorman olmuştu, içinde kötü bir his vardı.

“Karanlık düşmüş ruhuna. Dün her ne olduysa kasabanın üstüne bir şey çöktü. Bu seni de etkilemiş.”

“Ne olacak şimdi? Bundan nasıl kurtulacağız?”

“Durumu tam olarak anlayana kadar araştırmamız lazım. Sezgilerimiz bize eski bir düşmanın bunu yaptığını söylüyor.”

“O kim?” dedi Yılkan.

“Bunu söylemek için erken. Sen önce kendin için endişelenmelisin. Karanlık, ruhunu gittikçe sarmaya çalışacaktır.” Gölge başını yere eğdi. Böyle bir şey dediği için üzgün hissettiği belliydi. “Belki bize bile düşman kesilmene sebep olabilir.”

“Bu nasıl mümkün olur? Siz yıllardır en yakın dostlarım oldunuz. Beni hiç terk etmediniz. Şimdi, tüm bunları yok sayacağımı mı ima ediyorsun?” Sesindeki incinmişliği gizleyemiyordu. Karşısındaki gölgeye doğru bir adım attığında bir anlığına aynı kâbusun içinde buldu kendini. Dehşete kapılarak kendisine doğru uzanan elden uzaklaştı.

Destek olmak maksadıyla Yılkan’ ın omzuna dokunmak üzere elini kaldırmış olan gölge öylece kalakaldı. İlk kez Yılkan’ ı bu halde görüyordu, elini yavaşça indirdi. “Anlıyorum, şimdilik gidelim biz. Teslim olmana izin vermeyeceğiz merak etme.”

Yılkan kâbustan sıyrılıp ne yaptığının farkına varınca kötü hissetti. Bir şey demek için geç kalmıştı, hepsi gitmişti. İç sıkıntısını bastırmaya çalışarak hazırlandı ve evden ayrıldı. Naci’ yi arayarak yolda olduğunu, merak etmemesi gerektiğini söyledi. Normalde ustasının kamyoneti ile giderdi ama bu kez oraya kadar yürümek zorundaydı.

Ormana vardığında kesim yerine gitti ve çalışmaya başladı. Israrı üzerine ustası çalışmaya ara verip bir kenara oturdu. Çok yorulmuştu, mendille alnını, yüzünü sildi. Şişedeki suyu kafasına dikti. “İyi olduğuna emin misin?”

Yılkan baltayı gözüne kestirdiği bir ağaca geçirmişti. Bir iki saniye kadar durdu. “İyiyim. Çok geç kaldım zaten işe döneyim ben.” Ayağıyla gövdeden güç alarak baltayı çıkardı ve daha sert bir darbe indirdi.

 

***

 

 Zeynep seslere uyandı. Tamamıyla sersemlemiş biçimde duvar saatine baktı ve onun bozulmuş olduğunu gördü. Kahvaltı masasına oturduğunda başı fena halde ağrıyordu. Doğrusu asırlardır uyuyormuş gibi hissetse de gerçekte iki saatten fazla uyumamıştı.

 Kahvaltı boyunca kederli  ve suskun olduğundan ailesinin garipliklerine dikkat etmemiş, onlara geçen gece nerede olduklarını sorma gereği duymamıştı. Ağabeyi bu kez onunla konuşmaya çalışmış, o ise kendi kabuğuna çekilmeyi tercih etmişti.

Kahvaltından sonra, odasından dışarıya adımını atmayan Zeynep'in, elleri resimlerine gitti. Şimdi bir kez daha tuvaline odaklandı. Pencereden yansıyan manzarayı bir kaç kez çizdi. Her seferinde kağıtları öfkeyle yere atıyordu. Yerde, buruşmuş kağıtlardan bir yığın oluşmuştu.

 Eskiden sanatın birebir doğadan kopya çekmek olduğunu sanırdı. Ama öyle değildi, taklitçilik yapmak istemiyor, resme kendi dokunuşlarını katmak istiyordu. Belki de doğru yerde olmadığından isteğine bir türlü ulaşamıyordu.   Biliyordu ki burada ilham gelmeyecekti, bu yüzden hazırlanmaya başladı.

Omuzlarından aşağıya düşen saçları salınık bırakmış, başına da hasır bir şapka geçirmişti. Beyaz bir bluzla siyah etek giymiş, ayaklarına taba rengi sandaletlerini geçirmişti. Resim malzemeleri içinse genişçe bir çantayı yanına almıştı. Çanta neredeyse ağır olduğundan zar zor taşıyordu. Yine de böyle gitmeye son derece kararlıydı. Sabahki solgun yüzüne de renk gelmişti.

“Ben gidiyorum!” diye seslendi kapı eşiğinden. Ailesinin, özellikle annesinin, tepkisinin ne olacağını bekledi. Oturma odasından tiz bir kadın sesi duyuldu. Zeynep’in annesi, Seher’di. Kırkların sonunda olmasına rağmen yaşını hiç belli etmiyordu. Sadece kızının on yaş kadar olgun hali gibi görünüyordu.

Kadın, “Sonunda odandan çıkmaya karar vermen sevindirici!” demişti dalgınca. “Peki nereye gidiyorsun?”

“Kasabada biraz gezineceğim ve güzel resim çizebileceğim bir alan arayacağım.” 

“Hiç şaşırtıcı değil, sen resimden başka bir şey bilmiyorsun. Tüm gün tuvale bakıp durmaktan başka işin yok. Okulu bitirince ne olacaksın sanki? Koca bir hiç.”

Zeynep üzülmüştü, “Teşekkür ederim anne. Beni hep itekliyorsun,” dedi. “Sonuçta hayallerimin bir önemi yok senin için.” 

“Delinin zoruna bakın,” Seher’in sesi bir parça öfke taşıyordu. “Hayallerin seni ileride aç bırakacak,”  Ama sonra birden gevşeyerek tamamen başka biri haline geldi. “Neyse ne, sen fazla uzaklaşma. Sonuçta burayı pek bilmiyoruz.” 

“Merak etme,” dedi Zeynep omuz silkerek.  Kadının bunalımda olduğunu düşündü o yüzden ruh hali aniden değişiyor olsa gerekti. Neye kızıp kızmayacağı asla belli olmazdı. Kız da çıkmak için acele etmeye karar verdi. Kapıyı kapatmadan önce, “Çocuk değilim ki,” dedi, ancak salonda oturan ve televizyona dalıp giden annesi onu hiç duymadı.

Zeynep dışarıya çıktığında bir elini gözlerine siper etti. Güneşin ışıkları göz alıcıydı, yine de kasabanın havası fazlasıyla açıktı. Gökyüzü masmavi bir deniz gibi görünüyordu. Bazen bu maviliklere az biraz bulutlar dahil oluyordu.

Kız gördüklerinin güzelliğine dalarak bir an, karşısındaki ağaca çarpacak oldu. Neyse ki önüne zamanında bakıp ufak bir kazadan kurtulmuştu. Kasabanın iç içe geçmiş rengarenk evlerinin ne kadar şirin olduğunu düşündü. Mor, yeşil, mavi ve pembe evler. Bazıları aşırı küçük ama bu sevimli olmaları gerçeğini değiştirmiyordu. Bir bakkalın önünde çocuklar dondurma almak için itişip duruyordu. Zeynep onların bu sevimli hallerine gülmeden edemedi.

Kasabanın taşlık yollarında yürürken bahçelerde oturup iki lafın belini kıran kadınlar gördü. Ellerinde örgüleri vardı. Bazıları durup kendisine, giyimine kuşamına dik dik bakıyordu. Zeynep onlara selam vermeden geçmek istemedi. Kadınlarsa bir yabancıdan böyle sıcaklık beklemediklerinden şaşkındılar. Ama her biri kıza pek kötü yanıtlar verdi. Sonra işlerine döndüklerinde Zeynep’in yüzü derhal düştü.

Kendini kasabanın sık ağaçlarının arasında ilerlerken buldu. Bir süredir  düşüncelere daldığından ne kadar uzaklaştığını fark edemedi, ormanın sınırına varmış olmalıydı. Güneş hala kavurucu şekilde yakıyordu. Biraz ağaç gölgeliğinde beklerken kasabaya döndürdü suratını ve hayretler içinde harika bir manzaraya sahip olduğunu gördü. Çantasını aceleyle açıp tuvalini, fırçalarını ve boyalarını çıkarttı.

“İlham geliyorum demez aniden gelir işte!” dedi heyecanla. Ailesinin yanındayken tek başına fazla zaman geçiriyordu. Bu yüzden kendi kendine konuşup dururdu bazen.

Resmi tamamladığında kocaman gülümsedi. Her şey içine sinmiş, bu defa olmuştu. Günlerini almasına rağmen buna değdiğini düşündü. Resim malzemelerini çantasına yerleştirdiği sırada otların hışırtısını duydu. Pek umursamadı. Bir tavşan, kedi veya rüzgâr olmalıydı. Çok sürmeden seslerin sahiplerini gördü ve anladı ki tahminlerinde yanılmıştı. Onlar, ellerinde siyah bir torba taşıyan, üç delikanlıydı. Günlerini avare avare dolaşarak geçirmiş tipleri andırıyorlardı. Bol paçalı pantolon ve çizgili gömlekler, inek yalamışçasına kafalarına yapışmış saçlar, ağızlarına sakız olmuş küfürler.  Tuhaf olan şey, üçü kardeşmişçesine birbirine benziyordu.

Zeynep onlardan hiç birini  tanımıyor, şimdi de onlarla hiç bir zaman muhatap olmak istemeyeceğini düşünüyordu. Üzerine kayan bakışlardan rahatsızlık duyan kız bir yandan çantasına fırçalarını, son olarak da resmini yerleştirdi.

“Selim, hani burada kimse olmazdı?” dedi delikanlılardan biri, ağaçların arasında bir başına duran kızı işaret ederek.

“Herhalde bayan yolunu kaybetmiştir,” dedi ismi Selim olan. Gözlerini kısıp iki arkadaşına gülümsedi. Aklında bir fikir vardı. “Niçin centilmenlik yapıp onu evine götürmüyoruz?” 

“Sen ve centilmenlik, ha?” dedi Hasan, inanmayarak.

Genç kız onların aralarındaki konuşmaları ifadesizce dinledi. Adımlarını hızlandırmıştı bile çoktan. Kendisine bir kez daha seslenen delikanlılar sonunda keyfini iyice kaçırdı. Dışarıdan sert  görünüm verse bile ruh halinde korku vardı. 

“Amma da korkak bir şey bu,”

“Çoktan dilini yutmuş olmalı,”

“Hepsi sizin yüzünüzden beyler,” dedi Selim. “Bir bayanla böyle mi konuşulur?!” Ve yersizce atılan kahkahalar.  Zeynep ise sadece oradan gitmeyi düşünüyordu, bu kahkahaları ruhu duymamıştı.

“Gel de seni evine götürelim,” demişti içlerinden biri.  Üç erkekten birinin kolundaki çantayı kaba bir şekilde çekip almasıyla, Zeynep ne olduğunu şaşırdı. Bu da yetmezmiş gibi çantası karıştırılıyordu. “Resim yapmayı seven, elit tabakadan biri olmalısın. Senin tabakana uymadığımız için bizi takmadın, ha söyle bakalım doğru mu?” 

“Para var mı peki içinde?” dedi Selim merakla. Öteki olumsuz anlamda başını iki yana salladı.

Zeynep dudakları tek çizgi halinde, konuşana sadece küçümser bir bakış attı. Bu serserilerle uğraşmak zorunda olması ne kötü şanstı!

“Abi, resmen kız bizi küçümsüyor,” dedi delikanlı diğerlerine. “Ama dur, ben sana gösteririm gününü kızım!” 

Hasan, eline aldığı resim malzemelerini açıp yere savurdu. Boyaların hepsini yere döküp  toprağa adeta gökkuşağı çizmeye  niyetlendi. Tuvali ayağının altına aldı ve mahvetti, fırçaları iki hamlede kırdı. Kızın büyük ilhamla yaptığı resme gelince gülümsedi. Kasabanın karla kaplı bir resmiydi bu. Sırıta sırıta resmi parçalara ayırdı ve yere fırlattı her bir parçayı.

Zeynep bu kadar hakarete katlanamazdı. Öfkeden bedeni titremeye başladı. Bu sersemler ne diye ona sataşıp eşyalarını yere savuruyorlardı? Dahası ne hakla bunu yapabiliyorlardı? Öfkesi onu saniyeler içinde tekrar ele geçirince bu kez olan oldu. Eğilip yerden bir taş aldı, ne düşündü ne tereddüt etti sadece bu taşı oğlana doğru yapabildiği biçimde sertçe fırlattı.

Olaylara biraz uzaktan bakan Selim ve Harun, Hasan’ın kızdan yediği taşa şahit oldular. Bir iki saniyelik şaşkınlıkla herkes sus pus oldu. Sonra eli cebinde dikilen, sırık kadar uzun Selim, “Bu kıza korkak mı demiştiniz oğlum?” dedi. Harun’la birlikte deliler gibi gülerken bir yandan da karnını tutuyordu. Gülmekten gözlerine yaşlar gelmişti ama biri onların aksine, hiç gülmüyordu. Can acısıyla öfke arasında bocalıyordu. 

Hasan, “Hiç komik değil bu. Eğlence olmaktan da çıktı iş,” dedi kanamaya başlayan alnını tutup. Vahşi bir hayvanın gözleri gibiydi gözleri. Üzerinde ateş saçan bir nefret vardı. Tüm kötü duyguları, onu arkadaşları önünde rezil eden kıza yönelikti. “Kadın madın dinlemeyeceğimi bil,” dedi  Hasan. Zeynep’e kinle, nefretle bakarken cebinden bir çakı çıkardı. “Sana kadın gibi davranmayı da öğreteceğim amma alnıma karşılık yüzüne bir çizgi çekeyim de gör, güzelliğin kalıyor mu, sonra hava atabilir misin bir düşün,”

“Saçmalama oğlum,” dedi Selim bir anda, Hasan’ın sözleri üzerine. “Çakıyı dahil etme olaya. Sadece ellerinle vurmalısın, zaten sana bir şey yapamaz.”

“Boş versene be. İzleyelim çakıyla resim yapmasını,” dedi Harun pişkin pişkin.

Zeynep diğer iki delikanlının siyah poşetlerden içecek çıkarmaya başladıklarını gördü. Sonra Hasan’ın şerefine diyerek içtiler, gülerken bir yandan da ağızlarındakini püskürtüyorlardı.  Tam karşısında elinde çakıyla dikilen Hasan ise kızda sadece korku uyandırdı. Kaçıp gidebilir miydi, ayakları onu yarı yolda bırakır mıydı? Belki de biraz sonra ölüp gidecek, ailesi onu çok sonra bulacaktı. Zeynep artık açıkça titrerken Hasan git gide daha yaklaşıyordu. Bağırsa, bir bağırabilse. Ama çok korkuyordu ve gerçekten konuşamıyordu. 

Nefesini tuttuğunda, Hasan’la arasına aniden birinin atıldığını gördü. Nasıl olduysa, nereden geldiyse bir başka delikanlı olaya dahil olmuştu. Zeynep’e doğru uzatılmış olan çakıyı tutan kola sert bir dirsek geçirip Hasan’ı yere serdi. Çakıyı ise yeterince uzağa fırlattı. Hasan yerde boyaların, fırçaların içinde şaşkınca yatıyordu. Oturup olayı izleyen gençler şimdi sinirlenmeye başlamış gibiydiler.

Zeynep kendisini kurtaran genç adamın arkasında rahatlamış bir şekilde duruyorken, onun sesini duydu. Ses tonu olabildiğince soğuk, mesafeli ama güçlüydü.  “Şimdi de eşkıyalığa mı başladınız?” 

“Yılkan,” dedi yerde iki büklüm yatan Hasan, “Seni...ilgilendirmez.” 

Kolunu sıkıca tutarak kısık sesle bir şeyler homurdandı. Yüzü öfkeyle buruşmuş ve kızarmışken Yılkan'a baktı. Bir kaç saniyenin ardından da doğruldu Hasan. “Ne o, sen kendini kasabanın jandarması mı sanıyorsun?”


25 yorum:

  1. Yılkaaaan, karakterini seviyorum ehehe. (:

    YanıtlaSil
  2. ve Yılkan efendi tüm puanları toplar :) kalemlerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. en iyi yeriydi yine reklamlar :)
    çok güzel yazmışsınız tebrik ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim, mecburen kesiyoruz bir yerde. Teşekkür ederiz. :)

      Sil
  4. Yılkan ilk bölümden dikkati mi çekmişti ama bu yazının ilk bölümü diyebileceğimiz kısım çok ilgimi çekti... Merakla bekliyorum yeni bölümü:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlgi çekici bulmanıza sevindim, arkadaşım yazdı o kısmı. :) Devamını yazmak için sabırsızım ben de, yorumunuz için teşekkür ederim. :)

      Sil
  5. Gölgelere enikonu ısındım. Onları yakından tanımak istiyorum :)
    Resmin parçalanmasına üzüldüm. Zeynep bu kez gördüğünü resmetmek yerine kış mevsimi yorumu katmıştı, İçine de sinmisti mutlu olmuştu...
    Emeklerinize saglik, yine güzel bir bölüm gelmiş 🙏⚘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gölgelere daha fazla yer verebilirim, öyle düşünmene sevindim. :)
      Zeynep çok uğraşmıştı, emekleri boşa gitti.
      Teşekkür ederiz güzel yorumun için. 😊

      Sil
  6. ilk başta evden çıkanlar zombi sandım :) anne, ayin mi, bir yaratığa tapıyolar herhalde, aa melanet miş, bir yaratık gibi bişey olmalı, kara gölge :) kötü ruh gibi, ışıkta gücü azalıyor, adı melanet yani, adı güzel bulunmuş :) ooo yılkanda ruh lekesi var, melanet yüzünden herhalde, bakalım ne bağlantı var :) bu şirin gölgeler bu melaneti tanıyor herhalde, şu kabuslar ne acaba :) zeynep, güzeel, şimdilik öyküde en tatlı kişi o gibi duruyor :) resim yapmaya doğaya gidiyor herhalde :) ooooo üç serseri, terbiyesizleer :) ya kızın resim şeysilerini mahvettiler, kızı hırpalıcaklar, ooooo yılkan geldi, oooo, jandarma :) ooo bence yılkan ayarladı bunu, çocuklara saldırın kıza dedi, para verdi, kızın gönlünü fethetcek (şaka şaka :) son kısım heyecanlıydı :) yaa şimdi zeynep, yılkan, gölgeler, melanet, nolcaaaak :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zombi gibiler gerçekten. :)) Yılkan' da gördükleri leke melanet yüzünden evet, o sebeple kabus da gördü. Şirin gölgeler... 😄 Bence de şirinler. Tanıyorlar onu evet. :)
      Zeynep tatlı gerçekten. :) Yılkan yapmaz öyle şey. 😝 Heyecanlı bulmana sevindim deep, diğer sorularını da Merve yanıtlasın artık. :))

      Sil
    2. Melanet'i çağırma ayini gibi bir şeydi bu ama ona tapmıyorlar tabi. Melanetin ne olduğu ileriki bölümlerde daha da belli olur diyeyim. Ahaha gülümsetti yorumun, Yılkan'ın karakterine ters olurdu bu. Ama kızın gönlünü fethedeceği bi' gerçek. :))

      Sil
  7. Bu bölüm de çok sürükleyici ve güzeldi, emeğinize sağlık:))) Yılkan karakterini sevdim ve gerçekten çok merak ediyorum devamını, bekliyorum heyecanla:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederiz kitapkesfi. Yılkan' ı sevmene sevindim. :) Devamını vakit buldukça yazmaya çalışıyorum. :)

      Sil
    2. Yılkan'ı ben de çok seviyorum. Bölümü beğenmenize sevindim. :D

      Sil
  8. İyice geriliyor ortalık. :) Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
  9. Hadi bakalım hızla devam ediyor öykü :)) ben de 3. bölüme zıplıyorum.. eline sağlık <3

    YanıtlaSil
  10. Yine çok iyi bir bölümdü. Başlangıç kısmı beni meraklandırdı. Acaba neler olacak? Zaten hikaye konusu ile ilgi çekici. Yılkan'ın sonda Zeynep'i kurtarması ve artık tanışmaları güzeldi. Yılkan benden tam puan aldı :D Emeğinize sağlık, çok güzel yazmışsınız :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederiz Gamzeli Kız. :) Merak uyandırıcı bulmana sevindim. Tanışmaları iyi oldu bence de. :)

      Sil
  11. Sonunda geldi Yılkan. :) Güzel yorumun için teşekkür ederim, merak uyandırıcı olmasına sevindim. :)

    YanıtlaSil
  12. Zeynep hepsini dövüp perişan etseydi daha da çok bayılacaktım. Bu aralar biraz kadınların erkekler tarafından kurtarılmasına takığım ama bölüm güzel olmuş ellerinize sağlık. İnsanı merakta bırakıyor hikaye. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederiz. :)
      Zeynep' in 3 kişiyi birden dövmesi fazla uçuk olurdu. Öykü fantastik olsa da özel gücü falan yok, sıradan bir insan. Dövüşçü olmadıktan sonra bir erkek bile zor döver 3 kişiyi. :) Gerçeğe uygun oldu bence, kızın da yapısı, gücü belli. :)

      Sil

19 Dakika (Kitap)

   Kitap, çocukluğundan beri akran zorbalığına maruz kalan bir öğrencinin önceden tasarlayarak okul baskını yapması ve çok sayıda kişiyi öld...