11 Ocak 2022 Salı

Uyuyan Melanet- 3.Bölüm (Duygu&Undine)

 


“Sizi uyarmama gerek yok sanırım. Hemen şimdi gitmezseniz olacaklardan ben sorumlu değilim.”

Hasan adeta burnundan soluyordu. Yılkan’ ın soğuk ve tehditkar bakışları yalan söylemediğini gösterse de bir korkak gibi çekilmeyi gururuna yediremezdi. Daha fazla düşünmeden göz ucuyla yerdeki çakıya baktı ve onu kapmak için ileri atıldı.

Yılkan da aynı anda harekete geçti. Hasan tam çakıyı tuttuğu sırada Yılkan’ ın sertçe eline basması üzerine bağırmaya başladı. “Çek ayağını kahrolası!”

Hasan’ ın zor durumda olduğunu gören diğer ikisi koştu. Yılkan kendi etrafında hızla dönerek sıçradı ve bir döner tekme savurdu. Kafasına darbeyi alan Harun kendini yerde buldu. Selim ise kenardan sıyrılıp rakibinin yüzüne yumruk atmaya çalışırken Yılkan onu elinden yakaladığı gibi eğilerek geriye döndü ve sırtüstü yere yapıştırdı. Bu sırada ayaklanan Hasan Yılkan’ ın üstüne atılıp elindeki çakıyı saplamaya çalıştı. İkisi boğuşurken kızın ağlar gibi çıkan sesi ormanda yankılandı. “Kesin şunu! Yeter!”

Yılkan’ ın ona dönüp laf yetiştirecek hali yoktu. Güçlükle Hasan’ ı sırtından attı ve saldırganlara döndü. Üçüyle birden kapışmak Yılkan’ ı zorluyordu ve ağaç kesiminden sonra biraz yorulmuştu. Nefesini kontrol etmeye çalıştı.

“Yakala!” diye bağırdı gerisindeki kız. Yılkan başını çevirmesiyle kızın kendisine fırlattığı kalın, uzun bir dal parçasını havada tuttu. Dalı sıkıca kavrayıp üzerine yürüyen Hasan ve Selim’ e doğru koştu. İkisine de birer tane geçirdiğinde acı içinde kıvranmaya başladılar. Selim yerden ceviz büyüklüğünde bir taş alıp can havliyle fırlattı. Taş Yılkan’ ın alnına çarpıp orada bir kesik açtı. Alnından yanağına doğru süzülen ılık kanı eliyle sildi Yılkan. Yüzü bir anlığına acıyla buruştu ama bu kısa sürdü. Hiddetle yürümeye başlamıştı ki hepsi kaçıştı. “Bunu yanına bırakmayacağız!” diye bağırdı Hasan uzaklaşırken.

Yılkan elindekini yere attı ve kıza döndü. Şapkasının altındaki sarı saçları rüzgardan savruluyordu. Kızın endişe içinde kendisine doğru koştuğunu görünce geriye doğru bir adım attı. Birkaç adımda kız yanı başında bitmiş elindeki mendille yüzündeki kanı silmeye başlamıştı. “Üzgünüm, başına dert açtım. Çok şükür derin bir yara değilmiş.” Yılkan’ ın bir şey demesine fırsat vermeden yerdeki çantasını aldı ve bir süre karıştırdıktan sonra yara bandı çıkardı. Kız yara bandını yapıştırırken Yılkan sessizce onu izledi.

“Burada ne arıyorsun? Tek başına dolaşmamalıydın.”

“Hata ettim. Sayende onlardan kurtuldum. İsmin Yılkan mı gerçekten?”

“Evet.”

“Ben de Zeynep. Buraya yeni geldiğim için tanıdığım pek kimse yok.” Zeynep eğilmiş yerdeki eşyaları toparlamaya çalışıyordu. Olanları düşününce tekrar sinirlenmeye başladı. “Bu olanlara inanamıyorum.”

Bakışları donuklaşan Yılkan uzaklara dalmıştı. Gölgelerin uyarısını düşündü. O gençler sağlam pabuç değildi ama hiç bu kadar ileri gittiklerini görmemişti. “Artık daha dikkatli olmalısın.” Sözlerindeki gizemli uyarıyı hisseden Zeynep dönüp baktı ama bir şey demedi. “Kasabaya kadar sana eşlik edebilirim. Ben de yiyecek bir şeyler alacaktım.”

Eşyalarını toparlayan Zeynep hüzünle toprağı yıkayan boyalara baktı. “Tamam geliyorum,” dedi cılız bir şekilde. Yılkan yürümeye başlamıştı bile, arkasından koştu. Hızlı yürüdüğü için ona ayak uydurmakta zorlanıyordu. “Böyle bir yere geliyorsan spor ayakkabı giymeliydin.” Zeynep mahcup şekilde ayaklarına baktı. “Neyse yolumuz uzun değil zaten,” dedi Yılkan. Genç kız aceleyle bir adım atınca sandaleti kaydı ve düşmemek için Yılkan’ ın koluna yapıştı. Neye uğradığını şaşıran Yılkan diğer elini uzatıp kızın doğrulmasına yardım etti. Ağzını açıp bir şey diyecekken kız hızla özür dileyince sessizliğini korudu. Zeynep’ in yere düşen şapkasını fark edince kaşları çatıldı. Eğilip şapkayı aldı, eliyle silkeledi ve sanki kendisi beceremezmiş gibi Zeynep’ in başına yerleştirdi. Bakışlarından gerilen kız ise bir iki adım yana çekilip yürümeyi sürdürdü. Kasabaya kadar ikisi de pek konuşmadı. Zeynep teşekkür ederek ayrılırken Yılkan yoluna devam etti. Kızı ilginç bulmuştu, kendisiyle sohbet etmeye çalışan nadir insanlardan biriydi.

 

***

 

Köşkte hafif bir akşam yemeği yenildi. Yemek boyunca herkesin üzerinde belirgin keder vardı. Engin karısına, oğluna ve kızına baktı. Bir arada yaşamak zorunda olan ama birbirlerini hiç anlamayan insanlar olduklarını düşündü. Bazen kendine burada ne işim var diye sorup duruyordu. Bu evde, bu ailede olmak sadece yabancı boğazları beslemekti. Engin’in arkadaşları Seher'le evliliğini nasıl sürdürebildiğini sorup dururlardı.

  Sofra kaldırılırken Engin bir sigara yakmaya dışarıya çıktı. Çiseleyen yağmurun o anda bastırdığını gördü. Yağmurun sesi  olmasa belki köşk tamamen sakin bir yer olacaktı. Bir süre sonra karar verdi, arkadaşları haklıydı. Seher onu hep ezip iten bir karakterdi ama daha fazla böyle olmayacaktı. Gözleri kara bulutların arasında gezinen ayı aradı.

Adam eve girdiği vakit boğulur gibi bir his onu karşıladı. Köşk gözlerine daha önce bu kadar kasvetli görünmemişti. Çiçek desenli duvar kağıtları her odada vardı ve şimdi adam her bir odadan onları koparıp atma isteği duyuyordu.  Duvarda asılı duran ağaç tablolarına bakınca yüzü sonuna kadar karardı. Gençliğinde hayaletli köşklerle ilgili pek çok hikaye okumuş, hiç birine inanmamıştı. Yine inandığı söylenemezdi sadece farklı bir etki içinde öfkeden titriyordu. İçeridekilerden hiç birine görünmeden uyumak için doğruca yatak odasına geçti.

Seher zayıf sinyal veren televizyonla uğraşmış ama ne yaptıysa düzeltememiş sonunda da küplere binerek mutfağa gitmişti. Mutfakta bir şeylerle ilgilenirken bir yandan kendi kendine annesine dair söyleniyordu. “Ah, aptal kafam ah! Annemi dinlemedim de gençliğimi yedim bitirdim!” 

Zeynep annesinin ah vah etmesine hep alışık olmuştu. Sadece annesi de değil, anneannesi de kendi ailesiyle ilgili söylenip dururdu. Bu herhalde bir tür ailevi gelenek haline gelmişti. Kızın düşüncelerini bozan ağabeyi oldu. Uğur kara gözlerini kısıp ona dalgınca bakıyordu. “Ee Zeynep Hanım, resmin nasıl oldu?”

Kız bir süre bakakaldı, sonunda alnı endişeyle kırıştı. “Ne resminden bahsediyorsun?”

“Bugün ilham almak için kasabada dolaşmaya çıktığını duydum annemden. Resmi de merak ettim.” 

Gözleri küçüldü Zeynep’in, bir süre ne diyeceğini düşünüp durdu. Olanları ağabeyiyle paylaşmak istemiyordu çünkü genç adamın tepkisinin ne olacağını kestiremiyor ve bu yüzden korkuyordu. Yine de yalan söyleyecek hali yoktu. “Şey resim mahvoldu, ben de getirmeye gerek duymadım.”

“Ya, demek öyle. Peki fırçaların ve tuvalin niye kırıldı?”

Kızın kaşları çatılmış ve birden bire ayaklanmıştı. “Eşyalarımı karıştırmaktan vazgeç abi,”

“Ama,” dedi Uğur dudakları tek çizgi halinde. “Bu bir cevap değil,”

“Çünkü yere düştüler,”  

Ağabey bu konuyla ilgili daha fazla konuşmadı ancak bakışlarından Zeynep’e inanmadığı belli oluyordu. Ona onaylamaz bir bakış atmakla yetindi.  Eli telefonuna uzanarak odadan dışarıya çıktı. 

Sabah olduğunda Engin ortalıklarda görünmüyordu. Kahvaltı masasında oturan kadın çok az şey yiyebilmişti. Biraz endişe, biraz korku içindeydi. Çocuklarına babalarını sabah evde görüp görmediklerini sormuş ve “Hayır,” cevabını almıştı.

“Eğer ki öğlen de gelmezse onu aramaya çıkacağım,” demişti Seher gözleri korkuyla irileşerek. Uğur, annesine aklına kötü şeyler getirmemesini söyledi. Nasılsa çıkıp geleceğini düşünüyordu. Oğlan haklıydı, öğleye doğru eve gelen Engin sayesinde herkes rahat bir nefes aldı. Ama babaları bu defa hiç kimseyle konuşmamakta kararlı bir adama benziyordu. 

Zeynep köşkte daha az vakit geçirmek niyetindeydi. İlk işi kırılan resim malzemeleri yerine yenilerini satın almak olacaktı. Ama her şeyden önce dışarıya gitmek için hazırlanmaya başladı.  Sarı saçlarını fırçayla taradı ve at kuyruğu yaptı. Dolaptan siyah pantolonla bordo tişörtünü çıkarıp giyindi. Kısa sürede hazırlanmıştı. Köşkten tam çıkarken annesine seslendi ve spor ayakkabılarını ayağına geçirdi.

Yaklaşık bir saat sonunda Zeynep kasabada boşuna gezindiğini fark etti. Bir evin önünde durup soluklandı. Resim malzemelerinin yenilerinin çoğunu burada  bulamayacağını geç de olsa artık biliyordu. Sadece küçük eskiz defteriyle dereceli kalemler alabilmişti. Bu arada önünde bulunduğun evden lezzetli kokular gelmeye başlamıştı. Durup eve bakınca yaşlıca bir kadının gözlemeler pişirdiğini gördü. Kadınla gözleri buluşunca o mavi gözlerdeki vahşiliği fark etti.

 Hızla yüzünü çevirip yürümeye başladı. Dalgınlaştığı için karşıdan birinin geldiğini de görmüyordu. Bir anda ona çarpınca kız ne olduğunu şaşırdı. Ama sonra çarptığı kişiyi tanıdığını anladı. Gözleri ışıl ışıl oldu.   “Ah, merhaba!”

Yılkan bir süre hiç konuşmadan kıza baktı. “Merhaba,” dedi ardından, düz bir ifadeyle. Zeynep’in gülümsemesi üzerine sözlerine devam etti. “Bundan sonra yürürken yola baksan daha iyi olur,” 

“Biraz dalmışım, o yüzden seni görmedim. Nasılsın?”

“İyiyim,” demekle yetindi genç adam.

Zeynep onun pek konuşkan biri olmadığını anlamıştı yine de onunla sohbet etmeyi sevdiğini fark etti. Hem bir kere ona fazlasıyla minnet duyuyordu. Alnındaki yara bandına bakınca dün olanlar bir kez daha aklına gelir gibi oldu. Düşüncelerini dağıtmak için konuşmaya devam etti. “Benimle kahve içmek ister misin, tabi bir işin yoksa?”  

Genç kız onun ne cevap vereceğini merak ederek siyah zeytin tanelerini andıran gözlerine baktı. İçinden “Ne güzel gözleri varmış, üstelik sürme çekilmişe benziyor,” demekten kendini alamadı. Sonra gereğinden fazla ona baktığını fark edip bakışlarını çekti.

Bir ara Yılkan’ın, “Biraz işim var,” dediğini duydu. Kız şimdi ona bakamıyordu yine de Zeynep’in yüzü ister istemez düştü. Ama sonra, birden Yılkan sözüne devam etti. “Yine de bir kahve içebiliriz,”  

İkisi küçük bir kafeye geçip Türk kahvesi içerlerken konuşan genellikle Zeynep oluyordu. Onun kasabanın biraz uzağında, yaşlı bir adamla beraber oturduğunu anca öğrenebilmişti. Zaten pek başka bir şey de anlatmamış, kızla ilgili katiyetle bir şey sormamıştı. İkisi konuşurlarken bile daha çok genç kızı izliyordu. Zeynep onun ne düşündüğünü merak ederken buldu kendini ve neden bu kadar az konuştuğunu da bilmek isterdi. Genç adam tam bir sır küpü olmalıydı. Kahvenin ardından ikisi kendi yollarına gittiler.

 

***

 

Hava kararmış, yorucu bir günün ardından eve dönüyorlardı. Kamyoneti süren Naci’ nin bakışları arada bir yanındaki Yılkan’ a kayıyordu. “Bir süredir çok somurtkansın. Canını sıkan bir şey mi oldu?” Yılkan ifadesiz şekilde farların vurduğu toprak yola bakıyordu. “Hayır, bir şey olmadı. Sen de bu aralar fazla endişeli görünüyorsun.”

Naci gülümsedi, bir yanıt vermeyip yola odaklandı. Arabayı evin önüne park ettiğinde yorgun görünüyordu. “Ben hemen yatacağım. Acıkırsan dolapta biraz yiyecek var, ısıtabilirsin,” dedi kapının kilidini açarken. Yılkan da onun ardından içeri girdi. Üstüne eşofman geçirip bahçedeki hamağa kuruldu. Gecenin sessizliğini mızıkayla böldü. Dalgın halde ışıltılı gökyüzüne bakarken gölgelerin ne yaptığını merak ediyordu. Son olanlardan sonra bir tanesi bile görünmemişti. Başlarının dertte olmamasını diledi. Bir süre sonra hafifçe sallandığı için göz kapakları ağırlaştı, elindeki mızıka kayıp yana düştü. Sonra bir kedi miyavlaması işitti, bir derdi var gibiydi. Doğrulup etrafa bakındı, ses dışarıdan geliyordu. Bahçeden çıkıp usulca sese doğru ilerledi. Birkaç binayı geçtikten sonra boş arazide çalıların içinde yavru, siyah bir kedi gördü. Ürkek gözlerle etrafa bakıyordu. Yılkan gülümseyerek kediyi ellerinin arasına aldı. “Kayıp mı oldun kedicik?”

“İşte, bu işe yarar demiştim size.”

Yılkan arkasını dönünce üç kişinin yaklaştığını fark etti. Bunlar ormanda kavga ettiği çocuklardı. “Bunun için kediyi kullanmanıza gerek yoktu,” dedi soğuk bir şekilde. Gözlerine düşen gölgeler Yılkan’ ı hırçın ve tekinsiz gösterse de diğer üçlü bunu umursamayıp sinsi bakışlar atıyordu. Yılkan kediyi yere bırakırken Hasan aniden saldırıya geçti. Elindeki sopayla Yılkan’ ın sırtına vurdu. Düşmekten son anda kurtulan Yılkan dengesini sağlamayı başardı. Sırtı fena halde yanıyordu. Hasan bir kez daha sopayla vuracakken kolundan tutup onu engelledi. Dizine bir tekme savurunca oğlan yere çöktü. Aynı anda diğer ikisi birden sopalarla saldırdı. Karnına darbe yiyen Yılkan geriye savrulup yere düştü. Selim ve Harun kollarından sıkıca kavradılar. Hasan yüzünde pis bir sırıtış ile yaklaştı. Yılkan’ ın saçlarını sertçe tuttu. “Bizi küçük düşürmeni sana ödeteceğim.”

Yılkan sadece meydan okuyan gözlerle bakınca Hasan iyice öfkelendi. Onun korkuya kapılmasını, yalvarmasını istiyordu. Alay edebileceği bir malzeme çıkmayınca Yılkan’ ın midesine bir yumruk geçirdi. İki büklüm olan Yılkan debelendi, tam ellerinden kurtulmuştu ki doğrulmaya fırsat bulamadan Hasan dizini sertçe yüzüne geçirdi. Yere düşen kan damlalarıyla birlikte Yılkan’ ın gözleri yaşardı. Ayaklarındaki enerji birden kesilmiş gibiydi. Ellerini yüzüne kapatmış vaziyette yana doğru düştü. Hissettiği keskin sancı herhangi bir şey düşünmesini önlüyordu. Hasan bununla da yetinmedi, gerilip tekme savurdu. Hedefi tutturamadan bir şey kendisini engelledi. “Ahh!” Bir gölge Hasan’ ı son anda yakasından tutup çekmiş, yere fırlatmıştı. Birkaç saniye içinde diğerleri de kendini yerde buldu. Ne olduğunu anlayamadıkları için korku içinde, topallayarak kaçıştılar.

Her yeri sızlayan Yılkan acı bir ifadeyle bakıyordu. Gölgeler ona yaklaştı, bir tanesi eğilip yüzüne baktı. “Olamaz, hiç iyi görünmüyor.” Diğer gölgelerin her birinden hayret ve öfke nidaları yükselince onları susturdu. Telaşla etrafa bakındı, kimsenin olmadığını görünce Yılkan’ ı kollarına alıp kaldırdı. Yılkan bir kez daha havada süzüldüğünü hissetti. Konuşacak hali olmadığı için bir şey diyemiyordu. Üstü başı kan olmuştu. Gölgelerden biri önden gidip evin kapısına şiddetle vurunca Naci sıçrayarak uyandı. “Yılkan!” diyerek kapıya koştu ve onu yerde kanlar içinde bulunca telaşa kapıldı. “Ne oldu böyle, aman Allah’ ım.” Hemen içeri girip ilkyardım malzemelerini çıkardı ve gerekli önlemleri aldıktan sonra Yılkan’ ı kamyonetin ön koltuğuna yerleştirip, emniyet kemerini taktı. Gaza basıp aracı hastaneye doğru sürdü.

Her yer karanlıktı, önce bir takım tanıdık sesler geldi kulağına. Ardından tekrar acıyı duymaya başladı.

“Biz yokken bu olanlara inanamıyorum.”

“O veletlerin kaçmasına izin vermemeliydik.”

“Saçmalama! Yılkan’ ın başı daha da mı belaya girsin. Hem bu olanların sebebi o karanlık varlık olabilir. Yoksa onu niye bu kadar hırpalasınlar.” Gölge dönüp bakınca Yılkan’ ın uyandığını fark etti. “Gördünüz mü uyandırdık işte,” diye çıkıştı diğerlerine.

Yılkan neler olduğunu hatırlayınca ve nerede bulunduğunu anlayınca şaşkına döndü. “Beni kurtardınız,” dedi doğrularak. “Onlara ne oldu?”

“Bu durumda hâlâ onları mı düşünüyorsun?” dedi pencerenin dibindeki gölge.

Dışarıdan ayak sesleri gelince Yılkan yanıt vermedi. Acısını belli etmemeye çalışıyordu.  Naci Yılkan’ ın uyanmış olduğunu görünce sevindi. “Dinlenmelisin, kalkma hemen. Çok korkuttun beni. Kim yaptı bunu?” Adamın yüzünde endişe ve öfke vardı. Yılkan sessizce onun gözlerine bakıyordu. Ne demesi gerektiğinden emin değildi. Araya giren gölgeleri duymazdan geldi. “Söyleseneee!” diye isyan etti biri.

“Bilmiyorum, yüzleri kapalıydı. Göremedim kim olduklarını.”

“Emin misin?” dedi ihtiyar şüpheci bir şekilde. Yılkan’ ın farklı bir şey demeyeceğini anlayınca üstelemedi. “Neyse ki kırık yok, ucuz atlatmışsın. Bugün burada kalman gerekiyormuş. Doktor birazdan gelir.”

Yılkan yanağındaki ve burnundaki şişlik yüzünden pek rahat konuşamıyordu. “Tamam, teşekkürler ilgilendiğin için,” dedi. Naci tekrar uzanmasına yardım edip saçlarını karıştırdı. “Sersem, sen oğlum gibisin. Tabi ki ilgileneceğim.”

Yılkan gülümsemeye çalıştı. Naci dinlenmesi gerektiğini söyleyerek onu yalnız bıraktı. Yılkan gerçekten de yorgundu, gözlerini kapatmıştı ki gölgeler tekrar söylenmeye başladı. “Uyuyacağım, uzatmayın artık,” diye mırıldandı.


25 yorum:

  1. Yeni bir seriye başlamışsın Duygu, merak uyandırıcı, ilk iki bölüme de bakayım, eline sağlık, çok güzeldi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Eren, beğenmene sevindim. :) Yeni öykü evet, ne kadar sürer bilmiyoruz şimdilik. :)

      Sil
  2. Baştaki dövüş sahneleri etkileyiciydi:) Bu bölüm genel olarak biraz sakin geçti gibi... Fırtına öncesi sessizlik mi acaba:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Alışmışım dövüş yazmadan duramıyorum. :)) Etkileyici bulmanıza sevindim. Gizem yavaş yavaş çözülecek tabi. :)

      Sil
  3. Sakin derken hareket vardı tabi ama genel konu ile alakalı sakin anlamında yazdım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Onu kastettiğinizi anladım. Esas konuyla ilgili değildi doğrudan ama kasaba halkının etki altında kalmasına yoğunlaştık biraz. :) Yorumunuz için teşekkür ederim. :)

      Sil
  4. Ben Zeynebin ailesinde ne işler dönüyor onu merak ediyorm. :) Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kasabada artacak biraz bu durumlar. :) Zeynep' in ailesi de oldukça garip. Yorumun için teşekkürler okurix. :)

      Sil
  5. Cok güzel devam ediyor, bu bölümü de çok sevdim, öykü yazmak kolay bir iş değil gerçekten binlerce kelimeyi bu kadar iyi kullanmanız da her bölüm de dikkatimi çekti, umarım bu yeteneğinizi daha çok okuma fırsatımız olur :)

    YanıtlaSil
  6. Güzel yorumun için teşekkür ederim Ahmet Ozan. :) Kısa öykü yazmak benim için zor da şu an akışına bıraktık biraz, uzun bir öykü olacak. Düşüncelerin mutlu etti. :)
    Gördün mü bilmiyorum da aylardır roman yazıyordum, geçenlerde bitirdim. Belki o da ilgini çekebilir.

    YanıtlaSil
  7. Neler olacak acaba kasabada? Heyecan dorukta Duygu :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakalım neler olacak? Yavaş yavaş yazıyoruz, teşekkürler. :)

      Sil
  8. Yılkan cool çıktı, Zeynep'e mesafeli duruşuyla Kadir İnanır'ı anımsattı bana. Güzel bir bölümdü, olaylıydı ama fırtına öncesi sessizlik hissi verdi bana. Kalemlerinize sağlık. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yılkan genel olarak insanlara mesafeli aslında. O yüzden arkadaşı da yok. Öyle yaşamaya alışmış. :) Güzel yorumun için teşekkür ederiz, beğenmene sevindim. :)

      Sil
  9. Duygucuğum yeni bir seriye başlamışsın. Hayırlı olsun. Üretkenliğine ve hayal gücüne hayran kalmamak elde değil. Kolaylıklar dilerim 👏👏🧿🤗🤚

    YanıtlaSil
  10. ooo yılkan uçan tekme atıyor, yaa zeyneple yılkanın bu ilk konuşma yürüme anları çok hoş olmuş, ikisi de biraz şaşkın gibi yani :) zeynebin ailesinin durumu fena bakalım :) oleey iyi oldu karşılaştılar, zeyenp ne kadar hoşsa yılkan da o kadar duvar şimdilik bakalım :) oyyy o üç kaba çocuk geldiler ama oleeey gölgeler kurtardı onu :) güzel gidiyoooo :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya ikisi de biraz şaşkın. :D Zeynep canayakın, Yılkan hep mesafeli. Bakalım nereye kadar gidecek böyle. :) Beğenmene sevindim Deep, teşekkürler. :)

      Sil
  11. Sürükleyici bir bölüm olmuş, hemen 4. bölümle devam edeceğim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle düşünmene sevindim, umarım gerisini de beğenirsin. :)

      Sil
  12. Öykü yazmak zor iş. Ne güzel sen bu uğraşının ardından gidiyosun ve sürekli üretiyorsun:))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlgi alanıma girince fırsat buldukça yazıyorum. :) Herkesin de kendine göre ilgi alanı ve yeteneği vardır. :))

      Sil
  13. Hikayenin akışına göre ilerlediğimiz için yeri geldikçe detaylandırıyoruz. :) Naci de değişik biri gerçekten. Teşekkürler yorumun için.:)

    YanıtlaSil
  14. En son 2. bölümde kalmıştım, daha yeni okuyorum, şimdi diğer bölümlere geçeceğim:))) Çok güzel olmuş, kalemine sağlık, keyifle okudum:))) Karakterler çok iyi:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler kitapkesfi, karakterleri beğenmene sevindim. :)

      Sil

Karagöz Dersaadet'te Gölge Oyunu (Kitap)

   Blog arkadaşımız Tefrika'nın yorumlarından sonra kitabı merakla okumaya başladım. Gerçekten farklı ve dikkat çekiciydi.   Dersaadet&#...