“Sen aklını kaçırmışsın. Ne dediğinin farkında mısın?” dedi Tuvan ayağa kalkarak. Sağ eliyle bileğindeki izi silmeye çalıştı fakat hiçbir işe yaramadı. “Saçmalıklarını daha fazla dinleyemem, ben gidiyorum,” dedi Tuvan kaşları çatık halde ilerleyerek.
“Dur!” dedi Sava kendinden emin bir şekilde.
Tuvan’ın durmaya hiç niyeti yoktu ama kendisine itaat etmeyen bedeni durdu. Neye uğradığını şaşıran Tuvan öfke içinde Sava’ya döndü.
“Bundan böyle istemesen de dediklerimi yapacaksın, sana söylemiştim,” dedi Sava bilmiş bir tavırla.
“Ne istiyorsun benden lanet olası?” diye bağırdı Tuvan çaresizlik içinde.
“Karanlık dediğimiz şey nedir? Karanlık; acımasız tutkuların sığınağıdır, taşlaşmış kalplerin son durağıdır, vahşetin en büyük yardımcısıdır. Karanlığı kullanmanın bir bedeli olacaktı elbette.”
Tuvan onun sözlerinden hiçbir şey anlamıyordu. Tüm bu olanların bileğindeki mühürle ne alakası vardı? Sava yardım isterken ciddi miydi? Sava’yı sessizce dinlerken tüm bu sorulara da yanıt arıyordu.
“Rivayete göre bu mührün ortaya çıkmasının üstünden asırlar geçti. Yaşlı bir büyücü ülkesinin kralı için ona ölümüne sadık hizmetkârlar sunmak istiyordu. Çünkü çok sevdiği kralı bazı hizmetkârlarının ihanetine uğramış ve ülke kaosa sürüklenmişti. Büyücü uzun araştırmaları sonucu hedefine nasıl ulaşacağını buldu. Ancak yapacağı mühür için sıradan bir şey kullanamazdı. İnsanın iradesini kontrol etmek kolay bir iş değildi ve büyücü de karanlığı çağırdı. Mührü öncelikle kendi avucuna işledi ve güvenilirliğini kanıtladı krala. Daha sonra kralının ve güvendiği birkaç adamının daha avucuna bunu işledi. Kral tüm hizmetkârlarının bileğine bu mührü işlediğinde hepsi artık sadık kölelere dönmüştü.”
“Tüm bunların benle ne ilgisi var?” dedi Tuvan sabırsızlık içinde kımıldanarak.
“Neyse kısa keseyim. Günlerden bir gün yaşadığım şehre bir takım gizemli kişiler geldi denizden. Koca gemi limana demirlediğinde şaşkınlıkla bakakalmıştık. Hepsi silahlarını kuşanmıştı, dost olmadıkları belliydi. Üstümüze yürüdüler ve aramızda küçük bir çatışma çıktı. İnsanların bileklerine birer birer mühürlerini işlediler. Mühürlenenler kaçmak isteyen halk ile mücadele etti ve pek çok kişi hayatını kaybetti. İstemeden de olsa en yakın arkadaşlarımı öldürdüm.”
Sava’nın yumruğu sıkılıydı. Gözleri hüzün denizinde yüzüyormuşçasına acıyla dolmuştu. Sonra derin bir nefes aldı. Gözlerindeki acı anında yok olup yerini zalimce bir ışıltıya bıraktı. Tuvan onu izledikçe şaşkınlığı daha da artıyordu. Sava’nın bahsettiği şeyler değil de ondaki tuhaf değişim kafasını kurcalıyordu. Bu nasıl bir insandı? Sava boğazını temizleyip konuşmasına devam etti.
“Şehrin dış dünya ile bağlantısı kesildi adeta. Dışarıdan gelenlerle de mücadele etmeye başladık ve kimseyi şehre sokmadık. Halk deli gibi çalışıyorken bizi bu hale sokanlar günden güne zenginleşiyordu. Kimse onlara karşı koyamıyordu, elimiz kolumuz bağlı kalmıştık. Yaptığımız her plan verilen yeni emirler nedeniyle bozuldu. Kendilerini zincirleyip emirleri yerine getirmek istemeyenler ise öldürüldü. Ben bununla başa çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Benim görevim onların istediği yemeği pişirmekti. Sürekli onların yakınında olan az sayıdaki kişiden biriydim. Yemekleri yaparken içine zarar verici bir şey koymamam konusunda emir almıştım. Bir gün yemeğin içine zehir katmaya çalıştım ama başaramadım. Sanki yer çekimi aniden kat kat artmış gibi şişe elimden düşüp paramparça oldu. Bunun üzerine farklı yollar denemeye başladım. Yatıştırıcı etkisi olan otlardan bir miktar toplayıp yemeklerin içine kattım. Aşırı miktarda tükettikleri için bir süre sonra uykuya daldılar. Onlar emir veremeyecek durumda olduklarından bileğimdeki mühürden bir şekilde kurtulmayı başardım.”
Tuvan merakla bakışını ona çevirdi. Mühürden nasıl kurtulması gerektiğini merak etmişti.
“Bunu sana söyleyeceğimi düşünmüyorsun herhalde?” dedi Sava sinsi bir şekilde sırıtarak.
“Mühürden kurtulduktan sonra diğerleri uyanmadan hemen harekete geçtim. Kaldıkları yeri ateşe verdim ve yanık kokusunu almak için beklemeye başladım. Adamlar uyandığında telaş içinde kaçmaya çalıştı. Çığlıklar yükselirken adamların kimseye yeni bir emir vermemesi için insanların oraya yaklaşmasına izin vermedim. Yangında bir kısmı ölürken bir kısmı kaçmayı başardı. Kaçan kişiler de mutlaka benden intikam alacaklarını haykırdı. Orada kalmak benim için artık tehlikeliydi. Çevremdeki insanların mührü hala duruyordu ve o adamlardan biri geri döndüğünde işim biterdi. Ben de kaçıp buraya sığındım. Fakat adamların izimi sürdüğünü öğrendim ve bana ulaşmaları an meselesi.”
“Peki ya bahsettiğin adamlar buradaki insanlara da saldırırlarsa ne olacak?” dedi Tuvan endişeye kapılarak.
“Orasını düşündüm bile. Yardımın sayesinde hem siz kurtulacaksınız hem de ben onlardan kurtulacağım. Babanın emrindekiler ne güne duruyor? Babanı ikna edebilirsin değil mi? Şimdilik gidebilirsin, ihtiyacım olduğunda yanımda olacaksın,” dedi Sava yere otururken.
Tuvan öfkeli ve kafası karışık halde Sava’nın yanından ayrıldı. En azından olanları babasına anlatmalıydı. O kesinlikle ne yapılması gerektiğini bilirdi. Akşam yemeğinde lafa girdi.
“Baba, sana söylemem gereken bir şey var.”
“Dinliyorum,” dedi yemek yemeye ara veren iri adam. Annesi de meraklanıp dikkat kesilmişti.
Ancak Tuvan lafın gerisini getiremedi. Ağzı kilitlenmiş gibiydi. Aradan geçen birkaç saniyenin ardından babası bir kaşını kaldırıp merakla onun yüzüne baktı.
“Sava’nın söyledikleri gerçekten doğruymuş,” dedi Tuvan içinden ve babasına gülümseyip lafı değiştirdi.
“Baba, şehrimiz tehdit altına girse ne yapardın?”
“Bu da nereden çıktı şimdi? Emrimde bir sürü güçlü savaşçı var. Kısa sürede tehdidi ortadan kaldırırdım.”
Tuvan babasının sorusunu geçiştirdi ve kısa bir sohbetin ardından odasına çekildi. Daldığı düşünceler bir süre sonra uykusunu getirdi. Ertesi sabah eğitim sırasında dövüş ustası herkese yeni teknikler gösterdi ve daha sonra öğrencileri ikişerli gruplara ayırdı. Kılıç sesleri her yanı doldurdu bir anda. Tuvan Sava ile eşleştiği için gergindi ve bu hareketlerine de yansıyordu. Eskisi kadar kararlı ve güçlü savurmuyordu kılıcını. Bu ustasının da gözünden kaçmamıştı ama bir derdi olabileceğini düşünüp müdahale etmedi.
Sava bir anlık boşluğundan yararlanıp sağ elindeki kılıcı Tuvan’ın zırhına geçirdi ve Tuvan sendeleyip düştü. Sava ardından sol elindeki kılıcı yerdeki Tuvan’ın başının hemen yanına sapladı. Bir an kendisinin hedef olacağını sanan Tuvan gerilmişti. Sava eğildi ve kulağına fısıldadı.
“Korkma, koruyucuma zarar verecek kadar aklımı kaybetmedim daha.” Sonra yüzünde sahte bir tebessüm ile ayağa kalktı.
“Gördüğüm kadarıyla sende büyük ilerleme var,” dedi Yutoi Usta yanlarına gelerek.
“Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum,” dedi Sava gözlerini Tuvan’a dikerek.
Tuvan da öfkeli bakışlarını ona dikmişti. Elinden gelse şuracıkta onu boğacaktı. Kendisiyle bu şekilde dalga geçilmesinden hoşlanmamıştı. Bir şekilde mühürden kurtulmanın yolunu bulmalıydı.
“Benimle gelsene,” dedi Sava ders bittiğinde ve karşı çıkamayan Tuvan onu izledi. Şehirdeki yüksek bir tepeye çıktılar. Bu süre zarfında Tuvan Sava’yı düşüncesinden vazgeçirmeye çalıştıysa da nafile, bir sonuç elde edemedi.
Tuvan o anda uzaktan bir geminin geldiğini fark etti. “İşte geldiler,” diye mırıldandı. “Gerisini senin halletmen gerekecek,” dedi Tuvan’a ve beraber yola koyuldular. Tuvan telaş içinde babasını buldu ve şüpheli birilerinin yaklaştığını söyledi.
“Fazla telaşlısın sanki. Emin misin?” dedi babası.
“Eminim ve onlar geldiğinde dövüş için hazır olmalıyız,” dedi sabırsızlanan Tuvan.
Babası onu şöyle bir süzdü. Tuvan’da bir gariplik olduğunu düşünüyordu. Ayrıca yemekte söylediği sözlerin hemen ardından böyle bir durumun ortaya çıkması daha da garipti.
“Peki, emrimdeki savaşçılardan bir kısmını seninle yollayacağım. Bakalım durumu nasıl idare edeceksin? Bu süre zarfında ben de tüm hazırlıkları tamamlayıp sana yetişeceğim.”
Tuvan bu teklif karşısında şaşırmıştı. Babası anlaşılan kendisini sınamak ve nasıl bir lider olabileceğini görmek istiyordu. Tuvan mühür nedeniyle kaygılı olsa da babasının önerisini kabul etmekten başka yol bulamadı.
“Sana güveniyorum Tuvan. Elinden gelenin en iyisini yap,” dedi babası cesaret verircesine.
Tuvan yanında savaşçıların bir kısmı ile limanın yolunu tuttu. Limana vardıklarında siyah, dev gemi de limana demirlemişti. Sava endişe içinde olacakları bekliyordu. Tuvan’ın her iki elinde de kılıç vardı ve bakışları gemiden iskeleye inen adamlara odaklanmıştı. Adamlar oldukça güçlü görünüyordu ve gözleri delicesine parlıyordu. Beyaz gömleklerin üstüne sıfır kollu, dizlerine kadar uzanan, siyah ceketler giymişlerdi. Ceketlerin kalkık yakası enselerini kapatacak kadar genişti.
Adamlar sert adımlarla ilerleyip savaşçıların karşısında yerlerini aldı. İçlerinden biri Sava’yı görünce öne çıktı. “Bizim tek derdimiz onunla,” dedi Sava’yı göstererek. “Onu bize verin, biz de çekip gidelim. Boş yere kan akmamış olur,” diye devam etti.
Savaşçılar yabancıların Sava için geldiğini öğrenince şaşırmıştı. Sava şehre yeni gelmişti ve onu doğru düzgün tanıyan yoktu. Bu yüzden herkes ona güvenmenin ne kadar doğru olacağını düşünüyordu. Belki de onu teslim etmek en mantıklısıydı. Bekleyiş sürdükçe havadaki gerilim de artıyordu. Tuvan kılıçları sıkıca kavramış sessizce bekliyordu. Sava savaşçılardaki tereddüdü fark edince Tuvan’a saldırması yönünde emir verdi. Emirden habersiz savaşçılar Tuvan ileri atıldığında şaşkına döndü. Tüm olanları geriden izleyen siviller ise korkuyla bir köşeye sinmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Tuvan’ın koşarak en öndeki adama kılıcını savurması ile ortalık karıştı. Birbirine giren iki taraf da birer birer kayıp vermeye başlamış, acı inlemeler dört bir yanı sarmıştı. Tuvan kan içinde yerde yatan bir akrabasını fark etti. Yanına koşmak istese de Sava’ya saldıran iki kişi nedeniyle bir yere gidemiyor, Sava’ya savrulan her kılıcı ve mızrağı durdurmaya çalışıyordu. Dövüş ilerledikçe Tuvan iyiden iyiye çileden çıkıyordu. Adamlar beklenenden çok güçlüydü ve şehir savaşçılarını kaybediyordu. Siviller arasından birkaç kişi sopa ve küreklerle saldırmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Yabancılar o kadar öfkelenmişti ki dövüş boyunca insanları mühürlemek akıllarına gelmemişti.
Sava etraftaki bağrışmalar ve acı çığlıklar nedeniyle ruhunun derinliklerinde azap duymaya başladı. Geçmişi zihninde canlanıyordu. Başı çatlayacak gibiydi ve yere çömelip başını titreyen ellerinin arasına aldı. Ölüm korkusu ve öldürme arzusu arasında sıkışıp kalmıştı. “Ne olursa olsun beni koruyacaksın!” diye bağırdı Tuvan’a.
Tuvan sıçrayarak iri bir adamın hamlesini savuştururken öfke dolu bakışlarını Sava’ya çevirdi. “Bu durumdan bir kurtulsam ilk işim seni öldürmek olacak zaten,” diye söylendi ve eğilip kılıç darbesinden kurtuldu. Tekrar zıpladı geriye doğru tekme atarak ve Sava’ya arkadan yaklaşan bir başka adamı yere serdi. Tuvan daha önüne dönmeye fırsat bulamadan sol omzuna yan taraftan bir hançer girdi. Acı içinde geriye çekildi Tuvan. Kolunu artık hareket ettiremiyordu. Buna rağmen durmadı, canı yansa da bedeni hala emre itaat etmekte diretiyordu. Bacağına bir darbe yediğinde güçten düşmeye başladı. Birisi limanda bulduğu kalası almış ve Tuvan’ın dizini parçalarcasına art arda vurmuştu. Tek ayağının üstüne basabilen Tuvan artık dayanamıyordu. Vücudunun her zerresi sızlıyordu ve nefes nefese kalmıştı.
“Yeter artık, bittim ben!” diye bağırdı sesini Sava’ya duyurmaya çalışarak.
Sava hala başını tutmuş, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Savaşçılardan biri yaralı halde ayaklarının dibine düşünce geriye sıçradı. Adamın kan içindeki yüzüne baktı. “Hayır!” diye bağırdı kafasını iki yana sallayarak. “Sakin olmalıyım,” dedi derin bir nefes alarak. Sava karşısında aniden beliren düşmanı fark etmedi. Adam mızrağı tüm gücüyle savurduğunda Tuvan son anda Sava’nın önüne attı kendini. Tuvan’ın zırhı parçalanmıştı ve tökezleyip yere düştü. Tuvan’ı yaralayan kişiyi ise savaşçılardan birisi hakladı.
Tuvan karnına giren mızrağı tek eliyle tutup çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. Karnından akan kan toprağa sızıyordu. Sava şoka uğramış halde Tuvan’ın yanı başına çömeldi. Ellerinden birini Tuvan’ın karnına koydu, kanın akmasını engelleyebilecekmiş gibi. Tuvan’ın zorlukla söylediği cümle ise donup kalmasına neden oldu.
“Senden nefret ediyorum.”
Sava Tuvan’ın aldığı yaralara rağmen hala kalkmaya çalıştığını görünce onu engelledi. “Tamam, tamam dur artık!” diye bağırdı Sava gözyaşlarına hâkim olamayarak. “Üzgünüm.” Özgür kalan Tuvan rahatlamıştı. Bilincini kaybederken gözleri tepede süzülen mavi kuşa odaklandı. Kendine geldiğinde bir sağlık merkezinde yatıyordu. Başında babası vardı ve kafası karışmış görünen Tuvan’a gereken açıklamayı yaptı.
“Biz olay yerine vardığımızda baygındın. Kalan adamları etkisiz hale getirdik ama pek çok savaşçımız hayatını kaybetmişti.”
“Böyle olmasını istemezdim,” dedi Tuvan çarşafın altındaki sağ yumruğunu sıkarak. Sol kolu tamamen kullanılmaz hale gelmişti. Kaybedilen savaşçılara mı, onca yıllık emeklerine mi üzüleceğini bilemedi.
“Çevreden duyduğuma göre dövüşü senin yaptığın saçmalık başlatmış. Nasıl bu kadar iradesiz olabilirsin? Beni büyük hayal kırıklığına uğrattın. Görüyorum ki sen liderlik vasıflarına sahip değilsin. Zaten şu halinden sonra bir savaşçı bile olamayacaksın ya.”
Bu sözler üzerine donup kaldı Tuvan. Görevi gereği babasının sert olduğunu biliyordu ama daha önce kendisine hiç bu kadar acımasız davranmamıştı. Gözyaşlarına hakim olmaya çalışarak konuştu.
“Sava’yı savunmasız bir halde o canavarların eline mi bıraksaydım?”
Sava’yı düşündüğünden söylememişti bunları. Sırf inat olsun diye yapmıştı, babasını daha fazla kızdırmak için.
“Bir yabancı için kaç can yaktın haberin var mı? Düşüncesizce hareket etmek yerine en azından biz gelene kadar o adamları oyalayabilirdin.”
“Yapamadım ama!” dedi Tuvan öfkeli bir şekilde.
Sonraki günlerde Tuvan hastaneden ayrıldığında Sava bir şekilde ona ulaştı. Çok bitkin ve halsiz görünüyordu. Tuvan anlık bir öfke ile onun yakasına yapıştı. “Ne istiyorsun hala benden? Hayatımı mahvettin. Seni öldürmemek için zor tutuyorum kendimi,” diye çıkıştı.
“Beni affetmeyeceğini biliyorum ve sana vereceğim tek bir emir kaldı.”
Dayanamayan Tuvan yumruğunu Sava’nın çenesine geçirdi. “Hala emirden söz edebiliyorsun demek?” Dengesini kaybedip duvara tutunan Sava bakışlarını yere çevirdi. “Çok uzaklara gideceğim. Bir gün tekrar karşılaşırsak beni öldüreceksin.”
“Ne?” dedi Tuvan şaşkınlıkla. “Bu saçma emir de nereden çıktı?” dedi şoka girmiş halde.
“Zaten niyetin de bu değil miydi?” dedi Sava sakin bir şekilde ve tek bir kelime daha etmeden oradan ayrıldı.
Tuvan ondan ne kadar nefret etse de öldürmeyi ciddi anlamda düşünmemişti. Onlar sadece öfkeyle söylenen sözlerdi. Sava şehirden ayrılırken hüzün içindeydi. Verdiği emir nedeniyle değil, Tuvan’ın ruhunda daha fazla yara açacağı için…
Tuvan ilerleyen günlerde insanların, özellikle de dövüşte yakınlarını kaybedenlerin kin dolu bakışlarına ve laf atmalarına dayanamaz hale geldi. Bir de babasının asla unutmayacağı o sözleri vardı. Annesinin tüm ısrarına rağmen geri dönmemek üzere şehri terk etti.
*****
Tuvan yaraladığı Sava’yı düşmeden yakaladı. “Ne demek istiyorsun?” dedi kaşlarını çatarak.
“Artık efendi sensin. Bileğindeki mühürden kurtulmanın tek yolu mührü yapan kişiyi öldürmektir. Efendi olmak kolay değildir. Ben çok zorlandım ve sayende kurtuluyorum. Güçlü ol,” dedi Sava yüzünden soğuk terler akarken. Konuşmasını zorlukla tamamladı ve hemen ardından hayata gözlerini yumdu. O anda Tuvan’ın bileğindeki yılan figürü silindi ve avucunun içinde yusyuvarlak, kara bir iz oluştu.
Tuvan ne yapacağını bilemez haldeydi. Olaya şahit olan bir yaşlı adam ve kadın hızla uzaklaştı. Haber kısa sürede şehirde yayılacaktı ve Tuvan bir kez daha kaçtı yaşadığı şehirden. Aradan geçen günlerde mühür Tuvan’ı etkisi altına almaya başladı. Bazı günler tamamen kendini kaybediyor, ne yaptığını bilmiyordu. İçindeki nefret, öfke ve kana susamışlık giderek büyüdü. Sava’nın son sözlerini şimdi anlıyordu. Peki, o bu durumla nasıl başa çıkabilmişti?
Tuvan bir sabah erkenden uyandı ve evinin yakınında bulunan kayalığa tırmandı. Tepeden ayaklarının altındaki sevdiği şehre baktı. Başı çatlayacak gibi ağrımaya başladı ve bir süre olduğu yerde çömeldi. Uzun süredir insan içine çıkmıyordu. Çünkü insanların arasında düşüncelerini zapt etmesi daha zordu. Doğrulup gökyüzüne çevirdi başını. Hep beklediği mavi kuş havada süzülürken acı bir şekilde öttü. Sonra Tuvan’a doğru hızlıca süzülmeye başladı. Tuvan gülümsedi ve elini uzattı ileriye doğru. “Bir hayale tutunmak hem umut hem de acı verir,” dedi gülümseyerek. Kuş tepesinde kanat çırpmaya başladığında kuşun büyük pençelerine tutundu sıkıca. Ayağı yerden kesildi ve kuşla birlikte sonsuzluğa doğru süzülmeye başladı.
~Son~