26 Aralık 2021 Pazar

Geçmiş Zaman

 Eskiden boş zaman bulduğumda ilgimi çeken kurslara giderdim. Yine öyle bir anda Korece için kayıt yaptırmaya karar verip Komek' e gitmiş ama Japoncaya yazılmıştım.  Saatleri bana daha uyuyordu. İyi ki öyle yapmışım çünkü şu ana kadar en severek gittiğim dersler bu dersler olmuştu. Sınıf oldukça eğlenceliydi, tabi herkes ilgi alanları nedeniyle geldiği için bol bol sohbet edecek konu da buluyorduk. Arkadaşlarla ve hocayla Japon parkına, tiyatroya, pikniğe falan gitmiştik. Derste anime izleme günü yapardık. Birinin doğum günüyse pasta alıp sınıfta kutlardık. Benim doğum günümde hoca bana büyük bir resim defteri almıştı. :) Sushi günü bile yapmıştık, tonbalıklı yemiştim ben sadece.

 Bizim dersten sonra o sınıfta Rusça dersi olurdu. Dersler arka arkaya olduğu için bizim çıkmamızı beklerlerdi. Kapıdan çıkarken onlar bize garip garip bakarken biz de onlara bakardık, sanki rakiplerin karşılaşması gibi... Komik gelirdi bana. Onlar biraz gösterişli ve mesafeli tiplerken biz sanki aynı mahalleden toplanıp gelmiş gibi ortamın gürültücü, her telden çalan tipleriydik. :) Normalde düz yazım kötüdür ama hoca Japon alfabesiyle yazdığımda inci gibi yazıyorsun demişti, sevinmiştim. Notlarım da iyiydi. :)) 

  


 Günler de böyleymiş Japonlarda, bana ilginç gelmişti. :) Hem Kanji hem Hiragana ile yazmışız. Normalde Kanji kullanmazdık, hoca arada bir örnek olsun diye gösterirdi. 



  Kursa iki dönem devam etmiştik. Daha üst seviye o kursta olmadığı için devam edemedik ama sıkıldıkça bizden sonra başlayanların arasına kaynar, derse katılırdık. Aradan yıllar geçince o arkadaşlarla da yollar ayrıldı tabi. Herkes kendi işine gücüne daldı, başka şehre gitti falan. Yine de benim için güzel günlerdi. :)

21 Aralık 2021 Salı

Bir Karakter Meselesi 5 (Gaara)

 

Resim: wallpapercave

 Eveeeet, en sevdiğim karaktere geldi sıra. Profil resmimdeki Gaara çöllerde yaşamaktadır. Animeye bir sınav için Narutoların köyüne gelmesi ile dahil olur. Gizemli ve ürkütücü yanı ile diğer öğrencilerin korkulu rüyası haline gelir. Rock Lee ile karşılaştığı müsabakada Lee adına gerçekten üzülmüştüm. Diğerleri gibi özel gücü olmayan Lee' nin çok çalışıp sadece bedensel olarak güçlenmesi ve ardından böyle sert kavganın içine düşmesi kötüydü. Aslında çok acılar yaşamış Gaara hayatıyla beni çok etkilemiştir. Hele o sevimli çocukluğu yok mu, gerçek olsa da bari ben sarılsaydım ona diye düşünüyor insan. 

 Gaara da Naruto gibi bir canavarın taşıyıcısıdır. Aynı onun gibi dışlanmışlığı dibine kadar yaşamıştır. Her zaman nefret dolu bakışlara maruz kalmıştır. Çocukken herkes ondan kaçtığı için hiç arkadaşı olmamıştır. Kendi kardeşleri bile ona mesafeli olmuştur. Naruto' nun mühürleri sağlam olduğu için Kyubi onu pek kontrolü altına alamamıştır ama Gaara' nın durumu farklıydı o yüzden şanssız olduğunu düşünüyorum. Daha çok küçük yaştan itibaren canavarın kontrolüne girip pek çok kişiyi öldürmüştür. Özellikle uyuduğu anlarda canavar onu etkisi altına aldığı için uyumamak için çok direnmiştir. Uyku sorunu zamanla gözünün etrafında iri, siyah halka oluşturmuştur. Babası kazekage (köyün başındaki kişi) olduğu için köyünün güç kazanmasını istiyordu. Bu yüzden canavarı bu şekilde köyde tutmak için Gaara' yı kullanmıştır. O zamanlar bu canavarlar çok tehlikeli ve vahşi olduğu için sürekli insanların içine mühürlenirdi. O yüzden taşıyıcılardan hep korkulmuştur. Bu kadar nankörlük olur. Hem düşmana, rakiplere karşı sağlam bir kozum olsun diye canavarı köyünde tut hem de taşıyıcıya kin besle. 

 Sonraları babası Gaara' nın kontrolden çıktığını anlayınca onu başarısız bir deney olarak görüp ölüm emrini verir. Babası ve köy halkı defalarca denese de Gaara' yı öldürmeyi başaramaz. Çünkü onun otomatik çalışan bir savunma kalkanı vardır. Kum her zaman etrafını sarıp onu ani saldırılardan korumaktadır. Tabi bu saldırılar zamanla Gaara' yı daha hırçın yapar. Bir gün yine garibim sessiz sakin otururken arkadan yüzü kapalı biri saldırır. Gaara öfkelenerek bir refleksle ona karşılık verir. Yaraladığı kişinin yüzünü açtığında onun dayısı olduğunu görür, şoka girer. Adamın ölmeden önceki sözleri ise Gaara' yı çok yaralar. "Ablam seni hiç sevmedi, senin yüzünden öldü, lütfen siz de ölün artık," der. Annesini doğum sırasında kaybettiği için sevgisiz büyüyen Gaara annesinin kendisini sevdiğine hep inanmıştı. Dayısının sözleri karşısında yıkılır. Hayatta tek sohbet edebildiği kişi oydu. Dayısına üzüntüsünü anlatmak için kalbini tutup "Kanamıyor ama burası çok acıyor," demişti zamanında. :(

 Gaara, dostluk ve sevgi nedir bilmemektedir. Bir gün Naruto ile dövüşünce onun ne için bu kadar çabaladığını düşünür, dostluğu anlamaya çalışır. Sonrasında yavaş yavaş değişir. "Ancak birilerini öldürünce yaşadığımı hissediyorum," diyerek kendini bu şekilde avutan Gaara insanlarla iletişim kurarak onlara değer vermeye başlar. Çok çalışır ve genç yaşta köyünün Kazekagesi olur. Düşman tarafından kaçırıldığında Naruto' nun kendisini kurtarmak için geldiğini görünce onu arkadaşı olarak kabul eder. Artık yalnız olmadığını, insanların onu düşündüğünü gören Gaara mutlu olur. Gaara' nın o kadar yalnızlık ve acıdan sonra böyle değişmesi çok güzel bir insana dönüşmesi harikaydı. Hep duygulanarak izledim onu. Naruto, Sasuke' nin peşinde bu kadar koşacağına Gaara ile daha yakın arkadaş olabilirdi. Çünkü o günden sonra Naruto Gaara için çok kıymetli bir insan, dost olmuştu. 

 Büyük savaşta da önemli bir görev üstlenir. Babası ile yüzleşme fırsatı bulur. Aslında annesinin kendinden nefret etmediğini, kendisini hep sevdiğini öğrenir. Kendisini koruyan da hep annesinin sevgisi olmuştur. Babası geç de olsa bunu fark ederek yaptıklarından dolayı büyük bir pişmanlık duyar. Gaara' nın sözlerinden oluşan Türkçe alt yazılı videoyu bırakıyorum. 




19 Aralık 2021 Pazar

Bir Karakter Meselesi 4 (Uzumaki Naruto/ Uchiha Sasuke)


Resim: wallpaperstock.net


 Naruto ve Sasuke takım arkadaşlarıdır ve hayatları birbirleriyle bağlantılı olduğu için ikisini beraber anlatacağım. Yalnızlığı çok iyi tatmış bu ikili hayata tutunmak için kendilerine önemli hedefler belirlemiştir.

 Animenin ana karakteri Naruto ile başlayım. Naruto kimsesiz büyümüştür, pek çok kişi tarafından dışlanır. Bunun esas nedeni bebekken içine bir canavarın mühürlenmiş olmasıdır ve hokage köyde bu konunun konuşulmasını yasaklamıştır. Naruto' yu tehdit olarak gören insanlar çocuklarını bile ondan uzak tutarlar. Tabi bunlardan Naruto' nun haberi yoktur. İnsanların ilgisini çekebilmek amacıyla çeşitli yaramazlıklar yapar. Büyüdükçe de saygınlık kazanma, kabul görme isteği nedeniyle hokage olmaya karar verir. Hiç çekinmeden herkesin yüzüne de haykırır ben hokage olacağım diye. Tabi çok dalga geçer insanlar, sınıfının en beceriksizi olan biri nasıl hokage olacaktır.

 Okula başladığında Sasuke ile hiç anlaşamaz. Çünkü Sasuke, Uchiha genlerinden gelen doğal bir güce ve yakışıklılığa sahiptir. Dolayısıyla kızlar arasında popülerdir. :)) Naruto onu kendine rakip olarak görür ve güçlenmek için çok çalışır. Sasuke bakar ki Naruto gerçekten güçlenmeye başlıyor, öfkeden köpürür. Bunun üzerine "Ben intikamım için yaşıyorum, çok daha güçlü olmalıyım, dostluk bağları beni engelliyor," diyerek bağları koparıp köyü terk eder. Naruto durur mu, başlar hemen "Sasuke' yi geri getireceğim, o benim arkadaşım," demeye.

 İkisi de birbirini çok yakın arkadaş olarak görmesine rağmen takıntıları yüzünden çok dövüşürler. Öyle ki bunlar dövüşünce yer yerinden oynar, coğrafi şekiller değişir. İzlerken insanın "Aman guzum ayrılın, dövüşmen," diyesi geliyor. 😅 Bir de düşman olsalar ne olacaktı bilmiyorum. Ölümcül dövüşleri heyecanlı olsa da bir yandan insanın içini burkuyor. İletişim sorunları, inatları, hırsları ikisini böyle bir yola soktu. Savaşmak aslında ikisinin kaderiydi, spoiler olmasın diye açıklamayacağım. 

 Naruto' nun en önemli özelliği öleceğini bilse bile asla kararından vazgeçmemesidir. Düşündüğünü doğrudan söyler, hiçbir şeyi içinde tutamaz. Gürültücü, haylaz olsa da güçlenmek için çok çalışır ve normal hayatının aksine savaşta gerçekten zekice kararlar alabilen biridir. Kendisine inanan birkaç kişi sayesinde yıllar içinde tepeye kadar ulaşır. Sonunda büyük savaş çıktığında herkesin kendisine bel bağladığı biri haline gelir. İçindeki canavarın da aslında kendine çok yararı olur. Başta canavar zaman zaman onu kontrol etse de Naruto' yu çok kez ölümden de kurtarmıştır. Kyubi olmasa zaten Naruto çoktan ölmüştü ve Naruto bunun bile kıymetini anlayacak, canavarla empati kurabilecek kadar koca yürekli bir insandır. Ne yapıp edip sonunda hedefine ulaşması çok güzeldi. Naruto' yu saflığı, temiz kalpliliği, pes etmemesi, doğru sözleri ile çok sevdim.

 Naruto' nun sözleri ile insanları değiştirme özelliği vardır, duygusal yanı da buna sebep olur tabi. Bir bölümde düşmanlardan biri İtachi' ye "Karşılaştığımda Naruto' yu nasıl tanıyacağım?" diye sorunca İtachi "Gürültücü ve düşünmeden hareket eder," gibi bir şey demişti. Adam kendisiyle dalga geçildiğini sanıp öfkelenir ama Naruto' nun tam da öyle biri olduğunu fark eder. Kısacası Naruto pek çok karakteri şaşırtmış ve olumlu yönde değiştirmiştir, Sasuke hariç. 😅

 Sasuke güç uğruna yasak tekniklere bulaşır, olmayacak insanlardan eğitim alır. Köyü terk ettiği için aranan biridir. Narutolarla kaç kez karşılaşsa da bir şekilde onlardan kurtulur. İntikam ateşi gözünü öyle kör etmiştir ki kimseyi duymaz, umursamaz. Ta ki abisi İtachi ile karşılaşana kadar. Aralarında çetin bir mücadele geçer. Tabi sonrasında Sasuke yine durulmaz, bu kez başka bir hedefi vardır. Sasuke anime boyunca hep havalı ve gösterişliydi. Bildiğini okuması ve Naruto' yu küçümsemesi sinir etse de anne babası dahil tüm soyu abisi tarafından bir gecede yok edildikten sonra kim normal kalabilirdi? Gittiği her yerde sağ kalan çocuk olarak anılmış ve gözleri üzerine çekmiştir.

 İkisi de inanılmaz derece güçlenip dünya çapında isimlerinden söz ettirmiştir. Naruto' nun ve Sasuke' nin kapışmalarından oluşan videoyu bırakıyorum. Yalnız müzik de dilime dolandı. İmpossible impossible diyip duruyorum. :)) 

 



 

 


17 Aralık 2021 Cuma

Bir Karakter Meselesi 3 (Minato Namikaze)

Resim: wallpaperaccess.com


 Sırada en az Kakashi kadar hayran olduğum Minato var. Kendisi Kakashi ve takım arkadaşlarının hocasıydı. Beni alıp bu animenin içine atsalar en iyi anlaşacağım kişi kuşkusuz Minato olurdu. :)) Bir insan nasıl bu kadar düşünceli, fedakar, nazik, romantik, zeki, cana yakın, kararlı ve cesur olabilir? 
 
 Sarı Şimşeğimiz lakabını ileri seviye mühürleme teknikleri yaparak ışınlanabilmesinden alıyor. Onun gibi hızlısı yoktu. Savaşta doğru ve çabuk kararlar alıp uygulayan, rakibinin tekniklerini kısa sürede çözen biridir. Dikkatli, soğukkanlı, sessiz sakindir, kendini kaybettiğini hiç görmezsiniz. Gülümsemek ona çok yakışır, sempatiktir ama zor durumlarda oldukça ciddi kararlar alır. Yetenekleri ve kişiliği sayesinde herkesin saygı duyduğu biri haline gelmiş ve hokage (köyün başındaki kişi) olmuştur.
 
 Hoca olduğu zamanlar öğrencileri için elinden geleni yapmıştır. Kakashi' nin sıkıntılarının farkında olduğu için ona destek olmaya, arkadaşlarına bağlanmasına yardım etmeye çalışmıştır. Öğrencisi Obito ise hayatının dönüm noktası olacaktır. Sürekli meşgul olup her şeye yetişmeye çalışır. Yanlarında olamadığı anlarda öğrencilerinin üstüne yüklenen sorumluluk kötü bir sonuç doğuracaktır.
 
 Minato çocukken Kushina ile tanışır. Saç renginden dolayı herkesin yadırgadığı, alay ettiği kızı çok sever. Hep onu destekler. Yıllar sonra evlenirler ve Minato herkese örnek olabilecek mükemmel bir eş olur. Ancak mutlulukları uzun sürmez, kara bulutlar etraflarını sarar. Karısının bir özelliği nedeniyle çok sıkıntılar çeker, hem onu korumak hem de yöneticilik görevine devam etmek zorundadır. En mutlu olacağı gün kabusu olur ve bu onu büyük bir fedakarlık yapmaya iter. 
 
 Minato, Japonca' da liman demektir. Adı gibi güvenilir bir liman olmuştur sevdiklerine, halkına. Animede kendisine daha fazla yer verilmesini isterdim. Yine de gösterildiği o anlarda bile mükemmelliğiyle akıllarda yer etmiştir. En az spoiler içeren videosunu koyuyorum. :)



15 Aralık 2021 Çarşamba

Bir Karakter Meselesi 2 (Hatake Kakashi)

Resim: anime.goodfon.com
 

  Ben dayanamayıp seriye çevirdim bunu. İtachi' yi anmışken acayip hayranı olduğum Kakashi' den bahsetmezsem olmazdı. :) Namıdiğer Sharinganlı Kakashi, Kopyacı Ninja... (Burada bahsettiğim sharingan Uchiha klanının sahip olduğu özel göz)

 Kendisi binden fazla teknik kopyaladığı için gittiği her yerde tanınan biridir. Meşhur üçlü Naruto, Sasuke ve Sakura' nın hocasıdır. Maskesi ve birbirinden farklı göz rengiyle karizmatik bulduğum karakterdir. Hele de dövüşürken ahenkle dans eden, yağmurda ıslanıp alın bandının üzerinden yüzüne düşen müthiş saçlarıyla... Öhöm, nerede kalmıştık, konudan çıkmayım. 😅

 Kakashi' nin en sevdiğim yanı geçmişte acı olaylar yaşayıp da olumsuz anlamda değişen karakterlerin aksine yaşadıklarından sonra olgunlaşmasıdır. Çocukken acı şekilde babasını kaybetmesinin ardından katı ve soğuk birine dönüşmüş, kuralları hayatının merkezine koymuştu. Takım arkadaşıyla yaşadığı tartışma sonucunda hatasını fark etmiş ama hemen ardından üzücü bir olay yaşanmıştı. Kayaların altında ezilen arkadaşı kurtulamayacağını anlayıp son sözlerini sarf ederek gözünü (sharingan) Kahashi' ye bırakmıştı. Zaman içinde Kakashi pek çok kişiyi daha kaybetti fakat tamamen değişti. Artık dostlarına güvenen, onları daima koruyup kollayan birine dönüştü. İyi bir hocaydı, zeki, şakacı, anlayışlı, yeri geldiğinde ciddi dersler vermekten çekinmeyen... Sasuke' nin intikam hevesi yüzünden diğer iki öğrencisini ihmal edip ona yönelse de öğrencilerine güvenmeyi, onlara inanmayı hep bilmiştir.

 Sasuke ile intikam konusunu tartıştığı bir vakitte Sasuke "Sen ne bilirsin ki, senin değer verdiğin biri öldürüldü mü hiç," dediğinde "Değer verdiklerim çoktan öldü zaten," gibisinden laflar ederek aslında kaybetmiş olduğu kişileri hiç unutmadığını da göstermiştir.

 Kakashi' nin yüzü öğrencileri arasında hep merak konusu olmuştur. Türlü planlar yapsalar da bir türlü maskenin altındaki yüzü göremezler. Tabi biz izleyiciler de merakla o anı bekledik ve toplamda tam 689 bölüm sonra gül yüzünü görebildik. 😀 Hatırladığım kadarıyla mangasında yoktu mangaka daha sonra onu çizmişti, sanırım ısrarlara dayanamadı. Neyse ki animeye de yansıtılmış. :) 



 Google görsellerden indirdiğim bu repliği her okuduğumda bir gülme gelir. İnan Kakashi şu Sakura denen kız niye bu takımda, hatta niye bu animede biz de çok sorguladık. 😅 İlk sezonun belki de en gereksiz karakteri olmayı başarmıştır kendisi.

 Kakashi çok iyi bir arkadaş, öğretmen, yönetici olmuştur. Aklı beş karış havadaki saf Naruto' yu, intikamla kafayı bozan kibirli Sasuke' yi, Sasuke' den başka kimseyi gözü görmeyen Sakura' yı iyi idare etmiştir. Normal biri düşmemiş ki garibimin grubuna. Ama finale yakın bir baba, dost gibi hepsiyle gurur duymuş ve onları sevmekten vazgeçmemiştir. Kakashi' den de bir video ile yazımı sonlandırıyorum. :)




13 Aralık 2021 Pazartesi

Bir Karakter Meselesi (Uchiha İtachi)

 

Resim: WallpaperSafari


 İçerik konusunda kafama göre takıldığımı herkes bilir. Bugün sevdiğim İtachi karakterinden bahsetmek istiyorum. Spoiler içerir ona göre uyarayım. :)

 İzlediğim animeler içinde oldukça derin işlenen nadir karakterlerden biriydi İtachi. Şimdi çocukluğuna inelim. :) 

 Küçüklüğünden beri onda var olan farklılık herkesin dikkatini çekmiştir. Yaşına göre çok olgun, akıllı ve sorgulayıcıydı. Tabi bu çok rastladığımız büyümüş de küçülmüş, sürekli bilmiş bilmiş konuşan çocuk tiplemelerinden değil. Aksine içine kapanık biriydi. Çocuk yaşta yaşamın ne olduğunu düşünür. Kafasını ölümsüzlükle bozmuş olan Orochimaru' nun "ölümsüz değilsen yaşamanın ne anlamı var" minvalinden sözleri üzerine daha da düşüncelere dalar. Kendini tepeden aşağı bırakır ve daha düşmekteyken ölüm fikrinden vazgeçer. İnsanlar arasındaki bitmeyen savaş, kavga her şey ona anlamsız gelmektedir.

 Kardeşi Sasuke doğduğunda doğum ve ölüm konusuna biraz daha kafa yorar. Her şeye rağmen kardeşini çok sever, ona çok bağlanır. Büyüdükçe sorumlulukları da artan İtachi yaşıtlarına göre hızla ilerler, okuldan çabuk mezun olur. Hem köyünün hem de klanının gözü bu güçlü çocuğun üzerindedir. Onu kendi taraflarına çekmeye çalışırlar.

 Sürekli çalıştığı için Sasuke' yi ne kadar sevse de onla daha az ilgilenmeye başlar. Bu da Sasuke' nin gözünde hem onu çok büyütür hem de asla onun gibi güçlü olamayacağı fikrini doğurur. İçten içe onu kıskanır.

 Bir gün İtachi Uchihaların bir darbe planladıklarını öğrenir ve durumu köy yönetimine bildirir. Çünkü kendisi köy için üst düzey görevlerde çalışan biridir. O iki tarafa da asla ihanet etmek istemez. Ancak gelişen durum ve çıkarcı insanlar yüzünden acımasızca bir seçim yapmaya zorlanır. Zaten o ana kadar yüzü pek gülmemiş İtachi' yi artık büyük acılar ve ömür boyu üzerinde taşıyacağı bir yük beklemektedir.

 Uchiha klanı diğerlerinden üstün güçlerle donatılmıştır. Bu yüzden insanları biraz asidir ve gözardı edilmeyi sevmezler. Yani köy halkı onların her an kendilerine ihanet edebileceğini düşünerek onlardan çekinmiştir. İtachi adeta arada kalmıştır. Kardeşinin güvenliğinin sağlanmasına karşılık tüm Uchihaları öldürmeyi kabul eder. Onun için vatanı olarak gördüğü köyü asi klanından önce gelmekteydi. Kardeş sevgisi ise hepsinden üstün geldi. İtachi Uchihaların asla durmayacağına, güçlerinden dolayı kibirlerine yenik düşeceklerine, savaşların hiç bitmeyeceğine inanıyordu. O gün ani bir baskın yaptı.

 Büyük katliamdan sonra eve dönen Sasuke herkesi ölmüş olarak bulunca deliye döner. Bunları abisinin yaptığını öğrenince de nefretle dolar. İtachi o gün tüm nefreti üstlenir, uğruna bunu yaptığı insanlarca da hain olarak damgalanır. Gerçekleri birkaç kişi dışında kimse bilmiyordu çünkü.  

 İtachi köyü terk etmeden evvel Sasuke' ye gücünü sınamak için herkesi katlettiğini söyler. Bu yalan sonucu Sasuke ondan intikam alabilmek ve güçlenmek için yaşar adeta. Zaten İtachi de bunu istemiştir. Benden nefret et, güçlendiğinde karşıma çık,  diyerek kardeşinin kendisini bayağı ezik hissetmesine sebep olmuştur. Sasuke de yıllarca intikam isteği ile yanıp tutuşmuştur.

 İtachi gerçekleri kalbine gömerek gidişinin ardından karanlık kişilerle de takılmaya başladığı için iyice korkulan biri haline dönüşür ayrıca üst seviye suçluların olduğu arananlar listesindedir. Aklı hep kardeşinde olan İtachi bulduğu her fırsatta onun kendisine daha da bilenmesi için uğraşır. Gerçekler hiç açığa çıkmadan ölüp gitmek istemektedir. Sasuke' yi ileride yapacakları dövüşe hazırlamıştır bir bakıma. Belki de yaptıklarının bedeli olarak kendisini öldürme hakkını yalnızca Sasuke' ye vermek istemiştir. Oyunculuk yönünden Snape' ten (bir roman karakteri ile kıyaslamam ne kadar doğru bilemiyorum) geri kalmaz. Özellikle genjutsuda (illüzyon tekniği) inanılmaz derecede başarılıdır. Kuvvetli sezgileriyle her türlü zor durumdan kurtulmayı da başarır. 

 Bu karakterle görünenle gerçeğin çok farklı olabileceğini bir kez daha görmüş olduk. Bir arada yaşamakta zorlanan insanların her şeyi tek kişinin omzuna yıkıp bu işten sıyrılması acımasızcaydı. Hakkındaki gerçekleri izleyiciler olarak biz de bayağı geç öğrendik.

 Bir İtachi Reis (yorumlarda böyle anılıyor :) ) geçti anime dünyasından. Naruto izlemiş olanların çoğunun favorisidir sanırım. Aşağıya da bir videosunu bıraktım.





9 Aralık 2021 Perşembe

Mavi Kuş (Hikaye)-2

 


 “Sen aklını kaçırmışsın. Ne dediğinin farkında mısın?” dedi Tuvan ayağa kalkarak. Sağ eliyle bileğindeki izi silmeye çalıştı fakat hiçbir işe yaramadı. “Saçmalıklarını daha fazla dinleyemem, ben gidiyorum,” dedi Tuvan kaşları çatık halde ilerleyerek.

 “Dur!” dedi Sava kendinden emin bir şekilde.

 Tuvan’ın durmaya hiç niyeti yoktu ama kendisine itaat etmeyen bedeni durdu. Neye uğradığını şaşıran Tuvan öfke içinde Sava’ya döndü.

 “Bundan böyle istemesen de dediklerimi yapacaksın, sana söylemiştim,” dedi Sava bilmiş bir tavırla.

 “Ne istiyorsun benden lanet olası?” diye bağırdı Tuvan çaresizlik içinde.

 “Karanlık dediğimiz şey nedir? Karanlık; acımasız tutkuların sığınağıdır, taşlaşmış kalplerin son durağıdır, vahşetin en büyük yardımcısıdır. Karanlığı kullanmanın bir bedeli olacaktı elbette.”

 Tuvan onun sözlerinden hiçbir şey anlamıyordu. Tüm bu olanların bileğindeki mühürle ne alakası vardı? Sava yardım isterken ciddi miydi? Sava’yı sessizce dinlerken tüm bu sorulara da yanıt arıyordu.

 “Rivayete göre bu mührün ortaya çıkmasının üstünden asırlar geçti. Yaşlı bir büyücü ülkesinin kralı için ona ölümüne sadık hizmetkârlar sunmak istiyordu. Çünkü çok sevdiği kralı bazı hizmetkârlarının ihanetine uğramış ve ülke kaosa sürüklenmişti. Büyücü uzun araştırmaları sonucu hedefine nasıl ulaşacağını buldu. Ancak yapacağı mühür için sıradan bir şey kullanamazdı. İnsanın iradesini kontrol etmek kolay bir iş değildi ve büyücü de karanlığı çağırdı. Mührü öncelikle kendi avucuna işledi ve güvenilirliğini kanıtladı krala. Daha sonra kralının ve güvendiği birkaç adamının daha avucuna bunu işledi. Kral tüm hizmetkârlarının bileğine bu mührü işlediğinde hepsi artık sadık kölelere dönmüştü.”

 “Tüm bunların benle ne ilgisi var?” dedi Tuvan sabırsızlık içinde kımıldanarak.

 “Neyse kısa keseyim. Günlerden bir gün yaşadığım şehre bir takım gizemli kişiler geldi denizden. Koca gemi limana demirlediğinde şaşkınlıkla bakakalmıştık. Hepsi silahlarını kuşanmıştı, dost olmadıkları belliydi. Üstümüze yürüdüler ve aramızda küçük bir çatışma çıktı. İnsanların bileklerine birer birer mühürlerini işlediler. Mühürlenenler kaçmak isteyen halk ile mücadele etti ve pek çok kişi hayatını kaybetti. İstemeden de olsa en yakın arkadaşlarımı öldürdüm.”

 Sava’nın yumruğu sıkılıydı. Gözleri hüzün denizinde yüzüyormuşçasına acıyla dolmuştu. Sonra derin bir nefes aldı. Gözlerindeki acı anında yok olup yerini zalimce bir ışıltıya bıraktı. Tuvan onu izledikçe şaşkınlığı daha da artıyordu. Sava’nın bahsettiği şeyler değil de ondaki tuhaf değişim kafasını kurcalıyordu. Bu nasıl bir insandı? Sava boğazını temizleyip konuşmasına devam etti.

 “Şehrin dış dünya ile bağlantısı kesildi adeta. Dışarıdan gelenlerle de mücadele etmeye başladık ve kimseyi şehre sokmadık. Halk deli gibi çalışıyorken bizi bu hale sokanlar günden güne zenginleşiyordu. Kimse onlara karşı koyamıyordu, elimiz kolumuz bağlı kalmıştık. Yaptığımız her plan verilen yeni emirler nedeniyle bozuldu. Kendilerini zincirleyip emirleri yerine getirmek istemeyenler ise öldürüldü. Ben bununla başa çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Benim görevim onların istediği yemeği pişirmekti. Sürekli onların yakınında olan az sayıdaki kişiden biriydim. Yemekleri yaparken içine zarar verici bir şey koymamam konusunda emir almıştım. Bir gün yemeğin içine zehir katmaya çalıştım ama başaramadım. Sanki yer çekimi aniden kat kat artmış gibi şişe elimden düşüp paramparça oldu. Bunun üzerine farklı yollar denemeye başladım. Yatıştırıcı etkisi olan otlardan bir miktar toplayıp yemeklerin içine kattım. Aşırı miktarda tükettikleri için bir süre sonra uykuya daldılar. Onlar emir veremeyecek durumda olduklarından bileğimdeki mühürden bir şekilde kurtulmayı başardım.”

 Tuvan merakla bakışını ona çevirdi. Mühürden nasıl kurtulması gerektiğini merak etmişti.

 “Bunu sana söyleyeceğimi düşünmüyorsun herhalde?” dedi Sava sinsi bir şekilde sırıtarak.

 “Mühürden kurtulduktan sonra diğerleri uyanmadan hemen harekete geçtim. Kaldıkları yeri ateşe verdim ve yanık kokusunu almak için beklemeye başladım. Adamlar uyandığında telaş içinde kaçmaya çalıştı. Çığlıklar yükselirken adamların kimseye yeni bir emir vermemesi için insanların oraya yaklaşmasına izin vermedim. Yangında bir kısmı ölürken bir kısmı kaçmayı başardı. Kaçan kişiler de mutlaka benden intikam alacaklarını haykırdı. Orada kalmak benim için artık tehlikeliydi. Çevremdeki insanların mührü hala duruyordu ve o adamlardan biri geri döndüğünde işim biterdi. Ben de kaçıp buraya sığındım. Fakat adamların izimi sürdüğünü öğrendim ve bana ulaşmaları an meselesi.”

 “Peki ya bahsettiğin adamlar buradaki insanlara da saldırırlarsa ne olacak?” dedi Tuvan endişeye kapılarak.

 “Orasını düşündüm bile. Yardımın sayesinde hem siz kurtulacaksınız hem de ben onlardan kurtulacağım. Babanın emrindekiler ne güne duruyor? Babanı ikna edebilirsin değil mi? Şimdilik gidebilirsin, ihtiyacım olduğunda yanımda olacaksın,” dedi Sava yere otururken. 

 Tuvan öfkeli ve kafası karışık halde Sava’nın yanından ayrıldı. En azından olanları babasına anlatmalıydı. O kesinlikle ne yapılması gerektiğini bilirdi. Akşam yemeğinde lafa girdi.

 “Baba, sana söylemem gereken bir şey var.”

 “Dinliyorum,” dedi yemek yemeye ara veren iri adam. Annesi de meraklanıp dikkat kesilmişti.

 Ancak Tuvan lafın gerisini getiremedi. Ağzı kilitlenmiş gibiydi. Aradan geçen birkaç saniyenin ardından babası bir kaşını kaldırıp merakla onun yüzüne baktı.

 “Sava’nın söyledikleri gerçekten doğruymuş,” dedi Tuvan içinden ve babasına gülümseyip lafı değiştirdi.

 “Baba, şehrimiz tehdit altına girse ne yapardın?”

 “Bu da nereden çıktı şimdi? Emrimde bir sürü güçlü savaşçı var. Kısa sürede tehdidi ortadan kaldırırdım.”

 Tuvan babasının sorusunu geçiştirdi ve kısa bir sohbetin ardından odasına çekildi. Daldığı düşünceler bir süre sonra uykusunu getirdi. Ertesi sabah eğitim sırasında dövüş ustası herkese yeni teknikler gösterdi ve daha sonra öğrencileri ikişerli gruplara ayırdı. Kılıç sesleri her yanı doldurdu bir anda. Tuvan Sava ile eşleştiği için gergindi ve bu hareketlerine de yansıyordu. Eskisi kadar kararlı ve güçlü savurmuyordu kılıcını. Bu ustasının da gözünden kaçmamıştı ama bir derdi olabileceğini düşünüp müdahale etmedi.

 Sava bir anlık boşluğundan yararlanıp sağ elindeki kılıcı Tuvan’ın zırhına geçirdi ve Tuvan sendeleyip düştü. Sava ardından sol elindeki kılıcı yerdeki Tuvan’ın başının hemen yanına sapladı. Bir an kendisinin hedef olacağını sanan Tuvan gerilmişti. Sava eğildi ve kulağına fısıldadı.

 “Korkma, koruyucuma zarar verecek kadar aklımı kaybetmedim daha.” Sonra yüzünde sahte bir tebessüm ile ayağa kalktı.

 “Gördüğüm kadarıyla sende büyük ilerleme var,” dedi Yutoi Usta yanlarına gelerek.

 “Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum,” dedi Sava gözlerini Tuvan’a dikerek.

 Tuvan da öfkeli bakışlarını ona dikmişti. Elinden gelse şuracıkta onu boğacaktı. Kendisiyle bu şekilde dalga geçilmesinden hoşlanmamıştı. Bir şekilde mühürden kurtulmanın yolunu bulmalıydı.

 “Benimle gelsene,” dedi Sava ders bittiğinde ve karşı çıkamayan Tuvan onu izledi. Şehirdeki yüksek bir tepeye çıktılar. Bu süre zarfında Tuvan Sava’yı düşüncesinden vazgeçirmeye çalıştıysa da nafile, bir sonuç elde edemedi.

 Tuvan o anda uzaktan bir geminin geldiğini fark etti. “İşte geldiler,” diye mırıldandı. “Gerisini senin halletmen gerekecek,” dedi Tuvan’a ve beraber yola koyuldular. Tuvan telaş içinde babasını buldu ve şüpheli birilerinin yaklaştığını söyledi.

 “Fazla telaşlısın sanki. Emin misin?” dedi babası.

 “Eminim ve onlar geldiğinde dövüş için hazır olmalıyız,” dedi sabırsızlanan Tuvan.

 Babası onu şöyle bir süzdü. Tuvan’da bir gariplik olduğunu düşünüyordu. Ayrıca yemekte söylediği sözlerin hemen ardından böyle bir durumun ortaya çıkması daha da garipti.

 “Peki, emrimdeki savaşçılardan bir kısmını seninle yollayacağım. Bakalım durumu nasıl idare edeceksin? Bu süre zarfında ben de tüm hazırlıkları tamamlayıp sana yetişeceğim.”

 Tuvan bu teklif karşısında şaşırmıştı. Babası anlaşılan kendisini sınamak ve nasıl bir lider olabileceğini görmek istiyordu. Tuvan mühür nedeniyle kaygılı olsa da babasının önerisini kabul etmekten başka yol bulamadı.

 “Sana güveniyorum Tuvan. Elinden gelenin en iyisini yap,” dedi babası cesaret verircesine.

 Tuvan yanında savaşçıların bir kısmı ile limanın yolunu tuttu. Limana vardıklarında siyah, dev gemi de limana demirlemişti. Sava endişe içinde olacakları bekliyordu. Tuvan’ın her iki elinde de kılıç vardı ve bakışları gemiden iskeleye inen adamlara odaklanmıştı. Adamlar oldukça güçlü görünüyordu ve gözleri delicesine parlıyordu. Beyaz gömleklerin üstüne sıfır kollu, dizlerine kadar uzanan, siyah ceketler giymişlerdi. Ceketlerin kalkık yakası enselerini kapatacak kadar genişti.

 Adamlar sert adımlarla ilerleyip savaşçıların karşısında yerlerini aldı. İçlerinden biri Sava’yı görünce öne çıktı. “Bizim tek derdimiz onunla,” dedi Sava’yı göstererek. “Onu bize verin, biz de çekip gidelim. Boş yere kan akmamış olur,” diye devam etti.

 Savaşçılar yabancıların Sava için geldiğini öğrenince şaşırmıştı. Sava şehre yeni gelmişti ve onu doğru düzgün tanıyan yoktu. Bu yüzden herkes ona güvenmenin ne kadar doğru olacağını düşünüyordu. Belki de onu teslim etmek en mantıklısıydı. Bekleyiş sürdükçe havadaki gerilim de artıyordu. Tuvan kılıçları sıkıca kavramış sessizce bekliyordu. Sava savaşçılardaki tereddüdü fark edince Tuvan’a saldırması yönünde emir verdi. Emirden habersiz savaşçılar Tuvan ileri atıldığında şaşkına döndü. Tüm olanları geriden izleyen siviller ise korkuyla bir köşeye sinmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 Tuvan’ın koşarak en öndeki adama kılıcını savurması ile ortalık karıştı. Birbirine giren iki taraf da birer birer kayıp vermeye başlamış, acı inlemeler dört bir yanı sarmıştı. Tuvan kan içinde yerde yatan bir akrabasını fark etti. Yanına koşmak istese de Sava’ya saldıran iki kişi nedeniyle bir yere gidemiyor, Sava’ya savrulan her kılıcı ve mızrağı durdurmaya çalışıyordu. Dövüş ilerledikçe Tuvan iyiden iyiye çileden çıkıyordu. Adamlar beklenenden çok güçlüydü ve şehir savaşçılarını kaybediyordu. Siviller arasından birkaç kişi sopa ve küreklerle saldırmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Yabancılar o kadar öfkelenmişti ki dövüş boyunca insanları mühürlemek akıllarına gelmemişti.

 Sava etraftaki bağrışmalar ve acı çığlıklar nedeniyle ruhunun derinliklerinde azap duymaya başladı. Geçmişi zihninde canlanıyordu. Başı çatlayacak gibiydi ve yere çömelip başını titreyen ellerinin arasına aldı. Ölüm korkusu ve öldürme arzusu arasında sıkışıp kalmıştı. “Ne olursa olsun beni koruyacaksın!” diye bağırdı Tuvan’a. 

 Tuvan sıçrayarak iri bir adamın hamlesini savuştururken öfke dolu bakışlarını Sava’ya çevirdi. “Bu durumdan bir kurtulsam ilk işim seni öldürmek olacak zaten,” diye söylendi ve eğilip kılıç darbesinden kurtuldu. Tekrar zıpladı geriye doğru tekme atarak ve Sava’ya arkadan yaklaşan bir başka adamı yere serdi. Tuvan daha önüne dönmeye fırsat bulamadan sol omzuna yan taraftan bir hançer girdi. Acı içinde geriye çekildi Tuvan. Kolunu artık hareket ettiremiyordu. Buna rağmen durmadı, canı yansa da bedeni hala emre itaat etmekte diretiyordu. Bacağına bir darbe yediğinde güçten düşmeye başladı. Birisi limanda bulduğu kalası almış ve Tuvan’ın dizini parçalarcasına art arda vurmuştu. Tek ayağının üstüne basabilen Tuvan artık dayanamıyordu. Vücudunun her zerresi sızlıyordu ve nefes nefese kalmıştı.

 “Yeter artık, bittim ben!” diye bağırdı sesini Sava’ya duyurmaya çalışarak.

 Sava hala başını tutmuş, kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Savaşçılardan biri yaralı halde ayaklarının dibine düşünce geriye sıçradı. Adamın kan içindeki yüzüne baktı. “Hayır!” diye bağırdı kafasını iki yana sallayarak. “Sakin olmalıyım,” dedi derin bir nefes alarak. Sava karşısında aniden beliren düşmanı fark etmedi. Adam mızrağı tüm gücüyle savurduğunda Tuvan son anda Sava’nın önüne attı kendini. Tuvan’ın zırhı parçalanmıştı ve tökezleyip yere düştü. Tuvan’ı yaralayan kişiyi ise savaşçılardan birisi hakladı.

 Tuvan karnına giren mızrağı tek eliyle tutup çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. Karnından akan kan toprağa sızıyordu. Sava şoka uğramış halde Tuvan’ın yanı başına çömeldi. Ellerinden birini Tuvan’ın karnına koydu, kanın akmasını engelleyebilecekmiş gibi. Tuvan’ın zorlukla söylediği cümle ise donup kalmasına neden oldu.

 “Senden nefret ediyorum.”

 Sava Tuvan’ın aldığı yaralara rağmen hala kalkmaya çalıştığını görünce onu engelledi. “Tamam, tamam dur artık!” diye bağırdı Sava gözyaşlarına hâkim olamayarak. “Üzgünüm.” Özgür kalan Tuvan rahatlamıştı. Bilincini kaybederken gözleri tepede süzülen mavi kuşa odaklandı. Kendine geldiğinde bir sağlık merkezinde yatıyordu. Başında babası vardı ve kafası karışmış görünen Tuvan’a gereken açıklamayı yaptı.

 “Biz olay yerine vardığımızda baygındın. Kalan adamları etkisiz hale getirdik ama pek çok savaşçımız hayatını kaybetmişti.”

 “Böyle olmasını istemezdim,” dedi Tuvan çarşafın altındaki sağ yumruğunu sıkarak. Sol kolu tamamen kullanılmaz hale gelmişti. Kaybedilen savaşçılara mı, onca yıllık emeklerine mi üzüleceğini bilemedi.

 “Çevreden duyduğuma göre dövüşü senin yaptığın saçmalık başlatmış. Nasıl bu kadar iradesiz olabilirsin? Beni büyük hayal kırıklığına uğrattın. Görüyorum ki sen liderlik vasıflarına sahip değilsin. Zaten şu halinden sonra bir savaşçı bile olamayacaksın ya.”

 Bu sözler üzerine donup kaldı Tuvan. Görevi gereği babasının sert olduğunu biliyordu ama daha önce kendisine hiç bu kadar acımasız davranmamıştı. Gözyaşlarına hakim olmaya çalışarak konuştu.

 “Sava’yı savunmasız bir halde o canavarların eline mi bıraksaydım?”

 Sava’yı düşündüğünden söylememişti bunları. Sırf inat olsun diye yapmıştı, babasını daha fazla kızdırmak için.

 “Bir yabancı için kaç can yaktın haberin var mı? Düşüncesizce hareket etmek yerine en azından biz gelene kadar o adamları oyalayabilirdin.”

 “Yapamadım ama!” dedi Tuvan öfkeli bir şekilde.

 Sonraki günlerde Tuvan hastaneden ayrıldığında Sava bir şekilde ona ulaştı. Çok bitkin ve halsiz görünüyordu. Tuvan anlık bir öfke ile onun yakasına yapıştı. “Ne istiyorsun hala benden? Hayatımı mahvettin. Seni öldürmemek için zor tutuyorum kendimi,” diye çıkıştı.

 “Beni affetmeyeceğini biliyorum ve sana vereceğim tek bir emir kaldı.”

 Dayanamayan Tuvan yumruğunu Sava’nın çenesine geçirdi. “Hala emirden söz edebiliyorsun demek?” Dengesini kaybedip duvara tutunan Sava bakışlarını yere çevirdi. “Çok uzaklara gideceğim. Bir gün tekrar karşılaşırsak beni öldüreceksin.”

 “Ne?” dedi Tuvan şaşkınlıkla. “Bu saçma emir de nereden çıktı?” dedi şoka girmiş halde.

 “Zaten niyetin de bu değil miydi?” dedi Sava sakin bir şekilde ve tek bir kelime daha etmeden oradan ayrıldı.

 Tuvan ondan ne kadar nefret etse de öldürmeyi ciddi anlamda düşünmemişti. Onlar sadece öfkeyle söylenen sözlerdi. Sava şehirden ayrılırken hüzün içindeydi. Verdiği emir nedeniyle değil, Tuvan’ın ruhunda daha fazla yara açacağı için…

 Tuvan ilerleyen günlerde insanların, özellikle de dövüşte yakınlarını kaybedenlerin kin dolu bakışlarına ve laf atmalarına dayanamaz hale geldi. Bir de babasının asla unutmayacağı o sözleri vardı. Annesinin tüm ısrarına rağmen geri dönmemek üzere şehri terk etti.

*****

 Tuvan yaraladığı Sava’yı düşmeden yakaladı. “Ne demek istiyorsun?” dedi kaşlarını çatarak. 

 “Artık efendi sensin. Bileğindeki mühürden kurtulmanın tek yolu mührü yapan kişiyi öldürmektir. Efendi olmak kolay değildir. Ben çok zorlandım ve sayende kurtuluyorum. Güçlü ol,” dedi Sava yüzünden soğuk terler akarken. Konuşmasını zorlukla tamamladı ve hemen ardından hayata gözlerini yumdu. O anda Tuvan’ın bileğindeki yılan figürü silindi ve avucunun içinde yusyuvarlak, kara bir iz oluştu.

 Tuvan ne yapacağını bilemez haldeydi. Olaya şahit olan bir yaşlı adam ve kadın hızla uzaklaştı. Haber kısa sürede şehirde yayılacaktı ve Tuvan bir kez daha kaçtı yaşadığı şehirden. Aradan geçen günlerde mühür Tuvan’ı etkisi altına almaya başladı. Bazı günler tamamen kendini kaybediyor, ne yaptığını bilmiyordu. İçindeki nefret, öfke ve kana susamışlık giderek büyüdü. Sava’nın son sözlerini şimdi anlıyordu. Peki, o bu durumla nasıl başa çıkabilmişti?

 Tuvan bir sabah erkenden uyandı ve evinin yakınında bulunan kayalığa tırmandı. Tepeden ayaklarının altındaki sevdiği şehre baktı. Başı çatlayacak gibi ağrımaya başladı ve bir süre olduğu yerde çömeldi. Uzun süredir insan içine çıkmıyordu. Çünkü insanların arasında düşüncelerini zapt etmesi daha zordu. Doğrulup gökyüzüne çevirdi başını. Hep beklediği mavi kuş havada süzülürken acı bir şekilde öttü. Sonra Tuvan’a doğru hızlıca süzülmeye başladı. Tuvan gülümsedi ve elini uzattı ileriye doğru. “Bir hayale tutunmak hem umut hem de acı verir,” dedi gülümseyerek. Kuş tepesinde kanat çırpmaya başladığında kuşun büyük pençelerine tutundu sıkıca. Ayağı yerden kesildi ve kuşla birlikte sonsuzluğa doğru süzülmeye başladı.  

 ~Son~

7 Aralık 2021 Salı

Mavi Kuş (Hikaye)-1


 Ara ara eski hikayelerimi yayınlamaya karar verdim. Fantastik/bilimkurgu üzerine bir yarışmaya katılıp ilk 10 içine girmiştim. Verilen vaatler tutulmasa da benim için güzel bir anı oldu. 2014' te yazmışım bunu, üzerinde hiç değişiklik yapmadan aynen paylaşıyorum. Biraz uzun olduğu için ikiye böleceğim. 



Mavi Kuş
 
 “Mavi kuş özgürlüğe kanat çırpan umuttur.”

 Tuvan evinden ayrılıp panayırın yolunu tuttu. Bu yıl panayır için çok sayıda insan şehre akın etmişti ve gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. “Pazarlık yapmak için güzel bir gün,” dedi Tuvan kendi kendine gülümseyerek. 
 Elindeki para kesesini sıkıca tutuyordu. Çünkü kalan son parasıyla biraz yiyecek ve bir çift ayakkabı alacaktı. Kıyafetleri adeta dökülüyordu ama sağlam, yeni bir çift ayakkabı daha önemliydi onun için. Tutmayan sol kolu ve aksayan ayağı nedeniyle doğru düzgün bir iş edinemiyordu ve ancak temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar para kazanabiliyordu. Henüz otuzlu yaşlarının başında olmasına rağmen çok daha büyük gösteriyordu, saçı sakalı birbirine karışmıştı. Yıllardır yalnız yaşamanın zorluğu omuzlarına yüklenmişti. Kimseden yardım kabul etmeyecek kadar da gururluydu. Her şeye rağmen hayata sıkıca tutunmayı başarmıştı.
 Eli kemerinde takılı olan keskin kılıca gitti. Maddi açıdan oldukça değerli olan bu kılıç geçmişinden ona kalan tek şeydi. Bazen parasızlık canına tak ettiğinde gidip kılıcını satmaya çalıştığı anlar oldu fakat ayakları bir şekilde geri gitmişti. Bunun nedeni kılıca öyle çok değer verdiğinden değildi, sadece kılıçtan kurtulamıyordu. Aradan koskoca on yıl geçmesine rağmen hala o emri unutmamıştı. Sonsuza kadar uzak durmak istediği o anın bir gün gelmesinden korkuyordu. İçini nedensiz bir sıkıntı kaplamıştı.
 “Keşke seninle hiç karşılaşmasaydım,” diye söylendi. 
 Parlak, uçsuz bucaksız gökyüzüne çevirdi başını. Sağ elini gözlerine siper ederek güneş ışığının ısısını yüzünde hissetmeye çalıştı. Evet, uzun zamandır savunmasızdı, ruhu üşüyordu. Buraya çakılıp kalmıştı ve gökyüzündeki her şeye imrenerek bakıyordu. Tam elini indirecekti ki güneşin içinden çıkıp gelmişçesine havada süzülen bir şey gözüne çarptı. Şekil gittikçe büyüdüğünde onun masmavi bir kuş olduğunu gördü. Kanatları uzun, tüyleri parlaktı ve oldukça zarif bir şekilde uçuyordu. Her kanat çırpışı insanın içindeki özgürlük hissini kamçılıyordu. Kuş öttüğünde büyüleyici sesi dört bir yana dağıldı. Tuvan ağzı açık halde, kuşun daireler çizerek süzülmesini izledi ve uzun zaman sonra içten bir gülümseme belirdi yüzünde. Mavi kuşu ilk kez canlı olarak görüyordu.
 Çocukken karanlıktan çok korkardı. Bir gün ormanda yolunu kaybettiğinde karanlıkla nasıl baş edeceğini bilememiş ve bir ağacın yanına oturup ağlamaya başlamıştı. Endişelenen babası onu bu halde bulduğunda kucaklamış ve sakinleşmesini sağlamıştı. Babasının şu sözünü unutmuyordu.
 “Karanlıktan korktuğunda mavi kuşu hatırla. Özgürlüğün simgesi olan mavi kuş seni karanlıktan kurtaracak ve gökyüzünde bir gezintiye çıkaracaktır.”
 “Ama onu şu ana kadar kimse görmedi ki,” diye itiraz etmişti Tuvan.
 “Onu gözlerinle değil ancak kalbinle görebilirsin,” demişti adam elini Tuvan’ın kalbinin üstüne koyarak.
 Çocukluğunun en güzel masalıydı mavi kuş. Çocukların cesaret, özgürlük ve irade gibi değerlerin önemini kavraması için anlatırlardı büyükler. Rüyasında defalarca o kuşu görmüştü. Pençesine tutunduğu kuşla birlikte gökte süzülürdü.
 Tuvan kuş gözden kaybolana kadar öylece dikilip izledi. “Hadi, beni de yanında götürsene,” diye mırıldandı kendi kendine. Sonra acı bir şekilde gülümsedi ve başını sağa sola sallayıp yola koyuldu. 
 Öğle vakti yaklaşırken hafif bir rüzgâr çıktı. Kerpiç evlerin birbiri ardına sıralandığı sokaklar henüz sakindi. İnsanların çoğu akşam serinliğinde akın ederdi panayıra. Tuvan ara sokaklardan birine sapmıştı ki karşıdan gelen tuhaf adamı fark etti. Sarı saçlar, sürmeli gözler ve baştan aşağı siyah kıyafetler... Onun kim olduğunu anladığında ise dehşete düştü. Omzuna dökülen siyah saçları rüzgârda dalgalanırken Tuvan adeta taş kesilmişti. Onu fark eden yabancı da olduğu yerde kaldı ve sonra yüzünde insanı sinir eden her zamanki gülümsemesi belirdi.
 “Neden şimdi olmak zorunda? Neden on yıl sonra?” diye içinden geçirdi Tuvan. Göz bebekleri büyümüş, elleri titremeye başlamıştı. Yüzündeki acı ifadeyi bastırmak istercesine dişlerini sıktı. Evet, hala karşısındaki bu adamdan ölesiye nefret ediyordu. 
 Sarışın adam yavaşça Tuvan’a doğru yaklaştı. Yüzündeki gülümseme hala silinmemişti. “Sonunda yine karşılaştık. Kadere bak,” dedi Tuvan’ın kulağına doğru eğilerek.
 “İstemiyorum,” dedi Tuvan yumruklarını sıkarken. Sonra eli kemerindeki kılıcına gitti ve kabzasından tutup kılıfından çekti. “Emir emirdir,” dedi diğer adam sakin bir şekilde.
 O anda Tuvan hızlı bir şekilde kılıcını adamın gövdesine sapladı. Kabzasına kadar da kılıcı itti. Yaralanan adamın gözleri ardına kadar açıldı ve ağzından kan gelmeye başladı. Birkaç saniye boyunca acıya direnip nefes almaya çalıştı. Ağzından zorlukla duyulan iki kelime çıktı.
 “Teşekkür ederim.”
 “Neden?” dedi Tuvan tiksinti, nefret ve acımayı aynı anda hissederken.
 “Beni bir kez daha kurtardın…”

*****
 On yıl önce

 Tuvan asil bir ailenin tek evladıydı ve oldukça yetenekli bir gençti. Babası şehrin güvenliğinden sorumlu savaşçıların başındaki kişiydi. Bu yüzden Tuvan’ın eğitimine çok önem verir, ileride onu kendi yerinde görmek isterdi. 
 Tuvan çocukluğundan beri kaybetmeyi sevmezdi. Her zaman önüne yeni bir hedef koyar, ona ulaşmak için çabalardı. Diğer insanların aksine pes etmek yerine varını yoğunu ortaya koyardı. Ondaki bu hırs rüyalarında gördüğü mavi kuştan geliyordu. Biliyordu ki küçük bir kararsızlık gösterse o kuş tamamen zihninden uçup gidecekti. Kimseye belli etmese de geçen uzun yıllar, hayalindeki kuşu da büyütmüştü. Her mücadele edişinde, kılıç sallayışında mavi kuş etrafında süzülürdü.
 Tuvan bir sabah erkenden ormanın kıyısında bulunan eğitim alanına gitti. Henüz ustası ve diğer öğrenciler gelmemişti. Onlar gelene kadar antrenman yapmaya karar verdi. Malzemeler arasından tahta kılıcı aldı ve bir süre gözleri kapalı halde bekleyip zihnini dövüşe hazırladı. Zihninde bir melodi çalarken aniden harekete geçti ve melodiyle uyumlu şekilde kılıcı savurmaya başladı. Dönerek sıçradı ve kılıcı tahta direklerden birine sertçe vurdu. Hiç duraksamadan geriye doğru takla atıp sol ayakucu üzerinde durdu ve bedenini döndürüp yandaki tahta direğe sağ ayağıyla sertçe vurduğunda direk parçalandı. Alkış sesini duyduğunda irkildi ve kılıcını aşağıya indirdi.
 “Her zamanki gibi forumundasın. Dövüş ve estetiği kusursuz bir şekilde birleştiriyorsun,” dedi dövüş ustası gülümseyerek.
 Tuvan eğilerek ustasına selam verdi. Ustasının yanında daha önce hiç görmediği, sarışın bir genç vardı. O sırada diğer öğrenciler de gelmeye başlamıştı. Herkes meraklı gözlerle yeni çocuğu süzerken Yutoi Usta onu tanıttı.
 “Yeni öğrencimiz Sava’ya hoş geldin deyin. Bu şehirde yeni ve kendisine yardımcı olacağınızı umuyorum.”
 “Aramıza hoş geldin. Yardıma ihtiyacın olursa çekinmeden söyleyebilirsin,” dedi Tuvan başını eğerek.
 Tuvan’ın içten gülümsemesi Sava’nın alaycı bakışları nedeniyle anında soldu. Tuvan da onu görmezden gelerek ustasına döndü ve eğitim hakkında sohbet etmeye başladılar.
 “Usta senden çok bahsetti,” diye araya girdi Sava ve konuşmasını sürdürdü. “En yetenekli öğrencilerinden biriymişsin. Diğer herkes de seni takdir ediyor.”
 “Sadece elimden geleni yapıyorum,” dedi Tuvan çocuğa kuşku dolu bir bakış atarak.
 “Çok hırslıdır ve hep en iyi olmak için uğraşır,” dedi Yutoi Usta gülümseyerek.
 “Demek öyle?” dedi Sava yüzünde sinsi bir ifade ile.
 Tuvan yeni çocuktan hiç hoşlanmamıştı ve sonraki günlerde de aralarındaki zıtlaşma devam etti. Kılıç kullanımı konusunda Tuvan herkesi geride bırakıyordu, yakın dövüş konusunda da oldukça iyiydi. Sava ise sık sık ona meydan okuyordu.
 “Bıkmadın mı artık boş yere bana meydan okumaktan?” dedi sabırsızlanan Tuvan.
 “Bir karşılaşma daha yapsak ne kaybedersin ki?” dedi Sava. Bu kez yüzünde ciddi bir ifade vardı. Tuvan onun meydan okumasını kabul edip kılıcını kaldırdığında Sava sadece dövüşe odaklandı.
 Tuvan sağ ayağını öne atıp hızlı bir hamle yaptı. Sava iki eliyle tuttuğu kılıcı ile Tuvan’ın hamlesini durdurdu ve hızlıca eğilip tekme savurdu. Tuvan sıçrayarak tekmeden kurtuldu ve aynı anda kılıcını tekrar savurdu. Kılıcın ucu Sava’nın zırhını çizip geçti.
 “Bu ölümcül bir yara sayılmaz,” dedi Sava Tuvan’ın kılıcını indirdiğini görünce.
 “Peki, o halde devam ediyoruz,” dedi Tuvan koşarak yeni bir hamle yaparken.
 Tuvan doğruca Sava’nın karnına hedef alıp kılıcı sapladı. Sava darbenin etkisi ile yere düşerken zırhı da çatlamıştı. Sava bir süre şaşkınlıkla olduğu yer kaldı. “Şimdi bitti mi?” dedi Tuvan sert bakışlarını Sava’ya dikerek. Sava gülümseyerek ayağa kalktı.  “Basit bir dövüşü çok ciddiye alıyorsun anlaşılan. Gerçek tecrübeler daha farklıdır,” dedi arkasını dönüp yürürken.
 “Hıh, sen ne bilirsin ki? Gördüğüm en yeteneksiz kişilerden birisin,” dedi Sava’nın umursamaz tavırları karşısında öfkelenen Tuvan.
 Ertesi gün Sava yine hiçbir şey olmamışçasına gelip meydan okudu. Tuvan onun ciddiyetsiz tavırları nedeniyle günden güne ondan nefret etmeye başlamıştı.  “Güçlen de öyle çık karşıma. Vaktimi heba ediyorsun!” diye çıkıştı.
 Sava hiçbir yanıt vermedi. Yüzündeki umursamaz ifade gözlerden uzaklaştığında yerini öfkeye bıraktı. Kaşları çatılmış halde limana doğru ilerledi. İçindeki öfkeyi dizginlemeye çalışıyordu. Tuvan ise fazla ileri gidip gitmediğini düşünüyordu. Aralarındaki gerilimi fark eden Yutoi Usta onu bir kenara çekti.
 “Tuvan seni daha önce hiç böyle görmemiştim. Bu tavrının sebebini öğrenebilir miyim?” dedi sakin bir ses tonuyla.
 “Onun olduğundan daha farklı görünmeye çalıştığını düşünüyorum. Onda beni rahatsız eden bir şey var,” dedi Tuvan kaşlarını çatarak.
 “Yeni geldiği bu şehre alışması vakit alacaktır. Biraz değişik bir genç olduğunun farkındayım, sabretmelisin,” dedi adam ve öğrencilere döndü. “Bugünlük eğitim bitmiştir.”
 O gece yorgun halde uykuya dalan Tuvan rüyasında Sava’yı gördü. Tuvan eğitim alanında hareketsiz bir şekilde dikiliyordu. Aniden önünde beliren Sava sinsice gülümsedikten sonra onu itti. Toprak zemine düşmek yerine Tuvan kendisini zifiri karanlığın içinde buldu ve uyandığında bu rüyaya hiçbir anlam veremedi. 
 Ertesi gün Tuvan balık almak için limana kadar yürüdü. Her çeşit balık tezgâhta sıralanmıştı. Tuvan ağzına kadar dolu kesesini çıkardı. Tam o anda iskelenin kenarına oturmuş, gözleri denizin derinliklerine dalmış Sava’yı gördü. Böyle bir yerde onun ne işi vardı? Onu umursamayıp tekrar tezgâha döndü ve neredeyse on kişiye yetecek kadar kocaman bir balık aldı. Küçük bir aile olsalar da evde hizmetçiler ve uşaklar vardı. Bu boyuttaki balık ancak yeterdi. 
 “Şşşt, baksana,” diye seslendi biri, Tuvan balıkçıların yanından ayrıldığında. Tuvan Sava’yı ara sokaklardan birinde görünce şaşırmıştı. Sanki bir şey gizliyormuş gibi görünmek istemiyordu. Tuvan onun ne diyeceğini merak ederek yanına gitti.
 “Başım dertte ve bana yardım etmen gerekiyor,” dedi Sava havadan sudan bahsedercesine. 
 “Sana yardım etmek isteyecek kadar düşünceli olduğumu sanmıyorum,” dedi Tuvan, ona karşı olan hislerini gizlemeyerek.
 “Senin isteğinin bir önemi yok. Ne de olsa zor kullanacağım,” dedi Sava gülümseyerek.
Onun neden bahsettiğini anlamayan Tuvan şaşkınlıkla Sava’nın yüzüne baktı. Sava ani bir hareketle kolunu Tuvan’ın boynuna dayadı ve onu duvara yapıştırdı. Tuvan karşı koymaya çalışınca karnına sert bir yumruk yedi. 
 “Şimdi uslu dur,” dedi Sava, Tuvan’ın sol bileğini tutup yukarı doğru kaldırırken. Tuvan o sırada Sava’nın karnına tekmeyi geçirince öfkelenen Sava da onun yüzüne sert bir yumruk attı. Tuvan acı içinde yere çömelirken Sava’nın nasıl olup da kısa sürede bu kadar güçlendiğini anlamaya çalışıyordu.
 “Sen, nasıl…”
 “Nasıl mı böyle güçlendim? Güçsüz olduğumu nereden çıkardın ki? En başından beri oyun oynuyordum. Amacım senin gücünü ve sabrını test etmekti,” dedi Sava yüzünde alaycı bir ifade ile.
 Sava tekrar Tuvan’ın bileğini tuttu ve ani bir hareketle sağ avucunu Tuvan’ın bileğine bastırdı. O anda bileği dağlanmışçasına sızlamaya başlayan Tuvan hızla kolunu çekti. 
 “Ne yaptın sen?” dedi gözleri dehşetle açılmış halde.
 Bileğinde siyah bir leke belirmişti. Sonra leke bileğinin etrafında birkaç kez dolaşıp yılan şeklini aldı. Yılanın baş kısmı ise avucunun içine kadar uzanıyordu. Sava’nın avucunun içindeki siyah, yuvarlak lekeyi de ilk kez o zaman fark etti Tuvan.
 “Bu, efendi ile hizmetkârı arasındaki bir mühürdür. Bundan böyle benim hizmetkârımsın. Sırrımızı kimseye açıklamayacak ve hayatım tehlikede olduğunda daima beni koruyacaksın,” dedi Sava gözlerindeki karanlık neşeyi gizleyemeyerek.
 Sava son cümlesini açıklama yapma maksadıyla söylememişti. O sırada emir veriyordu. Doğru emri doğru zamanda vermek önemliydi ve Sava bu konuda tecrübeliydi.

devam edecek...

5 Aralık 2021 Pazar

Savaş Çığırtkanı 2- 23.Bölüm (Son)



 

BÖLÜM 23

 

Liderler Toplantısı- Meguan

 

Birkaç ay sonra...

Lider Cender yıllar sonra tekrar bir liderler toplantısına ev sahipliği yapmanın heyecanını yaşıyordu. Bu kez durum öncekilerden farklıydı. Bir önceki toplantının ardından liderliği sürdürebilen sadece Lider Alaz ve kendisiydi. Bu boyutta bir değişim daha önce görülmemişti. Cender toplantı için seçtiği sahili izlerken önceki toplantı gözlerinde canlandı. Liderlerin hararetli tartışmaları ve sonrasında gelen suikast ile her şey alt üst olmuştu. O gün orada içlerinden birkaç kişinin daha öleceğini asla tahmin edemezdi.

Hazırlıklar tamamlanmış görünürken Garnap liderin yanına geldi. “Başka emriniz var mı Lider Cender?”

“Hayır Garnap. Çok uğraştın, teşekkürler.”

Cender kaftanının içinde, düzgünce taranmış uzun, sarı saçlarıyla şık ve asil görünüyordu. Bu kez öncekilerden büyük çaplı bir organizasyon tertip etmek durumunda kalmıştı. Söz verdiği gibi her ülkenin liderlerine davet mektubu göndermişti. İçlerinden bir kısmı davete memnuniyetle icabet edeceklerini bildirmişken kendi halinde yaşayan bir kısmı daveti kabul etmemişti.

Güneş parlak, deniz sakindi. Çok güzel bir hava vardı. Masalar büyükçe bir daire oluşturacak şekilde birleştirilmişti, yirmi kişiyi ağırlayabilirdi. El işçiliği gerektiren ipek ipliklerle dokunmuş masa örtüleri günler öncesinden hazır edilmişti. Masaların merkezindeki boş kısma yerleştirilen düzenekten akan sıvı çikolata şelaleyi andırıyordu. Çeşit çeşit yiyecekler, içecekler masayı süslüyordu. En dikkat çekeni özel meyvelerle hazırlanmış sanatsal figürlerdi. Minyatür dağ, ağaç, hayvan figürleri insanın yemeye kıyamayacağı kadar güzel görünüyordu. Cender memnuniyetle masaya baktı. Sanatsever biri olarak bunu herkese kanıtlamaktan gurur duyacaktı. Güneş tam tepeye yükseldiğini göre liderlerin gelmesine az bir vakit kalmıştı.

Kısa süre sonra Garnap’ ın sesi zihninde yankılandı. “Efendim, ilk davetlimiz alana ulaştı, Butah’ ın lideri.”

Cender arkasına dönüp bir tarafında kayalar uzanan diğer tarafı çalılarla kaplı toprak yola baktı. Yüzünde bir gülümseme ile bekliyordu. Gelenekleri bozmayan Butah lideri bir geyiğin üzerinde sakin ama güçlü şekilde yol alıyordu.

Boratak kaftanın içinde her zamankinden iri ve güçlü görünüyordu. Cender tüm ihtişamına rağmen onun ruhundaki durgunluğu sezebiliyordu. Butah’ ı toparlamak onun için çok kolay olmamıştı. Yanındaki yardımcılar da liderlerinin hemen arkasından ilerliyordu. Yenira başı dik şekilde güçlü bir imaj çiziyordu. Boratak lider ilan edilince çok güvendiği Yenira’ yı yardımcılığa atamıştı.

Geyikten inen Boratak Cender’ in karşısında durdu. Kılıcını yere saplayıp Butahlılara özgü selamını verdi.

“Sayın lider, Butah’ ın dağlar kadar engin ve bir enstrüman melodisi kadar duygulu selamını iletmekten kıvanç duyarım.”

Boratak’ ın sözlerindeki incelik Cender’ i memnun etti. “Bana da asil selamınızı nazikçe kabul etmek düşer.”

Boratak gösterilen yere geçip oturdu. Tüm ayrıntısına kadar düşünülmüş gösterişli masa dikkatinden kaçmamıştı. İlk liderlik deneyimi olduğu için her şeyi gözlemlemeyi ihmal etmiyordu.

Lider Alaz da teşrif etmişti. Uysal kaplanlarla birlikte alanda belirdiler. Krazu kaplanın üstünden inmemişti, Lider Boratak’ ı merakla süzüyordu. Dış görünüşüyle de, sakin yapısıyla da kesinlikle Canas’ a benzemiyordu. Kaplandan inmiş olan Alaz yavaşça yürüdü. Cender onun eskisi gibi dik başlı ve gergin değil daha samimi göründüğünü fark etti. Yine de mesafesini korumaya da özen gösteriyordu. Kılıcını yere sapladı, başını hafifçe eğdi. “Ülkem Libmons’ un buğday tarlaları kadar uçsuz bucaksız, bir kaplan kadar güçlü selamını iletmekten onur duyarım.”

Ev sahibi lider selamını kabul edip ona masadaki yerine kadar eşlik etti. Alaz masadaki diğer lidere de başıyla selam verdi. Son olanlardan sonra Butah lideri ile ne konuşması gerektiğinden emin değildi. İkisi sessizliği sürdürürken Lider Mazal ve yardımcıları geldi.

Atın üstündeki kadın sırtındaki devasa kılıcı ile tam bir savaşçıya benziyordu. Tek bir hareketle atından atladı ve Cender’ e yaklaştı. Ağır adımları ve sert duruşuna rağmen Cender’ in yanına varınca dostça gülümsedi. Selam vermek üzere kılıcını çekip aldığında Cender biraz geri çekilmek zorunda kaldı ve hayranlıkla kadının ustaca kılıcı kullanışını izledi. “Saygıdeğer lider, Melmor’ un yıldızlar kadar ışıltılı, karda açan çiçekler kadar kararlı selamını iletirim.”

“Gelişinizle bizi onurlandırdınız Lider Mazal. Buyurun,” dedi Cender de gülümseyerek. Kadın kılıcını topraktan çekerek tekrar yerine yerleştirdi ve sağlam adımlarla ilerledi. Lider Alaz’ a odaklanan gözleri bir anlığına gölgelendi ama sesini çıkarmadı. Onun eskiden Lazinka’ nın destekçisi olduğunu biliyordu ama  savaştan sonra değiştiği söylentilerini işitmişti. İlk kez gördüğü Boratak’ a döndü ve onun yanındaki yerine geçti. “İkimiz de acemiyiz sanırım,” dedi. Boratak başıyla onayladı. “Doğrusu zorlanacağımızı sanmam. Bu yıl değişiklikler yılı olacak gibi. Neredeyse tüm liderler yenilenmişken ve aramıza diğer ülkeler de katılacakken güzel bir başlangıç yapacağımıza inanıyorum.”

“Doğru dediniz, bir şeylerin değişme vakti gelmişti artık.” Kadın cümlesinin sonuna doğru bakışlarını Alaz’ a çevirdi. İkisini dinleyen Alaz yorum yapmadı. Arada bir laf söyleyecek gibi kendine bakıp sessiz kalan Mazal’ a aldırmadı. Eski Alaz değildi o artık. Doğru yolda ilerlemeye karar vermişti ve iyi tarafta yer alacaktı. Yakında Mazal’ ın da bunu anlayacağını düşünüyordu. Başını yana çevirip deniz manzarasına odaklandı.

O sırada Cender Lider Duve’ yi karşılıyordu. İlk kez gördüğü lider az da olsa Lazinka’ yı anımsattı ona. Güçlü ve kararlı bir yapısı vardı. Zindanda geçirdiği günlerin ağırlığını çoktan atlatmış gibiydi. Duve selamını verirken Cender Lazinka’ nın kardeşlerine yaptığı haksızlığı bu kadar uzun süre nasıl saklayabildiğini merak ediyordu.

“Ülkem Galnas’ ın çöl kumları kadar sıcak, batı rüzgarları kadar güçlü selamını Meguan’ a iletmekten mutluluk duyarım.”

“Meguan selamınızı içtenlikle kabul eder. Sonunda tanıştık Lider Duve, sizi aramızda görmek çok güzel.”

Cender’ in şiirsel ses tonu karşısında şaşırsa da gülümsedi Duve. Hakkında çok şey duyduğu lider gerçekten ilginç birine benziyordu. “Ben de sizi tanımaktan memnunum lider.” Kılıcını yerden çekti ve Alaz’ ın yanındaki yerine geçti. Mazal’ ı ve diğerlerini selamladı. Yardımcıları olan erkek kardeşi ve ablası yüzlerinde gururlu ifade ile geriden onu izliyordu.

Davet edilen ülkelerin liderleri de gelmeye başlamıştı. Kimisi gergin ve kaygılı görünürken kimisi de halinden memnun ve sonunda hak ettiği konuma kavuşmuşçasına mutlu görünüyordu. Ev sahibi lider herkesle tek tek ilgilenmeyi ihmal etmedi. Masadaki insan sayısı arttıkça aralarındaki sohbet de artıyordu.

Mara Cender’ in yanına geldi. Çok şık turuncu bir elbisenin üzerine deri ceket giymişti. Beline taktığı kemerden kılıcı sarkıyordu. Saçlarını at kuyruğu yapmıştı. “Efendim, Dazzap’ ın lideri henüz gelmedi. Bize bir haber de ulaşmış değil. Ne yapalım?”

“Biraz daha bekleyelim Mara, umarım bir aksilik yoktur.” Mara geriye dönüp ilerlerken karşıdan onu izleyen Garnap’ a sözsüz olarak mesajı iletti. Onaylarcasına başını sallayan Garnap Mara’ ya gülümsedi. Üç ay önce evlenmişlerdi ve bunda Cender’ in katkısı büyüktü. Genç çifte sürekli ne zaman evlenecekleri konusunda takılarak evliliği ciddi ciddi düşünmelerine yol açmıştı. Düğün hediyesi olarak ikisine çok güzel, bakımlı birer at vermişti.

Bir saat sonra Dazzap liderinin geldiğini haber alan Cender rahatladı. İri kurtlar her zamanki gibi ürkütücü ve vahşi görünüyordu. En öndeki gri kurdun üzerinde Lider Chitan ilerliyordu. Bakışları sert, duruşu dikti. Kurdun başını okşayınca kurt yere eğilip inmesine yardım etti. Chitan, Zorkan’ ın savaştan önce bıraktığı gizli vasiyet sonucu lider ilan edilmişti. Hayatı tamamen değişmiş olsa da kısa sürede eski liderin izinden gitmeye başladı. Halk da onu çabuk kabullenmişti.

Chitan da selamını verince Cender düşüncelerini paylaştı. “Lider Chitan sizi burada görmek güzel, endişelenmeye başlamıştık.”

“Ses tonunuz daha çok kendinizi kusursuzca ifade edebilme kaygınızı yansıtıyor halbuki.” Başka açıklama yapma gereği duymadan masaya doğru ilerleyen Chitan’ ın arkasından şaşkınlıkla baktı Cender. “İkinci bir Zorkan,” dedi istemsizce gülümseyerek.

Herkes tamamlandığı için Cender açılış konuşmasını yapmak üzere masanın önüne geçti. Her zamanki kendine has hareketi yaptı. Avcunun içindeki dört yapraklı yonca desenini öpüp elini yumruk yapıp kalbinin üstüne koydu. Bunun kendisine şans getireceğine inanıyordu. “Öncelikle geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. 57. Liderler Toplantısına hoş geldiniz. Bu yıl farklı olarak pek çok ülkeden lider de bize katıldı. Aramıza katılmalarının hepimiz için yeniliklere ve güzelliklere vesile olacağını düşünüyorum. Hepimiz son savaşta tek bir güç haline geldik ve karanlık orduyu yendik.”

Ev sahibini dinleyen liderler birbirlerini süzüyor, tanımaya çalışıyordu. Eski toplantılara nazaran herkes sakin görünüyordu. Cender’ in konuşması bitince yemeğe geçildi. Yan yana oturan liderler aralarında sohbete başlamışlardı bile. Chitan, Kanyul’ un liderinden tavsiyeler alırken, Mazal Tora’ nın liderine savaş hakkındaki düşüncelerini aktarıyordu.

Yemek sonrasında ilk sözü Boratak aldı. “Butah’ ın yeni lideri olarak barışa önem verdiğimi belirtmek isterim. Savaş ağırlıklı olarak bizim topraklarımızda gerçekleştiği için çok mücadele vermemiz gerekti. Eski liderin yaptıklarını unutturmak için çok çalışacağım. Bundan sonra güven içinde yol almamız gerektiğini düşünüyorum.”

Mazal’ ın da söylemek istedikleri vardı. “Lider Boratak’ a hak veriyorum. Artık çıkar çatışmalarını, yasal olmayan anlaşmaları ardımızda bırakalım. Barış ve anlayış içinde olursak bu hepimizin yararına olur. Geçmiş geçmişte kaldı, önümüzde tertemiz bir gelecek uzanıyor.”

Kanyul’ un lideri kendisi gibi olanlar adına konuştu. “Yıllardır yeterince güçlü olmadığımız gerekçesi ile geri plana atıldık, isteklerimiz dikkate alınmadı. Ancak Lider Cender sağduyulu yaklaşımı neticesinde bize bir öneriyle geldi ve büyük savaş için yardım isteyerek bize güvendiğini gösterdi. Bir araya gelmek için böyle bir savaşın olması gerekiyormuş meğer. Yine de konumlarımızın artık eşitlenmesi çok büyük bir gelişme ve biz de barış için elimizden geleni yapmaya hazırız.” Aynı durumu yaşayan liderler onu onayladı ve destek verici sözler etti.

Boratak bir anlığına düşüncelere daldı. Her şeyi başlatan Canas şimdi ülkelerin birliğine vesile olmuştu. “Bir belanın ardından gelen hayır,” diye düşündü. Yıllardır süregelen eski sistemin değişmesine sevinmişti.

Alınan yeni kararlar kağıda döküldü ve liderler tek tek mührünü bastı. Genel olarak bir sükunet hakimdi ortama. Kimileri birbirini tartmadan edemiyordu. Anlaşmaya uyulup uyulmayacağını zaman gösterecekti. İnsanlar yavaş yavaş birbirine güvenmeyi öğreniyordu. Lider Cender sesine bir ahenk katarak kapanış konuşmasını yapmak üzere ayağa kalktı.

“Bu liderler toplantısı hepimiz için dönüm noktası olmuştur. Herkese anlayışı ve gösterdiği çaba için minnettarım. Sonraki liderler toplantısında görüşmek umuduyla.”

Gün batmak üzereyken misafirler dağıldı. Cender beraberindekilerle sarayına döndü. Bahçede dikiliyor kararan gökyüzüne bakıyordu. Günü bir sıkıntı yaşamadan atlattığı için mutluydu. Tartışmalı günlerin geride kalmıştı. Hayalindeki dünya huzurun ve nezaketin iç içe geçtiği kocaman bir yuvadan farksızdı.

Yorun görünen Garnap ve Mara’ ya baktı. “Gidin, iyice dinlenin, bunu hak ettiniz.” Garnap çaktırmadan eşine bakıp durmaya çalışırken Cender bir şey çevirdiklerinden şüphelendi. “Siz ikinizin aklından ne geçiyor acaba?”

Mara hemen yanıtladı. “Efendim, unuttunuz mu? Bugün doğum gününüz. Samimi ve küçük kutlamaları sevdiğinizi bildiğimiz için herkesin gitmesini bekledik.”

Mara’ nın işareti ile büyük, kakaolu bir pasta bahçeye getirildi. Pastanın üzerine bir sürü küçük mum yerleştirilmişti. Neon renkteki uçan balonlar tekerlekli masanın birer köşesine bağlanmıştı. Yıldızlar gökte birer birer belirirken Garnap liderin hislendiğini görebiliyordu. “Ya çok güzel bir sürpriz bu. Boş bulundum sanırım, niye dramatize ediyorum bu güzel anı,” diye gözlerini kırpıştırdı. “Teşekkür ederim dostlarım.” Cender mumları üfleyip balonları çözdü ve gökte süzülmeleri için serbest bıraktı.

Butah yeni bir güne uyandığında Meguan’ a giden ekip dönmüştü. Boratak bir süre odasına çekilip dinlendi. Akşam üstü olduğunda kendini  tamamen yenilenmiş hissediyordu. Yardımcılarından birine ertesi sabah için toplantı ayarlamasını, raporları aktaracağını söyledi. Balkonunda oturmuş güzel bir çay içerken kamelyalarda oturan Yenira’ yı fark etti. Çayını bitirip aşağı indi. Bir isteği olacağını düşünerek kendisini izleyen hizmetlileri geri çevirdi.

“Teke tek bir antrenmanın vakti geldi.”

Yenira sesin sahibine dönünce gülümsedi. “Her zamanki yerde mi?”

Başıyla onaylayan lider hemen yanında getirdiği ata atladı. “İlk varanın hanesine fazladan bir puan eklenecektir!”

“Ama Boratak, yani Lider Boratak bu haksızlık,” diye söylendi Yenira ahıra doğru koşarken.

Boratak atını sürmeye başlamıştı bile, başını çevirip geriye baktı. “Biz hâlâ arkadaşız, daha kaç kez ismimle hitap etmeni söyleyeceğim. Zaten bu saygı ifadesi ağzına da hiç yakışmıyor,” diyerek güldü.

Atına atlayıp Boratak’ ın ardına düşen Yenira yanıt vermedi. En son karşılaşmadaki ağır yenilginin acısını çıkartmak istiyordu. Heveslenip atını daha da hızlandırdı. Gecenin karanlığında dolunayın ışığında düz ovayı aştılar. İkisi de inatla yarışı sürdürüyor, sessizliği bozuyorlardı.

“Hadi kızım az kaldı, göster şuna,” dedi Yenira. Gölün kıyısına ilk varan o oldu. Birkaç saniye farkla lideri geçmişti. “Takdiri hak ettin, bravo,” dedi Boratak hayret ederek. Atından atlayıp ışıldayan, durgun göle yaklaştı. Elini soğuk suya sokup yüzüne su çarptı. Doğrulup rakibine dönerken kılıcını kınından çıkardı. Yenira da  onu izledi. İkisi aynı anda tereddütsüzce birbirine koşmaya başladı. Çarpışan kılıçların sesi saatler boyu kesilmedi.


~SON~


Romana uygun olduğunu düşündüğüm bir müzik seçtim. Hani film bitince en sonda çalar ya, öyle hayal edebilirsiniz. :)



Bu da bir önceki bölüme ithafen paylaşmak istediğim müzik. Geçen tesadüfen dinlediğimde ne kadar da Ezva ve Canas' ın hikayesine uygun diye düşündüm. 😊




Şu ana kadar okuyan, yorumlayan ve desteğiyle yanımda olan herkese teşekkür ederim. 😇🌸🌷🌺🥀


4 Aralık 2021 Cumartesi

Drizzt Efsanesi 1.Kitap-Anayurt (Kitap Tanıtımı)

 


 Bu seriyi uzun zaman önce okumaya başlamıştım. Forumdan bir arkadaş bu kitapları merak ettiğimi öğrenince sağ olsun bana elindeki ilk 8 kitabı göndermişti. Kitapları okuduktan sonra ilk 3 kitabı bir arkadaşıma verdim, kitaplar geri gelmedi bir daha. Ben de tekrar okumak istediğim için eksik 3 kitabı sipariş ettim ve 1.kitaba başladım hemen. Bu seriyi blogda bilen kimseye denk gelmediğim için biraz detaylı bir tanıtım yapacağım. Eskiden kitaplar üçleme şeklinde basılırmış sanırım. İlk 3 kitap Kara Elf Üçlemesi, 4, 5, 6. kitaplar Buzyeli Vadisi Üçlemesi şeklinde gidiyormuş. Genelde ilk 3 kitap çok seviliyor, eğer hepsini okuyamam derseniz sadece ilk 3 kitabı okuyabilirsiniz, sonrası yeni karakter ve maceralarla devam ediyor.





 Anayurt 


 Arka kapak yazısı:

 "Mevki benim toplumumun çelişkisidir, iktidar düşkünlüğü içindeki iktidarımızın kısıtlanmasıdır. İktidar ihanetle kazanılır ve iktidara sahip olana karşı ihanete davetiye çıkarır. Menzoberranzan' ın en kudretlileri, günlerini sırtlarına saplanacak hançere karşı arkalarını kolaçan ederek geçirirler. Ölümleri ise çoğunlukla önlerinden gelir."


 Kara elf olan drowlar Menzoberranzan denen yer altı şehrinde yaşarlar. Kendilerini tamamen tanrıça olarak gördükleri Örümcek Kraliçeye adayıp onun karanlık kurallarına göre yaşarlar. Drowlar için mevki çok önemlidir. Şehrin yönetimi evlerin hiyerarşisine göre yürür. Her evi yöneten Matron isimli kadınlar yani anneler vardır. Anaerkil toplumda erkekler neredeyse hiç söz sahibi değildir ve değersiz görülürler. Kadınlar çıkarları için kocalarını ve evlatlarını her an gözden çıkarabilecek potansiyeldedir. Evlerden biri yükselmek için başka bir eve saldırıp o evin tüm sakinlerini katledince alkışlanmaktadır, tabii katledilen evden sağ kalabilen kişi ortaya çıkıp suçlamada bulunmazsa. Bu sefer saldırgan ev gözden düşer, başarısız olduğu için.

 İşte böyle bir toplumda yaşayan Do' Urden Evi' nin mensubu Zaknafein tüm bunlardan rahatsızlık duymaktadır. Nefret dolu, zalim ırkından kaçamadığı için olanlara boyun eğmiştir. Günün birinde Do' Urden Evi' nin Matronu doğum yapar ve menekşe gözlü bir bebek doğar. Bebek büyüyüp gelişirken diğerlerinden farklı özelliklere sahip olması Zaknafein' e umut verir. Drizzt akıl hocası Zaknafein ve kendi iç sorgulamaları sayesinde ırkının gerçek yüzünü fark eder. Yaşadığı evde, okuduğu okulda sürekli ekilen nefret tohumlarına rağmen Drizzt buna baş kaldırabilecek midir?

 Benim severek okuduğum bir seriydi. Çocukluktan itibaren kötülüğün içine atılan elfler bunu o kadar normal karşılıyor ki kimse yaptıkları zalimliğin farkında değil ya da farkına varmak işlerine gelmiyor. Merhametin zayıflık, ihanetin erdem olarak kabul edildiği bir dünyada insan yaşamını nasıl sürdürebilir? Acı içinde büyüyen Drizzt' in cesareti, gücü ve aklı sayesinde bir şeyleri çözmeye çalışmasını, diğerlerinin aksine kalbinin sesini dinlemesini ilgiyle okudum hep. Bu zorlu süreçte bir de ona yardımcı olan panter dostu da var. Yazarın anlatımı ve betimlemeleri zengin. Dövüşleri bile bayağı detaylı anlatmış. 


Sınırları Kaldırmak (Hikaye)

  Kafama esip de bir süre önce yazdığım bu Uzak Doğu esintili (😅) hikayemi paylaşmak istedim. Keyifli okumalar. Her geçen saniye camı döven...