BÖLÜM
1
Kaçış-Galnas
Saraydan kaçışları büyük bir şanstı. Janef
kötü durumda olduğu için grup liderliğini Verda yapmıştı. Daha önce
sakladıkları iki at arabası ile oradan uzaklaşmışlar, izlerini
kaybettirmişlerdi. Ancak gruptaki yaralılar nedeniyle bu pek kolay olmadı.
Sayıca kalabalık olmaları da işlerini kolaylaştırmıyordu.
Zindandan kaçmalarına yardım ettikleri adamın
ismi Komtav, eşinin de Vilan’dı. Komtav bölgeyi çok iyi bildiğinden
saklanabilecekleri en yakın yeri tarif etmişti. Bir süre burada dinlenip
kendilerini toparlamaktan başka çareleri yoktu.
Gizlendikleri yer uçsuz bucaksız
yeşilliklerin arasında bir mağaraydı. Ağaçların aşağıya sarkan uzun dalları iri
yapraklarla kaplıydı. Ağaçlar o kadar sıktı ki iç kesimlere gün ışığı zor
sızıyordu. Dalların arasından yere düşen güneş ışıkları rüzgârda dans edercesine
bir görüntü oluşturuyordu.
Ayda ve Serenay' ın yardımları ile Janef
toparlansa da Akbar henüz rahatça hareket edebilir hale gelmemişti. Bir bacağı
ve bir kolunun kasları doğru çalışmıyordu. Ayda umutsuz şekilde konuştu.
“Umarım geçici bir durumdur. Sana her ne verdilerse hiç böyle bir şey
görmemiştim. Şimdilik elimden fazla bir şey gelmiyor. Butah’ a vardığımızda iyi
bir tedaviden geçersen belki düzelirsin.”
“Sen elinden geleni yaptın. En azından şimdi
ağrım yok, bir şekilde idare ederim,” dedi Akbar.
“Kendini pek zorlamamaya çalış.”
Rembar abisinin haline üzülüyordu.
Yakalanmadan önce ülkeyi terk etmek istiyordu. Başlarına daha kötü şeyler
gelebilirdi. Lider Lazinka' yı iyi tanıyordu. Verda geniş mağarayı dolaştı. İç
kesimlere uzanan bir geçit vardı. “Burası yeterince güvenli mi Komtav?”
“Evet, burada çok sayıda mağara ve geçit var.
Bu bölgede olduğumuzu tahmin etseler de kolay kolay bize ulaşamazlar. Yalnız
Yaputa da benim kadar iyi biliyor buraları. O yüzden dikkati elden
bırakmayalım.”
“Yaputa?”
“Görmüş olmalısın, göz bandı olan.”
“Şu garip adam, anladım. Burada fazla
oyalanmazsak iyi olacak sanırım.”
Janef bir köşede oturmuş dinleniyordu. Kaçış
sırasında bir kasabaya uğrayıp Janef’ i hekime göstermişlerdi. Onun durumunu
gören kadın hemen müdahale etmiş, eğer daha derin yara almış olsaydı durumu
kolayca atlatamayacağını söylemişti. Janef’ in vücudundaki çok sayıda kesiği
görünce şaşırarak bunun nasıl olduğunu da sormuştu. Ayda bir bahane uydurmak
zorunda kalmıştı. Oradan çıkınca hemen kasabayı terk etmişlerdi. Ayda ara ara
yanına gelip pansuman yapıyordu. Kesikler için de merhem kullanıyordu.
Elbruz diğer yaralılara nazaran iyiydi.
Bacağı sargılıydı fakat yürüyebiliyordu. Son zamanlarda içinde bir sıkıntı
vardı. Butah’ a bir an önce dönmek istiyordu.
“Abla belgeleri de alamadan kaçtık, şimdi ne
olacak?”
“Bilmiyorum Yazel. Şu an kendimizi
kurtarmamız daha önemli. Bir daha onlara yaklaşamayız,” dedi Serenay.
Yazel endişeliydi. “Lider Lazinka sence ne
yapacak?”
Onları dinleyen Rembar araya girdi. “Ben
söyleyim Yazel. O, otoritesinin sarsılmasına asla izin vermez. Bölgesine
girildiği için deliye döndü, her şeyi yapabilir. Savaş hazırlığına bile
başlamış olabilir.”
“Savaş mı?” dedi Yazel, korkuya kapılmıştı.
“Evet. Zaten size niye böyle bir görev
verilmiş bilmiyorum. En tecrübeli ve güçlü savaşçıların dahi tereddüt edeceği
bir durum bu.”
“Bizi küçümsüyor musun yani?” Konuşan Janef’
ti.
“Demek istediğim bu görev için yeterince
önlem alınmadığını düşünüyorum. Sanki başarısız olmanız için gönderilmişsiniz.”
Janef öfkelenmeye başlamıştı, yavaşça
doğruldu. “Sen, büyük laflar ediyorsun. Lider Canas’ ı acemilikle mi
suçluyorsun yani? Babası öldürülmüşken ne yapabilirdi?”
“Hala anlamıyorsunuz değil mi? Ben liderlere
gereğinden fazla güvendiğinizi söylüyorum. Onların kafalarının içinde ne
olduğunu asla bilemezsiniz. Lider Lazinka’ nın nasıl biri olduğuna bakın. Kendi
emelleri için kimseyi satmaktan çekinmez. Ama etrafında o kadar çok itaatkar
insan var ki diyecek söz bulamıyorum.”
Komtav ne diyeceğini bilemiyordu. Zamanında o
kişilerden biri de kendisiydi. İçinde bir sızı hissetti, bakışları yere kaydı.
“Herkesi bir tutma. Lider Canas dürüst
birisi.”
“Siz sadece görmek istediğinize inanan
zavallılarsınız.” Janef kendini tutamayarak Rembar’ ın yakasına yapıştı.
“Hey durun!” Akbar topallayarak aralarına
girdi. “Şimdi bunun sırası değil. Sakin olun.” Rembar öfke içinde mağaradan
ayrıldı.
“Lider Lazinka kolay bir insan değildir. Onun
emirleri altında yaşamak Rembar’ ı çileden çıkarmış olmalı. Fazla üstüne
gitmeyin,” dedi uzun süre sonra ilk kez konuşan Vilan.
“Her ne kadar
her şey normalmiş gibi davransa da yaşadıkları kolay şeyler değildi.
Öfkesinin dayanılmaz boyutlara ulaştığını görebiliyordum. Belki de özel gücü
nedeniyle kendini suçluyor. Onu Lider Lazinka’ nın eline düşüren kendi
yeteneğiydi,” diye eşine hak verdi Komtav.
İkisinin sözleri Janef’ i düşünmeye itti.
Rembar’ ın davranışını anlayışla karşılamalıydı. Akbar tökezleyerek kardeşinin
arkasından gitti. Onu dışarıda bir ağacın dibinde dikilirken buldu. “Neden o
kadar ileri gittin? Seni tanıyamıyorum Rembar.”
“İnsanlar değişir,” diye kısaca kestirip attı
Rembar.
“Derdin neyse anlat bana lütfen,” dedi Akbar
samimi bir şekilde.
“Lazinka gerçekleri görmemi sağladı. İçimde
bir şeyler yok oldu, parçalandı anlıyor musun? Hep sana imrenmiştim ben, senin
izinden giderdim. İdeallerin, bağlı olduğun şeyler bana olağanüstü görünüyordu
ama şimdi tamamen farklı düşünüyorum. Lazinka denen o adam beni çıkarlarına
ters düşenleri öldürmem için kullandı. Tehditlerine bir süre direndim ama
yaptığı işkencelere fazla dayanamadım. Karanlığa doğru itildim,” dedi
çaresizlik içinde.
Rembar düğmelerini hızla açıp gömleğini
üzerinden çekip aldı. Tüm vücudunda kazılarak çizilmiş bir yığın şekil vardı.
Akbar dehşete kapılmış halde derin yarıklara baktı. Elini yavaşça Rembar’ ın
sırtındaki şekillerde dolaştırdı. Öfkeden elleri titremeye başladı.
“İnanamıyorum, bu zalimce.”
“Acılarımın asla silinmeyecek kanıtı bunlar,”
dedi Rembar.
Anılarında o eski günler belirdi. Kanlı
bedeni yerde sürünürken liderin acımasız gülüşü kulaklarını dolduruyordu.
Günlerce acı içinde; çıplak zeminin üzerinde kıvranmıştı. Zihninin
derinliklerinde de bir savaş veriyordu aynı zamanda. Sanki dipsiz bir kuyunun
derinliklerine düşüyordu. Ayağa kalkacak gücü ve iradesi yoktu. Bedeninin her
zerresi acıyordu. Buz gibi zeminin üzerinde titremekten başka bir şey
yapamıyordu ve soğuk, kan akışını biraz olsun yavaşlatıyordu. Bilinci sık sık kapanıyordu
ve her kendine geldiğinde biraz daha işkenceye maruz kalıyordu. “Kurtarın
beni,” diye haykırmak istese de sesi bir fısıltıdan farksız çıkıyordu.
Yumrukları sıkılı halde ve ıstırap içinde ne kadar o şekilde kaldı
hatırlamıyordu. Bir şekilde hayatta kalmayı başardı. Bir gün Lider Lazinka yanı
başında belirmişti. Kendisine tepeden bakıyor, bakışlarıyla eziyordu adeta.
“Başkası olsa çoktan ölmüştü. Yaşama tutunduğuna göre bana hizmet edebilecek
seviyedesin demektir. Benim güçlü silahım olacaksın.” Rembar çaresizlik içinde
yaşamak için öldürmesi gerektiğini kabullenmişti.
Rembar anılarından silkinmeye çalıştı. Burnu
sızlıyordu, hızla konuşmaya başladı. “Bunca yıldır onun istediği gibi yaşadım.
Kaç kişiyi öldürdüm haberin var mı? Bu yükü hep taşımak zorundayım. Siz gelmiş
liderinizi düşüncesizce savunuyorsunuz bana. Benim artık itaat edeceğim kimse
yok. Yaputa, o görünmez olduğum anlarda bile beni görebilen biriydi. Gözü hep
üzerimde oldu. Öyle ki bir gün Lazinka' yı öldürmeye çalıştığımda onun önüne atladı,
gözünden oldu. Ceza olarak bir sürü işkence daha gördüm. Tüm bunlara uzun süre
tek başıma katlanmak zorunda kaldım.” Rembar gözyaşlarını tutamıyordu. Akbar
çok kötü hissediyordu, kardeşine sarıldı. “Artık yalnız değilsin. Kimsenin sana
zarar vermesine müsaade etmeyeceğim. İstemediğin hiçbir şeyi de yapmak zorunda
değilsin.”
Rembar biraz sakinleşince geri döndüler.
Janef mağara duvarına yaslanmış oturuyordu. Rembar’ dan bakışlarını kaçırdı.
Kendinden yaşça küçük birine sert çıktığı için pişmandı. Elbruz ise Rembar’ ın
dediklerini düşünüyordu. Görev konusunda haklı olabilir miydi? Tüm
kuruntularının belki de Serenay’ ı liderden kıskanması yüzünden olabileceğini
düşündü. Hiçbir şeyden emin olamıyordu.
Orada kaldıkları sürece avlanıp bir şeyler
yediler. Kaçış için planlar yaptılar. Hazır hissettiklerinde at arabalarına
binip Libmons’ a en yakın şehre doğru ilerlediler. Uzun yolculuklarının sonuna
yaklaşmışlardı ki bir ok Serenay’ ın omzunun üstünden geçti. Şaşkınlıkla geriye
baktığında Lazinka' nın savaşçılarını gördü, izlerine ulaşmışlardı. Çok sayıda
atlı arkalarından geliyordu.
“Bizi buldular! Dikkatli olun.”
Serenay herkesi uyardıktan sonra silahına
sarıldı. Yayını gerip ok atmaya başladı. Atın hızla koşmasından ıskalasa da
savaşçılardan üç kişiyi yaraladı. Aradaki açık gittikçe kapanıyordu.
Eşyalarının çok olması yeterince hızlı olmalarını önlüyordu. Arkadan gelen ok
saldırıları karşısında eşyaları kendilerine siper ettiler.
Öndeki at arabasını Komtav sürüyordu. “Dayanın biraz, az kaldı!” diye bağırdı. Janef
ve Vilan kılıçlarını çekip bekledi. Onlar ikizlerle öndeki arabadaydı. Arkadaki
atı Elbruz sürüyordu. “Dikkatli olun!” diye bağırdı. Yazel aklına gelen fikirle
bazı eşyaları yola atmaya başladı. İki tane at eşyalara takılıp yere düştü.
“Aferin Yazel,” dedi Serenay.
Serenay’ ın okları bitince savaşçılar daha
hızlandı. İçlerinden biri yanlarına kadar gelip mızrağını savurdu. Rembar
kılıcını çekip ileri atıldı. Bir süre mücadele etse de mızrak yüzünden adama
ulaşamıyordu. Kısa sürede etrafları tamamen atlılarla sarıldı.
Herkesin arasından sıyrılan Yaputa öne çıktı.
Rembar, onu görünce gerildi. Aynı şekilde Yaputa da ona öfkeyle bakıyordu. “Sen
bize aitsin,” dedi ve atın üstünde doğrulup at arabasına atladı. Rembar hırsla
kılıcını savurdu, kılıçlar havada çarpıştı. “Kahretsin!” dedi Elbruz. Şimdi atı
sürmeyi bırakamazdı. Dikkatini yola vermeye çalıştı. Serenay mızrak savurup
duran diğer adamdan korunmaya çalışıyordu. Yazel de kendisine kılıç savuran
kadının saldırılarını savuşturmakla meşguldü.
Janef ve diğerlerinin de etrafı sarılmıştı.
Komtav' ı düşürmeye çalışsalar da Janef mümkün olduğunca bunu engellemeye
çalışıyordu. Bir tekme atıp yakınından geçen adamı atından düşürdü.
Yaputa Rembar' ı sıkıştırmıştı, tam darbeyi
indirecekken Akbar ayağından tutup çekti. Yaputa yere kapaklandı. Akbar
dövüşecek durumda değilse de elinden geleni yapıyordu. Rembar hızlı davranıp
sert bir tekme ile Yaputa' yı aşağı düşürdü. Adam öfke ile toprağı yumruklayıp
kalktı, pes edecek değildi. Yanından geçen atlı kolunu uzatınca hemen onun
arkasına atladı.
Çarpışma devam ederken herkes olabildiğince
düşmanı uzak tutmaya çalışıyordu. Elbruz ürken atı zapt etmekte zorlanıyordu.
Aklı da diğerlerinde kalmıştı ama geriye dönüp bakmaya bile fırsatı yoktu. At
sağa sola yalpalayınca arabaya çıkmış olan kadın geriye düştü. Yazel de son
anda kenara tutunmasa düşecekti. Elbruz, Komtav’ dan geride kalmıştı. Rembar
bir anda Elbruz’ un yanına oturdu. “Ben onları oyalayacağım, sen yoluna devam
et. Sana yolu tarif ederim.”
“Ne? Ne demek istiyorsun?”
Bir anda her yer sisle kaplandı. Sis o kadar
yoğundu ki Elbruz birkaç metre ilerisini ancak görebiliyordu. Telaşa
kapılmıştı. “Düz git, tereddüt etme. Ben her şeyi görüyorum,” dedi Rembar.
Yaputa tam onlara yetişecekken sisi görünce
öfkelendi. “Rembar! Seni lanet olası!” Gerideki atlar birbirine takılıp düştü.
Savaşçıların bir kısmı da bir şey göremediği için durmuştu.
“Elbruz biraz sola geç, yoldan çıkmak
üzeresin. Şimdi sağ tarafa geç, yerde onlardan biri yatıyor.” Elbruz Rembar’ ın
yönlendirmesi ile atı sürmeye devam etti. Öndekiler savaşçıları durdurmayı
başarmıştı. Yerde yatan adamları dikkatle geçtiler. “Tamam, yavaşla şimdi,
Komtav’ a yaklaştık.” Sis yavaşça dağılıp Elbruz her şeyi görmeye başlayınca
rahatladı. “Sayende atlattık,” dedi Rembar’ a gülümseyerek.
Peşlerindekileri atlatıp şehre
yaklaşmışlardı. Kovalamaca kimse önemli bir yara almadan atlatılmıştı. Kısa
sürede Libmons sınırına vardılar. Bir süre dinlenmeleri gerekiyordu. Herkes acıkmış,
yorgun düşmüştü. Bir yere sığındıklarında Serenay ve Verda yiyecek almak için
çarşıya gitti. İnsanlar normalden biraz daha farklıydı.
“Neler oluyor acaba? Herkes bir telaş
içinde,” dedi Serenay.
Orta yaşlarda bir kadın satıcı ile pazarlık
yapıyordu. “Biraz daha düşüremez misin? Kalabalık bir aileyiz diyorum. Zaten
savaş kapıya dayandı.”
“Üzgünüm hanımefendi. Biz de zor durumdayız.
Savaşın nasıl sonlanacağını bilmiyoruz. Butah kazanırsa işimiz zor.”
Serenay duyduklarına inanamıyordu. “Ne
savaşı? Butah ile ne ilgisi var?” Verda’ nın da ağzı açık kalmıştı. Tam olarak
neler döndüğünü anlamak için çarşıda biraz oyalandılar. Sonra biraz yiyecek
alıp aceleyle diğerlerinin yanına döndüler.
Verda sığınağa girince kötü haberi verdi.
“Butah, Galnas ve Libmons ile savaşa girecekmiş.”
Herkes öylece kalakaldı. Aniden ne olup da
bir savaşın eşiğine gelindiğini anlamıyorlardı. Komtav, Lazinka ve Alaz
arasındaki gizli planı duyunca şaşırdı. “Demek bu kadar ileri gittiler.” Janef
oyalanmadan hemen Butah’ a dönmeleri gerektiğini söyledi. “Olayların bu kadar
hızlı geliştiğine inanamıyorum. Bizim dönmemizi bile beklememişler.”
“Aslında burada olduğumuza göre ne kadar
bilgi edinebilirsek yararımıza olur,” dedi Elbruz.
“Bu, riskli olabilir. Ayrıca savaş anında
limandan Butah’ a geçişimiz mümkün
olmayacak. Teulon limanından Meguan’ a geçebiliriz.”
“Ama bu taktirde yolumuz çok uzayacak. Bence
şansımızı deneyelim, Libmons limanına gidelim. Hem bir şeyler öğreniriz, hem de
fırsat bulursak doğrudan Butah’ a geçeriz,” diye öneride bulundu Elbruz.
Bir süre konuyu tartıştıktan sonra Elbruz’ un
fikrini uygulamaya karar verdiler. Oyalanmadan ve kısa yollardan giderlerse iki
üç gün içinde limana varabilirlerdi. Hazırlıkları tamamlayıp hemen yola
düştüler.
***
Lider Alaz savaşmak zorunda kaldığına
inanamıyordu. Kendi kendine söylendi. “Canova’ nın ölmesi yetmiyor gibi oğlu
daha da ortalığı karıştırdı. Her şey bizim başımıza patladı. Lider Lazinka’ yı
dinleyip ülkeye sızabilecekleri konusunda daha ihtiyatlı olmalıydım.”
Şimdi iyi bir plan yapmalı, ilk saldıran
taraf olmalıydı. Donanmasına güveniyordu ve Lider Lazinka Melmor’ la savaşı
bitene kadar kuvvetlerinin bir kısmını yardıma gönderecekti. Melmor’ un savunma
konusunda çok da iyi olduğu söylenemezdi. Orada işi biter bitmez Lazinka da Alaz’
a eşlik edecekti.
Yardımcılardan Kinao huzuruna çıkıp lideri
selamladı. Kısa saçlı kadının güçlü bir duruşu vardı. Hafif çekik gözleri ise
sanki gülümsüyor gibi bir ifade katıyordu yüzüne.
“Lider Zorkan’ dan bir mektup var efendim.”
Alaz’ ın yüz hatları sertleşti. Böyle bir
anda huzuru daha da kaçacaktı anlaşılan. Sıkıntı içinde ayağa kalktı. “O da mı
bize savaş açmış?”
“Hayır efendim, Lider Canas’ a savaş açmış.”
“Ne? Neden?” Alaz o kadar şaşırmıştı ki bir
an sevinmeyi unuttu. Aslında gizli planı öğrenince Zorkan’ ın da hemen Canas’
ın yanında yer alacağını düşünmüştü. “Yoksa bir oyun mu var işin içinde?” diye
düşünmeden edemedi.
“Detaylar yazmıyor efendim, kişisel bir
meseleymiş. Savaş sırasında tarafınızca kendisine yapılacak bir saldırı olursa
bunun affedilmeyeceğini söylüyor. Lider Lazinka ile aranızdaki anlaşmanın da
kolayca kapanmayacağını belirtiyor.”
“Böyle bir durumda bile göz dağı vermeyi
unutmamış. Lider Zorkan hiç değişmeyecek. Aralarındaki mesele her neyse bizi
ilgilendirmiyor. En azından Canas’ ın güçleri ikiye ayrılmış olacak. Bu, iyiye
işaret.”
Son durumu gözden geçirmek için bir toplantı
daha düzenlendi. Tüm hazırlıklar neredeyse bitmişti, geriye sadece Lider Alaz’
ın emir vermesi kalmıştı.
***
Limana yaklaşırlarken herkes biraz gergindi.
Artan yoğunluk kendini belli ediyordu. Savaşçılar her yerdeydi, büyük donanma
savaş için hazırlanıyordu. Ticaret ancak küçük gemilerle yapılıyordu. Yolcu
gemilerinin Butah’ a geçişine izin yoktu. Ticaret gemilerine ise kontrollü
şekilde izin veriliyordu.
Janef bir süre ortalığı kolaçan ettikten
sonra bir tüccarla anlaştı. Bir bahane uydurup muhakkak Butah’ a gitmeleri
gerektiğini ve karşılığında yüklü bir ödeme yapacağını söyledi. Para lafını
duyan adam hemen ikna olmuştu. “Kaç kişisiniz peki? Ben kaptanla konuşurum,
ayarlarım o işi. Tekrar görüşelim.”
Janef bilgi verdikten sonra tüccar gemiye
gitti. Çok vakit geçmeden geri döndü. “Kaptan sizi götürecek. Gemi gece
kalkacak. Siz de dikkat çekmemeye çalışın.”
Janef ödemeyi gemiye bildiklerinde yapacağını
söyleyip oradan ayrıldı. Durumu arkadaşlarına anlattığında tüccara ne kadar
güvenebileceklerinden emin olmasalar da denemeye karar verdiler. “Bir aksilik
çıkarsa dikkatlerini dağıtabilirim. Her şeye hazırlıklı olalım,” dedi Rembar.
Hava kararınca belirtilen saate yakın ikişer
üçerli gruplar halinde gemiye bindiler. Yazel heyecanlıydı, bir sorun çıkmadan
gemi hareket edecek miydi bilmiyordu. Serenay gemiye başkalarının da alındığını
görünce çok da endişelenmemeye karar verdi. Gemiye binerken onları uzaktan
izleyenler vardı ama dikkat çekmedikleri sürece sıradan insanlar oldukları
düşünülecekti. Ambara inip sessizce beklemeye başladılar. Bir süre sonra ayak
sesleri ve konuşmalar duyuldu.
“Bu civarlarda olduğunu tahmin ettiğimiz
Butahlı savaşçılar var. Önlem olarak gemi hareket etmeden herkesi tek tek
aramamız lazım.”
Tüccarın sesi işitildi. “Ama efendim bu nasıl
olur? Savaşçılar burada ne arasın? Biz sadece ticaretle ilgilenen kişileri
taşıyoruz.”
Serenay gerildi. Tüccar savaşçı olduklarını
bile bilmiyordu. Her an yakalabilirlerdi.
“Bu, Lider Alaz’ ın emri, karşı gelme. Gemiye
binen herkesi karşımıza çıkar. Eğer onları ben bulursam suç ortağı olarak anılırsın.”
Tüccarın pes etmiş gibi bir hali vardı. “Bu
taraftan,” dedi.
Herkes silahlarına sarılıp büyük kolilerin
arasına saklandı. Karanlıkta bir şey göremiyorlardı. Serenay sessizce nefes
almaya çalışıyordu. Adamlar birkaç yeri gezdikten sonra sıra ambara geldi.
Tüccarın elindeki gaz lambası içeriyi aydınlattı. Gri saçlı diğer adam geniş
alanı dolaşmaya başladı. “Saklandılar sanırım. Boşuna uğraşıyorsunuz.”
Adam ağır adımlarla dolaşmaya devam etti.
Sonra yavaşça geri çekilen Yazel’ i fark etti. Atik bir hareketle sırt
çantasından tutup onu havaya kaldırdı.
“Bir çocuğun burada ne işi var?”
“Bırak beni!” Yazel bacağını sallıyor, tekme
atmaya çalışıyordu.
Serenay bir anda kılıcıyla ileri atıldı.
“Kardeşimi bırak,” dedi endişe içinde. Adam onu görünce bakışları değişti.
Sonra yavaşça Yazel’ i yere bıraktı. Elbruz tam saklandığı yerden çıkacakken
Yazel’ in bırakıldığını görünce beklemeye karar verdi. Ortaya çıkıp durumu daha
zora sokmak istemiyordu.
“Merak etme. Savunmasız birine zarar verecek
değilim.”
Serenay rahatladı, adamın yüzüne dikkatle
bakınca şaşırdı. Bu yüz ve saçlar bir
yerden tanıdık geliyordu ama bir türlü çıkaramıyordu. Dışarıdan bir başkasının
sesi duyuldu. “Krazu! Herkesi kontrol ettim, savaşçı falan yok burada. Sen ne
yaptın?”
“Gelmene gerek yok. Burada kimse yok.
Gidelim!” Serenay adamın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. Krazu geri
dönmeden önce Serenay’ ın gözlerine baktı. Aklından geçenleri ona aktardı.
“Gitmenize izin veriyorum. Bir soruna sebep olmadan ülkenize dönün.” Sesinde
hem bir rica hem uyarı var gibiydi.
Serenay adamın dudaklarının kımıldamadığını
fark etti. Onun sesini sanki kafasının içinde duymuştu. Krazu arkasını dönüp
giderken Serenay onun kim olduğunu hatırladı. At arabasında giderlerken
yanlarından geçen atlı savaşçılardan
biriydi. Serenay yakalandıklarını sanıp korkmuştu. O sırada ansızın işittiği
bülbül sesi ve adamın gülümseyişi zihninde canlandı. Böyle bir şeyin mümkün
olduğuna inanamıyordu. Dahası adam onları ele vermemişti. Krazu’ nun güçlü bir
dövüşçü olduğunu görmüştü. “Neden?” diye mırıldandı Serenay.
Elbruz hemen Serenay’ ın yanına geldi. “Ne
oldu?”
“Gitmemize izin verdiğini söyledi. Sorun
çıkarmadan ülkemize dönmemizi istedi.”
“O savaşçı neden bize yardım etsin ki?”
Serenay bir şey söylemedi. İlk
karşılaşmalarını ve az önceki anı düşünüp duruyordu.
Tüccar gelip onları uyardı. “Savaşçı
olduğunuzu neden söylemediniz? Başım derde girecekti sizin yüzünüzden.”
“Bunu sakladığımız için üzgünüz,” dedi
Elbruz.
“Neyse ki Krazu sizi görmezden geldi. Bir an
önce açılmalıyız. Yolu biraz uzatacağız, olur da savaş başlarsa savaş
gemilerinin arasında kalmak istemeyiz.”
“Tamam, anlaşıldı,” dedi Elbruz.
Tüccar uzaklaşırken Serenay arkasından gitti.
Az önceki adam hakkında sorular sordu. “Krazu, Lider Alaz için çalışıyor.
Sessiz sakin biri gibi görünmesine rağmen yeri geldiğinde çok korkutucu olabiliyor.
Açıkçası demin çok endişelendim ve sizi öylece bırakmasına hayret ettim.”
“Anlıyorum, teşekkür ederim.”
Gemi hareket edince herkes derin bir nefes
aldı. Sabaha doğru uykuya yenik düşmeyen kalmamıştı. Yazel uykusunda mırıldanıp
dururken Serenay rüya görüyordu.
Karanlık bir ormanda birinden kaçıyordu.
Peşindeki kişinin kim olduğunu dahi bilmiyordu. Yanında kendini savunabileceği
herhangi bir silah da yoktu. Daha ne kadar kaçabileceğinden emin değildi,
kaybolmuştu. Nefes nefes kalınca durdu, ne tarafa gideceğini bilmiyordu.
Arkasına dönüp bakınca kendisini kovalayan kişinin Krazu olduğunu gördü. Adam
ilerledikçe o geriye adım attı. Serenay, Krazu' nun bakışlarındaki yumuşamayı
fark etti. Yine aynı şekilde gülümsüyordu. Adam bir sıçrayışla aralarındaki
mesafeyi kapattı. Serenay kaçmaya fırsat bulamadan Krazu ona sarıldı.
Serenay birden uyandı, şaşkındı. Neden böyle
bir rüya gördüğünü düşünüyordu. Çoktan uyanmış olan Yazel ne olduğunu sorunca
Serenay’ ın yüzü kızardı. “Hiç, sadece garip bir rüya gördüm.”
O gün şanslarına deniz sakindi. Herkes
güverteye çıkmış sonsuz maviliği izliyordu. Sonunda ülkelerine dönüyorlardı ama
önlerinde belirsiz bir savaş vardı. Diğerlerinin aksine Rembar ve Akbar sık sık
antrenman yapıyordu. Yaptığı çalışmalar sayesinde Akbar’ ın durumu biraz olsun
iyiye gidiyordu. Artık daha rahat hareket edebiliyordu.
Çok güzel bir bölüm kaleminize sağlık😉
YanıtlaSilTeşekkür ederim. 😊
SilAslında biraz daha bekleyecektim ama genel hatlarıyla kurguyu planlayınca paylaşayım dedim. Detaylı düşünsem bile bölümlerin akışına göre değişiklik yaptığım çok oluyor, o yüzden beklemeye gerek yok diye düşündüm. :))
YanıtlaSilKrazu' yu seversiniz umarım. İlk kitapta çok az geçiyordu, ismine bile değinmemiştim. 😀
Canas herkesi parmağında oynatıyor ki, akıllarına böyle bir şey gelmiyor doğal olarak. :) Yorumun için teşekkür ederim.
Macera devam ediyor ama ben öncelikle eksik bölümleri okumalıyım. :) Şu yoğunluğumu atlatayım, ardından buradayım inşaallah. :)
YanıtlaSilTamamdır, beklerim okurix. Kolay gelsin. :)
SilSabırsızlıkla bekliyordum yeni bölümü ve okuma listesine düşünce çok sevindim:-) Keyifle okumaya devam, kaleminize sağlık:-)
YanıtlaSilTeşekkür ederim, öyle düşünmenize mutlu oldum. Keyifle okumanıza da sevindim. :)
Silhımmm güzeeeel çok beklemedik hihi :) butah ve melmor isimleri ne hoş bu arada yaa :) bu bölümde iyiydi, güzeeel, ona bişey olmasın, mutlu olsun, kahraman olsun oooo :) krazu hımm, umarım iyidir ve serenay a yakışır :) canas, lazinka, zorkan, bakalım hayırlısı, kim iyi kim kötü biraz karışık, belli olmuyor. bu bölüm kaçış, yolculuk, güzeel :)
YanıtlaSilİsimleri beğenmene sevindim deep. :) Serenay aşık olsun dedin hemen bir aday çıkardım. 😆 Kim iyi kim kötü bazen belli olmuyor evet. :) Güzel yorumun için teşekkür ederim. :)
Silİlk kısmı bitiren ben yavaştan buna da başlayayım. Kalemine sağlık.
YanıtlaSilYorumun için teşekkür ederim. Bayağı ilerlemişsin. :)
SilBaktım ikinci kitabı biraz kaçırmışım birinci bölüme hemen gelmek istedim. :) Tekrar tekrar belirtmek isterim ki isim konusunda oldukça iyi olduğunuzu düşünüyorum. :)
YanıtlaSilUzun olması yönüyle okurken biraz zorlansam da betimlemeler ve anlatım biçiminiz ile oldukça akıcı bir yazıydı. Kaleminize sağlık. En yakın zamanda ikinci bölümü okuyacağım. :))
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim, beğenmenize ve takip etmenize sevindim. :)) İsimler önemli bence, özellikle karakteri yansıtıyor olmasına dikkat ediyorum ve de okunuşunun kolay olmasına. :)
SilKrazu. Havada aşk kokusu mu var yoksa :)
YanıtlaSilVar evet. :) Kıyıdan köşeden biraz da aşk ekleyim dedim. :))
Silkeşke etiket yaparak Roman bölümü oluştursan biraz karışık okudum sanırım kafam karışmış olabilir daha güzel bir yorum için daha sakin bir günde baştan okuyacağım. :)
YanıtlaSilAslında arşiv bölümünden ulaşılabilir. Bölümlerde etiket koymaya çalıştım ama bazen unuttum. O yüzden tam çıkmıyor galiba, pek anlamıyorum. 🤔 Yorumun için teşekkür ederim. :)
Sil