2 Eylül 2024 Pazartesi

Adanın Fısıltısı 1 (Hikaye)

 

 Bu hikayeyi uzun zaman önce yazdım. Çok kez de değiştirip son halini verdim. Belki başka şeyde kullanırım diye bekliyordum, sonunda paylaşmaya karar verdim. Manzara görselini de yapay zeka ile kendim hazırladım kafamdaki manzaraya da bayağı uydu, sevdim. 😃 Hikaye biraz uzun, 3 parça halinde yayınlamayı düşünüyorum. Keyifli okumalar, yorumunuzu bekliyorum. 🥰



 Bu yoldan geri dönüş mümkün müydü? Kapana kısılmıştım. Önümdeki boş kağıda baktım, elim titrerken bir şeyler yazmak zordu. Kalem elimden düşüp masanın altından yuvarlanarak odanın karanlık bir köşesinde gözden kayboldu. Hay aksi. Ona uyup neden buraya geldim ki! Yaşadığım inanılmaz hadiseleri eğer şimdi kağıda dökemezsem huzura kavuşamayacağım. Eğer bir gün olanları unutacak olursam -ki bunun olacağına dair belirtiler var- yazdıklarımın bana yol göstermesini umuyorum. Mumun titrek ışığı sanki biri üflemişçesine ansızın söndü. İrkildim. Sırtımdan enseme doğru bir ürperti yükseldi. Ada beni etkisiz kılmaya çalışıyordu, besbelli. Nefesimi tutarak yere çömeldim, dizlerimin üstünde, el yordamıyla kalemi aradım. Şakaklarımda ter damlaları birikmeye başlamıştı.

***

 Doğduğum gün babaannem adımı Rüzgar koymuş. Sanırım kendisi gibi tez canlı, atik olmamı bekliyordu. Çocukken köyde yaşıyorduk, pek arkadaşım yoktu. Yaşıtlarım dışarıda koşup oynar, türlü yaramazlıklar yaparken ben bahçenin bir kenarında kumdan ev yapmaya çalışırdım. Bir gün babaannem beni görünce keyifsizce mırıldandı. “Sana yanlış isim koymuşum ben, tüm gün kukumav kuşu gibi oturuyorsun orada.” Ben çocuk aklımla nerede hata yaptığımı düşünürken içeriye girdi ve elinde koca bir sepetle döndü. “Meyve toplamaya gideceğiz, sen de bana yardım edeceksin.”

“İyi de babaanne sen ağaca nasıl çıkacaksın?” dedim şaşkınlıkla. “Bu yaşta ağaca tırmanacak halim yok, sen çıkacaksın elbette.” Yüzündeki ciddiyeti görünce daha fazla soru soramadım. O gün korksam da babaannemin yönlendirmesi ile ağaca çıkmayı öğrendim.

 Büyüdükçe insanların benden beklentisi değişti. Hırslı biri olmamıştım hiç lakin bir şeyleri başarmanın önemli olduğu söylenip durmuştu bana. Lise döneminde düzenlenen okullar arası koşu yarışmasında okul tarihinin en kötü skoruna imza atmış, sonra da okulumuzun başarısını sabote ettiğim gerekçesi ile müdürden azar işitmiştim. Evet, normalde iyi koştuğum herkesçe bilinirdi. Birinci olup okulu gururlandırmamı beklerlerken sonuncu olmamın travmasını uzun süre atlatamadılar.

***

“Ait olduğun yere gel.”

 İrkilerek etrafa bakındım. Daha bunu yaparken bile sesin sahibini bulamayacağımın farkındaydım. Bir fısıltıydı işittiğim. Öğle arası olduğu için yemekhanedeydik. İş arkadaşım ne olduğunu sordu. “Yok bir şey, birinin bana seslendiğini sandım.” Sanmadım aslında o sesin muhatabının ben olduğuma adım gibi eminim. 

 İş çıkışında eve dönmek üzere otobüse bindim. Cam kenarına oturup dışarıyı izledim. Baharın gelişiyle yol kenarındaki ağaçlar beyaz çiçeklerle bezenmişti. Otobüs ilerledikçe batmakta olan güneş yüksek binaların arasından gözlerime vuruyordu. Eve varınca ailece güzel bir yemek yedik. Ardından annem demli bir çay yaptı. Çayımı alıp balkona geçtim. Tam karşımızdaki kafe tamamen dolmuştu. Kapısı her açıldığında içeriden gelen hafif müziği işitiyordum. Aşağıdaki yapay ışıklardan gözümü alıp kafamı geriye yasladım. Yıldızlı gökyüzü çok güzeldi. 

O gece huzurlu rüyalar gördüm, hep hayalimi süsleyen yeşil örtüyle kaplı mekânlarda gezdim. Sonra bir ada belirdi karşımda. Öylesine büyüleyici, öylesine güzeldi ki elimi uzatsam dokunacakmış gibiydim.

“Ait olduğun yer burası.”

İşittiğim sesle uyandım. Rüya mı görmüştüm? Uyumaya çalıştım ama nafile. O sırada sabah ezanı başladı. Esneyerek kalktım, ışığı yaktığımda yastığımın kenarında duran minik, mavi çiçekleri fark ettim. Unutmabeni çiçeğine benziyordu. Onların oraya nasıl geldiğine dair bir fikrim yoktu. Şaşkınlıkla çiçekleri elime alıp kokladım, o kadar farklı kokuyordu ki başım döndü.

Şirkette gün boyunca telefon trafiği bitmedi. Fiyat konusunda anlaşmazlığa düştüğümüz bir tedarikçi ile işi bağlamak için çok ter döktüm. Gün sonunda ofis koltuğuna kendimi attığımda bir fincan sade kahve içebildim. Yaptığım işten uzun zaman önce soğumuş, beni kendimden ödün vermeye zorlayan koşullar karşısında direnmekten yorulmuştum. Daha ne kadar sürecekti bu?

İş çıkışında durağa vardığımda feci bir yağmur başladı. Herkes durağın altına sığınmaya çalışınca kalabalıktan sıyrılmak için yan tarafa geçtim. O esnada cama yapıştırılmış eski, yırtık bir kayıp ilanı gözüme çarptı. Kayıp kişinin adı bile silinmişti. Fotoğrafa bakınca nedensizce içim ürperdi. Üşümüş halde eve vardığımda etrafı saran tarhana çorbasının kokusu beni canlandırdı. Halimi gören annem şaşkına döndü. “Çok ıslanmışsın.”

“Yağmura yakalandım,” diye söylendim.

Şüpheyle beni süzdü. “Yağmurda bir yere sığınmayı akıl edemedin galiba. Babanlar daha gelmedi ama sana sıcak çorba koyayım.”

“Tamam üzerimi değiştirip geliyorum.”

İki dakika sonra masaya oturmuş çorbayı içerken çocukluğumu anımsadım. “Küçükken her hastalandığımda bunu içirirdin anne.”

Annem şefkatle baktı gözlerime. “Sana bakınca hâlâ o çocuğu görebiliyorum. Hasta olduğunu hiç kabullenmezdin.”

“Sen de kırılgan olmadığımı.”

Annem aklından çok şey geçmişçesine gülümsedi. “Bunun pekâlâ farkındayım ama içindekileri her zaman rahatça dile getirebilmeni isterdim.” Neden böyle söylediğini soracaktım ki zil çalınca annem kapıya koştu, sonrasında konuyu açmaktan kaçındım.

 Günden güne işim boğucu hale gelmeye başladı, sıkışıp kalmışlık hissi yakamı bırakmıyordu. Sonunda istifa etme kararımı aileme söyledim. Beklediğim gibi babam duruma pek sıcak bakmadı. “Fazla acele etmedin mi? Hele de günümüz şartlarında iş bulmak zorken.” Babamın aklından geçenleri okumam zor değildi. Kendisi zor koşullarda okuyabilmişti. Sonunda her şeyin daha iyi olacağı konusunda onu ikna ettiğim gibi birkaç günlük gezi planımdan da bahsettim. “Biraz buradan uzaklaşmak bana iyi gelecek.” Babam başını sallayıp onayladı. “İyi, kafanı toplamış olursun. Sonra da yeni bir başlangıç yaparsın.”

“Nereye gideceksin peki?” diye araya girdi kardeşim. 

Son günlerde işittiğim fısıltılar aklıma düştü. Ait olduğum yer neresi? Ait olduğum yeri bulmaya, diyemedim. “Henüz karar vermedim.”

Hazırlıklarımı tamamlayıp evden ayrılma vakti geldiğinde yanıma fazla bir eşya almadım, sırt çantama gerekli olan her şeyi sığdırdım. Yolculuğumun ilk durağı Ege sahillerinden başlıyordu. Diğerlerine nazaran daha sakin bir koya geldim. Öncelikle rezervasyon yaptırdığım pansiyona yerleştim. Akşam yemeği için tercihim küçük, salaş bir mekân oldu. Bulunduğum yerden deniz manzarası görünüyordu. Alçalmaya başlamış olan güneşin ışıltılarının denizdeki yansımasını izlemek hoştu. Garson gelince siparişimi verdim. Yemeğin ardından sahilde bir yürüyüşe çıktım. Yüzüme vuran tatlı esinti çok güzeldi. Telefon titreyince baktım, annem mesaj atmış nasıl olduğumu soruyordu. Birlikte gelebilseydik ne güzel olurdu. 

İki gün doyasıya gezdikten sonra farklı bir şehre doğru yol alırken tren camından dışarıyı izlemeye koyuldum. Yolculuk sonunda vardığım kasaba nezih bir yere benziyordu. Günün ilerleyen saatlerinde kasabayı dolaştım. Deniz kıyısına varınca manzarayı daha iyi görebilmek için falezlere çıktım. Yürüyüş zorluydu, bu yüzden tepeye vardığımda kimseyi görmeyi beklemiyordum. Garip giyimli, uzun bir adam kenarda oturuyordu. Beni görünce hafifçe gülümsedi, ayağa kalktı. Hasır şapkası yüzünü gölgelese de bakışlarındaki keskinlik dikkatimi çekti. “Görülmeye değer bir manzara. Benim gibi denizi seviyorsun anlaşılan.”

“Severim.” Bakışlarımı ondan ayıramıyordum.

“Hiç gemi yolculuğu yaptın mı? Hele de fırtınalı bir günde... Yaşam ile ölüm arasında gidip gelirken hissedilen duygu sadece tutkudur. Tüm korkun geçer gider o anda.”

“Deniz yolculuğu kulağa hoş geliyor ama fırtınadan hoşlanacağımı sanmam.”

Yabancı bana dönüp dikkatle baktı. Yüzünde bilmiş bir ifade vardı, gözlerini kıstı. “Hepimizi kendine çeken bir yer vardır. Sen nereye gidiyorsun peki?”

“Belli bir rotam yok.”

“Peki tavsiye ister misin? Bu yönde bir ada var. Dünyanın en güzel manzarasına sahip olduğu söyleniyor ancak onu görmek herkesin harcı değilmiş.”

Ada mı? Kalp atışım hızlandı, dudağımın kenarını kemirmeye başladım. Hislerimi belli etmek istemiyordum. “Biraz iddialı bir söz, ayrıca güzellik görecelidir.”

“Bu bahsettiğim öyle bir şey değil ancak gördüğünde bunu bilebilirsin.”

“Peki, dediğin gibi olsun. Çok mu uzakta, neden herkes göremiyormuş?” 

Adam sesinin duyulmamasını ister gibi fısıldadı. “Çünkü ada öyle herkese görünmezmiş.”

“Bu da ne demek oluyor?”

“Oraya gidenler oldu ancak kandırıldıklarını söyleyerek geri döndüler. Bu yüzden gitmeden ne olacağını bilemezsin.”

Şüpheyle karşımdaki adama baktım. Acaba aklı yerinde değil miydi? “Çok ciddiyim. Yarın o adaya gideceğim. Benimle gelmek ister misin?”

Bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Bu ada rüyalarımdaki ada olabilir miydi? Adamın akıl almaz sözlerine rağmen bu ihtimal kafamı kurcalıyordu. Yanıt veremedim.

“Yarına kadar düşün derim, en azından güzel bir seyahat yapmış olacaksın. Teknem şu aşağıda gördüğün yeşil olan. Karar verirsen gel beni bul.”

 Odama çıktığımda sessizlik rahatsız edici gelmeye başladı. Falezdeki adamın söylediklerini bir türlü kafamdan atamıyordum. Ani bir kararla eşyalarımı toplamaya başladım ve otelden ayrıldım. Tekneyi yerinde görünce rahat bir nefes aldım, yaklaştığımda onu gördüm. “Bu kadar çabuk gelmeni beklemiyordum,” dedi gülümseyerek. 

“Geleceğimi tahmin ediyordun demek?”

“Düşüncelerin yüzünden okunabiliyordu.” Elini uzattı. “Hadi gel, sabah erkenden çıkarız.” Elini tuttum, dengemi sağlamaya çalışarak tekneye geçtim. Tekne uzaktan göründüğünden daha bakımlı ve temizdi. “Tedirgin görünüyorsun, rahatla biraz.” Sonra bir bardak çay uzattı bana. Bardağı alırken gülümsemeye çalıştım. “Açıkçası neden buraya geldiğimi ben de bilmiyorum. İçimdeki sese kulak verdim. Bahsettiğin bu ada ne kadar uzaklıkta?”

“Yaklaşık iki günü bulur oraya varmamız. Havanın durumuna göre değişebilir de.”

Tavşan kanı çayı yudumlarken yabancının adını henüz bilmediğimi fark ettim. “Bu arada ben Rüzgar, doğru düzgün tanışmadık bile.”

“Ben de Aren.” Şaşırdığımı fark edince devam etti. “Çöl kumu demektir, pek yaygın bir isim değil biliyorum.”

“Hiç duymamıştım, güzel isim.”

“Uçsuz bucaksız çöllere güven olmaz, çöller insana yönünü şaşırtır. Belki de hak etmişimdir bu ismi.” Böyle bir açıklama yapmasını beklemediğim için şaşırdım. Bir şey mi ima ediyordu? Ciddiyetimi görünce güldü. “İsimlere fazla anlam yüklememek gerek.”

Sabahın ilk ışıkları ile birlikte denize açıldık. Endişelerimi bırakıp bu seyahatin tadını çıkarmaya karar verdim. En kötü ne olabilirdi? Saatler boyunca durgun, masmavi denizde ilerledik. Sonu nasıl bitecek bilmesem de bu yolculuktan keyif aldığım söylenebilirdi. İkinci günün sabahında Aren az kaldığını söyleyince heyecanlandım. İlerideki sis tabakasını gösterdi. “Onun içinden geçmemiz gerekiyor.”

Tekne ötesini göremediğim sisin içine girdiğinde başka boyuta geçiyor gibi hissettim. Bir anlığına zihnimde yapbozun parçalarının dağılması gibi bir şeyler koptu ve hızla geri birleşti. Şaşkınlıkla ne yaşadığımı sorgularken o manzarayı gördüm, dönüp kaldım. “Ama bu?”

 “Görüyorsun demek?” dedi Aren. Benim aksime hiç etkilenmemiş gibiydi. Hatta yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. “Artık yollarımız ayrılıyor.” 

Adanın nefes kesici güzelliğine vurulmuştum. Yeşilin her tonunu barındıran orman, güneş ışınlarını olduğu gibi yansıtan parıltılı nehir, gümüş renkli kanatlarıyla oradan oraya süzülen devasa kelebekler, baş döndürücü çiçek kokuları... Burası cennet gibiydi. Bunu bir kez gördükten sonra başka nerede yaşayabilirdim ki? “Neden gelmiyorsun?” dedim hayret içinde.

“Aynı şeyi görmüyoruz. Git hadi.”  Dediklerine aldırmadım, suya atlayıp kıyıya doğru ilerledim. Aklım fikrim adadaydı, uzaklaşan teknenin sesini işitince dönüp bakmadım bile. Ulaşılmaza duyulan özlem içimde yangına dönüşmüştü. Bu nasıl bir susuzluktu? Kıyıya vardığımda hipnoz olmuş gibi çevreyi izledim. Bir kuş başımın üstünden geçerken, gece mavisi tüyü süzülerek ayaklarımın dibine düştü, sonra sıvılaşarak ağır ağır toprağa karıştı. Hayretle bakakaldım. Eğer hayal görmüyorsam tüm bunlar neydi?

Birisi bana seslenene kadar titrediğimi fark etmemiştim. Güneş de batmak üzereydi ama ne batmak... Bulutlar güneşten yansıyan renklerle görsel şölen sunuyordu. Tablo gibi duran gökyüzünden bakışlarımı çekebildiğimde adam tekrar seslendi. “Hey yabancı! Ne yapıyorsun orada, iyi misin?”

 Üzerimdeki kıyafetlerin kurumaya yüz tuttuğunu fark edince iyice şaşırdım. Ne kadardır burada dikiliyorum? “Be-ben yeni geldim adaya.”

“Hoş geldin o halde. Sana kalacak yer ayarlamak gerek, hadi gidelim.” Onu daha önce bir yerlerde görmüş gibiyim fakat bir türlü çıkaramadım. “Ta-tamam, teşekkürler.” Adamı izledim. “Böyle bir yerin varlığı beni şaşırttı,” dedim.

“Ne var ki burada?” Hayretle adama baktım. “Ne mi var? Siz sahip olduğunuz bu güzelliklerin farkında değil misiniz?”

Adam önemsiz bir detaydan bahsediyor gibi elini salladı. “Zamanla alışırsın, abartılacak bir şey yok.” Önü çitle çevrili ahşap bir evin önüne geldik. Adam gidip kapıyı tıklatınca bir ihtiyar çıktı, durumu öğrenince beni içeriye buyur etti. 

Evin içi sıcacıktı, birden gevşedim. Her yer ahşaptandı ve saksılardaki çiçeklerden güzel kokular yayılıyordu. Tek ışık kaynağı raftaki mumlardı. Adam eşine seslendi. “Hanım, misafirimiz var. Sen sofrayı hazırla, ben ona giyecek bir şeyler vereyim.”

Bana gösterilen odaya geçtim. Üzerimi değiştirip hemen çantamı boşalttım. Her şey ıslanmıştı, telaşla telefonu çıkardım ama çalışmıyordu. Burada telefonun çekeceğini de sanmıyorum. Neyse ki adaya gelmeden önce annemle konuşmuş ona haber vermiştim. Bir süre telefonun çekmeme ihtimalini göz önünde bulundururlardı.

 Tekrar salona geçince iki çocuk yanımıza geldi. Bana bakıp bakıp gülümsüyorlardı.  “Sen ada dışından mı geldin?” dedi büyük olan.

“Evet, uzaktan geldim.” Çocuk sanki uzaydan geldiğimi itiraf etmişim gibi hayretle bana baktı. “O zaman buradan çıkamayacaksın.”

O an yüzümde nasıl bir ifade belirmişse ihtiyar araya girme gereği duydu. “Çocuklar misafirimiz yorgun, şimdi şakalaşmanın sırası değil. Bu hikayeleri nereden çıkarıyorsunuz?”

“Şaka demek,” dedim gülümseyerek. O sırada yemekler geldi. İki çocuk da mutsuz görünüyordu.

“Onlar bizim torunlar, burada doğup büyüdüler. Arada bir garip garip konuşurlar, sen takılma. Nedense insanların buradan çıkamayacağını düşünüyorlar.”

“Çocuk işte,” dedim anlayışla. Sıcak çorbadan birkaç kaşık aldığımda kendime geldim. Bugün şahit olduklarımı düşününce kafamdakileri sormak istedim ama cesaret edemedim. Ya sadece hayal görüyorsam? Bu insanlar da benim gördüğüm şekilde mi algılıyordu her şeyi?

Devam edecek...

31 yorum:

  1. Güzel yorumun için teşekkür ederim canım çok mutlu oldum. 🥰💮 Hikayenin seni içine çekmesine sevindim. Umarım gesini de beğenirsin. Bayağı uğraşmıştım bu hikaye üzerinde. 😊 Görsel de kafamdakine çok uydu gerçekten.

    YanıtlaSil
  2. Daha müsait bir vaktimde dönüp baştan sona okuyacağım. Tebrik ediyorum sizleri...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, ne zaman vaktiniz olursa. :)

      Sil
  3. Rüzgar'ın çocukluğu bana pek yabancı gelmedi.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel, gerçekçi bir yanı var demek. :)

      Sil
  4. Başlarda biraz karmaşa yaşadım:) ada merak ettirdi, çocuktan al haberi boşuna değildir muhtemelen :)... kalemine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sondan başladım gibi oldu. Karakteri adadayken yazdım, sonra başa döndüm, adaya nasıl geldiğini anlattım. :) Çocuklar yalan söylemez evet. Teşekkürler yorumun için. 😊

      Sil
  5. Yine gizemli bir hikaye. Hayal gücüne, klavyene sağlık. :)

    YanıtlaSil
  6. heyecanlı, kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
  7. Hikayene bayıldım duygucum gerçekten çok güzel sanki elime kitabını almış okuyordum bence imkanın varsa kitap çıkarmalısın derim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumun için teşekkürler Hüneyracım, öyle düşünmene sevindim. 😊 Geçen yıl fantastik bir kitap çıkarmıştım Şifacının Kalbi diye. Tabii yazmaya devam ediyorum. :))

      Sil
    2. Çok havalıııı. Ganbatte senseiii

      Sil
  8. Romanını da okumuş biri olarak artık altını net olarak çizeceğim bir durum var. Üslup! Sana özgü üstelik ve markalaşma yolunda. Taklitçi değil, bu süper bir durum. Adını kullanmadığın bir roman ya da öykülerinden oluşan bir kitap yazsan, daha önce seni okumuş birinin "Evet bu Duygu diyeceği kadar özgün." Ve bu hikâyen bir romana evrilebilir sanki, ya da yazacağın bir öykü kitabının hikâyelerinden biri olabilir..

    Yolun açık olsun:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa çok mutlu oldum, teşekkür ederim. ☺️ Kendime özgü yazabildiğime sevindim, benim için doğal ve samimi şekilde yazabilmek önemli. Çünkü artık anlatılmamış bir konu yoktur, o yüzden üslup daha önemli diye düşünüyorum. :) Hikaye daha uzundu kısalttım fakat romana çevirme fikri aklımı çelmiyor değil. Rüzgar karakterini daha detaylı anlatmak bana keyif verecektir. :) Umarım devamını da seversiniz, teşekkürler tekrar.

      Sil
  9. hımm, ilk başta büyükada, bozcaada olabilir diyordum ama doğru sen normal bir ada hayal etmezsin demek ki bir yok ada bu herkes görmüyor :) herkesin bir adası vardır derler kaçacağı :) adada bir deli bilim adamı deneyler yapar diyordum ama bu bir gerilim değil yine fantastiğe bağlancak bakalım herhalde bakalım neymiş bu adanın büyüsü :) gizemliydi güzeldiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ehehe evet hiç normal bir ada yazar mıyım hayali tabi. 😎 Aslında bunu yazarkenki amacım okuyucuda belirsizlik hissi yaşatmaktı. Acaba bu fantastik bir hikaye mi, yoksa karakterin zihninin bir oyunu mu?
      Hmm senin tahminin de iyiymiş ama daha gizemli şeyler var, bakalım gerisini yayınlayınca ne düşüneceksin? Teşekkürler yorum için. :))

      Sil
    2. haha mükemmellll :D Ay acaba gerçekten büyükada bozcaada öyküsü yazsa nasıl yazardı hmmmmm

      Sil
    3. Oraları hiç görmedim ki nasıl yazayım? 😃😃

      Sil
    4. Sen de haklısın 😂

      Sil
  10. “O zaman buradan çıkamayacaksın.” korkutucuuu. Baya gerilimli bir laf ve çocuklardan gelmesi hele. Ve bu seferki rüya değil gerçek help-
    "Aynı şeyi görmüyoruz" da baya üzücü. Aren de o susuzluğu hissediyor ama kavuşamıyor görünüyor. 🙄 Bu iki satırı çizecektim elimde olsa kitap.
    İnşallah bir gün 🥳
    Böyle metinler inşa edebilmek ne güzel, hem üslüp hem de olay örgüsü, karakter inşası bakımından. Zihnine, kalemine sağlık. İnşallah yakında kitaplığımıza yeni kitaplarını da ekleyebiliriz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet biraz gerilimli yapmak istedim, çocuklar söyleyince daha gizemli geliyor. 😃
      Aren farklı biri evet, Rüzgar'ın yerinde olmak isterdi sanırım ama yapamıyor. :)) Vay altını çizerdin demek teşekkürler, sevindim. 🥰🌺 Değerli yorumum için de teşekkürler, karakterlere ayrı özen gösteriyorum ve onları nasıl anlattığıma. Kısmet bakalım, fırsat olursa romana dönüştürürüm. 😀

      Sil
    2. Hadi hayırlısı olsun 🥳

      Sil
  11. Okumaya başladığımda eşliğinde Brahms dinliyordum ve müthiş senkronizasyon oldu. Nasıl güzel bir anlatım, Sevgili Buraneros' a kesinlikle katılıyorum. Müthiş ve sana özgü bir tarzın var. Hemen ikinci bölüme gidiyorum koşarak. :)
    Tebrikler !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Brahms'ı bilmiyordum şimdi baktım müziklerine hoş gerçekten. :)) Teşekkür ederim Sezercim, kendi tarzımı bulabildiğime sevindim. Yorumun mutlu etti. İyi okumalar. 😀

      Sil
  12. Bu arada yapay zekalı görsel baya iyi

    YanıtlaSil
  13. Bu hikaye, müthiş şahane olmuş Duygu Hanım. Çok beğendim. Gizem dolu, merak uyandıran hikayenin devamını mutlaka okuyacağım. Bakalım adada neler olacak...:)
    Aklınıza sağlık olsun. Kıymetli paylaşımınıza çok teşekkür ediyorum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli yorumunuz için teşekkürler Nazlı Hanım. Beğenmenize çok sevindim. Gizem konusu ön planda, umarım devamını da seversiniz. :))

      Sil

Elveda Gülsarı / Vicdan Sızlar (Kitap)

   Merhabalar. Bu aralar daha az kitap okur oldum, haliyle paylaşımlarım da azaldı. Buraya eskisi kadar uğramıyorum, artık daha çok 1000kita...