3.Bölüm
Ertesi sabah okula giderken Baver biraz huzursuz hissediyordu. Okul bahçesinden içeri girdiğinde de birkaç öğrencinin ona bakıp gülüştüğünü gördü. Tahmin ettiği şey oluyordu. Öğrencilerin ağzına laf vermişti bir kere. Hiç görmemiş gibi yapıp içeriye girdi. Ders saati başlayıp sınıfa geçtiğinde tahtadaki kalp içindeki yazıyı -Baver Hoca ve ? - görünce tepesi attı.
Sınıftaki fısıltı ve gülüşmeler Baver’in ağır ağır tahtaya ilerlemesi ile bozuldu. Bir elini tahtaya koyup sesini kontrol etmeye çalışarak sordu. “Bunu kim yaptı?” Kimseden ses çıkmadı. Yüzü tahtaya dönük halde beklerken birden yumruğunu tahtaya geçirdi. Tahtanın birkaç yerden çatlayarak dağılması üzerine öğrenciler şok oldu. “Akira? Onlara sen söyledin değil mi?”
Öğrenci şaşkınlık ve endişe içinde ayağa kalktı. Sesi titriyordu, beti benzi atmıştı. “Ü- üzgünüm hocam. Bir daha olmayacak.” Baver hafifçe gülümsedi, sanırım düşündüğünden fazla korkutucu olmuştu. Yavaşça sınıfa geri döndü, Akira’ya baktı. “Tamam o halde. Dersini almış görünüyorsun, matematik kitaplarınızı açın.” Baver hiçbir şey olmamış gibi konuyu anlatmaya başlayınca sınıftaki anlık gerilim de son buldu. Ancak bir süre soğuk ter döken Akira’nın kendine gelmesi biraz vakit aldı.
Zil çalıp öğrenciler dışarı çıkarken Baver Akira’yı durdurdu. “Sen bekle.” Akira diğerlerinin gidişini gergin halde izlerken sessizliğini korudu. En arka sırada uyuklayan biri hariç herkes çıkınca Baver öndeki masanın köşesine oturdu, elini Akira’nın omzuna attı. “Akira, az önce olanlar sana bir ders vermek içindi. Her ne olursa olsun öğrencilerime asla zarar vermem. Biri hakkında yanlış varsayımlarda bulunmadan önce iyice bir düşün, olur mu?”
“Anlıyorum hocam, ben sadece sizin adınıza mutlu olmuştum. Yanlış bir niyetim yoktu.” Genç, bakışlarını kaçırmış, yere bakıyordu. Baver şaşırmıştı. “Mutlu olmuştum da ne demek?”
“Kimse yalnızlığı sevmez. Siz diğer hocalardan farklısınız, hiçbir etkinliğe katılmadığınız gibi sohbet ettiğiniz herhangi birini de görmedim. Eğer biriyle görüşüyorsanız bu bizi mutlu ederdi ancak.”
Baver sessiz kalıp gülümsedi, elini Akira'nın başına koydu. “Sert çıktığım için üzgünüm, gidebilirsin.”
O sırada telefon çaldı. Baver istemeyerek yanıtladı. Karşıdakinin bezgin ve gergin sesi kulağında çınladı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun Baver? Kaç kere kendi başına iş yapma demedim mi?”
Baver kayıtsız şekilde yanıtladı. “Çeteye katılmamı mı diyorsun?”
“Başka şeyler de varsa söyle çekinme. Tabi ki ondan bahsediyorum.”
“Abartma Bruna, bu işimize yarayacak. Neden bu kadar kızgınsın?”
“Sen inatçının tekisin! Aden’i asistanın yaptığımız için böyle intikam almaya çalışıyorsun değil mi?”
“Öyle şey olur mu? Büyük düşün Bruna. Küçük adımlarla bir yere varamayız.” Baver’in gülüşü telefondaki adamı daha da sinir etti. “Hemen, bu akşam görüşeceğiz. Çıkışta her zamanki yere gel!” Ardından telefon kapandı. Baver iç sıkıntısı ile telefonu cebine attı. Arka sıradaki çocuk o sırada başını kaldırmış hayretle bakıyordu.
“Hey sen! Söylediklerimin ne kadarını duydun?”
“Hiçbir şey duymadım hocam!”
“Anlıyorum, güzel. Eğer yine bir laf yayılırsa...”
Öğrenci yerdeki tahta parçalarına endişeyle baktı. “Hayır, öyle bir şey olmayacak.”
“Peki, uykuna devam et.” Genç, şaşkın halde başını geri sıraya koydu. Baver o sırada koridordan geçen hizmetliden sınıfa yeni bir tahta getirmesini istedi. Yaşı geçkin adam sınıfa girip de olanı görünce köpürdü. “Gözlerime inanamıyorum. Hangi haylaz yaptı bunu? Baver Hocam fazla yüz veriyorsunuz bu öğrencilere.”
“O haylaz benim Arun Bey.” Hizmetli cevap karşısında şok olmuştu. “Siz ciddi misiniz?” Arun, Baver’in başını sallaması üzerine ağzından dökülmeye hazır olan bir ton serzenişi yutmak zorunda kaldı. “Peki, bunu nasıl başardınız?” dedi sonunda. Baver ellerini iki yana açıp omuz silkti. “Size de iş çıkardım, üzgünüm.” Elbette bunun nesnelere etki etme gücünün bir parçası olduğunu izah edemezdi.
Akşam okul çıkışından sonra doğruca şehrin tepe noktalarının birinde bulunan seyir terasına gitti. Hava çoktan kararmış, direklerdeki yeşil ışıklar etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Tahmin ettiği gibi Bruna çoktan gelmiş onu bekliyordu. Hava serin olduğu için etrafta başka kimse yoktu. Biraz aşağıdaki restoran da kalabalık değildi. Bruna sarı saçlarını eliyle geriye taradı, yeşil gözlerini Baver’e dikmişti. Beklenenin aksine sakince konuşmaya başladı.
“Aklından neler geçiyor? Yaptığımız işi ciddiye almalısın, ekibe zarar verecek bir adım atma. Unutma ki dışarıda düşmanımız çok. Öğretmenliği bırakmak istemedin, karışmadık ama şimdi bir de o berbat çeteye mi vakit ayırmayı düşünüyorsun?”
“Çeteyi çökertebiliriz. Uzun süredir insanların başını ağrıtıyorlar. Evet, her şeye birden vakit ayırmam zor. Ben, dönem sonunda öğretmenliği bırakacağım.” Bruna şüpheyle ona baktı. “Öyle mi? Bunu yapmak isteyeceğin aklıma gelmezdi.”
“Artık tek bir göreve odaklanmak istiyorum. Okulda benim için bir gelecek yok. Son olaydan sonra bile okulda dedikodular başladı. Benden memnun olmayan hocalar ve veliler var. Müdür bırakmamın daha doğru olacağını ima etti. Daha fazla dikkat çekersem tehlikeli kişilerin okula bulaşmasından korkuyorlar. Belki de haklılar.”
Bruna iç geçirdi. “Demek öyle. İnsanlar çok bencil olabiliyor, bunu duyduğuma şaşırmadım. Neyse, boş ver onları gitsin. Bizim sana daha fazla ihtiyacımız var.”
Baver’in ifadesiz bakışları Bruna’ya takıldı. Ne hissettiğinden emin değildi. Bazen sadece sıradan, önemsiz biri olarak hayatını sürdürmek istiyordu ama yapabileceği bir şeyler varken gözlerini kapamak ona göre değildi. “Ekipte benden daha güçlüler var.”
“Ama sen ayrı bir sınıftasın. Belirsiz güce sahip olanlar en iyileridir. Ayrıca...” Bruna elleri ceplerinde Baver’e doğru ilerlemeye başlamıştı ki onun sinsice sırıtışı üzerine konuşmayı kesti. “Aklından ne geçiyor yine?” dedi hızla yana sıçrayarak.
İleri atılan Baver onu son anda elinden kaçırdı. Hiç vakit kaybetmeden yerdeki çakılları havalandırıp Bruna’ya fırlattı. “Oyun istiyorsun demek,” dedi sarışın adam. Savunmaya geçti ancak şu an bu oyundan Baver kadar keyif almıyordu.
Bruna elini kaldırıp hemen önünde siyah halkalar oluşturdu ve halkaların içinden geçen taşlar bir boşluk tarafından yutulmuş gibi yok oldu.
Baver bu kez yanlardan saldırınca Bruna iki elini yana açıp yeni halkalar oluşturdu. Taşlar bir kez daha boşlukta kayboldu. Arkasında bir ses işitince hızla geriye döndü. Onu tutmak üzere ileri atılan Baver az kalsın halkının içine giriyordu. Bruna anında geriye sıçrayıp halkayı kapattı. “Canına mı susadın? Eğer içeriye düşersen kim bilir nereye gideceksin? Beklenmedik hareketler yapma böyle. Huysuzken çekilmez olduğunu söylemiş miydim?” Bruna kravatını gevşetip yere oturunca Baver de yanına oturdu. “Bir şey mi oldu? Canın sıkkın gibi.”
“Bir süredir dostlarımızdan ikisine ulaşamıyoruz. Gerçi arada kafasına göre takılanlar oluyor ama yine de endişelendim.”
“Biraz fazla düşünüyorsun bence. Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışmak yorucu değil mi başkan yardımcısı.”
“Sanırım herkesi bir aile gibi görüyorum. Seni bile.” Muzipçe gülümsedi.
Baver bir süre sessiz kaldı. “Sen de benim ailem gibisin. Zaten ailem diyebileceğim başka kimse yok. Tüm çabamız hayatımıza bir anlam katmak için aslında değil mi? Bizi bizden başka kim anlayabilir? Çok çalışıyorsun biliyorum ama göze batmamaya çalışmak senin için de zor değil mi? Sanki kötü bir şey yapıyormuşuz gibi neden böyle yaşıyoruz? Çünkü güçlüyüz, bu yüzden diğer insanlar bizi düşünmek zorunda değil, değil mi?
“Sen benden de dertliymişsin. Haklı olabilirsin ama şimdilik elimizden bir şey gelmez. İyi olalım yeter. Bu yüzden beni endişelendirecek bir şey yapma. Başına bela almandan korkuyorum. Tanza sana kolayca güvenmez.”
“Güvenmediğini biliyorum, içten içe hep tedirgin hissedecek. İkimizin gözü de birbirimizin üstünde olacak.”
“Bunu yapmak zorunda mısın peki?”
“Bir şekilde çeteyi dağıtabilirsem başımızı ağrıtan bazı meseleler de sonlanmış olur.”
Bruna düşünceli görünüyordu. “Kendini meşgul etmek için türlü yollar aradığının farkında değil miyim sanıyorsun? Oradan oraya koşmayı bırak. Herkesin bir sınırı vardır, dur artık.”
Baver’in yüz hatları gerilmeye başladı. Yine de sesini sakin tutmayı başarabildi. “Sen bile beni yeterince tanımıyorsun. Bu nasıl bir aile olmaksa.”
Bruna ayağa kalktı, bakışları yerdeydi. Kendini tutamayarak içindekileri söyledi. “Evet, bunda haklısın. Herkesten kaçtığın için seni tam anlamıyla tanıyan biri yok. Hep bir şeylerin ardına sığınıyorsun. Yalnız ve sağlam olduğunu kanıtlama derdindesin. Sen hiç bizi aile yerine koydun mu Baver? Sen hiç bize güvendin mi?” Bunları söyledikten sonra suçluluk hissetti. Baver’in üstüne gitmeyi istemezdi ama kendini tutamamıştı. Bir karşılık bekleyerek başını kaldırınca Baver’in gitmiş olduğunu gördü. “Hay aksi! Nereye gitti şimdi?” Baver sadece öfkeli ve kırgın olduğunda böyle sessizce çekip giderdi.
Baver salonun ortasında belirdi, hâlâ öfkeliydi. Uzaktan ışığı yaktı. Bir şekilde yaşamını sürdürdüğü halde neden sürekli hatalı olduğu konusunda diretiyorlardı anlamıyordu. Ne istiyorlardı, neyi yanlış yapıyordu, gerçekten düzeltmek istediği bir şey var mıydı? Telefon çalınca istemeyerek de olsa eli cebine gitti. Arayan Bruna’ydı ve yanıtlamaya niyeti yoktu. Telefonu temelli kapattı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Kafasında çok fazla düşünce dolaşıyordu. Hayır, kimseden saklandığı yoktu, kendini acındırma gibi bir derdi de yoktu. Birilerine hesap vermeden, kendi halinde yaşamayı seviyordu. Okulda öğrencileriyle baş başayken kendi olabiliyordu mesela. O anlarda sahip olduğu güç, konum aklına gelmiyordu. Şimdi olanlardan sonra okulu da bırakmak zorundaydı. “Off, bıktım,” diye söylendi.
O sırada kapı çalınca tüm dikkati dağıldı. Bruna bu kadar kısa sürede gelmiş olamazdı. Olsa olsa hep çat kapı gelen Aden olabilirdi. Şu an konuşacak havada değildi, onu geri gönderecekti. Gidip kapıyı açtığında karşısında tanımadığı iri yapılı bir adam görünce şaşırdı. Daha ne olduğunu anlamadan yüzüne yediği yumrukla gözü karardı. Dudağının kenarından akan kanı hissetti. İleri doğru adam atmaya çalışırken yere kapaklandı.
Bilinci yavaş yavaş gelirken Baver nerede olduğundan bihaberdi. Gözlerinin bağlı olduğunu fark etti. Çenesi de fena halde sızlıyordu. İçinde bulunduğu durumu anlamlandırmak için bir süre bekledi. Yeni bir düşman mı edinmişti? Gözünden kaçan bir şeyler olmalıydı. Eğik başını yukarıya kaldırdı. “Ne istiyorsunuz benden?”
Yakınlardan bir ses geldi. Biri sandalyeyi çekip daha da yaklaştı. “Kendine geldin demek, güzel. O zaman sorguya geçebilirim.”
“Tanza? Bu ne demek oluyor?”
“Neden bana yalan söyledin? Bruna'nın ekibinde olduğunu fark etmeyeceğimi mi sandın? Gözüm üzerinde olacak demiştim.”