31 Mart 2025 Pazartesi

Yıldız Düşüşü 3.Bölüm

 3.Bölüm


 Ertesi sabah okula giderken Baver biraz huzursuz hissediyordu. Okul bahçesinden içeri girdiğinde de birkaç öğrencinin ona bakıp gülüştüğünü gördü. Tahmin ettiği şey oluyordu. Öğrencilerin ağzına laf vermişti bir kere. Hiç görmemiş gibi yapıp içeriye girdi. Ders saati başlayıp sınıfa geçtiğinde tahtadaki kalp içindeki yazıyı -Baver Hoca ve ? - görünce tepesi attı. 

 Sınıftaki fısıltı ve gülüşmeler Baver’in ağır ağır tahtaya ilerlemesi ile bozuldu. Bir elini tahtaya koyup sesini kontrol etmeye çalışarak sordu. “Bunu kim yaptı?” Kimseden ses çıkmadı. Yüzü tahtaya dönük halde beklerken birden yumruğunu tahtaya geçirdi. Tahtanın birkaç yerden çatlayarak dağılması üzerine öğrenciler şok oldu. “Akira? Onlara sen söyledin değil mi?”

 Öğrenci şaşkınlık ve endişe içinde ayağa kalktı. Sesi titriyordu, beti benzi atmıştı. “Ü- üzgünüm hocam. Bir daha olmayacak.” Baver hafifçe gülümsedi, sanırım düşündüğünden fazla korkutucu olmuştu. Yavaşça sınıfa geri döndü, Akira’ya baktı. “Tamam o halde. Dersini almış görünüyorsun, matematik kitaplarınızı açın.” Baver hiçbir şey olmamış gibi konuyu anlatmaya başlayınca sınıftaki anlık gerilim de son buldu. Ancak bir süre soğuk ter döken Akira’nın kendine gelmesi biraz vakit aldı.

 Zil çalıp öğrenciler dışarı çıkarken Baver Akira’yı durdurdu. “Sen bekle.” Akira diğerlerinin gidişini gergin halde izlerken sessizliğini korudu. En arka sırada uyuklayan biri hariç herkes çıkınca Baver öndeki masanın köşesine oturdu, elini Akira’nın omzuna attı. “Akira, az önce olanlar sana bir ders vermek içindi. Her ne olursa olsun öğrencilerime asla zarar vermem. Biri hakkında yanlış varsayımlarda bulunmadan önce iyice bir düşün, olur mu?”

 “Anlıyorum hocam, ben sadece sizin adınıza mutlu olmuştum. Yanlış bir niyetim yoktu.” Genç, bakışlarını kaçırmış, yere bakıyordu. Baver şaşırmıştı. “Mutlu olmuştum da ne demek?”

 “Kimse yalnızlığı sevmez. Siz diğer hocalardan farklısınız, hiçbir etkinliğe katılmadığınız gibi sohbet ettiğiniz herhangi birini de görmedim. Eğer biriyle görüşüyorsanız bu bizi mutlu ederdi ancak.”

 Baver sessiz kalıp gülümsedi, elini Akira'nın başına koydu. “Sert çıktığım için üzgünüm, gidebilirsin.”

 O sırada telefon çaldı. Baver istemeyerek yanıtladı. Karşıdakinin bezgin ve gergin sesi kulağında çınladı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun Baver? Kaç kere kendi başına iş yapma demedim mi?”

 Baver kayıtsız şekilde yanıtladı. “Çeteye katılmamı mı diyorsun?”

 “Başka şeyler de varsa söyle çekinme. Tabi ki ondan bahsediyorum.”

“Abartma Bruna, bu işimize yarayacak. Neden bu kadar kızgınsın?”

“Sen inatçının tekisin! Aden’i asistanın yaptığımız için böyle intikam almaya çalışıyorsun değil mi?”

“Öyle şey olur mu? Büyük düşün Bruna. Küçük adımlarla bir yere varamayız.” Baver’in gülüşü telefondaki adamı daha da sinir etti. “Hemen, bu akşam görüşeceğiz. Çıkışta her zamanki yere gel!” Ardından telefon kapandı. Baver iç sıkıntısı ile telefonu cebine attı. Arka sıradaki çocuk o sırada başını kaldırmış hayretle bakıyordu.

“Hey sen! Söylediklerimin ne kadarını duydun?”

“Hiçbir şey duymadım hocam!”

“Anlıyorum, güzel. Eğer yine bir laf yayılırsa...”

Öğrenci yerdeki tahta parçalarına endişeyle baktı. “Hayır, öyle bir şey olmayacak.”

“Peki, uykuna devam et.” Genç, şaşkın halde başını geri sıraya koydu. Baver o sırada koridordan geçen hizmetliden sınıfa yeni bir tahta getirmesini istedi. Yaşı geçkin adam sınıfa girip de olanı görünce köpürdü. “Gözlerime inanamıyorum. Hangi haylaz yaptı bunu? Baver Hocam fazla yüz veriyorsunuz bu öğrencilere.”

“O haylaz benim Arun Bey.” Hizmetli cevap karşısında şok olmuştu. “Siz ciddi misiniz?” Arun, Baver’in başını sallaması üzerine ağzından dökülmeye hazır olan bir ton serzenişi yutmak zorunda kaldı. “Peki, bunu nasıl başardınız?” dedi sonunda. Baver ellerini iki yana açıp omuz silkti. “Size de iş çıkardım, üzgünüm.” Elbette bunun nesnelere etki etme gücünün bir parçası olduğunu izah edemezdi. 

 Akşam okul çıkışından sonra doğruca şehrin tepe noktalarının birinde bulunan seyir terasına gitti. Hava çoktan kararmış, direklerdeki yeşil ışıklar etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Tahmin ettiği gibi Bruna çoktan gelmiş onu bekliyordu. Hava serin olduğu için etrafta başka kimse yoktu. Biraz aşağıdaki restoran da kalabalık değildi. Bruna sarı saçlarını eliyle geriye taradı, yeşil gözlerini Baver’e dikmişti. Beklenenin aksine sakince konuşmaya başladı.

 “Aklından neler geçiyor? Yaptığımız işi ciddiye almalısın, ekibe zarar verecek bir adım atma. Unutma ki dışarıda düşmanımız çok. Öğretmenliği bırakmak istemedin, karışmadık ama şimdi bir de o berbat çeteye mi vakit ayırmayı düşünüyorsun?”

 “Çeteyi çökertebiliriz. Uzun süredir insanların başını ağrıtıyorlar. Evet, her şeye birden vakit ayırmam zor. Ben, dönem sonunda öğretmenliği bırakacağım.” Bruna şüpheyle ona baktı. “Öyle mi? Bunu yapmak isteyeceğin aklıma gelmezdi.”

 “Artık tek bir göreve odaklanmak istiyorum. Okulda benim için bir gelecek yok. Son olaydan sonra bile okulda dedikodular başladı. Benden memnun olmayan hocalar ve veliler var. Müdür bırakmamın daha doğru olacağını ima etti. Daha fazla dikkat çekersem tehlikeli kişilerin okula bulaşmasından korkuyorlar. Belki de haklılar.”

 Bruna iç geçirdi. “Demek öyle. İnsanlar çok bencil olabiliyor, bunu duyduğuma şaşırmadım. Neyse, boş ver onları gitsin. Bizim sana daha fazla ihtiyacımız var.”

 Baver’in ifadesiz bakışları Bruna’ya takıldı. Ne hissettiğinden emin değildi. Bazen sadece sıradan, önemsiz biri olarak hayatını sürdürmek istiyordu ama yapabileceği bir şeyler varken gözlerini kapamak ona göre değildi. “Ekipte benden daha güçlüler var.” 

 “Ama sen ayrı bir sınıftasın. Belirsiz güce sahip olanlar en iyileridir. Ayrıca...” Bruna elleri ceplerinde Baver’e doğru ilerlemeye başlamıştı ki onun sinsice sırıtışı üzerine konuşmayı kesti. “Aklından ne geçiyor yine?” dedi hızla yana sıçrayarak.

  İleri atılan Baver onu son anda elinden kaçırdı. Hiç vakit kaybetmeden yerdeki çakılları havalandırıp Bruna’ya fırlattı. “Oyun istiyorsun demek,” dedi sarışın adam. Savunmaya geçti ancak şu an bu oyundan Baver kadar keyif almıyordu. 

 Bruna elini kaldırıp hemen önünde siyah halkalar oluşturdu ve halkaların içinden geçen taşlar bir boşluk tarafından yutulmuş gibi yok oldu. 

Baver bu kez yanlardan saldırınca Bruna iki elini yana açıp yeni halkalar oluşturdu. Taşlar bir kez daha boşlukta kayboldu. Arkasında bir ses işitince hızla geriye döndü. Onu tutmak üzere ileri atılan Baver az kalsın halkının içine giriyordu. Bruna anında geriye sıçrayıp halkayı kapattı. “Canına mı susadın? Eğer içeriye düşersen kim bilir nereye gideceksin? Beklenmedik hareketler yapma böyle. Huysuzken çekilmez olduğunu söylemiş miydim?” Bruna kravatını gevşetip yere oturunca Baver de yanına oturdu. “Bir şey mi oldu? Canın sıkkın gibi.”

“Bir süredir dostlarımızdan ikisine ulaşamıyoruz. Gerçi arada kafasına göre takılanlar oluyor ama yine de endişelendim.”

“Biraz fazla düşünüyorsun bence. Her şeyi kontrol altında tutmaya çalışmak yorucu değil mi başkan yardımcısı.”

“Sanırım herkesi bir aile gibi görüyorum. Seni bile.” Muzipçe gülümsedi.

Baver bir süre sessiz kaldı. “Sen de benim ailem gibisin. Zaten ailem diyebileceğim başka kimse yok. Tüm çabamız hayatımıza bir anlam katmak için aslında değil mi? Bizi bizden başka kim anlayabilir? Çok çalışıyorsun biliyorum ama göze batmamaya çalışmak senin için de zor değil mi? Sanki kötü bir şey yapıyormuşuz gibi neden böyle yaşıyoruz? Çünkü güçlüyüz, bu yüzden diğer insanlar bizi düşünmek zorunda değil, değil mi?

“Sen benden de dertliymişsin. Haklı olabilirsin ama şimdilik elimizden bir şey gelmez. İyi olalım yeter. Bu yüzden beni endişelendirecek bir şey yapma. Başına bela almandan korkuyorum. Tanza sana kolayca güvenmez.”

 “Güvenmediğini biliyorum, içten içe hep tedirgin hissedecek. İkimizin gözü de birbirimizin üstünde olacak.”

“Bunu yapmak zorunda mısın peki?”

“Bir şekilde çeteyi dağıtabilirsem başımızı ağrıtan bazı meseleler de sonlanmış olur.”

 Bruna düşünceli görünüyordu. “Kendini meşgul etmek için türlü yollar aradığının farkında değil miyim sanıyorsun? Oradan oraya koşmayı bırak. Herkesin bir sınırı vardır, dur artık.”

 Baver’in yüz hatları gerilmeye başladı. Yine de sesini sakin tutmayı başarabildi. “Sen bile beni yeterince tanımıyorsun. Bu nasıl bir aile olmaksa.”

 Bruna ayağa kalktı, bakışları yerdeydi. Kendini tutamayarak içindekileri söyledi. “Evet, bunda haklısın. Herkesten kaçtığın için seni tam anlamıyla tanıyan biri yok. Hep bir şeylerin ardına sığınıyorsun. Yalnız ve sağlam olduğunu kanıtlama derdindesin. Sen hiç bizi aile yerine koydun mu Baver? Sen hiç bize güvendin mi?” Bunları söyledikten sonra suçluluk hissetti. Baver’in üstüne gitmeyi istemezdi ama kendini tutamamıştı. Bir karşılık bekleyerek başını kaldırınca Baver’in gitmiş olduğunu gördü. “Hay aksi! Nereye gitti şimdi?” Baver sadece öfkeli ve kırgın olduğunda böyle sessizce çekip giderdi. 

 Baver salonun ortasında belirdi, hâlâ öfkeliydi. Uzaktan ışığı yaktı. Bir şekilde yaşamını sürdürdüğü halde neden sürekli hatalı olduğu konusunda diretiyorlardı anlamıyordu. Ne istiyorlardı, neyi yanlış yapıyordu, gerçekten düzeltmek istediği bir şey var mıydı? Telefon çalınca istemeyerek de olsa eli cebine gitti. Arayan Bruna’ydı ve yanıtlamaya niyeti yoktu. Telefonu temelli kapattı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Kafasında çok fazla düşünce dolaşıyordu. Hayır, kimseden saklandığı yoktu, kendini acındırma gibi bir derdi de yoktu. Birilerine hesap vermeden, kendi halinde yaşamayı seviyordu. Okulda öğrencileriyle baş başayken kendi olabiliyordu mesela. O anlarda sahip olduğu güç, konum aklına gelmiyordu. Şimdi olanlardan sonra okulu da bırakmak zorundaydı. “Off, bıktım,” diye söylendi.

 O sırada kapı çalınca tüm dikkati dağıldı. Bruna bu kadar kısa sürede gelmiş olamazdı. Olsa olsa hep çat kapı gelen Aden olabilirdi. Şu an konuşacak havada değildi, onu geri gönderecekti. Gidip kapıyı açtığında karşısında tanımadığı iri yapılı bir adam görünce şaşırdı. Daha ne olduğunu anlamadan yüzüne yediği yumrukla gözü karardı. Dudağının kenarından akan kanı hissetti. İleri doğru adam atmaya çalışırken yere kapaklandı.

Bilinci yavaş yavaş gelirken Baver nerede olduğundan bihaberdi. Gözlerinin bağlı olduğunu fark etti. Çenesi de fena halde sızlıyordu. İçinde bulunduğu durumu anlamlandırmak için bir süre bekledi. Yeni bir düşman mı edinmişti? Gözünden kaçan bir şeyler olmalıydı. Eğik başını yukarıya kaldırdı. “Ne istiyorsunuz benden?”

 Yakınlardan bir ses geldi. Biri sandalyeyi çekip daha da yaklaştı. “Kendine geldin demek, güzel. O zaman sorguya geçebilirim.”

“Tanza? Bu ne demek oluyor?”

“Neden bana yalan söyledin? Bruna'nın ekibinde olduğunu fark etmeyeceğimi mi sandın? Gözüm üzerinde olacak demiştim.”


27 Mart 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 2.Bölüm

 

2.Bölüm

Ertesi gün davetten birkaç saat önce Aden geldi. Oynayacakları rolde daha gerçekçi olmak için birbirlerini tanımaları gerektiğini belirtti. Çantasından kalem ve kağıt alıp Baver’in bakışlarına aldırmadan sorularını iletti.

“Kaç yaşındasın? Nelerden hoşlanır, nelerden nefret edersin? Hayalin ne? Kimlerle, nerede vakit geçirirsin?”

Baver bir süre Aden’i süzdü ve ciddi olduğunu anlayınca cevaplamaya başladı. “Otuz iki yaşındayım. Kitaplardan, kahvelerden, yalnızlıktan hoşlanırım; boş muhabbetten, işime karışılmasından ve tarçından nefret ederim.”

“Tarçından mı?” Aden gülümsemeye başladı.

“Evet. Hadi, devam edelim. Herhangi bir hayalim yok.”

“Nasıl yani? Hiç mi yok?”

“Olması mı lazım?”

“Tamam, nasıl istersen. Sonraki soruya geçelim.”

“Pek takıldığım kimse yok. Arkadaş edinmeyi sevdiğim de söylenemez. Yalnız yaşıyorum ve sadece bir şeyler atıştırabileceğim mekânlara gitmeyi severim. Soruların bittiyse kahve yapayım.”

Kadın güzelce her şeyi not aldıktan sonra “Tamam olur,” dedi. “Yalnız sonra hazırlanmak için çıkmalıyım,” dedi saatine bakarak. 

Baver kahveyi hazırlarken sordu. “Akşama daha çok var. Hazırlanmak ne kadar sürer ki?”

“Kadınları tanımadığın belli.”

“Neyse, sen anlat biraz da kendini. Mecburen benim de hakkında bir şeyler bilmem lazım.”

Aden nereden başlayacağını düşündü bir süre. “Yirmi altı yaşındayım. Ailemle yaşıyorum. Mimarlık okudum fakat maceraperest biri olduğum için farklı işler alıyorum. Seyahat etmekten ve yıldızları izlemekten hoşlanırım.”

O sırada tam kahve fincanını uzatan Baver’in gözlerinin içine bakınca adam istemsizce gözlerini kırpıştırdı. “Yıldızları severim,” diye vurguladı genç kadın. “Bunun derdi ne?” diye düşündü Baver. Masadaki gözlüğünü takıp takmama konusunda kararsız kaldı. Şu an gözlerini saklama çabası onu gülünç duruma düşürürdü. “Afiyet olsun, iç hadi, soğutma,” dedi soğuk bir sesle.

Aden kahvesini ciddiyetle içti, hiç sesini çıkarmadı. Akşamın nasıl geçeceğini düşünüyordu. İşe yarar bilgiler elde etmeliydi ki ekipteki konumu sağlamlaşabilsin. Sürekli iş değiştirip durması ailesinin gözünde hoş bir durum değildi. Ciddiyetsiz ve sorumsuz olduğu konusunda çok eleştiri alıyordu. Kahveyi bitirince teşekkür edip kalktı.

Akşam olup buluşma vakti geldiğinde Baver aşağıya indi. Birkaç dakika bekledikten sonra motosikletin sesi işitildi. Aden yine bambaşka bir tarza bürünmüştü. Saçları dalgalıydı, ışıltılı bir makyaj yaptırmıştı. Açık mavi renkte, volanlı bir elbise giymişti. Boynuna bağladığı şık fularla da her şey tamam görünüyordu. Baver bu değişim karşısında yine hayret etmeden duramadı. Aden’le her karşılaşmasında sanki karşısına farklı bir insan çıkıyordu. Aden nazikçe gülümsedi, takım elbise içindeki Baver’i süzdü. “Güzel, hadi gidelim.”

“Ben süreceğim,” dedi Baver kararlı bir ses tonuyla. Aden hiç sorun etmeden kabul etti. Birlikte yola düştüler. Bir süre sonra ışıklarda durduklarında önlerinden geçen iki kişi şaşkınlıkla onlara baktı. Öğrenciler muzipçe sırıtmaya başladığında Baver şansına sövdü. Onları tanımıyor gibi yapacaktı ama Akira elini kaldırdı. “Hocam, merhaba. Nereye gidiyorsunuz?”

“Hay aksi,” diye mırıldandı. Ertesi gün okulun nasıl çalkalanacağını tahmin edebiliyordu. “Acelem var. Hadi, işinize bakın.” Diğer öğrenci Akira’yı kolundan çekiştirdi. Işık sönmek üzere olduğu için koşarak karşıya geçtiler. Dönüp dönüp geriye bakmayı ihmal etmiyorlardı.

“Öğrencilerin mi?”

“Evet. İyi çocuklar ama biraz meraklılar.”

Işığın yanmasıyla Baver gaza bastı. Caddeye vardığında trafiğin sıkışmaya başladığını gördü, aralardan sıyrılarak geçti. On beş kilometre uzaklıktaki gösterişli binaya vardılar. İçeriye girerken herhangi bir sorun yaşamadılar. Henüz çoğu kişi gelmemişti. Etraftaki konuşmalara kulak kabartıp bir şeyler öğrenmeye çalıştılar. 

Holdingin sahibi eşi ve oğulları ile boy gösterince herkes onları selamladı. Adam kısa bir konuşma yapıp teşrif ettikleri için herkese teşekkür etti. Baver bir şeyler atıştırırken etrafı süzüyordu. Gözüne tanıdık bir sima takıldı. Bir çetenin liderleri olan Tanza iş adamı imajıyla Bay Bureyn’in yanında yerini almıştı. Yüzlerinde sahte gülümsemelerle sohbet ederken sıradan mevzulardan konuşmadıkları belliydi. Baver Tanza’nın silah taşıdığına emindi. Bir eli ceketinin iç cebine gidiyordu arada. 

Klasik müziğin hafif ritmi uykusunu getirse de Baver dikkat kesilmişti. Aden içeceğini yudumlarken bir adam gülümseyerek yanlarına yaklaştı. Holdingin ortaklarından biriydi, el sıkıştılar.

“Az önce diğerleriyle sohbet ederken kulak misafiri oldum. Bir süredir yazılım sektöründeymişsiniz. Artık gençlerin devri başlıyor.”

Baver’in yüz ifadesinde en küçük bir değişiklik yoktu. “Bir yerden başlayıp piyasada tutunmak gerekiyor,” dedi hafifçe gülümseyerek. Aden de gülümseyerek Baver’in koluna girdi. “Kendisi çok mütevazıdır. Tüm işler onun sayesinde ilerliyor. Sizler gibi deneyimli kişilerle tanışmak da bizim için güzel bir fırsat.”

Adam da gülümseyerek başını salladı. “Daha sık görüşeceğiz o halde.” İzin isteyip diğerlerinin yanına döndü.

Tanza birkaç kişi ile üstü kapalı konuşarak anlaşma yapmaktan söz etti. “Güvenliğiniz bizim garantimiz altında olacak,” dedi son konuştuğu kişinin elini sıkarak. Sonra takım elbiseli biri yaklaşıp kulağına fısıldadı ve Tanza hiçbir şey yok gibi başını sallayıp, adamın arkasından dışarı çıktı. 

Baver genç kadına orada kalmasını söyleyip yavaşça Tanza’nın arkasından gitti. Açık havaya çıkan adam telefonu kulağına götürüp hararetli şekilde konuşmaya başladı. “Ne yap et sustur onu. Şu an holding ortakları ile görüşme üzerindeydim, beni bir daha bu tür şeyler için rahatsız etme.” Adam telefonu kapatmıştı ki duvara yaslanmış olan Baver’i fark edince gözleri kısıldı. Ağır adımlarla ona doğru yürüdü. “Beni mi dinliyorsun sen?” Sesi boğuk çıkıyordu.

“Rahatsız olduğuna göre yanlış bir iş peşindesin demek. Seni duymak için özel bir çaba harcamadım. Biraz hava almak için dışarı çıkmıştım.”

Tanza hiç de ikna olmuş gibi değildi. “Ne ayaksın sen? Kimsin?”

Baver gülümsedi. “Birlikte çalışabiliriz. Kim olduğunu biliyorum Tanza, çetene kabul et beni.”

Adam şüpheyle ona baktı. Böyle bir yanıt beklemediği için biraz şaşırmıştı. “Polis misin yoksa? Beni oyuna getireceğini mi sanıyorsun?”

“Doğrusu polis değilim. Kısa zamanda basamakları hızla tırmanmak isteyen biriyim. Buraya da o yüzden geldim, para için. Sahip olduğum güç ilgini çeker diye düşündüm.” 

 “Neden sana güveneyim? Nasıl bir gücün var ki?”

“Çünkü ben iyi saklanırım, yakalanmam. Tam senin aradığın özellik değil mi?” Baver'in kendinden emin duruşunu görünce Tanza kararsız kaldı.

“Bana şimdi hemen göster ki polis olmadığına ikna olayım.” Tanza gibi biri bu tür niteliklere sahip kişilerin her zaman çıkar için yaşadığına inanırdı.

“Al şunu,” dedi ve cebinden küçük bir paket çıkarıp yakalaması için Baver’e attı. “Git şimdi, yirmi saniye içinde peşine düşeceğim. Eğer izini kaybettirirsen çeteme kabul edilmiş olursun, o paket de sana kalır. Ama bana yalan söylüyorsan o zaman bunu ödersin.” Tanza’nın gözleri bir an öfkeyle parladı, yüzünde deliliğin emareleri okunabiliyordu. “Başla!”

Baver birkaç saniye içinde köşeyi dönüp gözden kayboldu. Ara sokaklarda koşmaya başladığında geriden gelen Tanza’nın patırtılı ayak seslerini işitiyordu. Kıyıda köşede bazı insanlar vardı, uygun ortamı aramaya koyuldu. Tanza'nın gerçekten hızlı koştuğunun farkındaydı, her an bir ara sokaktan çıkıp önünde bitebilirdi. Gecenin sessizliğinde kendi gürültüsü de yankılanıyordu. Tam sokak lambasının ışığında, dönemeçte bir gölgenin geldiğini görünce anında yok oldu.

Tanza ileri atılıp da Baver’i göremeyince şok oldu. Halbuki iyi bir takipçiydi. O sırada köşedeki duvara yaslanmış bir sarhoşun şaşkınlıkla gözlerini kırptığını gördü. “Ne o ihtiyar, bir şey mi oldu?” dedi terslercesine.

“Puf oldu gitti. Biri koşuyordu, bir anda yok oldu.”

“Anlıyorum, demek öyle.” Tanza gözlerini kıstı, kafası karışıktı. Sarhoş yanlış görmüş de olabilirdi. O halde Baver neredeydi? Pes etmiş halde, çatık kaşlarla etrafı süzmeye devam etti. 

Son anda durumu kurtaran Baver evine geçmişti. Aceleden başka yer düşünmeye fırsat bulamamıştı. Biraz soluklandı, kalp atışlarının yavaşlamasını bekledi. Aden’in orada hâlâ yalnız olduğunu anımsayınca tekrar odaklandı.

 Tanza binaya geri dönmüştü ki tam aksi yönden gelen Baver’i fark edince şaşırdı. “Fakat bu tarafa dönmüştün. İzini son anda kaybettim. Nasıl tam tersi yönden gelebiliyorsun?”

“Bu da benim sırrım.” Baver gülümsedi.

Tanza şüpheliydi. Kafasına yatmayan bir şeyler vardı. “İşin içinde bir hile var değil mi? Ne dönüyor burada anlat hemen ve o gözlüklerini çıkar.” Sesi soğuk ve tehditkardı. Baver de bunu bekliyordu zaten, yavaş yavaş adama yaklaştı. Gözlüklerini çıkarıp ona baktı.

“Ama bu ne demek oluyor? Yıldızlar, yoksa onlardan biri misin? Fakat kimsede böyle gözler olduğunu duymamıştım.”

Baver derin bir nefes aldı, bakışları keskinleşti. “Evet, yıldız enerjisiyle doğanlardanım. Diğerlerinden farklı yönlerim var ama bunun sebebini ben de bilmiyorum. Bu durumda toplum içine karışmamın pek mümkün olmadığını anlıyorsundur. Bu yüzden seninle çalışmak istiyorum. Yani ikimiz için de karşılıklı bir kazanç olacak. Ne dersin?”

“Peki, şaşırdığımı itiraf ediyorum ama bir gün bu gücünle beni karşına almayacağına nasıl güveneyim?”

“Anlıyorum. Böyle bir durumda ikimiz de birbirimize tam olarak güvenemeyiz. Fakat denemeden bilemezsin, bir yanlışımı görürsen istediğini yapabilirsin. Hedefime ulaşmak için sahte bir kimlikle buradayım. Senle çok güçlenebiliriz. Çeten çok kalabalık, zaten tek başıma size karşı durmam mümkün değil.”

“O zaman bir test edelim bakalım.” Tanza silahını çekip namluyu Baver’in yüzüne doğrulttu. “Şimdi ne yapacaksın? Üçe kadar sayıp ateşleyeceğim.”

Baver kolayca kaçabilirdi ama bu Tanza’ya güvenmediğini kanıtlardı. Beklemeyi seçti, adamın ateş etmeyeceğini biliyordu. Tanza üçe geldiğinde Baver’in hiç kımıldamadığını gördü, silahı indirdi. “Peki kazandın.” Tanza elini uzattı, tokalaştılar. “Yine de gözüm daima üzerinde olacak,” diye sözlerini sürdürdü adam. 

Keskin bakışları Baver’in ışıldamaya başlayan gözleriyle buluşunca şaşkınlıkla kalakaldı. Elini çekmesine fırsat kalmadan kendini farklı bir mekânda buldu. “Ne yapıyorsun?”

Şehrin ışıkları uzaktan seçiliyordu. Ay ışığının vurduğu bir tepede duruyorlardı. Baver sakindi. “Gördün işte, esas gücüm bu. Diğer sıradan adamların gibi değilim ben.”

Tanza hayretle etrafa bakınsa da pek tepki vermedi. “Bir uyarı mı bu?”

“Hayır, birlikte çalışacaksak gücümü görmeni istedim.”

“Anlıyorum, bu önemli tabii,” dedi Tanza. Yüzünden farklı ifadeler geçti ama tam olarak ne düşündüğünü belli etmiyordu. Elleri ceplerinde, rahat görünüyordu. Baver’i bir tehdit olarak görmediği belliydi.

“Hadi dönelim o zaman.” Baver adamın omzuna dokundu ve tekrar eski noktaya döndüler.

Baver, Aden’in yanına döndüğünde genç bir adamın onunla konuşmaya çalıştığını gördü. Yüzünde yılışık bir ifadeyle sorular soruyordu. Aden adamı başından savmak istese de gerginlik çıkarmak istemediği için nazik olmaya çalışıyordu. “Bu fazla kişisel bir soru olmadı mı?” Elindeki bardakla daha da yaklaştı adam. “Hadi ama bu kadarlık sohbeti fazla görme bana.”

Baver Aden’in omzuna kolunu attı. “Bu serseri seni rahatsız mı ediyor canım?” Adam Baver’in ses tonundan ürkmüş, güneş gözlüklerine rağmen gözlerinden taşan öfkeyi hissetmişti. “Affedersiniz, sizinle olduğunu bilmiyordum,” diye anında geri adım attı. Adamın uzaklaşması üzerine Aden teşekkür etti. “Müdahale etmesen çok uzatacaktı ve ben de çileden çıkacaktım. Sessizce hallettin.”

Baver ağzına atıştırmalıklardan attı. “Önemli değil, böyle serserilere hiç tahammülüm yok.”

“Neden bu kadar geç kaldın?” Kadın endişe ile bakıyordu. “Sonra anlatırım, şu Tanza ile alakalı.” Kadın dönüp Tanza’ya baktı. Atletik yapılı adam biraz iriydi, fırça gibi görünen kahverengi kısa saçları vardı. Yeşil gözleri kısıktı. Burnunda çaprazlamasına uzanan bir yara izi vardı. Tanza bir ara dönüp Baver’e baktı, dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı.

Gün sonunda herkes ayrılmaya başlayınca davet sahibi ile vedalaşıp oradan ayrıldılar. İkili motosikletle giderken hava iyice soğumaya başlamıştı. Işıklarda durduklarında Aden kafasındaki soruyu sordu. “Tanza ile ne konuştun? Sana bakıp gülümsediğini gördüm.”

“Çetesine katıldım.”

“Ne?” Aden o kadar şaşırdı ki oturduğu yerden düşecekti neredeyse.

“İçlerine sızmak zorundaydım.”

“Gerçekten beklenmedik birisin.”

“Senin kadar değil.” Aden istemsizce güldü.

Birkaç dakika sonra evinin önünde durdu Baver. Aden gitmek üzere hazırlanıyordu ki Baver onun üşümüş olduğunu fark etti. Burnu kızarmış, rengi atmıştı. “Hemen gitme, sana çay yapayım. Biraz kendine gelirsin.”

Aden bir an ciddi olup olmadığını anlamak için Baver’e baktı, çoktan kapıya doğru yürümeye başlamıştı. “Gel hadi, gayet ciddiyim.” Aden hemen motordan inip arkasından gitti.

Birlikte mutfağa geçtiler. Aden evin sıcaklığıyla biraz olsun rahatladı. Baver ocağa çay koyarken onu izledi. “Yalnızlığı seviyorsun değil mi? Dışarıda daha gergin ve huzursuz görünüyorsun.” Baver buzdolabına yönelmişti. Yanıt verip vermemekte kararsız kaldı. “Belki de çocukluktan beri tek gerçeğim yalnızlık olduğu içindir. Alışkanlıklarıma bağlıyım sanırım.” Dolaptan tatlı çıkarıp tabağa koydu.

“Daha çok şey sormak istiyorum ama meraklılardan hoşlanmadığına eminim. Yardım ister misin?” Aden’in gülümseyen gözlerine baktı Baver. “Sorulardan hoşlanmadığım doğru, yine de artık ortak olduğumuza göre lüzumlu gördüğün şeyleri sorabilirsin.”

“Peki, o halde söyler misin neden tarçından nefret ediyorsun?”

Baver şaşırarak baktı kadına. “Bu da nereden çıktı şimdi? Öylesine söylemiştim.”

“Sadece aklıma takıldı.” Aden yapmacık şekilde somurttu. 

Baver çayın demlenmesini beklerken düşüncelere daldı. Hiç bir zaman tarçının tadını ve kokusunu sevmemişti. Kesinlikle yemezdi. Bunun öylesine bir durum olduğunu sanıyordu ta ki sonradan çocukluğuna dair bir anıyı hatırlayana kadar. Bir gün okul çıkışında birkaç çocuk etrafını sarmış, doğum gününü kutlamak istediklerini söylemişlerdi. Farklı gözlere sahip olduğu için gereksiz davranışlara maruz kaldığı olurdu. O gün de yüzüne fırlatılan bol tarçınlı yaş pasta kötü anılardan biriydi sadece. Çocuklar kahkaha atarken burnuna buram buram gelen tarçın kokusundan tiksinmişti. 

Sonunda düşüncelerden sıyrıldı Baver. “Bunu yanıtlamasam olmaz mı?” Ses tonu fazla sakindi, dalgın görünüyordu. Aden onun halini görünce anlayışla başını salladı. “Tamam, sorun değil.”

Birlikte çay içip tatlı yedikten sonra Aden evden ayrıldı. Baver elinde fincanla balkona çıkıp kadının gidişini izledi. Onun hakkında ne düşüneceğini bilemiyordu. İlginç biri olduğu kesindi ama görevlerde onun güvenliğini de sağlaması gerekecekti. İşler her zaman yolunda gitmezdi.



24 Mart 2025 Pazartesi

Yıldız Düşüşü 1.Bölüm

  

  Uzun bir süre önce yazmaya başlayıp da bir yerden sonra devam edemediğim kurgumu burada paylaşmak istedim. Belki yine ilham gelir bir gün sonunu getiririm. Ana karakter olan huysuz Baver'i hep severek yazsam da bulunduğu günümüz dünyasını yazmak düşündüğüm kadar kolay olmadı. Sanırım hayali, eski dönemleri yazmak benim için çok daha keyifli. Bu hikaye de burada bulunsun istiyorum, ismini bile sonra değiştiririm diye öylesine koymuştum. İyi okumalar. :)


Giriş

Gecenin bir vakti doğumhane kapısında bekleyen Duvayn biraz nefes almak için bahçeye çıktı. Sigarasını yakıp derin derin soluklandı. Bir süredir doğum gerçekleşmemişti, gergindi. Ardından su almak için kantine indi. Televizyonun sesi rahatsız edici düzeyde yüksek çıkıyordu. Ödeme yaparken istemsizce haber spikerine gözü takıldı.

“Son on yıldır gökyüzündeki yıldızların sayısında bir artış yaşanıyor. Bir süredir bu konu hakkında araştırma yapan uzmanlar bazı ilginç bulgulara ulaştı. Yıldız ile aynı anda doğan bazı bebeklerde birtakım anormallikler meydana geldiği tespit edildi. Öyle görünüyor ki bu özel bebekler yıldızın enerjisinden etkilenip bir takım yeteneklere sahip oluyor.”

Duvayn başını iki yana salladı. “Saçmalık, kim inanır bu zırvalara? Dikkat çekmek için her şeyi yapar bunlar.” Saatine baktı, bahçeye çıktı tekrar. Gidip eşini görmek istiyordu ama az önce çok telaşlandığı için onu içeriye almıyorlardı. Şişenin kapağını açıp suyu kafasına diktiği sırada gördüğü şey içgüdüsel olarak onu rahatsız etti. 

 Ayın yakınında beliren yanıp sönmekte olan iri yıldız içini ürpertti. Birkaç saniye kımıldamadan öylece baktı. Yıldız şimdi olabildiğince parlaktı. Hemen doğumhaneye gitti, bir şeylerin yanlış olduğu hissini içinden atamıyordu. O anda kapıda beliren görevli acı haberi verdi. Anne tüm müdahalelere rağmen kurtulamamıştı. Duvayn koşup karısını gördü, acıyla yere çöktü. “Olamaz, bu olamaz,” diye mırıldandı. Hıçkırıkları boğazına düğümlenmişti. Bir süre sonra şoku atlatınca hemşire ona bebeği getireceğini söyledi. Duvayn şaşkınlıkla ona baktı. Nedense eşi ölünce çocuğunun da öldüğünü düşünmüştü. Onun yaşamasına bir ihtimal vermemesinin saçmalığını kafasından uzaklaştırdı. Gözlerini sildi. “Baver’i alabilir miyim?”

  Birkaç dakika sonra hemşire tereddüt içinde bebeği Duvayn’ın kollarına bıraktı. Oğlunun gözlerini fark eden Duvayn donup kaldı, neredeyse Baver’i elinden düşürecekti, hemşire onu tuttu. “Sizi anlıyorum. İlk defa böyle bir şey görüyoruz biz de.” 

 Bebeğin yuvarlak olması gereken irisleri yıldız şeklindeydi. Sarı renk gözlerinde dünyayı algılamaya çalışan bir bakış vardı. Duvayn bu bakışlar karşısında ürperdi. Bir şeyler feci şekilde yanlış geliyordu.


1.Bölüm

 Öğrenciler sınav kağıdını dolduruyorken Baver pencereden bahçede voleybol oynayan gençleri izliyordu. Siyah saçlı, beyaz tenli, uzun boylu, atletik yapılıydı. Bu özelliklerinden çok zaman ve mekân fark etmeksizin sürekli taktığı güneş gözlüğü ile dikkatleri çekerdi. Öğrencilerinin bu konudaki sorularını yanıtlamaktan kaçınırdı. 

Okul çıkışında şehrin kalabalığına karışan Baver yorgun görünüyordu, gün bitmek bilmemişti. Kolundaki elektronik bilekliğe baktı, buluşma noktası pek yakın sayılmazdı. Yaklaşık iki saat önce kimden geldiği belli olmayan bir sinyal almıştı ama sınavlar yüzünden okuldan ayrılamamıştı. Daha fazla geç kalmak istemediği için adımlarını hızlandırdı. “Umarım ciddi bir mesele değildir.”

 Gittikçe soğuyan hava kot montuna iyice gömülmesine neden oldu. Güneş gözlükleri yüzünden yine bazı insanların yadırgayan bakışlarına maruz kaldı ama buna alışkındı.

 Kırmızı ışıkta beklerken saniyeler geçmek bilmedi. Yükselen korna sesleri de sinirini bozuyordu. Bu akşam yıldızları göremiyordu, gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı. Esen rüzgar saçlarını dağıtıyordu. Yıldızlar ne zaman kapansa huzursuzluğu artardı, bu yüzden kapalı havalardan hoşlanmazdı. 

 Herkes yaya geçidine yöneldiğinde yola adımını attı. Trafik tıkanmış durumdaydı, koşarak araçların arasından geçti. Son olaydan sonra arabası fazla hasar gördüğü için hâlâ tadilattan çıkamamıştı. Bu önemli değildi.

İnsanların dikkatini çekmek istemediği için mekan transferi tekniğini kullanmaktan kaçınıyordu. Caddeyi geçip kestirmeden gitmek için ara sokağa daldığında bir motosikletli ile burun buruna geldi. Son anda frene basan kadın güçlükle durdu. Başını hafifçe yana eğip güneş gözlüklü adama şaşkınlıkla baktı. “Hey! Dikkat etsene.”

 Baver af dilercesine başını eğip tekrar koşmaya başladı. “Acelem var, kusura bakma,” diye bağırdı uzaklaşırken. Kadın adamın ardından öylece bakakaldı. “Bu, yoksa o mu?”

 Kadın gaza basıp Baver’in ardına düştü. “Gideceğin yere bırakayım seni,” dedi yanına varınca. Baver şüpheyle kadına baktı, hâlâ koşmayı sürdürüyordu ve kadın onu takip ediyordu. “Hiç güven vermiyorsun, kalsın.” 

Kadın kendini tutamayıp güldü. Daha fazla üstelemeden gaza basıp uzaklaştı. Genç kadının kaskın arkasında salınan kahverengi saçları beline kadar uzanıyordu. Baver onun derdinin ne olduğunu merak etti.

 On beş dakika sonra Baver sinyali aldığı noktaya vardı. Sahilde, yürüyüş yolunda beklerken etrafa bakındı, gözüne çarpan herhangi bir şey yoktu. Yürüyüş yapan ve seyyar satıcılardan başka kimseyi göremedi. Bilekliğini tekrar kontrol etti, sorun neydi anlamıyordu. Yaklaşan topuklu ayakkabıların sesini duyunca arkasına döndü. Dizine kadar uzanan çizmelerle kendisine doğru yürüyen az önceki genç kadındı. Kadın bilmiş bir halde gülümseyerek yaklaştı. Baver kafası karışıkmış halde bakıyordu. “Ama sen? Sinyali sen mi gönderdin?”

 İyice yaklaşan kadın durdu sonra elini uzatıp ani bir hareketle Baver'in gözlüğünü çekip aldı. Onun yıldız şeklindeki irislerini görünce gülümsemesi daha da genişledi. “İşte, buldum seni.”

 Baver bir an donup kaldı. Daha önce defalarca haylaz öğrencilerinin gözlüğünü çalma girişimini bertaraf etmişken şimdi dikkati nasıl elden bırakabilmişti? Sakin görünmeye çalışarak gözlüğünü kadının elinden alıp geri taktı. “Ne istiyorsun? Kimsin sen?”

 Kadın ilk kez ciddileşti, adamı süzdü. “Tamam anlatayım. Sizin ekipten teklif aldım. Normal bir insanım evet ama sizin adınıza gizlice pek çok yere sızabilirim.”

 Baver bu tür konuşmanın son toplantıda geçtiğini anımsıyordu. Başını salladı. “Peki, tüm bunların benle alakası ne? Neden buraya gelmemi istedin?”

 Kadın bir kez daha sırıttı. “Çünkü seninle tanışmam gerekiyordu. Beni asistan olarak senin yanına verdiler.” Baver hayrete düştü, geri çekildi. “Bundan neden benim haberim yok? Ah, Bruna sana göstereceğim.” Telefonunu çıkarıp Bruna’yı aradı ama başkan yardımcısı açmadı. Baver yılmış halde kadına baktı, başına dert açıldığını düşünüyordu. “Adın ne peki?” dedi gözlerini devirerek.

 “Ben Aden, Baver Hocam,” dedi kadın. Durumun onu eğlendirdiği belliydi. Baver gözlerini kısarak ona baktı. “Bana sadece öğrencilerim hocam der. Lütfen bana bu şekilde hitap etme.”

 “Ah, tamam, nasıl istersen. Şimdilik gitmem lazım. Numaramı kaydet,” diyerek motosikletine bindi Aden. O sırada gelen çağrı üzerine Baver’in telefonu titremeye başladı. Telefonu çıkarıp numarayı kaydederken Aden köşeyi dönüp gözden kayboldu. Baver sinirden dudağını kemirdi. “Bu ne şimdi? Numaramı biliyor madem neden düzgünce arayıp konuşmadı? Buraya kadar boşuna geldim.”

 Ağır adımlarla yürüyerek evine gitti Baver. Şehrin gürültü patırtısını bir kez daha geride bırakarak sessizliğe adım attı. Yalnız yaşıyordu ve Bruna dışında kapısını çalan pek olmazdı. İştahı yoktu, mutfağa gidip kendine kahve yaptı. Kahveyi yudumlarken babası geldi aklına, şimdi nerede ne yapıyor bilmiyordu. Doğum sırasında annesi ölünce babası onu kabullenememişti. Zaten tuhaf gözlerle doğduğu için yüzüne bakmaya bile bir türlü alışamayan adam beş yaşına bastığında evden çekip gitmişti. Az da olsa onun keskin yüz hatlarını anımsıyordu, fiziksel olarak gittikçe ona benziyordu.

Baver sahip olduğu güce çok anlam yüklüyordu. İnsanlar ne düşünse de o yapabildiğini yapmaya devam edecek, sahip olduğu imkânları sonuna kadar kullanacaktı. Yoksa böyle bir gücün israf olması yazık olurdu. Hayatına anlam katan en önemli şeydi gücü.

 Ertesi gün derste öğrencilerden biri söz aldı. “Baver Hocam, yıldız enerjisiyle doğmak nasıl bir şey anlatır mısınız?” Baver tahtaya yazmakta olduğu formülü tamamladıktan sonra sınıfa döndü. “Çocuklar dersi kaynatmayın. Bu konunun dersimizle hiçbir ilgisi yok.”

 Herkes dikkat kesilmiş hocalarının bir açıklama yapmasını bekliyordu. “Keşke bu ilginizi matematiğe de verseniz,” diye söylendi. Sıranın en arkasındaki çocuk lafa girdi.

“Ama hocam çok merak ediyoruz. Sizden başka tanıdığımız böyle biri yok. Zaten iki yıl boyunca bizden nasıl sakladınız hâlâ aklım almıyor.”

Baver kısa süre önce yaşanan olayı anımsayınca iç geçirdi. Elbette sahip olduğu güç bir sır değildi ama dikkat çekmemek için gözlerini daima saklamayı tercih ederdi. Okul koridorunda şakalaşan öğrencilerden biri dengesini kaybedip merdiven korkuluğundan aşağı düşerken onu gömleğinden yakalayıp yukarı çekmişti. Tabii zemin katta yürürken ansızın üçüncü katta belirmesi dışında bir tuhaflık yoktu. O gün sırrı açığa çıksa da gözlerini hâlâ kimse görebilmiş değildi. Yıldız enerjisine sahip kişiler içinde bile farklı gözlere sahip olan sadece kendisiydi.

“Kimileri bunu talihsizlik olarak görse de bu şekilde doğmak bana göre bir armağan. Tüm hayatım buna göre şekillendiği için başka türlüsünü hayal edemiyorum. Ben daha zayıflar için elimden geleni yapmalıyım. Bu gücü içimde hissetmek bile kendime her zaman güven duymamı sağlıyor.”

“Çok şanslısınız o halde,” dedi kızlardan biri. Hayranlıkla Baver’e bakıyordu.

“Zorlandığım anlar olmuyor değil tabii,” diye itiraf etti Baver.

“Hocam peki bu güçlerden bahsedebilir misiniz?”

“Yıldız enerjisi ile doğan insanlar üç sınıfa ayrılır. Saldırı sınıfı, savunma sınıfı bir de belirsiz sınıf. Ben üçüncü sınıfta yer alıyorum ve bu sınıfın üyeleri nadirdir. Benden başka mekân transferini kullanan birini duymadım.”

“Hocam bize de gösterin.”

Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı Baver’in. “Bu gösteri malzemesi yapılacak bir şey değil. Gerekmedikçe güç kullanmam.”

“Neden hocam? Yoksa bu güç limitsiz değil mi?”

Baver bu soru üzerine durakladı. İşte bunun cevabını kendisi de bilmiyordu. İçindeki korkunun sebebi gücünün bir gün sonlanma ihtimaliydi. Çünkü yeni doğan yıldızlar henüz 40 yaşından büyük değildi. Kimse şu ana kadar gücünü kaybetmemişti ama gelecekte ne olacağı bilinemezdi. “Neyse tamam gençler, kapatalım bu konuyu. Derse dönüyorum.”

Öğle arası geldiğinde Baver tekrar Bruna’yı aradı. Bu kez ikinci çalışta telefon açıldı. “Bruna bu ne demek oluyor? Ben asistan falan istemiyorum.” Ses tonu soğuk ve ciddiydi.

“Demek asistanınla tanıştın. Meşgul olduğum için haber veremedim. Seçme şansın yok, başkanın isteği bu.”

Baver içinden bir şeyler saydıktan sonra sesini kontrol etmeye çalıştı. “Ben o kızla anlaşamam. Nereden çıktı bu anlamsız istek?”

Telefondan gülme sesi geldi. “Dostum iyi işte biraz hayatın renklenir. Ölü gibi yaşayıp gidiyorsun.” Baver sinirden telefonu sıkmaya başladı. “Komik buluyorsun demek. Yapacaklarıma hazırlıklı ol.”

Bruna bir an şaşkına döndü. “Hey,  dur. Şaka yapıyordum sadece. Ciddi olamazsın.” Baver telefonu yüzüne kapatınca rengi solmaya başladı. Onun ne kadar inatçı ve gergin biri olduğunu biliyordu. 

Gün sonunda Baver evinin yakınlarındaki kafeye uğradı. Bir şeyler atıştırıp kahve içmek istediğinde buraya sık gelirdi. Siparişi vermişti ki köşedeki televizyonda bir son dakika haberi geçince dikkat kesildi.

“Manha Caddesi üzerindeki resim sergisinde rehine krizi patlak verdi. Kimliği belirsiz bir kişi ressam Nicobe'yi rehin aldı. Emniyet güçleri zanlıyı ikna etmeye çalışıyor.”

Bahsedilen caddeye çok yakın olduğunu fark edince kendini tutamadı ve ceketini aldığı gibi oradan ayrıldı. Koşmaya başladı, kısa sürede biriken kalabalığa ulaştı. Emniyetten biri onu tanıyınca yüzünde bir rahatlama belirdi. “Baver Bey gelmeniz çok iyi oldu. Adamı ikna etmek kolay olmayacak. Derdinin ne olduğunu çözemedik daha.”

“Anlıyorum, ben bir fırsatını bulursam müdahale edeceğim. Lütfen basın mensuplarını uzaklaştırın.”

Yetkili hemen başını salladı ve denileni yapmak için gitti. Baver avaz avaz bağırıp tehditler savuran adamı izledi. Zanlı az önce diğerlerini serbest bırakmış, kapıyı içeriden kilitlemişti. Elinde bir bıçak vardı ve kolunu kadının boynuna dolamıştı. Şok içindeki ressam kımıldamaya cesaret edemiyordu. Zanlı sonra kadını içeriye doğru çekti.

 Baver yavaşça hemen yandaki binanın girişine yöneldi. Kimsenin kendisini göremeyeceğinden emin olunca zihninde mekanın görüntüsünü canlandırdı. Gözleri parlamaya başladı.

 Polisler megafonla zanlının dikkatini çekmeye çalışırken Baver gözlerini kırptı. Bir gölge gibi zanlının arkasında belirdi. Zanlı elindeki bıçağın ellerinden kayıp gitmesini hayretle izledi. “Ne oluyor lan!” diye bağırıp kadını yere fırlattı. O anda Baver adamın saçlarına yapıştı. Hızla cebinden çıkardığı elektro şok cihazını adamın omzuna tuttu. Birkaç saniye debelenen zanlı yere yığıldı. Kadın dehşete düşmüş halde yerdeki adamdan uzaklaştı. Baver ile bir an göz göze geldi. “Te-teşekkürler,” dedi. Baver kadına iyi olup olmadığını sordu ama daha fazla öne çıkmadı, geride gölgelerin içinde kaldı. “Çabuk gidin,” dedi.

 Dışarıdaki kalabalığın sesini duyabiliyordu. Emindi ki insanların bir kısmı elinde telefonla görüntü almaya çalışıyordu. Kadın güçlükle doğrulup kapıya doğru yürüdü. Son kez Baver’e bakmak için arkasını dönmüştü ki onun yerinde olmadığını gördü. Şaşkınlık içinde kapıyı açıp çıktığında kalabalıktan hayret nidaları yükseldi. 

Baver kafeye tekrar döndüğünde sipariş de hazırdı. Garson elindeki tabakla mutfağa yönelmişti ki Baver'i fark edince şaşkınlıkla döndü. “Bir yere mi gitmiştiniz? Neredeyse siparişi geri götürüyordum.” 

“Üzgünüm, halletmem gereken bir mesele vardı,” dedi Baver soğukkanlılıkla. Garson güneş gözlükleri yüzünden ciddi olup olmadığını anlayamadığı Baver'in önüne tabağı ve fincanı bıraktı. “Afiyet olsun.”

Baver eve gittiğinde bir süre haberlere göz attı. Rehine krizine kısaca yer verilince rahatladı. Kimse olayın nasıl çözüldüğünü anlamayınca zanlının akli dengesinin yerinde olmadığını düşünmüşlerdi. Tahmin ettiği gibi olay yerinde görüntü alanlar olmuştu ama kendisine dair bir iz yoktu. Kadının dışarı çıkarken şaşkın bakışlarla arkasına bakıp durduğu anı izledi. “Umarım konuşmaz,” diye düşündü.

O gece erkenden uyudu, halsiz hissediyordu. Uykunun derinliklerindeyken gelen mesaj sesini işitmedi bile. Gece boyunca karmaşık rüyalar gördü. Sabahın erken saatlerinde zil çalınca yerinden sıçradı. Kapısı uzun süredir çalınmadığı için şaşkındı. Gözlüğünü bile takmayı unutup dağınık saçlarıyla kapıyı açtı. Bruna’yı görmeyi umarken karşısında beliren kadın donup kalmasına neden oldu. 

Siyah saçları dümdüz omuzlarına kadar uzanan genç kocaman güneş gözlükleri takıyordu. Yüzünde de hiç makyaj yoktu. “Kime bakmıştınız?” dedi Baver tereddüt ederek.

Kadın güldü. Gülünce kim olduğunu anımsadı Baver. “Aden? Beni her seferinde şaşırtmayı nasıl başarıyorsun?” Baver’in gergin bakışlarına aldırmadı, gözlüğünü çıkarıp içeri girdi Aden. “Buna alışsan iyi olur ortak. Benim işim bu. Sen bile tanıyamıyorsan demek ki başarılıyım.”

“İçeri girebileceğini söylemedim sana.” Baver yılmış görünüyordu. Aden duymamış gibi yaptı. Salona geçmişti bile. İlgiyle evi süzdü, koltuğa geçip oturdu. Karşısındaki koltuğa oturan adam sordu. “Neden buradasın?

“Gece mesaj geldi ya. Yarın Hubai Holding’in daveti varmış. Bruna ortalığı kolaçan etmemiz için ikimizin gitmesini istiyor. Hem de evli bir çift gibi rol yapmamız gerekiyor.”

“Ne? Bruna çok oluyor ama. Hem ikimizin çifte benzer bir hali mi var? Rol falan yapmam ben.”

Baver'in çatık kaşlarına baktı Aden. Pes etmeye niyeti yoktu. İlk aldığı görevi en iyi şekilde yerine getirmeye kararlıydı. Bir elini çenesine atıp başını hafifçe eğdi, sırıttı. “Gözlerin gerçekten güzelmiş. Neden gizliyorsun ki?” Bir an Baver’in yüzünden farklı ifadeler geçti, ne diyeceğini bilemedi. “Bak Aden, eğer iyi geçinmemiz gerekiyorsa beni ciddiye almalısın. Laubalilikten hiç hoşlanmam.”

“Peki peki anladık. Yarın akşam için hazır ol. Ben seni almaya gelirim.” 

“Neden benim yerime karar alıyorsun? Geleceğimi söylemedim.”

Kadın kapıya yöneldi. “İtirazın varsa başkan yardımcısıyla konuş o zaman.” Cevap beklemeden çıktı gitti.

Baver asistanının hareketlerine tahammül etmekte zorlansa da evine ilk kez gelen birine hiç misafirperver davranmadığı için biraz suçluluk hissetti. “En azından çay yapabilirdim,” diye düşündü kendi kendine. 

Telefonuna baktığında Bruna’nın gerçekten de önceki gece mesaj atmış olduğunu gördü. “Köklü Hubai Holding’in son zamanlarda yasadışı işlere bulaştığına dair söylentiler var. Davete sahte kimlik ile katılacaksınız. Aden ile iyi aile imajı çizin ki bilgi toplarken kimse ikinizden şüphelenmesin. İtiraz kabul etmiyorum.”

Baver can sıkıntısı ile kahvaltı hazırlamak için mutfağa gitti. Bu tür gizli görevlerden hiç hoşlanmazdı. Daha önce birkaç kez ekipten ayrılmayı düşünmüştü ama onu hayata bağlayan şeylerden biri de buydu. Sahip olduğu güç ona bir yere ait olduğu hissini veriyor, ayrılırsa mental olarak çökeceğini biliyordu. Aynı şekilde öğretmenliği bırakmayı da zaman zaman aklından geçiriyordu. Onu kafasındaki sorunlardan uzaklaştıran ve anlatmaya olan hevesini sürdüren öğrencileri de şimdilik bırakamayacağına karar vermişti. Sınıfın önünde tamamen farklı bir kişiliğe bürünüyor ve genelde suskun olan yapısı değişiyordu. Belki de birilerinin oturup kendisini ciddi ciddi dinlediğini bilmek içten içe hoşuna gidiyordu. Tüm bunları düşünerek masayı hazırladı ve kendine bir fincan çay koydu. 

O günkü dersi öğleden sonra olduğu için acele etmesine gerek yoktu. Ertesi gün de tatil günüydü. Televizyonu açıp kanalları değiştirdiği sırada çok sıradan sayılabilecek bir programdaki kadının sözleri dikkatini çekti. “Yakında gök cisimleriyle ilgili bazı sorunlarla karşılaşacağız. Yıldızlar önemli değişimleri beraberinde getirecek. Her şey ay tutulması ile başlayacak.”

Masada diğer oturanların bile kadını yeterince ciddiye almadığı belliydi. “Peki burçları nasıl etkileyecek bu?” diye sordu süslü olan kadın.

Bu konuşma ne kadar anlamsız görünse de Baver’i tedirgin etti. Sonra tüm anlatılanların safsata olduğuna kendisini ikna edip kanalı değiştirdi. Yıldızlarla ilgili her konu istemsizce dikkatini çekiyordu ve aklında tek bir soru vardı. Kendi yıldızı bir gün sönerse ne olacaktı?

O gün okul çıkışında gökyüzünü rahatça izleyebileceği bir alana geçti. Babası evi terk etmeden birkaç gün önce ona bir yıldızdan bahsetmişti. “Bir yıldızla birlikte doğmuş lanetli birisin sen. O yıldız bir gün kaydığında ne olacağını düşünüyorsun? Hayatın pamuk ipliğine bağlı başımın belası.” Adamın öfke dolu sözleri kulaklarından gitmiyordu. Çocuk aklıyla her kayan yıldız gördüğünde acaba ölecek miyim diye korkuya kapılırdı. Şimdi boş boş manzaraya bakarken yıldızlar ona güven veriyordu. Gülümsedi.


23 Mart 2025 Pazar

En Zeki Karakterler

Geçenlerde zeka üzerine bir yazı yazmışken bir de zekası ile ön plana çıkan karakteri listeleyim dedim. Seçimim daha çok bu kişilerin hikayenin bütününe etki etmelerine göre oluştu. Yani arada sırada parlak zekasını kullananları dahil etmedim. Yazacak fazla kişi olunca listeyi çok da uzatmak istemedim.



1. Johan Liebert (Monster)

Listede birinciliği kesinlikle hak ediyor, ben böyle bir şey görmedim. 😅 Kendisine melek yüzlü şeytan da diyebiliriz. Onu ürkütücü kılan sıradışı zekası ve soğukkanlılığıdır. Manipülatörlerin bir numarası olduğu gibi sanki bu dünyaya ait olmayan bambaşka bir ruh hali var. İntikam, nefret, hırs, açgözlülük değil onu bunca kötü yapan bence beyni farklı çalışıyor, tanımlanamayan bir cisim adeta. Anime bitti biz zavallı izleyiciler hâlâ yıllardır onu çözmeye çalışıyoruz. 😲



2. Light Yagami (Death Note)

Kendisi zeka yönünden Johan ile çok kıyaslanır. Elbette fantastik bir defteri olduğu için işi Johan kadar zor değildi. Adalet için çıktığı yolu kan nehrine çevirdi adeta. Ona hak verdiğim anlar oldu tabii ama görüyoruz ki fazla yetki/güç insana ağır geliyor. Detaycılığı, zekası ve doğru olana ulaşma tutkusu hep üst seviyedeydi. Benim için yeri ayrı olan karakterlerden. Bu arada nette yaptığım testte ruh ikizim olan anime karakteri çıkmıştır kendisi. 😅



3.Aizen (Bleach)

Manipülasyon konusunda en başarılı isimlerden. Masum, saf görünümünün altından bir suç makinesi çıktı. Sadece insan dünyasını değil tüm türlerin yaşadığı boyutları karıştırdı. Her şeyin hakimi olmak isteyecek kadar egoist ve gözü göklerdeydi. 



4. Uchiha İtachi (Naruto)

Üstte saydıklarımdan farklı bir şekilde kullandı zekasını. Canı yana yana kararını uyguladı. Her şeyin tek suçlusunun kendisi olduğuna herkesi inandırıp geride barış dolu bir çevre bırakmak istedi. Son ana kadar hislerine hakim olup, oyununu sürdüren aslında içten içe yanan İtachi Naruto'nun en zeki karakteriydi bence. Aldığı önlemler, ileri görüşlülüğü, ömür boyu sürecek temkinli hali zekasını fazlasıyla kanıtlıyor.



5. Avilio Bruno (91 Days)

İntikam için mafyanın içine girer. Geçmişte olanları öğrendikten sonra rahatça yaşamasının anlamı yoktur. Kendini sevdirir ve herkesin güvenini kazanır. Büyük risk alır. Kaleyi içten fetheder, çökertir yani. Eline sağlık. 😎 



6. William James Moriarty (Moriarty the Patriot)

Kendisi Sherlock hikayelerinden bir karakter. Kitapta her ne kadar üstün zekalı, acımasız bir suçlu gibi yansıtılsa da animede iyiler için mücadele eden biri. Hukuk ve kanunun yetmediği yerde devreye girer, kötülerin fişini çeker. Yanındaki çok kişi sayesinde büyük işler de başarır. Bir bakıma Light gibi adaleti sağlamaya çalışan biri. 



7. Dazai ve Fyodor (Bungou Stray Dogs)

Her ikisi de satranç oynar gibi zeka savaşında çok iyiler. Hep sonraki adımı görüp karşı saldırıyı planlıyorlar. İkisinin zekalarını çarpıştırdığı bölümler animedeki en keyifli kısımlardı. Daha kaç adım sonrasını görebiliyorlar diye merak ederek izlemiştim. Kim demiş bir ipte iki cambaz oynamaz diye. 😃 


18 Mart 2025 Salı

Genç Bir Doktorun Anıları (Kitap)



Kitabı uzun süre zaman almıştım ancak okuma sırası geldi. İlgiyle okuduğumu söyleyebilirim.

Kırsalda göreve başlayan yeni mezun olmuş bir doktorun yaşadığı zorlukları anlatıyor kitap. Görev yaptığı yerin tek doktoru olduğu için tecrübesi de olmadığından başta çok zorlanır. Hiç beklemediği zor vakalar, bulaşıcı hastalıklar derken bir de yöredeki insanların uyarılarına kulak asmaması doktoru iyice sıkıntıya sokar. Ayrıca hava şartları da ağırdır, yollar sık sık kapanır. Her şeye rağmen doktor tıbbi kitaplarına sık sık bakarak ve sakin kalmaya çalışarak pek çok işin altından kalkar. Uykusuz geceler ve yoğun strese rağmen kısa sürede çevrede başarısıyla tanınır hale gelir.

Kitabın dilini sevdim, tıbbi terimler ve vakalarla ilgili detaylara girilmesi gerçekçilik katmış. Anlaşılır olması da sıkılmadan okumamı sağladı. Acaba bu sefer ne olacak diye merak ederek okudum. İnsan kendini doktorun yerine koyuyor da gerçekten çok yıpratıcı olmalı. Hastanedeki tek ve acemi doktor olarak ciddi kararları, hem de hemen alması gerekiyordu. Bu stresi kaldırabilecek az insan vardır. Okurken bile iyi ki onun yerinde değilim dedim. Şaşırtıcı kurgusu ve beklenmedik gelişmeleri ile dikkat çekici bir kitaptı. İnsanın zor durumda kaldığında neler yapabileceğini, ne risklere girebileceğini, zamanla cesaret kazanacağını çok iyi anlatmış. 


Bir savaş süregidiyordu. Her sabah, karın solgun ışığıyla başlayıp, gaz lambasının parlak, sarı, titrek ışığı altında sona eren bir savaş.

Bu zor geceden sonra tatlı bir düş içine aldı beni. Bir örtü gibi çöktü Mısır karanlığı.

Beni bu sapa yere bırakmış, tek bir destek, tek bir yol gösterenim olmadan bir başıma mücadele etmek zorunda bırakmıştı hayat.

İlk kez benim sorumluluklarımın da bir sınırı olduğunu hissediyordum.


11 Mart 2025 Salı

Kalbini Temiz Tut / İvan İlyiç'in Ölümü (Kitaplar)

 


Kalbini Temiz Tut


Abdülkâdir Geylânî kitabı, sade ve anlaşılır bir dilde hazırlandığı için okunması kolay, ince bir kitap.

Kitap genel olarak Allah sevgisi, nasıl bir kul olmalı, nelerden uzak durmalı, nelere dikkat etmeli bunlara değiniyor. Çok önemli noktalara dikkat çekiliyor ve kıymetli öğütlere yer veriliyor. Okudukça Abdülkâdir Geylani'nin düşünce yapısına hayran kalıyor, onu daha iyi tanıyorsunuz. Tekrar tekrar okunacak kitaplardan.


Nefsini Allah'a itaat ettirmelisin. İtaate başladıktan sonra onu yine boş bırakma! Ara sıra yine yaptığı eski hataları hatırlat, pişmanlık duygularını tahrik et.

Kalbinde Hakk'tan başka biri olacak olsa, yıllarca Hakk kulluğuna koyulsan faydasızdır.

Bütün şifa, Hakk'a teslim olmaktadır. Sebepleri bir yana at. Kalbini temizle. Putlar varsa çıkar. Her derdin dermanı vardır. Onu bulmak icap eder.

Senin bütün dert edindiğin şey, yemek, içmek ve diğer şeyler... Giymek, göze görünmek, dünyalık toplamak... Dünya işine çok çalışan ahiret işine çalışamaz.

Allah Teâlâ iki cihadı emretti. Biri içten, öteki dıştan. İç âlemde olacak cihad, nefisle, kötü arzularınla, şeytanî duygularla olur. Ayrıca, isyandan dönmek, küçük hataları bırakmak da iç âlemde yapılacak cihad arasındadır. Haram olan şehevi arzuları bırakmak da bunlar arasında sayılır.

Dış âlemde yapılacak cihad ise, Allah'a ve Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme isyan edenleri yola getirmektir. İsyan kılıcı çekenleri hizaya getirmektir.


İvan İlyiç'in Ölümü


Tolstoy'dan okuduğum ilk kitap. Adında da belirtildiği üzere kitap etrafındakilerin İvan İlyiç'in ölümünü haber alması ile başlıyor. Meslektaşları ve arkadaşları bunun zaten beklenen bir şey olduğunu düşünüp İvan İlyiç'ten boşalan mevkiye kimin geleceğini ve kendi çıkarlarını düşünmeye başlamıştır bile.

Sonrasında İvan İlyiç'in hayatını okumaya başlıyoruz. Evliliğindeki hayal kırıklığının ardından işine nasıl sıkı bağlandığını, daha iyi bir yaşam için ne kadar çabaladığını görüyoruz. Ve sonra her şey yavaş yavaş ters giderken yalnızlaşıyor.

Kitabın dili gayet güzel, sevdim. Kitap ince olsa da verilen mesaj net anlaşılıyor. Kimse kendine yakıştıramadığı ölüm için hazırlıklı değil ve başlarına gelmediği sürece ölümü düşünmüyor. Geride kalanlar o kadar dünyalık peşinde ki ders almak yerine başını başka yöne çevirmeyi tercih ediyor. İvan İlyiç'in en zor anında bile hislerinin ve acısının etrafınca yeterince anlaşılamaması düşündürücüydü. Bu da ölümü öncesinde pek çok şeyi sorgulamasına neden oluyor.


Sanki ölüm İvan İlyiç için doğal ve ona mahsus bir şeydi de kendisi için kesinlikle değildi.

Kendilerini ezip geçebilecek bir güce sahip olduğu hâlde onlara arkadaşça yaklaştığının düşünülmesinden hoşlanırdı.

Yükseldiğimi sanırken bayır aşağı yuvarlanıyormuşum meğer. Evet, olan gerçekten de bu. Başkalarının gözünde yükselirken hayat ayaklarımın altından akıp gidiyormuş.

Eğer gerçekten de bu hayattan bana verilen nimetleri boşa harcadığımı ve artık geri dönüşün olmadığını fark ederek göçüyorsam, ne için çaba harcıyorum?


28 Şubat 2025 Cuma

Orb: On the Movements of the Earth (Anime)

 


Çok severek izlediğim ama maalesef az bilinen bir animedir. Eski dönemleri anlattığı için nostaljik yanı var. Animenin ana karakteri kim diye soracak olursanız bir yanıtım yok. Çünkü önemli görünen her karakter bir yere kadar katkı sağlayıp sahneden çekiliyor. Bu da onu diğer animelerden farklı kılıyor. 

En başta bir çocuğun (Rafal) hayatta kalmak için bir maske takındığını görüyoruz. Rahat yaşam sürmek için gerçek düşüncelerini gizlemesi gerektiğinin farkında. Sonra tehlikeli olsa da belli düşüncelerin ışığında hareket etmeye başlıyor. Kısaca büyük bir risk alıyor ve başı derde giriyor. 

O dönemde kiliseye göre dünya hareket etmiyor, aksini iddia edeni kafir ilan ediyorlar. Evren ile uğraşıp dünyanın dönüşünü araştıranı idam edip belgeleri yok ediyorlar. Tüm bunlar bazı insanların gerçeğe ulaşma iradesini kıramıyor. Sonu ne olursa olsun edindikleri bilgilerden ilham alanlar geleceğe o ilhamı aktarmayı seçiyorlar. Bu da pek çoğunun sonu oldu.

Merak ve gerçeğe ulaşma azmi insanları daima güdüler, onları hiçbir şey yıldıramaz. Bu uğurda ölüme gidenler kendinden emin ve gururluyken bu kişileri yakalayan ve infaz edilmesine yol açan zalim Nowak'sa durumu sorgulamaktadır. Söyleneni kabullenip cennete gitmek varken neden insanların çılgınca bir araştırma içine girdiklerini ve geleceklerini mahvettiklerini merak etmektedir.

Çocuk Rafal, rahip Badeni ve kendi halinde yaşayan ama ilmin cezbedici sarmalına kapılan Oczy, pes etmeyen Jolenta karakterleri benim en ilgimi çekenler oldu. Rahip olmasına rağmen Badeni sadece ve sadece gerçeğe ulaşmak istiyor, göğü (keskin gözlere sahip) Oczy aracılığıyla izliyordu. Hepsi de kendilerini aşıp bir amaç uğruna yaşadılar. Başta bazılarının fikirleri çok farklıydı ama ilham denen şey bir tohum gibi birinden diğerlerine aktarılıp durdu. Sonraki, öncekinin taşıyıcısı oldu adeta. Bazı şeyler fazlasıyla pamuk ipliğine bağlıydı ama kader bir şekilde kopuşu engelledi. 

Anime sakin ilerliyor gibi görünse de çarpıcı bir işleyişi var. Zaman zaman yükselen tansiyonu ve ilginç karakterleri ile insanı kendine çekiyor. Anime akılcılığı, düşünüp araştırmayı ve mantığı ön plana çıkarıyor. Gerçeğe ulaşma arzusunun insanlığı nereden nereye sürüklediği derin bir şekilde anlatılmış. Ben çok etkileyici buldum. Ruh ve inanç ne olursa olsun dar bir kalıba sokulamıyor. Sırf aynı şeye farklı açıdan bakıyor diye birilerini yok etmeye çalışmanın absürtlüğü çok başarılı ele alınmış. Anime hâlâ devam ediyor, sonlara yaklaştığı için yazımı bekletmeyip yayınlamak istedim. Nowak sonunda yüzleştiği şeyi fazlasıyla hak etti. Körü körüne bir şeye bağlı olmanın getirdiği acı hiç diner mi? Daha fazla açıklama yapmayım, spoiler olmasın, kesinlikle tavsiye ediyorum. Gökyüzü manzaraları muhteşemdi, bunun için bile izlenir. Eğer eklemek istediğim bir şey olursa anime bitince eklerim. 

(Not: Nowak'ın sesi çok sevdiğim seslendirmene ait olduğu için onun sahnelerini yine de ilgiyle izledim. :) Belki de animenin ana karakteri buydu. ) Animenin tanıtım videosunu ekliyorum.




26 Şubat 2025 Çarşamba

Macbeth, Kiracı (Kitaplar)

 



Macbeth

Okuduğum ilk Shakespeare kitabı oldu. Öncelikle kitabın önsözünü okuma hatasına düştüğüm için önceden her şeyi öğrenmiş oldum. Yazarın dili çoğunlukla şiirsel ve cümleler hep devrik. Bu yüzden okurken yeterince odaklanamadım. Konu yönünden ciddi bir eser olsa da tiyatro metni olarak yazıldığından bana çok geçmedi. Tabii bu altını çizmek istediğim çokça yer olduğu gerçeğini de değiştirmez. Verilen mesaj güzeldi ve özellikle Machbet karakteri ilginçti. Macbeth cadılardan duyduğu kral olacağına dair kehanete başta pek aldırmaz ama zaman geçtikçe cadıların diğer sözlerinin de gerçek olduğunu görür. Demek ki kral olacağı iddiası da gerçektir. Sonunda acımasız planını uygulamaya koyar. İçi içini kemirse de hedefine ulaşmak için her şeyi yapar. Karakterin bu süreçte değişen ruh hali ve kişiliği de oldukça iyi ele alınmış. Sanırım roman olarak okusam çok daha seveceğim bir eser olurdu. Bazı yerleri hızlıca geçsem de zekice yazılmış, vurucu ifadeleriyle dikkatleri çekiyor kitap.


Başımızı derde sokmak için,

Şeytanın doğru da söylediği olmaz mı bize?


İnsanın düşündükleri

Gördüklerinden daha korkunç olurmuş meğer.

Adam öldürmek bir kuruntu henüz kafamda,

Öyleyken, adam olmaktan çıkarıyor beni;

Elim ayağım kesiliyor daha düşünürken,

Olmayan bir şey olandan çok sarsıyor beni:

Tek o kalıyor ortada, o olmayan şey!


Yıldızlar, kapayın gözlerinizi! Hiçbir ışık sızmasın

İçimdeki derin, karanlık isteklere.



Kiracı

Başı çok sıkışan bir çiftin hayatı en zor anlarında kapılarının çalınması ile değişir. Gelen oda kiralamak isteyen bir müşteridir. Adamın efendi ve saygın görünümlü oluşundan etkilenen Bayan Bunting ona hemen odaları gösterir. Eski kiracılardan çok çeken kadın bu müşteriyi kaçırmak istemez. Adam da garip odayı görünce hemen orayı tutar. 

Adamın tuhaf alışkanlık ve isteklerini ev sahibesi görmezden gelir. Çünkü para peşin ödenmiştir. O sırada gizemli cinayetler de işlenir ve tüm mahalle çalkalanır. Bay Bunting kendi halinde yaşarken Bayan Bunting kiracıya dikkat kesilir. Kiracının gündüz evdeyken geceleri dışarıda takılması, gizemli çantasını hep kilit altında tutması kadını şüphelendirir. Yine de ilginç şekilde kadın içten içe kiracı eğer suçlu ise onun yakalanmasını istememektedir, hele de kendi evine sığınmış biriyse.

Kitap bir kadının kiracısının tuhaf davranışlarından şüphelenmesi ama bir yandan da ona böyle bir suçu konduramaması çelişkisi üzerinden ilerliyor. Yani hem merak edip gizlice araştırmak istiyor hem de katilin o olmamasını diliyor. Kadının değişken ruh halini, iç çatışmasını ilgiyle okudum. Onunla birlikte biz de acaba kiracı gerçekten suçlu mu diye düşünüyoruz. Kitap polisiye gibi görünse de buna çok dahil değil. Daha çok duyulan belirsiz bir şüphenin yol açtığı endişeyi okuyoruz. Kitabı sevdim ben. Kendine has tarzı ve karakterlerin gelgitleriyle ilgimi çekti. Sonu biraz daha çarpıcı ve farklı olabilirdi. 


Gelgelelim Bayan Bunting eksantrikliğin daima soylu ve iyi eğitimli kişilere özgü bir ayrıcalık, hatta özel bir lüks olduğunun farkındaydı.

Alışmak, alışılan şey korku bile olsa, küçümsemeyi de beraberinde getiriyordu.

Gece gündüz peşini bırakmayan berbat korkuya bu yeni dehşet kaynağının da eklenip eklenmeyeceğini bıkkınlık içinde düşündü.

Bay Sleuth yalnız görünüyordu, çok ama çok yalnız ve kimsesiz. Nedense sadece korku değil, büyük bir acıma duygusu da kapladı Bayan Bunting'in kalbini.


21 Şubat 2025 Cuma

Ebru Kursu

 

Bu hafta ebru kursum başladı. En soğuk günlere geldiği için ilk gün 6 7 kişi varken ikinci gün 3e düştü sayımız. Tabii kaçanlar da oldu. Anlamıyorum ki gelmeyeceklerse niye kayıt oluyor bu insanlar. Saat belli, tarih belli. En azından gelmek isteyen başka insanlar kaydolabilirdi. Malzemeleri ortak alacağımız için hoca para toplamaya başladı. Güya 23 kişilik olan sınıftan 8 kişi kabul etmiş. Anlaşılan gerisi gelmeyecek.

Neyse biraz da kursun içeriğinden bahsedeyim. İlk kez dün çalışmaya başladık, ilk gün eski malzemeleri ayırmak ve temizlikle falan geçti. Dün hava buz gibi olsa da gittim, iyi de oldu az kişi olunca teknede fazla çalışma yapabildik.

Ebru evde yapılacak bir hobi değil. Çünkü öd yüzünden hem kötü koku yapıyor hem de kaliteli malzeme olsun derseniz boyayı, kitreyi kendinizin ayarlaması lazım. Tutmazsa boya ya dibe çöküyor ya yüzeyde çok dağılıyor. Hazır satılan malzemeler de kalitesizdir, aynı etkiyi vermez.

Öncelikle ebru sanıldığı kadar kolay değil. Yani istediğin şekli öyle hemen çıkaramıyorsun. Fırça tutuşu ve vuruşu, boya miktarı çok etkiliyor. Ben mesela renkli öbekleri oluşturmak için bayağı uğraştım, çünkü fırçaya vuruşum yüzünden boya geniş alana püskürtme şeklinde yayıldı. Bir de ilk olarak zemin ile başlanıyor. Daha sade bir renk ile tüm tekneye fırça darbeleri ile boyayı yayıyorsunuz. Sonra yeni renkler ekledikçe zemindeki boya yayılıyor ve boş alanları dolduruyor. O yüzden zemin rengi bol kullanılmalı, yoksa boş alan çok kalıyor ve göze batıyor. Biz şimdilik zemin üzerine farklı renkler denedik. Yuvarlak desenler 3 sıra olacaktı ama benim şekiller çok yayılınca genelde ikişer sırada kaldım. Sonunda az çok istediğim gibi oldu. Hoca da ilk güne göre iyi dedi. 

Haftaya çubuk gibi şeyle desenleri sağa sola çekmeyi yapacağız, tarakla falan da dalga gibi desenler veriliyor. Birkaç hafta içinde de çiçeklere geçeceğiz. Tabi sınıf mevcudu çok düşmezse devam edeceğiz İnşallah. Ben en çok çiçek yapmayı merak ediyorum. Ve iyice öğrenip kendi tarzımı oluşturmak istiyorum. Sanırım mayıs ayında sergi olacakmış ve hoca hepimizin bir çalışmasını alacakmış sergi için. Heyecanlıyım o yüzden. 😃🌸

İlk yaptığım çalışmalardan bazılarını atayım, ileride öğrendikçe daha güzellerini atarım. Ebrunun en iyi yanı her şeyi 5 dk içinde yapmak ve sonucu hemen görmek. Çok güzel bir his. Suda renkler çok belli olmuyor ama kağıda çıkınca canlı duruşu ve daha belirginleşen deseni ile ilgi çekiyor. Kağıtların kuruması biraz vakit alıyor ve kurudukça büzüşme oluyor. Ben de eve gidip arkadan ütüledim güzel oldu. 😅  Bir de kağıtlar karışmasın diye tekneye batırmadan önce arkaya isim ve tarih yazıyoruz. O kadar yaptık ki dün neyi yaptığımızı bile karıştırıyoruz yoksa.





Son attığım hocanın beğendiği oldu, desen yönünden. Burada öbek daha belirgin ve çok sıra halinde. Yavaş yavaş alışıyoruz. 😊 Ne renk bulursam kullanmışım ben de ama asıl sebebi suda ve kağıtta gerçekten biraz farklı görünüyor renkler. Bu kadar karışık olacağını düşünmemiştim. 😅


17 Şubat 2025 Pazartesi

Gurur ve Ön Yargı (Kitap)

 


Kitabı herkes duymuştur, zaten filmi de var. Ben yine de bir şeyler karalamak istedim. 

Beş kız evlada sahip Bayan Bennet'in tek derdi kızlarını varlıklı erkeklerle evlendirmektir. Ailenin babasının ise böyle dertleri olmadığı için karısına pek aldırmaz. Kızlardan en büyüğü Jane güzelliği ile nam salmış ve kısa sürede yeni komşularının ilgisini çekmiştir. Elizabeth ise diğer kızların aksine doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen biridir. Başkalarının gözüne girmeye çalışmaz, yapmacık davranmaz.

Bir gün Bay Darcy ile karşılaşan Elizabeth adamın çok kibirli olduğunu düşünür, ondan hiç hoşlanmaz. Bay Darcy'nin kibirli ve soğuk olduğu görüşü etrafta dilden dile dolaşır. Ancak ikili arasında gelişen diyaloglar, yanlış anlaşılmalar ve yaşanan anlaşmazlıklar zamanla farklı bir boyut kazanır. İkisi de birbirini daha iyi tanımaya başladığında hislerindeki değişim de kaçınılmaz olur.

Yazarın anlatımı ilgi çekici. Elizabeth ve Darcy arasındaki ilişki kitabın en dikkat çekici yanı bence. Birbirinden bu kadar farklı görünen iki insanın aslında nasıl uyumlu olabileceğini gördük. Bunun dışında konu bana yavan geldi. Kızların tek amacının süslenip balo balo, davet davet gezip kendilerini erkeklere beğendirmek olması sıktı biraz. Bana göre fazlasıyla anlamsız bir yaşam tarzı. Çoğunlukla zengin koca bulup rahat yaşama derdindeler. Okuyup kendini geliştirme, anlamlı bir şeyler öğrenip topluma değer katma gibi istekleri yok hiç. Yiyip içip gezsinler, dans etsinler ancak. Gerçi günümüzde de böyle niyeti bu olan insanlar vardır ama kitapta fazla göze batıyordu. Takıldığım bir noktada kızların başkalarının evinde haftalarca kalmaları. Yav hiç mi işiniz gücünüz yok, kendinize hizmet ettirmeye ne bayılıyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde. Ben bir akrabada bir gün kalmak zorunda olunca eve dönene kadar çatlıyorum, millet ne geniş. Neyse daha fazla sinirim zıplamadan yazımı sonlandırayım. 😅

Yazarın anlatımı sardığı için okumak keyifliydi yoksa benzer konuda kitap okumak isteyeceğimi sanmıyorum bir daha. 


Bay Bennet; hazırcevaplık, alaycılık, umursamazlık ve kapris karışımı öyle tuhaf bir adamdı ki eşinin yirmi üç senelik deneyimi, onun karakterini çözmesine yetmemişti.

Ama akıl, duyguya rehberlik etmelidir ve bence katlanılan güçlükle amaç her zaman orantılı olmalıdır.

Bana layık gördüğünüz ama hiç de benimsememiş olduğum fikirlere açıklama getirmemi bekliyorsunuz.

Dünyayı tanıdıkça hoşnutsuzluğum artıyor ve her geçen gün, insan karakterinin dengesizliğine ve görünüşte akıllı veya erdemli olan insanlara ne kadar az bel bağlanabileceğine olan inancımı doğruluyor.


9 Şubat 2025 Pazar

Babaya Mektup (Kitap)

 


Yazarın babasına yazdığı fakat alıcısına ulaşmayan mektubu. Kısa bir kitap olduğu için çabuk bitirdim.

Franz Kafka babasının gölgesi altında büyümüş ve onun kendisini şekillendirmesine rağmen babasından gittikçe uzaklaşmış. Ona hissettiği yabancılaşmayı, geçmişten beri aralarındaki ilişkinin bozukluğunu mektupta detaylıca anlatmış. Babasının fiziksel anlamda bir zorbalığı olmadıysa da aşağılama, tehdit ve küçümsemelerine maruz kalmış. Bunun iç dünyasını ve babasıyla olan bağını nasıl olumsuz etkilediğini görüyoruz. Bence herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği kitap. Anne babanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak yetiştirme adı altında dayattıkları çocukları çok etkileyebiliyor. Zaten herkes doğru şekilde eğitilebilse etrafta bu kadar sorunlu insan da olmazdı. Bağlar zayıfladıktan ya da koptuktan sonra geriye dönüş olmuyor pek. Çocukluğunda yaşadıklarını bu kez kendi evlatlarına yaşatıyor insanlar. Kafka da babasının dayatmaları, kendini acındırarak Kafka'yı suçlu hissettirmeleri, ezici lafları yüzünden babasından oldukça soğumuş. Yazdığı her satırda bunu görüyoruz zaten. Bu tarz davranan insanların okuyup da ders çıkarmasını isterdim de neredeee? 


Senin etkinden büsbütün bağımsız büyüseydim bile, senin gönlüne uygun bir insan olamazdım.

Üzerimde kaçınılmaz bir şekilde etkili oldun, ancak bu etkiye yenik düşmemi özellikle geliştirdiğim bir hainliğe yormaktan artık vazgeçmelisin.

Senin eğitim sırasında kullandığın son derece etkin, en azından benim üzerimde asla başarısız olmamış konuşma araçların şunlardı: Hakaret, tehdit, alay, haince gülümseme ve -tuhaf bir şekilde- kendine acımaydı.

Seninle ikimiz arasında esaslı bir savaş yoktu; benim işim kısa sürede bitmişti; geriye kalan kaçış, hayata küsme, üzüntü, içsel çatışmaydı.


Yıldız Düşüşü 3.Bölüm

 3.Bölüm  Ertesi sabah okula giderken Baver biraz huzursuz hissediyordu. Okul bahçesinden içeri girdiğinde de birkaç öğrencinin ona bakıp gü...