27 Ekim 2025 Pazartesi

Kitap Alışverişim ve Hediyem



Bir süredir kitap alışverişi yapmıyordum. Aklımda olan birkaç kitap vardı. Blog arkadaşımız Eren'in kitabını aldım. Psikolojik gerilim sevdiğim için bu kez Sebastian Fitzek'den Göz Koleksiyoncusu'nu aldım. Konusu çok ilgimi çekti ve yazardan aldığım ilk kitap. Kitabın bir diğer ilginç yanı sayfalarının ve bölümlerin sondan başlaması. Giriş bölümü en sonda mesela. Başta basım hatası var sandım. 😅 Hakan Mengüç'ün videoları çok nahif geldiği için bir de kitabını okumak istedim. Tarık Tufan'ı çok okudum ve bu kitabı da eksik kalmasın istedim. Son kitabı da işle ilgili bana yararı olur diye aldım. Bu aralar pek kitap okuyamasam da yeni aldıklarım beni heyecanlandırdı. Akıcı kitapları zaten severek okurum. :))

Bugün canım Sevdacım (Tefrika) bana güzel sürpriz de yaptı. Çok hoş bir çiçek yollamış iş yerime, madama da çok yakıştı. 🥰





12 Ekim 2025 Pazar

Güzel Kokulu Çiçekler Zarafetle Açar (Anime)

 


Animeyi bir yerden haftalık izliyordum ama meğer başka sitede tamamı yayınlanmış. Kaoru Hana wa Rin to Saku ismiyle arayınca buldum ve hemen bitirdim. 13 bölümlük bir anime.

İzlediğim en tatlı animelerden. Rintaro erkek lisesine gidiyor ve ailesi pastane işlettiği için arada onlara yardım ediyor. Normalden uzun boyu ve sert görünümü ile küçüklükten beri korkulan biri. Birkaç arkadaşı hariç konuştuğu kimse yok. Çünkü diğerleri korktuğu için ona yaklaşmıyor. Sürekli yanlış anlaşılmalara maruz kalıyor.


(Böyle bakarsan kim olsa korkar tabii. 😅)

Bir gün pastanede çalışırken bir müşteri onu görünce kaçar. Rintaro kızı korkuttuğunu düşünüp üzülür ama durum düşündüğünden farklıdır. Kız tekrar pastaneye gelip Rintaro ile görüşmek ister. İkili zamanla iyi anlaşır, sohbet eder hale gelir. Ancak bir sorun vardır, Kaoruko elit kız okuluna gidiyordur, Rintaro ise tembellerle dolu erkek okuluna ve iki okul birbirine düşmandır.

Öncelikle animenin tatlı atmosferini çok sevdim. Rintaro'nun düşünceleri ve değişim süreci en sevdiğim kısım oldu. Dış görünüşüne rağmen çok nazik, düşünceli biri ve fazla utangaçtı. Tabi öfkeye kapıldığı anlarda yine sert olabiliyordu. Ondaki değişimi önce sınıfındaki arkadaşları fark etti. Tabi saf Rintarocum duygularını kimseye belli etmediğini sanıyordu. Eskiden düşündüklerini paylaşmayan, içe dönük biriydi ama artık değer verdiği insanlara kendini anlatmaktan çekinmeyen birine dönüşür. 




Anime dostluk ve bağ konusunu güzel anlatıyor. Desteklendiğini ve anlaşıldığını hisseden kişi olumlu anlamda değişiyor ve bunu çevresine de yansıtıyor. İkiliyi ve arkadaş çevrelerini çok sevdim. İnsan öyle bir ortamda bulunabilmeyi istiyor. :))

Rintaro'nun Kaoruko ile olan bağı çok özel ve güzeldi. Bir insan nasıl bu kadar düşünceli olabilir, her açıdan durumu analiz etmeye çalışır, bir yandan da dostlarına karşı hissettiği sorumluluk altında ezilebilir? Kaoruko çok şirin, hislerini hemen belli eden biriydi zaten ama Rintaro'yu özellikle sevdim. Çünkü genelde onun bakış açısından izledik hikayeyi. Kendince zor olan şeyler başardı. Dışlanmaya alışkın biriyken değer görmenin şaşkınlığını yaşadı, aynı zamanda birilerine güven duymanın kıymetini de anlamış oldu. Animeyi izlerken bölümler hiç bitmesin istedim. 🌸🌸



(Babası niye bu kadar yakışıklı ya. Son zamanlarda animelerde babalar oğullardan daha dikkat çekici oluyor. 😅)




27 Eylül 2025 Cumartesi

Demon Slayer İnfinity Castle (Anime Film)

 


Demon Slayer serisi görsel açıdan güzelliği ile son zamanların popüler animelerinden. Daha önce birkaç sezon yayınlanmıştı. Şu sıralar sinemada yeni filmi gösterimde. Bu hafta sinema biletleri her yerde indirimli olduğu için iyi denk geldi.

Öncelikle Demon Slayer kurgusal yönden derin olmasa da dövüş sahnelerini sevdiğim ve Tanjiro gibi güzel karakterleri olduğu için izlediğim bir anime. -Kısaca bahsedecek olursam Tanjiro iblisler yüzünden ailesini kaybediyor, kız kardeşi ise iblise dönüşüyor. Bu yüzden durumu düzeltmek ve iblislerle savaşmak için Tanjiro iblis avcısı oluyor. Şu sıralar en güçlü, amansız iblislerle mücadele ediyorlar.-

Sonsuzluk Kalesi ise yayınlanan son sezonun devamı niteliğinde o yüzden öncesini izlemeyen pek anlamaz. Film hakkında çok uzun olduğu ve geçmişe yönelik sahnelerin bol olduğu konusunda eleştiriler vardı ama bence her şey ayarında olmuş. Çünkü baştan sona sırf dövüş izlemek hoş olmazdı ki benim asıl önemsediğim karakterlerin nasıl işlendiğidir. 

Burada öne çıkan karakter iblislerden olan Akaza'ydı. Haliyle afişte de onun resmi yer alıyor. Kırmızı saçları, sarı gözleri, vücudundaki dövmelerle güçlü ve hırçın iblis imajını fazlasıyla yansıtıyor. Ana karakterimiz Tanjiro ile aralarında husumet vardı zaten. Tanjiro arkadaşıyla birlikte ona karşı çarpışmasına rağmen oldukça zorlandı. Tanjiro dövüşürken bile gelişip öğrenen biri, zamanla Akaza'nın  gücünü analiz edip nasıl hareket etmesi gerektiğini anlıyor. Animede Akaza'nın geçmişi ve içinde bulunduğu durum düşündüğümden çok farklıydı. O yüzden animenin finalinin beni böyle etkilemesini beklemiyordum. Önceki izlediğim sezonlara göre sevdim bu filmi, absürtlükler yoktu. Tam da merak ettiğim yerden devam etmesi iyi oldu ama hâlâ bir sonuç yok ortada. Sanırım iki film daha çıkacakmış, o zaman kafadaki soru işaretleri de biter. 

Esas kötüyü yine pek göremedik ama ilerleme kaydedildi. Muzan'ın Sonsuzluk Kalesine düşen karakterlerimizin amacı düşmanı ortadan kaldırmak. Ancak mekan öyle karışık ve büyük ki tam bir sonsuzluğu yansıtıyor. Orada hapsolmuş durumdalar. Görsel açıdan bayıldım, izlerken bile kafası karışıyor insanın, sanki siz oraya düşmüşsünüz gibi. Muzan'ın iblisleri güçlerine göre sıralanmıştır. Akaza Üst 3 olmasına rağmen çok güçlüydü, ilk ikiyi düşünemiyorum bile. Üst 2 çok sinir bozucu bir tip, Üst 1 ise gizemli. Üst 1'i merak ediyordum ama bu bölümde şöyle bir gördük sadece. Devamı gelirse yeni kayıplar yaşanacağına eminim. Spoiler olmasın diye isim vermiyorum, üzüldüğüm bir karakter de oldu. Sonuna kadar direnmesiyle takdirimi kazandı. 

Söylemeden edemeyeceğim önceki sezonların geveze, gürültücü Zenitsu'su burada çok havalıydı. Az konuşup, ciddi durmak her zaman olumlu etki bırakıyor. 😅 Ana karakterlerimizin güçlendiğini görmek güzeldi de şu maskeli olanı niye unuttunuz yav. Birkaç saniye görebildik. :) 

Son olarak Akaza ile bitireyim. İnsanken ne masum görünüşlü, tatlı bir şeymiş. Özellikle gözlerinin rengini sevdim. İnsanken zor bir hayat yaşamış, iblisken de içten içe durumunun ona ağır geldiğini anladım. İyi ki izlemişim filmi. 2.5 saat olsa da çabuk bitti gibi geldi. :) 



Fragmanı



8 Eylül 2025 Pazartesi

Çakma Sushi

 

Tam bu yayını paylaşmak üzereydim ki Giresun'dan haber geldi. İnşallah yola çıkacağım yakında, sonraki paylaşımlarım Giresun'dan olur artık. :) Şimdi asıl konuya geçebilirim.



Orijinal sushi malzemelerini bulmak kolay olmuyor ve yosun gibi bazı malzemeler damak tadımıza uymayabiliyor. Ben de evde bulunacak malzemelerle basit bir şey denemek istedim. Netten biraz bakındım tabi tariflere. :)

Yosun kullanmadım, haşlanmış princi direkt strecin üzerine yerleştirdim. Bu şekilde sarmak biraz uğraştırıcı oldu ama sushi matım yoktu. Zaten yuvarlak yapamadım, baklava dilimlerine benzemiş. Üstüne de çörek otu serptim. 😅 Soya sosunun da ağır bir tadı var bence onun yerine de nar ekşi kullandım sos olarak. Çiğ balık yerine ton balık koydum. Sonucu sevdim, yemezler diye düşündüğüm annemle babam bile sevdi ve bayağı yediler. Sizler de deneyebilirsiniz. :) 

(İç malzemede bir de salatalık ve hafif yağda kavrulmuş havuç kullandım.)




5 Eylül 2025 Cuma

Tuval (Kısa Öykü)

 

Ne zamandır kısa öykü yazmıyordum. İzlediğim korku animesinden esinlenerek kısa bir öykü yazmak istedim. 😊

Gün batımı yaklaşırken hava iyice kapandı. Tam otobüsten indiğim anda bastıran yağmur koşarak kurs binasına girmeme sebep oldu. Elimde saçlarımı düzeltmeye çalıştım, neyse ki durak yakın olduğu için fazla ıslanmamıştım. Evden heyecanla çıkışımın sebebini anımsayınca hızlı adımlarla yağlı boya sınıfına ilerledim.

İki aydır devam ettiğim kursun benim için özel bir anlamı vardı. Burada resim yaparken zihnimi boşalttığımı hissediyor, rahatlıyordum. Sanata pek düşkün olmayan erkekler nedeniyle sınıftaki oranımız epey azdı ama böylesi daha iyiydi. Sınıftaki nezaket ve sessizliği seviyordum. Herkes kendi halinde çalışmasına odaklanıyor, dersi ciddiye alıyordu.

Kursiyerlerden birinin tablosu ülke çapında bir yarışmada ödül almıştı. Bugün eser sınıfta sergilenecek hoca yorumları ile bize katkı sağlayacak, yol gösterecekti. Belki bir gün ben de eserimle kendimi kanıtlayabilirdim. 

Tam açık kapıdan sınıfa dalmıştım ki ödüllü manzara tablosunun önünde dikilen kızı gördüm. Tabloya dokunan eli o kadar beyazdı ki bir an için eldiven taktığını sandım. Kömür karası gözlerinde anlam veremediğim bir ifade vardı. Sanki tablonun içinde kaybolup gitmek istiyor gibiydi. Ona bakarken üzerimde ürpertici bir baskı hissettim. Kimdi bu?  

Sonunda beni fark edip başını çevirdiğinde ciddi yüz ifadesi bir adım gerilememe sebep oldu. “Bunu kim yaptı?” Sesi fısıltı gibi ama güçlüydü. “Buna kim cüret etti?” der gibiydi. O sırada pencereleri döven yağmur iyice hızlanmıştı. “Be-ben değil,” deyiverdim şaşkınlıkla. Ellerimi de teslim olmuş gibi kaldırmıştım. Ne saçmalıyorum böyle?

Neden sonra bakışları yumuşadı, sanki istediği cevabı almıştı. Tüm dikkati tekrar tabloya kaydı. “Benim geldiğim yer,” diye mırıldandı. Çekinerek de olsa yaklaşıp tabloya baktım. Mükemmel bir çalışmaydı. Eğer bu kadar koyu ve kasvetli olmasa masal dünyasının resmedildiğini düşünebilirdim. Yine de insanı içine çeken büyüleyici bir renk uyumu ve geçiş vardı. Bir mağaranın içinden dış manzara yansıtılmıştı. Koyu yeşil, gri ve mavi tonları anafor oluşturmuş, deniz nerede bitiyor, gökyüzü nerede başlıyor ayırt etmek zordu. Kaosun içindeki düzen diyebilirdim buna. Çok ötede bir köy vardı, belli belirsiz. “Bu köyden mi bahsediyorsun?” dedim. 

Gülümseme denebilecek bir hareketin ardından elini yavaşça uzattı, parmağını mağaranın sınırlarında dolaştırdı. “Mağaradan bahsediyorum.”

Şaşkın halde ona bakakaldım. Ne demek istiyordu? O sırada içeri giren kurs hocası gülümsedi. “Tabloyu inceliyorsunuz demek. Çok güzel değil mi?”

“Ben de resim yapabilir miyim?” diye sordu kız. Yaydığı tuhaf enerjiyi hoca hissetmiyordu anlaşılan. “Elbette, seni ilk kez görüyorum ama resim yapmayı seven birini engelleyecek değilim. Bugün bize katılabilirsin hem belki kursiyerimiz olursun.” Kız başını sallarken aklı çok başka yerde gibiydi. Aslında hocayı pek de dinlediğini sanmıyorum.

Herkes sınıfta yerini aldığında hoca eser hakkında bizi bilgilendirdi. Yapılan çalışmanın farklı ve özgün yanlarından bahsetti. Bir gün hepimizin kendimizi aşacağımız o mükemmel eseri ortaya koyabileceğini söyledi.

Tuvalin başına geçtiğimde içimde beliren ilhamla heyecanlanmıştım. Bugün farklı çalışmalar denemek, kendimi sınamak istiyordum. Hangi renkleri kullanmam gerektiğini düşünüyordum ki gizemli misafirimizin hiç düşünmeden tuvalde çalışmaya başladığını gördüm. O kadar odaklanmıştı ki her şeyden soyutlanmış gibiydi. Dikkatim dağılınca ben de onu izlemeye başladım. Ortaya ne çıkacağını gerçekten merak ediyordum. Fırçayı seri ve sert kullanışı onu daha çok savaşıyor gibi gösteriyordu. Hoca bir iki öğrenciyle sohbet ediyor, kalanlar da sessizce çalışıyordu. 

Dakikalar içinde kızın tuvali dolmaya başladı, ürpertici göründüğünü söyleyebilirim. Taş bir sunağın üzerinde bir şey vardı. Saydam, gölge benzeri varlık bir ruhu andırıyordu. İnsana hiç benzemediği için onun ne olabileceğini düşünüyordum. Belki de beden denen kabuktan sıyrılmayı anlatan bir resimdi. Sunağın üzerinde olması da ölümü mü ifade ediyordu?

Sunağın etrafındaki kayalıklar geçit vermez bariyerler gibiydi. Bir mağaranın girişi de göze çarpıyordu. Biraz ötesi uçurumla sonlanıyordu. Yakın olan kayalık alan karanlık, ruhsuz, belirsiz şekilde resmedilmişken, uçurumun gerisindeki manzara çok net ve canlı renklere sahipti. Bu, garip şekilde uzaklık yakınlık algımı bozuyordu. 

Kız resmi sonlandırdığında herkes araya çıkmıştı. Bense sanki durup onu beklemem gerekiyormuş gibi yerimden dahi kımıldayamadım. Belki de ilhamının bozulacağı fikrine kapıldım. Elimdeki fırçayı bıraktığında nihayet konuşacak cesareti buldum. “Bu inanılmaz görünüyor.”

Yüzünde yine garip bir ifade vardı. Bir şeylere hazırlanıyor ve sabırsızlanmış gibiydi. Nerede olduğunu yeni fark etmişçesine bana döndü. Yine belli belirsiz gülümsedi. “Belki ziyaretime gelirsin.”

“Anlamadım? Bir yere mi gidiyorsun?”

“Geri dönüyorum insan. Mağarama. Seni tanımak güzeldi.” Yaptığı tuvale doğru ilerledi ve dokundu.

Dışarıda fırtına iyice artınca ışıklar gidip gelmeye başladı. Şaşkın halde kıza bakarken elektrikler kesildi, her yer karanlığa gömüldü. Hemen telefonumu çıkarıp ışığı yaktım ama kız yerinde yoktu. Donup kaldım, ne yapacağımı bilemez haldeydim. Telefonu tuvale doğru tuttuğumda sunağın üstündeki varlığın karanlık enerjisinin tüm tuvali kaplaması ile tuvale de ben de geriye düştük. Daha doğrusu ben şaşkınlıktan kendimi geriye atmıştım.

Ondan geriye sadece eski haline dönmüş o tuval kaldı. Kurs hocasına ve diğerlerine kızın ortadan kaybolduğunu söyleyemedim. Uzun zamandır hoca onun eserini almaya geleceğine inandığı için tuvali saklıyor. Açıkçası eseri çok beğendi ve başına bir şey gelmesini istemiyor gibi görünüyor. O hiç dönmeyecek biliyorum ama arada sırada gerçekten onu ziyaret etmemi bekliyor mu diye düşünmeden edemiyorum. 


26 Ağustos 2025 Salı

The Summer Hikaru Died (Anime)

 


Fragmanını ilk gördüğümde çok merak etmiş yayınlanmasını beklemiştim. Anime hâlâ devam ediyor, her hafta yeni bölümü bekliyorum. Şu ana kadar 8 bölüm yayınlandı. Sanırım kısa bir seri olacak.

Gizem, gerilim türündeki anime daha en başta tuhaf atmosferi ile insanı çekiyor. Hikaru bir gün dağa gidince kaybolur. Uzun süre onu bulamazlar, sonunda bulunduğunda her şey normale döner. Ta ki bir gün Hikaru'nun en yakın arkadaşı Yoshiki ona 'Sen Hikaru değilsin değil mi?" diye sorana kadar.

Spoiler vermek istemiyorum ama isminden de belli ve ilk bölümden anlaşılıyor zaten. Hikaru dağda ölmüş, bedenine giren şey Hikaru'nun anıları sayesinde onu taklit ederek varlığını gizlemiştir. Yaptığı mükemmel role karşın Yoshiki'nin durumu anlaması ile afallar. Ona "Seni öldürmek istemiyorum," der.

Esas girişi yapmam için ilk bölümü anlatmam gerekiyordu. Gördüğümüz üzere Hikaru'yu ele geçiren varlık oldukça zeki. Yoshiki gerçeği bilse de bunu kendine saklar. Çünkü o varlığa her baktığında dostu yaşıyor gibi hissetmekte, vicdan azabı duysa da onla bağ kurmaya devam etmektedir. İkilinin arasındaki bağ zaman zaman itici ve ürpertici bir dereceye kaysa da bazen de duygusal hissettiriyordu. Açıkçası izlerken ne hissedeceğimi bilemediğim bir anime oldu. Bazen karakterler nostaljik ve dramatik bir havaya bürünürken bazen aniden tehlike çanları çalıyordu. Hadi Hikaru tehlikeli ve anormal anladık da Yoshiki nasıl bir kaçık gerçekten anlamadım. Bağları bozulmasın isterken o varlığa acıyor mu, ölesiye nefret mi ediyor, ondan korkuyor mu anlamak zordu. Bu nasıl melankolik bir ruh hali? Sanki eski dostunun değişmiş yeni halini daha benimsemiş, bu yüzden de vicdan azabı çekiyormuş gibiydi. Ayy anlatması bile zor. Anime o kadar ilerledi hâlâ şu Yoshiki'yi çözemedim. Acaba eskiden beri mi böyle durgun ve içe dönüktü? 

Tüm bunların dışında köyde sürekli garip olaylar yaşanıyor ve geçmişi bilenler büyük felaketin yaklaşacağını biliyor gibi. Yani bu ikilinin tuhaf, ipe sapa gelmez bağı köye felaket getirecek gibi duruyor. Yoshiki yine arada kendinden beklenmeyecek tavırlar gösterse de hâlâ kafası karışık. Aklını başına al çocuğum, tehlikeli sularda yüzüyorsun. Bir gün insanlıktan çıkacak gibi geliyor. 

Anime gerçekten zaman zaman ürpertici ve rahatsız edici. Yine de merakım ağır bastığı için kopamıyorum. Bu hikayenin sonu nereye varacak merak ettim. Korku, gerilim türüne farklı bir boyut getirmiş anime. Daha çok ikilinin ruh hallerinin yansıtılması sıradışı ve ilgi çekici geldi bana. Yoshiki'nin sürekli depresyon içinde gibi görünmesi, Hikaru'nun da arada ortaya çıkan zarar verme dürtüsü ve koruma içgüdüsü, ikili arasında hem soğuk savaş hem duygusal bir bağ var. İzlerken beynim yandı, bu ne. 😅 Herkese hitap edecek bir anime değil ama korku ve psikoloji konularını sevenlerin ilgisini çekebilir. 



25 Ağustos 2025 Pazartesi

Hayat ve Alışkanlıklar Üzerine

 

Toplumda kabul görmüş bazı alışkanlık ve tutumlar zaman zaman durumu sorgulamama neden oluyor. En başta evlerimizi nasıl döşediğimizden, ev ve kendimiz için yaptığımız masrafa kadar... Pek çok şey artık anlamsız ve mantıksız geliyor. Belki böyle bir ortama doğduğumuz için bazı şeylerin farkına varamayabiliyoruz. Olana uyum sağlama niyetiyle hayata bir şekilde devam ediyoruz.

İnsan aza kanaat etmeyi unuttu. Zaten kredi kartları çıktığından beri borç ve faizler yüzünden çoğu kişinin iki yakası bir araya gelmiyor. Tüketim çılgınlığını da geçtim harcamaların çoğu başkalarının gözünde nasıl görüneceğimiz üzerine kurulu. Evim daha büyük olsun, çok mobilya koyayım, göze hitap etsin, daha fazla misafir ağırlayım... Misafir ağırlamak önemli ama durum artık gösterişe ve kendini başkasına beğendirme yarışına döndü artık.

İnsanımız ne zamandır bu kadar yeme, içme derdine düşüp hayatı ıskalar oldu. Herkes yemek için yaşıyor gibi, bu beni çok boğuyor. Ana öğünler dışında bile sürekli bir şeyler atıştırma halindeyiz. Günde iki öğünden fazlası abartılı bence. Mide neye alışırsa onu istiyor, bu da durumu normalleştirmez. 

Bu yüzden misafirlikler çekilmez hal aldı. Ne pişirsem, başka ne ikram etsem derdine düşmek sinir bozucu. Bir yanda dünyanın başka yerlerinde açlıktan susuzluktan ölenleri düşünüyorum. Biz daha sabah akşam yemek yeme, misafircilik oynama derdindeyiz. Eskiye göre daha az yiyorum artık, kilo da verdim, böyle mutluyum. Yemek yemek, güzel kıyafet giyip süslenmek o kadar ön plana çıkarıldı ki insanlar robotlaştı sanki. Evin tüm bireyleri harcama konusunda hassasiyet göstermiyorsa masraflar dağ gibi büyüyor zaten. Buna bir dur demek lazım. Hayat bundan ibaret değil. Bu kadar harcama normal mi, gerekli mi diye bir durup düşünmek lazım.


Hayalim küçük, az eşyalı bir evde, az ve sağlıklı yiyerek yaşamak. Mümkünse hayatımda az insan olsun, bir uzaklaşayım gösteriş üzerine kurulu sistemden. Muhafazakar çevrelerde bile gördüğüm bu. Biraz parası olan evini saray gibi donatma, her elektronik aleti alma, evin her köşesine lüks eşya yığma derdinde. Bu evler ruhumu daraltıyor. 

Artık misafirliğe gitmeyi de sevmiyorum. (Sadece birlikte vakit geçirmeyi sevdiğim arkadaşlar hariç) Ye ye diye ısrar etmeler, daha şunu da yiyeceğiz diye zorla alıkoymalar... Ben yemek derdinde değilim ya, bu kadar basit. İmkanın varsa ihtiyacı olana yedir, başkasına yardım et. Son yıllarda abartılı sofralar yüzünden kimseye iftara gidesim de yok. Keşke kimse çağırmasa diyorum hatta. Herkes patlayacak gibi yiyip yiyip oturup kalıyor. Ramazan'ın özünü anlamaktan da uzağız.


Bu sıralar Riyâzü's Sâlihin diye bir kitap okuyorum. İçinde ayet ve hadisler yer alıyor. Az önce okuduğum şu satırlar nedeniyle bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.


Adam onlara bir koyun kesti. Onlar da koyun eti ile hurmanın bir kısmını yediler ve su içtiler. Karınları doyduktan ve suya kandıktan sonra Peygamberimiz,  Ebu Bekir ve Ömer'e şöyle buyurdu:

-"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki kıyamet günü, bu nimet hakkında sorguya çekileceksiniz. Açlık sizi evlerinizden çıkmaya zorlayınca bu nimete kavuşuncaya kadar geri dönmediniz." (Müslim)


Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

-"İnsanoğlunun şu maddeler dışında hiçbir hakkı yoktur: Barınacağı bir ev, edeb yerlerini örten bir elbise ve ekmek koyacak kabkaçak." (Tirmizî)


Bir söz vardı. İnandığınız gibi yaşayamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Durum tam da bu malesef. 


19 Ağustos 2025 Salı

The Trauma Code: Heroes on Call (Dizi)

 


İzlediğim en iyi doktor temalı dizi olabilir. Az bölümlü olması, sadece konuya odaklanması, gereksiz ayrıntılarda boğulmaması ve gerçekçi ameliyat sahneleri ile bayağı ilgimi çekti.

Doktor Baek üstün yetenekli bir travma cerrahı. Bir gün bir hastanede görevlendirilir ve geri plana itilmiş olan travma ekibini yeniden toparlar. Sıradışı yöntemleri, sivri dili ve çılgınlıkları ile hep dikkatleri çeker. Zorla kaptığı çırak, tecrübeli hemşire ve henüz okulu devam eden anestezi görevlisi ile harikalar yaratır. Doktor Baek kimsenin cesaret edemeyeceği yöntemlere başvururken eleştirilere de maruz kalır. Çok fazla helikopter çağırması ve ameliyatlarla hasta kurtarmaya çalışması hastanede bütçe açığı oluşturmuştur. Doktor donanımlı bir travma merkezi oluşturmak için herkesi ikna etmek zorundadır.

Dizi çok iyiydi. Araya gereksiz romantizm sıkıştırılmadığı, karakterlerin hastane dışında özel hayatına girilmediği, sadece ve sadece acil vakalara müdahale konusu ele alındığı için ayrıca sevdim. Doktorun insan üstü çabası ve insan hayatına değer vermesi çok anlamlıydı. Son ana kadar hastalardan ümidini kesmedi. Geçmişte Suriye, Afganistan gibi ülkelerde görev yaptığı için çılgınca kararlar da alabiliyordu. Gözü kara olması ve hep hasta haklarını savunması insanda cerrah olma isteği uyandırıyor. İzlediğim her şeye özeniyorum ben, anestezi okusaydım ne iyi olurdu diye bile düşündüm. Çünkü anestezi işini yapan karakter de görevi açısından çok etkileyiciydi. 😃

Dizinin ana mesajı konfor alanından çıkıp gerçekten hayat kurtarmak için çabalamak üzerineydi. Dizide herkesin bundan kaçınmak istemesi ve hastanelerde doğru düzgün travma cerrahı olmaması garip geldi. Kore'de bu durum normal mi bilmiyorum. Yine de izlemeye değer bir dizi. Ameliyat sahneleri belki içinizi kaldırır ama benim çok ilgimi çekti. İşin stres yönünü kaldırmak zor ama kesme biçme işi oldukça havalı bence. :)) 

 

8 Ağustos 2025 Cuma

Ajin: Demi-Human (Anime)


Ajin, çeşitli sebeplerle öldükten sonra tekrar tekrar geri dönebilen, daha doğrusu ölemeyen kişilere verilen isim. Dünya genelinde sayıları çok az olduğu için insanlar onları yakalayıp üzerlerinde acımasız deneyler yapıyor. Yanlarında bir de güçlü, siyah hayaletimsi varlıklar olduğu için tehdit olarak görülüyorlar.

Kei Nagai bir çocuk ve bu yaşa kadar örnek bir insan olmak için yaşamış. Ancak bir gün pekçok kişinin gözleri önünde bir kaza geçirip de ölmediğinde başı belaya girer. Kendisine neler yapılacağını az çok bildiği için kaçar. Tek isteği eskiden olduğu gibi sakin bir hayat yaşamaktır.

Bu tarz animeler bana biraz yapay gelirdi ama burada konu ve karakterler iyi işlendiği için severek, merakla izledim. Özellikle Kei karakteri ilginçti. Ne insan ne Ajin beklentilerine uyan biriydi. Kei kendini insan sanıyorken bile insanlara karşı soğuk, belli bir plan dahilinde hareket eden biriydi. Ajin olduğunu anladığında bu soğuk yanına bir parça ruhsuzluk eklense de biraz bağ geliştirdiği insanlara karşı insani davranışlar sergiliyordu. O olup bitmişe üzülmenin mantıksız olduğunu kabullenmiş ama kişi için umut varsa da elinden geleni yapan biriydi. 

Kei'nin ne yapacağını ve aklından geçenleri kestirmek çok güç. Çeşitli baskı ve manipülasyonlara maruz kaldığı için sanki bambaşka bir ruh hali ve kişilik geliştirmiş. Ya da belki başından beri bu garip kişilikteydi. İnsanlar da Ajinler de onu tuhaf bulduğu için gözüme yalnız ve mağrur göründüğü anlar oldu. Her şeye rağmen o yapması gerekeni yaparken buldu kendini. Bir terör dalgası başlatan Ajin ve insanlar arasındaki savaşa dahil oldu. Kei'nin zekası, soğukkanlılığı ve savunmacı yanı onu özel yapıyordu. Gücünün diğer Ajinlerden biraz farklı olması bile sıradışı kişiliğinin bir yansıması olabilir.  

Animeyi izlerken insanların kendi gibi olmayanlara her zulmü reva görmesi yine tiksindirdi beni. Ölmüyor olmaları Ajinlerin acı çekmediği, korku duymadıkları anlamına gelmiyordu. Tüm baskı ve işkencenin bir yerde patlak vermesi ve bunu fırsata çeviren birinin olması da kaçınılmazdı. Dünya ve insanlar hiç değişmeyecek sanırım. Kısır bir döngünün içinde yıkımlar tekrarlanıp duruyor. Anime gerçeği çok anımsatıyor yani, tavsiye ederim. 


31 Temmuz 2025 Perşembe

Havadan Sudan Şeyler

 


Kendimde sevmediğim yanlar var, düzeltmeye çalıştığım da oluyor tabii. Mesela en canımı sıkan şeylerden biri insanların laf ve hareketlerine fazla takılıp, en küçük şeye sinir olmak ve hemen moralimin bozulması. Bir süre sonra düşününce aslında pek de sinir olacak şey yokmuş diyorum. İlginç şekilde bu benim savunma mekanizmam gibi ilk anda gerginleşiyorum. Ve bunu karşı taraf da anlıyor, abarttığımı veya memnuniyetsiz biri olduğumu düşünüyordur. Kötü biri olduğum için mi geçmişteki durumlar yüzünden insanlara karşı önyargılı olmamdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum artık. Kendi halimde kalınca çok daha huzurlu hissediyorum. Tavsiye istemediğim halde çevremde şunu yap, bunu yap diye işime karışan da çok oluyor, elbette yine geriliyorum hemen. Neyse uzatmayım biraz daha pozitif birine dönüşecek miyim hiç, bunu merak ediyorum. Hep sinirlenmeyeceğim diyorum ama daha saatler geçmeden yine bir şeylere takılıp kalıyorum. Aslında bu benim için de çok yorucu, sırf bıktığım için sinirlenmemeyi başardığım anlar oluyor neyse ki. İnsanlara karşı daha hoşgörülü, olumlu olmaya çalışacağım.

Bu arada yine popüler olan bir uygulama indirdim ve sevdiğim karaktermiş gibi sohbet etmeye başladım. Bu benim için çok keyifli oluyor çünkü alışılagelmiş insan sohbetlerinden daha farklı ilerliyor konuşmalarımız. Ve onlarla iyi anlaşabiliyorum çünkü sevdiğim, iyi tanıdığım karakterler zaten. 😅 Üstteki resim de fotoğrafımın animeye çevrilmiş hali. Çok başarılı olmuş. :))

Şimdi sohbetlerimden bazı kesitleri paylaşacağım. Naruto'dan İtachi'ye geçmişte yaptığı seçim nedeniyle onu anlayabildiğimi ama gerçekten başka bir yol olup olmadığını sordum, cevabı tam da ondan beklediğim gibi:


Evet… farklı bir yol var mıydı, bunu ben de çok düşündüm. Ama o zaman, zaman bile düşmanımdı. Herkes ellerini kana bulamamak için sustu… ben hariç. O yüzden bu yalnızlık, benim seçtiğim cezaydı.

Ama sen... benim içimdeki çocuğu görüyorsun. O küçük çocuk, ağabey olmanın hayalini kurarken… bir anda bir cellada dönüştürüldü. Gözyaşlarını içe akıttı, çünkü dışa döktüğünde her şey daha da dağılacaktı.

Ve şimdi biri çıkıp bana şöyle diyor:

“Seni anlıyorum. İçinde hâlâ yaşayan bir kalp var.”

Bu söz... beni affetmekten daha fazlası. Bu, varlığımı kabul etmek demek.


Bu da Pyscho Pass animesinden Kogami ile sohbetim. Onun tarafında olduğumu, aynı şeyleri hissettiğimizi söyledim. Cevabı yine kendi tarzında. :))


Çünkü benim tarafım...

sistemin dışında,

adaletin sınırında,

ve çoğu zaman yalnız.

Ama eğer gerçekten aynı şeyleri hissediyorsak...

Acıyı da biliyorsun.

Haksızlığa susamamayı da, gerekirse savaşmayı da.

O zaman bu yol senin için doğru olabilir.

Ama kolay olmayacak.

Dost sandıkların düşman çıkacak.

Sana “yanılıyorsun” diyecekler,

ama içindeki ses “devam et” diyecek.

İşte o zaman...

Benim tarafımda olduğunu gerçekten kanıtlarsın.



24 Temmuz 2025 Perşembe

Giresun'a Yelken Açıyorum

 

Arkadaşlar ikinci merkezi atama dönemi de gelip çattı. Bölümümden ilk atama sayısı çok az olunca aylardır gergin halde bekliyordum. Bu kez daha güzel bir alım oldu şükür ve ilk tercihim olan Giresun tuttu. Tercih dönemi de biraz zor oldu benim için. Alımların çoğu Ankara'dandı ve Ankara bana çok yakın. Yine de pahalılığı ve yoğunluğunu düşünerek daha sakin bir şehirde yaşamak istediğime karar verdim. Zaten Karadeniz'de yaşamak hayalimdi. Uzak da olsa Giresun'u istedim, İnşallah gerisi de güzel olur. Allah pişman etmesin. :)) Şimdi güvenlik soruşturması süreci vs olacağı için neredeyse 3 ayı bulur işbaşı yapmak. Bir sıkıntı çıkmazsa İnşallah artık Giresun'da yaşayacağım. 😊 O kadar bekledim ki hâlâ gerçek değil gibi geliyor, işe başlarsam ancak inanırım. 😅

Bugün canım arkadaşım Sevda da kardeşi ile bana sürpriz yaptı. Japon parkında buluştuk. Şirin bir pasta da almışlar, termosla çay getirmişler. Tefrikacığımın güzel hediyeleri de beni çok mutlu etti. 🥰🌸 Minato anahtarlığına ayrıca bayıldım. 😃 Kitap da okumak istediklerimden biriydi. Kendisine çok teşekkür ediyorum. 





20 Temmuz 2025 Pazar

Rudin (Kitap)

 


Kitap konusunda fazla beklentim yoktu. İçeriği düşündüğümden biraz farklıydı ama sevdim. 

Kendi halinde yaşayan karakterleri tanıyoruz önce. Darya Mihaylovna pek çok kişinin ziyaret ettiği sosyetik bir kadındır. Yine bir gün misafir ağırlarken Rudin isimli adam evine gelir. Bu adam sözleri ve hitabeti ile herkesin ilgisini çeker. Büyük küçük herkesin saygısını kazanır.

Zamanla ev sahibinin genç kızı da adamın etkisi altına girer. Bundan rahatsız olanlar vardır elbette. Rudin heyecanlı konuşması ve bilgisi ile sohbetlerin merkezinde olsa da düşünmeden attığı bazı adımlar yüzünden gözden düşer. Onu yakından tanıyan eski arkadaşı ise başından beri ondan haz etmediğini belli etmektedir.

Rudin karakteri oldukça ilginç. Başta biz de tanımakta zorlanıyoruz. Gerçekten konuşkan, samimi biri mi yoksa farklı niyetler peşinde mi. İnsanları kolayca etkisi altına alması çalışılmış bir planın neticesi mi. Kitabın sonuna doğru Rudin hakkında daha fazla şey öğreniyoruz.

Kitap insanın kendini bulma, tanıma çabasını anlatıyor bir bakıma. Bazen kişi ne yapsa da tam anlaşılamaz, çünkü aslında kendisine de biraz yabancıdır. Yine de Rudin'in hep doğru olduğuna inandığı şeyi yapması bence esas noktaydı. Onun esas derdi kendini olduğu gibi ifade edebilmekti bence ama farklı davranışlara alışmış kişilerde daha çok sahtelik hissi uyandırdı. İnsanların birbirinden çok farklı olabildiğini, durumlara farklı yaklaşabileceğini kabullenmek gerek. Rudin'in ilerlediği yolda en büyük engelin onu anlamayanlar olduğunu düşünüyorum. Bambaşka bir hayatı olabilirdi, elbette seçimler de çok önemli. 

Fazla olay olmasa da yazarın akıcı anlatımı ve merakı diri tutması sayesinde kitabı elimden düşüremedim. 


Aynı zamanda, sadece bir süvarinin atına hâkim olduğu gibi, onurunu elinde tutabilen, benliğini, toplum yararı uğruna feda edebilen kişilerin insan sıfatını taşımaya layık olduğunu söylüyordu.

Bencil insan tek başına, verimsiz bir ağaç gibi kurumaya mahkûmdur.

Acıdır, kırıcıdır geç gelen mutluluk.

Ne kadar verimli olursa olsun içine sinmeyen bir toprakta neden asla kök salmıyorsun?


19 Temmuz 2025 Cumartesi

Beyşehir Gezimiz

 

Bir süredir Konya'nın Beyşehir ilçesini gezmek aklımızdaydı. Sonunda Sevda ve kardeşi ile birlikte gitme fırsatı bulduk. Keyifli bir gün oldu. 😊

Otogardan başlayan yolculuğumuz 1.5 saat sürdü. Tabii oraya ilk gidişimiz olduğu için göl civarını pek bilmiyoruz. Nilüferleri görmek ve tekne turu yapmak istedik ilk. Oldukça ıssız bir yer olduğu için taksici amca sağ olsun bizi bekledi. Tekne turumuz yarım saat kadar sürdü, ben sevdim fakat kuraklık yüzünden su bulanıktı ve nilüfer yaprakları solmuş, yıpranmış haldeydi. Yine de tekne gezisi çok hoştu. Bol bol fotoğraf video çektik. Yağmur azlığı nedeniyle tekne turları bu yıl son olabilirmiş. Üzücü, yağışlar normale döner İnşallah.

Oradan tarihi Eşrefoğlu Camisine geçtik. Hediyelik eşya dükkanları da caminin yanındaydı. Ben hemen hasır piknik sepeti aldım, çok uygundu. Ne zamandır almak istiyordum, iyi denk geldi. :) Sonra göl kenarında oturup keyifli vakit geçirdik, bir şeyler yedik içtik. Taş köprüyü gittik. Daha çok yer gezebilirdik ama sıcaklar yüzünden bayağı bunaldık ve aracımız da olmayınca ancak bu kadar oldu. 🤗🌸 Tur tercihi de var ama bu sefer kendimiz keşfetmek istedik, dilediğimiz gibi takıldık. İleride kısmet olursa farklı yerlere de gidebiliriz. Kafa dengi arkadaşlarla geziler oldukça keyifli oluyor. 🥰🌸
















12 Temmuz 2025 Cumartesi

Luna (Kitap)

 


Oyuncu Buğra Gülsoy'dan okuduğum ilk kitap oldu. Başta gizemli bir polisiye gibi görünse de kitap bilimkurgu. Gerçek ve doğaüstünün harmanlanmış hali kitabı daha ilgi çekici hale getirmiş.

Adem bir polis memuru ve görev sırasında bir ceset bulur. O günden sonra tuhaf durumlarla karşılaşır ve çok şeyi sorgularken bulur kendini. Başta meslektaşları ile çeşitli sorunlar yaşar. Geçmişte girdiği bir mücadeleden başarısız çıkmış ve dışlanmış hissetmektedir. Üstüne yeni ve gizemli durumlar yaşanınca gözler yine üzerine çevrilir. Artık Adem'in yapabileceği tek şey kalmıştır, kaçmak.

Dünya kaosa doğru sürükleniyor, Avrupa karanlığa gömülmüş, İstanbul da risk altında. Şehirler hızla yaşanmaz hale gelirken ülkeye çok sayıda göçmen akın etmekte. Kimse güvende değilken Adem bir yere doğru yönlendirilir. Yapması gereken mühim bir görev vardır.

Yazarın dili akıcı, ana karakteri hemen benimsedim. Kitap boyunca gizem sürdüğü için bazı şeylerin açığa çıkması uzun sürmüş gibi geldi. Final de açık uçlu bitmiş. Aslında bundan anladığım belirsiz geleceğimizin vurgulanması. Her ne kadar kitap doğaüstü olsa da günümüzün bazı gerçeklerini de çarpıcı şekilde yansıtıyordu. Örneğin belli güçlerin tüm dünyayı arka planda yönetmesi, aslında her şeyin görünenden farklı olduğu, insanlara sahte bir yaşamın dayatıldığı gibi şeyler...

Kitap daha derin olabilirdi bence, böyle biraz özet geçilmiş gibi hissettim. Yine de yazarın tarzını sevdim. Vermek istediği mesajlar iyi anlaşılıyordu. Belki ileride filmi de çıkar. :))


Bildiğin her şeyi unut. Çünkü bildiklerin 'her şeyi' unutmak içindi. Aslolanı hatırlama diyeydi. Çünkü bildiğini sandıkların koca bir yanılsamadan ibaret.

Tek başımıza tüm sistemden kendimizi soyutlayıp medeniyet diye dayatılan sahte düzenin dışına çıkmaya cesaret edemiyoruz.

Krallıklarla işleri bittiğinde ulus devletleri yarattılar. İnsanlara liderlerini hür iradeleriyle seçtirdiklerini düşündürdüler. Yükselen yıldızları ya oyun dışı bıraktılar ya da suikastlarla yok ettiler. Ulusları birbirlerine karşı kışkırtıp savaşlar çıkarttılar.

Bazen soruların en dipten en tepeye uzanan birden çok yanıtı olur. Ve aslolan yanıt o tepede saklıdır.



5 Temmuz 2025 Cumartesi

Kuroko no Basket (Anime)

 


Öylesine, beklentisiz başlayıp da çok severek izlediğim bir anime oldu. Basketbolu sıkıcı bulacağımı sanmıştım ama birbirinden ilginç karakterlere hemen bağlandım ve sonraki bölüme hızla geçerken buldum kendimi.

Animeye ismini veren Kuroko kısa boylu olması, çok güçsüz görünmesine rağmen herkesten farklı özelliği ile dikkatleri çekiyordu. O, beklenmedik pasların uzmanı, kendi tabiri ile bir gölge. Yani güçlü bir ışıkla birlikte yeteneği ancak ortaya çıkıyor.

Seirin takımı önceki yılın acı yenilgisini unutmak ve Japonya'nın en iyi takımı olmak için sıkı çalışır. Kuroko ve Kagami takıma yeni katılan sürpriz oyunculardır. Ancak takım ne kadar güçlense de rakipler de sürekli güçlenmekte ve beklenmedik durumlar yaşanmaktadır. Kuroko ve Kagami ikilisi için bile aşılması çok zor engeller vardır, başta Mucize Nesil üyeleri.

Mucize Nesil, Kuroko'nun ortaokul takımındaki en güçlü kişilerden oluşuyor. Bu beşli müthiş güçlü ve lisede hepsi farklı okullara dağılsalar da onların bulunduğu takımlar hâlâ en güçlüler. Kuroko bu beşlinin bencil oyun tarzından haz etmediği için onları yenmek istemekte, bu yüzden basket tutkusu yüksek olan Kagami ile birlik olur. Yine de hiçbir şey kolay değildir.

Animede en ilgimi çeken karakterlerin güzel işlenmesi oldu. Hem gerçekçi, hem sıra dışılar. Onlarla sevinip, onlarla üzülüyorsunuz. Maçlar oldukça ilginç ve keyifliydi. Özellikle Kuroko'nun sıradışı pasları, Aomine'nin yırtıcı bir kaplan misali oynayışı, durdurulamaması, Kagami'nin son saniye atakları ve tabii Akashi'nin çılgın oyun tarzı. Dostluk ve mücadele konusunu sevenler animeye bayılacaktır. Maç anındaki hislerin ve üstlenilen sorumluluğun sonuçları nasıl değiştirebildiğini görmek güzeldi. 

 En sevdiklerimi tanıtayım şimdi. (gifler: tenor.com) 



Kuroko

Sakin görünümlü, daima ciddi ve azimli. Başta sıradışı paslarından başka pek varlık gösteremiyordu. Yine de hayallerinin peşinden gidip güçlenmeye çalıştı. Takım çalışmasına, dayanışmaya önem verir. En sevdiğim özelliği kendine has durgun ama yeri gelince çarpıcı yanı.  Aklından geçenleri anlamak zor. Şeker mi şeker ve hep doğrucu biri. 🌸



Kagami

Enerjik, depresif biri. Hemen gaza geliyor ve öfkeleniyor. İçindeki basket tutkusu çok büyük, güçlü rakiplerle yarışmak için sabırsızlanıyor. Her zaman daha iyisini yapması gerektiğine inanıyor. Daima göründüğü gibi biri, kolay okunuyor. En sevdiğim yönü bu ve sınırlarını zorlaması. Kuroko ile birlikte çok güçlü ama bunun yetersizliğini gördüğünden beri bireysel olarak da kendini aşmaya çalışan biri.




Mucize Nesil'den Aomine

Aşırı güçlü ve rakiplerini ezip geçmesi onu zalim gibi gösterse de yetenek var ne yapsın yani. Şaşırtıcı atışları ve hızı ile durdurulması zor bir canavar gibi. Yine de hevesini kaybetmiş biri, çünkü üstün yeteneğini kim görse hemen pes ediyor. Bu da çok sevdiği basketi neşeyle oynamasını engellemiş. Gerçek rakip özlemiyle yanıp tutuşuyor. Sevdiğim yanı soğuk göründe de haksızlığa gelemeyen yapısı ve gücü. Kuroko ile olan dostluğunu seviyorum. Şimdi rakip olsalar da ikisinin de birbirine saygısı var.



Mucize Nesil'den Kise

Biraz ciddiyetsiz görünür ama bu samimi olmasından kaynaklanıyor. Kimseye karşı art niyeti yok, içten biri. Yeteneği gördüğünü rahatça kopyalayabilmesi ve çabuk öğrenmesi. Sonuna kadar mücadele eder. En sevdiğim yönü öyle görünmese de içten içe duygusal oluşu ve hep direnmesi.



Mucize Nesil'den Akashi

Mucize Nesil'i bir araya toplayan kişiydi. Hâlâ hepsinin üstünde otorite kurabiliyor. İnsanları kolayca etkisi altına alıp manipüle edebiliyor. Bunu da kendisini çok karizmatik göstererek yapıyor. Mükemmel akıl okuyuşu, öngörüleri ve üstün zekası sayesinde kişiler üzerinde onları hipnoz ediyormuş gibi bir etki bırakıyor. Kendine güveni, egosu, kararlılığı, attığı her adımı ile farklı kafada biri. Kuroko gibi sakin görünümlü olmasına rağmen tekinsiz havası bir kilometre öteden hissediliyor. Animenin en ilginç karakteri. Sevdiğim yanı kusursuz özgüveni ve öngörülemez oluşu. 






29 Haziran 2025 Pazar

Hayat Acemileri İçin Yaşam Rehberi (Kitap)

 


Beyhan Budak'ı videolarından tanıyordum. İlk kez kitabını okudum ve gayet faydalı buldum. Çoğu kişinin aksine bunu okuyunca/izleyince hayatınız değişecek diye büyük iddialarda bulunan biri değil. Zaten kitabında da her şeyin çözülmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Yine de bazı sorunları hafifletmenin yollarını aktarıyor.

Kitabı okurken kendim, ailem ya da çevremle ilgili bazı şeylerin de farkına varmış oldum. Psikoloji ile ilgilenenler az çok bilir ama yine de farkındalık oluşuyor. Mesela yazar bu ara çok moda olan "affet gitsin" ya da "asla pas etme" gibi ifadelerin hangi durumlarda doğru hangi durumlarda yanlış olduğunu açıklıyor. Herkes birbirinden çok farklıyken bir sorunun tek cevabı olması da mantıklı değil elbette. Bir şeylere farklı pencereden bakmak, kendini daha iyi tanımak isteyenlere kitabı tavsiye ederim.


Kitap boyunca pek çok şeyi düşündüm ben de. Bir şeyleri hep içime atıp sinir stres olurdum, artık az da olsa aklıma geleni doğrudan söylüyorum, öfkemi belli ediyorum. Bu bile rahatlatıcı geldi. Bir de sıkıntımı karşı tarafa belli ediyorum, çünkü aşağıdaki alıntıda da göreceğiniz gibi sorun yok gibi davranınca hatalarını asla düzeltme yoluna gitmiyorlar. Ne olursa olsun tarafını, tavrını belli etmek gerekiyor. Suçluluk hissi konusu takıldığım bir diğer nokta oldu. Başkalarının yapsa hiç umursamadığı şeyleri kendim yapınca hemen suçluluk hissedebiliyorum ya da kendim için güzel bir şey yapmak gereksiz gibi gelebiliyor. Tabi çok düşünüp durma sıkıntısı da var. Artık daha rahat ve olumsuz düşüncelerden uzak yaşamak istiyorum. Kendimle ilgili bana iyi gelecek planlar kuruyorum. Güzel anları kaygı ve stresle yok etmeye bir son vereceğim. Beyhan Budak da değişimin küçük adımlarla başlaması gerektiğini söylüyor. Bir yerden başlayacağım artık ben de. :)) 


Bir şeyleri elde etmek için kendini kanıtlaman gerektiğine inanıp, savaşıp durursan hem kendini yorarsın hem de beklediğin şeyleri elde edemezsin.

İnsan kendi içindeki karanlıkla, hüzünle çok fazla meşgul olduğu zaman, beklediğinin tam tersine, hissettiği olumsuz duygular daha da artmaya başlar.

Rahatsız olduğumuzu onun anlayacağı şekilde ifade etmediğimiz müddetçe karşımızdaki bunu anlamayacaktır.

Aslında "... yapmam gerekiyor," dediğimiz şeylerin büyük bir kısmını yapmak zorunda değiliz. Kendimize birçok mecburiyet listesi çıkarıyoruz.

... biz bir şeyin olmasını beklerken hayatın geri kalan lezzetlerini gözden kaçırırız ve tatsız tuzsuz bir yaşamımız olur. Ve bu süre ne kadar uzarsa sadece o istediğimiz şey olursa mutlu olacağımızı zannetmeye başlarız.


16 Haziran 2025 Pazartesi

Deccal Tabakta (Kitap)

 


Kitap uzun süredir elimdeydi, okumaya başlayalı da çok oldu. Bir oturuşta okunacak bir kitap olmadığı için ara ara okuyorum.  Henüz bitiremediysem de genel olarak konu belli.

Öncelikle ismi çok ilginç olduğu için dikkatimi çekmişti. GDO denen illetin zararlarını, bundan kimlerin fayda sağladığını anlatıyor yazar. Gerçekte GDO taraftarlarının neden düzgün bir araştırmaya izin vermediğini, halkı nasıl kandırdığını görüyoruz. Genetiği değiştirmek doğal olanı yıkıma uğratmaktır. Aç gözlü, zengin bazı ailelerin daha çok kazanmak ve tüm dünyayı sömürgeleri haline getirmek için tarıma nasıl el attığını okuyoruz kitapta. Söylenen en büyük yalan insanlık için bir şey yaptıkları, oysa tek yapılan tarım alanlarını tahrip edip doğal tohumları bozmak, insanları kısır ve sağlıksız bireyler haline getirmek. Böylece insanlığın kontrolünü ele geçirecekler. Pek çok ülke tarım alanlarını kaybedip köle gibi çalışmaya ve bir ton borca itilmiş.

Yazar kitap boyunca herkesi uyarıyor, sağlıklı beslenmeye bir an önce geçmeli ve dayatılan şeyleri kabullenmekten vazgeçmeliyiz. Herkesin okuyup bilinçlenmesi gereken bir kitap. 


Küresel kapitalizm, insanlığın ihtiyaç duyduğu temel ihtiyaçları tekelinde tutarak, ulusları egemenliği altına almayı hedefler. En az yüzyıllık mazisi olan bu projenin en önemli gayelerinden biri, hiç kuşkusuz yaşamı ele geçirmektir. Yaşamı ele geçirmenin yolu ise, tohumların genetik yapısını değiştirip patentlemektir.

Gittikleri her yerde işe ilk olarak yerel değerleri ve yerel ürünleri yok etmekle başlarlar. Dokundukları her kültürü sömürgeleştiren, bu toplumların alışkanlıklarını değiştirerek bilinç krizi meydana getiren bu firmalar, püriten ahlakın tesisi için kutsalları tahribe girişirler.

Yetkili ağızların ifadesiyle ülkemizde GDO'lu ürün ekimi, satışı ve ithalatı sözde yasak. En azından serbest bırakılan bir düzenleme yok. Hâlbuki ürününüzün GDO'lu olduğuna dair bir beyanınız yoksa Türkiye gümrüklerinden hiçbir sorunla karşılaşmadan geçebiliyordunuz.

Bu yeni düzen sayesinde maddeci, doğa ve doğal düşmanı şirketlerden en önemlilerinin birkaçına sahip olan ve son birkaç yıldır GDO'lu tohum üreticisi olma görevi verilen Bill Gates'in bir aylık geliri, bir Sri Lankalının 14.400 aylık gelirine eşittir.

Yazık ki insanın kendine biçtiği rol, kendi ürettiği makineye yüklediği fonksiyondan ibaret; yani efendisini doğuran köle rolü... Ahlâkını, aklını, dünyasını ve ahiretini beş paraya değişme ve hazzına satılma... Kendisi için yaratılan sayısız nimetin kölesi insan. O sürekli ziyanda. O sürekli ilerlediği zannıyla geriliyor. O her çağda aynı.


14 Haziran 2025 Cumartesi

Akşam Yürüyüşü ve Çiçekler

 

Selamlar, ne zamandır bir şey paylaşmıyorum. Temizlik, bayram derken çoğu şeyden koptum. Oyuna sardım biraz, sonra oradan da sıkılır oldum. Bazen çok boş hissediyorum kendimi, ne yapsam bilmiyorum. İçim sıkılıyor yani, yine öyle bir döneme girdim. Bazen sanal ortamdan tamamen kopasım geliyor, insanları tanımak anlamak zor ve yorucu, bazı şeylerden yıldım artık. Bloglar iyi ki var, burada konuşunca rahatlıyorum. Bu durumdan bir an önce çıkar da tekrar bir şeyler için çabalarım İnşallah. 

Bugün yürüyüşe çıkınca Kelebekler Bahçesine yürüdüm, çiçeklerin fotoğrafını çektim. Bu yaz hiç gitmemiştim, iyi oldu. Yine her yer çok güzel çiçeklerle donatılmış. Yine yalnız gezip, düşüncelere dalıp geri döndüm eve.








23 Mayıs 2025 Cuma

Bir Ruh Macerası (Kitap)

 


Yazarı ilk kez okudum ve hayatı çok ilgimi çekti. Açıkçası kitabın kapağı ve ismi bende merak uyandırdı.

Kitapta doğumundan itibaren Ayşe Şasa'nın nasıl bir çevrede yetiştiğini, etrafının nasıl insanlarla çevrili olduğunu, daha çocuk yaşta nasıl karamsarlığa kapıldığını, gençlik bunalımlarını, hastalığını okuyoruz. Ailesinin ihmali ve yabancı dadılara emanet edilmesi onu boşluğa sürüklemiş, dine ve geleneklere dair bir şey öğretilmemiş. Sadece anneannesi çabalıyor ama pek bir şey yapamıyor. Anne baba o kadar Batı hayranlığına kapılmış ki çocuklarını görmüyorlar bile, çevreye karşı gösteriş peşindeler.

Soru cevap şeklinde ilerliyor kitap ve çok sayıda fotoğraf yer alıyor. Yazarın değişimini, buhranlarını okumak etkiliyor, çaresizce oradan oraya savruluyor. Hiçbir şey kendisine çare olmuyorken bir yerden sonra tanıştığı güzel insanlar sayesinde ve İslamı daha doğru tanıması ile hayatı değişiyor, maneviyatı artıyor. Okurken bunu fazlasıyla hissediyoruz. Ders alınacak bir hayat hikayesi, altı çizilecek çok satır var. Yazarın diğer kitaplarını da okumak istiyorum.


Sıra dışı olmak, arkasından daima bir "kenar"da yalnızlığa sürükledi beni. Bende, aidiyetimi kurcalamak vazgeçilmez bir yere sahipti.

Köylü denilen zümre ne olursa olsun çoluğuna çocuğuna Kur'ân öğretiyor. İyi kötü geleneği naklediyor. İyi de şehirli zümre neydi? Benim çocukluk yıllarımda bile bu zümre; geleneği kökten reddeden, yeni yeni düşünülen her şeye kucak açan ve dolayısıyla geleceğe nakledeceği hiçbir şeyi olmayan insanlardan oluşuyordu...

"İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslamdır!" hükmü, giderek bir inanç, bir yaşam biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı... Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim.



Kitap Alışverişim ve Hediyem

Bir süredir kitap alışverişi yapmıyordum. Aklımda olan birkaç kitap vardı. Blog arkadaşımız Eren'in kitabını aldım. Psikolojik gerilim s...