25 Nisan 2025 Cuma

Anime Seslendirmeleri

 

 Japon seslendirme sanatçıları insanı hayrete düşürecek derecede başarılı işler çıkarıyor. Özellikle animelerin en popüler sahneleri sırf seslendirme sanatçıları sayesinde ön plana çıkabiliyor. Bu kişiler gerçekten canı yanıyormuş ya da kendinden geçmiş gibi nasıl sesleri bu kadar iyi ayarlıyorlar hayret ediyorum. O yüzden herhangi bir dublaj değil animeleri orijinal sesleriyle dinlemeyi severim. Öyle ki artık şu seslendirmen varmış diye ses kalitesine güvenip de bir animeye başladığımız oluyor. :)

 Şimdi beni en çok şaşırtan, tüylerimi diken diken birkaç tanesini paylaşacağım. Tabii sesini en sevdiğim Kenjiro Tsuda olsa da anlık performans yönünden İtadori ve Eren'in seslendirmenleri beni en çok etkileyenlerdi. Elbette performansı en çok açığa çıkaran yazılan sahnenin gücü bir bakıma. Yani hepsi bir bütünü oluşturuyor.


Junya Enoki - İtadori  (Jujutsu Kaisen)

(Bizi de ağlatacaksın İtadori. 🤧)



(Sesin kısılmadı mı bu bağırıştan sonra? 😲Burada Mahito'yu seslendiren de çok başarılı, karakter sinirimi zıplatsa da. 😅)


Yuki Kaji - Eren Yeager (Attack on Titan)


(Tek kelimeyle efsane, Eren'in büyük hayal kırıklığı yaşadığı o an. )


Mamoru Miyano - Light Yagami (Death Note)

 (Light o nasıl gülüş? Tövbe Yarabbim. 😅)

Kenjiro Tsuda - Nanami (Jujutsu Kaisen)

(Sen kimi seslendirsen dinleriz biz, bu alemin yıldızısın. 😎 )


24 Nisan 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 10.Bölüm

 

10.Bölüm


Aden havanın güzel olması nedeniyle Baver’i dışarı çıkardı. “Böyle günlerde gezmek gerek değil mi?” Baver herhangi bir bahane bulamadığı için onla gitti. Evden uzaklaşmanın kendisine iyi geleceğini de düşünüyordu.

Üzerinde siyah pantolon ve ince kot ceket vardı. Gözlüğü bu kez göze batmayacaktı, çoğu kişi aynı durumdaydı. Aden her zamanki zarif, rahat yürüyüşü ile ilerlerken havadan sudan bahsediyordu. Sonunda çiçeklerle dolu bir bahçeye geldiler. “Beni neden buraya getirdin?” dedi Baver.

Aden gülümsedi. “Çok güzeller değil mi? Kim bu manzaradan hoşlanmaz ki. Burası amcamın yeri, gel onla tanıştırayım seni. Ön tarafta bir kafesi var.”

“Bu iyi bir fikir mi?” dedi Baver tereddüt içinde.

“Endişelenme, o iyi biridir.”

Baver tekrar çiçeklere baktı. İç açıcı bir manzaraydı. Esinti ile her biri hafifçe kımıldıyor, etrafa güzel kokular yayılıyordu. Aden’in arkasından taş eve doğru yürüdü. Kapı çalındıktan hemen sonra bir adam kapıda belirdi. Orta boylu, kiloluydu, saçları kırlaşmıştı. “Ooo kimler gelmiş. Aden nerelerdesin sen? Gelin içeri.”

Baver başıyla selam verdi, verandaya geçtiler. Adam bir süre Baver’i süzdü. “Sen Baver olmalısın.”

Baver şaşkınlıkla ona baktı. “Nereden anladınız?”

“Aden senden bahsetti, iş arkadaşıymışsın. Sıkılgan, tereddütlü tavırların ve çıkarmaya niyetinin olmadığı gözlüklerinle seni tanımak zor olmadı.”

Baver hafifçe gülümsedi. “Amcam biraz açık sözlüdür, kusura bakma,” dedi Aden.

“Kötü bir şey mi dedim canım? Siz rahatınıza bakın, ben kahve söyleyim.”

Birkaç dakika sonra kahvelerini yudumlarlarken amca birden lafa girdi. “Sende bir gariplik var.”

“Anlamadım,” dedi Baver, elindeki fincanı sehpaya bıraktı. 

“Konuşmaların, tavırların, mimiklerin her şeyde hüzün var. İçini kemiren bir şeyler var değil mi? Büyük ihtimalle geçmişinle ilgilidir diye düşündüm.” Aden de şaşırmış, sessizce dinliyordu.

“Yanıldığınızı söyleyemem,” diye kısa kesti Baver. Kahvesinden bir yudum daha aldı, sıcaklamaya başlamıştı.

“Geçmiş unutulmaz ama fazla takılmamak lazım. Düzeltemeyeceğin şeyler vardır. Yine de kimseyle olmazsa bile kendinle barışmalısın.”

“Kendimden nefret ettiğimi mi söylüyorsunuz?” 

Aden’in rengi attı birden. Amcası sürekli garip konuşurdu ve şu an Baver’in üstüne gitmek pek iyi fikir değildi. Araya girmeye çalıştı fakat amcası sözlerini sürdürdü. “Ben öyle bir şey söylemedim. O ifadeyi sen kullandın. Peki, söyler misin kendini ne kadar seviyorsun?”

Yanıt vermedi, bakışları bahçede, çiçeklerde dolaştı Baver’in. Şu ana kadar kendisi hakkında pek düşünmemişti. İç dünyasına döndüğünde tek düşündüğü geçmişiydi. Belki bu yüzden her şeye yetişmeye çalışıp aslında işe yarar biri olduğunu kendine kanıtlamak istiyordu. “Sanırım kendimi sevmek için çabaladığımı söyleyebilirim,” dedi sonunda.

Amca gülümsedi. “Bu da bir şey en azından. Kendini tanımak, kabullenmek kendini sevmenin ilk adımıdır. Neyse acıktınız mı gençler, hadi kafeye geçelim.”

“Güzel fikir, hadi gidelim,” dedi Aden ayağa kalkarak. Baver kahve için teşekkür ettiği sırada bir an izleniyor olduğu hissine kapıldı. Belli etmeden etrafa göz gezdirdi fakat anormal bir durum yoktu.

Kafede bir şeyler atıştırdıktan sonra Baver Aden’e veda etti. “Benimle ilgilenmek zorunda kaldın ama güzel bir gündü, teşekkürler.”

“Ben keyif aldım, görev olarak görmedim hiç.”

“Peki, güzel. Görüşürüz o zaman,” dedi Baver. 

Aden, Baver’in uzaklaşmasını izledi sonra kafeye geri girdi. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. 

Olanlardan sonra başkan ile konuşmak isteyen Baver ekip binasına gitmeye karar verdi. Ayrıca kendi kabuğuna çekilip olan bitenden habersiz yaşayamazdı. Oraya vardığında başkan ve Bruna’nın dışarıda olduğunu öğrendi. Baver’in içine kurt düşmüştü. “Bir şeyler oluyor anlaşılan,” dedi sekretere. “Endişelenmenizi gerektirecek bir şey yok,” dedi genç adam. “O zaman burada bekleyebilirim.”

“Fakat başkan dinlenmeniz gerektiğini söylemişti.”

Baver kaşlarını çattı. “Demek bir şeyler dönüyor ve benden gizliyorsunuz.” Sekreter bakışlarını kaçırdı. “Sorun çıkmasını istemiyorum Baver Bey. Lütfen anlayış gösterin.”

O sırada aşağı inen Habel imalı şekilde Baver’i süzdü. Elindeki dosyayı sekretere uzattıktan sonra döndü. “Sanırım zor zamanlar geçiriyorsun, başkanın sana zorunlu izin verdiğini düşünecek olursak.”

“Beni görmeyecek olmanın mutluluğunu sana yaşatmadığım için üzgünüm.”

“Neden mutlu olayım ki? Sadece merak içerisindeyim.”

“Bu, seni ilgilendiren bir konu değil. Gördüğün gibi görevimin başına dönmek için hazırım.”

Kadın istemsizce gülümsedi. “O zaman kolay gelsin.”

Sekreter çalan telefona yanıt verirken Baver hava almak için aşağı indi. Anlaşıldığı üzere başkan gelmeden bir şey öğrenemeyecekti. Beklerken bir şeyler içmek için karşıdaki pastaneye girdi. Sipariş verip beklemeye başladı. 

Birkaç dakika sonra elinde tepsiyle içeri giren garson kendisine birinin çarpması ile tökezledi. “Ah, kusura bakmayın. Ayağım takıldı,” dedi şapkalı müşteri. Bardakları düşürmeden tutan garson derin bir soluk aldı. “Daha dikkatli olun lütfen,” dedi kibarca. Tepsiyi daha sıkı tutarak ilerledi ve soğuk limonatayı Baver’e uzattı.

Baver birkaç yudum içince ferahladı. Son günlerde fazla gerilmiş artık önüne bakmalıydı. Bruna’yı aradı ama bir yanıt alamadı. Kim bilir ne zaman geleceklerdi? Boş boş dışarıdan geçen insanları izliyordu. Sonra gözleri kapanmaya başladı. Birden üzerine ağırlık çöktü, ne olduğunu anlayamıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ancak tökezledi. Birinin koluna girdiğini hissetti, ağzını açmaya çalıştıysa da konuşamadı, bilinci kapandı.

Bir süre sonra gözlerini araladığında depo gibi bir yerdeydi, eli bağlıydı. Durumu idrak edip hızla etrafa bakınca onu gördü. Sandalyeye oturmuş, bir elinde silahla, gözlerini ona dikmiş olan kişi babasıydı.

“Uyandın demek. Yarım kalmış bir işimiz vardı,” dedi sırıtarak. Gülümsemesine rağmen bakışlarındaki soğukluk ürperticiydi.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Baver onun bu kadarını yaptığına inanamıyordu. Bu derece hırs mı bürümüştü gözlerini? Aceleyle bağları çözmeye çalıştı. Başını hafifçe kaldırdığında bir anda görüş açısına başka biri girdi. Gözleri şaşkınlıkla ve öfkeyle açıldı. 

“O neden burada?” diye bağırdı.

Sersemlemiş haldeki Aden de yeni uyanıyordu. İçinde bulunduğu durumu fark edince afalladı. En son bir şeyler içerken gözünün karardığını anımsıyordu. Bileğini sıkan ipler ellerini kımıldattıkça canını yakıyordu.

“Baver ne oluyor burada?” dedi endişe içinde.

“Korkma, ona bir şey yapmayacağım. Sadece senin şu yeteneğini kullanmaman için onu rehin aldım. Böylece tekrar kaçamayacaksın.”

“Baba!” 

Baver’in öfke dolu haykırışı depoda yankılandı. Aden şaşkın halde durumu kavradı, ne diyeceğini bilemiyordu.

“Bu söz ağzına hiç de yakışmıyor.”

“Onu hemen bırak. Senin derdin benle!” Baver sinirden köpürüyor, iplerden kurtulmaya çalışıyordu.

“Uğraşma. Şimdi seni salacağım zaten. Bire bir kapışmada eğer beni yenersen kızla birlikte gidersin. Yalnız bu ölümüne bir kapışma olacak.”

“Bu, bu ne demek oluyor? Onun babasıysan nasıl böyle konuşursun?” Adam Aden’i takmadı bile. Gözleri oğluna kenetlenmişti. “Var mısın?”

“Varım,” dedi Baver kendinden emin şekilde. “Bu kadar ileri gidiyorsun madem ben de kendimi tutmayacağım.”

“Hayır, yapmayın,” dedi Aden çaresizce. Ne söylese de ikisinin durmayacağının farkındaydı. Endişesi geçen her saniye artıyordu. 

Duvayn, Baver’in bağlarını çözüp geri çekildi, pozisyonunu aldı. “Başlayalım.” Gözlerindeki vahşi ifadeyle uzun süre sonra avına yaklaşmış bir yırtıcı gibi görünüyordu. 

Baver babasının üstüne koştu doğruca. Duvayn'ın silahını doğrultup tetiği çekmesiyle Baver yerde kayıp onu düşürdü. Patlayan silah tavanda bir delik açtı. İkisi de hızla kalktı. Baver önce davranıp özel gücü ile silahı uzağa fırlattı. Aynı anda Duvayn’ın attığı yumruktan ise kaçamadı. Dudağının kenarından kan süzülürken bir iki adım geriledi. Babası sanki ömrü boyunca bu anı beklemişti. Anın tadını çıkarırcasına hareket ediyordu.

Duvayn ileri atılıp Baver’i yere serdi. Güçlü elleri Baver’in boğazını kavradığında Baver kendisinden çok daha ağır olan babasına direnmekte zorlanıyordu. Nefes alamaz olduğunda elini babasının saçlarına atıp onu olanca gücüyle yana çekti. Duvayn nihayet devrildiğinde Baver doğruldu. Herhangi bir hamle yapamadan Duvayn karnına attığı tekme ile onu uzaklaştırdı. Baver dengesini kaybedip geriye düştü. Yerden kalkan Duvayn en yakındaki tezgaha koşup bir bıçak kaptı.

Babası seri halde bıçağı savurup dururken güç de olsa geri sıçrayarak kurtuldu Baver. “Neden bunu yapıyorsun? Benden ne istiyorsun?” diye sordu. Sesindeki acıyı Aden hissetmişti. 

“Sen en büyük kâbusum oldun. Şu ana kadar o lanet gözlerinin hayali hep benimle oldu. Senden asla kurtulamadım. İkimizden biri yok olacaksa bu benim için kurtuluş olacaktır.”

“Saçmalık!”

Duvayn bir kez daha bıçağını savurunca bıçak yandan Baver’in belini sıyırdı geçti. “Artık bu kâbusun bitmesini istiyorum.” Acı içinde yarasını tuttu Baver. Parmaklarından kan sızıyordu. “Sen zavallının tekisin. Takıntıların yüzünden beni gözünde bir kâbus haline getirmişsin. Ne kadar acınası.”

Duvayn öfkelenerek bir kez daha saldırdı. Baver son anda yana sıçrayıp babasının kaburgasına tekmeyi geçirdi. Kendini yerde bulan adam daha da hırslanarak kalktı. 

İkili o andan itibaren daha seri ve kontrolsüzce dövüşmeye başladı. Aden sık sık korkuyla gözünü kapatıyor, dövüşün bir an önce sonlanmasını istiyordu. Baver’in derin olmayan yaraları artarken Duvayn’ın sol omzu çıktı. Baver’e sertçe dirseğiyle vuran Duvayn daha önce kaybettiği silahını almak üzere zıt yönde koşmaya başladı. Burnuna yediği darbe yüzünden gözleri sulanan Baver toparlanmaya çalışıyordu. Gözü kararsa da yanındaki demir rafa uzandı. Eline ilk geçen nesneyi, bileme taşını alıp tüm gücüyle babasına fırlattı. Sırtından isabet alan adam acıyla kıvrandı ama çabuk toparlandı. Silahını kaptığı gibi dönüp Baver’e nişan aldı.

“Dur, yapma!” diye bağırdı Aden.

Artık iyice yorulmuş olan Baver öylece bekledi. Nefes nefese kalmıştı. “Bana ateş edecek misin gerçekten?”

Duvayn’ın yüzünde tekinsiz bir ifade belirdi.

“Baver git buradan! Beni boş ver.”

Baver Aden’e yanıt vermek istese de şu an dikkatinin dağılmasına izin veremezdi. Babasını bir şekilde oyalamalıydı, gözlerini ona dikti. “Vuracak mısın oğlunu? Annem böyle olsun istemezdi.”

“Sus! Tek kelime daha edersen seni vururum.” Duvayn’ın eli hafifçe titriyordu.

Baver yavaşça babasına doğru birkaç adım attı. “Annem seni asla affetmeyecek.” Duvayn’ın bakışları daha da sertleşti. Tetiği çekti ve silahın ateşlenmesi ile Aden çığlık attı. “Baver!”

Baver yere yığıldı, hareketsizdi. Duvayn silahını indirdi, rahatlama hissi ile bir anlığına gözlerini kapattı. “Artık bitti.” Yavaşça oğluna doğru yürüdü, kontrol etmeliydi. Bir ayağını uzatıp dürtünce Baver onu ansızın ayağından yakalayıp yere serdi.

Şoka girmiş haldeki Aden Baver’in yaşadığını görünce derin bir nefes aldı. Beti benzi tamamen atmıştı.

Acısına rağmen Baver dişini sıkıp babasının başını sertçe yere vurdu. Sersemleyen Duvayn kendinden geçmek üzereydi, Baver bir kez daha vurunca bayılıp kaldı. 

“Baver, yeter artık. Dur!”

Gücünün son kırıntılarını kullanan Baver güçlükle Aden’in yanına yürüdü. Omzundan süzülen kan kolunu kırmıza boyamıştı. Aden’i öylece bırakamayacağı için babasını yenmek için yoğun çaba harcanmıştı.

Aden’in bağlarını çözerken ayakta zor duruyordu. “Bunları yaşadığın için üzgünüm,” dedi. İplerden kurtulan Aden hemen Baver’e destek oldu. “Ben senin için korktum. Hemen hastaneye gitmeliyiz.”

Baver dönüp soğuk bakışlarla yerde yatan babasını süzdü. “Önce onu bağlayalım, yanımızda götüreceğim, kaçmasına izin veremem.” 

Aden çekmecelerin birinde bir ip buldu, Duvayn’ın ellerini bağladılar. Baver önce dışarı çıkıp nerede bulunduğunu anlamaya çalıştı, Aden de koluna girip ona destek oldu. Neyse ki uzak bir yere kaçırılmamışlardı. Geri döndüler, Baver yorgun halde babasının yanına çöktü.

“İyi misin Baver, kendini zorlama.”

Baver başını salladı. “Yürüyecek halim kalmadı zaten, en azından bunu yapabilirim. Yakınlarda bir hastane, daha uzağa gidemeyiz.” Bir elini babasının omzuna koydu, diğer elini Aden’e uzattı. “Gidelim hadi.” 

Aden Baver’in elini tuttu ve gözlerinden çıkan ışıltılara hipnoz olmuş gibi baktı. Bir an sonra ayaklarını bastığı zemin yumuşadı. Gece karanlığında, hastanenin bahçesinde belirmişlerdi. Baver’in alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Aden hemen içeriye koşup sedye getirmelerini istedi. Baver sırt üstü yere düşüyordu ki Aden son anda onu tuttu. 

İki yaralı da sedyeye alındı, personeller içeride ilk müdahaleyi yaptı. Aden de olay hakkında bilgi veriyordu. Kadın personel Baver’in gözlerini kontrol ederken bir an şaşırsa da işine odaklandı. “Siz dışarıda bekleyin lütfen. Polise de haber vermeliyiz.

Aden koridora çıkıp yabancı numaradan Bruna'yı aradı. Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı. “Alo?”

“Ben Aden. Baver yaralı, hastanedeyiz.”

“Ah, durumu nasıl? Ne oldu? Saatlerdir size ulaşmaya çalışıyorum.”

“Buraya gelebilir misin? Baver babası ile dövüştü, o da tedaviye alındı.”

“Bu nasıl olur? Hangi hastane, hemen geliyorum.”


20 Nisan 2025 Pazar

Yıldız Düşüşü 9.Bölüm

 

9.Bölüm

Baver gece boyunca düşünüp durdu, babasını bir türlü kafasından atamıyordu. Sürekli onla nasıl yüzleşeceğini düşünüyordu. Hiçbir şekilde babasına ulaşamayacağının farkındaydı, onun kalbi tamamen kapalıydı.

Zil çalınca uyandı. Ne ara uykuya dalmıştı bilmiyordu. Güneş ışığı perdelerin arasından içeri sızıyordu. Toz zerreleri odada birikmeye başlamıştı. Bir anlığına da olsa eve yabancı hissetti kendini. Sanki her şey gözüne daha farklı görünüyordu, daha solgun, daha puslu... Belki de henüz uyanamamıştı. Doğrulup yumuşak yatakta oturdu, omzu sızlıyordu. 

Kapı zili bir kez daha çaldı. Şu an tek sorunu buymuş gibi kaşları çatıldı. Kapıyı söylenerek açtı. “Zaten başım ağrıyor, ne diye bu kadar zile basıyorsun?” Karşısında Aden’i gören birden sustu. Onun geleceğini unutmuştu. “Kusura bakma, Bruna sanmıştım. Gel içeri,” deyip kenara çekildi.

Aden hiç sorun etmedi, gülümseyerek içeri girdi. Bugün sade giyinmişti ve en doğal haliyle görünüyordu. “Açıkçası durumun beklediğim kadar vahim görünmüyor. Sanırım Bruna biraz olsun toparlamış seni.”

Baver gözlerini kıstı. “Sana ne anlattı?” 

“Merak etme bir şey anlatmadı. Siz ikiniz sır küpüsünüz ne de olsa. Beni niye ilgilendirsin bunlar değil mi?”

Aden’in ilk kez kızdığını gören Baver şaşırdı. “Neden alınıyorsun? Sana karşı bir garezimiz yok. Sadece insanlara kendimi açmayı sevmiyorum. Bruna’dan başka...”

“Ondan başka kimseye güvenmiyorsun değil mi?”

“Hayır, ondan başka beni anlayacak biri yok.” İkisi arasında sessizlik bir an sürdü. Aden hiçbir şey yok gibi mutfağa doğru yürüdü. “Yeni uyandığına göre kahvaltı da yapmamışsındır. Ben bir şeyler hazırlayım.”

“Hayır, gerek yok,” dedi Baver aceleyle arkasından gidip. “Bunu neden yapıyorsun? Benim yüzümden vaktini boşa harcama.”

“Bu kadar gerilme ya. Kendi evimde gibi rahat olacağıma emin olabilirsin,” dedi Aden, neşeyle buzdolabını açıp bir şeyler çıkarmaya başladı. “Orası kesin,” diye mırıldandı Baver, Aden’i garip bir ifade ile izlerken. Evinde birinin rahatça dolaşmasına alışık değildi. Yarım saat içinde masa hazır olmuştu. Aden ekmeği kesti, Baver de çayları doldurdu. “Teşekkürler, zahmet oldu sana. Kafam hâlâ karmakarışık.”

Aden neler olduğunu sormamak için kendini zor tutuyordu. Baver’in dayak yemiş gibi bir hali vardı ama kimse bunu itiraf etmek istemezdi. “Anlıyorum, her ne olduysa şimdilik geride bırak, belki sonra bana anlatmak istersin. Şundan da ye,” diye omleti uzattı.

Baver dalgın bakışlarla omlete uzandı. Babasını bir daha görecek miydi? Neden o an ona karşılık verememişti? Rakibi babasıysa eli kolu mu bağlanırdı insanın? Yoksa sadece güçsüz olduğu için mi bunları yaşamıştı? Bir şeyleri doğrulaması gerekiyordu.

Aden Baver’in çökmüş gözlerine baktı. “Hey, nereye daldın? Gücünü toplamak için bir şeyler yemelisin.”

“Sence ben zayıf biri miyim?”

Genç kadın şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi bir an. Baver’in aklından ne geçtiğini kestiremediği için duraksadı. Boş yere övülmek onu çileden çıkarabilirdi, ona acımadığını göstermeliydi. “Hiç de zayıf değilsin. Özel yeteneğin ve mücadeleci yanınla gayet güçlüsün.”

Baver bir süre sessiz kaldı. “Demek öyle düşünüyorsun. Bazen tüm bunlar da yetersiz kalıyor.” Aden bir şeyler yemeyi bırakıp Baver’e baktı. Ne demeye çalıştığını merak ediyordu “Peki, senden saklamam için bir sebep yok. Dün babamla dövüştüm. Tabii biraz sarsılmış durumdayım.”

“Ne?” Aden hayrete düşmüştü, önündeki çayı düşürüyordu az daha. Baver’in bu haline babasının sebep olduğuna inanamıyordu. “Babandan hiç bahsetmemiştin. Neden dövüştünüz?”

“Bahsetmeye değer bir şey yoktu çünkü. Sadece düşmanlarımın arasına bir kişi daha eklenmiş oldu.” Baver’in dalgın hali ve soğuk ses tonu Aden’i hüzünlendirdi. Baver yine ruhen başka yerlerde gibiydi.

***

Şapka ve gözlükle biraz olsun kamufle olan Bruna sokağın köşesinde durmuş vitrine bakıyordu. Vitrindeki ayna sayesinde arkadaki restoranda oturan Tanza ve adamlarını izleyebiliyordu. O sırada masaya biri yanaştı. Söylediği her neyse Tanza’nın gerildiği belliydi, adamlarına işaret verince hepsi masadan kalktı. Lokantadakiler müşteriler rahatsız olmuş bakışlarla onları süzdü.

Adamlar araçlara binip oradan uzaklaştı. Bruna da sıradan bir araçla peşlerine düştü. Yakalanmamak için dikkati elden bırakmıyordu. Yolculuk uzun sürmedi. Tanınmış eğlence mekanlarından birine gelmişlerdi. Bruna gözükmeyecek şekilde geriye park etti. Pardösüsünü ve şapkasını çıkarıp şık, modern bir ceket giydi. Eliyle saçlarını dağıtıp, güneş gözlüğü taktı.

Tanza sanki bir dövüşe gidiyormuş gibi hararetle içeri daldı. Görevliler onu saygıyla selamlayıp geriye çekildi. Bruna’nın burada çalışan bir tanıdığı vardı, bu yüzden içeri rahatça girebildi. İçeride arkadaşıyla muhabbet edip bir şeyler içerken gözü Tanza’nın üzerindeydi. Az önce mekân sahibinin odasına geçmişlerdi. Şimdilik neler olduğunu öğrenmesinin imkânı yoktu, bekliyordu. 

“Başkan Passal nasıl?” dedi genç.

“Nasıl olsun, her zamanki gibi koşturuyor. İşler yoğun.”

Mavi gözlü genç gülümsedi. “Bilmez miyim? Buraya durduk yere gelmezsin. Anlatmayacağını bildiğim için sormuyorum, takıl kafana göre.”

“Bana çok yardımcı oluyorsun, teşekkürler.”

O sırada Tanza göründü, adamlarının yanına ilerledi. Sert yüz hatları biraz olsun gevşememişti, kaşları çatıktı. “Hazırlanın, baskına gidiyoruz.”

Bruna anında dikkat kesildi ve onlara çaktırmadan dışarı çıktı. Hemen Passal’a durumu bildirdi. “Takipteyim, konum atarım size.” Direksiyonu hızla sağa çevirip caddeye girdi, Tanza’yı gözden kaybedemezdi. Bruna şehrin diğer ucuna kadar onları izledi. Yol seyrekleşince mesafeyi açmak zorunda kaldı. Bruna kime baskın yapılacağını tahmin etmeye çalışıyor, güpegündüz bu durumun yaşanmasını şaşırtıcı buluyordu. Sonunda yüksek duvarlı bir villanın önünde sıralandı araçlar, silahlı adamlar hızla aşağı indi. Bahçe kapısını tekmeleyerek içeri daldılar.

Aracını uzağa park eden Bruna da yerini bildirip hemen villaya koştu. İçeriden anında silah sesleri yükselmeye başladı. Bruna silahını alarak içeriye bir göz attı.

“Nerede bu adam?” Bağıran Tanza idi. Adamları ile evi didik didik etmiş ortalığı dağıtmışlardı. Burası Passal’ın bahsettiği iş adamının eviydi. Bruna kapının önünde yaralı halde yatan görevliyi fark etti. Bir tanesi de ellerindeydi. Tanza tekrar bağırdı. “Herkes nereye gitti? Biri haber mi uçurdu?” Baskın bir işe yaramadığı için sinirden köpürüyordu. Önünde tutulan adama bir yumruk atıp bayılttı. “Evi yakın gitsin.”

İki katlı, turkuaz renkli gösterişli evin bahçesi usta bir bahçıvanın elinden çıkmışçasına düzenli ve göz alıcı yeşilliklerle kaplıydı. Japon usulü çatısı da dikkat çekiciydi. Bahçe salıncağı rüzgar nedeniyle hafif gıcırdayarak sallanıyordu.

O sırada yerdeki yaralı kımıldayınca Tanza silahını ona doğrulttu. “Hâlâ yaşıyorsun demek.” Acımasız bakışları aklından geçenleri fazlasıyla yansıtıyordu. Tam tetiği çekerken bir silah patlayıp da elindeki tabanca düşünce hiddetle dışarıya baktı. “Orada biri var, çabuk yakalayın!”

Bruna aracına doğru koştu, adamlar peşine düşmüştü. Niyeti ekip arkadaşlarını beklemekti ama masum birinin ölümünü izleyemezdi. “Kaç kaçabilirsen şimdi,” diye söylendi. Aracı deli gibi sürse de yeterince hızlı değildi. Arkasındaki son model araba ile yarışamazdı. Arada bir arkadan gelen kurşunlar araca saplanıyordu.

 Mesafe gittikçe kapanırken Bruna'nın endişesi artıyordu. Alnında terler birikmişti. Daha yakından silah sesi geldi, kurşun dibinden geçip ön camı delip geçti.

 Bruna karşıdan gelen aracı görünce derin bir nefes aldı. Başkan geldiğine göre olay çözülmüş demekti. Gülümsedi, aniden U dönüşü yapıp durdu. Onu kovalayanlar da şaşkınlıkla frene bastı.

Birkaç saniye sonra Passal’ın lacivert arabası yanlarında durdu. Henüz koltuğunda oturan başkanın sert bakışları Tanza’nın adamlarına odaklanmıştı. Aracın içinde öylece beklerken Bruna fırtına öncesi sessizliğin yaşandığını sezebiliyordu.

 Bruna’ya silahını doğrultan esmer adam tam tetiği çekmeye hazırlanıyordu ki görüşü bulanıklaştı. Gözlerinin önündeki nesneler belirginliklerini kaybedip titreşmeye başladı. Nereye nişan alacağını kestiremiyordu. Hemen yanındaki adama baktı, onun şekli bile titreşip, kıvrılıp duruyordu. Demin gelen kişinin Passal olduğunu anlayınca soğuk soğuk terlemeye başladı. Tanza daha önce o adam hakkında uyarı yapmıştı fakat bunu bilmek çözümü de beraberinde getirmiyordu.

Adamların hepsi şaşkınlıktan donup kalmıştı. Adım attıklarını yer ayaklarının altından kayıyor gibiydi. Bırak saldırmayı yürümekte zorlanıyorlardı. Yine de içlerinden biri tekrar silahına sarıldı. İki el silah sesi işitildi ama adam çok alakasız noktalara ateş etmişti.

Passal araçtan görkemli şekilde indi, öfkeli görünüyordu. Her adımında metrelerce yol kat edecek kadar hızlıydı, bir anda adamların dibinde belirdi. Elindeki kalın sopayla sert darbeler vurarak hepsini yere serdi. Bruna gülümseyerek yanına geldi.

“Başkan yine formundasın. Sinirlenince daha mı güçlü oluyorsun ne?” Passal ters ters Bruna’ya baktı. “Başına dert almış birine göre fazla konuşuyorsun. Henüz Tanza ile işimiz bitmedi.

“Nerede kaldı bunlar?” diye söylendi Tanza. “Tek bir adamı yakalayamıyorlar mı?”

“Efendim adamlara ulaşamıyorum. Hiçbiri telefonunu açmıyor.”

Tanza öfkeyle bahçedeki karo taşların üzerinde yürüdü. İşine çomak sokanın kim olduğunu merak ediyordu. “Burada oyalanmayalım, gidelim çabuk.”

“Nereye böyle?”

Tanza hızla bahçe kapısına döndü, gelenin kim olduğunu görünce kaşları çatıldı. “Demek senin marifetin? Bunu ödeyeceksin.” Tanza silahını hemen ona doğrulttu. Tetiği çekmeye fırsat kalmadan gözünün önünde dalgalanmalar oldu. Yine de durduğu noktadan hiç kımıldamadan silahı ateşledi. Kurşun başkanın kolunun dibinden geçti.

Passal öfkeyle ileri atıldı. Tanza bozuk görüşüne rağmen rakibi ile arasındaki uzaklığı tahmin etmeye çalışarak bir iki el daha ateş etti, yine ıskaladı. Passal bir tekme atıp silahı elinden düşürdü. Tanza bu kez dövüşçü içgüdüleri ile harekete geçti. İleri atlayıp Passal’ı yere devirdi. Bu sırada Bruna da diğer adamları etkisiz hale getiriyordu.

Passal bir yumruk darbesi ile Tanza’yı sersemletti. Tanza kısa sürede ayaklandı ve seri hamlelerle rakibini uzak tutmaya çalıştı. Passal’ın aşağıdan savurduğu tekmeyi ayağını yere sabitleyerek durdurdu. Vücudunu çevirip olanca hızıyla sağ yumruğunu başkanın karnına geçirdi. Passal bir anlığına geri çekilmek zorunda kaldı. Nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Tanza’nın bir sonraki hamlesi boşluğa geldi. Passal fırsattan yararlanıp ileri atıldı ve uçarak tekme attı. Kendini yerde bulan Tanza homurdandı. Başkanın hızına yetişmesi imkansızdı, silahının düştüğü yere doğru ilerledi. Tam silahın kabzasına dokunduğu anda Passal eline bastı. “Teslim ol artık.”

“Passal sen canına susamışsın. Seni yok edeceğim,” diye tehdit savurdu Tanza. Ardından aniden cebinden sis bombası çıkarıp yere fırlattı. Tanza ve adamları arabaya atlayıp kaçarken Passal arkalarından gitmedi. “Şimdilik geri çekilelim. Öncelikle yaralılarla ilgilenmeliyiz.” 

Villadaki yaralı iki adamı araca taşıdılar. Güneş göz alıcı şekilde parlıyordu. Passal göğe bakarken gözlerini kıstı, huzursuz hissediyordu. Bir şey demeden araca bindi. Bruna da onu izledi. Dakikalar sonra araç hızla ilerlerken birden sağa sola yalpalamaya başladı. Frene basan Passal son anda yolun kenarında aracı durdurabildi. Arkadan korna sesleri yükseldi.

“Ne oldu?” dedi hayrete düşen Bruna.

“Yer değiştirelim, sen sür,” dedi başkan.

“İyi hissetmiyor musun? Yaralı mısın?”

Başkan elini gözlerine götürdü. “Şu an bulanık görüyorum.”

“Bu nasıl olur?” dedi Bruna endişeyle.


17 Nisan 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 8.Bölüm

 

8.Bölüm


“Ne dedin?” Baver donup kaldı. Bu gerçek olabilir miydi? Karşısındaki adama dikkatle baktı. Çok değişmiş olsa da çocukluktan anımsadığı kinci bakışları aynıydı. Bu kez yüzünde sinsi bir gülümseme de vardı.

“Ben senin babanım.”

Baver’in beti benzi attı, gözleri babasına kenetlenmişti. Bunca yıl sonra bu şekilde mi karşılaşmak zorundaydılar. Kendini toplamak için yoğun bir çaba harcaması gerekti. “Olamaz,” diye mırıldandı.

Duvayn duruma daha çabuk uyum sağladı. Sanki yıllar sonra karşılaştığı kişi oğlu değil de herhangi biriydi. Şaşkınlığı yerini hızla üstünlük kurma çabasına bıraktı.

“Bak sen şu işe. Büyüdün de peşime mi düştün? Beni alt edebileceğini mi sandın?”

Hâlâ şaşkın olan Baver ne diyeceğini bilemedi. Babası tıpkı eskiden olduğu gibi kendisini ezip geçmek için can atıyordu sadece. Baver daha önce hiç bu kadar soğuk insan görmemişti. Çocukluk anıları zihninde dönüp dururken Duvayn ani bir hamleyle kolunu yakalayıp geriye doğru büktü.

“Kim için çalışıyorsun? Söyle!”

“Bırak! Senin gibi suçluların karşısında olduğumuzu bil yeter.”

“Yıllar önce o sinir bozucu gözlerinden, senden kaçtım. Zayıflığıma lanet ettim, bir çocuk karşısında hissedilen acizlik ne fenadır. O günden sonra güçlü biri olmak için çok çalıştım.”

“Sadece acımasız bir katil olmuşsun!”

Duvayn kolunu kırmak istercesine daha da büktü. Baver haykırmamak için kendini zor tutuyordu. Babası nasıl olmuş da bu kadar güçlenebilmişti? Serbest olan kolunu kaldırıp dirseğiyle geriye, Duvayn'ın çenesine vurdu. Sağlam şekilde vuramadığı gibi babasını daha da kışkırtmıştı. Başına yediği silah kabzası ile kendini yerde buldu.

Duvayn önünde çömeldi. “Uslu dur. Bana ulaşabildiğinize göre boş değilsiniz anlaşılan. Ama oğlum olsan da daha ileri gitmene izin veremem. Yok hayır, asıl oğlum olduğun için bir bedel ödemelisin.”

“Neden bunu yapıyorsun?” dedi Baver. Sadece kafasını toplamak için zaman kazanmaya çalışıyordu. Gözleri kararmıştı ve yerden kalkacak gücü yoktu.

“Çünkü ben özgürlüğü fiziksel güçte buldum. Güçsüz, zayıf, sıradan biri olarak birilerine kölelik etmektense kendi hakimiyetimi kurdum. Yıllarca dövüşerek para kazandım, sonuçta tek başıma herkesi alt edebilecek seviyeye geldim. Korkulan Hayalet oldum, aranılan, saygı duyulan...”

Duvayn'ın yüzünde delice bir ifade belirdi. Gözleri Baver’in gözlerine kenetlenmişti. Avına yaklaşan bir vahşi gibi elini o gözlere doğru uzatırken sarı gözler ışıldadı. Duvayn bir an şaşırıp elini geri çekti. O anda Baver gözlerinin önünden yok oldu. “Kahretsin, elimden kaçtı!” diye haykırdı. Masayı tekmeledi, burnundan soluyordu.

Baver uzağa gidemeyeceği için arabasına geçmişti. Titreyen ellerle hemen arabayı çalıştırıp uzaklaştı. Pansiyona girdiğinde ayakta durmakta zorlanıyordu, görevli onu fark edince koştu. “İyi misiniz? Yardım edeyim.”

Baver bayağı hırpalanmıştı, kolunu pek kımıldatamıyordu, canı yanıyordu. Görevli hemen koluna girip onu odasına bıraktı. “O adam. Nasıl olur?” diye mırıldandı Baver. Kalbi deli gibi atıyordu. Beklemediği bu durum onu sarsmıştı. Babasının karşısında bir şey yapamamış, kaçmak zorunda kalmıştı. Hem öfkesi, hem de kalp kırıklığı giderek artıyordu, gözleri dolmaya başladı. 

Az önceki genç geri dönüp kapıyı tıklatınca duymadı bile. Sargı bezi, ağrı kesici falan getirmişti. Gereken müdahaleyi yapıp gitti.

Baver düşüncelere dalmıştı, olanlara inanmakta zorlanıyordu. Bu şekilde davranılmayı hak edecek ne yapmıştı? Neden bu görev ona verilmek zorundaydı? Her şey berbat olmuştu. Bir süre sonra gözlerini açık tutmakta zorlandı.

Gün ışığı odaya vurduğunda güçlükle gözlerini araladı. Olanları hatırlayınca yatağından fırladı, her tarafı ağrıyordu. Yüzünü yıkayıp kendine geldi. Başkanı aradı, sesi donuktu.

“Ben yapamadım, dönüyorum.”

“Baver bir şey mi oldu? Sesin kötü geliyor.”

“Başarısız oldum.”

“Dünyanın sonu değil, bu kadar dert etme. Tekrar denersin.”

“Anlamıyorsunuz. Bunun olmasını beklemiyordum. Üzgünüm, beni bu görevden almanız lazım.”

“Ne oldu Baver, sorun ne?”

“Şu an anlatamam, bana biraz zaman verin.”

“Tamam, sakinleş önce. Ne zaman istersen dön.”

Baver telefonu kapatınca hemen hazırlandı. Buradan bir an önce gitmek istiyordu. Babasıyla tekrar yüzleşecek gücü yoktu. Öyle biri kaldığı yeri de bulabilirdi. Bitkin hissetse de yola koyuldu. Eve varmak üzereyken Bruna aradı.

“Neredesin? Neden telefonu açmıyorsun? Başkan haber verdi, ne oldu? Evdeysen yanına geliyorum.”

“Telaşlanma, iyiyim. Birazdan evde olurum, gelmene gerek yok.”

“Olmaz öyle şey. En azından gelip göreyim seni.”

“Nasıl istersen,” diyerek telefonu kapattı Baver. İç geçirdi, kendini bir an evvel eve atmak istiyordu. Yarım saat sonra odasındaydı, gözleri ağrıyordu. Tüm enerjisi tükenmiş gibiydi. Bir zaman sonra zil sesini işitti, ısrarla çalıyordu. Kendini yataktan kazırcasına kalktı, kapıyı açmazsa Bruna gitmezdi. Kapıyı aralayıp boş bir ifade ile baktı. 

Hem fiziksel hem ruhsal anlamda çökmüş görünen Baver Bruna'yı şaşırttı. Aceleyle içeri girip kapıyı örttü. “Bu haldesin ve hâlâ iyi olduğunu söylüyorsun öyle mi? Doktora gittin mi peki?”

“Boşver, sadece uyumak istiyorum. Boşuna nefesini yorma.”

Baver odasına doğru gidince Bruna onu takip etti. “Ne oldu? Bir şey anlatmayacak mısın?”

Baver başını ellerinin arasına alıp yatağın kenarına oturdu. “Başkanın verdiği görev için oraya gittim. Yakalamam gereken kişi babammış.”

“Nasıl yani? Başkan babanı nereden tanıyor?”

“Başkanın babamı tanıdığı yok, tesadüftü. O kiralık katilin babam olduğunu bilemezdim.”

Bruna şaşkındı. “Hadi ya, bu nasıl olur?”

Baver lafını kesip öfkeyle konuştu. “Onla kavga ettim. Fakat o beni tanıdıktan sonra bile tereddüt etmedi. Beni bu hale getirecek kadar güçlenmiş inanabiliyor musun? Kaçmaktan başka şey yapamadım.”

Baver’in hali Bruna’nın içine oturdu. Onun neden sarsıldığını şimdi anlıyordu. “Bir insan oğluna nasıl böyle davranabilir, aklım almıyor. Kendini suçlama, sen de güçlüsün. O an şoka girdiğin ya da karşılık vermek istemediğin için yenilmiş olabilirsin. Bunları düşünme, bir an önce toparlanmalısın.”

Baver başını kaldırınca Bruna gözlerindeki hayal kırıklığını okuyabildi. “Beni terk ettiği için ona öfkeli olsam bile içten içten bir gün karşılaşmayı istedim. Belki pişman olmuştur, belki beni aramıştır diye düşündüm. Görüyorum ki o benden hep nefret etmiş.”

“Kolay değil farkındayım. Keşke hiç yaşanmasaydı. Sen biraz dinlen. Eminim açsındır, bir şeyler hazırlayım.” Baver sessizce başını sallayınca Bruna mutfağa geçti. Passal’ı arayıp durumu bildirdi. Başkan şaşkına döndü. “Hayalet denen o lanet adam Baver’in mi babasıymış? Buna inanamıyorum.”

 “Düzelecek. Sanırım bir süre görev vermesen iyi olur.”

“Haklısın. Diğer herkes çalışıyor zaten. Sen de Tanza’yı yakından izlemelisin. Kendisiyle ortak olmak istemeyen iş adamlarını tehdit etmeye başlamış, bunun üzerine git bakalım. Baver’in girişimleri de sonuçsuz kaldı zaten, holding işinden çekiliyoruz şimdilik. Asıl bela Tanza.”

“Anlaşıldı, yarından itibaren buna yoğunlaşacağım. Ayrıca yanındaki gizemli elemana bir şekilde ulaşmam lazım.”

“Bruna, önceliğin o olmasın. Fevri davranma. Gücünü geri kazanma gibi bir umudun varsa hayal kırıklığına uğramanı istemem. Dikkatli ol.”

Bruna konuşmanın ardından Aden’i aradı. “Merhaba Aden. Rahatsız ediyorum ama yarın ben çok meşgul olacağım için gelip Baver ile ilgilenir misin? Pek iyi durumda değil.”

“Döndü mü? Kötü bir şey mi oldu? Gelirim tabii ne demek.”

“Bazı tatsızlıklar yaşamış, pek üstüne gitme. Sadece kafasının dağılmaya ihtiyacı var. Tek kalırsa ruh hali daha kötüye gidebilir.”

Aden’in sesi hafif telaşlıydı. “Anladım, haber verdiğin için teşekkürler. Yarın orada olacağım.” Bruna biraz olsun rahatlayıp çorba malzemelerini dolaptan çıkardı. Yaptığı sıcak çorbayı Baver’e götürdü. “Uyan bakalım, bir şeyler ye.” Baver istemeyerek de olsa doğruldu. Çorbanın güzel kokusu karnının ne kadar acıktığını hatırlattı. “Bruna sen iyi birisin. Benim aksime herkesin derdine koşuyorsun, herkesle aran iyi.” Bruna gülümsedi. “Bunun için özel bir çaba harcamıyorum. Yani insanlarla olmak bana iyi geliyor. Sense kendi kabuğuna çekilmeyi seviyorsun, bu seni daha az iyi yapmaz.”

Çorbasından birkaç kaşık içti Baver. “Sence bu geçmişimden ötürü mü? Gerçek bir ailem olsaydı belki...” Sesi giderek azaldı.

“Şimdi bunları düşünme. Duygusal davranıyorsun. Baban yüzünden kendinde olumsuzluk aramayı bırak.”

Baver kaşığı tepsiye bıraktı. Gözlerinde tekinsiz bir ışıltı vardı. Sesi daha farklı çıkıyordu. “Düşündükçe bir şeyin farkına vardım. Sonu ne olursa olsun onun karşısına bir daha çıkmak istiyorum.”

Bruna hayretle baktı arkadaşına. Onda uyanan hırsı görebiliyordu. “Babanla dövüşmek mi istiyorsun? Neden?”

“Oradan kaçtıktan sonra bir şeyler değişti sanki. İçimde bir şeyler parçalandı. Yeniden hayata odaklanmam için onunla kapışmalıyım. O, yakamı bırakmayan bir kâbus olarak kalacak yoksa. Buna izin veremem, her şeyi bitirmeliyim.”

Bruna kaşları çatık halde ayağa kalktı. “Şu an doğru düşünemiyorsun. Kendine gel Baver. Tüm söylediklerin anlamsız, babanı takıntı haline getirmek sana daha zarar verir.”

Baver dik dik Bruna’ya baktı. “Beni anlamanı beklemiyorum, onay da istemiyorum zaten.” Bruna başını iki yana salladı. “Onu yendiğinde ne değişecek?”

“Ona öğreteceğim, hayal kırıklığının ne olduğunu.”

Bruna ona laf anlatmanın anlamsız olduğunu düşünüp uzatmadı. Nasılsa aklını başına alacak, toparlanacaktı. “Geç oldu, benim gitmem lazım. Yarın çok işim var, burada olamayacağım.”

“Sorun değil, kendi başımın çaresine bakabilirim.”

“Aden gelecek, onu aradım.”

“Neden, çocuk muyum ben? Başıma neden birini dikiyorsun?”

“Üzgünüm Baver ama beni buna sen mecbur ediyorsun.” Baver burnundan soluyordu ama sakinliğini korudu. Bruna’nın her zamanki gibi durumu abarttığını düşünüyordu. Bir anlığına düşüncelere daldı, sonra sakince konuştu. “Bruna benim için endişelendiğinin farkındayım. Kusura bakma. Aceleyle hatalı bir karar almayacağım, güven bana.” Bruna yine de şüpheyle onu süzdü. Duvara yaslandı. “Her şey sana kalmış. Önüne bakmak yerine boş bir amaç peşinde koşacaksan koş, hayatı kendine zehir edeceksen durma.”

“Bu ağır oldu,” diye mırıldandı Baver.

“Anlaman gerekiyordu, üzgünüm,” diye gülümsedi Bruna.


14 Nisan 2025 Pazartesi

Yıldız Düşüşü 7.Bölüm

 

7.Bölüm

Yağmurun bastırmasına aldırmayan Baver dalgın halde yürümeyi sürdürdü. Karamsarlık seviyesi gökyüzünü kaplayan kara bulutlarla yarışırcasına artmıştı. Görevi kafasına taktığı yoktu, daha zorlarını başarmıştı. Ancak bu kez bir şeylerin ters gittiğini seziyordu. Sanki bilinçaltındaki bir şey onu uyarmaya çalışıyordu. Kalbinin derinliklerinde hissettiği rahatsızlığın sebebi ne olabilirdi? Bunun başkanın tavrıyla ilgisi yoktu ama görevi aldığından beri garip hissediyordu. Esen soğuk rüzgar içini titretince adımlarını hızlandırdı. Sokak çoktan boşalmış, herkes bir yerlere sığınmıştı. Beklemeye tahammülü kalmayınca fırsatını bulduğu ilk anda gücünü kullanıp evine geçti. Parkelerin üstünde dururken üstünden akan su yeri batırmıştı. Hemen ayakkabılarını çıkarıp yeri sildi. Üzerini değiştirdi, bir havlu alıp saçlarını kuruladı.

Cüzdanına koyduğu fotoğrafı çıkardı. Bu, başkanın kendisinden yakalamasını istediği kiralık katilin net olmayan bir görüntüsüydü. Hayalet lakaplı adam hakkında son görüldüğü yer dışında ellerinde pek bir ipucu yoktu. Uzaktan çekilmiş bu fotoğraf da işine yaramıyordu. Adamın uzun saçları yüzünün yarısını kapatıyordu. Genç olamayacak kadar hantal bir vücut yapısı vardı, yaşını anlamak güçtü. Passal’ın belirttiğine göre geçen hafta bir vakıf başkanı ölü bulunmuş. Olay yerinde fotoğraftakine benzer birini gördüğünü iddia eden varmış. Tabii adamın izini bulmak mümkün olmamış.

Baver en kısa zamanda kiralık katilin izini sürmeye başlamalıydı. Hakkında bilgi olmaması tek başına çalıştığına işaret olabilirdi. Böyle birini nereden bulabilirdi? Doğru ya, şimdi yapmam gereken bir kiralık katil talep etmek, o beni bulacaktır, diye düşündü.

Acıkınca mutfağa geçip yemek yapmaya koyuldu. Bir süredir kendi için çabalamadığını fark etmişti. Mantarları ve soğanları doğrarken telefondan bir müzik açtı. Arka planda deniz dalgasının işitildiği dinlendirici müzik uzun zamandır hasretini çektiği bir yeri anımsattı ona. Kırlarında koştuğu, iskeleden denize atladığı o küçük şehir... Hayal meyal hatırlıyordu. O zamanlar babası gittiği için bir süre dayısı bakımını üstlenmişti. İyi adamdı dayısı fakat onun da ömrü uzun olmamıştı. Bazen uzun uzun annesini anlatırdı Baver’e. Hatta annesinin bir fotoğrafını vermişti de Baver o günden beri saklıyordu. 

Ertesi gün hazırlıklara başladı. Koyu ve bol kıyafetler giyindi. Uzamaya başlamış saçlarını alnına döktü, kapüşonunu yüzüne kadar indirdi. Bu şekilde gözlerinin fark edilmesi zor olacaktı. Daha çok gece harekete geçeceği için güneş gözlükleriyle dikkat çekerdi. Çıkmadan önce Aden’i aradı.

“Ben başkanın isteğiyle bir göreve çıkıyorum. Şehir dışında olacağım, ne zaman döneceğim belirsiz.”

“Bruna’ya bile söylemediğin görev mi? Peki, dikkat et kendine.”

“Önemli bir şey değil, siz ikiniz kafanızda kurup durmayın. Dönünce anlatırım nasılsa.”

“Baver, senin asistanın olduğumu unutuyorsun. Ne olurdu azıcık bilgi versen. Ya başına bir şey gelirse.” Aden’in sesi sitemli olduğu kadar meraklıydı da.

“Bana bir şey olmaz. Dönünce konuşuruz. Şimdi çıkmam lazım, kendine dikkat et.”

“Sen de,” dedi Aden. Telefonu kapatırken somurttu. Bruna onu süzdü. “Sen de ağzından laf alamadın anlaşılan.” Aden olumsuz anlamda başını salladı.

Baver arabasına atladığı gibi iki yüz elli kilometre uzaklıktaki şehre doğru yola çıktı. Bir sırt çantası ve birkaç silahtan başka şey almadı yanına. Uzun zamandır gelmediği şehir eskiye nazaran daha ıssız göründü gözüne. Hava kararıp da arka sokakları turlamaya başladığında köşe başlarını garip tiplerin tutmuş olduğunu gördü. Bazıları bir şeyler satmaya çalışırken bazıları gruplar halinde takılıyordu. Küçük bir çetenin konuşlandığı otoparkı görünce arabasını park etti ve ağır adımlarla yanlarına gitti.

Elindeki şişenin son damlasını da içen genç tehditkar bir ifade ile Baver’e baktı. “Ne var, ne bakıyorsun? Canın kavga mı istiyor?”

Baver sarhoşa aldırmadı. Yanındaki daha sakin görünümlü olana odaklandı. Soğuk ve sakin şekilde konuştu. “Bana bir kiralık katil lazım.”

Sarhoş öne atıldı. “Kiralık katile benzer halimiz mi var? Defol buradan!” Esmer olan onu durdurdu, ayağa kalkıp Baver’i iyice süzdü. “Yeterince paran var mı? Bir kiralık katil ayarlayabilirim, tabii komisyon isterim.”

“Anlıyorum, para hiç sorun değil. Çok güçlü bir düşmanım var. Bir an önce ondan kurtulmam lazım, bana profesyonel biri lazım.”

“Demek öyle. Tanıdığım bir iki kişi var onlarla bir görüşeyim. Sana nasıl ulaşırım?”

Baver küçük bir not defteri çıkarıp yeni aldığı hattın numarasını yazdı. “Bu benim numaram. Saat kaç olursa olsun muhakkak ara. Ön önemli şartım aradığım kişinin asla yakayı ele vermeyecek kusursuz bir katil olması. Düşmanlarım işin arkasında benim olduğumu anlarsa işim biter. Dediğim gibi ne kadar istenirse vermeye hazırım.” Baver’in kararlı ve emin duruşu genci ikna etmişe benziyordu, kağıdı aldı. Ayrıca Baver’in kolundaki altın saat de genç adamda onun zengin biri olduğu izlenimini uyandırmıştı. 

“Anlaşıldı ahbap, görüşürüz o halde,” dedi açgözlü bir ifade ile.

Çetenin diğer üyeleri kart oyununa öyle dalmışlardı ki onlara olağan gelen bu durumla hiç ilgilenmediler bile.

Baver tekrar arabasına binip gözden kayboldu. Kısa sürede yanıt alabilmeyi umuyordu ama o çetenin Hayalet'i tanımama ihtimali de vardı. Şehrin nispeten daha güvenilir görünen bir semtine geçip bir pansiyona yerleşti. Hemen camı açıp odayı havalandırdı. Beklerken gergindi, burası evine göre basık ve ruhsuzdu. Yatağın kenarına oturdu, öylece bekledi. Boş boş yere bakıyor, düşüncelere dalıyordu. Bir ara uyuyakaldı.

 Rüyasında uzayın boşluğunda süzülüyor gibiydi. Parlak yıldızlar gözünü öyle alıyordu ki başka şey görmüyordu. Sonra çok aşağıdan gelen boğuk bir ses işitti. Öne doğru eğilince aşağıya bakabildi. Bu kez yıldızlar spot ışıkları gibi ışığını baktığı yere çevirdi. Fotoğraftaki adamdı bu.

 “Sen kimsin?” diye seslendi. “Hayalet, beni arıyordun değil mi?” Yerdeki adamın soğuk ve keskin bakışları yukarıya dönüktü, Baver’e bakıyordu. Adamdan yayılan nefret dalgası karşısında kan ter içinde uyandı. “Hayaletin sesi...” diye geçirdi içinden.

O sırada telefon çaldı, hemen açtı. “Biri var, şartlarına birebir uyuyor. Şanslısın ki şu an başka bir iş üstünde değil.”

“Onunla görüştükten sonra kararımı vereceğim. İsmi ne?” Baver heyecanlanmıştı. Hayalete gerçekten yaklaşmış mıydı? Ya o değilse?

“Anlıyorum, zoru oynuyorsun demek. Gerçek ismini kimse bilmez. İşine gelirse.” Baver hemen onayladı, büyük ihtimalle o aradığı kişiydi. Görüşmek istediğini söyledi. Boğazı iyice kurumuştu, kalkıp su içti. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Sonunda telefonun sesi yine işitildi. 

“Yarın gece seninle görüşebileceğini söyledi. Önce parayı görecekmiş,” dedi ve kiralık katilin istediği miktarı söyledi. Baver’in sinirden yüzü seğirdi ama sesine bunu yansıtmadı. “Tamam, parayı yarına kadar hazır edeceğim.” Genç devam etti. “Yakınlarda eski bir kağıt fabrikası var, orada buluşacaksınız. Tam adresi yazarım.”

Tüm bunların bir tuzak olma ihtimali de vardı. Belki de sadece saatini ve parasını çalma niyetindelerdi. Yine de özel gücünü bilmedikleri için bunun üstesinden kolayca gelebilirdi. Her şeye hazırlıklıydı. “Peki, orada olacağım.”

“Parayı unutma.”

Buluşma saatine kadar Baver sürekli ihtimalleri düşündü. Kiralık katille nasıl yüzleşeceği, onu nasıl yakalayabileceği, başarısızlık durumunda ne yapacağı konusunda düşünüp durdu. En kötü ihtimalle o da kendi gibi biriyse başı derde girecekti. Eğer onu durduramazsa bir daha böyle yaklaşamazdı. Aklına takılıp duran diğer meseleyi ise göz ardı etti. Gördüğü rüya sadece bilinçaltının bir yansımasıydı, bir anlamı yoktu, olamazdı.

Silahlarını kuşandı ve yüzünü her zamanki gibi gizleyip dışarı çıktı. Arabasını eski fabrikaya sürdü. Verilen adrese yaklaştıkça sokaklar iyice ıssızlaşıp yerini boş, geniş bir araziye bıraktı. Fabrika o kadar eskiydi ki kuvvetli bir rüzgâr çıksa her şeyi dağıtabilir gibi geldi. Araçtan indi, çakıl taşlarını ezerek ağır adımlarla eski yapıya doğru yürüdü. Kapısı kapalıydı ama içeriden loş ışık sızıyordu. Eliyle itince kapının kanatları hemen açıldı. İlk bakışta gözüne paslanmış makineler ve aletler çarptı. Yüzünü biraz daha dönünce ahşap bir masada oturan adamı gördü. Masanın üstündeki gaz lambası yanıyordu. Adam fotoğraftakinden biraz daha yaşlı gibiydi, karanlıktan bunu anlamak kolay değildi. Yüzünün bir kısmını uzun saçları kapatıyordu. Loş ışıkta bile gözünden yansıyan soğuk ve tehdit dolu ifadeyi görebiliyordu. Baver o an ne yapacağını bilemedi. Kendini nedensizce baskı altında hissediyordu ama sakin görünmeye çalıştı.

“Silahlarını yere bırak. Elini kolunu sallayarak gelecek birine benzemiyorsun.”

“Kendimi bir şekilde korumam gerek sonuçta. Bunu önlem olarak yaptığımı düşün.”

“Ayağıma gelen ve kiralık katil talebinde bulunan sensin. Korkuyorsan neden buradasın?”

“Yeterince cesur olsam işimi kendim yapardım.”

“En azından dürüst birine benziyorsun. Yine de üstünü aramadan seninle anlaşma yapamam. Daha önce kaç kişi beni enselemeye çalıştı biliyor musun?”

Baver düşünceleri okunabilirmiş gibi gerildi, sıcaklamaya başladı. Devam etmek istiyorsa adamın dediğini yapmalıydı. Kemerine taktığı hançeri, paçasına sıkıştırdığı bıçağı ve cebindeki şok cihazını çıkardı. Adam onu izlerken gülümsedi. “Tüm bunlar korunmana yetecek mi yani? Bir tabanca bile yok mu?”

“Ateşli silahları sevmiyorum,” dedi Baver.

“Neden bir şeyler sakladığını düşünüyorum acaba?” Adam yerinden kalktı ve Baver’e doğru yürüdü. Üstünü bir de kendi kontrol etti. “Neyse, söyle bakayım. Kimi öldürmemi istiyorsun?”

Baver bunu önceden düşünmüş, her ihtimale karşı ekibin düşmanlarından birinin adını vermeyi uygun bulmuştu. “Barih Kantat, zengin bir iş adamı. Yasadışı işleriyle tanınır. Şirketim yükselme aşamasında, kendisine rakip istemediği için bizi batırmaya çalışıyor.”

“Güvenliği sıkı tutuyordur eminim, evi de kale gibidir değil mi?” Baver başını salladı. “O adamı işitmiştim, peki bana biraz zaman tanı. Paranın yarısını hemen isterim ama.”

“Tamam, olur. Para arabada, gidip getireyim.” Baver’in bakışları yerdeydi, Hayalet bu kadar yanındayken göz teması kurmak istemiyordu. Kapıya doğru dönüyordu ki adam seslendi.

“Dur bir dakika.” Baver’in kalp atışı hızlandı, açık mı vermişti? “O kadar parayı hiç tanımadığın birine pazarlık yapmadan ve düşünmeksizin vermeyi kabul etmen sıra dışı. Ve neden yüzünü bu kadar gizliyorsun? Kimsin sen? Başını kaldır, kapüşonunu çıkar.” 

Baver işin bozulacağını anlayınca hareketlendi. Az önce yere bıraktığı bıçağa uzandı. Aynı anda kiralık katil de silahını çekti. Baver adam henüz ateşlemeden gücü ile silahı adamın elinden uzaklaştırdı. Şaşıran katil bu kez ileri atılıp saldırdı. Yaşından dolayı hızlı değildi ama darbeleri sağlamdı. Baver’in salladığı bıçaktan kolayca kurtuldu, sonra koluna bir tekme atıp Baver’in elindekini düşürdü.

 Baver tam hamle yapacakken midesine yediği sert yumrukla iki büklüm oldu. Kiralık katil saçlarından tutup onu doğrultmaya çalıştığında Baver çevik davranıp dizine tekme geçirdi. Sendeleyen katil Baver’i tuttuğu gibi yere savurdu. Şu an kaçabilirdi ama Baver kolayca pes etmek istemiyordu. Onu yakalayıp başkana verecekti. Hızla kalkıp yumruk savurdu. Rakibi umduğundan güçlüydü, sıradan biri değildi.

Adam çenesine yumruk yese de bundan pek etkilenmiş gibi görünmedi. Elinin tersiyle terli saçlarını geriye attı. Yüzünün kapalı kısmında yer yer yanık izi vardı. Baver bıçağına ulaşmaya çalışırken iyice hırs yapan adam tekme atıp onu duvara yapıştırdı. Kafasını çarpan Baver bir an hareketsiz kaldı, bilinci gidecek gibiydi. Hayalet de o sırada tabancasını alıp Baver’e doğrulttu,  sırıttı. “Bakalım seni kim gönderdi?” Baver’i çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı, yüzüne baktı. Kısık olmasına rağmen yıldız şeklindeki gözlerini görünce donup kaldı. Baver direnip elinden kurtulmaya çalışınca çenesini tutmayı bıraktı. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. “Baver?”

“Beni nereden tanıyorsun?” dedi Baver. Başını tutuyordu, şimdi kaçabilirdi fakat merakı baskın geldi. Adam neden durmuştu, onu nereden tanıyordu? Duvara tutunup güçlükle kalkmaya çalıştı. Hayalet’in sesi hiç olmadığı kadar çılgınca çıktı. “Babanı ne çabuk unuttun Baver?”


10 Nisan 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 6.Bölüm

 

Geçenlerde Baver'in görselini paylaşmıştım. gwen arkadaşımız benim için karakterin gözlerini kurgudaki gibi tasarladı. Onu da paylaşayım, kendisine teşekkürlerimi iletirim. :)



6.Bölüm

Ertesi gün Baver okul müdürüne istifa ettiğini bildirdiğinde adam buna pek de şaşırmış gibi görünmedi. Hatta Baver’in yaralanmış kafasını görünce bir takım olaylara karıştığını varsayıp istifasının isabetli olduğuna karar verdi. Sonuçta yeni bir nutuk çekmesine gerek yoktu. “Peki, gidip son kez öğrencilerinle görüşebilirsin. Emeğin için teşekkürler.”

İşte bu kadar, müdür onu başından savıyordu. Yüzündeki rahatlamaya bakılırsa Baver’i kovma zahmetine katlanmadığı için memnundu. Baver bir yanıt vermeden odadan ayrıldı. Koridor boyunca yürürken insanlar, her şey ağır çekimde akıyor gibiydi. Gülüşerek merdivenden inen gençler, aşağıdaki kantinden yükselen uğultu, öğretmenler odasından çıkıp başıyla onu selamlayan meslektaşı, birbirini kovalayan haylaz öğrenciler, koridorun bir köşesinde kulaklığını takmış dışarıyı izleyen Akira...

Akira Baver’i fark edince gülümsedi. Sonra bakışları kafasına kayınca endişeyle yanına koştu. “Yaralandınız mı? Ne oldu?”

Ellerini cebinden çıkardı Baver, gülümsemeye çalıştı. “Küçük bir kaza diyelim, önemli değil.” Birlikte sınıfa geçtiler. Bir süre öğrencilerin yerine geçmesini sessizce izledi Baver. “Kitaplarınızı çıkarmanıza gerek yok. Bugün ders işlemeyeceğim, sadece vedalaşmak için buradayım.” Sesi de yüzü gibi ifadesiz görünüyordu. Yine de herkes hayretle ona baktı. Sonra birbiri ardına sorular geldi.

“Ciddi olamazsınız?”

“Nasıl yani, neden?”

“Nereye gidiyorsunuz?” 

Düşüncelerini dışarı pek yansıtmazdı Baver. Bu gibi anlarda pek konuşmayı da tercih etmezdi. Evet, üzgündü ve öğrencilerini özleyecekti. Bunu dile getirmek bile zordu onun için. Masanın köşesine oturup ellerini kucağında birleştirdi. “Daha fazla devam etmem olanaksız. Hayatta önemli yol ayrımları vardır. Belki bir gün bir yerlerde karşılaşırız, hoşça kalın.”

“Aaa!” Hep bir ağızdan uğultular yükseldi. Pall da şaşkındı. Az da olsa bunun nedenini anlayabiliyordu. Bir an kendini kötü hissetti. “Hocam bu seçimi yapmaya zorlandınız mı yoksa? Kalmanızı istesek?”

“Elbette durumu biliyorsunuz fakat bu kendi seçimim. Bizler hep mücadele etmeliyiz, kendi kabuğumuza çekilmek israf olurdu.”

“Sadece kendinizi düşünseniz ve dilediğiniz gibi yaşasanız olmaz mı?” Baver sorusu üzerine Akira’ya döndü, dalgın halde gülümsedi. “Bu benim yapabileceğim bir şey değil. Pişmanlık duymadan yaşamak istiyorum, kafamda hiçbir soru kalmasın istiyorum. Sonuna kadar gitmeliyim, anlayacağınızı umuyorum.”

Baver veda edip ayrıldı, eşyalarını toplamak üzere öğretmenler odasına gitti. Merak eden öğretmenlere de açıklama yapmak zorunda kaldı. Bir kısmı hiç umursamamış görünürken bir kısmı üzülmüştü. Birkaç dakika sonra odadan çıktığında Akira onu bekliyordu. “Hocam bir karar aldık. Sizin için bir veda partisi düzenlemek istiyoruz. Lütfen kabul edin.” Gencin heyecanını kırmak istemiyordu Baver. “Güzel düşünmüşsünüz, yeri ve zamanı bana haber verirsiniz.” “Anlaşıldı hocam.” Akira sevinçle sınıfın yolunu tuttu. Baver bir süre arkasından baktı, pişmanlık duymak istemiyordu. Hangi seçimin doğru olduğundan hâlâ emin değildi ama kararı kesindi. Dışarı çıkınca dönüp son kez okula baktı. Henüz fazla vakit geçmeden Akira’dan mesaj geldi. 

Bu bir davet metnidir.

Yarın, gün batımının eşsiz manzarasında, şelalenin yanında, güneş gözlükleriyle, gece yarısına kadar, bir dakika bile geçmeyecek...

Mesajı okuyan Baver gülümsedi. Güneş gözlükleriyle ha? Evet, gece yarısını bir dakika bile geçmemeliydi. Daha fazlası olsa kopamayabilirdi öğrencilerinden. Kısa bir onay mesajı attı.

Evine gittiğinde orayı daha bir ıssız buldu. Yapacak hiçbir şeyi kalmamış gibiydi. İçindeki sıkıntıyı dağıtmak için çare aradı, bulamadı. Balkona çıktı, boş boş dışarıyı, insanları izledi. Kimsenin yanından geçip gidenin hayatını bilmediği bir dünya... Kimsenin kendi ruhunu göremediği bir dünya... Baver bile kendisini yeterince anlamıyordu. İçinde kıvranıp duran karamsarlığın sebebini çözemiyordu.

Ertesi gün, gün batımında şelaleye vardı. Aracını uygun bir yere park etti. Şelalenin yanındaki boş alanda çardaklar vardı. Hepsi ışıklarla bir güzel süslenmişti. Masalar çeşit çeşit yiyeceklerle, içeceklerle donatılmıştı. Herkesin güneş gözlükleri takıyor olması Baver’i gülümsetti. Öğrenciler hemen Baver’i en gösterişli çardağa çekti. “Hoş geldiniz hocam,” dedi Akira.

“Hocam, istediğinizden başlayabilirsiniz. Kendi ellerimizle yaptık her şeyi.”

“Fotoğraf çekilmeyi de unutmayalım.”

“Ben bir müzik açayım.”

Baver ortamdaki huzur ve enerjiyi hissedebiliyordu. Öğrencilerinin mutluluğuna acemice karşılık vermeye çalışırken ait olduğu yerde bulunduğunu düşünüyordu. Kısa sürecek bir andı sadece. Yine de kendini bırakıp gülümsedi, rahatça sohbet etti, öğrencilerin ısrarı üzerine onlarla poz verdi.

“Bir tane daha çekin, ben iyi çıkmamışım,” dedi kızlardan biri.

“Zaten hepimiz gözlüklüyüz, ne fark eder?” diye söylendi Pall.

Baver o sırada gözlüğünü çıkarınca tüm gözler hayretle ona döndü. “Tamam, bir kez de böyle çekilelim o zaman.” Sevinç ve hayret nidaları yükselince Baver gülmeden edemedi. 

Birkaç flash birden patladı. Birçok kişi hazır gözlüksüz bulmuşken Baver’i çekmek için yarışa girdi. Hemen ardından iltifatlar başladı.

“Gözleriniz çok güzelmiş hocam.”

“Bunu canlı gördüğümüz için diğer sınıflar kıskanacak.”

“Hocam gerçek mi bunlar?”

“Aşk olsun hocam, sınıfta o kadar takla attım gözlüğünüzü çalabilmek için. Şimdi pat diye çıkardınız.”

“Biraz daha yakından bakabilir miyiz?”

“Yeter ama Baver hocanın kafasını şişirdiniz.”

“Sen sus, ilk kez böyle bir şey görüyoruz.”

Baver öğrencilerinin heyecanı yatışana kadar bekledi, sonra yine gözlüğünü taktı. “Bu kadar yeter, beni mahcup ediyorsunuz.”

“Evet, hadi açılın şimdi. Rahat bir nefes alsın Baver Hoca,” dedi Akira. Gece sonunda vaktin nasıl geçtiği anlaşılmamıştı bile. Baver saatine baktı. “Hadi, toplanalım yavaştan. Gece yarısını bir dakika bile geçmeyecek demiştik.”

“Ne?”

“Bu kadar çabuk mu?”

“Ne zaman demiştik?”

Baver şaşkınlıkla bakınca Akira omuz silkti. “Sanırım kendi kendime küçük bir karar aldım.”

Diğerleri Akira’yı azarlamaya başlayınca Baver onları durdurdu. “Çok geç oldu bile. Evinize dönmelisiniz artık. Bugün için teşekkürler gençler. Sizleri unutmayacağım.”

Baver’in ses tonu karşısında herkes sus pus oldu. Vakit öyle güzel geçmişti ki onu bir daha göremeyeceklerini unutmuşlardı.

***

Baver caddenin hemen arkasındaki üç katlı, gösterişsiz binadan içeriye girdi. Dışının aksine iç kısmı iyi tasarlanmış, dikkat çekici bir mimariye sahipti. Her yere küçük saksılar, kitap rafları yerleştirilmişti. Ahşabın hakim olduğu işlemeli dolaplar sıralanmıştı. Sekreter onu gülümseyerek karşıladı.

“Baver Bey hoş geldiniz. Geçmiş olsun, olanlara üzüldük. Diğerleri az önce toplantı salonuna geçti.”

“Teşekkürler Ube, talihsizlik işte, görüşürüz.”

Sekreter Ube sıradan bir insandı fakat ailesinde yıldız enerjisi ile doğan biri vardı. Bu yüzden onlarla çalışmaktan memnuniyet duyuyordu. Her zaman takım elbise giyer, saygıda kusur etmezdi. 

Baver en üst kata çıkana kadar karşılaştığı kişilere selam verdi. Toplantı odasından içeriye girdiğinde sadece Bruna ve Habel’in gelmiş olduğunu gördü. Bruna bu kez spor kıyafet giymiş, üstüne kot ceket geçirmişti. Ciddi görünümlü Habel ise resmi denecek bir etek ceket takımı gitmişti. Her zamanki gergin bakışları ile Baver’i süzdü. “Baver, son zamanlarda başına gelmeyen kalmadı. Belayı mı çekiyorsun ne? Belki de bu kadar...”

Masanın diğer ucuna oturan Baver gözlerini kıstı. “Belki de bu kadar ne?”

“Hadi ama sabah sabah başlamayın. Baver de elbette tüm bunların içinde olmak istemezdi.” Bruna kahvesinden bir yudum aldı. “Kahve söyleyim size de.”

Baver yanıt vermedi, yorgun görünüyordu. Kadın da bakışlarını önündeki kağıtlara çevirdi. Topladığı verilerle ilgili dosya hazırlamıştı.

“Bugün moralsiz görünüyorsun. İstifanı vermiş olmalısın,” dedi Bruna.

“Evet, okulla bir bağım kalmadı artık. Neyse, doğrusu da buydu zaten.”

Habel bir an başını kaldırıp baktı, bir şey diyecek oldu ama vazgeçti. Diğer ekip üyeleri de yavaş yavaş gelmeye başlayınca muhabbetin devamı gelmedi.

Baver’in karşısına oturan iki adam saldırı sınıfındandı, ikisi de üst seviyedeydi. Kahverengi saçlı, iri gözlü, baygın bakışlı Asarba sakin görünümünün aksine yıkıcı dövüş tekniği ile meşhurdu. Lorenz kalıplı, esmer tenli, yavaş ama güçlü darbeleriyle korkutucu biriydi. Kendi aralarında hararetli bir konuşmaya dalmışlardı.

Aden ilk kez toplantıya katılıyor olmanın verdiği heyecanla içeri girdi. Resmi bir kıyafet giymiş, at kuyruğu yaptığı saçını fularla bağlamıştı. Babet ayakkabıları üzerinde yürürken hiçbir ses çıkarmıyordu. Baver’in başındaki bandajı görünce şaşırdı. Sessizce yanına oturdu, fısıldadı. “Yine kötü bir şey oldu değil mi? Neden benim haberim olmuyor?”

“Bruna sana yetiştirmiştir diye düşünmüştüm.” Aden gözlerini devirdi. “Bugün pek huysuzsun. Toplantıdan sonra neler olduğunu öğrenmek istiyorum.” Baver çatık kaşlarla onu süzdü.

O sırada Başkan Passal içeriye girdi, masadaki yerini aldı. Ortam sessizliğe büründü, tüm gözler ona çevrildi. Passal her zamankinden daha kararlı görünüyordu, sırtını dikleştirmişti. Herkesle tek tek göz teması kurdu ve tok bir sesle lafa başladı.

“Ekibimiz kurulduğundan bu yana herkes çok çabaladı. Zaman zaman başımızın derde girdiği oldu, tıpkı şu son dönemde olduğu gibi. Ne kadar çalışsak da her imkana sahip değiliz, gücümüz her şeye yetmiyor. Bazı kurumlarla ve emniyetle işbirliği içinde olsak da düşmanlar tarafından kolayca hedef haline gelebiliyoruz. Adımlarımızı artık daha sağlam atalım, özellikle de sana söylüyorum Baver. Tanza meselesinden çekileceksin.” Baver can sıkıntısıyla başını sallayarak onayladı. “Ve Asarba şu kaçakçılarla siz ilgilenin. Yaptıkları affedilmezdi, Nuwey bir süre hastaneden çıkamayacak.”

Bir süre sessizlik olunca Bruna sözü aldı. “Dert etmemiz gereken bir mesele daha var. Duyumlarıma göre yıldız enerjili bazı kişilerde son güneş patlamasının ardından bir takım olumsuzluklar baş göstermiş. Yani Baver’den sonra iki kişi daha benzer bir durum yaşamış. Bu ilk kez yaşandığı için önlem olarak ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bu konuda hiçbir araştırma yok.”

Passal ellerini başının arasına aldı. “İşte bu çok hassas bir konu. Gelecekte bizlere ne olacağından emin değiliz. Belki güçlerimizi kaybederiz ama daha kötüsü yaşanacak olursa, yani güçlerimiz kontrolden çıkarsa hükümet bize karşı çıkacaktır.”

“Ne yani, bu bizim suçumuz mu? Biz ne yapabiliriz ki?” Konuşan Lorenz’di. “Zaten şu ana kadar insanlar için elimizden geleni yaptık değil mi? Bir de biz mi suçlanacağız?”

“Sakin ol Lorenz,” dedi Bruna. “Henüz sadece varsayımlar üzerinden konuşuyoruz. Yine de en kötüsüne hazırlıklı olmalıyız.” Baver düşüncelere dalmıştı, kimseyi duymuyor gibi görünüyordu. Sonunda toplantı bitti.

Herkes dağılırken Passal Baver’in beklemesini istedi. Bruna’nın gözü ikisine takılsa da bir şey demeden salondan ayrıldı. Baver başkanı süzdü, ne diyeceğini merak ediyordu. Passal masaya yaslanıp kollarını önünde birleştirdi. “Senin için gizli bir görevim var. Zorlanacaksın, başarılı olmanı umuyorum.”

Baver gözlerini kıstı. “Beni sınıyor musunuz yoksa?”

“Yanlış anlama. Zaman zaman herkese üstesinden gelebileceğinden zor bir görev veririm. Kişinin tek başına neler yapabileceğini görmek isterim. Şu ana kadar işleri kendi istediğin gibi hallettin artık bir şeyleri elime almalıyım.”

“Anlıyorum peki. Burada kalmayı seçtiğime göre başka şansım yok. Görev ne peki?” Passal açıklama yaparken Baver dikkatle onu dinledi. Hiçbir yorumda bulunmadı. “Peki, halledebilirim bunu,” dedi sonunda. Dışarı çıktığında Bruna'yı kendisini beklerken buldu. “Bir sorun mu var? Sana ne dedi başkan?”

“Hiç, hiçbir şey.”

“Hmm, peki. Söylemiyorsan bir sebebi vardır.” Birlikte yürümeye başladılar. Hava kapalıydı ve gittikçe serinliyordu. “Yağmur yağacak gibi,” dedi Baver. Bruna onun dalgın ifadesine baktı. “Yağmur konusunda endişeleniyor olamazsın. Arabanla gelmedin ama evine ışınlanabilirsin rahatça.”

“Seni de evine bırakayım istersen.”

“Özel gücünle? Yağmurdan kaçınmak için bunu isteyeceğimi mi sandın?”

“Doğru, istemezsin,” diye mırıldandı Baver.

“Bir şey mi oldu? Garip davranıyorsun.” Bruna, başkanın ne dediğini çok merak ediyordu. Belki de Baver'in arada bir girdiği bunalımlarından biriydi, emin olamıyordu. Baver’in omzunu tuttu. “Toparlan, tamam mı? Ne zaman konuşmak istersen ara, şimdilik gitmem lazım.” Baver başıyla onayladı ve gök gürlerken dostunun uzaklaşmasını izledi.


6 Nisan 2025 Pazar

Yıldız Düşüşü 5.Bölüm

 

Merhabalar, yeni bölümü eklerken daha önce yapay zeka ile hazırladığım karakterlerin görselini de atayım dedim. Ne kadar uyumlu olmuştur bilmiyorum ama Baver'in gözlerini kurgudaki gibi yıldız şeklinde yapamadım, siz öyle gibi hayal edin. :)) 



5.Bölüm

Nuwey yaklaşık iki yıldır ekibin üyesiydi, üniversite öğrencisiydi. Bu yüzden görevlerde fazla yer almazdı. Kendi halinde, neşeli, nazik biriydi. Çok genç olduğu için Baver’in ona karşı korumacı yanı ağır basıyordu. “Lütfen kötü bir şey olmasın,” diye mırıldandı. Arada sırada konumuna tekrar göz atıyor, hızla yol alıyordu. Tam on dakika sonra, girdiği boş arazide fren yaparak durdu. İnip ormana doğru koşmaya başladı. Nuwey’i bulduğunda fena hırpalanmıştı, yerde yatıyordu. Endişeyle yanına gitti, durumunu kontrol etti. Neyse ki yaşıyordu. Sağlam bir dayak yemişti ve iç kanama riski de olabilirdi. “İyi olacaksın, hastaneye götüreceğim seni.” Nuwey’i sırtına aldı, tam arabanın yanına gitmek için gücünü kullanıyordu ki bir saldırı başladı. Gözüne hedef alınmış bir kurşun başını sıyırdı geçti. Odağı kaybolan Baver kurşunlardan kaçınmak için kendini yere attı. Başından kan süzülüyordu.

“Kimsiniz? Ne istiyorsunuz?” diye haykırdı.

Saldırılar sürerken bir adam öne çıktı. Karanlıktan yüzünü seçmek mümkün değildi. “Sizi uyardık değil mi? İşimize burnunuzu soktuğunuz için büyük zarar ettik. Bu savaşı siz başlattınız.”

Baver sesi tanımıştı. Cevap yetiştirmek yerine Nuwey'i korumaya odaklanmalıydı. Gözleri parlamaya başladığı sırada bir adam bıçakla üzerine atıldı. Baver gözlerine zarar vermek istediği açık olan adamla bir süre boğuştu, gücünü toplayıp adamı sertçe itince ağaca çarpan adam yere yığıldı. Nuwey’in kolunu tutup tekrar gitmeyi denedi Baver. Kurşunlar bir kez daha yağarken bu kez kaçmayı başardı, gözden kayboldu. Nuwey’i arabanın arkasına yatırdığı sırada pusuda bekleyen diğer adamlar ortaya çıktı. 

Baver kapana kısılmıştı, çaresizce arkasına döndüğü anda bir araç tozu dumana katarak geldi, Baver’in önünde durdu. “Bruna!” diye haykırdı Baver. Düşman harekete geçti, kurşunlar Bruna'nın aracından birer birer sekiyordu. “Ne oluyor burada?” söylendi Bruna başını eğerek.

“Şu işlerini bozduğumuz kaçakçılar, karşılık vermek istemiş. Tam zamanında geldin.” Baver eğilerek kendi aracına geçti, gaza bastı. Bruna da hemen arkasındaydı, torpido gözünden silahını çıkardı. Dikiz aynasından sık sık geriye bakıyordu, tedirgindi. Adamlar da onları takip ediyor, arada ateş ediyorlardı.

Patika yoldan bir kamyonet hızla önlerine çıkınca Baver ani fren yapmak zorunda kaldı. Gözü arkada olan Bruna da sesi işittiği gibi frene bastı. Baverlere çarpmaya ramak kala durabildi. “Kahretsin!” diye söylendi.

Baver hemen şimdi başka yere ışınlanabilirdi ama Bruna’yı geride bırakamazdı. Arkadaki araçlar da onlara yetişmişti. “Ellerinizi yukarı kaldırıp inin,” diye talimat verdi şapkası yüzünü gölgeleyen adam.

Mecburen yavaşça indiler. Baver en azından Bruna’nın üstün bir savunması olduğunu bildiği için rahattı. İkisi yan yana elleri yukarıda beklerken şapkalı adam sinsice sırıttı, tetiği çekti. Kurşunlardan biri Bruna’nın omzuna girdi. Acıyla dişlerini sıktı Bruna, sendeledi. Ani bir hamleyle Baver’i yana itip silahla saldırganlara karşılık verdi.

Baver küçük bir şok yaşadı. Bruna neden kendini her zamanki yolla savunmuyordu? Hemen kendini topladı, kalbi hızla atarken içinde biriken enerjiyi hissetti. Bir el hareketi ile görüş açısında olan tüm silahları rakiplerin ellerinden kurtarıp sahiplerine doğrulttu.  Adamlar şok içinde ellerini yukarı kaldırdılar. “Durun yapmayın!” şeklinde nidalar yükseldi. Aynı anda birden çok nesneyi hareket ettirebilmesi zordu ama Baver'in şu anki ruh hali gücünü etkiliyordu. Neyse ki bir süre gücünü sürdürmeyi başardı. Adamlar şaşkınlığı atlatana kadar yan yola girip kaçtılar.

Hastaneye varıp da Nuwey tedavi altına alınana kadar Baver’in endişesi geçmedi. Bruna ve Baver’i sıyıran kurşun yaraları da temizlendi, dikişler atıldı. Nuwey’in kırıkları ve ciddi yarası olduğu için bir süre hastanede kalacaktı.

 İkili hava almak için bahçeye çıktı. “O an neden kendi gücünü kullanmadın? Kurşunlar yağarken,” diye doğrudan sordu Baver. Bruna banka oturdu, bir sigara yaktı. “Bunu cevaplamasam olmaz mı?”

Baver kaşlarını çatıp ona döndü. “Benden bir şey saklama. Ne oldu söyle, bilmem gerek. O an senin gücüne güvenerek tepkisiz kaldım.” Bruna iç çekti. “Sorun şu ki gücümü kaybettim.”

“Ne? Bu nasıl olur?” Baver bunun kendi başına gelmesi ihtimalini düşünüp ürperdi.

“Bunu sana söylemedim çünkü suçluluk hissetmeni istemiyordum.” 

“Bu da ne demek?”

“Tanza bunun karşılığında seni serbest bıraktı. Adamlarından biri senin gibi bilinmez sınıftanmış. Yeteneği de başkasında var olan gücü sıfırlamak.”

“Buna inanamıyorum Bruna! Neden böyle bir şeyi kabul ettin? Değer miydi?” Baver gerçekten kötü hissediyordu, beti benzi atmıştı.

“Çünkü sen dostumsun. Senin için çok endişelendim.”

Bruna bu durumu çok sorun etmiyor gibi görünse de Baver onun üzgün olduğunu biliyordu. Elinden büyük bir şey alınmıştı. “Özür dilerim, hepsi benim hatam. Keşke bir telafisi olsa.”

“Bu şekilde de devam edebilirim. Dünyanın sonu değil ya aldırma. Hadi içeri girelim, Nuwey ne durumda bakalım.” Sigarasını söndürüp binaya yöneldi. Baver de sessizce onu izledi. Uyumakta olan genci bir süre izlediler. Yanlarına gelen doktor gidebileceklerini, bir şey olursa haber vereceklerini söyleyince hastaneden ayrıldılar.

Baver dalgın halde arabasına yönelmişti ki Bruna onu durdurdu. “Bugün yalnız kalma, biraz laflarız, bana gidelim.” Başını sallamakla yetindi Baver. Araca geçtiklerinde Bruna sakince konuştu.

“Ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Bu hayat çok yorucu gerçekten. Bazen her şeyi bırakıp gidesim gelir. Gücümü kaybettiğimde ne düşündüm biliyor musun? Artık özgürüm, çabalamak zorunda değilim. Bir an için sevindiğimi düşünebilirsin yani. Fakat alıştığım bu hayatı elimin tersiyle itemedim. Başkanla da konuştum, göreve devam edeceğim. Önemli olan kendimize baktığımızda ne gördüğümüz.” Baver’in yüzüne sahte bir gülümseme yerleşti. “Bu sözleri sıralamak için çok çalışmış olmalısın. Beni rahatlatmak için böyle davrandığını biliyorum.”

“Hiç değişmiyorsun. Başkalarına güvenmek bu kadar zor mu?”

Baver yanıt verecekti ama Bruna’nın yaptığı fedakarlığı anımsayınca çenesini kapalı tutmaya karar verdi.

“Neyse durumu Başkana bildirdim. Şu adamları takibe alacaklar. Böyle bir tuzağa bir daha düşmemeliyiz.”

 Gece yarısı olduğunda ikili evin balkonunda kahvelerini yudumluyordu. Birinin başı diğerinin omzu sarılıydı. Baver’in başı hafif sızlıyordu. O an az kalsın ölebilirdi. Ertesi gün okula gidince bunu müdüre nasıl açıklayacağını düşünüyordu.

“Neye daldın? Yine beni duymuyorsun,” diye söylendi Bruna.

“Yok bir şey. Bundan sonra iyi olacak mısın? Benim yüzümden mahrum kaldığın şeyi düşününce...”

“Bunu zamanı gelince Tanza'ya ödeteceğim, hiç merak etme.” Bruna'dan bir anlığına yayılan nefret dalgası Baver’i şaşırttı. İçinde kim bilir ne fırtınalar kopuyordu fakat yine eski ruh haline büründü. Hiçbir şey olmamış gibi arkasına yaslanıp manzaranın tadını çıkardı.

Odaya çekildiğinde Baver’i uyku tutmadı. Elindeki iki seçenekten biri daha ağır basıyordu ama sonra pişmanlık yaşar mıydı emin olamıyordu. Sonunda böyle doğduğuna göre kendi için çizilmiş olan yola girmeye, kaderini izlemeye karar verdi. Doğrusu bu, diye temin etti kendini. En azından artık Bruna’nın yanında olmalı, gerektiğinde onu korumalıydı. O bile gücünü kaybetmişken geri adım atmıyordu. Oda karanlık olsa da bakışları tavandaydı. Birden gözleri ışıldamaya başlayıp da araba farı gibi tavanı aydınlatınca irkildi. Ne oluyor? Sonra bir an donup kaldı. Gözlerimi kırpmamalıyım, diye düşündü. Saniyeler uzayıp giderken gözlerindeki parlaklık hiç sönmedi.

“Bu ışık da neyin nesi?” Bruna uyanmış esneyerek içeri girmişti. Hayretle ağzı açıldı. “Bu saatte nereye gidiyorsun?”

“Bir yere gittiğim yok. Birden ne oldu bilmiyorum. Eğer gözlerimi kırparsam bilmediğim bir yere ışınlanabilirim.”

Bruna şaşkınlıkla gözlerini bir yere odaklayan ve kırpmamak için uğraşan Baver’e baktı. Telaşla yanına gitti. “Bu da ne demek? Ne yapmalıyım? Belki de bir şey olmaz ha?”

Baver ani hareket yapmamaya çalışıyordu. Gözleri artık yanmaya başladı, son anda telefonunu kaptı, gözlerini istemsizce kırptı. Tekrar açtığında karanlık odada değildi.

“Hayır, olamaz!” Baver’in bir anda ortadan kaybolduğunu gören Bruna haykırdı. Şimdi kim bilir nereye gitmişti? Zaten menzili çok da geniş değil, fazla uzağa gitmiş olamaz, diye kendini yatıştırmaya çalıştı. Korkunç olan aniden akan bir trafiğin ortasında ya da insanların içinde belirme ihtimaliydi. Olacakları düşündükçe içi içini yedi. 

Baver tam gözünü kırptığı anda aklından geçirdiği yer yakınlardaki bir okulun bahçesiydi. Belki işe yarar da oraya gidebilir sanmıştı. Ama hayır, bambaşka bir yerdeydi. Bir evin salonundaydı. Televizyonun açık sesi duyuluyordu. Baver şaşkınlıkla kalakaldı, salonda kimse olmadığı için tam rahatlayacaktı ki kapının eşiğinde onu fark eden genç elindeki tepsiyi gürültüyle yere düşürdü.

“Selam Pall.” Baver elini alnına götürüp mahcup şekilde gülümseyerek. En azından tanıdığım biri, diye düşündü. 

“Baver Hocam? Korkuttunuz beni!”

“Nasıl izah etsem bilmiyorum. Bir hata oldu.”

“Hayret bir şeysiniz. Böyle huylarınız olduğunu bilmiyordum. Ödevleri muhakkak yapın kontrol edeceğim dediğinizde bunu kastettiğinizi düşünmemiştim.”

“Öyle bir şey yok! Yanlışlık oldu dedim ya.”

Pall içeriye girince ağzı şaşkınlıkla açıldı. “Ama gözleriniz? Lens mi yoksa?”

Baver bir elini gözlerine siper etti, en azından artık parlamıyorlardı. “Lens olmasını isterdim.”

“Demek gözlüklerinizi bu yüzden hiç çıkarmıyorsunuz. Yakından bakabilir miyim?”

Baver ellerini yüzünden çekince öğrenci bir elması inceliyormuşçasına hayranlıkla baktı. “Vay, çok güzeller.”

“Teşekkürler,” diye mırıldandı Baver.

“Ah, oturun lütfen. Ayakta kalmayın. Yaralanmışsınız yine.”

Baver koltuklardan birine yerleşti. Pall da yere düşürdüğü tabak, bardak kırıklarını toplamaya başladı. Bir yandan da göz ucuyla Baver’e bakıyordu. “Annemler evde yok neyse ki yoksa kalplerine inerdi. Çay var, içer misiniz?”

“Yeni demlediysen bir bardak alabilirim.” Tek yaptığı aslında sakinleşmeye çalışmaktı. Az önceki olay başına ilk kez geliyordu, tedirgindi. Pall hemen bir bardak çay getirdi. “Demin boş bulundum, fazla tepki verdiğim için kusura bakmayın hocam.”

“Önemli değil. Geldim madem biraz soluklanayım. Bu, nasıl oldu anlamıyorum.” Pall, Baver’in moralinin bozuk olduğunu görünce gülümsedi. “Bu sayede ilk kez bir öğretmenim evime gelmiş oldu. Bu anı hiç unutmayacağım.” Baver de kendini tutamayarak gülümsedi. “Ve aramızda kalsa iyi olur.”

“Sizin için zor bir durum farkındayım. Başınıza daha fazla dert açmak istemem.”

O sırada telefon çalınca Baver, Bruna'yı tamamen unuttuğunu hatırladı. Yine de açıp nerede olduğunu anlattı.

“Ne, çay mı içiyorsun? Tam senden beklenecek bir şey! Ben burada meraktan çatlayacaktım, çabuk gel hayırsız.”

“Tamam tamam, görüşürüz.”

Baver öğrencisine veda etti. “Hiç rahatsız olma, geldiğim gibi giderim.” Pall henüz bir şey diyemeden öğretmeninin ortadan kaybolmasını hayretle izledi.

 Açık camın kenarında bekleyen Bruna dostunu görünce kaşlarını çattı. “Çok endişelendim, seninse yaptığına bak.”

“Üzgünüm, çok gergindim. O an ne yapacağımı bilemedim. Bu, ilk kez oluyor.”

Bruna Baver’in bakışlarını görünce yumuşadı. “Bunun bir sebebi olmalı değil mi? Durduk yere neden oldu? Bu pek hayra alamet değil. Benzer durumu yaşayan başkaları var mı araştıracağım.”

Baver iç sıkıntısı ile bir şey anımsadı. Bir süre önce haberlerde güneş patlaması yaşandığından ve olumsuz etkileri olabileceğinden bahsediyordu. “Korkarım şiddetli güneş patlamaları yıldızlarla olan bağımıza zarar veriyor. Tabii bu sadece benim varsayımım.”

“Böyle bir şey mümkün mü? O zaman durum çok ciddi. Samanyolunda her an ne tür bir olay yaşanabileceğini bilemeyiz.”

“Bu beni de korkutuyor. Eğer bir şeyler ters gitmeye başlarsa insanlar tedirgin olacaktır.” 

Bruna olacakları tahmin edebiliyordu. Yıllardır insanlarla aralarındaki mesafeyi kapatamamıştı. Durumunu öğrendikten sonra çoğu kişi tamamen iletişimi kesmese de samimiyeti bırakıyordu. Bruna olmadığı biri gibi davranmayı sevmediğinden kendini gizlemek için özel bir çaba harcamıyordu. Zaten artık bağlı olduğu grubun da bir parçası değildi. Sıradan insandan farkı kalmamıştı ama gerçek dostlarını bırakmaya hiç niyeti yoktu.



5 Nisan 2025 Cumartesi

Bu Ülke (Kitap)

 


Kitabı canım arkadaşım Tefrika bana ödünç verdiği için okuyabildim. Yazarı bir süredir merak ediyor, okumak istiyordum. İyi denk geldi. :)

Kitabın başında yazar hakkındaki bilgileri ve diğer kitaplarından alıntıları okuyoruz. Bu nedenle öbür kitapları da ilgimi çekti, okumak istiyorum.

Bu Ülke'de yazarın gelişimine, düşünce yapısına, iç dünyasına kendine has üslubu ile tanık oluyoruz. Genelde eleştirel ve sorgulayıcı bir dil kullanıyor. Özellikle aydın geçinen kesime ve bazı yazarlara karşı tutumu sert. Araştırmayı ve öğrenmeyi seven biri olduğu satırlarından anlaşılıyor. Her şeyi irdeleme ve yorum getirmedeki özgüveni hissediliyor. Her sayfada altı çizilecek ve durup düşünülecek o kadar şey var ki yazarı daha önce okumadığıma üzüldüm. Başkalarının dile getiremediği şeyleri cesurca söylemiş, üslubu da oldukça dikkat çekici ve değerli. Yazar yabancı dayatması pek çok sisteme, düşünceye haklı olarak karşı çıkıyor. Okunması gereken kitaplardan biri. Gözlerinin bozulmasına ve çok sıkıntılar çekmesine rağmen Cemil Meriç üretkenliğinden bir şey kaybetmeyen nadide insanlardan biri.


Yazdıklarımın dörtte üçü silinmiş, kenarına 'gevezelik, konu ile alâkası yok, uyuyor musunuz' gibi iltifatlar döktürülmüştü. Dayak yemekten çok daha ağır bir hakaretti bu. Ama ilk ciddî yazı dersi idi. Anladım ki aklına geleni yazmak yazı yazmak değildir.

Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. IV. Murat'a, Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey'den Reşit Paşa'ya kadar Osmanlı Devleti'nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatin ışığında yazar: kilise ve krallık. Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici!

İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe'lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.

Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını "yaşanmaz"laştıranlardır.

Polemik de, Batı'nın bütün hastalıkları gibi, Tanzimat'ın açtığı yoldan giriyor, ülkemize. İmanın olduğu yerde savaşa yer var mı?

Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti, bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslüman'ın böyle hakkı yoktur. Çünkü o ebedî hakikatin, yegâne hakikatin, cihanşümûl hakikatin emrindedir.

Önce meşru müdafaadan söz edersiniz, sonra en iyi müdafaa taarruzdur düsturuna varırsınız. Bu yol sizi atom bombasına, Nagazaki'deki iki yüz bin ölüye götürür.


3 Nisan 2025 Perşembe

Yıldız Düşüşü 4.Bölüm


Yeni bölümü yayınlarken kurguya devam etmeye karar verdiğimi de söyleyim. Biraz ilham geldi ve kafamda hikaye için finale kadar gidebileceğim konular belirdi. Yavaş da olsa sonuna kadar gitmeyi planlıyorum  bakalım. :)


4.Bölüm

Derin bir iç geçirdi Baver. Elleri arkadan sıkıca bağlanmıştı, kımıldayamıyordu. Gerçekten boş bulunmuş, takip edileceğini düşünmemişti. “Her şey benim planımdı, bu işi kendi başıma halletmek istedim. En azından gözlerimdeki bağı çöz de düzgünce konuşalım.”

 “Enayi miyim ben, yeteneğini bilmiyorum sanki. O kenafir gözlerinle kim bilir neler yapıyorsundur?”

 “Benden bu kadar korkmana gerek yok,” dedi Baver dalga geçerek. Midesine yediği yumrukla iki büklüm oldu. Tanza’yı kızdırmanın pek iyi bir fikir olmadığını anlamıştı.

 “Beni ciddiye alsan iyi edersin. Ben istemedikçe hiçbiri seni bulamayacak.”

“Benden ne istiyorsun peki?” Baver yılmış görünüyordu. Tanza’nın aklından neler geçtiğini bilmiyordu. İşleri batırdığı için kendine kızgındı. Bruna her zamanki gibi haklı çıkmıştı.

 “Bir düşüneyim. Yeteneğin benim için kıymetli ama yaptığın affedilmez.” Uzanıp iri eliyle Baver’in saçlarını kavradı. “Yazık oldu ortaklığımıza, oysaki birlikte çok güçlenebilirdik. Sana ne ceza vereceğimi şimdi söylemeyim ki heyecanı kaçmasın.” Alaycı ses tonu tehditkar bir hale büründü. Baver’i ansızın yana savurup sandalyeyle birlikte düşmesine neden oldu. “Zahmet edip de birilerinin seni aramaya çıktığını sanıyorsan yanılıyorsun. Senin sadece yeteneğin önemli onlar için. Eğer ileride fikrin değişir de adamım olmak istersen gel, çekinme.” Kolunun üstüne sertçe düşünce Baver’in canı yandı. Sessizce Tanza’nın sözlerini sindirmeye çalıştı.

Bruna defalarca kapıyı çalsa da bir sonuç alamadı. “Neredesin?” Tam geri dönecekken kapı eşiğindeki kan lekesini fark etti. Dostunu bir kez daha arayınca içeriden gelen telefon sesini işitti. İçine bir kurt düştü. Kapıyı zorlayıp açmayı başardığında evin boş olduğunu gördü. Baver’in başına bir şeyler geldiğine emindi. İzler sadece kapıda olduğuna göre davetsiz bir misafir gelmiş olmalıydı. Canı sıkkın halde kanepeye çöktü, başını ellerinin arasına aldı. Korktuğu her şey başına gelmek zorunda mıydı? Baver ile kötü şekilde ayrılmış olmaları da işi daha tatsız hale getiriyordu, vicdanı hiç rahat değildi. 

 Aradan üç gün geçmesine rağmen Baver’den bir iz çıkmadı. Bruna onu bulmaları için ekibi yönlendirmişti. Kameralara yansıyan görüntüye göre kaçırılmıştı ancak araç çalıntıydı ve nereye gittiği bulunamıyordu. Şehirden uzağa götürüldüğü belliydi. Bruna’nın gözüne uyku girmiyor, ailesinin bir ferdini kaybetmiş gibi derin üzüntü duyuyordu.

 Passal, Bruna'yı karşısına aldı. Uzun boylu, esmer, sert görünümlü adam kaşlarını çatmıştı. “Üzgün olduğunu biliyorum ama Baver hep tedbirsizdi. Onu defalarca uyarmamıza rağmen bildiğini okudu. Gidip onu bul, sağlam bir azarı hak etti.”

“Başkan, sence hâlâ iyi durumda mıdır? Onu bulacağımıza inanıyor musun?” Passal, çökmüş haldeki Bruna’ya acıyarak baktı. Yardımcısı üç günde kendini salmıştı. “Bruna bu sen misin gerçekten? Pes etmek yerine şehrin altını üstüne getirirdin normalde. Bu sefer farklı olan ne? Yaralı bir ceylan gibi kıvranıyorsun.”

“Baver bizden farklı ve güçlü. Ne yapıp eder paçasını kurtarırdı. Günlerdir bir iz bulamadık ondan. Bu da umutlarımı yerle bir ediyor.”

“Tanza’dan bir haber yok mu hâlâ. Baver’in onla iletişime geçtiğini söylemiştin en son. Şu adamın ensesinde olalım, eğer o yapmışsa bir açık verecektir.”

“Sabah akşam o çeteyi takipteyiz. Elimizde Baver’i aldıklarına dair bir kanıt yok. O yapmışsa bile her şeyi önceden ayarlamış demektir.”

“Yeterince güçlü değiliz, şu an o çete ile kapışma ihtimalimiz yok. Her şeyden yakalarını sıyırmalarına bakarsak emniyetten bazı kişiler de onlar için çalışıyor olmalı.”

“Baver’i kurtaralım da. Arayışımız devam edecek. Çıkmam lazım.”

“Tamam, kendine dikkat et. Toparla kendini.” Bruna başını sallamakla yetindi, salondan çıktı. O sırada kapıda Aden ile karşılaştı. Genç kadın sorarcasına gözlerine bakınca adam olumsuz anlamda başını salladı. Aden endişeli halde çalışma odasına geçti.

Bruna merdivenlerden inerken telefonu çalınca düşüncelerden sıyrıldı, bilmediği bir numara arıyordu, hemen açtı. “Selam Bruna. Baver benim elimde, boşuna aramayın.”

 “Seni alçak! Ne istiyorsun ondan?”

“Tanıdın demek beni.”

“Bu sesi unutmam mümkün mü?”

“Bu kadar üzerime düşmeni gerektirecek ne hata yaptım acaba?” Tanza’nın alaycı konuşması Bruna’yı çileden çıkarsa da sakin olmaya çalıştı.

“Baver ne durumda?”

“Henüz yaşıyor, merak etme. Ona karşılık küçük bir şey istiyorum senden, dostun için bunu geri çevirmezsin sanırım.”

“Ne istiyorsun? Çabuk söyle.”

 Tanza’nın yanıtını duyunca gözleri hayretle açıldı. Birkaç saniye sessizliğini koruduktan sonra konuştu. “Tamam, dediğin gibi olsun fakat Baver’e bir şey yaparsan bunu sana ödetirim.”

 Sessiz ve karanlık mekân Baver’in tüm dengesini alt üst etmişti. Aradan ne kadar zaman geçtiğini çözememesinin yanında sessizlik sadece düşünceler içinde kaybolmasına neden oluyordu. “Yeter! Çıkarın beni buradan.” Sesi sonsuzlukta kayboluyor gibiydi. Ne kadar bağırıp çağırsa da bir yanıt alamaması sinirini bozuyordu. 

  Neden özel bir yeteneğe sahip olduğunu sorgulamaya başladı. Bu işin altından kalkamamıştı işte. Gözlerini kör eden abartılı özgüveni miydi yoksa kibirlenip kendine biçtiği rol müydü? Belki de kendisini değerli hissetme isteğiydi. İnsanlar gözlerinde hep tekinsizliği görmüştü. Eğer o yadırgayan bakışlarla karşılaşmasa gözlerini saklama ihtiyacı duymayacaktı. En çok da babasının bakışlarını unutamıyordu. Aşağılayan, aynı zamanda korkan, nefret eden bakışlar... Babasının içinden geçenleri o kadar net okuyabiliyordu ki bu ona acı veriyordu. Bu yüzden babasına doğru adım atamamıştı hiç. Aynı yerde yaşamaya mecbur edilmiş mahkumlardan farkları yoktu. Ve bu zoraki birliktelik birinin firar edişi ile son buldu.

 Bir zaman sonra yaklaşan ayak seslerini işitti. Kapı açıldığında dikkat kesildi. “Artık serbestsin. Seni Bruna’ya götüreceğim.” Baver şaşkınlıkla sesin geldiği yöne başını çevirdi. “Fikrini değiştiren ne? Beni öylece bırakmazsın.” 

“Kim bilir? Belki artık benim için bir önemin kalmamıştır.” Tanza’nın sesine yansıyan zafer dolu ifade Baver’i ürpertti. Bir şeyler ters gidiyordu ama şu an ne olduğunu öğrenemeyeceğini biliyordu.

 Tanza bağları çözmeden onu dışarı çıkardı. Bir süre yürüyüp, koridorları aştıktan sonra açık havaya çıktılar. Rüzgarı teninde hissetmek algılarını biraz olsun açtı. Uzaklarda bir baykuş ötüyor, toprak kokusu burnuna vuruyordu. “Hadi bin,” diye araca doğru Baver’i itti Tanza.

“Bir şey anlatmayacak mısın? Beni birdenbire neden bırakıyorsun?”

“Fazla meraklısın. Serbestsin işte gerisi seni ilgilendirmiyor.”

Araç bir süre yol aldıktan sonra durdu. Baver derin düşüncelere daldığı için yol boyunca konuşmadı. Tanza’nın nasıl ikna olduğunu anlamaya çalışıyor ama bir yanıt bulamıyordu. Araçtan indiler. Gözlerindeki bağ çözülürken heyecanı giderek arttı. Hızla arkasına döndüğünde Tanza silahını ona doğrulttu. “Git, yanlış bir şey yapma.” Baver gücünü kullanarak silahın onun elinden uzağa fırlamasına sebep oldu. Tanza’nın yüzü sinirden kızarmıştı. Baver sakince konuştu. “Böyle bir önlem gereksiz. Bir şey yapmayacağım.” O sırada karşıda bekleyen Bruna’yı gördü. Tanza da araca geçmişti, şoförden sürmesini istedi.

Dostunu iyi gördüğü için Bruna’nın yüzünde bariz bir rahatlama belirdi. Uzaklaşan araca aldırmadı, hızlı adımlarla Baver’e ilerleyip ona sarıldı. “Seni gördüğüme ne kadar sevindim bilemezsin.” 

Baver'in şaşkınlığı yavaşça endişeye döndü. Geriye çekildi. “Bana karşılık ne istedi?”

Bruna gülümsemeye çalıştı. “Ne isteyebilir ki? Başkanın biraz tehdit etmesi yetti. Bizim için önemli olduğunu bil.” Baver şüpheyle onu süzdü. Bruna her zamankinden farklı davranıyordu. “Bana söylemek istediğin başka bir şey yok mu gerçekten?”

“Tasayı bırak da kurtulduğuna sevinelim. Gel önce bir şeyler yiyelim.”

“Üzgünüm. Seni dinlemeliydim, sizi de yok yere telaşlandırdım.” 

Baver’in durgunluğu, çökmüş gözleri ve dudağındaki yarayla onu olduğundan daha karamsar gösteriyordu. Bruna bu noktada onda bir şeylerin değiştiğini fark etmişti. “Sen dostumsun tabii, öylece bekleyecek miydim? Sen gerçekten iyi misin? Konuşmak istersen her zaman dinlerim. Ah, bunu da al.” Bruna ceketinin cebinden bir güneş gözlüğü çıkarıp ona uzattı.

“Teşekkürler Bruna, her şey için. İyiyim merak etme sadece kendimle ilgili bazı şeylerin farkına vardım.”

Arabaya binip şehre doğru yola çıktılar. Baver suskundu, boş bakışlarla dışarıyı izliyordu. Bir süre sonra Bruna Baver’in başını cama dayayıp uyuyakaldığını gördü. Buruk şekilde gülümsedi. Baver herhangi biri için kıymetli olabileceğinin farkında değildi. Kendini insanlara kapatmış durumdaydı. Az önceki karşılaşmalarında yaşadığı şaşkınlık da bunu gösteriyordu. “Seni kurtarmak için her şeyi göze alacağım aklına bile gelmedi değil mi?” diye mırıldandı. Arabayı sürerken bir yandan arka koltuktaki cekete uzandı ve dostunun üzerini örttü.

Baver günler sonra evine döndüğünde doğruca odasına gitti. Bruna’nın ısrarı ile bir şeyler yemişti. Şimdi tek istediği deliksiz bir uyku çekmek, kendine gelmekti. Kımıldayacak gücü kendinde bulamıyordu, kıyafetleriyle öylece yatağa uzandı. Ertesi gün okul vardı, gitmeli miydi bilmiyordu. Gözleri yavaş yavaş kapandı.

Sabah uyandığında çok daha dinçti. Bir duş alınca iyice kendine geldi. Gidip telefonunu buldu. Bruna ve okul müdürünün cevapsız çağrılarını, Aden’in mesajlarını gördü. O sırada bir mesaj daha geldi. Bruna’dan aldım haberi, evine sağ salim dönmüşsün. Çok geçmiş olsun, sevindim.

Beni düşündüğün için teşekkürler, iyiyim, diye yanıtladı. Sonra hazırlanıp okulun yolunu tuttu. Müdürün odasına doğru giderken öğrenciler onu selamladı. Kaç gündür nerede olduğunu merak ettikleri belliydi. Dudağındaki yarayı görenler ne olduğuna dair bir tahmin yürütmeye çalışıyordu. Okul müdürü Baver içeriye girdiğinde ciddileşti. “Sonunda iyileştin demek. Bruna hastalandığın için bir süre gelemeyeceğini bildirdi ve bir sağlık raporu getirdi.” Baver bundan habersiz olduğu için şaşırdı, bir an ne diyeceğini bilemedi. “Hastalıktan kastı başının derde girmiş olması mıydı yani? Görüyorum ki saldırıya uğramışsın.” Müdürün kaşları çatıktı.

“Üzgünüm, bir talihsizlik yaşadım. Size haber veremedim. Gerçekten derse girebilecek durumda değildim.”

“Anlıyorum. Baver ne oldu bilmiyorum ama dikkatli olmalısın. Özel meselen açığa çıktığından beri insanlar bana da yükleniyor. Benim için elbette önemli olan yetkinliğin, sen iyi bir öğretmensin. Fakat o ekiple çalışırken iki farklı hayat yaşıyorsun, bölünüyorsun, birini seçmenin zamanı gelmedi mi?”

“Endişenizin farkındayım. Bana biraz daha zaman verin. Bir karar vermek için hazır hissetmiyorum şu an.”

“Tamam, istediğin gibi olsun. Derse devam edebilirsin.” Baver izin isteyip sınıfa geçti. Öğrencilerden bir hayret nidası yükseldi. Akira Baver için endişelenmişti. “Sizi gördüğümüze sevindik, idareden hasta olduğunuz söylenmişti.”

Ön sırada oturan kızlardan biri araya girdi. “Hocam yoksa kavga mı ettiniz?” Baver’in eli istemsizce dudağına gitti. “Küçük bir kaza sadece. Sizi dersimden mahrum bırakmak istemezdim ama beklenmedik durumlar yaşadım. Gerçi bundan sonra ne kadar devam edeceğim de belirsiz.”

“Bu ne demek oluyor,  bizi bırakacak mısınız?” dedi Akira.

“Daha iyi hocalarınız olacaktır. Vakti dolan gider, hayat böyle işte. Hem matematiği bu kadar sevdiğinizi bilmiyordum.”

“Matematiği değil sizi,” dedi Yusiva. Baver kıza dönüp gülümsedi. “Ortadan kaybolunca sevginiz mi depreşti ne? Bilseydim daha önce kaybolurdum.”

“Aaa, o nasıl söz?” diye söylendi bir başkası. 

“Peki, uzatmayalım. Kitaplarınızı açın. Herkesin keyfi yerinde olduğuna göre derse geçebiliriz. Kayıp vakti telafi etmek için bugün hızlı ilerleyeceğim.”

Sınıf birden çöktü. “Yaaa hayır!” Baver gülümseyerek başını iki yana salladı. Normal hayatına döndüğü için Baver biraz olsun rahatlamıştı. Gün sonunda okul çıkışında genç bir kadın karşısına çıktı. Yine farklı bir imajla gördüğü Aden'i bu kez kolayca tanıdı. Aden tam selam vermek üzere elini kaldırıyordu ki yanından öylece geçip gitti. Bir an şaşırıp kaldı Aden, sonra arkasından takip etti. Herkes yavaş yavaş dağıldıktan sonra Baver sesini duyuracak şekilde konuştu.

“Okula böyle gelme. Her gün farklı kişiyle takıldığımı sanacaklar.”

Genç kadın istemsizce güldü, adımlarını hızlandırıp Baver’in yanına geçti. “Gerçekten iyi görünüyorsun, seni çok merak ettim. Günlerdir gözüme uyku girmedi.”

Baver şüphe içinde kadına baktı. “Biraz abartmıyor musun?”

“Hiç olur mu? Ya Tanza sana zarar verseydi?”

“Bakıyorum da her şeyi öğrenmişsin. Niye geldin peki?”

“Aslında eve gidiyordum, bu yakınlardan geçince bir de seni görmek istedim.”

“Anlıyorum, teşekkürler.  Ben de arabamı almaya gideceğim.”

“Güzel, görüşürüz o zaman.” Aden ters istikamete saptı ve caddenin kalabalığına karıştı.

Bir saat sonra Baver de arabası teslim almıştı. Biraz gezinmek istediği için dağ yoluna girdi. Gökyüzündeki parlak yıldızları görünce hayranlıkla seyretti. Kendi yıldızı hangisiydi merak ediyordu. Okul mu ekip mi, buna karar vermek zordu. En azından dönem bitene kadar öğretmenliğe devam etmeliydi. Elektronik bilekliğine bir sinyal geldi, bu Nuwey’e aitti. Parmağıyla dokunduğunda onun acil durum kodu yolladığını gördü. Hemen konumuna baktı, uzak sayılmazdı. Acil durum kodu otomatik olarak en yakındaki kişilere iletilirdi. Hemen gaza bastı.


Anime Seslendirmeleri

   Japon seslendirme sanatçıları insanı hayrete düşürecek derecede başarılı işler çıkarıyor. Özellikle animelerin en popüler sahneleri sırf ...