3 Ocak 2025 Cuma

Kitap Alışverişlerim

 

Son aldığım kitapları paylaşmamıştım. Bir kısmını indirim olunca avmdeki kurtasiyeden aldım. Bir kısmını netten, son aldıklarımı da iki gün önce Enes Kitap Sarayı'ndan aldım. Orası çok büyük ve güzel bir yer. İnsan be alacağını şaşırıyor. Tabi fiyatları internete göre yüksek, özellikle polisiye, gerilim kitapları. 🥲 Wulf Dorn'dan Psikiyatrist alacaktım ama kitapyurduna göre çok yüksekti o yüzden yine sevdiğim yazar olan John Verdon'dan bir kitap seçtim. :))



 Ne zamandır ajanda almayınca bu yıl bu küçük, sevimli ve iğneleyici ajandayı almak istedim. 😅 Çok Sesli Bir Ölümü de yeni bitirdim belki yazarım.




Zacharius Usta merak ettiğim bir kitaptı. Diğeri de yarı yarıya indirimli olunca aldım. Mektuplara merak sardım bu ara. 😊


 Abdülkadir Geylani'nin bu yayın evindeki kitap kapakları çok hoşmuş. Gittiğim kitapçıda iki kitap daha vardı, şimdilik bunu seçtim. :)


1 Ocak 2025 Çarşamba

Zamk Gibi (Hikaye)

 

 Bugün içimden kısa bir korku hikayesi yazmak geldi. Ben de daha iyi odaklanırım diye akşamı bekledim yazmak için ama korku gerilim niyetiyle başladığım hikaye yine başka bir şeye döndü. Olacağı varmış, oldu. Neyse iyi okumalar. 😅


Gecenin bir yarısı parktaki salıncakta boş boş sallanırken uzun süredir gözümü bile kırpmadığımı fark ettim. Ben insan olmaya çalışmaktan çok yoruldum. İçimde bir boşluk yoktu adeta somut bir karanlık her geçen gün tüm hücrelerimi sarıyordu. Galiba üç dakikadır nefes de almıyorum, bunu da fark edince normal bir insan gibi sık sık nefes alıp vermeye odaklandım. Salıncak demirlerinin gıcırtısı şu an belki beni tek rahatlatan şey. Sallandıkça sallanmaya devam ettim.

Her şey beş yıl önce başladı. Bir kaza sonrası hastanede gözlerimi açtığımda hiçbir şey hatırlamıyordum. Kendimi, geçmişimi, alfabeyi, konuşmayı... Aslında ben dili tamamen unutmuştum, yürümeyi de bilmiyordum, yaşamımı sürdürmem için yemek yemem gerektiğini de. İnsanlarla anlaşabilmem için bir zaman çabalamam ve eğitilmem gerekti. Doktor şöyle demişti. “Bu sıra dışı bir vaka ama neyse ki sıfırdan başlamana rağmen çabuk öğreniyorsun. Yakında normal bir insan gibi olabilirsin.” Normal insan nasıldır diyemedim.

Uzaktan yankılanan fısıltıları işitince sallanmayı kestim. Başımı çevirip geriye doğru baktım. Fısıltıların geldiği yön gölgelerle kaplanmaya başlamıştı. Onlarla aramda bir perde var, bu yana geçemiyorlar ama bazen beni çağırdıklarını, benim için geldiklerini hissedebiliyorum. Sanki bir şeyi kaybetmişler, bende ne olduğunu sanıyorlar acaba? Önceleri ürperirdim de artık alıştım bu duruma. Beni asıl korkutan aradan geçen yıllarda karanlık, pis köşelere sığınma ve güzel şeylerden uzak durma dürtüm. Ailem artık bıkmış durumda, kazadan sonra bana çok yardım ettilerse de artık delirdiğimi düşünüyorlar. İfadesizce onlara baktım tekrar, neyse ki onlardan kimseye bahsetmemiştim.

O anda ilk kez aramızdaki sınırın aşılabilir olduğunu anladım. Sanki soğuk bir el uzanmış ruhumu çekiyordu, tanımlayamadığım bu hissin ardından yere kapaklandım. Bedenimde şiddetli bir baskı vardı, yerden kalkamıyordum. Etrafım gittikçe kalabalıklaştı ve zifiri karanlık içinde kaldım. Onların sesini net duyabiliyorum artık, kendi aralarında sohbet ediyorlar gibiydi.

“Vakit gelmedi mi henüz?”

“İnsan kıyımından önce bizim olanı almalıyız.”

İçlerinden biri, görmüyorum ama varlığını algılayabiliyorum, bana yaklaştı. Eğildi ve öfkeyle tısladı. Sesi kulaklarımdan beynime akan zehir gibiydi.

“Seni sefil mahluk. Bizim olanı bize ver. İnsanlar ne kadar da tutunmayı seviyorlar.”

Her şey bir anda son buldu. Şaşkınlıkla ayağa kalktığımda ablamın bir polis ile bana doğru koştuğunu gördüm. Ablam meraktan deliye dönmüş gibiydi. “Kaç saattir neredesin? Seni arıyorduk her yerde.”

Saate bakmak aklıma geldi, gece yarısına az kalmıştı. Yanıt vermek istedim ama bakışlarım sert görünümlü, iri polise kaydı. Bir elimi kaldırıp ona doğru uzattım. Tam gömleğinin yakasından kavrayacakken refleksle bir adım geri çekildi. Sorgulayan bakışları yüzüme kenetlenmişti ki ablam araya girdi. “Kusura bakmayın, bazen kafası yerinde olmuyor.” Özürü anlayışla kabul eden polis meseleyi halletmiş olmanın rahatlığı ile bizi yalnız bırakıp gözden kayboldu.

Az önce aklımdan geçen şeyin korkunçluğu ile yerime çakılıp kalmıştım. Sadece bir an, küçük bir an onu ezip parçalamak istedim. Bir saniyeliğine de olsa zihnimde canlanan kıyım görüntüsü içimde bir kıpırtıya sebep olmuştu. “Hadi, gelmiyor musun? Daha ne kadar dikileceksin orada?” diye söylendi ablam. Az önceki endişesi yerini çoktan bıkkınlığa bırakmıştı. “Geliyorum abla,” diye fısıldadım. Kafam çok karışıktı, onlar benimle konuşmuştu. Benden ne istedikleri hakkında bir fikrim yoktu.

Son zamanlarda hep kabus görüyorum. Onlardan biri olmalı, sürekli rüyalarımda. Onun karanlık, şekilsiz ama dehşet verici yüzü zihnime kazındı. İnsanlardan nefret ediyor, kıyım için kendince güzel ama benim açımdan zalimliğin zirvesinde olan planlar yapıyor. Kaç kez kan ter içinde uyandım hatırlamıyorum. Onun silahı elleri, dokunması bile felç edici. En kötüsü de o kan kırmızısı, lav gibi kendi içinde akıp duran yuvarlak gözleri...

Ablamın beni sarsması ile kendime geldim. “Dalıp durma artık, eve az kaldı, üşüdüm hem. Sen bu ince kıyafetle üşümedin mi? Doğru ya sen pek bir şey hissetmezsin.” Yadırgamaktan çok imrenmiş gibi söylemişti bunu. Nedense gülümsedim, o da gülümseyip kolumdan çekiştirdi.

O gece yorgun halde kendimi yatağa attım. Gözlerim ağırlaşıyordu, zihnim bulanmaya başladı. Uyumadan uyku aleminde yolculuğa çıkmış gibiydim. Herkes uyuyordu, usulca kapıdan dışarı çıktım. Gözlerim ıssız sokağı taradı, içime sinen yöne doğru yürüdüm. Gökyüzü kara bulutlarla kapalıydı ve ilerlediğim yön karanlığa boğulur gibiydi. Belki de sokak lambaları önünden geçmeme hürmeten gözlerini kapıyordu. Çünkü herkes bilir ki biz ışıktan nefret ederiz. Biz mi? Biz kimiz diye bir soru takıldı aklımın bir köşesine. Ben yürüdükçe etrafımdaki hava değişiyor, görüşüm genişliyor, bedenim hafifliyordu. Sarhoş olmuş gibiyim. Az sonra ormanın derinliklerinde ilerliyordum, her yer balçıkla kaplı ama bu bana iyi hissettiriyor. Onları karşımda bulduğumda hiç şaşırmadım. Karanlığın içinde lav gibi parıldayan gözler...

“Sonunda,” dedi içlerinden en genç olanı.

“Bizi çok beklettin. Hadi gidelim.”

Artık kim olduğumu biliyordum. İçinde bulunduğum aciz insan bedenine tiksinti ile baktım. Nasıl olduysa bu bedene hapsolmuştum. Aramızdaki son bağı da elimle koparıp bedenden süzülerek ayrıldım. “Artık özgürüm kardeşlerim, harekete geçebiliriz.” Anında bana itaat ettiler, haykırarak ortalığı inlettiler. Tabii insanlar bunu gök gürültüsü olarak duyardı.

Ormandan aşağıdaki uçuruma doğru süzülürken geride bıraktığım hareketsiz bedene baktım. Kendimi insan sandığım ve insan olmaya çalıştığım anlar nedeniyle içimde bir öfke dalgası kabardı. Ben ben olmayı nasıl unutmuştum. Sefil insan ölmek üzereyken bana kuvvetle yapışmış beni bedenine çekmiş olmalıydı. Bu görülmemiş bir şey değildi ama benim başıma ilk kez geliyordu. İçimdeki insansı hisleri bir an önce atmam, arınmam gerekliydi. Yılda bir düzenlediğimiz kıyım günü gelip çatmıştı yine. Sözleri anlamsız olsa da içimizdeki karanlığı harlayan binlerce yıllık yüce ezgileri hep bir ağızdan söylemeye başladık.


“Tüm ateşler sönsün,

Yıldızlar dökülsün, ay çöksün.

Bu gece bizimdir,

İnsan ganimetimiz bol olsun!

Elden kaçtı mı ganimet unutma,

Zamk gibi yapışır sana!”


Son dizeyi söylerken gözlerimi devirdim istemsizce, o anda gözlerim yere aktı. Kardeşlerim gök gürültüsü sesleriyle kahkahalar attılar. İnsanlaşmamla dalga geçtiler. Tabi bunu takmadım, sonuçta insan değilim yoksa utançtan yerin dibine girerdim şimdi. Eğildim yere dökülen lavdan gözlerimi toplamaya çalıştım.



Kitap Alışverişlerim

  Son aldığım kitapları paylaşmamıştım. Bir kısmını indirim olunca avmdeki kurtasiyeden aldım. Bir kısmını netten, son aldıklarımı da iki gü...