Seriye öncekinden bağımsız 2. öykü ile devam ediyorum. Keyifli okumalar. 😊
(Masal, pastacı, 32 yaşında)
Son günlerde çok yoğunum, siparişleri yetiştirmek için elimden geleni yapıyorum. Belki stres altında olduğum için dün gece tuhaf bir rüya gördüm. Şu an bunu günlüğüme yazma konusunda bile kararsızım. Sonunda yazmaya başladım.
İşler içinden çıkılmaz bir hal almış, çıraklardan biri işi ansızın bırakmıştı. İki gün sonra yapılacak görkemli düğünün hazırlıkları fazla mesai gerektiriyordu. Elim ayağıma dolanmışken patronun gelip esip gürleyeceğini sanıyordum. Oysa o yeni bir pastacı çırağıyla çıkıp geldi. Bu kadar kısa sürede nasıl yeni bir eleman bulduğunu sorgulayacak durumda değildim. Adının Altuğ olduğunu öğrendiğim kişi pek genç sayılmazdı, konuşkan birine de benzemiyordu. Ancak koyu renk gözleriyle insanın içini okuyabiliyor gibiydi. Doğrudan o gözlere bakamadım, yapılacak işleri sıraladığımda onaylarcasına başını eğip çalışmaya başladı. Diğer çırak da bana yardım ediyordu, yeni elemana pek dikkat ettiği yoktu.
Çalışırken ilginç şekilde Altuğ’un hareketlerine gözlerim takıldı. Seriydi ve uzun yıllardır bu işi yapıyor gibiydi ama sanki bambaşka bir alemde, yalnız başına çalışıyor gibiydi. Bir şey demeye, işini bölmeye çekindim adeta. Onun yerine her şeyi Sevil’den istedim.
“Bunu fırına atar mısın, vakti geldi.”
Sevil tepsiyi kaptığı gibi arkadaki fırınlara doğru ilerledi. O anda arkamda bir gölge hissedince tereddütle başımı geriye çevirdim ve onla göz göze geldim. Az daha yerimden sıçrayacaktım. Soğuk görünümüne ek olarak yüzüne yapay bir gülümseme kondurunca gözüme gerçekten ürkütücü görünmüştü.
“İşim bitti, şimdi sizin için ne yapabilirim? Bir süredir sadece ondan yardım istediniz,” dedi Sevil’i göstererek. Nedensiz bir şekilde sinirlendiğini hissettim.
“Şey, pasta için küçük süslemeler yapabilir misin? Renkli çiçekler harika olurdu.”
“Peki, yapacağım.” Diğer tezgaha doğru ilerleyip, malzemeleri çıkarmaya başladı. Neden boğazım kurumuş ve bu kadar gerilmiştim? Bakışlarım birkaç saniye ona takılıp kalınca Altuğ'un kendini kaptırıp hızla çalıştığını fark ettim. Mükemmel bir uyum içinde şiir gibi çalışıyordu, hareketlerinde belli bir ritim var gibiydi. Onu izledikçe hayranlığım artıyordu. Parlak siyah saçları bonenin kenarından dışarı taşmıştı. Uzun boylu ve zayıftı. Böyle birinin neden bu işte çalıştığını düşünmeye başlamıştım. Ansızın durup bana döndü. “Ama siz öyle bakıp dururken nasıl konsantre olmamı bekliyorsunuz?” Çarpık bir gülümseme vardı yüzünde. Şaşkınlıkla bir şeyler geveleyip önüme döndüm. Sonra elindeki kabı buzdolabına bırakmak üzere önümden geçerken yavaşça eğildi ve fısıldadı. “Çok mu merak ettiniz neden bu işi yaptığımı?”
“Ha-hayır,” dedim donup kalarak.
“Kötü bir yalancısınız, o halde yarın görüşelim.”
“Ne?” dedim hayret içinde.
İşte rüya tam burada sonlandı. Yanlış bir şey yapmış da yakalanmış gibi hissediyordum. Adam o kadar gerçekçiydi ki dünden beri huzursuzdum. Ne demişti? “O halde yarın görüşelim.” Bu anlamsız rüyaya fazla kafa yorduğum için kendime kızgındım. Şimdi güzelce uyumaya gidiyorum. Hiçbir şeyin huzurumu bozmasına izin veremem.
Sabaha karşı sıçrayarak uyandım. Böyle bir şey mümkün olabilir miydi? Hemen kalkıp ışığı yaktım, yalnız olduğumu fark edince rahatladım. Perdeyi aralayıp dışarıyı kontrol ettim, şükür ki anormal bir durum yoktu. “Sadece bir rüya,” diye mırıldandım. Masaya, günlüğün başına oturdum. Belki olanları yazıya dökersem kaygılarımın nasıl da anlamsız olduğunun farkına varabilirdim.
Gece vaktinde bir restorana doğru yürüyordum. Saatime baktım, vakit daralmıştı. Kızlarla sözleşmiştik, güzel bir yemek yiyecektik. Hafif topuklu ayakkabılar şimdiden ayağımı sıkmaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra restorana vardım ve garson beni bir masaya götürdü. Masadaki sırtı dönük kişiye yaklaşırken neden kızlardan biri değil de bir adamın orada oturduğunu sorguluyordum. Garson oturacağım sandalyeyi çekince hayretle masadaki kişiye baktım, Altuğ'du. Soğukça gülümsedi, tabii buna ne kadar gülümseme denebilirse. “Gelmenize sevindim, oturun.”
İtaat etmezsem kötü bir şey olabileceğini sezip yavaşça oturdum. “Ama ben arkadaşlarımla buluşacaktım,” dedim safça. Bakışları keskinleşti. “Ben olduğumu bilseydiniz gelmezdiniz değil mi?” Sorgulayan bakışları yutkunmama neden oldu. “Dün de dediğim gibi sizle görüşmek istedim.”
“Ne hakkında konuşacağız?” dedim. Normal davranmaya çalışıyordum.
“Şu an buradan kaçıp gitme isteğinizi anlıyorum. Fakat beni dinlemenizi istiyorum. Pastacılık aslında benim uzmanlık alanım, ben yıllardır şefim. En seçkin davet ve balolarda benim imzam vardır. Akıllara kazınan en nefis pastalar bana aittir. Daha büyük hedeflerim için kendime uygun çıraklar aramak maksadıyla dolaşıyorum, rüyalarda tabii. Yani yarın gerçekten sizi görmeye geleceğim. Çırağım olur musunuz?” Altuğ’un yüzü gölgelendi, bakışında gizem ve tehdit vardı. Nefesimi tutmuş onu dinlerken ağzımdan çıkacak her söze dikkat etmem gerektiğini hissediyordum. Soğuk terler dökmeye başlamıştım.
Hazırlanıp telaşla evden çıktım. Bugün geç kalamazdım, patron az önce aramış, önemli bir mesele çıktığını, detayları gelince anlatacağını söylemişti. Aksi gibi trafik sıkıştı, bir süre vakit kaybedince inip koşmaya başladım. Acaba işimden olmama sebep olacak kadar büyük bir sorun mu çıkmıştı? Nefes nefese pastaneye vardım, kapıyı açıp içeri girdiğimde patronun köşedeki masada biriyle sohbet ettiğini gördüm. Patron beni fark edince yanına gitmemi işaret etti. Derin bir nefes alıp yanlarına gittiğimde Altuğ’u gördüm. Bir anda betim benzim attı ve dizlerim beni taşıyamaz oldu. Çevik bir hareketle kalkıp dirseğimden tuttu. “Buyurun oturun, gereksiz yere telaşlandırdık sizi. Önce dinlenin, konuşacaklarımız var.” Yüzündeki kurnaz, kararlı ifadeye bakarken kendimi sandalyeye bıraktım. Esas kâbus şimdi başlıyor olmalıydı.