Kafama esip de bir süre önce yazdığım bu Uzak Doğu esintili (😅) hikayemi paylaşmak istedim. Keyifli okumalar.
Her geçen saniye camı döven yağmur damlaları hızını artırıyordu. Bulunduğum mekâna göz atmak istedim ama camdan gelen patırtılar dikkatimi dağıttı. Neden tüm duyularımla buna odaklanıyordum ki? Darbeler sanki başıma iniyordu, şakaklarıma keskin bir sancı girdi.
Boğazım çok kurumuştu, susamıştım. Camdan süzülen damlalara iştahla baktım, adeta suya çekiliyordum. Doğruldum, pencereye doğru ilerledim. Ferahlama umuduyla camı açıp elimi dışarı uzattım. Tenime değen her damla bir cızırtı eşliğinde geride yanık bırakınca dehşete kapılarak geri çekildim. Yoğun acıdan gözlerim sulandı.
Bir şeyleri feci halde yanlış algılıyor olmalıyım. Bu kez nerede hata yaptım bilmiyorum. Zihnim karmaşık, her şey anlamsızdı. Hava neden bu kadar sıcak?
Çatlamaya başlayan camın yüzüme patlamasına ramak kala geriye sıçramayı başarabildim. Yağmur olanca şiddeti ile içeriye dolarken ahşap zemin itiraz edercesine gıcırdıyor, tütüyordu. Gözlerime inanamayarak tekrar baktım. Su, ateşin vasıflarına sahip olabilir miydi? Yerdeki döşemelerin tutuşmaması için dua üstüne dua ediyordum.
Odanın görünürde bir kapısı yoktu. Bu nasıl bir mimari? Nereye düştüm böyle? Koşup ahşap duvarların arasında gizli bir kapı aradım. Yok, hiçbir şey yok! Bana bir çıkış lazım, odaklanmalıyım. Duvardaki deniz manzaralı tabloyu tedirginlikle yere attım, arkasını yokladım. Belki küçük bir işaret, bir çatlak yeterdi. Su gittikçe çoğalıp yer yatağı ıslanınca küçük sehpanın üstüne çıktım. Kaçıncı kattayım, camdan kaçabilir miyim? Hayır, buna cesaretim yok. Hâlâ acı içinde zonklayan elimi tuttum, derisi eriyip gitmişti. O sırada zeminde bir parlama oldu. Tahta parçaları uygun sıcaklığa erişince tutuşmaya başlamıştı. Su ve ateşin karışımından oluşan manzara beni ürpertti.
Nefes alamaz oldum, boğuluyordum. Duman gözlerimi yakıyordu. Görüşüm bulanıklaştı, alevler üzerime sıçrayınca istemsizce çığlık attım. O anda gözlerimi açtım. Tüm bedenim ter içindeydi, dizlerim titriyordu. Yutkundum. Buna daha ne kadar devam etmem gerekiyordu?
Karşımda dikilen hocamın kurnaz gülümsemesine mahcubiyetle baktım. Yenilgim karşısında keyiflenmiş gibiydi. Üzerindeki gri kimono ve at kuyruğu yaptığı saçları rüzgârda dalgalanıyordu. Açık hava beni sakinleştirdi. Mataradaki suyu kana kana içerken hocam konuştu. “Kolay olduğunu mu sandın evlat?” Elbette zor olduğunun farkındayım. Beni biraz cesaretlendirse ne olur yani. Pişmiş kelle gibi sırıtmanın anlamı ne şimdi? “Zihnini tamamen boşaltman lazım yoksa başarısız olursun. Bırak, imgeler üzerinden aksın gitsin.”
Bırakayım da beni ezip geçsin değil mi? Kolaydı sanki! Benden istenen, bedenime saplanmakta olan bir kılıç varken kaçma dürtümü bastırıp öylece beklemek gibi bir şeydi. Benim gibi hızlı refleksleri olan biri için bu imkânsızdı. Hocam da bunu biliyor olacak ki yüzüne asla başaramayacağıma dair bir ifade yerleşmişti. Sonunda bana bakarak omuz silkti.
“Tekrar deneyelim,” dedim kararlılıkla. Şu an yüz ifadesinden bir şey okunmuyor, bu gerçekten sinir bozucu. Keskin bakışları yüzümde dolandı, başını ileri geri sallamakla yetindi.
Zihnimiz hep kendi kurduğumuz sınırlarla doludur. Kendimizi aşmak için öncelikle zihnimizdeki engellerden arınmamız gerekir. Dövüş sanatında ustalaşmanın temel şartı budur. Hocam hareketlerimi okumanın hep çok kolay olduğunu söylerdi. Gerçekten de daha ben saldırıya geçmeden aldığım pozisyondan ne yapacağımı rahatlıkla anlar, beni hemen alaşağı ederdi. Her yanım sıyrık ve çürüklerle doluydu. Anlaşılan şu zihin meselesini aşmadan bana rahat yoktu.
Doğanın dinginleştirici etkisi nedeniyle dağa tırmanmıştık. Daha bitmek bilmez yolu aşarken sabrım tükenme noktasına gelmişken gerisini nasıl başaracaktım? Bir kez daha deneyeceğim, tek geride kalan ben olamam.
Ayaklarımı omuz genişliğinde açıp, kollarımdan birini bir duvarı tutuyor gibi ileri uzattım. Diğer elimi yumruk yapıp belimin arkasına yasladım. Gözlerimi kapattım, zihnimi boşaltmaya çalıştım. Bu kez sabırla, derin nefesler aldım. Uzaktaki şelalenin sesi, tenimde hissettiğim rüzgâr, güneşin göz kapaklarımı zorlayan baskısı yavaş yavaş kayboldu. Artık tüm duyularım kapanınca gözlerimi araladım. Önümde çeşitli katmanların iç içe geçtiği sonsuz bir boşluk uzanıyordu. Karanlığı yarıp geçen ışık hüzmeleri katmanları aşarken eğip bükülüyor çeşitli renklerde yansıyor, ardından ses titreşimlerine dönüşüyordu. Sarmal çizen bu titreşimler etrafa tarifsiz koku dalgaları yayıyordu. Olmayan bedenimle bir adım atmak istediğimde ışık hızıyla ilerleyebildiğimi fark ettim. Bu büyüleyici deneyim, içimdeki enerjinin sınırsızlığı başımı döndürdü. Ben sonsuzluğun bir parçası gibiydim.
Hayır. Beni aşan bir şeyler var. Rahatsızlık hissi küçük bir leke gibi içimde büyüdü. Zihnimi fazla mı boşaltmıştım? Hiçliğe doğru çekiliyordum bu kez. Dur, dön artık! Şiddetli bir yer çekimine yakalanmış gibi düşmeye başladım. Çırpınmak yerine kendimi çuval gibi serbest bıraktım, düşüşü kabullendim. Bu his gerçekten güzeldi.
Gözlerimi araladığımda nefes nefese kalmıştım. Yere kapaklanıp burnumu incittiğim yetmiyor gibi hocam önce şaşkınlıkla beni süzmüş sonra gülmeye başlamıştı. “Sıra dışı, tek kelimeyle mükemmel.” Benimle dalga mı geçiyor emin değilim ama geri döndüğüm için rahatlamıştım. “Bunun neresi sıra dışı? Beynim yanacaktı az daha,” diye homurdandım. Burnum çatlamış olabilir mi? Beni hiç işitmemiş gibi yerdeki kılıcı alıp uzattı. “Hadi, birlikte görelim.”
“Daha ne göreceğiz acaba?” Neyse ki aklımdan geçen diğer şeyleri içimde tutabildim. O ise hiç istifini bozmadı. “Başardın, inan bana. İyisin iyi, hadi kalk.” Burnumdan sızan kanı sildim, ayağa kalktım. Çatık kaşlarıma karşılık onun bakışları yumuşaktı. Az önceki alaycı halinden eser yoktu. Uzattığı kılıcı tuttum, sıkıca kavradım.
İşaretiyle birlikte kılıç talimine başladık. Daha ilk anlarda bedenimin öngörülemez bir uyumla hareket ettiğini sezdim. Rüzgârın esiş yönü, zeminin eğimi, güneşin açısı, hangi kaslarımı nasıl kullanacağım, en uygun vücut duruşu, rakibin açığını hesaplama gibi tüm detaylar anında zihnime akıyor, bedenim kendiliğinden hareket ediyor gibiydi. Aklımdan geçenlerin hızına kendim de yetişemiyordum. Her şeyi akışına bıraktım, kusursuz bir dövüş ritmi tutturmuştum. Hocamı yavaş yavaş geri çekilmek zorunda bıraktım. Sonunda kılıcı elinden düştü. Gülümsedi, takdir dolu bakışları samimi görünüyordu. “Başardın,” dedi bir kez daha.