15 Kasım 2025 Cumartesi

Sonlu Olasılık (Kısa Hikaye)

 

Sıcak yaz günleri Ender için hep zorlu geçerdi. Aksi gibi vantilatör de bozulmuş nemli ve bakımsız dükkânda çalışmak çile halini almıştı. Oysa Ender'in hayali bambaşkaydı, hukuk okumak isterken kitapların arasında pinekleyen birine dönüşmüştü.

Nemlenmiş saçlarını eliyle geriye tarayınca geniş alnı açığa çıktı. İri gözleri, çıkık elmacık kemikleri, sert olmayan yüz hatları ile gülümser gibi bir ifadesi vardı. Dış görünümünün aksine ruh hali çalkantılıydı. İçindeki sıkıntı giderek büyüyordu. Havalardan olsa gerek, diye düşündü.

Sabahtan beri tek müşteri gelmemişti. İç geçirdi, söylediği soğuk soda nerede kalmıştı?  Masada duran ince kitabı alıp yüzüne doğru sallamaya başladığı sırada kapıda bir müşteri belirdi. Resmi giyimli adam kararlı adımlarla yürüyerek Ender'in karşısında durdu. Çok önemli bir şeyi dile getirecekmiş gibi görünüyordu. Ender ifadesizce süzdüğü müşterinin bakışlarında beliren kınamayı fark edince şaşırdı. “Ne var?” dedi kendini tutamayarak.

“O, yelpaze niyetine kullandığınız Karabibik değil mi? Bir sahaftan böylesine pervasızlık beklemezdim.”

Ender içinden geçenleri bastırıp yapmacık bir gülümseme ile kitabı elinden bıraktı. “Kitapların kabuğundansa içine değer veririm. Buyurun, ne istemiştiniz?”

“Bunu,” dedi müşteri Karabibik’i göstererek. “Elinizde heba olmasına gönlüm razı olmadı. İçi koruyan kabuktur ne de olsa.” Sesi meydan okur gibiydi. “Ya sabır,” diye içinden geçirdi Ender. Neyse ki burada çalıştığı süre içinde insanların garip tavırlarına alışmıştı. Sandalyesinden kalkarak kitabı poşete koydu. “Başka bir isteğiniz var mıydı?”

“Hayır, bu kâfi. Belki başka sefere.” Müşteri ödemeyi yapıp kapıdan çıkana kadar çatık kaşlarla onu izledi. Sonra çekmeceden bir defter çıkarıp sattığı kitabı not etti. O sırada bakkalın çırağı kapağını açtığı sodayı bırakıp gitti. Ender’in sakarlığı tuttu, uzandığı soda parmağına dokunduğu gibi defterin üzerine döküldü. “Hay aksi!” diye söylendi. Eski bir bezle masayı silmeye koyuldu.

Dakikalar sonra içeriye orta yaşlarda bir kadın girdi. Derli toplu giyimi, topuz yapılmış saçları Ender’de onun öğretmen olabileceği izlenimini uyandırdı. “Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?”

Kadın bir kitap ismi söyledi. “Çok gezdim ama baskısı bitmiş, hiçbir yerde bulamıyorum.” Ender kitabın ismini hiç duymamıştı ama dükkânın önceki sahibinin çok eski kitapları bodrum kata indirdiğini biliyordu. “Elimizde bu kitap var mı emin değilim hanımefendi. Vaktiniz varsa ben aşağıya bakayım, siz de oturup dinlenin.”

“Peki, beklerken kitaplara bakayım o halde.”

“Elbette, rahatınıza bakın.”

Ender alt katın düğmesini açıp dar, demir basamaklardan aşağı indi. Her adımında rutubet kokusu yüzüne vuruyordu. Tozlardan nefes almak hayli zordu. Benzer türdeki onlarca kitaba göz gezdirdikten sonra aradığını buldu. “Hah,” dedi büyük bir iş başarmış gibi. Gömleğinin koluyla kitabın kapağındaki tozu sildi. O sırada kitapların arasına karışmış olan deri kapaklı bir defter gözüne ilişti. Aceleyle göz atınca sayfalarının boş olduğunu gördü, sevindi. “Eski ama iş görür, güzel.” Defteri koltuk altına sıkıştırıp bir an önce temiz havaya ulaşmak için basamakları hızla çıktı.

“Bugün şanslı gününüzdesiniz. Kitabı buldum.” Kadın çok teşekkür ederek kitabı aldı, incelemeye başladı. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Ender onun neye bu kadar sevindiğini bir türlü anlamıyordu, omuz silkti. Kadın bir de klasiklere göz atacağını söyleyince yerine geçip oturdu. Göz ucuyla bir süre kadını izledikten sonra aşağıdan getirdiği deftere dokundu. Kapak çok yumuşaktı, farklı bir dokusu vardı. Yaprakları tek tek çevirmeye başladığında içinde bir kıpırtı hissetti. Sanki uzun zamandır sahip olmaya çalıştığı şey sonunda eline geçmişti. Kendindeki bu garip değişimi sorgulayan Ender ilk sayfaya döndü. Alışkanlık olduğu üzere üst köşeye o günün tarihini attı. Bazen müşterilerle sorun yaşadığı için sattığı kitapları not ederdi. Henüz bilgisayara ihtiyaç duymuyordu, çok da lazım değildi. Ona vereceği parayla... Aklına düşen bir hatıra içini sıktı. Dudağının bir kenarını huzursuzca kemirmeye başladı. Birkaç saniye sonra ise yüzünde bir gülümseme belirdi. Onu biri görse ruh halindeki bu anlık değişim karşısında hayrete düşebilirdi. Ender’in gözü duvardaki saate kaydı bu kez. Dalgın halde deftere saati de yazdı. 10.40

O anda garip bir şey oldu. Kadın ikinci rafın önündeyken birden ilk rafın önünde belirdi. Ender şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Müşteri ne olduğunun farkında bile değil gibiydi. Elini uzatıp Suç ve Ceza’nın sırtına dokundu. “Ama bu hareketi demin yapmıştı,” diye içinden geçirdi Ender. Ve sonraki hareketini de tahmin edebildiğinde durumun ne olduğunu kavradı. Zamanda iki dakika geriye gitmişti. Çünkü duvar saati normalden iki dakika gerideydi.

Birkaç dakika sonra müşteriyi uğurladıktan sonra heyecanla defterin başına oturdu. Bu, gerçek olabilir miydi? Deftere yazdığı müddetçe istediği her ana gidebilir miydi? Bir süre duruma kafa yorduktan sonra o ana gitmeye karar verdi. Evet, beş yıl önceki o kış gecesine gidip evinde çıkan yangını önleyecekti. Böylece küçük kardeşini kurtarabilecekti. O an cesaretsizliği yüzünden alevlerin içine girememiş olan biteni uzaktan izlemişti. İçinde hissettiği eziklik o kadar büyüktü ki o yangın hiç yaşanmamış gibi hayatına devam etmişti. En büyük pişmanlığı aslında bu yok sayıştı, gerçek bir yas tutamayıştı. Şimdi kardeşini kurtarmak mı yoksa bu takıntıdan özgür kalış mı onu daha rahatlatacaktı emin değildi. Kalbi hızla çarpmaya başladı.

“Denemeye değer,” diye düşündü. Tamamen değişmiş bakışlarla bambaşka biri gibi görünüyordu, kurşun kalemi eline aldı. Eli titriyordu, kalbi karmaşa içindeydi, boğazı düğümlenirken ne hissettiğinden emin değildi. Tarihi ve saati yavaşça yazdı.

Az önce sahaftan ayrılan kadın bir şey unuttuğunu fark ederek geri döndü. İçeriye baktığında kimseyi göremedi, seslendi ama yanıt alamadı. Durumu garipseyip daha sonra gelmek üzere oradan ayrıldı.

Aniden bir rüzgar çıktı, masada terk edilmişçesine duran deri kapaklı defterin sayfaları çevrildi ve kalın harflerle yazılmış uyarı açığa çıktı.

Bu sırlı bir defterdir, onunla her şeyi yapabilirsin. Dikkat et, o seni en gizli arzularına yönlendirir. Defteri kullandığında bilinçdışına bağlı sayısız olasılıktan birine ulaşırsın. Bir ihtimal karşılaşacağın olasılık eğer sonunsa gerçekte hiçliğe karışırsın. 


Okuduklarım

 


Hayalet Melodi

Blog arkadaşımız Eren Özeren'i yeni kitabı için kutlarım. :)

Kitabın girişi ve kapağı ilgi çekici. Yaratıcı yazarlık dersi veren Filiz Kent Üniversitesinden teklif alınca şehir dışında yeni bir hayat yaşamaya başlar. Taşındığı evde gizemli bir günlük bulur. Zaman içinde günlükte isimleri gizli tutulmuş kişilerin kim olduğunu keşfetmeye başlar. Bu durum onu araştırma yapma ve çeşitli durumları sorgulamaya iter. Günlüğün sonlarına yaklaştıkça beklenmedik gelişmeler yaşandığını öğrenir. Filiz durumu açığa çıkarmak için planlar yapmak zorunda kalır.

Kitap akıcı ve anlaşılır bir dille yazılmış. Karakterler ve konu ilerledikçe daha derinleşiyor. Geçmişte yaşanan bazı skandallar ve bazı karakterlerin uç tavırları onlarla bağ kurmamı biraz zorlaştırdı açıkçası. Kitabın sevdiğim yönü gizemli ilerleyişi oldu, sayfaları merakla çevirdiğim oldu. Filiz'in mesleki tecrübelerine daha fazla yer verilmesini isterdim. Finali beğendiğimi söyleyebilirim, bir hayali gerçekleştirmek güzel gerçekten. Yolun açık olsun Eren, emeğine sağlık. 😊


Sahaf Mendel

Kitabı blog arkadaşlarımızdan Eylül Su arkadaşımız hediye etmişti. 😊 Yazardan okuduğum ikinci kitap oldu.

Kitap üç öyküden oluşuyor ve her birini etkileyici bulduğumu söyleyebilirim. Kitaba ismini veren ilk öykü Sahaf Mendel bir sahafın takıntı derecesinde kitaplara odaklanıp, başka hiçbir şeyi gözü görmemesini konu alıyor. Mendel'in hafızası çok kuvvetli ve kitaplar dışında yaşam amacı yok gibi. Kendini dış dünyadan bu kadar soyutlamış olması bir gün başını fena halde derde sokuyor. Görülmeyen Koleksiyon ise eski bir koleksiyonerin artan enflasyon nedeniyle gözü gibi baktığı, koruduğu şeylerin eriyip gitmesini anlatıyor. Sonuncu hikaye Unutulmayacak Bir İnsan'da paraya hiç önem vermeyen ve gördüğü herkese yardım ederek bir şekilde geçimini sağlayan bir adam anlatılıyor. Hikayelerin hepsi çarpıcı ve akılda kalıcıydı. Okuduğuma memnun oldum. 

27 Ekim 2025 Pazartesi

Kitap Alışverişim ve Hediyem



Bir süredir kitap alışverişi yapmıyordum. Aklımda olan birkaç kitap vardı. Blog arkadaşımız Eren'in kitabını aldım. Psikolojik gerilim sevdiğim için bu kez Sebastian Fitzek'den Göz Koleksiyoncusu'nu aldım. Konusu çok ilgimi çekti ve yazardan aldığım ilk kitap. Kitabın bir diğer ilginç yanı sayfalarının ve bölümlerin sondan başlaması. Giriş bölümü en sonda mesela. Başta basım hatası var sandım. 😅 Hakan Mengüç'ün videoları çok nahif geldiği için bir de kitabını okumak istedim. Tarık Tufan'ı çok okudum ve bu kitabı da eksik kalmasın istedim. Son kitabı da işle ilgili bana yararı olur diye aldım. Bu aralar pek kitap okuyamasam da yeni aldıklarım beni heyecanlandırdı. Akıcı kitapları zaten severek okurum. :))

Bugün canım Sevdacım (Tefrika) bana güzel sürpriz de yaptı. Çok hoş bir çiçek yollamış iş yerime, madama da çok yakıştı. 🥰





12 Ekim 2025 Pazar

Güzel Kokulu Çiçekler Zarafetle Açar (Anime)

 


Animeyi bir yerden haftalık izliyordum ama meğer başka sitede tamamı yayınlanmış. Kaoru Hana wa Rin to Saku ismiyle arayınca buldum ve hemen bitirdim. 13 bölümlük bir anime.

İzlediğim en tatlı animelerden. Rintaro erkek lisesine gidiyor ve ailesi pastane işlettiği için arada onlara yardım ediyor. Normalden uzun boyu ve sert görünümü ile küçüklükten beri korkulan biri. Birkaç arkadaşı hariç konuştuğu kimse yok. Çünkü diğerleri korktuğu için ona yaklaşmıyor. Sürekli yanlış anlaşılmalara maruz kalıyor.


(Böyle bakarsan kim olsa korkar tabii. 😅)

Bir gün pastanede çalışırken bir müşteri onu görünce kaçar. Rintaro kızı korkuttuğunu düşünüp üzülür ama durum düşündüğünden farklıdır. Kız tekrar pastaneye gelip Rintaro ile görüşmek ister. İkili zamanla iyi anlaşır, sohbet eder hale gelir. Ancak bir sorun vardır, Kaoruko elit kız okuluna gidiyordur, Rintaro ise tembellerle dolu erkek okuluna ve iki okul birbirine düşmandır.

Öncelikle animenin tatlı atmosferini çok sevdim. Rintaro'nun düşünceleri ve değişim süreci en sevdiğim kısım oldu. Dış görünüşüne rağmen çok nazik, düşünceli biri ve fazla utangaçtı. Tabi öfkeye kapıldığı anlarda yine sert olabiliyordu. Ondaki değişimi önce sınıfındaki arkadaşları fark etti. Tabi saf Rintarocum duygularını kimseye belli etmediğini sanıyordu. Eskiden düşündüklerini paylaşmayan, içe dönük biriydi ama artık değer verdiği insanlara kendini anlatmaktan çekinmeyen birine dönüşür. 




Anime dostluk ve bağ konusunu güzel anlatıyor. Desteklendiğini ve anlaşıldığını hisseden kişi olumlu anlamda değişiyor ve bunu çevresine de yansıtıyor. İkiliyi ve arkadaş çevrelerini çok sevdim. İnsan öyle bir ortamda bulunabilmeyi istiyor. :))

Rintaro'nun Kaoruko ile olan bağı çok özel ve güzeldi. Bir insan nasıl bu kadar düşünceli olabilir, her açıdan durumu analiz etmeye çalışır, bir yandan da dostlarına karşı hissettiği sorumluluk altında ezilebilir? Kaoruko çok şirin, hislerini hemen belli eden biriydi zaten ama Rintaro'yu özellikle sevdim. Çünkü genelde onun bakış açısından izledik hikayeyi. Kendince zor olan şeyler başardı. Dışlanmaya alışkın biriyken değer görmenin şaşkınlığını yaşadı, aynı zamanda birilerine güven duymanın kıymetini de anlamış oldu. Animeyi izlerken bölümler hiç bitmesin istedim. 🌸🌸



(Babası niye bu kadar yakışıklı ya. Son zamanlarda animelerde babalar oğullardan daha dikkat çekici oluyor. 😅)




27 Eylül 2025 Cumartesi

Demon Slayer İnfinity Castle (Anime Film)

 


Demon Slayer serisi görsel açıdan güzelliği ile son zamanların popüler animelerinden. Daha önce birkaç sezon yayınlanmıştı. Şu sıralar sinemada yeni filmi gösterimde. Bu hafta sinema biletleri her yerde indirimli olduğu için iyi denk geldi.

Öncelikle Demon Slayer kurgusal yönden derin olmasa da dövüş sahnelerini sevdiğim ve Tanjiro gibi güzel karakterleri olduğu için izlediğim bir anime. -Kısaca bahsedecek olursam Tanjiro iblisler yüzünden ailesini kaybediyor, kız kardeşi ise iblise dönüşüyor. Bu yüzden durumu düzeltmek ve iblislerle savaşmak için Tanjiro iblis avcısı oluyor. Şu sıralar en güçlü, amansız iblislerle mücadele ediyorlar.-

Sonsuzluk Kalesi ise yayınlanan son sezonun devamı niteliğinde o yüzden öncesini izlemeyen pek anlamaz. Film hakkında çok uzun olduğu ve geçmişe yönelik sahnelerin bol olduğu konusunda eleştiriler vardı ama bence her şey ayarında olmuş. Çünkü baştan sona sırf dövüş izlemek hoş olmazdı ki benim asıl önemsediğim karakterlerin nasıl işlendiğidir. 

Burada öne çıkan karakter iblislerden olan Akaza'ydı. Haliyle afişte de onun resmi yer alıyor. Kırmızı saçları, sarı gözleri, vücudundaki dövmelerle güçlü ve hırçın iblis imajını fazlasıyla yansıtıyor. Ana karakterimiz Tanjiro ile aralarında husumet vardı zaten. Tanjiro arkadaşıyla birlikte ona karşı çarpışmasına rağmen oldukça zorlandı. Tanjiro dövüşürken bile gelişip öğrenen biri, zamanla Akaza'nın  gücünü analiz edip nasıl hareket etmesi gerektiğini anlıyor. Animede Akaza'nın geçmişi ve içinde bulunduğu durum düşündüğümden çok farklıydı. O yüzden animenin finalinin beni böyle etkilemesini beklemiyordum. Önceki izlediğim sezonlara göre sevdim bu filmi, absürtlükler yoktu. Tam da merak ettiğim yerden devam etmesi iyi oldu ama hâlâ bir sonuç yok ortada. Sanırım iki film daha çıkacakmış, o zaman kafadaki soru işaretleri de biter. 

Esas kötüyü yine pek göremedik ama ilerleme kaydedildi. Muzan'ın Sonsuzluk Kalesine düşen karakterlerimizin amacı düşmanı ortadan kaldırmak. Ancak mekan öyle karışık ve büyük ki tam bir sonsuzluğu yansıtıyor. Orada hapsolmuş durumdalar. Görsel açıdan bayıldım, izlerken bile kafası karışıyor insanın, sanki siz oraya düşmüşsünüz gibi. Muzan'ın iblisleri güçlerine göre sıralanmıştır. Akaza Üst 3 olmasına rağmen çok güçlüydü, ilk ikiyi düşünemiyorum bile. Üst 2 çok sinir bozucu bir tip, Üst 1 ise gizemli. Üst 1'i merak ediyordum ama bu bölümde şöyle bir gördük sadece. Devamı gelirse yeni kayıplar yaşanacağına eminim. Spoiler olmasın diye isim vermiyorum, üzüldüğüm bir karakter de oldu. Sonuna kadar direnmesiyle takdirimi kazandı. 

Söylemeden edemeyeceğim önceki sezonların geveze, gürültücü Zenitsu'su burada çok havalıydı. Az konuşup, ciddi durmak her zaman olumlu etki bırakıyor. 😅 Ana karakterlerimizin güçlendiğini görmek güzeldi de şu maskeli olanı niye unuttunuz yav. Birkaç saniye görebildik. :) 

Son olarak Akaza ile bitireyim. İnsanken ne masum görünüşlü, tatlı bir şeymiş. Özellikle gözlerinin rengini sevdim. İnsanken zor bir hayat yaşamış, iblisken de içten içe durumunun ona ağır geldiğini anladım. İyi ki izlemişim filmi. 2.5 saat olsa da çabuk bitti gibi geldi. :) 



Fragmanı



8 Eylül 2025 Pazartesi

Çakma Sushi

 

Tam bu yayını paylaşmak üzereydim ki Giresun'dan haber geldi. İnşallah yola çıkacağım yakında, sonraki paylaşımlarım Giresun'dan olur artık. :) Şimdi asıl konuya geçebilirim.



Orijinal sushi malzemelerini bulmak kolay olmuyor ve yosun gibi bazı malzemeler damak tadımıza uymayabiliyor. Ben de evde bulunacak malzemelerle basit bir şey denemek istedim. Netten biraz bakındım tabi tariflere. :)

Yosun kullanmadım, haşlanmış princi direkt strecin üzerine yerleştirdim. Bu şekilde sarmak biraz uğraştırıcı oldu ama sushi matım yoktu. Zaten yuvarlak yapamadım, baklava dilimlerine benzemiş. Üstüne de çörek otu serptim. 😅 Soya sosunun da ağır bir tadı var bence onun yerine de nar ekşi kullandım sos olarak. Çiğ balık yerine ton balık koydum. Sonucu sevdim, yemezler diye düşündüğüm annemle babam bile sevdi ve bayağı yediler. Sizler de deneyebilirsiniz. :) 

(İç malzemede bir de salatalık ve hafif yağda kavrulmuş havuç kullandım.)




5 Eylül 2025 Cuma

Tuval (Kısa Öykü)

 

Ne zamandır kısa öykü yazmıyordum. İzlediğim korku animesinden esinlenerek kısa bir öykü yazmak istedim. 😊

Gün batımı yaklaşırken hava iyice kapandı. Tam otobüsten indiğim anda bastıran yağmur koşarak kurs binasına girmeme sebep oldu. Elimde saçlarımı düzeltmeye çalıştım, neyse ki durak yakın olduğu için fazla ıslanmamıştım. Evden heyecanla çıkışımın sebebini anımsayınca hızlı adımlarla yağlı boya sınıfına ilerledim.

İki aydır devam ettiğim kursun benim için özel bir anlamı vardı. Burada resim yaparken zihnimi boşalttığımı hissediyor, rahatlıyordum. Sanata pek düşkün olmayan erkekler nedeniyle sınıftaki oranımız epey azdı ama böylesi daha iyiydi. Sınıftaki nezaket ve sessizliği seviyordum. Herkes kendi halinde çalışmasına odaklanıyor, dersi ciddiye alıyordu.

Kursiyerlerden birinin tablosu ülke çapında bir yarışmada ödül almıştı. Bugün eser sınıfta sergilenecek hoca yorumları ile bize katkı sağlayacak, yol gösterecekti. Belki bir gün ben de eserimle kendimi kanıtlayabilirdim. 

Tam açık kapıdan sınıfa dalmıştım ki ödüllü manzara tablosunun önünde dikilen kızı gördüm. Tabloya dokunan eli o kadar beyazdı ki bir an için eldiven taktığını sandım. Kömür karası gözlerinde anlam veremediğim bir ifade vardı. Sanki tablonun içinde kaybolup gitmek istiyor gibiydi. Ona bakarken üzerimde ürpertici bir baskı hissettim. Kimdi bu?  

Sonunda beni fark edip başını çevirdiğinde ciddi yüz ifadesi bir adım gerilememe sebep oldu. “Bunu kim yaptı?” Sesi fısıltı gibi ama güçlüydü. “Buna kim cüret etti?” der gibiydi. O sırada pencereleri döven yağmur iyice hızlanmıştı. “Be-ben değil,” deyiverdim şaşkınlıkla. Ellerimi de teslim olmuş gibi kaldırmıştım. Ne saçmalıyorum böyle?

Neden sonra bakışları yumuşadı, sanki istediği cevabı almıştı. Tüm dikkati tekrar tabloya kaydı. “Benim geldiğim yer,” diye mırıldandı. Çekinerek de olsa yaklaşıp tabloya baktım. Mükemmel bir çalışmaydı. Eğer bu kadar koyu ve kasvetli olmasa masal dünyasının resmedildiğini düşünebilirdim. Yine de insanı içine çeken büyüleyici bir renk uyumu ve geçiş vardı. Bir mağaranın içinden dış manzara yansıtılmıştı. Koyu yeşil, gri ve mavi tonları anafor oluşturmuş, deniz nerede bitiyor, gökyüzü nerede başlıyor ayırt etmek zordu. Kaosun içindeki düzen diyebilirdim buna. Çok ötede bir köy vardı, belli belirsiz. “Bu köyden mi bahsediyorsun?” dedim. 

Gülümseme denebilecek bir hareketin ardından elini yavaşça uzattı, parmağını mağaranın sınırlarında dolaştırdı. “Mağaradan bahsediyorum.”

Şaşkın halde ona bakakaldım. Ne demek istiyordu? O sırada içeri giren kurs hocası gülümsedi. “Tabloyu inceliyorsunuz demek. Çok güzel değil mi?”

“Ben de resim yapabilir miyim?” diye sordu kız. Yaydığı tuhaf enerjiyi hoca hissetmiyordu anlaşılan. “Elbette, seni ilk kez görüyorum ama resim yapmayı seven birini engelleyecek değilim. Bugün bize katılabilirsin hem belki kursiyerimiz olursun.” Kız başını sallarken aklı çok başka yerde gibiydi. Aslında hocayı pek de dinlediğini sanmıyorum.

Herkes sınıfta yerini aldığında hoca eser hakkında bizi bilgilendirdi. Yapılan çalışmanın farklı ve özgün yanlarından bahsetti. Bir gün hepimizin kendimizi aşacağımız o mükemmel eseri ortaya koyabileceğini söyledi.

Tuvalin başına geçtiğimde içimde beliren ilhamla heyecanlanmıştım. Bugün farklı çalışmalar denemek, kendimi sınamak istiyordum. Hangi renkleri kullanmam gerektiğini düşünüyordum ki gizemli misafirimizin hiç düşünmeden tuvalde çalışmaya başladığını gördüm. O kadar odaklanmıştı ki her şeyden soyutlanmış gibiydi. Dikkatim dağılınca ben de onu izlemeye başladım. Ortaya ne çıkacağını gerçekten merak ediyordum. Fırçayı seri ve sert kullanışı onu daha çok savaşıyor gibi gösteriyordu. Hoca bir iki öğrenciyle sohbet ediyor, kalanlar da sessizce çalışıyordu. 

Dakikalar içinde kızın tuvali dolmaya başladı, ürpertici göründüğünü söyleyebilirim. Taş bir sunağın üzerinde bir şey vardı. Saydam, gölge benzeri varlık bir ruhu andırıyordu. İnsana hiç benzemediği için onun ne olabileceğini düşünüyordum. Belki de beden denen kabuktan sıyrılmayı anlatan bir resimdi. Sunağın üzerinde olması da ölümü mü ifade ediyordu?

Sunağın etrafındaki kayalıklar geçit vermez bariyerler gibiydi. Bir mağaranın girişi de göze çarpıyordu. Biraz ötesi uçurumla sonlanıyordu. Yakın olan kayalık alan karanlık, ruhsuz, belirsiz şekilde resmedilmişken, uçurumun gerisindeki manzara çok net ve canlı renklere sahipti. Bu, garip şekilde uzaklık yakınlık algımı bozuyordu. 

Kız resmi sonlandırdığında herkes araya çıkmıştı. Bense sanki durup onu beklemem gerekiyormuş gibi yerimden dahi kımıldayamadım. Belki de ilhamının bozulacağı fikrine kapıldım. Elimdeki fırçayı bıraktığında nihayet konuşacak cesareti buldum. “Bu inanılmaz görünüyor.”

Yüzünde yine garip bir ifade vardı. Bir şeylere hazırlanıyor ve sabırsızlanmış gibiydi. Nerede olduğunu yeni fark etmişçesine bana döndü. Yine belli belirsiz gülümsedi. “Belki ziyaretime gelirsin.”

“Anlamadım? Bir yere mi gidiyorsun?”

“Geri dönüyorum insan. Mağarama. Seni tanımak güzeldi.” Yaptığı tuvale doğru ilerledi ve dokundu.

Dışarıda fırtına iyice artınca ışıklar gidip gelmeye başladı. Şaşkın halde kıza bakarken elektrikler kesildi, her yer karanlığa gömüldü. Hemen telefonumu çıkarıp ışığı yaktım ama kız yerinde yoktu. Donup kaldım, ne yapacağımı bilemez haldeydim. Telefonu tuvale doğru tuttuğumda sunağın üstündeki varlığın karanlık enerjisinin tüm tuvali kaplaması ile tuvale de ben de geriye düştük. Daha doğrusu ben şaşkınlıktan kendimi geriye atmıştım.

Ondan geriye sadece eski haline dönmüş o tuval kaldı. Kurs hocasına ve diğerlerine kızın ortadan kaybolduğunu söyleyemedim. Uzun zamandır hoca onun eserini almaya geleceğine inandığı için tuvali saklıyor. Açıkçası eseri çok beğendi ve başına bir şey gelmesini istemiyor gibi görünüyor. O hiç dönmeyecek biliyorum ama arada sırada gerçekten onu ziyaret etmemi bekliyor mu diye düşünmeden edemiyorum. 


26 Ağustos 2025 Salı

The Summer Hikaru Died (Anime)

 


Fragmanını ilk gördüğümde çok merak etmiş yayınlanmasını beklemiştim. Anime hâlâ devam ediyor, her hafta yeni bölümü bekliyorum. Şu ana kadar 8 bölüm yayınlandı. Sanırım kısa bir seri olacak.

Gizem, gerilim türündeki anime daha en başta tuhaf atmosferi ile insanı çekiyor. Hikaru bir gün dağa gidince kaybolur. Uzun süre onu bulamazlar, sonunda bulunduğunda her şey normale döner. Ta ki bir gün Hikaru'nun en yakın arkadaşı Yoshiki ona 'Sen Hikaru değilsin değil mi?" diye sorana kadar.

Spoiler vermek istemiyorum ama isminden de belli ve ilk bölümden anlaşılıyor zaten. Hikaru dağda ölmüş, bedenine giren şey Hikaru'nun anıları sayesinde onu taklit ederek varlığını gizlemiştir. Yaptığı mükemmel role karşın Yoshiki'nin durumu anlaması ile afallar. Ona "Seni öldürmek istemiyorum," der.

Esas girişi yapmam için ilk bölümü anlatmam gerekiyordu. Gördüğümüz üzere Hikaru'yu ele geçiren varlık oldukça zeki. Yoshiki gerçeği bilse de bunu kendine saklar. Çünkü o varlığa her baktığında dostu yaşıyor gibi hissetmekte, vicdan azabı duysa da onla bağ kurmaya devam etmektedir. İkilinin arasındaki bağ zaman zaman itici ve ürpertici bir dereceye kaysa da bazen de duygusal hissettiriyordu. Açıkçası izlerken ne hissedeceğimi bilemediğim bir anime oldu. Bazen karakterler nostaljik ve dramatik bir havaya bürünürken bazen aniden tehlike çanları çalıyordu. Hadi Hikaru tehlikeli ve anormal anladık da Yoshiki nasıl bir kaçık gerçekten anlamadım. Bağları bozulmasın isterken o varlığa acıyor mu, ölesiye nefret mi ediyor, ondan korkuyor mu anlamak zordu. Bu nasıl melankolik bir ruh hali? Sanki eski dostunun değişmiş yeni halini daha benimsemiş, bu yüzden de vicdan azabı çekiyormuş gibiydi. Ayy anlatması bile zor. Anime o kadar ilerledi hâlâ şu Yoshiki'yi çözemedim. Acaba eskiden beri mi böyle durgun ve içe dönüktü? 

Tüm bunların dışında köyde sürekli garip olaylar yaşanıyor ve geçmişi bilenler büyük felaketin yaklaşacağını biliyor gibi. Yani bu ikilinin tuhaf, ipe sapa gelmez bağı köye felaket getirecek gibi duruyor. Yoshiki yine arada kendinden beklenmeyecek tavırlar gösterse de hâlâ kafası karışık. Aklını başına al çocuğum, tehlikeli sularda yüzüyorsun. Bir gün insanlıktan çıkacak gibi geliyor. 

Anime gerçekten zaman zaman ürpertici ve rahatsız edici. Yine de merakım ağır bastığı için kopamıyorum. Bu hikayenin sonu nereye varacak merak ettim. Korku, gerilim türüne farklı bir boyut getirmiş anime. Daha çok ikilinin ruh hallerinin yansıtılması sıradışı ve ilgi çekici geldi bana. Yoshiki'nin sürekli depresyon içinde gibi görünmesi, Hikaru'nun da arada ortaya çıkan zarar verme dürtüsü ve koruma içgüdüsü, ikili arasında hem soğuk savaş hem duygusal bir bağ var. İzlerken beynim yandı, bu ne. 😅 Herkese hitap edecek bir anime değil ama korku ve psikoloji konularını sevenlerin ilgisini çekebilir. 



25 Ağustos 2025 Pazartesi

Hayat ve Alışkanlıklar Üzerine

 

Toplumda kabul görmüş bazı alışkanlık ve tutumlar zaman zaman durumu sorgulamama neden oluyor. En başta evlerimizi nasıl döşediğimizden, ev ve kendimiz için yaptığımız masrafa kadar... Pek çok şey artık anlamsız ve mantıksız geliyor. Belki böyle bir ortama doğduğumuz için bazı şeylerin farkına varamayabiliyoruz. Olana uyum sağlama niyetiyle hayata bir şekilde devam ediyoruz.

İnsan aza kanaat etmeyi unuttu. Zaten kredi kartları çıktığından beri borç ve faizler yüzünden çoğu kişinin iki yakası bir araya gelmiyor. Tüketim çılgınlığını da geçtim harcamaların çoğu başkalarının gözünde nasıl görüneceğimiz üzerine kurulu. Evim daha büyük olsun, çok mobilya koyayım, göze hitap etsin, daha fazla misafir ağırlayım... Misafir ağırlamak önemli ama durum artık gösterişe ve kendini başkasına beğendirme yarışına döndü artık.

İnsanımız ne zamandır bu kadar yeme, içme derdine düşüp hayatı ıskalar oldu. Herkes yemek için yaşıyor gibi, bu beni çok boğuyor. Ana öğünler dışında bile sürekli bir şeyler atıştırma halindeyiz. Günde iki öğünden fazlası abartılı bence. Mide neye alışırsa onu istiyor, bu da durumu normalleştirmez. 

Bu yüzden misafirlikler çekilmez hal aldı. Ne pişirsem, başka ne ikram etsem derdine düşmek sinir bozucu. Bir yanda dünyanın başka yerlerinde açlıktan susuzluktan ölenleri düşünüyorum. Biz daha sabah akşam yemek yeme, misafircilik oynama derdindeyiz. Eskiye göre daha az yiyorum artık, kilo da verdim, böyle mutluyum. Yemek yemek, güzel kıyafet giyip süslenmek o kadar ön plana çıkarıldı ki insanlar robotlaştı sanki. Evin tüm bireyleri harcama konusunda hassasiyet göstermiyorsa masraflar dağ gibi büyüyor zaten. Buna bir dur demek lazım. Hayat bundan ibaret değil. Bu kadar harcama normal mi, gerekli mi diye bir durup düşünmek lazım.


Hayalim küçük, az eşyalı bir evde, az ve sağlıklı yiyerek yaşamak. Mümkünse hayatımda az insan olsun, bir uzaklaşayım gösteriş üzerine kurulu sistemden. Muhafazakar çevrelerde bile gördüğüm bu. Biraz parası olan evini saray gibi donatma, her elektronik aleti alma, evin her köşesine lüks eşya yığma derdinde. Bu evler ruhumu daraltıyor. 

Artık misafirliğe gitmeyi de sevmiyorum. (Sadece birlikte vakit geçirmeyi sevdiğim arkadaşlar hariç) Ye ye diye ısrar etmeler, daha şunu da yiyeceğiz diye zorla alıkoymalar... Ben yemek derdinde değilim ya, bu kadar basit. İmkanın varsa ihtiyacı olana yedir, başkasına yardım et. Son yıllarda abartılı sofralar yüzünden kimseye iftara gidesim de yok. Keşke kimse çağırmasa diyorum hatta. Herkes patlayacak gibi yiyip yiyip oturup kalıyor. Ramazan'ın özünü anlamaktan da uzağız.


Bu sıralar Riyâzü's Sâlihin diye bir kitap okuyorum. İçinde ayet ve hadisler yer alıyor. Az önce okuduğum şu satırlar nedeniyle bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim.


Adam onlara bir koyun kesti. Onlar da koyun eti ile hurmanın bir kısmını yediler ve su içtiler. Karınları doyduktan ve suya kandıktan sonra Peygamberimiz,  Ebu Bekir ve Ömer'e şöyle buyurdu:

-"Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki kıyamet günü, bu nimet hakkında sorguya çekileceksiniz. Açlık sizi evlerinizden çıkmaya zorlayınca bu nimete kavuşuncaya kadar geri dönmediniz." (Müslim)


Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

-"İnsanoğlunun şu maddeler dışında hiçbir hakkı yoktur: Barınacağı bir ev, edeb yerlerini örten bir elbise ve ekmek koyacak kabkaçak." (Tirmizî)


Bir söz vardı. İnandığınız gibi yaşayamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Durum tam da bu malesef. 


19 Ağustos 2025 Salı

The Trauma Code: Heroes on Call (Dizi)

 


İzlediğim en iyi doktor temalı dizi olabilir. Az bölümlü olması, sadece konuya odaklanması, gereksiz ayrıntılarda boğulmaması ve gerçekçi ameliyat sahneleri ile bayağı ilgimi çekti.

Doktor Baek üstün yetenekli bir travma cerrahı. Bir gün bir hastanede görevlendirilir ve geri plana itilmiş olan travma ekibini yeniden toparlar. Sıradışı yöntemleri, sivri dili ve çılgınlıkları ile hep dikkatleri çeker. Zorla kaptığı çırak, tecrübeli hemşire ve henüz okulu devam eden anestezi görevlisi ile harikalar yaratır. Doktor Baek kimsenin cesaret edemeyeceği yöntemlere başvururken eleştirilere de maruz kalır. Çok fazla helikopter çağırması ve ameliyatlarla hasta kurtarmaya çalışması hastanede bütçe açığı oluşturmuştur. Doktor donanımlı bir travma merkezi oluşturmak için herkesi ikna etmek zorundadır.

Dizi çok iyiydi. Araya gereksiz romantizm sıkıştırılmadığı, karakterlerin hastane dışında özel hayatına girilmediği, sadece ve sadece acil vakalara müdahale konusu ele alındığı için ayrıca sevdim. Doktorun insan üstü çabası ve insan hayatına değer vermesi çok anlamlıydı. Son ana kadar hastalardan ümidini kesmedi. Geçmişte Suriye, Afganistan gibi ülkelerde görev yaptığı için çılgınca kararlar da alabiliyordu. Gözü kara olması ve hep hasta haklarını savunması insanda cerrah olma isteği uyandırıyor. İzlediğim her şeye özeniyorum ben, anestezi okusaydım ne iyi olurdu diye bile düşündüm. Çünkü anestezi işini yapan karakter de görevi açısından çok etkileyiciydi. 😃

Dizinin ana mesajı konfor alanından çıkıp gerçekten hayat kurtarmak için çabalamak üzerineydi. Dizide herkesin bundan kaçınmak istemesi ve hastanelerde doğru düzgün travma cerrahı olmaması garip geldi. Kore'de bu durum normal mi bilmiyorum. Yine de izlemeye değer bir dizi. Ameliyat sahneleri belki içinizi kaldırır ama benim çok ilgimi çekti. İşin stres yönünü kaldırmak zor ama kesme biçme işi oldukça havalı bence. :)) 

 

8 Ağustos 2025 Cuma

Ajin: Demi-Human (Anime)


Ajin, çeşitli sebeplerle öldükten sonra tekrar tekrar geri dönebilen, daha doğrusu ölemeyen kişilere verilen isim. Dünya genelinde sayıları çok az olduğu için insanlar onları yakalayıp üzerlerinde acımasız deneyler yapıyor. Yanlarında bir de güçlü, siyah hayaletimsi varlıklar olduğu için tehdit olarak görülüyorlar.

Kei Nagai bir çocuk ve bu yaşa kadar örnek bir insan olmak için yaşamış. Ancak bir gün pekçok kişinin gözleri önünde bir kaza geçirip de ölmediğinde başı belaya girer. Kendisine neler yapılacağını az çok bildiği için kaçar. Tek isteği eskiden olduğu gibi sakin bir hayat yaşamaktır.

Bu tarz animeler bana biraz yapay gelirdi ama burada konu ve karakterler iyi işlendiği için severek, merakla izledim. Özellikle Kei karakteri ilginçti. Ne insan ne Ajin beklentilerine uyan biriydi. Kei kendini insan sanıyorken bile insanlara karşı soğuk, belli bir plan dahilinde hareket eden biriydi. Ajin olduğunu anladığında bu soğuk yanına bir parça ruhsuzluk eklense de biraz bağ geliştirdiği insanlara karşı insani davranışlar sergiliyordu. O olup bitmişe üzülmenin mantıksız olduğunu kabullenmiş ama kişi için umut varsa da elinden geleni yapan biriydi. 

Kei'nin ne yapacağını ve aklından geçenleri kestirmek çok güç. Çeşitli baskı ve manipülasyonlara maruz kaldığı için sanki bambaşka bir ruh hali ve kişilik geliştirmiş. Ya da belki başından beri bu garip kişilikteydi. İnsanlar da Ajinler de onu tuhaf bulduğu için gözüme yalnız ve mağrur göründüğü anlar oldu. Her şeye rağmen o yapması gerekeni yaparken buldu kendini. Bir terör dalgası başlatan Ajin ve insanlar arasındaki savaşa dahil oldu. Kei'nin zekası, soğukkanlılığı ve savunmacı yanı onu özel yapıyordu. Gücünün diğer Ajinlerden biraz farklı olması bile sıradışı kişiliğinin bir yansıması olabilir.  

Animeyi izlerken insanların kendi gibi olmayanlara her zulmü reva görmesi yine tiksindirdi beni. Ölmüyor olmaları Ajinlerin acı çekmediği, korku duymadıkları anlamına gelmiyordu. Tüm baskı ve işkencenin bir yerde patlak vermesi ve bunu fırsata çeviren birinin olması da kaçınılmazdı. Dünya ve insanlar hiç değişmeyecek sanırım. Kısır bir döngünün içinde yıkımlar tekrarlanıp duruyor. Anime gerçeği çok anımsatıyor yani, tavsiye ederim. 


Sonlu Olasılık (Kısa Hikaye)

  Sıcak yaz günleri Ender için hep zorlu geçerdi. Aksi gibi vantilatör de bozulmuş nemli ve bakımsız dükkânda çalışmak çile halini almıştı. ...